Ticaret keravanı yola çıktı. O kervanın içinde yüce Allah´ın yaratıklarının hayırlısı vardı. Cenab-ı Allah, o kervanı kendi lütuf ve inayetiyle koruyordu. Sefer kolay olmadı. Aksine zorlu geçti. Her ne kadar dayanılması güç zahmetlerle karşılaşılmadıysa da pek kolay bir sefer de olmadı. Sadece Hatice´nin ticaret kervanı, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Kureyşlilerin kervanı kadar büyük idi. Nihayet bu kervan, içinde Muhammed (sav)´ın amcası Ebu Talib´le birlikte bulunduğu ilk ticaret kafilesinin gitmiş olduğu Bus-ra kentine vardı. Peygamber efendimiz 12 yaşında iken amcası Ebu Talib ile birlikte buraya uğramıştı. Rivayete göre Peygamber efendimiz, Tihame´deki Hibaşe pazarına varmıştı. İlk ve meşhur olan rivayete göre Tihame, arap beldelerinden idi. Kervan Şam´a gidiyordu. Çünkü Araplara değil de Şam ahalisine satılacak ticaret eşyasını taşımaktaydılar. Bu yolculukta Peygamber efendimizle birlikte Hatice´nin kölesi Meysere´de bulunuyordu. Meyse-re´nin görevi, Peygamber efendimizi denetlemekten çok O´na hizmet etmek, yolda O´na yardımcı olmaktı.
Bu kervanın yola çıkışı, ya da menzile varışı Zilhiccenin 16. gününde idi. [1] Peygamber efendimiz de bu kervana katılırken 25 yaşındaydı. Bu kervan, hac mevsiminde Mekke´de Ukaz, Zilmecaz, Mecenne panayırlarının kurulmasından sonra yola çıkmıştı. Bu da gösteriyor ki, mezkur kervan, anılan pazarlardan eşyalar satın almıştı. Anılan pazarlara Yemen´den ve diğer uzak yakın Arap ülkelerinden mallar gelirdi. Ticaret eşyaları, Şam´a ya da Yemen´e götürülmek üzere Mekke´deki panayırlarda satılırdı. Bu kervan da anılan panayırlardan mal satın alarak Şam´a götürürdü.
Peygamber efendimizin götürmekte olduğu ticaret kervanı, Busra kentine vardığında yolculuktan dolayı Peygamber efendimiz biraz yorulmuş, bu nedenle de Rahip Nastora´nın manastırına yakın bir ağacın altına gidip istirahate çekilmişti. Nastora, Peygamber efendimizin 12 yaşındayken gidip buluştuğu rahip değildi. Çünkü amcasıyla birlikte buluştuğu rahibin adı Buhayra idi. Şimdiki rahibin adı Nastora idi. Aradan 13 senelik bir zaman geçmişti. Belki de Buhayra ölmüştü, ya da uğradıkları yer, Bu-hayra´nın manastırından başka bir manastırdı.
Rahip Nastora, Hatice´nin kölesi Meysere ile karşılaştı. Meyse-re, Peygamber efendimizin yardımcısı ve hizmetkarı idi. Nastora, Meysere´ye sordu:
– Şu ağacın altına gidip istirahate çekilen adam kimdir
– Kureyş kabilesine mensup, Harem halkından bir adamdır.
– Şu ağacın altına peygamberden başkası gitmez. Öteden beri bu ağaç, Peygamberlerin uğrağıdır. Onun gölgesi altına gidip dinlenirler. Başka insanlar bu ağaca yönetmezler.
Bazı siyer yazarları, Nastora´nın böyle bir şey söylemiş olmasını uzak bir ihtimal olarak görürler. Çünkü Muhammed (sav) ile İsa (as) arasında uzun bir boşluk (fetret) dönemi geçmiştir. Böyle bir ihtimali uzak gören siyer yazarlarına göre bir ağaç bu kadar uzun bir süre yaşayamaz. Çünkü İsa peygamberle Muhammed (sav) arasından uzun bir zaman geçmiştir. Uzun yollardan gelen kervanların ve yolcuların böyle bir ağacın altına gidip dinlenmemelerini akıl kabul etmez. Sadece peygamberlere Özgü bir dinlenme yeri oluşu, aklın kabul edebileceği bir şey değildir. Çünkü uzak yollardan gelen kervanların gölgelik yerde dinlenmeye ihtiyaçları vardır. Ağacın, o sıcak bölgedeki gölgesinden yararlanmak mecburiyeti vardır. Ancak böyle bir ağacın altına gidip dinlenmek, sadece peygamberlere özgü bir haldir, denilirse buna diyeceğimiz yoktur. O zaman başkaları bu ağacın altına gidip orada istirahat ederler. Sanki o ağacın altına gidip dinlenmek emrini rablerinden almışlardır.
Bu uzak ihtimal nedeniyle bir çok siyer yazarları, rahibin sözlerini şöyle yorumlamışlardır: O anda belirtilen ağacın altına sadece bir peygamber gidip dinlenebilirdi. Bu da sadece peygamber efendimize özgü bir haldi. Çünkü o, peygamberlik vasfına sahipti. O´nda peygamberlik belirtileri görüldüğü için o anda gidip o ağacın altında dinlenmişti.
Belki biz de bu yoruma yöneliriz. Çünkü sadece peygamberlerin bir ağacın altına veya bir menzile gidip konaklamaları, orada dinlenmeleri gerektiğine ilişkin bir delil yoktur. Sadece Peygamber efendimizin kişisel yücelik ve üstünlüğü nedeniyle böyle bir tahsis söz konusu edilebilir. Zaten onda da peygamberliğine dair görülen açık belirtiler vardı.
Rivayete göre Rahip Nastora, Peygamber efendimizi, ağacın altında dinlenmekte iken görünce yanma yaklaşıp başını ve ayaklarını öpmüş sonra da O´na şöyle demiş: “Sana iman ettim. Ce-nab-ı Allah´ın Tevrat´ta andığı peygamberin sen olduğuna şeha-det ederim!”
Sırtındaki nüvüvvet mührünü görünce de o mührü öpmüş ve: “Isa peygamberin müjdelemiş olduğu ümmi peyamberin sen olduğuna, Allah´ın göndermiş olduğu elçisi olduğuna şehadet ederimi”
Rivayet olunduğuna göre ticaret esnasında peygamber efendimiz, kendisiyle alış veriş yapan bazı kimselerle anlaşmazlığa düşmüştür. Şöyle ki: muamele ettiği şahıslardan biri O´na: “Lut ile Uzza´yayemin et” deyince, peygamber efendimiz: “Ben onlar adına yemin etmem ” diye cevap vermiş, böylece de karşısındaki adam: “Söz senindir” diye izhar etmiştir.
Denildiğine göre bu ticari seyahat esnasında hava fazla ısınınca iki melek Peygamber efendimizi gölgeleyerek kendisini ve bindiği devesini güneşten korumuşlardır. Meysere onun bu halini müşahede etmiştir. Eğer sahih bir senetle rivayet edilirse bizim bu harikulade hali reddetmemize imkan yoktur. Böyle bir sahih rivayet üzerinde şüphelenmeye gerek yoktur. Ancak bu rivayet hususunda bazı söyleyeceklerimiz vardır.
Muhammed (sav), Hatice´ye ait ticaret mallarını satmcaya kadar Şam´da ikamet etti. Sonra da sattığı malların parasıyla Şam´da ticaret eşyaları satın aldı. Bu mallarla birlikte Mekke- i Mükerreme´ye geri döndü.
Peygamber efendimizin sattığı mallardan elde ettiği kazanç, sermayesinin bir misli kadar olmuştu. Mekke-i Mükkerreme´de satın almış olduğu malların tamamını Şam´da sattı. Kazancı, sermayesinin bir misli kadar olmuştu. Bu da O´nun güvenilir ve ticarete tutkun bir kimse olmasından ileri geliyordu. Ayrıca cenab-ı Allah O´nun üzerine bereket yağdırmıştı. Yaptığı bütün işlerde ve muamelelerde rabbi O´na bereket ihsan etmişti.
——————————————————————————–
[1] Askalam, el-Mevahımbu´1-Ledunniye ve Şerh), c. 1, s. 198.