Bu sırada Avrupa da putperestliğin karanlığı içinde yaşamaktaydı. Batısındaki Vandallar´la Saksonlar, İsa Peygamber´den önce, kör bir cahiliyet ortamı içinde bulunuyordu. Onları doğruluğa ulaştıracak hidayetçi ye mürşit yoktu. Nitekim Afrika´nın cahil bazı kabileleri de, kör bir cahiliyet ortamı içinde yaşamaktaydı. Afrikalılarla batılılar arasında inanç ve yaşantı bakımından hiçbir fark yoktu. Sadece renkleri farklıydı. Onlar beyaz, bunlar siyah idiler. Ama yaptıkları iş aynıydı. Vahşilikleri birbirine yakın derecedeydi. Hatta beyazlar daha katı kalpliydiler.
Nihayet Hıristiyanlık; değişikliğe, tahrif ve tebdile uğradıktan sonra, Avrupa´da yayılmaya başladı. Çünkü Yunan ve Roma felsefeleri ahlakı düzeltmekten, kalplere sükunet ve nefislere hoşnutluk vermekten aciz kalmıştı. Öyleyse aklı, insanların iyiliğine yöneltecek bir dinin gelmesi zorunlu olmuştu. Putlar, toplum içindeki tesirini yitirmişlerdi. Çünkü felsefe her ne kadar doğru yola kavuşturamamış olsa da, akılları uyandırmıştı. Anlayışları harekete geçirip düşünceye sevketmişti. İnsanlar belirli bir düşünme biçimine kavuşmuştu. Şu halde felsefenin yanısıra bir dine de ihtiyaç vardı. Özellikle Roma İmparatorluğu´na tabi şehirlerde, insanların haklarına razı olacakları sosyal bir denge mevcut değildi. Tarihin kaydettiğine göre, Roma devletinde sosyal adalete dayalı bir servet dağılımı gerçekleştirilememişti. Bir tarafta bir avuç azınlık fetih ve savaşlardan elde edilen ganimetlerle lüks içinde yaşıyor, diğer taraftan milyonlarca insan hayatlarını idame ettirecek şeylerden bile mahrum bırakılıyorlardı. Halk, büyük bir zulüm içinde inliyordu. İnsanlar, kendi hakları olan şeylerin başkalarına verilmesinden, kendileri yoksulluk içindeyken ayrıcalıklı smflarm büyük bir zenginlik içinde yaşamalarından huzursuzluk duyarlar. Normalde mahrumiyet içinde olduklarında hissedeme-dikleri eza ve cefayı, bu gibi durumlarda fazlasıyla hissederler. İşte Roma tebaasındaki elem ve acılar böylesine ileri derecedeydi. –