En Büyük Tecelli
Peygamber efendimiz, Allah tarafından alemlere rahmet bir elçi olarak gönderilmeden önce, şu iki hususa özen gösterirdi:
1- Peygamber efendimiz oyun ve eğlenceyle ilgilenmezdi. Bu hava içinde büyüyüp yetişkin bir insan oldu. Sonra çobanlık yaptı. Kendisini ibadete veren zahid bir kimse oldu. İnsanlardan uzaklaştı. Ancak toplumun hakları gerektirdiği zaman ortaya çıkardı. Bir muhtaca yardım etmek, darda kalan bir kimsenin imdadına koşmak, ihtiyaç sahibi bir kimsenin ihtiyacını gidermek, misafiri ağırlamak veya akraba ziyaretini yapmak gerektiği zaman uzletgahmdan çıkar, üzerine düşen görevi yerine getirirdi. İnsanların arasına karışarak vaktini öldürmez uzlete çekilmeyi tercih ederdi. Böylece diğer ihsanları lekeleyen şeylere bulaşmamış olurdu. Çünkü o temiz bir insandı. Rabbi onu en güzel şekilde terbiye etmişti. Onun bi´setten önceki yaşantısı, kendisini peygamberliğe aday bir insan haline getirmişti. Bunun işareti de şuydu: Hiçbir kötülüğü hoş karşılamaz, kimseye kötü söz söylemez, hayasızlık yapmaz, kimseyle tartışmaz, beklenen peygamberin kendisi olduğu hususunda hiç kimseyle münakaşaya girişmezdi. Hem uzletinde, hem toplum içindeki bütün davranışlarında sevecen ve insanlarla iyi ilişkiler kuran bir kimseydi. Kureyşliler onun hakkını takdir etmişlerdi.
Hira Mağarası´nı kendisi için ibadet yeri edinmişti. Orada çokça ibadet eder, Allah´a yönelirdi. Kureyşliler´in putlara tapmakta olduklarını görünce kendisi Allah´a ibadet ederdi. Putlara tapmayı hoş gören Kureyşliler´in durumlarından anlaşıldığına göre, aralarında Hanif dinine mensup olanlar dışında kimsenin ibadet konusunda bir gayreti ve düşüncesi yoktu. Ya da putlarına tapmak için tenha bir yer aramazlardı. Bu, tarihen sabit değildir. Bunu anlatan herhangi bir rivayet de yoktur. Onları çevreleyen olaylardan ve yaşadıkları durumlardan anlaşıldığına göre, bunlar ibadet huşunda atalarının tatbik ettikleri yöntemleri, düşünmeden ve neticesi üzerinde tefekkür etmeden, olduğu gibi tatbik ederlerdi. Halbuki, bu işi düşünerek yapsalardı, bir kısmı halvet ve uzlete çekilse de, çokları putlara tapmaktan vazgeçip yüce Allah´a ibadet ederlerdi. Çünkü bu hususta azıcık düşünmekle karanlıklardan kurtulup aydınlığa kavuşurlardı. Putların dalaletinden kurtulup aydınlığa vahdaniyetin hidayetine kavuşurlardı. Ama onlar maddeci kimseler idiler. “Dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur. Biz diriltilecek değiliz.” (En´am: 29) diyorlardı.
Her ne kadar bazı kalem sahipleri, Kureyş müşriklerinin tek başlarına uzlete çekilerek putlarına ibadet ettiklerini söylüyor-larsa da, bu, îslamiyete leke sürmek isteyen ve ona nakise getirmek arzusunda olan kimselerin sözüdür. Bunu, Hz. Muham-med (sav)´in yaptıklarını küçük göstermek isteyen kimseler söylerler. Onlar, gerçekleri batıl ile karıştırarak, hakikatleri çarpıtarak konuşurlar.
Abdullah oğlu Muhammed (sav) kendini ibadete veren ve fazlasıyla ibadet eden bir kimseydi. Rızkını rahatça temin edip Hatice´nin kendisine verdiği mal ile yaptığı ticareti yoluna koyup, kendi kontrolü altında başkalarım çalıştırmaya başladıktan ve ticari seyahate bizzat çıkma mecburiyetinden kurtulduktan sonra, artık ticari seyahatlere çıktığı görülmemiştir. Yirmi beş yaşına vardıktan sonra artık ticari seyahatlere çıkmamış ve kendini tamamıyla ibadete vermişti. Yaşı ilerledikçe ibadetini daha da arttırıyor, insanlardan uzaklaşıp uzlete çekiliyor, şehvetlerden ve lezzetlerden uzak duruyordu. Ama helali da kendine haram etmiyor, bazı lezzetlerden tamamıyla mahrum kalmıyordu. İsrafa -kaçmadan, gurura kapılmadan yiyip içiyordu. Nitekim bu metodu kendi şeriatinde de insanlara açıklamıştı. O, getirmiş olduğu şeriatıyla birlikte alemlere rahmet olarak gönderilmişti.
Yılın bir ayını, kendi ibadeti için ayırarak Hira Mağarasına kapanırdı. Cahiliyetleri döneminde Hira Mağarası Araplar için bir mabed haline gelmişti. Nitekim Ibn Kesir´in, “el-Bidaye ve´n-Nihaye” adlı eserinde de şöyle denmektedir: “Resulullah (sav), her sene bir ay süreyle Hira Mağarasına kapanıp ibadet ederdi. Orası, cahiliyetleri döneminde, adeta Kureyşliler´in bir mabedi olmuştu. [1] Cahiliyet döneminde Kureyşliler mutlaka Hira Mağarası´na gidip ibadet etmeyi gerekli görürlerdi. Belki de bunu, Hac menasikinin bir parçası olarak kabul ediyorlardı. Muhammed (sav) de orasını ibadeti için uygun bir yer olarak seçmişti. Çünkü yıl boyunca oraya hiç kimseler uğramazdı. Orası Beyt-i Haram gibi değildi.
Çünkü o şerefli Beyt-i Haram hergün insanlar tarafından tavaf edilirdi. Sahih haberlerde nakledildiğine göre, Peygamber efendimiz sayılı gecelerde ibadet eder ve Ramazan ayı boyunca ibadetten ayrılmazdı. İbadete başlarken önce Beyt-i Haram´a gidip orayı tavaf eder, büyük miktarlarda sadakalar verir, muhtaçlara yemek yedirir, sonra Hira dağındaki mağaraya gidip oraya kapanırdı. O mağara gerçekten yüksek bir yerdeydi. Şimdi dahi aşağılardan o mağaraya bakan bir kimse, kendini zorlamadan oraya çıkamayacağını anlar. Bu da gösteriyor ki, Cenab-ı Allah, Muhammed (sav)´e vücut kuvveti, dayanma gücü ve ibadet konusunda büyük bir şevk vermişti. Buna ancak azim sahibi kullar katlanabilirlerdi. Ramazan ayı sona erince evine dönmek üzere iner, önce Beyt´i Haram´a uğrayıp burayı tavaf eder, yanında arta kalan azık-larını sadaka olarak verirdi. Geriye kalan yemeklerini muhtaçlara yedirir di. Sonra da temiz ve iffetli zevcesi Hatice´nin yanına döner, onda sükunet bulurdu.
Siyer haberlerine dair sahih rivayetlerin tümündeki ifadelerden anlaşıldığına göre, Peygamber efendimiz azığını hazırlayarak tek başına Hira Mağarası´na gider, orada i´tikafa girerdi. Ailesinden ve arkadaşlarından uzakta, tek başına Rabbi-ne yönelirdi. Bir ve tek her türlü noksanlıklardan münezzeh olan, ortağı ve benzeri bulunmayan Allah´a yönelirdi. Bir ay boyunca ailesinden uzakta kalır, bu ibadet süresinin sonunda ailesine dönerdi.
Fakat îbn îshak´ın “Siref´indeki ifadelerden anlaşıldığına göre o, kendi aile efradıyla birlikte Hira mağarasına gidermiş, îşie size îbn îshak´ın bu konuda söyledikleri: ^Resulullah (sav) efendimiz her yıl bir ay süreyle ibadet eder, kendisine gelen düşkünlere yemek verirdi. Bir aylık ibadet süresini tamamladıktan sonra, evine dönmeden Kabe´ye uğrar ve onu yedi kez, ya da Allah´ın dilediği miktarda tavaf ederdi. Nitekim Cenab-ı Allah´ın kendisine ikramda bulunmak istediği ay gelince, o ayda kendisine risalet görevi verildi. O ay, Ramazan-ı Şerif ayıydı. O ayda Resulullah (sav) efendimiz ailesiyle birlikte Hira Mağara-sı´na gitmişti. ” [2]
Bu ifadelerden anlaşıldığına göre Peygamber efendimiz, ailesi yanında değilken ilahi vahye mazhar olmuştur. Vahyin gelmesinden önce Hira mağarasında ailesi kendisiyle beraber bu-lunurmuş. Ancak bu ifadeler îbn Ishak´ın siretinden başka kitaplarda görülmemektedir. Çünkü i´tikaf ve uzlet, ancak aile efradından uzak olma halinde gerçekleşebilir.
Bu nedenle îbn îshak´ın görüşünü kabul edemiyoruz. Her ne kadar Hira Mağarası´na ailesiyle birlikte gitmiş olması ve ailesinin kendisiyle sohbet ettikten sonra yanından ayrılması ve onu ibadetiyle başbaşa bırakmış olması mümkün ise de, biz yine îbn îshak´m söylediklerini reddetmekten yanayız.
Şimdi de Buhari´nin “Sahih”inde ve diğer sahih hadis kitaplarında nakledildiği şekliyle bu haberi aktarıyoruz. Buharı, mü´minlerin annesi Aişe (ra)´nm şöyle dediğini rivayet eder:
“Peygamber efendimize gelen ilk vahiy, uyku halindeki sadık rüyadır. Onun rüyaları sabah aydınlığı gibi açık ve net olurdu. Sonra uzlete çekilmekten hoşlandı. Yalnız başına Hira Mağarası´na çekilir, sayılı gecelerde orada kendini ibadete verirdi. Ailesine dönmeden ibadetle meşgul olur, orada kalacağı zamaniçin azığını önceden temin eder, ibadetini tamamladıktan sonra da Hatice´nin evine dönerdi. Bu hali hakkın (vahyin), Hira Mağarasında kendisine gelmesine kadar devam etti. [3]
Buhari´nins Resulullah´m sevgili zevcesi Aişe´den naklettiği bu rivayet, gerçeğe en yakın ve en kuvvetli rivayetlerdendir. Bu rivayet üç şeye işaret etmektedir:
1- Peygamber efendimiz Hira Mağarası´ndayken ve yanında ailesi yokken kendisine vahiy gelmiştir. Bu rivayette anlatıldığına göre, Peygamber efendimiz, Hira´da kalacağı müddet için azığını önceden hazırlar, ama ailesini yanına almazdı.
2- Hira Mağarası´ndaki ibadeti Allah´a yöneltirdi.
3- Nefsinin saflaşması neticesinde, sadık rüyalar görmüştür. Burada iki soru akla gelmektedir:
a- Peygamber efendimiz her yıl bir ay müddetle Hira mağarasında ibadete çekilmeye ne zaman başlamıştır
b- Vahiy nasıl gelmeye başlamıştır Ruhü´l-Kudüs (Cebrail) ilk olarak ona ne getirmiştir Cebrail´i ilk olarak sadık rüya şeklinde mi, yoksa ayan beyan ve apaçık bir şekilde mi görmüştür Şimdi kısaca bu iki soruyu, açıklamaya çalışacağız:
a- Peygamber (sav) efendimiz daha gençliğinden itibaren Allah´a yönelmiş, Ondan başkasına ibadet etmemiştir, ibadetin anlamını kavradığı yaştan itibaren abid bir kimse olmuş ve ibadetini devam ettirmiştir. Bu ibadeti sayesinde, yaratıcının yaratılanlar üzerindeki haklarını öğrenmiştir. O, yaratıkları üzerinde düşünerek Allah´a ibadet ederken O´nun yarattığı kainat üzerinde fikir yorarak doğru yolu bulmuştur. Her ne kadar ilk aşamada doğru ibadetin yolunu bulamamış olsa da, bunu te-debbür ve tefekkür neticesinde bulmuştur. Zaten ilk aşamada ne şekilde ibadet edileceğini bilmek, aklı aşan bir şeydir. Bu doğru yolu bulabilmek için mutlaka nakillere dayanmak gerekir. Önce de işaret ettiğimiz gibi, Peygamber efendimiz, Arap beldelerinde Özellikle Mekke-i Mükerreme´de, Allah´ın Beyt-i Haram´ımn bulunduğu beldede mevcut olan İbrahim peygamberin dininin kalıntılarını görmüş, buna dayanarak o dinin Özünü Öğrenmeye çabalamıştır. Allah´ın Beyti´nin bulunduğu Mekke´de, ibrahim peygamber, mübarek bir ev olarak, insanlığa hidayet yönünü gösteren bir nişane olması için Kabe´yi inşa etmiştir:
“Onda açık deliller, ibrahim´in makamı vardır. Ona giren, güvene erer. (Al-i İmran: 97)
Sözün başında da açıkça belirttiğimiz gibi, Peygamber efendimiz, nefsi safiyetiyle ve bazan da gördüğü sadık rüyalar vasıtasıyla îbrahim peygamberin kılmış olduğu namazın şeklini Öğrenmiştir. Çünkü namazsız kulluk olmaz. Peygamber efendimize belirlenen bir namaz şekli bulunmadığına göre, onun, İbrahim´in kıldığı şekilde namaz kılması gerekiyordu. O, aydınlık ve nurlu kalbiyle ihsan derecesine ulaşmıştı. îhsan Allah´ı görüyormuşçasına O´na ibadet etmek demektir. Öyleyse uzlete çekilmesi ve kendini sadece Allah´a yöneltmesi için insanlardan -uzaklaşması gerekiyordu.
Ama Allah´a tek başına, bütün yıl boyunca ibadetle meşgul olması, bu düzenli ibadete girmesivve senenin bir ayı boyunca uzlete çekilmesi, yani Ramazan ayında sırf ibadetle meşgul olması ne zamandan itibaren başlamıştır Sahih haberlerdeki ifadelerden açıkça anlaşıldığına göre, onun bu düzenli ibadete başlaması, bi´set senesinden öncedir. Yalnız bu hali, kendisine ve Allah katından Cebrail´in geldiği yıl olan bi´set senesinden Önceleri başlamış olması gerekir. Her ne kadar ilk anda aklımıza gelen düşünceye göre, onun bu düzenli ibadete bi´setten beş yıl önce başlamıştı. Yani Kabe-i Muazzama´mn onarımı tamamlanmış ve kendisi bizzat mübarek eliyle Hacer-ül Esved´i yerine yerleştirmişti. Fakat bu düzenli ibadete ne zaman başladığını söyleme imkanımız yoktur.
“Biz sadece zannediyoruz. Kesin birşey diyemeyiz. “(Casiye: 32)
b- Şimdi de ikinci sorunun cevabına gelelim. Mü´minlerin annesi Aişe (ra) şöyle demiştir:
“Vahiy, sadık rüya ile başlamıştır. Peygamber (sav), tıpkı sabah aydınlığı gibi açık ve net rüyalar görürdü.”
Her ne kadar bu rivayet, Peygamber efendimize Allah´tan gelen ilk haberlerin sadık rüyalar şeklinde olduğunu kesinlikle ifade etmiyorsa da, ona gelen ilahi aydınlatmaların ve rabbiyle kurduğu bağlantının sadık rüyalar şeklinde olduğunu göstermektedir. Sadık rüyalar, ilahi ilhamın birer parçası olsa bile, Peygamber efendimize nisbetle yükümlülüğe dayanak teşkil eden ve mükellefiyetin esası olan vahiy değildir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Sadık rüya,´vahyin kırkaltıparçasından biridir.”
Sadık rüya, her ne kadar İbrahim peygambere nisbetle kamil bir vahiy olsa da, Peygamber efendimize nisbetle vahiy değildi. İbrahim peygamber, sadık rüyaya dayanarak oğlu İsmail´i boğazlamaya kasdetmiş, nihayet alemlerin rabbi ona bir koçu fidye olarak göndermiş ve böylece oğlu İsmail, kurban edli-mekten kurtulmuştu. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: “Ve fidye olarak ona büyük bir kurbanlık verdik.” (Saffat: 107)
Böylece sadık rüya, İbrahim peygamber için ilahi ihbar yerine geçmişti.
Siyer alimlerinin ve Peygamber efendimizin hayatını inceleyen tarihçilerin kesin görüşlerine göre vahiy, Cebrail (as)´m Peygamber efendimize hitabı ile başlamıştır. Ancak İbn îs-hak´m “Siref´inde anlatıldığına göre, Cebrail´in Peygamber efendimize ilk hitabı uykudaki sadık rüya şeklinde olmuş, sonra Peygamber efendimiz uykudan uyanmış ve rüyada kendisine söylenen sözleri hafızasına yerleştirmişti.
İbn Hişam´ıri “Siref´inde şöyle denmektedir: “Cebrail (as) Allah´ın emrini getirdi. Resulullah (sav) dedi ki: “Cebrail, ben uykudayken yanıma geldi. Elinde atlas bir örtü içinde bir kitap vardı. Bana “oku” dedi. Ben de “okuyamam” cevabını verdim. Beni sıktı, o kadar sıktı ki, öleceğimi zannettim. Sonra beni bıraktı ve yeniden “oku” dedi. Ben de “ne okuyayım ” dedim. Beni sıktı. O kadar sıktı ki öleceğimi zannettim. Sonra bıraktı, oku dedi. Ben de, “ne okuyayım dedim. Bana yaptığını tekrarlaması için böyle diyordum. Nihayet bana dedi ki: “Yaratan Rabbi-nin adıyla oku. O, insanı ataktan (kan pıhtısı biçimini alan embriyodan) yarattı. Oku, rabbin en büyük keram sahibidir. O (insana) kalemle (yazmayı) öğretti, insana bilmediğini Öğretti.” (Alak: 1-5) Ben de, bana söylediklerini okudum. Sonra yanımdan ayrılıp gitti. Uykudan uyandım. Söyledikleri sanki kalbime yazılmış gibiydi. Mağaradan çıktım, dağdan inerken yolu yarılamıştım ki, gökten şöyle bir şada işittim: “Ey Muhammedi Sen Allah´ın Resulüsün, ben de Cibrilim!” Başımı göğe doğru kaldırdım, etrafa bakınmaya başladım. Bir de ne göreyim Cebrail, saf bir adam suretinde görünüyor. Ayakları semanın ufkunda duruyor ve: “Ey Muhammedi Sen Allah´ın Resulüsün, ben de Cibrilim” diyordu. Ona bakmaya başladım. Ne ileriye, ne de geriye doğru hareket edemiyordum. Yüzümü ondan çevirip göğün ufuklarına bakmaya çalıştığımda, her nereye bak-sam onu aynı şekliyle görüyordum. O´na bakakalmıştım. Ne ileriye, ne de geriye doğru gidemiyordum. Nihayet Hatice, beni bulmaları için adamlarını göndermişti. Dağın tepesine çıkan adamlar geri dönerken beni o durduğum yerde buldular. Nihayet Cebrail gidip görünmez oldu.”
Şüphesiz ki her iki haberde de köklü bir fark vardır:
Sahih hadis kitaplarında nakledilen haberler, Peygamber efendimizin uyku halinde değil, uyanıkken Cebrail´le buluştuğunu ifade etmektedirler. îkinci haberde ise, Peygamber efendimizin Cebrail´le buluşmasının uyanıklık halinde değil, rüya halinde olduğu ifade edilmektedir. Gerçi Peygamberimizin rüyası da uyanıklığı gibidir. Ancak bu haberde onun, Cebrail ile rüya halinde buluştuğu anlatılmaktadır. Çünkü haberde anlatıldığına göre o, uykudan uyandıktan sonra rüya halinde Cebrail´in kendisine söylediklerini harfi harfine hatırlamış ve hiçbir kelimesini unutmamıştır. Şüphesiz bu da vahiydi. îki haber arasındaki ihtilaf, asılda değil, rivayettedir. Bu haberler bir noktada ittifak etmektedirler. Anlam bakımından aynı olmakla birlikte, olayın şekli bakımından iki haber arasında bir farklılık vardır. Bu olay uyku halinde mi, yoksa uyanıklık halinde mi vuku* bulmuştur Alimlerin çoğu şöyle demişlerdir: Madem bu iki haber mana bakımından birbiriyle uyuşmaktadır, öyleyse bunların arasını birleştirerek şöyle dememiz gerekecektir: Cebrail ile Peygamber efendimiz, biri uyku ve diğeri de uyanıklık halinde olmak üzere iki defa karşılaşmışlardır. İkisi arasıûdaki ilk buluşma uyku halinde, ikinci buluşma ise uyanıklık halinde cereyan etmiştir.
Bu bağdaştırmayı, “el-Bidaye ve´n-Nihaye” adlı eserinde îbn Kesir yapmıştır. Bunu yaparken de mü´minlerin annesi Ai-şe´nin, Buhari´nin rivayetine göre söylediği şu sözü esas almıştır: “Peygamber efendimize ilk vahiy, sadık rüya şeklinde gel» mistir.” Bu bağdaştırmayı yapan îbn Kesir şöyle demiştir:
“Mü´minlerin annesi Aişe´nin, ´Peygamber efendimize gelen ilk vahiy, sadık rüya şeklinde olmuştur” sözü, Peygamber efendimizin gördüğü rüyaların sabah aydınlığı gibi açık ve net olduğu manasına gelmektedir. Bu söz, îbn îshak´ın anlattıklarını da te´yid etmektedir. îbn tshak´ın rivayetine göre Peygamber (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur: “Cebrail, ben uyurken yanıma geldi. Elinde atlas örtü içinde bir kitap getirdi. Bana oku dedi. Ben de, okuyamam deyince beni sıktı. O kadar sıktı ki, Öleceğimi zannettim. Sonra beni bıraktı…”
Cebrail´in uyku halindeki Peygamber efendimizle buluşması, bilahare uyanıklık halinde yapacağı karşılaşma için bir zemin hazırlama mahiyetindeydi. Musa bin Ukbe´nin Zühri´den naklettiği rivayette bu husus açıkça anlatılmakta ve Peygamber efendimizin Cebrail´i rüya halinde gördüğü, daha sonra Cebrail´in uyanıklık halinde ona tekrar geldiği ifade edilmektedir.
Ebu Naim el-îsfahani´nin “Delailü´n-Nübüvve” adlı kitabında şöyle denmektedir: “Bütün peygamberlere ilk vahiy, uyku halinde gelmiştir. Bu da onların uyanıklık halinde vahye muhatap olmaları için bir zemin hazırlama mahiyetindedir. Alka-me bin Kays´ın şöyle dediği rivayet edilir: “Peygambere gelen ilk vahiy, uyku halinde gelmiştir. Bunun sebebi de, onların kalplerinin sükunet bulması ve vahye alışmalarıdır. Sonra da onlara uyanıklık halinde vahiy inmeye başlamıştır. “[4]
Böylece bütün nakillerle birleşen ve akıllarla uyum sağlayan sabit bir gerçeğe varıyoruz. Şöyle ki: Cebrail ilk olarak uyku halinde Peygamber efendimizle buluşmuştur. Peygamber efendimiz uyku halindeki sadık rüyalarla vahye muhatap olmaya alıştı. Öyle anlaşılıyor ki, onun rüyaları da uyanıklığa benzer bir halde cereyan edip sabah aydınlığı gibi apaçık bir şekildeydi. Nitekim mü´minlerin annesi Aişe de bunu ifade etmiştir. Peygamber efendimiz, rüya halinde Cebrail´i görmeye alışmış, nefsi ruhaniyetle dolup taşmış bundan sonra uyanıklık halinde onu temaşa etmeye iktidar kazanmıştı. Çünkü uyanıklık halinde Cebrail´i görüp, ondan vahiy almak çok önemli ve zordu. Ancak nefsi ruhen ve manen cilaladıktan sonra buna dayanabilirdi.
Bir kimse şöyle diyebilir: Mü´minlerin annesi Aişe´nin sözlerinden anlaşıldığına göre, Peygamber efendimiz sadık rüyaları gördükten sonra ibadet için uzlete çekilmiştir. Oysa bizim sözlerimizden anlaşıldığına göre, Peygamber efendimizin ibadet yaparak nefsinin saflaşıp ağırlaşması, sadık rüyaları görmesinden önce olmuştur.
Bu soruya cevaben deriz ki: Peygamber efendimizin nefsinin ve ruhunun saflığı, doğduğu günkü gibidir. Nasıl ki, îsa peygamber daha beşikteki bir çocukken konuşma özelliğine sahipse, Muhammed (sav) de beşikteki bir çocuk iken saf ve temiz bir nefse sahipti. Bu saflığı, hayatı boyunca devam etmişti. Bu saflığının gençlik ve ihtiyarlık dönemine kadar devam etmiş olduğu bir gerçektir. Sadık rüyalar, risaleti te´yid edici alamet ve harikalardan, aynı zamanda da vahiyden bir parçadır. Uzlete çekilmeden önce sadık rüyalar görmüş olduğunu söyleyecek olursak, onun uzlete çekilmiş olması, gördüğü sadık rüyaların bir neticesi olarak ortaya çıkmış olur. Halbuki daha önce de söylediğimiz gibi, Peygamber efendimiz, Mekkeliler arasında kalıntılara rastlanan İbrahim peygamberin dini hakkında bilgi sahibiydi. İbrahim peygamberin dininden, namaz kılacak kadar haberdardı. Bu hususta yaptığımız araştırmalar ve bu konuya tuttuğumuz ışık neticesinde, Peygamber efendimizin, İbrahim peygamberin dininden bazı kısımları bildiği ve bu bilgiler sayesinde namaz kıldığı gerçeğine ulaşmış bulunuyoruz. Daha önceleri bu bilgileri sadık rüyalar yoluyla elde etmiş olduğu ihtimaline dayanıyordu. Fakat şimdi bu hususu kesin bilgi derecesine varacak şekilde idrak etmekteyiz. Abid bir kimse olan Hz. Muhammed (sav)´e çocukluğunda da, ihtiyarlığında da Allah rahmet etmiş, onu salih kimselerden kılmıştı.
——————————————————————————–
[1] tbn Kesir, el-Bidaye ve´n Nihaye, c.3, s.5.
[2] İbn Ishak, Siret, el, s.236.
[3] İbn Kesir, el Bidaye ve´n Nihaye c.3, s.2.
[4] İbn Hışam, Sıret, c 1, s 238 –