Tevessül konusu üzerinde çok konuşulan konulardan birisidir. Bu konuda görüşleri ile en fazla dikkat çeken İbn-i Teymiyye’dir. Genel kabul edilen görüşe aykırı fikirleri savunması ve son dönemlerde kendisine çokça atıflar yapılması ile öne çıkmıştır. Burada konuya daha çabuk açıklık getirebilmek için İbni Teymiyye’nin görüşlerini özetleyen bir alıntı ile başlamak daha uygun olacaktır.
İbn Teymiyye’nin bu konudaki görüşlerini nakledelim: “Meleklere yalvarmak meşru olmadığına göre, kendileri dua edip şefaatta bulunsalar bile vefat etmiş peygamberler ve salih kullara yakarmamız ve onlardan dua ve şefaat talep etmemiz, iki sebepten dolayı meşru değildir. Bu sebeplerden birincisi şudur : Onlar, kendilerinden talep olunmasa bile, bu konuda Cenab-ı Hakk’ın kendilerine emrettiğini yerine getirir, kendilerinden talep olunduğunda da, emrolunmadıklarını yapmazlar. Dolayısıyla onlardan istekte bulunmanın hiç bir faydası yoktur. İkincisi ise: Bu durumda onlara yakarma ve onlardan şefaat dileme onlarla şirke düşmeye neden olur; burada böyle bir tehlike vardır. Onlardan istenilen şeyin bir faydasının olacağı farz edilse bile bu tehlike daha ağır basmaktadır; bu istekte hiç bir yarar olmadığı zaman ise ne demek lâzım?! Yalnız hayattayken ve huzurlarında onlardan istekte bulunmak böyle olmayıp bunda tehlike yoktur. Çünkü onlar, insanları kendileri sebebiyle şirke düşmekten alıkoyarlar. Hatta bunda menfaat dahi vardır.
Kabirlerin yanında işlenen bid’atler de derece derecedir: Bunun şeriatten en uzak olanı: Ölüden yardım etmesini ve ihtiyaçlarının giderilmesini istemektir. Nitekim halkın birçoğu bu gibi bid’atler işlemektedirler. İşte bu gibi kimseler tıpkı puta tapanlar gibidirler. Bu tür şeyler müşriklerin ve Kitap Ehlinin yaptıkları şeylerdir.
İkinci derece: Hürmet beslediği kimse yoluyla Allah-u Teala’dan istemektir. Bu da müslümanların ittifakıyla bid’attir.
Üçüncü derece: Hürmet gösterdiği kimsenin kabrinin yanında yaptığı duanın daha çok kabul edileceğine inanmaktır. Bu da tüm müslümanlarca reddedilen bid’atlerdendir. Çünkü kabrin yanında dua ederken yaptığı duanın mescitte yaptığı duadan daha faziletli olduğuna inanmaktadır. Bu da haramdır. Bu konuda müçtehit imamlar arasında bir ihtilafın varlığını bilmiyorum. Halkın çoğu böyle yapıyor olsalar da, müçtehit imamlar bunun haramlığını belirtmişlerdir.
Bütün müslümanlar üzerine farz olan; ibadette ihlaslı olmanın emredilmiş olduğunu, Allah-u Teâlâ ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yasakladıklarından uzak durmanın, şirk ve benzeri şeylerle tüm bağları koparmanın gerekliliğini bilmektir. Çünkü Allah-u Teala, Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i bu dinle göndermiştir.”
[ İbn Teymiyye, Mecmû’atü’r-resâil (nşr. M.Reşid Rıza), Baskı yeri ve tarihi yok (Lecnetü’t-türâsi’l-‘Arabî), I,10-31; Kâ’ide celîle fi’t-tevessül ve’l-vesîle, Beyrut ts. (Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye), ]
İbni Teymiyye vefat etmiş peygamberler ve salih kullardan dua talep etmek ve onlardan şefaat talebinde bulunmak meşru değildir ve aynı zamanda faydasızdır, demektedir. Gerekçe olarak ise onlar Allah’ın kendilerine emrettiğinin dışına çıkamazlar. Bundan dolayı senin isteğin lüzumsuz bir şeydir. Zaten Allah şefaata ve duaya izin vermişse dua ederler yoksa etmezler. Senin onlardan şefaat istemen sanki onları zorlaman gibidir. Onlar ise emir harici böyle isteklere cevap veremezler. Emir olmadan böyle isteklere cevap veremeyeceklerine göre onlardan talepte bulunmak faydasız bir iştir, demektedir. Ayrıca onlardan dua ve şefaat talebinde bulunmak şirke düşmek tehlikesi taşımaktadır, demektedir. Eğer sağlıklarında bunları yapıyor olsan o zaman fayda olur ve onlar seni şirke düşmekten alıkoyarlar ve şirk tehlikesi de olmaz, demektedir.
Burada hemen şu hadisleri zikretmemiz konunun anlaşılması için önem arz etmektedir. “Kim vefatımdan sonra beni ziyaret ederse sanki hayatımda ziyaret etmiş gibi olur. Kim de Haremeyn’den birinde vefât ederse kıyamet günü (o günün sıkıntılarından) emin olan insanlar arasında diriltilir.” (Dârakutnî, Sünen, II, 278/193; Heysemî, IV, 2)
“Kim kabrimi ziyaret ederse ona şefaatçi ve şâhit olurum. Kim Haremeyn’in birinde vefat ederse, Allah Teâlâ onu kıyamet günü emniyet içinde bulunan kullarıyla haşreder.” (Beyhakî, Şuab, III, 488)
Dikkat edilirse ilk hadiste kim Efendimizin kabrini ziyaret ederse, sanki hayattayken ziyaret etmiş gibi sayılacağı aktarılmıştır. İbni Teymiyye’nin göremediği hususlardan bir tanesi işte budur. O hayatta iken peygamber ve salihlerden dua ve şefaat talep etmenin caiz olduğunu söylemişti. Bu hadis Peygamberimizi (sav.) vefat ettikten sonra ziyaret edenin hayatta iken ziyaret eden gibi olduğunu bildirmekte ve dolayısı ile İbni Teymiyye’nin itirazını çürütmektedir. Yani hayatta iken ondan isteyebileceğiniz şeyleri vefat ettikten sonra da istemenize bir mani yoktur.
İkinci hadis Efendimizin kendi kabrini ziyaret edene, şefaatçi olacağını bildirmektedir. İbni Teymiyye peygamberler ve salihlerin Allah’ın (c.c.) izni olmadan şefaat ve dua isteyenlere cevap veremeyeceklerini belirtmişti. Bu hadis Peygamber Efendimize, kabrini ziyaret edenler için Allah’ın şefaat etme izni verdiğini göstermektedir. Böylece onun ikinci itirazı da geçersiz olmaktadır. Kim Efendimizin kabrini ziyaret etmiş ise, o şefaat edilme hakkını kazanmıştır ve O’ndan şefaat etmesini ve duasını isteyebilir. Buna bir engel kalmamıştır.
Ebu’d-Derdâ anlatıyor: Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“‒Cuma günü bana çok salavat getirin! Zira o gün, meleklerin hazır ve şâhid olduğu bir gündür. O gün bir kişi bana salât ettiğinde onun salâtı mutlaka bana arz edilir. Salavat getirmeyi bırakıncaya kadar bu durum böyle devam eder.” buyurdu. Ben:
“‒Vefatınızdan sonra da mı?” diye sordum. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“‒Evet, vefâtımdan sonra da! Allâh Teâlâ peygamberlerin vücutlarını yemeyi yeryüzüne haram kılmıştır. Allâh’ın Nebîsi hayattadır ve dâimâ rızıklandırılır.” buyurdu. (İbn-i Mâce, Cenâiz, 65)
Yukarıdaki hadiste de Allah Rasulu’nün hayatta olduğu ve rızıklandığı belirtilmiştir. Hayattadır. Yani diğer vefat etmiş insanlar gibi değildir. Öyle ise O’ndan şefaat ve dua istenebilir. Burada unutulmaması gereken tarihi bir gerçekliğin belirtilmesi gerekmektedir. Bu ümmet içerisinde tarih boyunca pek çok sapmalar olmuştur. Fakat hiç kimse şimdiye kadar Peygamber Efendimizi (sav.) ilah olarak görmemiş, O’nu Allh’a ortak koşmamış ve O’nun ile şirke düşmemiştir.
Şefaat ve dua talebinde bulunmak ve zat ile tevessül yapmak fiilinde önemli olan husus vesile kılınanın Yüce Allah c.c. yanındaki makamıdır. Onu vesile edilmeye değer kılan budur. Yaşıyor yada vefat etmiş olmak Allah c.c. katındaki makamda bir değişiklik meydana getirmez.
Ebû Saîd el-Hudrîden rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kim namaz kılmak üzere evinden çıkar ve ‘Allâh’ım, senden isteyenlerin senin katındaki hakkı için senden diliyorum. Şu yürüyüşüm hakkı için senden diliyorum. Zira ben ne büyüklenmek, ne de kendini beğenmek için ve ne gösteriş ne de duyurmak için çıktım. Ben yalnız senin gazabından sakınmak ve senin rızânı aramak için çıktım. Ben senden beni ateşten kurtarmanı ve günahlarımı bağışlamanı istiyorum. Çünkü günahları ancak sen bağışlarsın! derse, Allah ona rızâsıyla yönelir ve ona yetmişbin melek istiğfar eder”.[ İbn Mâce, Sünen,Ezan H.722 İbn Mâce, Mesâcid, 14; Ahmed b. Hanbel, III, 21; İbnüs-Sünnî,Amelul-yevm, s. 43)
Yukarıdaki hadiste ‘senden isteyenlerin senin katındaki hakkı için senden diliyorum’ ibaresi ile dua talebinde bulunulduğu görülmektedir. Burada Allah c.c. katında yüce olanlar diri ve ölü farkı gözetilmeden vesile kılınmıştır. Önemli olan Allah c.c. katındaki makamdır. O’na yakınlıktır. Kul kendini aciz ve duası kabul olmayan bir konumda gördüğünden, Yüce Allah’a kendi katında makbul ve sevilen kullarını vesile kılarak yalvarır. Bu yakarış, Ya Rabbi, onların kabul olan duaları arasına benim yalvarışımı da koy ve sanki onlar dua ediyortmuş gibi muamele de bulun demektir. Allah’ın yücelttiğini yücelterek, O’nu hikmetine rıza ve bunu ilan ve kendi aczini itiraf etmektir.
Ayrıca Yüce Kitabımızda şehidler için onlar ölü değillerdir, onlara ölü demeyin denilmektedir. Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz. (Bakara 154) Görüldüğü gibi Kuran-ı Kerim’e göre şehidler için ölü diyemiyoruz, onlar diridirler ve hayattadırlar. O zaman onlardan da şefaat talebinde bulunmak ve onları vesile kılmak için ibr engel yoktur. İbni Teymiyye’ ye göre diriler ile zati tevessül yapılabilir. Ölüler ile yapılamaz. Milyonlara varan şehidler ve özellikle şehid sahabeler ile zati tevessül yapılabildiğine göre artık ortada bir problem kalmamış olması gerekir.
İbni Teymiyye ayrıca kabir başında orada yatan kişinin hürmetine Allah’tan bir şey istemenin, o kişiyi vesile kılmanın bidat olduğunu ileri sürmüştür. O ayrıca bir müslümanın hürmet beslediği kişi yoluyla, vesilesiyle Allah’tan bir şey istemesinin tüm müslümanların ittifakı ile bidat olduğunu iddia etmektedir. Aşağıdaki alıntılar onun bu iddialarında da yanıldığını ortaya net olarak oymaktadır.
Mâlik ed-Dâr -ki o Hz. Ömerin haznedârı idi- anlatıyor: Hz. Ömer devrinde halk şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Derken bir adam Peygamberin (s.a.) kabrine gelerek:Yâ Rasûlallâh! Ümmetin için yağmur yağmasını iste. Zira onlar helak oldular! dedi. Bunun üzerine rüyasında adama şöyle denildi: Ömere git, ona selam götür, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle: “Senin vazifen, iyi muamelede bulunmak, muvazeneli ve güzel hareket etmektir”. Adam derhal giderek durumu Ömer’e bildirdi. Bunun üzerine Ömer ağladı ve sonra da: Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarf etmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum! dedi .[ İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 482-483; İbn Abdilberr, İstîâb, II, 464; Halîlî, İrşâd, I, 313-314.]
Ebû Mansûr es-Sabbâğın da bulunduğu bir grup âlim, el-Utbîden şu meşhur kıssayı nakleder. el-Utbî anlatıyor: Peygamberin (s.a.) kabri yanında oturuyordum. Derken bir bedevi gelerek, selam sana ya Rasûlallah! dedi ve şöyle devam etti: Ben Allah Teâlâ’nın, “Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelip de Allahtan mağfiret dileseler ve Rasûl de onlar için mağfiret talebinde bulunsaydı, Allâh’ı çok affedici ve esirgeyici bulurlardı” buyurduğunu işittim. İşte günahlarımdan tevbe edip mağfiret dileyerek ve benim için Rabbime şefâatte bulunmanı isteyerek sana geldim, dedi. Sonra bir şiir okudu ve oradan ayrıldı. O esnada bana bir uyku bastı. Rüyamda Peygamberi (s.a.) gördüm. Bana, “Ey Utbî, bedevîye yetiş ve Allâh’ın onu bağışladığını kendisine müjdele!” buyurdu.[ İbn Kesîr, Tefsîr, I, 532. Kıssa için ayrıca bkz. Sübkî, Şifâus-sekâm, s. 46; Zürkânî, Şerhul-Mevâhib, VIII, 306 (Kastallâniden, kendisinin şahit olduğu benzer bir hadise de nakledilir); Nebhânî, Şevâhid, s. 97; Mahmud Saîd Memduh, Raful-minâra, s. 68, 72.]
Ebul-Cevzâ Evs b. Abdillah anlatıyor: Medine halkı şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Onlar Hz.Âişe’ye gelerek durumdan yakındılar. Bunun üzerine Hz.Âişe: Peygamberin (s.a.) kabrine bakın, ondan semaya doğru bir delik açın. Onunla sema arasında da hiçbir tavan engel olmasın! dedi. Onlar da hemen dediğini yaptılar. Bunun üzerine bize öyle bol yağmur yağdı ki, otlar yeşerdi, develer yağdan çatlarcasına semizleşti. Bundan dolayı o yıla çatlama mânasına gelen âmul-fetk adı verildi.
[ Dârimi, Sünen, I, 43]
Sahabeler Efendimizin kabirine gelmekte ve onu vesile kılarak ya da ondan dua etmesini isteyerek hacetlerini çözmeye çalışmaktaydılar. Bunda herhangi bir beis görmüyorlardı. Çok meşhur başka bir rivayetle konumuza devam edelim.
Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor: Halk kıtlığa maruz kaldığında Ömer b. el-Hattâb (r.a.), Abbas b. Abdilmuttalib ile istiskâda bulunarak: “Allâh’ım! Peygamberimiz ile sana tevessül ederdik de bize yağmur verirdin. (Şimdi ise) Peygamberimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz, bize yağmur ver!” derdi. Bunun üzerine yağmur yağar ve halk suya kavuşmuş olurdu.[ Buhârî, İstiskâ,3; Fedâilu ashâbin-nebî,11; İbn Huzeyme, Sahîh, II, 337-338; Hâkim, Müstedrek, III, 334.Buhârînin rivâyet ettiği bu hadis sahih kabul edilmiş; gerek metin gerekse isnad bakımından sıhhati tartışma konusu yapılmamıştır.]
Hz.Ömer’in hilafeti zamanında gerçekleşen bu hadiseyi bir de İbn Abdilber’in nakline göre okuyalım: Hz. Ömer istiskâda bulunmak üzere Abbâs’ı da yanına alarak (musallâya) çıktı ve şöyle dedi: “Allâh’ım! Biz, Peygamberimizin amcası ile sana yaklaşıyor (tekarrub) ve onun şefaatçi olmasını diliyoruz (istişfâ). Peygamberin için onu gözet! Nitekim sen, ana babasının iyilik ve salâhı sebebiyle iki (yetim) çocuğu gözetmiştin. Biz, istiğfar ve istişfâ ederek sana geldik!”. Sonra Hz. Ömer insanlara yönelerek şöyle seslendi: Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın!”. Sonra da Abbas ayağa kalkarak duâ etti. Abbâs’ın gözleri yaşla doluydu. (Bu vesileyle Allâh’ın yağmur ihsan etmesinden sonra) halk, “Seni tebrik ediyoruz, ey Haremeyn sâkîsi!” diyerek Abbâs’a ellerini sürmeye başladı.[ İbn Abdilberr, el-İstîâb fî marifetil-ashâb (el-İsâbe ile birlikte), III, 97, Beyrut 1409.]
Bu hadisi İbni Teymiyye’de kabul etmekte ve bu hadisin yaşayan bir zat ile tevessül de bulunulacağına delil olduğunu söylemektedir. İmam Kevserî ise, konu hakkında özetle bizlere şu bilgiyi vermektedir: “Bu rivâyet, sahâbenin sahâbe (Abbâs’ın şahsı) ile tevessülünü gösteren açık bir delildir. Hz. Ömer’in, “Biz Peygamberimiz ile sana tevessül ederdik” ifadesi sahâbenin, hem hayatta iken hem de vefatından sonra (Hz. Ömer devrinde vuku bulan) kuraklık ve kıtlık yılına (âmur-ramâde) kadar Peygamber ile tevessülde bulunduklarını ortaya koymaktadır. Peygamber ile tevessülü vefat öncesine tahsis etmek, hevâdan kaynaklanan bir eksikliktir. Ayrıca bu, hadisin metnini tahrif etmek ve mesnedi olmayan bir tevil demektir. İstiskâ esnasında Hz. Ömer’in Abbâs’a yönelmesinden hareketle, vefatından sonra Peygamber ile tevessülü inkâra yeltenen kimse, muhal ve beyhude bir işe girişmiş ve kalbinden geçmemiş olan bir şeyi Hz. Ömer’e nisbet etmiş olur.”[ Kevserî, Makâlât, age., s. 459-460. Ayrıca bkz. İzzet Ali Atıyye, Bida, s. 386-387.]
Başka bir hadisle konumuza devam edelim : Osman b. Huneyf (r.a.) anlatıyor: Gözleri görmeyen bir adam Peygambere (s.a.) gelerek: Yâ Rasûlallah! Gözlerimi iyileştirmesi için Allâh’a duâ et, dedi. Rasûlullah (s.a.): “İstersen duâ edeyim, istersen sabredersin! Sabretmek senin için hayırlıdır.” buyurdu. Adam: Allâh’a duâ buyur (da gözlerim açılsın!) deyince, Rasûlullah (s.a.) onun, gereği gibi abdest almasını ve şu duâyı yapmasını emretti: “Allâh’ım! Peygamberin; rahmet peygamberi Muhammed ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Şu hâcetimin yerine getirilmesinde (gözlerimin açılmasında) ben seninle (Peygamber ile) Rabbime yöneldim. Allâh’ım, onu benim hakkımda şefaatçi kıl (onun hürmetine duamı kabul buyur!)” . Adam (söyleneni) yaptı ve şifa buldu.”[ İbn Mâce, Sünen, tahkik: M. Fuad Abdulbâki, 1952, İkâme, 189, hadis no: 1385.; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 138, Kahire 1313; Hâkim, Müstedrek, I, 700; Beyhakî, Delâil, VI, 167.]
Bu hadisin râvisi olan sahabeden Osman b. Huneyf’den, Hz. Osman’ın hilâfet devrinde meydana gelen hadise şudur: Bir adam, bir hâceti için Hz. Osman’a gelir giderdi. Fakat Hz. Osman ona aldırış etmezdi. Derken adam Osman b. Huneyf’le karşılaştı ve durumu ona arz etti. Bunun üzerine Osman b. Huneyf ona şunları söyledi: Su kabını getir ve abdest al. Sonra mescide git ve iki rekât namaz kıl. Sonra da, “Allâh’ım! Peygamberimiz, rahmet peygamberi Muhammed ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Yâ Muhammed! Seninle hâcetimin yerine getirilmesi için Rabbime yöneliyorum” diye söyle ve ihtiyacını arz et. Sonra bana gel de beraber (Hz. Osman’a) gidelim! Nihayet adam gitti ve onun kendisine söylediklerini yaptı. Sonra Hz. Osman’ın kapısına geldi. Kapıcı gelip adamın elinden tutarak Hz. Osman’ın huzuruna götürdü ve onu sergi üzerine Hz. Osman’ın yanına oturttu. Hz. Osman: Nedir hâcetin? diye sordu. Adam hâcetini söyledi ve Hz. Osman da onun işini gördü. Sonra Hz. Osman, şu vakte kadar senin hâcetini hatırlamamıştım, bundan böyle bir işin olursa bize gel! dedi. Adam Hz. Osman’ın huzurundan ayrıldıktan sonra Osman b. Huneyfle karşılaştı ve ona: Allah seni hayırla mükâfatlandırsın (Rabbim senden râzı olsun!). Benim hakkımda sen Hz. Osman’la konuşana kadar işime bakmıyordu, dedi. Osman b. Huneyf de: Vallâhi, senin hakkında Hz. Osman’la görüşüp konuşmamıştım. Ancak âmâ bir adamın Peygambere (s.a.) gelerek duyduğu rahatsızlıktan şikayeti üzerine Rasûlullâh’ın ona “Sabreder misin?” dediğine şâhit oldum. Adam: Yâ Rasûlallah! Yanımda (elimden tutarak) beni götürecek kimse yok! Bu ise benim için hakikaten çok meşakkatli olmaktadır, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.):Su kabını getir ve abdest al. Sonra iki rekat namaz kıl. Daha sonra da şu şekilde duâ et, buyurdu. Osman b. Huneyf diyor ki: Vallâhi biz henüz ayrılmamıştık, aramızdaki konuşma uzamıştı. Derken o âmâ adam geldi. Sanki onda hiçbir rahatsızlık olmamıştı (daha önce âmâ değildi) .( Taberânî, el-Mucemul-kebîr, IX, 31; Beyhakî, Delâil, VI, 167-168; Münzirî, Terğîb, I, 108-109; Heysemî, Mecmauz-zevâid, II, 279.)
Dikkat edilirse Osman b.Huneyf (r.a.) Efendimizin (sav.) vefatından sonra da O’nu vesile kılmakta ve bunu diğer sahabelere de tavsiye etmektedir. O diğer sahabeye ; “Allâh’ım! Peygamberimiz, rahmet peygamberi Muhammed ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Yâ Muhammed! Seninle hâcetimin yerine getirilmesi için Rabbime yöneliyorum” diyerek Allah’a dua etmesini salık vermektedir. Burada Ebu’l-Âla El-Mevdudi’nin bu konuda kendisine sorulan bir soruya verdiği cevabı nakletmemiz gerekmektedir.: ‘Duada, Allah’a (c.c) herhangi birinin yüzü suyu hürmetini vasıta yapmak, O’nun ve Rasûlü’nün bize öğrettiği bir yol değildir. Bildiğiniz gibi, Kur’an-ı Kerim bu tür anlayışlardan uzaktır. Hadislerde de bu anlayışa temel oluşturabilecek bir örnek yoktur. Duada bu yolu uygulamış olan veya bir başka¬sına öğreten sahabeden herhangi birisini de hatırlamıyorum. Doğrusu Âlemlerin Rabbi’ne dua ederken herhangi bir kulun yüzüsuyu hürmetini referans göstermek veya filan kulun hatırı için benim istek ve ihtiyaçlarımı karşıla demek mânâsına gelen anlayış tarzı Müslümanlara nasıl musallat olmuş anlamakta güçlük çekiyorum. ‘ Yukarıdaki hadisleri Mevdudi gibi tefsir yazmış ve pek çok eser kalem alımış bir alimin bilmemesi geçektende insanı şaşırtıyor.
Ebû Said El-Hudri (ra)’dan yapılan rivayetin bir kısmında Peygamberimiz (asm) “Kim evinden namaza çıktığında “Allah’ım senden isteyenlerin hakkı için, bu yürüyüşüm hakkı için (اللهم إني أسألك بحق السائلين)… istiyorum derse…” denilmiştir.
(İbn Mace, c.1, s.256, Ahmed s.3, s.21, Müsned-i Ebûl Cad, 1-299, Musannef İbn Ebi Şeybe, 6-25)
Benzer bir hadis İbn Merduye tarafından yine Ebû Said El-Hudri (ra)’dan rivayet edilmiştir: “Resûlullah (asm) namazını bitirdiği zaman, Allah’ım! İsteyenlerin senin üzerindeki hakkı için istiyorum. Muhakkak ki isteyenlerin senin üzerinde hakkı vardır.” (Eddürrül Mensur c.2, s.224)
Ebû Ümame El-Bahili, “Resûlullah sabahladığı ve akşamladığı zaman şöyle duâ ederdi” diyerek uzun bir duâ zikreder. Duânın sonunda yine “senden isteyenler hakkı için” ifadesi zikredilir. (Taberani, M. Kebir, c.8, s.264)
Buraya kadar zikrettiğimiz rivayetlerde daima السائلين isteyenler vesile kılınmıştır. İsteyenler vesile kılınırsa peygamber ve salihlerin vesile yapılması da câizdir.
Ahmed b. Hanbel olmak üzere Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğuna göre göre ( İmam Nevevi, Bedreddin Aynî, îbn Hacer , İmam Subki, Şevkânî , Âlûsî, Gumârî, Kevserî gibi) Hz. Peygamberin sağlığında ve vefatından sonra onu vesîle edinmek caizdir, Hz. Peygamber ile tevessül edildiği gibi, diğer peygamberlerle de tevessül edilebilir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife “hakkı için istemenin” mekruh olduğunu söylemiştir. Ancak Ebu Hanife Hazretleri’nin bunun söylemekten maksadı Mutezile’nin önünü kesmek için sedd-i zerîa kabilindendir. Ebu Hanife “Hakkı için” diyerek duayı mekruh görmüş, “hürmetine, hatırına” gibi tevesülü inkar etmemiştir. Bu tür tevessülü inkar ettiğine dair Hanefi âlimlerinden hiçbir nakil yoktur.
İbni Abidin “Reddü’l Muhtar” da şöyle demektedir: “Ben Allahu Teala’ya Nebiyy’i Kerim’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile ehli taatından her muazzam makam sahibi ile ve imamımız İmam Azam ile tevessül ederek lütuf ve kereminden bu işi bana asan eylemesini, doğruyu ilham buyurmasını, kusurlarımı bağışlamasını, hatalarımı afv buyurmasını niyaz eylerim.”