İkame Süresi Kureyşlilere tanınan bu umumi eman bütün Mekke halkı için geçerli idi. Peygamber efendimiz dokuz kişiden başkasının Öldürülmemesini emretmişti. Ancak dokuz kişinin kanlarını heder edip öldürülmelerini mubah saymıştı. Bunlar Kabe-i Mu-azzama´nm örtüsüne tutunmuş olsalar dahi öldürüleceklerdi. Bunlar şu kimselerdi: Abdullah bin Sad bin Ebi Şerh, İkrime bin Ebi Cehil (İslama girmesinden önce) Abdülaziz bin Hatek, Haris bin Nüfeyl bin Veheb, Makbes bin Sabbabe Hebar bin Esved, İbn Hatal´ın, Resuîullah´a hicviyede bulunan iki şarkıcı cariyesi. Abdülmuttalip oğullarından birinin cariyesi olan Sare. Yukarıda adları sayılan kimseler, İslama karşı şiddetli düşmanlık edip mü´minîere karşı tuzak kuran şahıslar idiler. Bunlardan biri dinden irtidad etmekle birlikte bir müslümam kasten öldürmüştü. Abdullah bin Sad bin ebi Şerh´e gelince o iman etmiş ve vahiy katipliği yaptıktan sonra irtidad edip dinden çıkmıştı. Büyük bir yalan uydurmuş, güya peygamber efendimizin kendisine yazdırdığı vahyi değiştirerek yazarmış! Peygamber efendimiz O´na, “Azizün hakim” yazmasını emrettiği halde “Gafurun rahim” diye yazarmış! İslamiyeti mürtedlere karşı korumak için onun kanı mubah kılınmıştı. Kanı mubah kılınınca süt kardeşi ve ayrıca aralarında soy bağı bulunan Osman bin Affan´a sığınmıştı. Osman ona eman dilemek için Re-sulullah(s.a.v.)e gittiğinde Resulullah, uzun bir süre susmuştu. Susarken yanında duranlardan birinin gidip Abdullah bin Sa´d´ı öldüreceğini ümid etmişti. Fakat böyle bir şey olmayınca uzun süre sustuktan sonra Osman´a ´evet´ diye cevap vermişti. Osman, kendisine yapılan bir ikram olarak bu emanı alıp gitmişti. Peygamber(s.a.v.) efendimiz Osman hakkında şöyle demişti: “Melekler Osman´dan utanırlar.” Peygamber efendimiz Osman´ın kalkıp meclisten gitmesinden sonra yanında bulunanlara şöyle demişti: “Aranızda hiç mi akıllı bir adam yoktu ki benim sustuğumu görünce gidip şu Abdullah´ı Öldürsün!” Orada bulunanlar: “Ya Resulullah bunun için bir işarette bulunmalı değil miydin ” dediklerinde Peygamber efendimiz: “Peygamberler işaretle adam öldürtmezler.” demişti. Başka bir rivayete göre ise şöyle demişti: “Bir peygamberin haince bakışlarda bulunması uygun olmaz.”
Abdullah bin Sad bin ebi Şerh, hilafeti esnasında Hz. Osman´a yakın şahsiyetlerden olmuştu. Hz.Osman, Amr bin As´tan sonra onu Mısır valisi olarak tayin etmişti. Hilafetinin son zamanında fitneciler onu ileri sürerek Hz. Osman aleyhinde ileri geri konuşmaya ve dedikodu yapmaya başlamışlardı. onun Hz. Osman tarafından akrabalık nedeni ile korunduğunu, halbuki onun adil bir kimse olmadığını söylemişlerdi.
Abdullah bin Ahtal´a gelince o müslüman olmuş ve zekat toplaması için peygamber efendimiz tarafından Medine dışına gönderilmişti. Beraberinde ensardan bir adam ve bir de kölesi vardı. Yolda giderken nedense öfkelenmiş ve adamı öldürmüştü. Sonra dinden çıkarak müşrik olmuştu. Şarkıcı iki cariyesi vardı. Bunlar peygamber efendimizi hicvedici şarkıları okurlardı. Bu sebeble hem onun, hem de iki şarkıcısının kanları heder edildi. Kendisi Kabe´nin örtüsüne tutunduğu halde Öldürüldü. Cariyelerinden biri öldürüldüdiğerine eman verildi.
Huveyris bin Nufeyl bin Veheb´e gelince, Mekke-i Mükerre-me´de iken peygamber efendimize eza verirdi. Hz. Abbas, Fatı-ma ile Ummü Külsüm´üMedineye göndermek ve Resulullah´a teslim etmek için onu görevlendirmişti. Yolda giderlerken Hü-veyris, Fatıma ile Ümmü Külsüm´ün bindikleri deveyi dürtmüş ve ikisini yere düşürmüştü. Kanı heder edildiğinde, Fatıma´nın kocası Ebu Talib oğlu Ali onu öldürmüştü.
Makbes bin Sebabe´ye gelince, o iman etmiş sonra irtidat etmişti. Diyet aldıktan sonra kardeşinin katilini haince öldürmüştü. Kardeşi müslüman bir kimse idi. Müstalik oğulları gazvesinden sonra hata sonucu öldürülmüştü. Kendisi gelerek müslüman olduğunu izhar etmiş ve kardeşinin diyetini beytül malden almıştı. Ama diyeti aldıktan sonra, kardeşini hataen öldüren şahısa saldırıp adamcağızı öldürmüş, sonra da kaçıp Mekke-i Mükerremeye gitmişti. îrtidat ettiğinden ve mümin olan bir kimseyi kasden öldürdüğünden dolayı öldürülmesi hak olmuştu. Onu kendi kavminden bir adam öldürmüştür.
Abdulmüttalib oğullarının cariyesi Sara´ya gelince. Bu kadın daha sonra Ebu Cehil oğlu îkrime´nin cariyesi olmuştur. Peygamber efendimize Mekke-i Mükerremede iken eziyet ederdi. Bazılarının anlattıklarına göre Hatip bin ebi Beltea´nm Ku-reyşlilere gönderdiği mektubun Kuryeliğini yapan kadın budur. Kam heder edildiğinde kaçmış, sonra peygamber efendimizden kendisi için eman dilenince peygamber efendimiz ona eman vermişti. Hz.Ömer´in halifeliğine kadar yaşamış, sonra bir süvarinin atının ayaklan altında ezilerek can vermişti.
îkrime´ye gelince o müslüman olmadan önce kanı heder edilmiş ve bu yüzden Yemen´e kaçmıştı. Zevcesi müslüman olunca peygamber efendimizden onun için eman dilemiş, peygamber efendimiz de ona eman vermişti. Bunun üzerine zevcesi Yemen´e gidip durumu kendisine bildirmişti. Eman aldığını öğrenen îkrime, peygamber efendimizin yanına geldi. Peygamber efendimiz ona eziyet vermemeye itina gösteriyordu. Müslüman olarak yanına geldiğinde ashabına şöyle dedi: “îşte Ebu Cehil oğlu îkrime müslüman olarak yanınıza geliyor, sakın onun babasına sövmeyin çünkübu, hayattaki kimseyi rahatsız eder, ayrıca ölüye (Ebu Cehil) de isabet etmez.”
îşte şefkatli ve sevecen bir insan olan peygamberimizin ali-cenablığı böyle idi.
Rivayete göre zevcesi yanına gelmeden önce de îkrime´nin kalbine iman girmişti. Anlatıldığına göre îkrime Yemen´e gitmekteyken gemide bulunduğu esnada şiddetli bir fırtına kopmuş, gemide bulunanlar biribirlerine:”tşte tanrınız size burada fayda veremiyor!” demişlerdi. Bu söz tkrime´nin kalbine ve aklına tesir etmişti. Nice bakışlar vardır ki, kalbi küfürden imana döndürür. Gemidekilerin bu konuşması üzerine îkrime şöyle dedi: “Allah´a hamdolsun ki denizde iken ihlastan başka hiçbir şeyin insana faydası olmaz. Allah´ım! sana sözüm olsun ki ben bu tehlikeli durumdan kurtulup afiyete erersem Muhammedin yanına gider ve elimi eline verip biat ederim onu affedici kerem sahibi bir kimse olarak bulacağıma inancım tamdır!”
Sonra zevcesi yanına geldi ve memnuniyetle islamı kabul etti.
Hebar bin Esved´e gelince bu kişi, peygamber efendimizin kızı Zeyneb´i rahatsız etmiş, hicret esnasında devesini dürtükle-yerek taşların üzerine düşmesine ve hamile olan Zeynebin cenininin düşmesine neden olmuştur.
Ensar Peygamber Efendimizin Mekke´ye Döneceğinden Endişe Ediyor
Peygamber efendimizin Mekke´de ikamet etmesi, daha Önce kendisine eziyet eden ve ilahi Risalete davetin burada tahakkukundan ümidini keserek mecburiyet karşısında aralarından çıkıp gittiği düşman yatağı olan Kureyşlilerle kendi arasında bir sevgi bağını yeniden tesis etmişti. Mekke-i Mükerreme fethedilince kalplerdeki kin ve düşmanlığın yok edilmesi gerekiyordu. Peygamber efendimiz Kureyşlilere merhamet edip yumuşak davrandı, suçlarını affaderek rabbinin buyruğuna uyarak güzelce bağışladı. Çünkürabbi ona şöyle emretmişti: “Şimdi sen güzel bir hoşgörüile muamele et” (Hıcr85)
Peygamber efendimizi bağırlarına basıp barındıran yardım eden ensar görevlerinin ve fonksiyonlarının artık sona erdiğini düşünmeye başladılar: “Cenab-ı Allah Peygamberi vasıtasıyla Mekke-i Mükerremeyi fethetti burası Hz.Peygamberin vatanı ve beldesidir” dediler ve bu konuda kendi aralarında konuşmaya başladılar. “Ne dersiniz, kendi beldesini Allah´ın yardımıyla fetheden Resulullah (s.a.v.) efendimiz acaba burada ikamet eder mi ” diye biribirlerine sormaya başladılar. Onlar kendi aralarında buna ilişkin konuşmalar yapar iken peygamber efendimiz elini kaldırarak sefa ve merveye gelmelerini işaret etti. Orada duasını tamamladıktan sonra ensara yönelerek şöyle dedi: “Ne dediniz ´* Ensar: “Bir şey demedik ya Resulullah” diye cevap verdiler. Fakat peygamber efendimiz ısrar edince çaresiz kalarak durumu kendisine açıkladılar. Peygamber efendimiz ise onlara şöyle dedi: “Allah´a sığınırım. Hayatım sizinle beraber olacak ölümüm de sizinle beraber olacaktır,” Böyle demekle peygamber efendimiz, ölünceye kadar ensarın arasında yaşayacağını bildirmek istemişti. Çünkükendi akrabaları olan Kureyşliler onu yardımsız ve desteksiz bırakmış iken ensar vasıtası ile Cenab-ı Allah ona yardım etmişti. Bir defasında da Resullullah (s.a.v.) şöyle demişti: “Eğer hicret olmasaydı bile ben ensardan bir adam olurdum. İnsanların hepsi bir yola, ensar ise başka bir yola gidecek olursa ben, ensarın gideceği yoldan giderim.”
Mekke-i Mükerremenin Hürmeti
Cenab-ı Allah buyurdu ki; “Görmediler mi çevrelerinde insanlar kapılbp öldürülür veya esir edil)irken biz (kendi şehirleri Mekke´yi), güvenli dokunulmaz bir belde yaptık Hala batıla inanıp Allah´ın nimetine nankörlük müediyorlar ” (Ankebut.67)
Buna göre Beyt-i Haram´da savaşmak haramdır. Cahiliyyet devrinde bile kişi, kardeş veya baba katilini Kabede gördüğünde ona, ilişmezdi. Çekişmeler hep Kabe dışında olurdu ki, insanlar, bütün insanlık için Mekke´de mübarek ve bütün alemler için hidayet kaynağı olarak yapılan ilk mabedde güvenliği ihlal etmesinler. İşte bu sebebten Ötürüpeygamber (s.a.v.) efendimiz Ka´be´nin yanında adam Öldürmekten ve savaşmaktan kesin olarak askerlerini sakmdırmıştı. İnsanlara güven ve eman vermişti ki, orada hiçbir kimse kendini müdafaa etmek mecburiyetinde kalmasın. Bu maksatla şöyle buyurmuştu: “Beyti haramda olan kimse güvendedir. Kapısını üzerine kilitleyip evinin içine kapanan kimse güvendedir,” Peygamber efendimiz isteyen herkese eman veriyordu, ancak açık suçları olan kimselere eman vermemişti. Eman vermediği kimselerden bir kısmı daha önce müslüman olup sonra yine irtidad edenlerdi. Bu durumda olan ya da kardeşininin diyetini aldıktan sonra dahi, hataen kardeşini öldürmüş olan kimseyi kasden Öldüren kimseye de eman vermemişti. Bütün bunları beyti haramın hürmetini ve Mekke-i Mükerremenin şeref ve saygınlığını korumak için yapmıştı.
Beytin hürmetini korumak için alman bu şiddetli önlemlere rağmen müşrikler barışın anlamını kavrayamamış ve Halid ib-ni Velid´in kuvvetlerine saldırmışlardı. Halid´in askerleri de kendilerine atılan okları geri püskürtmek için savaşmak mecburiyetinde kalmış ve çarpışmaya başlamışlardı. Halid´in askerlerinden iki kişi şehid olurken müşriklerden de 10´dan fazla kişi öldürülmüştü. Şüphesiz ki´bu durumda beyti haramın hürmetini, Halid´in askerlerine saldıran müşrikler ihlal etmişlerdi. Yoksa savunma durumunda kalan Halid´in askerleri bu hürmeti ihlal etmiş değillerdi. Öte yandan peygamber efendimiz -Kabe´nin örtüsüne tutunmuş olsalar dahi- bazı kimselerin öldürülmelerini emretmiş ve kanlarını mubah saymıştı. Bunlardan biri Kabe´nin Örtüsüne tutunmuş olduğu halde öldürüldü. Mekke-i Mükerremenin haramlığı ebediyyete kadar devam edecektir. Fetih esnasında kısa bir süre için olsa bile hürmetinin ihlal edilişi, bir daha benzeri bulunmayacak istisnai bir durumdan ötü-rüidi. Bu sebeble peygamber efendimiz Ka´be´nin ve Mekke´nin haramlığım kesin bir ifade ile beyan etmiş ve Allah´a hamdüse-nada bulunup layıkı veçhile O´nu övdükten sonra şöyle buyurmuştu:
“Ey insanlar! Şüphesiz ki, yüce Allah göklerle yeri yarattığı günde Mekke-i Mükerreme´yi muhterem bir yer ve haram bir belde kılmıştır. Orası Cenab-ı Allah´ın haram kıldığı,şekilde kıyamete kadar haramiyetini muhafaza edecektir. Allah´a ve ahi-ret gününe iman eden bir kimsenin orada kan akıtması ya da bir ağacı veya bir otu kesip koparması helal olmaz. Herhangi bir kimse:”Resulüllah(s.a.v.)´in Mekke´de savaşmasına ruhsat verilmiştir” diyerek Mekkenin haramlığının ihlal edilebileceğini söylerse ona deyin ki:”Doğrusu Cenab-ı Allah bu hususta peygamberlerine izin vermiştir, ama size asla izin vermiş değildir. Ancak zamanın kısa bir süresi için Mekke bana helal kılındı ve bugün yine dünkügibi haramlığına döndü. Benim bu sözlerimi burada hazır olup duyanlar, burada bulunmayanlara bildirsinler!” Peygamber (s.a.v.) efendimiz Mekke-i Mükerremenin daimi haramlığım insanlara bu sözleriyle açıklamış oluyordu. Kabe-i Muazzamaya mancınıkla taş atan emevilerle onlara tabi olan kimselerin günahkarlıkları böylece anlaşılmış oluyordu. Onlar cahiliyyet devri insanlarının bile yapmaktan çekindikleri hayasızlıkları irtikab etmiş ve şiddetli cürümler işlemişlerdi. Bizleri günahtan koruyacak ve iyilik yapmaya sev-kedecek güç ancak Allah´tan gelir.
Putların Parçalayıcısı
Korkarak ya da gönülden rıza göstererek Kureyşlilerin teslim olmalarından sonra peygamber (s.a.v.) Kabe´nin bazı bölümlerini yenilemeye yöneldi ve bu hususta Ebu Üseyd el-Hü-zai´ye emir verdi. Hiç kimseye haksızlık etmedi. Görünürdeki malları aldı, gizli kalanları sahiplerine bıraktı. Beyhaki´nin rivayetine göre Ebu Süfyan, kendi içinde, paygamberlerle Ku-reyşliler arasında savaşı kızıştırmayı geçiriyormuş, ancak bu niyetini hiç kimseye açıklamamış ve hiç kimse onun kalbinden geçenlerden haberdar olmamıştı. Fakat ansızın peygamber efendimiz, yanına gelerek: “Ey Ebu Süfyan! eğer böyle yaparsan Allah seni rezil eder!” demişti. Sanki peygamber efendimiz onun söylemek istediği şeylerden haberdar olmuştu.
Ebu Süfyan der ki: “Hiç kimse benim içimden geçen şeyleri bilmiyordu. Peygamber efendimiz putların yanına vararak elindeki yay ile onlara dürtüyor ve onları birer birer düşürerek şöyle diyordu: “Hak geldi batıl zail oldu, zaten batıl yok olmaya mahkûmdur.” (îsra:8i)
Peygamber efendimiz bu yaptıklarıyla yetinmedi putların bulundukları mıntıkalara adamlarını gönderdi. Görevliler Kabe-i Muazzamanm çevresindeki ve haricindeki putları parçaladılar. Lat ve Uzza ile üçüncüleri olan Menat putları kırıldı. Peygamfcer efendimizin çağırıcısı Mekke-i Mükerremede şöyle bir duyuruda bulundu: “Allah´a ve ahiret gününe inanan kimse evinde hiçbir put bırakmasın, mutlaka kırsın!” İslama giren kimseler ellerinde bulunan putları kırmakta adeta birbirleriyle yarıştılar. Ramazan-ı şerifin bitmesine beş gün kala Halid bin Velid´i peygamber efendimiz Uzza putunu kırmak üzere görevlendirdi. Uzzanm bulunduğu yere otuz kişi ile giden Halid, o putu da kırdı. Otuz kişiyle gitmişti ki, hiç kimse onlara karşı direnenlesin, Rivayetçilerin anlattıklarına göre Halid bin Velid, Uzza putunu kırmak için gittikten sonra geri dönmüş ve peygamber efendimiz kendisine:”Bir şey gördün mü ” diye sormuş o da hayır deyince peygamber efendimiz ona:”Geri dön çünkü-sen o putu yıkmadın.” diye direktif vermişti. Öfkelenen Halid geri dönüp kılıcım çekmiş karşısına siyah tenli, saçını başını açmış, çıplak bir kadın çıkmıştı. Uzzanın hizmetçisi olan adam dışarı çıkıp Uzza´yı imdada çağırdı. Halid de onu öldürdü. Sonra peygamber efendimizin yanına vararak olup bitenleri anlattı. Peygamber efendimiz ona şu cevabı verdi: “Evet işte o Uz-za´dır artık memleketinizde kendisine ibaret edilmekten ümidini kesti” Öyle görülüyordu ki, o kadın, gizleniyordu, Halid onu görmedi. Kılıcını sıyırıp çekince artık çıkmak mecburiyetinde kaldığına inanmış, dışarı çıkmış ve Halid tarafından öldürülmüştü.
Uzza putu Nahle´de bulunuyordu. Kureyşliler ile Kinane oğulları ona tapıyorlardı, onların en büyük putu idi. Uzza putunun hizmetçisi de şeyban oğullarmdandı.
Sonra peygamber efendimiz Amr biri As´ı, Hüzeyililerin putu olan Sava´ı kırmaya gönderdi. Amr oraya vardı, putun yanında hizmetçisi duruyordu. Hizmetçi şöyle söylendi:
– Ne istiyorsun
– Resulullah (s.a.v.) bu putu bana yıkmamı emretti.
– Sen bunu yapamazsın.
– Niçin
– Çünküo buna engel olacaktır.
– Yazıklar olsun sana. Sen şimdiye kadar batıl yolda bulunuyorsun. Şu put ne işitir, ne de görür.
Böyle dedikten sonra Amr öne doğru çıkarak putu kırdı; arkadaşlarına da, onu yere yıkmalarını emretti. Sonra hizmetçiye: “Gördün münasıl kırdım ” diye sorunca, hizmetçisi:”Yüce Allah´a teslim olup müslüman oldum” dedi. Bu da şunu ispatlıyor ki onların bu putlara olan inançları kuru bir vehme dayanmaktaydı. Putların acizlikleri ortaya çıkınca onları inkar ediyorlardı.
Peygamber efendimiz Sa´d bin Zeyd el-Ezheri´yi de Kadid mevkiinde bulunan Menat putunu kırmaya gönderdi. Menat; Evs, Hazreç ve Gassanlılaria Şam civarında, ya da Şam yolu üzerinde bulunan kimselerin putu idi. Sa´d yirmi kadar süvari ile birlikte yola çıkıp Menafin bulunduğu Kadid mevkiine vardı.
Putun yanına vardığında orada hizmetçisi de bulunmaktaydı. Hizmetçi:”Ne istiyorsun ” diye sordu Sa´d ise:”Menatı yıkmak istiyorum.” deyince, sanki hizmetçi meydan okuyormuşca-sına:”îşte put karşında duruyor!” dedi. Sa´d yürüyerek putun yanına vardığında karşısına saçı başı dağınık çıplak ve siyah tenli bir kadın çıktı, göğsüne vurup feryadüfîgan ediyordu. Sa´d onu vurup öldürdü. Sonra da menat putuna yönelerek onu yıkıp kırdı. Hazinesinde birşey bulamadılar.
Bütün bunlar, peygamber efendimizin kuvvetli azmi sonucunda gerçekleşiyordu. Bu azmi sayesinde cahillerin tapmakta oldukları, zarar ve fayda veremeyen taşları ortadan kaldırdı. Atası İbrahim Halil´in yaptığı işleri yaptı. Putları paramparça hale getirdi. İbrahim küçük putları kırıp büyüklerini yerinde bıraktığı halde, peygamber efendimiz büyük putu bile yerinde bırakmamış, onu dahi parçalamıştı. Çünküpeygamber efendimizin baltasının karşısında duracak hiç bir büyük put yoktu. Arapların kalplerini kuşatan vehimleri ortadan kaldırdıktan sonra putlarını kırıp parçalamıştı. Böylece Arap beldelerindeki put devleti sona ermişti. O putlara tapmakta olanlar, taptıkları putların kendilerini parçalayanlara karşı savunamadıklarmı görmüşlerdi. Çünküputlar ne kendilerine ne de başkalarına fayda ve zarar veremezler. Bundan sonra, şeytan da Arap beldelerinde kendisine kulluk edecek bir kimsenin bulunamayacağını anlamış ve ümidi yitirmişti.
Halid Bin Velid in Cezime ye Gönderilişi
Halid bin Velid´in Uzzayı parçalayıp dağıtmasından sonra peygamber efendimiz onu İslam davetçisi olarak Cezime´ye gönderdi.
O savaşçı olarak gönderilmemişti. ÇünküMekke-i Mükerre-menin peygamber efendimizin itaatına girişinden sonra Mekke´de ve çevresindeki köylerle kasabalarda savaş olmayacaktı. Zaten savaşa da gerek kalmamıştı. Çünkü çevreden hile ve hi-yanet görülmemişti ki suçlarının cezasını çeksinler.
Peygamber efendimiz Süleym ibn Mensur, Müdliç bin Mürue gibi Arap kabilelerinin bir kısmım, muhacirlerle ensardan bazılarını Halid bin Velid´le birlikte Cezime´ye gönderdi. Abdullah bin Ömer ile Huzeyfe´nin kölesi Salim de aralarında idi. Ha-lid´le beraber yola çıkan Süleym oğullarıyla muhacir ve ensarın sayısı 350 civarında idi.
Cezime´ye giden Halid Cezime´lilere şöyle dedi:
– Siz nesiniz
– Biz müslümanız, namaz kıldık ve Muhammed´i tasdik ettik, mıntıkamızda mescidler inşa ettirip orada ezan okuttuk.
Bu cevap karşısında Halid´in artık onlara ilişmemesi gerekiyordu. Çünküpeygamber efendimiz onu savaşçı olarak değil da-vetçi ve hidayet rehberi olarak göndermişti. Ancak o bu yüce sıfattan sıyrılarak mutlaka savaşmak istedi. Buna gerekçe olarak da Cezime´lilerin silah kuşanmış olduklarını ifade etti. Sonra onlara şunu sordu:
– Peki ne diye silah kuşanmışsınız
– Bizlerle bazı Arap kabileleri arasında düşmanlık vardır. Sizin onlar olacağınızı düşünerek korktuk, bu sebeble silah kuşandık.
Halid´in bu cevapla yetinmesi ya da cevaplarının doğru olup olmadığını araştırması ya da ellerindeki silahlan alması yeterli idi. Ancak o böyle yapmadı, aksine, silahlarını emre uyup bıraktıktan sonra onları esir aldı. Halbuki böyle yapmaması gerekirdi. Cezimelileri bağlayıp birer ikişer arkadaşlarına dağıttı. En fazla onları esir olarak peygamber efendimize götürmesi ve onlar hakkında peygamber efendimizin vereceği hükmübekle-mesi gerekirdi; fakat seher vakti Halid bin Velid şöyle bir duyuruda bulundu: “Yanınızdaki esirlerin boyunlarını vurun!” Buduyuruyu duyan Süleym oğulları yanlarında bulunan esirlerin boyunlarını vurdular. Muhacirlerle ensara gelince onlar, peygamber efendimizin gerçek ve samimi sahabileri olduklarından dolayı esirlerini salıverdiler ve asla öldürmediler. Çünkü e-sirleri öldürmek caiz değildi. Zira onlar müslüman idiler.
Öyle anlaşılıyor ki Cezimeliler arasında Cahdem adlı biri vardı ki Halid´in niyetini anlamıştı. Halid´in niyetinin îslami olmadığını farketmişti. Bu sebeble kendi milletine: “Ey Cezime oğulları bu Halid´dir, Halid´dir! Vallahi siz silahı elden bıraktıktan sonra sizleri esir alacak, esir alınca da boyunlarınızı vuracaktır!” demişti. Bu arada Cezimelilerden biri kaçıp peygamber efendimizin yanına ulaşmış ve huzura çıktıktan sonra, olup bitenleri ona arzetmişti. Peygamber efendimiz: “Halid´in bu yaptıklarına hiç karşı çıkan olmadı mı ” diye .sorunca adam şöyle cevap vermişti: “Evet ona karşı çıkanlar oldu. Orta boylu ve beyaz tenli bir kimse ile uzun boylu biri onun bu yaptıklarına itiraz ettiler, ona şiddetle karşı çıktılar/´ Adamın bu cevabı üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: “Birinci şahıs benim oğlum Abdullah´tır, diğeri ise Ebu Huzeyfe´nin kölesi Salim´dir ya Resu-lullah”
Halid bin Velid´in yaptığı işlerden haberdar olduğu zaman peygamber efendimiz tazarru ve niyazda bulunarak elini semaya kaldırıp şöyle dedi: “Allahım! Halid bin Velid´in yaptığı şeylerden uzak olduğumu sana arz ediyorum” Peygamber efendimiz Halid bin Velid´in yaptıklarını görünce bu işlerin İslama uymadığını, bilakis cahiliyye kalmtlarından olduğunu anladı, îlk olarak gönderdiği diyetlerle Cezimelilerin gönüllerini kazanmak, aradaki çatlaklığı onarmak istedi. Bu sebeble Ebu Ta-lib oğlu Ali´yi çağırarak ona şöyle dedi: “Şu Cezimelilere var, durumlarına bak, cahiliyyet devrinden kalma şeyleri ayaklarının altına al!” Bu, tam zamanında ve yerinde verilen bir emirdi. ÇünküCezime olayında cahiliyyet tam olarak görülmeye ve sırıtmaya başlamıştı.
Hz. Ali, Resülullah´m gönderdiği bir çok malla Cezimeye gitti. Onlara kan bedellerini ödedi. Telef olan mallarının karşılığını verdi. Bütün diyetleri ve mali mallarının karşılığını verdi. Bütün diyetleri ve mali hasarları ödedikten sonra yine de bir miktar mal kaldı. îşini tamamladıktan sonra Hz. Ali onlara: “Bizden alacağınız diyet ya da mal bedeli kaldı mı ” diye sorunca, onlar da; ´hayır´ dediler. Bu defa Hz. Ali şöyle dedi: “Öyleyse geri kalan bu malları da, sizin bilmediğiniz bazı zararların bedeli olarak size veriyorum.”
îşini tamamladıktan sonra Hz. Ali peygamber efendimizin yanma geri dondüve yaptıklarını ona anlatınca peygamber efendimiz: “İyi ettin, isabetli davrandın” dedi. Fakat peygamber efendimiz Halid´in yaptıklarından dolayı hala elem ve acı duymakta idi. Bu sebeble kıbleye yönelerek ellerini semaya kaldırdı, o kadar kaldırdı ki koltuk altları göründüve şöyle dedi: ecYa rabbi Halid bin Velid´in yaptıklarından uzak olduğumu sana arz ediyorum.” Bu sözünüüç kez tekrarladı. Çünkü Halid´in bu yaptıkları peygamber efendimizin gönlünüincitmişti. Onu da-vetçi ve rehber olarak göndermiş olduğu halde o, Cezimelileri öldürmüştü.
Hahâ´in yaptıklarını haklı çıkaracak bazı mazeretler nakledilmişse de bunların kabule şayan yanları yoktur. Şayet Halid´in ileri süreceği bir mazereti olsaydı onu peygamber efendimize açıklardı. Bu konuda rivayetlerde bulunanlar derler ki: Cezimeliler Halid´e hitaben:”Biz dinden çıktık, dinden çıktık!” demişlerdi. Böyle demekle güya onlar, müslüman olduklarını ifade etmek istemişler, ama Halid onların kafir olduklarını zannederek onları öldürmüş!
Bu aslında kabul edilmeyecek bir sözdür. Çünküsenedi zayıftır. Bu ifadelerinden dolayı Halid´in onlarla savaşmaya ve onları Öldürmeye hakkı yoktu. Zaten onların Halid´le savaşacak güçte olmadıkları açıkça anlaşılmıştı. Bu durum ortaya çıkınca Halid onları nasıl öldürebilirdi Ama gel gör ki öldürdü. Bu savaş Muhammedi prensiplere uyan bir savaş olamazdı. Halid onları esir aldı, esir aldığını kabul edelim. Peki onları seher vakti neden öldürttü
Hangi tarafından bakılırsa bakılsın, bu cahili uygulamayı haklı çıkaracak bir gerekçe yoktur. Kendisini kınayan Abdur-rahman bin Avf la tartışırken Halid bin Velid´de bunu açıkça ifade etmiştir.
îbn Ishak der ki: “Halid bin Velid´le aşere-i mübeşşereden ve aynı zamanda muhacir sahabilerden´ biri olan Abdurrahman bin Avf, ona:”Sen îslamiyette bir câbiliyet amelini işledin!” demiş, Halid de:”Senin babanın intikamını aldım” deyince Abdurrahman şu cevabı vermiş:” Yalan söylüyorsun sen babamın katilini öldürdün, ama amcan Fakih bin Muğire´nin intikamını aldın, çünküdaha önce aralarında mücadele geçmiştir.”
Abdurrahman bin Avf, tslami bir ifade kullanıyor, Halid ise intikamlardan söz ediyordu. Halid´in Abdurrahman bin Avf a söylediklerini duyan peygamber efendimiz Halid´i kınayarak ashabı arasındaki mertebesini açıklamış ve şöyle demiştir, ^Kendine gel ey Halid! Ashabıma ilişme, Allah´a and olsun ki Uhud dağının tamamı altın olsa, sonra onu Allah yolunda sarf etsen, yine de sahabilerimden birinin sabahleyin ya da akşamleyin yaptığı seferin sevabına ulaşamazsın.”
Evet onlar Resulüllah (s.a.v.)´in sahabileri idiler. Ağacın altında Rıdvan biatini yaparken Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah´tan hoşnud olmuşlardı.
Tarihin, Halid´in davranışı hakkındaki hükmüne olursa olsun, ister cahiliyet uygulamasıdır desin, ister İslamiyet uygulamasıdır desin, mutlaka bu olaydan ötürüo, muhakeme edilecektir. Bu uygulamasının tümücahiliyet uygulaması olmasa bile´ bir kısmı cahiliyet uygulamasıdır diyebiliriz. Onu görevden azlederken Hz. Ömer şöyle demiştir. “Halid´in kılıcında zulüm vardır.” Belki de Gezime olayında onun kılıcındaki zulüm çok açık ve net bir şekilde görülmüştür.
Halid´in bu olaydaki uygulamasını eleştirirken bizler peygamber efendimize tabi oluyoruz. Onun hakkı söylediğini görüyoruz. Bazı kimseler Ali´nin, Osman´ın ve benzerlerinin uygulamalarım eleştiriyorlar. Biz ise bu olayda Halid´in uygulamasını eleştiriyoruz. Ve onu ilk eleştiren de bizler değiliz. Çünküpey-gamber efendimiz onun yaptığı işten uzak olduğunu yüce Allah´a arz etmiş, onun Abdurrahman bin Avf ile tartışmasından sonra durumunu kendisine açıklamış ve yaptığının doğru olmadığını bildirmiştir.
Resulüllah (s.a.v.) Mekke-i Mükerreme´de İkamet Süresi
Resulüllah (s.a.v.) efendimiz Ramazan ayının kalan kısmında Mekke´de ikamet etti. Orada ikamet ettiği sürece namazlarını kısaltarak kılıyor ve oruç tutmuyor, çünküseferiliği devam ediyordu. Mekke-i Mükerremeyi kendi asli vatanı olarak kabul etmemişti. Çünküorada kendisi için asli bir ev yoktu. “Ukeyl hiçbir ev bırakmamış” dedi. Seferilik ruhsatı devam ediyordu. Çünküikamete niyet etmemişti. Seferdeyken namazı kısaltarak, orucu tutmayarak ruhsatı kullandı.
Peygamber efendimiz Mekke-i Mükerremede iken Ramazan-ı Şerif sona erdi. Orası oruç tutmama ruhsatının mahalli değildi. Sadece namazı kısaltma ruhsatı devam ediyordu. Kendisi oranın yerlisi olan kimselere namazı kıldırıyor, iki rek´atını tamamladıktan sonra yerlilere şöyle diyordu: “Ey Mekkeliler siz namazınızı dört rek´ate tamamlayın çünkü biz seferiyiz.( bu se-bebten dolayı iki rak´at kıldık)”
Peygamber efendimizin, Mekke-i Mükerreme´de kaç gün ikamet ettiği hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kimine göre 15 gece, kimine göre 18 gece, kimine göre de 19 gece Mekke´de ikamet etmiştir. Bu üç rivayetten hangisinin doğru olduğunu ancak Allah bilir. –