Küab´ın iki oğlu vardı. Bunlardan biri Kusay, diğeri de Zühre idi. Her ikisi de peygamber efendimizin dedelerindendir. Kusay, Peygamber efendimizin babasının, Zühre ise annesinin dedesidir. Böylece Kilab, Allah tarafından iki şerefe mazhar kılınmış oldu. Yani Peygamber efendimizin hem anasının, hem de babasının dedesi olmuştur.Kusay, Arap beldelerinde birçok yeri dolaştı. Hayatının ilk dönemlerinde Kudaa´daki anasının yanına gitti. Orada, onunla birlikte yaşadı. Güçlü, erdemli bir gençti. Zulme ve kötülüğe karşı çıkardı. Bir gün Kudaa´da bir gençle ok yarışı yaptı; Kusay, o genci yendi; yenilen genç Öfkelendi. Kusay ile çekişmeye başladı. Ku-say´a: “Sen aşiretine dönsene. Zaten bizden değilsin!” dedi.
Gencin bu sözlerinden de anlaşıldığı gibi, o zamana kadar Ku-say´ın babası, şeref ve asaleti halk tarafından bilinmiyordu. Gencin bu sözleri üzerine anasının yamna dönerek, duyduğu acı sözleri annesine nakletti, annesi onu şu sözleriyle teskin etti: “Yavrucuğum! Allah´a yemin olsun ki, sen o gençten daha şereflisin. Baba ve neseb bakımından ondan daha üstünsün. Daha yüce bir mertebeye sahipsin. Sen Kilab bin Mürre bin Kab bin Lüey bin Galib bin Fitr bin Malik bin Nadr bin Kinane el- Kureyşi´nin oğlusun. Kavmin, Beyt-i Haram´ın bulunduğu Mekke´dedir. O çevrede yaşarlar. Araplar o Kabe´yi ziyarete giderler.”
Anasının bu sözleri üzerine Kusay, Mekke´ye gitme hazırlığına başladı. Çünkü Kudaa´da garip bir kimse olarak yaşamaya tahammülü kalmamıştı. Anası kendisine; acele etmemesini, haram ayları beklemesini tavsiye etti ve şöyle dedi: “Haram ayların girmesini bekle. Hac mevsiminde Mekke´ye gidersin. Çünkü haram aylar gelmeden önce buradan çıkıp gidersen, bazı insanlar tarafından sana kötülük yapılmasından korkuyorum.[1]
Haram aylar girdikten sonra Kusay, babasının ailesinin bulunduğu Mekke´ye gitti. Hac ibadetini eda etti. Güçlü, kuvvetli, boylu, boslu bir kimseydi. Çok geçmeden Beyt-i Haram´ın hizmetkarlık görevini ele aldı. Daha önceleri bu şeref, Kureyşliler´e değil, Huzaalılar´a aitti. İnsanlara hac ibadetini yaptırma işini üstlendi. Bu idare de Önceleri Kureyşliler´in elinde değildi. Dahiyane gücü ve kuvveti ile bu görevleri eline geçirdi. Çok geçmeden Mekke emirliğini elde etti. Kavmini kendi idaresi altında topladı. Mekke emirliği sebebiyle Kabe´nin hizmetkarlığı, hicabet, rifadet, şikayet, nedve ve liva gibi görevler de onun üzerinde toplanmış oldu. Hicabet, Kabe´nin anahtarlarına sahip olmak demekti. Kabe, onun emri olmadan açılmazdı. Şikayet, hacılara su verme işidir. Rifadet ise hacılar için yemek hazırlamak görevidir. Azığı ve parası olmayan hacılara yemek verilirdi. Bu adeti ilk çıkaran, Kusay olmuştur. Hac mevsimi geldiğinde Kureyşliler, mallarının bir kısmını Kusay´a verirlerdi. O da, bu mallarla yoksul hacılara yemek verirdi. Bu adeti ilk çıkaran kendisi olduğu için, Kusay, bir hitabında Kureyşliler´e şöyle demişti: “Ey Kureyşliler topluluğu! Sizler Allah´ın komşuları ve ehl-i beytsiniz. Hareminin sahiplerisiniz. Hacılar da Allah´ın misafirleri ve evinin ziyaretçileridirler. Misafirler içinde ikrama en layık olanlar, hacılardır. Şu halde hacılara, yiyip içmeleri ve sizden memnun olarak ayrılmaları için yiyecek ve içecek hazırlayın.”
Liva´nm anlamına gelince, Kureyş´in sancağı yalnızca Ku-say´ın elinde olacaktı. Nedve ise Kureyşliler için bir meşveret evi haline gelecekti. Bundan sonra bu ev bütün Araplar için meşveret merkezi olarak çalışmıştır. Zamamnda meşveret, Kusay´in evinde yapılırdı. Kusay, kendi gayretiyle elde ettiği bu hakları, oğlu Abdü´d-dar´a verdi. Böylece onun itibarı yükseldi ve amcazadelerinin Kureyşliler´e karşı şerefi daha da arttı. Bu hakları oğlu Abdü´d-dar´a verirken kendisine şöyle demişti: “Allah´a andolsun ki, ey oğlum, her ne kadar şerefçe senden üstün iseler de, ben seni bu haklar sayesinde kavminin mertebesine yükselteceğim.”
Abdü´d-dar, Kusay´m en büyük oğluydu. Kusay´in, Abd-ü Menaf adında bir başka oğlu daha vardı. Mekke´de kişiliği ve asale-tiyle itibar kazanmış bir kimseydi. Babasının sağlığında, birçok yerlere gitmişti. Şahsiyet ve asaletiyle yüksek bir itibara sahip olduğundan dolayı, Abdü´d-dar´ı ona denk kılabilmek için, babası
Kusay, Abdü´d-dar´a mezkur hakları vermişti. Bu sayede her ikisi de şeref ve itibar bakımından birbirlerine eşit hale geldiler. Abd-ü menaf, Peygamber efendimizin dördüncü dedesidir. Cenab-ı Allah, Abd-ü Menaf a dört erkek çocuk vermişti. Bunlardan biri Emeviler´in atası Abd-ü Şems idi. Diğeri asıl adı Şeybetu 1- Hamd olan ve Abdulmuttalib´i yetiştiren, Muttalib´ti. Nevfel de, Cübeyr ibn Mutim´in dedesiydi.
Bu dört kişi şeref sahibi kimselerdi. Tıpkı babalarının asalet ve şerefi gibi, kendi şahsiyetlerinden doğan bir şeref ve asalete sahiptiler. Dedeleri Kusay´ın verdiği hakları Abdüddar ve evladına bırakmadılar. Kendilerinin, onlara nisbetle bu haklara daha layık olduklarını gördüler. Çünkü onlardan daha üstün ve erdemli kimseler olduklarını düşünüyorlardı. Abdümenaf oğullan amcazadelerinin ellerindeki hakları çekip almalarını temin etme hususunda Kureyşliler, üç gruba ayrıldılar. Bunlardan bir gruba göre Abd-ü Menaf oğulları daha erdemli kimseler oldukları için, bu haklara daha layık idiler. Mekke ve liderliği, isteyen herkese verilebilen bir bağış olmadığı için Abdüddar oğullarının elinde kalma şartı yoktu. Aksine bu haklar, ehil kimselere verilmesi gereken haklardı.
Diğer gruba göre ise, bu hakları ellerinde tutmaya en layık olan kimseler Abdüddar oğullarıydı. Çünkü Kusay, bu hakkı Abdüddar oğullarına veren babaları idi. Ve bu haklar halen onların elinde bulunmaktaydı. Bu hakları sahiplerinin elinden alıp başkalarına vermek doğru olmazdı.
Kureyş´in üçüncü grubu ise tarafsızlığı benimsemişti.
Bu hakları alma hususunda Abdüddar oğulları ile, Abd-üme-naf oğulları arasında şiddetli bir ihtilaf meydana gelmişti. Fakat bu ihtilaf, adaletli bir barışla sonuçlanmıştı. Çünkü ihtilaf onları savaşın eşiğine kadar getirmişti. Oysa savaş, kötü sonuçlar doğuracaktı. Bunu düşünerek savaştan geri durdular. Her taraf kendi aşırılıklarına son verdi ve birbirlerini barışa davet ettiler. Yapılan barış görüşmeleri sonucunda Şikayet ile Rifade´nin Abdümenaf a verilmesi; Hicabet, Liva Ve Nedve´nin ise, eskiden olduğu .gibi, Abdüddar oğullarında kalması hususunda görüş birliğine vardılar.
Haşim, Abd-ü menaf oğullarının en temiz yüzlüsü ve liderliğe en yakın olanıydı. Bu nedenle diğer kardeşlerine göre üstün bir mevkide bulunuyordu. Abd-ü menaf oğullarının aldıkları haklara sahip oldu. Abd-ü Şems´in kardeşleri de, ondaki zati şeref dolayısıyla kendisine rekabet ediyorlardı. Araplar ve özellikle Kureyşli-ler nezdindeki itibarlarını kıskanıyorlardı. Şeref ve itibarı hususunda Haşim´den sonra kardeşi Abdülmuttalib gelmekteydi. Abdülmuttalib, Peygamber efendimizi yetiştiren kimsedir. Aynı zamanda dedesidir. Bu nedenle Abdülmuttalib üzerinde de biraz durmamız gerekmektedir.
——————————————————————————–
[1] el-Iktıfâ, c. 1, s. 73. –