Peygamber (s.a.v) efendimiz bozguna uğrayan Hevazinlileri takibe başladı. Onlar nereye gittilerse O da gitti. Evtas´a vardıklarında peygamber efendimiz yine onları takibe devam ediyordu. Sonra Hevazinliler Evtas´a girip kalelere sığındılar. Ar-dısıra Taife gidip kalelere sığındılar. Orası müstahkem kaleleri bulunan bir belde idi. Taifliler de güçlü kuvvetli iyi ok atan kimseler idiler. Peygamber efendimiz onları takibe devam etti. Gelişini haber aldıklarında kalelerine girip sağlam tedbirler aldılar. Bir yıl yetecek kadar azıklarım da kaleye aldılar. Kuşatmanın uzun sürmesi halinde müslümanlara karşı mukavemet edip dayanacaklardı. Bu durumda Muhammed ile arkadaşları zorlanacak ama kendileri kalelerinde rahatlık içinde bekleyecek, kendileri ok atacak ama isabet almayacaklardı. Öldürecekler ama ölmeyeceklerdi.!
Peygamber (s.a.v.) efendimiz kalelerine yöneldiği zaman Selman´ı Farisi mancınık yapması için peygamber efendimize öneride bulundu. Yapılacak olan mancınıkla kalelerine taş atılacak, temelleri sarsılacak ve müstahkem kaleleri direncini yi-tireceki. Peygamber (s.a.v.) efendimiz tankları andıran tahtadan silahlar yaptı. Bu silahlarla kalelerine hücum etti. Müslümanları kalelerinin Önünde gören Taifliler peygamber efendimizin ordusu üzerine çekirge bulutlarım andırırcasına ok yağdırmaya başladılar. Rivayete göre 12 ya da daha fazla müslü-man atılan oklardan isabet alarak şehit düştü. Bunun üzerine peygamber efendimiz okların atış alanının dışına kadar geriledi. Ama o kale içindeki Taiflilerin ne halde olduklarını öğrenmek istiyordu.
Peygamber efendimizin çağırıcısı Taiflilere hitaben şöyle seslendi: “Taifli kölelerden herhangi biri kaleden çıkıp İslam ordusuna katılırsa hürriyetine kavuşacaktır!”
Bu çağrı üzerine bir kaç köle kaleden dışarı çıkıp şeriat hükmü ile hürriyetlerine kavuştular. Ayrıca alicenap ve hür bir insan olan Muhammed ( s.a.v.)in çağrısı da bunu kendilerine sağlamıştı. Peygamber efendimiz onların durumlarını araştırdı. Kendilerine bir yıl kadar yetecek erzaklarını kaleye aldıklarını öğrendi. Bunun üzerine onları kendi iradeleri ile kaleden çıkaracak bir yöntemi uyguladı. Taifteki hurmalıklarının ve üzüm bağlarının kesilmesini sahabilere emretti. Hurma ağaçlarının ve servetlerinin zayi olmakta olduklarını gördüler: “Hurmalıklarımız ve üzüm bağlarımız kesilirse bize ne olur ” dediler. Sakif oğullarının çağırıcısı îslam ordusuna hitaben şöyle seslendi: “Malları fesada vermeyin. Bu mallar hem bizim, hem de sizindir.”
Bu çağrı, onların kalplerini titreştirip ürküttü, azimlerini zayıflattı, özellikle köleleri onları terk etmeye başladılar. Onları terkedip, İslam ordusuna katılan ve hürriyetine kavuşan kölelerini peygamber efendimiz müslümanların yanlarına gönderiyor ve müslümanlar da onların azıklarını temin ediyorlardı. Böylece özgürlüklerinin tadını çıkarıyorlardı. Paniğe düştükleri halde Taifliler direnmeğe devam ediyorlardı. Müslümanlar da kalelerine hücumlarını kesintisiz sürdürüyorlardı. Öyle ki Taifliler demir parçalarını ısıtarak müslümanlann tahtadan yapılma mancınıklarının üzerine atıyorlar, böylece yakmak istiyorlardı. İçindeki mücahitleri dışarıya çıkmaya zorluyorlardı.
Taiflilerle Kureyşliler arasında akrabalık ve hısımlık bağları vardı. Bu sebeble Kureyşlilerden bazıları Sakiflilere (Taiflilere) giderek bu direnişi uzatmamalarını tavsiye ettiler. Çünkü sonuç lehlerine olmayacaktı. Aksine takva sahibi müminler iyi sonuca ve zafere kavuşacaklardı. Ebu Süfyan bin Harb ile Mu-gire bin Şube: “Sakıfliler! Bize eman verirseniz sizinle konuşacağız” diye seslendiler. Kendilerine eman verilince, Kureyşlilerden ve Beni Kinane´den olan kadınları, Taiften çıkıp kendilerinin yanına gelmeye davet ettiler. Bu kadınların, savaş sonucunda -tıpkı Hevazinde olduğu gibi- Müslümanların eline esir düşmelerinden korkuyorlardı. Kadınlar, Taiften dışarı çıkmaya yanaşmadılar. Onlardan biri, Ebu Süfyan´m kızı Amine idi. Ebu Süfyan ile Mugire´nin önerileri kabul edilmeyince Esved bin Mes´ud şöyle dedi: “Ey Ebu Süfyan ve Ey Mugire! Size bundan daha hayırlı yolu göstereyim mi Esved bin Mes´ud, Esved oğullarına ait mülklerden ne kadar güçlükle geçim sağlandığını biliyorsunuzdur. Eğer Muhammed bu hurmalıkları ve üzüm ağaçlarını keserse, buralar bir daha mamur olmaz ve bir daha şenlenmez. Gidin onunla konuşun. Ya bu mülkleri kendine alı koysun, ya da bırakıversin. Allah rızası için akrabalık hatırına bu mallara ilişmesin. Çünkü onunla bizler arasında herkesçe bilinen bir akrabalık vardır.”
Sakifliler kendilerinden şiddeti uzaklaştırmayıp, barışı garantiye almadıkça yumuşayacağa benzemiyorlardı. Muhasaranın – her ne kadar yanlarında zahireleri vardıysa da- kendilerini zor duruma sokmak üzere olduğunu görmüşlerdi. Bu, her ne şekilde olursa olsun bir nevi hapisti. Ayrıca Peygamber efendimizin ordusu onların mallarını hurmalık ve üzüm bağlarını ele geçirmişti. Karşı koyamıyacakları debbabelerle kaleleri sarsılmaktaydı. Peygamber efendimize akrabalık ve hısımlık bağlarını hatırlatarak seslendiler. Peygamber efendimiz ise, bu türden yapılacak olan çağrılara kulağını tıkayacak biri değildi. O, Cenab-ı Allah´ın akrabalık bağlarını gözetmekle emrettiği bir kimseydi.
İslamiyet Mekke-i Mükerreme ve çevresinde yayıldıktan sonra Taife girmek üzereydi. Taifte bulunan Sakif oğullarının bir kısmı İslama girmişlerdi. Çoğunluğu da İslama girmeye meyletmişlerdi. Muhammed (s.a.v.) insanları hidayete ileten, hakka ve dosdoğru yola davet eden bir kimseydi. Sakifliler gibi kaba ve haşin kimselere yumuşak davranmak, onların kalplerinin İslama yönelmesine yol açabilirdi. Ama onlara karşı misli ile mukabele edip sert davranmak, kalplerini köreltip, yüreklerini katılaştırır ve inatlarını da arttırırdı. İşte bu sebeble Peygamber efendimiz, kendisine akrabalık bağlarını hatırlatarak seslenen çağırıcıya kulak verdi. O, gittiği her yere düzen ve sükûneti götürmek istiyordu. Zaten iki aydan fazla bir zamandan beridir ki Medine-i münevvereden uzak kalmıştı. Taif muhasarası Şevval ayında başlamıştı. Muhasara sürmüş, Zilkade ayına girilmişti. Zilkade ayı ise haram aylardan biri idi. Peygamber efendimiz haram aylarda başkalarına saldıracak bir insan değildi. Bilindiği gibi Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları haram aylardır. Peygamber efendimiz Taiflilere hücum etmek durumundaydı. Ama o, haram aylarda düşmana saldırmak gibi ilahi emre muhalefet edemezdi. İşte bu sebebledir ki Taifi onyedi gece süreyle -başka bir rivayete göre yirmi gece süreyle- muhasara altında tuttaktan sonra Medine-i Münevvere-ye dönmek için hazırlık yapmağa başladı.
İbn îshak der ki: Taifte yirmi geceden fazla bir süreyle kaldı.
Peygamber efendimiz dönüş hazırlığına başladı. Cenab-ı Allah´ın, Taifi ele geçirmelerine ve Taifiilerle savaşmaya izin vermediğini hatırladı. Bunu Hüveyle binti Hakim bin Ümeyye´ye anlattı. Huveyle de peygamber efendimizin yanından çıkıp Ömer´e gitti ve durumu ona anlattı. Hz. Ömer de peygamber efendimize gelip “Huveylenin bana anlattıkları da ne oluyor Güya dönüş için senin emir verdiğini söylüyor. Bu emrini insanlara duyurayım mı diye sordu. Peygamber efendimiz de “Evet duyur, Ey Ömer” dedi.
Peygamber efendimiz yenmeksizin, yenilmeksizin, aciz kalmaksızın bu mübarek seferinden Medine-i münevvereye döndü. Aciz durumda değildi. Aksine güçlü, muktedir ve Allah´ın yasalarını uygulayacak durumdaydı. Saldıran ve haram ayda savaşan bir kimse değildi. Akrabalık ve hısımlık bağlarım önemsemezlik etmiyordu. Kaba davranmaksızın, yumuşaklık ve rahmetle muamele ederek kavmini İslama davet etti. Medine-i Mü-nevvereye gelecek olan Hevazinli ve Sakifli heyetleri karşılamak için Medine-i münevvereye döndü. Bu fethi-i Mübinden sonra Medine yolunda yürümekte iken Peygamber efendimiz şöyle dedi. “Rabbimize ibadet edip hamdederek dönüyoruz.” O esnada kendisine: “Sakiflilere beddua etsene ya Resulallah” denilince Rahmet peygamberi şöyle dedi. “Allahım! Sakiflileri hidayete erdir ve onları bize getir.”
Rivayete göre Peygamber efendimiz Medine-i münevvereye varmadan Urve bin Mes´ud es-Sakafî müslüman olarak gelip peygamber efendimize kavuşmuştu. Dönüp kavmini İslama davet etmek için peygamber efendimizden izin isteyince, peygamber efendimiz ona şöyle dedi: “Kavminin konuşmalarından anlaşıldığına göre onlar seni öldürecekler.” Peygamber efendimiz Sakiflilerde direnme ve cahiliyet gururu olduğunu biliyordu. Urve dedi ki: “Ey Allah´ın Resulü! Onlar beni genç develerinden daha çok severler” Gerçekten de Sakifliler Urve´yi Çok sever ve öğütlerine uyarlardı. İtibarından dolayı kendisine muhalefet etmeyecekleri umuduyla, İslama davet etmek için kavmine geri döndü. Yüksek bir tepeden Taife girmek üzereyken onları gördü ve İslama davet etmeye başladı. Onun davetini duyanlar, kendisine attıkları oklarla onu öldürdüler. Şehit düşür-ken Allah´ın mübarek kulu Urve şöyle dedi: “Bu, Allah´ın bana yaptığı bir ikramdır. Allah´ın bana gönderdiği bir şehadet mertebesidir. Bende, peygamber efendimizle birlikte savaşıp şe-hid düşenlerin günlünde bulunan imandan başka bir şey yoktur. Beni de onların yanına defnedin.” Onun bu sözü üzerine onu da diğer şehitlerin yanına defnettiler.
Öyle anlaşılıyor ki çok sevdikleri Urve´yi öldürmeleri kendilerini üzmüş ve kedere boğmuştu. Bütün araplarm Muhammed (s.a.v.)´e başeğdiklerini sadece kendilerinin ona düşman kaldıklarını, ona karşı direnecek güçte olmadıklarını ve peygamber´e biat edip müslüman olan çevrelerindeki araplarla savaşacak güçte olmadıklarını da görmüşlerdi.
İşte bütün bu sebeplerden dolayı pegamber (s.a.v.) efendimize bir elçi göndermek fîkri üzerinde birleştiler. Abd bin Yaleyl ile konuştular. Abd, şehid düşen Urve bin Mes´ud´un yaşında bir adamdı. Bu önerilerini ona açıkladıklarında bu Öneriye icabet etmek istemedi. Çünkü Urve´ye yaptıklarını görmüştü. Ur-ve´yi de onlar elçi olarak göndermişlerdi. Kendisini de elçi olarak gönderdiklerine göre Urve´nin başına getirdiklerini kendisinin de başına getireceklerinden endişe duymaya başladı ve “Benimle beraber bir heyeti de Peygambere gönderin” dedi. Bu şartını kabul ederek altı kişilik bir heyeti yanına kattılar. Bu heyet Medine-i Münevvereye doğru yola çıktı. Nihayet Medine-ye vardıklarında Mugire bin Şube onları karşıladı.
Şimdi biz burada bu heyetin yaptığı konuşmaları ve icra ettiği faaliyetleri anlatmaya gerek görmüyoruz. Çünkü bunun gereğini duymuyoruz. Ancak, biz bu hadiseyi, Peygamber efendimizin aciz durumda olmadığını, aksine muktedir olduğunu akrabalık ve hısımlık bağlarına riayet ettiğini belirtmek için anlattık. Onun bu yüksek hikmeti asi kalpleri yumuşatmıştı. Hatta Ebu Davud´un rivayetine göre Ayletül Ahmesi (Bunun adı Sahr´dır) kendi kendine taahhüdde bulunarak Sakiflileri peygamber efendimize götürüp îslam üzere biat ettirmeye karar vermiş ve bu kararını uygulayarak gönüllerini İslama meylettirme, yumuşatma ve Resulullahın hükmüne itaat ettirme hususunda başarılı olmuştu. Peygamber efendimize şu mealde bir mektup yazmıştı: “İmdi sakif kabilesi senin hükmüne itaat etmiştir. Ya Resülullah ben onları getiriyorum. Onlar benim atlarıma binerek süvarilerim Refakatinde sana geliyorlar.” Bu mektup peygamber efendimize geldiğinde sınırsız bir şekilde sevinmişti. Çünkü Sakifliler müslüman olarak Peygamber efendimize geliyorlardı. Yurtlarını harap eden savaş olmayacaktı. Halkın namaz için camiye cağırılmasmı, bunun için duyuruda bulunulmasını emretti. Camide toplanan cemaate Sahr´m gönderdiği mektubu okudu. Sonra da Sahr´m mensup olduğu Ahmet kabilesi için on defa tekrarladığı şu duayı yaptı: “Allahım Ahmes kabilesinin süvari ve piyadelerini mübarek kıl.”
Sonra Sahr bazı Sakiflilerle birlikte peygamber efendimizin yanına geldi.
Hevazinlililerden Kalan Gelere Yeniden Dönelim
Hevazinlilerden elde edilen ganimetlerin paylaştırılmasm-dan sözetmiştik. Belki de bu, araplardan elde edilen ganimetlerin en büyüğü veya Hayber ganimetlerine denk bir ganimet idi. O kadar olmasa bile ona yakın miktarda idi. Biz bu ganimetlerin paylaştırılmasını, Hevazin hezimetinden sonra anlattık, ancak Kronolojik sıraya riayet etmedik. Çünkü peygamber efendimiz, bu ganimetleri ancak Taif savaşının sona ermesinden sonra taksim etmiştir. Ancak biz, peygamber efendimizin bu ganimetleri taksim ediş zamanına kadar beklemedik, aksine Hevazin hezimetinin ardısıra anlattık. Şimdi de bu ganimetlerin ne zaman tevzi edildiğini her ne kadar Hevazin gazvesinden sonra olmuş ise de açıklayacağız. Çünkü peygamber efendimiz bu ganimetlerin dağıtımını uygun gördüğü bazı sebeplerden dolayı geciktirmişti. Yine önceki sayfalarda anlattığımıza göre Peygamber efendimiz bu ganimetlerin bir kısmını Müellefe-i kulu-ba vermişti. Müellefe-i kulub arasında Abdülmüttalip oğullarından hiç kimse yoktu. Haris bin Abdülmuttalib´in oğulları, diğerleri, Abbas ve Ebu Bekir´le Ömer gibi Hevazin savaşında Peygamber efendimizin yanında sebat edip ondan hiç ayrılmayan kimseler de bu grupta mevcut değillerdi. Bu ganimetlerin bir kısmının müellefe-i kuluba verilmesinden dolayı Muhacirlerden herhangi bir kimse kırgınlık duymuş değildi. Çünkü onlar, îslamın izzetinden başka bir şeyin isteklisi değillerdi. Onlar mal ve nesep istemiyor, bilakis îslamın onur ve şerefini istiyorlardı. Ebu Übeyde, Abdurrahman bin Avf ve diğer mü´min-ler de bu taksimattan dolayı gönüllerinde herhangi bir kırgınlık duymuş değillerdi. Ancak ensardan bazıları -Mal için değil de peygamber efendimizin kendi kavmini görünce kendilerini unuttuğunu zannederek- gönüllerinde kırgınlık duymuşlardı. Peygamber (s.a.v.) efendimizi bağırlarına basıp kendisine yardım eden ensar, elbetteki mal sevdalısı değildi. Onlar Peygamber efendimizin kendisini istiyor ve arzu ediyorlardı. Onun kendilerine olan sevgisinin devamını diliyorlardı. Muhacirler de aynı görüşteydiler. îşte bu Ensar kırgınlıklarında bile temiz ve samimi idi. Fakat ne Muhacirlerden, ne de Ensardan olmayan bazı kimseler, Müellefe-i kuluba ganimetten pay verilişinden ötürü kırgınlık duydular. Bunlar islami davetin hesabını yapmıyorlardı. Kalplerine iman girmemiş kimselerin İslama ısmdırılması umurlarında değildi. Ensardan değil de, bilakis münafıklardan olduklarını ispatlayan bazı itirazvari sözleri, peygamber efendimizin kulağına gitti. Zaten bunların münafık olduklarım Kur´an-ı Kerim de bildiriyordu.
Peygamber (s.a.v.) efendimiz Müellefe-i Kuluba Hevazin ganimetinden pay verdi. Temim oğullarından Zülhüve´sine, kalkıp peygamber: “Ya Muhammed senin bugün yaptıklarını gördüm!” deyince Peygamber efendimiz: “Ne gördün ” diye sordu. O da: “Adaletli davranmadığını gördüm!” deyince, Peygamber efendimiz Öfkelendi. Ancak nezaketle hikmeti elden bırakmadı. Şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Eğer benim yanımda da adalet olmazsa, kimin yanında olur!”. Bu konuşmaya şahit olan Hattab oğlu Ömer (r..a): “İzin ver de şunu öldüreyim” deyince o hidayet rehberi ve güvenilir insan şöyle dedi: “Onu bırakın, onun ileride taraftarları olacak, onlar dinden sapacak ve okun yaydan çıkışı gibi dinden çıkacaklardır!”.
Peygamber efendimize bu şekilde hitap eden bir kimsenin mü´min olması mümkün değildir. Zaten mü´min olmadığı, onun konuşma tarzından da anlaşılıyordu. Peygamber efendimize hitap ederken “Ey Muhammed” diyordu. Niçin “ya Resulullah” demiyordu
Bunun gibi bir başkası da Peygamber efendimize saygısızca itirazda bulunmuştu. Şöyle ki: “Bilal´in eteğinde bulunan bir imktar ganimet malını mücahidlere taksim ettiğini görünce ona: “Adaletli ol ya Muhammed!” demişti. Peygamber efendimiz de ona şu cevabı vermişti: “Yazıklar olsun sana! Eğer ben de adaletli olmazsam kim adaletli olur ! Eğer ben adaletli dav-ranmazsam zarar ve ziyan eder, helake sürüklenirim . Hattap oğlu Ömer hazretleri: “Şu adamı öldüreyim mi Ya Resulullah ” diye sorunca hikmet sahibi peygamber efendimiz onu şu sözleriyle teskin etmişti: “insanların benim sahabilerimi öldürdüğümü dillerine dolamalarından Allah´a sağmırım. Şüphesiz ki bu ve arkadaşları Kur´an-ı Kerim´i okurlar, ama.Kur´an-ı Kerim onların boğazlarından aşağıya inmez (Kalplerine tesir etmez). Bunlar okun yaydan çıktığı gibi dinlerinden çıkacaklardır.”
Müellefe-i Kuluba ganimetten pay verirken bazı insanların: “Bu taksimat ile Allahın rızası gözetilmemiştir!” dediklerini Peygamber efendimiz haber aldıklarında şöyle demiştir: “Allah Musa´ya rahmet etsin, O bundan daha çok eziyet görmüştür.
Böyle demekle Peygamber efendimiz Cenab-ı Allah´ın şu kavl-i şerifine işaret etmişti.
“Ey inananlar! Şu kimseler gibi olmayın ki, Musa eziyet ettiler de Allah onu, Onların dediklerinden beraat ettirdi; O, Allah yanında vecih (Gözde, itibarlı bir kul) idi.”(Ahzap: 69)
Tümünün kalplerine iman girmedi idiyse de bu şekilde konuşan kimseler kendileri hakkında Cenab-ı Allah´ın şöyle buyurduğu, Arabilerden idiler:
“Bedevi Araplar (Çöl Arapları) Küfür ve iki yüzlülükçe daha yaman ve Allah´ın, Resulüne indirdiği şeylerin sınırını tanımamaya daha müsaittirler.”(Tevbe:97)
Bu kaba insanlar kendi heves ve tamahlarına uyarak Peygamber efendimizin uygulamasını yanlış anlamışlardı. Bunlar savaşta bulunan herkesin ganimetten eşit pay alma hakkına sahip olacağını zannetmişlerdi. Bunun da adil bir eşitlik olacağını düşünmüşlerdi. Ama yanılmışlardı. Çünkü bazı zamanlarda eşitlik, zulüm ve haksızlık olabilir. Örneğin cihad duran bir kimse arasında eşitliği uygulamak iki taraftan biri için mutlaka zulüm ve haksızlık olur.
Bunlar savaşta hazır bulunan kimselerin ganimetten pay alma hakkına sahip olduğunu düşünerek yanılmışlardı. Haklarını kendilerine vermeyen kimsenin zulüm işlemiş olacağını düşünüyorlardı. Bu tamahkarlığın ortaya koyduğu bir vehimdir ve aslı yoktur. Zira Peygamber efendimizin tasarrufunda ganimetlerin beşte birlik kısmı vardı. Aslında ganimetlerin tümü peygamber efendimizin tasarufunun altındaydı, O adilane bir şekilde ve rahmet prensiblerine uyarak, gerekli uygulamayı yapıyordu. Hatırlamıyor musunuz, Peygamber efendimiz islam nizamının ve rahmetin gereği olarak Hevazinli esirleri ailelerine geri vermeyi ve serbest bırakmayı uygun görmüştü. Bunun için de kendisi ve Abdülmuttalip oğullarının elinde bulunan esirleri salıverdi; Müminler de kendi rızalarıyla ona uyarak ellerinde bulunan esirleri salıverdiler. Abdülmutalip oğulları da ellerindeki esirleri salıverdiler. Ancak peygamber efendimiz, esirlerini salıvermek istemiyen müslümanları ve kalplerine iman girmediği için esirlerini salıvermek istemeyen kimseleri, esirleri geri verme hususunda ikna etmeye çabalamadı. Onlara bedel vermeyi teahhüd ederek bütün Hevazinli esirlerin salıvermelerini sağladı.
Peygamberliğin^ islami davetin, rahmetin ve islami adaletin gereği olarak Peygamber efendimiz bütün ganimetler üzerinde tasarrufta bulunmak yetkisine sahipti. Aslında zulüm olan heves ve hevesatınm peşine düşmüş değildi. Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber efendimiz kendi kavimleri içinde itibar sahibi olan müellefe-i kuluba ganimetlerden pay vermeyi, islam davetinin bir gereği olarak kabul etmişti. Çünkü Müellefe-i Kulübün kalplerine henüz iman girmemişti. Kin ve öfke, onları yeyip tüketmişti. Mücahidler onların akrabalarından bir kısmını öldürmüşlerdi, îşte bu sebeplerden Ötürü peygamber efendimiz onları İslama ısındırmak ve aradaki düşmanlığı unutmalarını sağlamak istiyordu. Bunu sağlamak için de Ebu Süfyan ve oğullarına, Akra bin Habis´e ve diğer müellefe-i kuluba ganimetten pay verdi. Sahabilerden bazıları dediler ki: “Ya Resulüllah Akra bin Habis ile Uueyne bin Hısn´a verdin de Cueyl bin Süraka et Damiri´yi pay sız bıraktın ”
Peygamber efendimiz, Akra bin Habis ile Üyeyne bin Hısn´a ganimetten pay veriş sebebini açıkladı. Kimsenin hakkının zayi olmasına sebebiyet vermediğini beyan ederek, şöyle dedi: “Nefsim kudret elinde olan Allah´a and olsun ki (Benim nazarımda) Cuayl, Uyeyne ve Akra gibilerinden daha hayırlıdır. Ancak ben o ikisinin gönlünü İslama ısındırmak istedim ki, müslüman olsunlar. Cuayl de islamiyetiyle başbaşa bıraktım.”
îşte Müellefe-i kuluba ganimetten pay verilmesinin esas sebebi bu idi. Müellefe-i kuluba ganimetten pay verilişine itiraz edenler, mallara bakmışlar, ama daveti yayma hususunda peygamber efendimizin görevine ve gönülleri İslama ısındırmak için uygun gördüğü çarelere bakmamışlardır. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Onlardan kimi de sadakalarfın bölüştürülmesi hususun)da sana dil uzatır. Eğer o sadakalardan kendilerine (bir pay) verilirse hoşlanırlar, onlardan kendilerine (bir pay) verilmezse hemen klZarlar.” (Tevbe.58)
Bu Ayeti Kerime münafıklar hakkında nazil olmuştur. Peygamber efendimizin müellefe-i kuluba ganimetten pay verişine itiraz edenlerse arabilerdi. Onlar ki Kur´anı Kerimde haklarında şöyle buyurulmaktadır.
“Bedevi araplar (Çöl arapları), küfür ve ik yüzlülükçe daha yaman ve Allahın, Resulüne indirdiği şeylerin sınırlarını tanımamaya daha müsaittirler.” (Tevbe 97)
Peygamber (s.a.v.) efendimiz îslam davetinin gereklerini yapma hususunda Cahiliyetten yeni kopmuş insanların dedikodularına ve isteklerine uyacak ve onlara boyun eğecek değildi. Muhacirlerle Ensarın ve ihlaslı müminlerin kendisiyle beraber olmaları O´na yeterdi.
Cirane Umresi
Resulullah (s.a.v) efendimiz Mekke-i Mükerremeyi fethetmek için geldiğinde umre ihramına girmemişti. O bir savaşçı olarak değil bir Fatih olarak Mekkeye girmişti. O bağlan yeniden birleştirmek, dostluğu te´sis etmek, aradan geçen uzun ayrılıktan sonra kardeşliği ilan etmek istiyordu. Sevgi, nefret edici gönülleri cezbeder; kaçan ve ürken akılları eski haline getirir. Ve sükunete kavuşturur.
Peygamber efendimiz ihramsız olarak Kabeyi tavaf etti. Çünkü gelişi, umre ibadeti ya da Ka´beyi tazim etmek için değildi. Fetih işlerini tamamladıktan sonra yaraları sarmak, gönülleri hoşnud ve Halid bin Velid´in açtığı yaraları tedavi etmekle uğraştı.
Hevazinlilerin îslam ordusuna saldırı hazırlığı içinde olduklarını öğrenince de onlarla karşılaşmak gereğini hissetti. Neticede uzun bir muharebe oldu. Ancak bu muharebenin sonuçları parlak oldu. Peygamber efendimiz Taife kadar onları izledi. Taifi muhasara altına aldı. Ancak haram ayların geldiğini görünce Cirane´ye döndü. Cirane, ihram makatlarından biridir. Orada Umre ihramına girdi. Umre niyetiyle gelip Beytullaha girdi. Bu umreyi Zilkade ayında yapmıştı. Bu ayın bitmesine altı gece kala Medine-i Münevvereye döndü. Hicretin sekizinci senesi olan bu senede hacc etmedi. Yerine niyabetle de hac ettirmedi. Haccın eda ediliş şekillerini, araplarm eskiden beri yapageldikleri şekilde bıraktı. Ancak hac yapmak isteyen müslü-manlarla birlikte îtab bin Üseyd´i rehber olarak bıraktı. îtab onlara hac ettirdi. Peygamber efendimiz Medine-i Münevere´ye dönerken îtab bin Üseyd´i emir olarak bıraktı.
Mevahibül-ledunniye şerhinde de anlatıldığı gibi îtab yirmi yaşlarında idi. Peygamber efendimiz o yaşta olmasına rağmen îtab´ı kendisine halef olarak bıraktı. îtab´m ameli mübarek, niyeti de halisti. Elinde bulunan şeylerle kanaat eder, asla tamahkarlık yapmazdı. Peygamber efendimiz ona günlük bir dirhemi rızık olarak verirdi. O da bununla yetinip razı olurdu. Daha fazlasını istemezdi. Başkalarını da kanaatli olmaya davet ederek şöyle derdi:
“Uy insanlar! bir dirhemle doymayan kimseyi Allah aç bıraksın. Resulullah (SAV) bana hergün için bir dirhem maaş bağladı, artık hiç kimseye ihtiyacım yok!”
Peygamber (S.A.V.) efendimiz, umreden sonra Kur´anı Kerim hafızı ve Sünnet ravisi Muaz bin Cebel´i İtab bin Üseyd´in yanında yardımcı olarak bıraktı. Muaz´m görevi, insanlara İslama öğretmek ve dini hükümleri bildirmek ve aynı zamanda Kur´anı Kerimi ezberletmekti. Zaten insanların cahiliyyetten yeni koptukları ve Medine-i Münevvere halkı gibi Kur´anın gölgesinde yaşamadıkları, hatta Kur´ana düşman olarak hayatlarını sürdürmüş olduklarından dolayı buna muhtaç idiler. Her ne kadar belağatli kimseleri Kur´anın mertebesini; onun yüce olduğunu ve hiçbir şeyin ona üstün olamıyacağını biliyorduysa-lar da ona yine muhtaç idiler.
Peygamber (s.a.v.) efendimiz Umresini tamamladıktan sonra Cirane´ye döndü, orada fazla beklemedi. Yalnız ortada kalan ganimetleride paylaştırdı. Oradan Medine-i Münevvereye doğru yola çıktı. Zilkade ayının sona ermesine, altı gece kala Medine-i Münevvereye vardı. Taiflileri de şirkleri üzerine bıraktı. Her ne kadar onlar cahiliyet taassubundan kopup İslam´a mey-letmekteyseler de yine de müşriklik halinde bulunuyorlardı.
Öte yanda Malik bin Avf, zaman zaman çevredeki müşriklere ve Sakıflilere baskınlar yapıyordu. Peygamber efendimiz onu yanına yakın kılıp ikramda bulundu. O da müslüman oldu ve îslami hayatı güzelce yaşadı. Bundan sonra da müşriklere baskınlar yapıyor ve çevredeki müşriklerin yavaş yavaş Islama doğru meylettiklerini kalplerin yumuşadığını haber veriyordu.
Kab Bin Züheyrin Gelişi
Resulullah (s.a.v.) efendimizin umre dönüşünde Kab bin Zü-heyr yanma geldi. Aslında bu kitapta bir şairden sözetmemiz uygun düşmeyebilir. Zaten Resulullah (s.a.v.) efendimiz de kendi kendisiyle övünen bir kimseye muhtaç da değildi. Onun makamı Allah katında yüce idi. Makamım destekleyecek bir şaire ihtiyacı yoktu. Arap devletlerinin ve kabilelerinin büyükleri ona itaat edip boyun eğmişlerdi. Önceleri Ebu Cehil onun üzerine deve pisliğini atarken bilahare ona Cenab-ı Allah yüksek makamlar nasip etmiş ve çevredeki herkes kendisine boyun eğip teslim olmuştu. Onun Allah katındaki mertebesi tam kendisine münasip idi. Akıl sahibi olan herkes de onun makamının yüceliğini idrak etmişti.
Yalnız bu kitapta biz, Şair Ka´b bin Züheyr´den sözetmeyi gerekli gördük. Çünkü onun Peygamber efendimizin yanına gelişi, îslam davetinin, Arabistamn yakın uzak her tarafına ulaşmış olduğunu göstermektedir. Mekke-i Mükerremenin fethi bütün gönülleri peygamber efendimize yöneltmişti. İnkarcılar dahi onu doğrulamış ondan nefret edenler bile onun yüce makamı önünde boyun eğip kendisine sığınmışlardı.
îşte bu Kab, inkarcılara katılarak Peygamber efendimizin sönmeyen nuru zuhur edip çevreyi aydınlatınca bu defa Peygamber efendimize yönelmek mecburiyetinde kaldı. Halbuki daha önceleri ona hicviyede bulunmuş iken şimdi de hidayet talebi ile onun yüce makamına yöneliyordu. İşte bu şair, Ka´b bin Züheyr bin Selma´dır. Cahiliyet devrinde şairlerin hikmetlile-rindendi. Hikmet şiirleri okuyan cahili bir aileden gelmekteydi.
Peygamber (s.a.v.) efendimizin yanına gitmeye niyetlendiği bir sırada kardeşi Büceyr bin Züheyr bin Ebi Selmâ´dan kendisine uyarıcı nitelikteki şu mektup geldi:
“Resulullah (s.a.v,), kendisini hicvedip yermiş, üzmüş olan Mekkelilerden bazılarını öldürttü. Kureyş şairlerinden sağ kalan îhnüzzibara ile Hübeyre bin Ebi Veheb ise başlarını alıp kaçtılar. Eğer, canın sana gerekli ise Resulullahın yanına acele gel, Çünkü o yaptığına pişman olarak gelen kimseyi öldürmez; iyi bil ki, Resülullah (s.a.v.)´in yanına hiçbir kimse gelmemiştir ki kendisi Allah´dan başka hiçbir ilah bulunmadığına ve Mu-hammed´in Allahın elçisi olduğuna tanıklık etsin de, Resülullah onun müslümanlığını kabul etmiş olmasın. Bu mektubum sana vardığı zaman müslüman ol ve hemen gel. Ve eğer sen bu dediğimi yapmayacak olursan, yeryüzünden, sığınıp kurtulacağın yere kadar başını al git, kurtul!9*
Kâ´b bin Züheyr bir bir kaside yazmıştı ki, o kasidesinde is-lamı yeriyordu, kardeşi müslüman olmuş ye kendisine yukarıda metni aktarılan mektubu göndermişti. Mektup Züheyr´e varınca dünya başına daraldı. Yazmış olduğu kasidesinden ötürü canının elden gideceğinden korktu. Düşmanları ise: “O artık öldürülmüş demektir!” diyerek yaygaraya ve onu büsbütün korkutmaya başladılar. Bunun üzerine Kâ´b, Medine yolunu tutmaktan, müslüman olmaktan başka çare bulamadı. Bunun için de Peygamber efendimizi öven kasidesini yazdı. Bu kasidesinde düşmanlarının kendisini korkutmalarından sözetti. Medine yoluna koyuldu. Ve nihayet Medine´ye varıp tanıdık bir adamın evine konuk oldu. Ev sahibi ertesi gün sabahleyin onu alıp Peygamber efendimizin mescidine götürdü. Sonra da Peygamber efendimizi kendisine işaret ile tanıttı: “Bu Resülullah (s.a.v)dir. Yanına git ve kendisinden eman dile” dedi. Kâ´b arkadaşının direktifine uyarak kalktı: Resülullah (s.a.v.)´in huzuruna varıp oturdu. Resülullah (s.a.v.) onu tamrmyordu:”Ya Resülullah! Doğrusu Kâ´b bin Züheyr tevbe edip müslüman olarak yanma gelmiş, senden eman dilemektedir. Eğer ben onu sana ğetirirsem onun bu dileğini kabul eder misin ” Resülullah (s.a.v.) efendimiz evet deyince o da:Ta Resülullah işte ben Kâ´b bin Zühey´im!” dedi. Mecliste Ensardan bazıları vardı. Aralarından bir adam sıçrayıp Kâ´b´a saldırdı. “Ya Resülullah beni bırakın da şu Allah düşmanının boynunu vurayım!” dedi. Resülullah (s.a.v.) efendimiz ona şu uyanda bulundu: “Onu bırak çünkü o, eski halinden pişman olup tevbe edip yanımıza gelmiştir.” Kâ´b, Ensarinin bu sözlerinden ötürü kızmıştı. Orada bulunan Ensar ve Muhacirlerden hiçbiri o Ensari gibi konuşmamışlar, sadece iyi şeyler söylemişlerdi. Kâ´b peygamber efendimizin duygularını harekete geçiren övücü kasi4esini okudu. Peygamber efendimiz kerem sahibi bir kimse olup, güzel sözleri kabul ederdi. Rivayete göre Peygamber efendimiz: “Doğrusu şiirin bir kısmı hikmettir” demişti.
Şimdi de Kâ´b´m Peygamber efendimizi öven kasidesine bakalım. Kâ´b kasidenin baştarafında şöyle diyor:
“Suat benden ayrıldı, artık kalbim hastadır;
Onun peşinde şaşkın bir köle, aşkının zincirine vurulmuş bir esirdir.”
Suadı ve ondan uzak kalışını anlattıktan sonra Peygamber efendimize yönelerek şöyle diyordu:
“Güvendiğim her dost bana: ´seni oyalayıp teselli edemem
Senden yüz çevirmişim´ dedi.
Ben de çekilin yolumdan dedim. Hey babası olmayasıcalar.
Rahmanın takdir ettiği hersey elbet olacaktır.
Her ananın evladı mes´ut hayatı ne kadar uzasa da
Mutlaka bir gün eğri bir sal(tabut) üzerinde taşınacaktır.
Resülullah´ın beni cezalandıracağını haber aldım
Resülullah nezdinde af umulan şeydir.
Özür beyan ederek Allah elçisinin yanına geldim
Resülullah katında daima özür kabule şayandır.
Merhamet et ve teenni ile muamele et bana
tçinde bir çok öğüt ve hükümler bulunan
Kur´an hediyyesini sana lütfeden Allah hidayetini artırsın.
Jurnalcilerin sözleriyle beni muaheze etme
Hakkımda birçok dedikodu yapılmışsa da ben suç işlemedim.”
Sonra Kâ´b Peygamber efendimizle ilgili mısralarına devam ederek şöyle diyor:
“Şüphe yok ki Resülullah doğru yolu gösteren bir nur
Kötülükleri yok etmek için Allah´ın ayrılmış keskin ve yalın kılıçlarından bir kılıçtır.
Mekke Vadisinde Kureyşin ileri gelenlerinden bir cemaat
Müslüman olduklarında onlara o sözcüleri ´siz buradan göç ediniz´ demişti.
Sonra Kâ´b Peygamber efendimizin ashabını niteleyerek şöyle diyor:
“Mızrakları düşmana saplanırken şımarıklık etmezler
Yenilgiye uğradıklarında da üzüntü duymazlar.
Yürüyüşleri asil ak develer gibi pervasızdır. Kahramandırlar, ancak yiğitçe saldırışlarıyle kara yüzlü düşmana yüz geri ettirmeleri sayesinde kendilerini korurlar. Yaralandıklarında ancak göğüslerinden vurulurlar. Ölüm denizlerinin dalgalarından korkuları yoktur!” Bu kasidede Kâ´b Ensardan bahsetmiyordu. Çünkü Ensar-dan bir adam onu öldürmek istemişti. Rivayete göre kasidesini tamamladıktan sonra Peygamber efendimiz ona şöyle demişti: “i” Peygamber efendimizin bu isteği üzerine Kâ´b Ensarı da Överek şöyle dedi:
“Hayatın cömertliğinden hoşlanan kimse Ensarın iyilerinin pençesine düşsün Onlar ki güzel huyları atalarından devralmışlar Onların seçkin ve iyileri, seçkin ve iyilerin evladıdır.” tslamın davetini ve Resülullah´ı müdafaa edip metheden şair Abdullah bin Revaha´nm şehadetiyle islam daveti bir şairi kaybetmişti ama yerine Kâ´b bin Züheyr geçmişti. îşte biz burada bu maksatla Kâ´b bin Züheyr´den bahsettik. Çünkü şairler insanları güzel ahlaka ve faziletleri yaymaya davet eden lisanlardır.
Hevazin Savaşından Sonraki Seriyyeler
Hevazin ve Taifte meydana gelen olaylardan sonra Peygamber (sav) efendimiz İslama davet etmek ve durumlarını öğrenmek için arap kabilelerine seriyyeler göndermeye başladı. İslama ısınsınlar, islami görevleri üstlensinler, bilahare omuzlarına çökecek olan îslam davetinin ağırlığını üzerlerinde hissetsinler, islam daveti yolunda cihad eden kimseler olsunlar, dini görevleri ifa etmeye alışık olsunlar, iktidar arzusunu tatmin etsinler, islami kabul etmeyen kabilelerden hakedip ganimetler alsınlar diye bu işleri yapmak üzere, İslama yeni girmiş olan kimseleri görevlendirdi. Bu cümleden olarak Hicri dokuzuncu senenin Muharrem ayında 50 kişilik bir seriyyenin başında Uyeyne bin Hısn´ı Temim oğullarına gönderdi. Bu seriyyedeki askerler arasında Muhacir ve Ensardan bir tek kişi dahi yoktu. Uyeyne bin Hısn´, gündüzleri gizlenerek geceleri yol yürüyerek Temim oğullarına gitti. Maksadı, onlar farkında olmaksızm üzerlerine ansızın baskın yapmaktı. Bu maksadını gerçekleştirdi. Onlar davarlarını otlatmakta iken Uyeyne ve arkadaşları aniden üzerlerine hücum ettiler. Tenim oğulları seriyyenin kalabalık olduğunu görünce dönüp kaçtılar. Uyeyne de onlardan 21 kadını, 30 çocuğu ve 11 erkeği esir aldı. Bu esirler grubunu peygamber efendimize getirip Medine-i Münevverenin evlerinden birine yerleştirdi. Bilahare aralarında Utarit bin Ha-cip Zebrekan bin Bedir, Kays bin Asım, Akra bin Habis, Amir bin Ehtem ve Rebab da olmak üzere Tenim oğullarının önde gelen şahsiyetleri Medine-i Münevvereye geldiler. Esir durumunda bulunan kadınlarını ve çoluk çocuklarını görünce ağladılar. Peygamber efendimizin yanına gelerek:”Ey Muhammedi Çık da yanımıza gel!” diye seslendiler Peygamber efendimiz çıkıp yanlarına vardı. O sırada Bilal de ezan okumaktaydı. Resullu-lahm yakasından ellerini bir türlü çekmiyor ve esirlerini salıvermesi için konuşuyorlardı. Peygamber efendimiz ister istemez biraz yanlarında durdu. Sonra geçip mescide gitti. Öğle namazım kıldı. Namazdan sonra biraz oturup tekrar yanlarına vardı. Ve onlarla konuştu neticede Peygamber efendimiz Sabit bin Kays bin Şemmas´a emir vererek esirlerini, kadınlarını, çoluk çocuklarını Tenim oğullarına geri vermeleri uyarısında bulundu. Çünkü onlar savaşçı değillerdi. Fakat bu ifadelerden anlaşıldığına göre itaat eden kimseler değillerdi bu konuda İbni îshak şöyle der:
“Tenim oğulları Mescid-i Nebeviye gidip: “Ey Muhammed! çıkta yanımıza gel!” diye seslendiler. Onların bu şekildeki hitaplarından Peygamber efendimiz rahatsız oldu. Ona:”Seninle karşılıklı övünmeye geldik. Şair ve hatiplerimize izin ver de sana karşı Tenim oğullarını Övsünler” öyle anlaşılıyor ki, onlar esirlerini ve cariyeleri geri aldıktan sonra böyle konuşmuşlardı. Onların izin istemeksizin Peygamber efendimizin yanına girmeleri hakkında Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:
“(Ey Muhammed), Odaların arkasından sana bağıranların çokları, düşüncesiz kimselerdir. Onlar, sen kendilerinin yanına çıkıncaya kadar bekleselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.”(Hucurat-4-5)
îbn-i İshak, karşılıklı edebi konuşmalarını ya da şiirle dile getirilen övünmelerini rivayet ederken şairlerinin hitabım ve Hassan´ın da onlara verdiği cevabı aktarır. Onların şair ve hatipleri Hacip bin Utarid şöyle konuşmuştu:
“Bizlere üstünlük veren, bizleri hükümdarlar kılan, bize bol miktarda servetler bahşeden, bu sebeple iyilikler yapmamıza, hayırlarda bulunmamıza imkan veren, bizleri doğunun en aziz insanları kılan, sayımızı çoğaltan, teçhizatımızı bollaştıran Allah´a hamdolsun. insanlar arasında bizim emsalimiz yoktur, insanların lideri biz değil miyiz Onlar arasında en fazla lutfa mazhar olan biz değil miyiz Bize karşı Övünenler gelsinler de bizim gibisini göstersinler. Bizim saydığımız kadar nimetleri varsa saysınlar. Eğer biz dilesek daha çok konuşacak şeylerimiz vardır. Ancak kendimizi zenginlik ve sayı çokluğu ile övmekten utanıyoruz. Ben bu sözlerimi söyledim ki sizde buna denk söyleyebilesiniz. Şayet bizimkinden fazla birşeyiniz varsa onu da söyleyin!”
Peygamber (s.a.v.) efendimiz Sabit bin Kays bin Şemmas´a: “Kalk da şunlara cevap ver” diye emir verdi. O da kalkıp şöyle konuştu.
“Göklerle yeri yaratan, O ikisinde emrini yerine getiren, kürsüsü ilmini kuşatan Allah´a hamd olsun sonra da bilesinizki Cenab-ı Allah bizi hükümdar kılarak nimetine mazhar eyledi. Yaratıklarının en hayırlısı, soylu, doğru sözlü ve yüksek bir aileden gelen elçisini aramızdan seçti. Elçisine kitabını indirdi. Onu bütün insanlığa karşı güvenilir bir insan yaptı. Dünyaların en seçkin insanı, sonra elçisi, insanları Allah´a inanmaya çağırdı. Kavminden ve akrabalarından olan muhacirler ona iman ettiler. Onlar insanların en ali cenabı, en soylusu ve en güzel yüzlüsü idiler. Hayırlı işler yaparlar. Sonra Resulüllah (s.a.v.) efendimiz İslama davetini yapınca Allah´ın ensarı olan bizler ona hemen icabet ettik, iman etsinler diye insanlarla savaştık. Allaha ve Resulüne iman eden kimse, canını ve malını bize karşı korumuş olur. Davete icabet etmeyen kimselerle Allah yolunda cihad ederiz. Onları Öldürmek bizim için çok kolaydır. Ben bu sözümü söylüyor; mümin erkeklerle mümine kadınları bağışlaması için Allah´tan mağfiret diliyorum. Allah´ın selamı üzerinize olsun!”
Peygamber (s.a.v.) efendimiz bu edebi müsabakayı, onlardaki konuşma arzusunu tatmin etmek ve övünmenin nesep ile değil de, salih amel, iman ve takva ile yapılabileceğini onlara bildirmek için yapmıştı. Ayrıca kendi kavmini onlara misal vermek ve hakkı rahatlıkla hazmedilebilecek bir şekilde onlara takdim etmek istemişti. Bu karşılıklı konuşmadan sonra Zebre-kan bin Bedir şöyle demişti: uBu adamın (Hz.Muhammed´in) hatibi bizimkinden daha iyi konuştu. Onun şairi bizimkinden daha iyi şiirler söyledi. Onların sözleri bizim sözlerimizden üstündü!”
Bundan sonra peygamber efendimiz Müellefe-i kuluba verdiği bağışlara benzer bağışlarda bulunarak gönüllerini kazanda
Dahhak Bin Süfyan´ın Seriyyesi
Bu da diğerleri gibi araplarm çöldeki durumlarını öğrenmek, aralarında islamiyeti yaymak, kopmayacak bir şekilde müslümanlarla aralarında bağlar tesis etmek, için gönderilen bir seriyye idi. Peygamber (s.a.v.) efendimiz Hicri dokuzuncu senenin Rebiülevvel ayında Dahhak´ı beni Kitap kabilesine bir seriyye ile gönderdi. Dahhak bin Süfyan yanlarına vardı, İslama davette bulunduysa da çağrısına icabet etmediler. Bunun üzerine onlarla savaştı ve onları hezimete uğrattı.