Ebu Hudud Seriyyesi
Hayber gazvesinden ve onun ardı sıra meydana gelen Vadil Kura ve Teyma gazvelerinden sonra Peygamber efendimiz sadece küfrün durumunu araştıracak ve hallerini öğrenecek faaliyetlere koyuldu. Hudeybiye sulhünden sonra neler olup bittiğini anlamak istedi. Yahudilerin güçlerini kırmış, onların Arap beldelerindeki askeri kuvvetlerini yok etmişti. Araplar arasında düşmanlık ve kin ateşini yaymalarına engel oldu. Peygamber düşmanlarını kışkırtmalarına müsaade etmedi. Şu halde bundan böyle Mekke-i Mükerreme çevresine, ya da yakınlarına seriyyeler göndermesi gerekiyordu. Bununla da Mekke-i Mükerreme ilgili gelişmeleri ve Hudeybiye sulhünden sonraki durumunu öğrenmek istiyordu. Şayet bir hainliklerini ya da hıyanete hazırlandıklarını tesbit ederse, Hudeybiye sulhunu yok sayacaktı. Peygamber efendimiz nahoş bir hale düşmeden Önce hazırlıklı davranıyordu. Ama o asla hıyanet etmiyor ve ahdi ilk bozan kendisi olmuyordu. îşte bu sebeple Sahranın dahiline ve Mekke-i Mükerreme´nin yakınlarına seriyyeler göndermeye başladı.
Fezare Taraflarına Gönderilen Ebu Bekir Seriyyesi
îmam Ahmed bin Hanbel “Müsned”inde, Peygamber efendimizin Ebu Bekir Sıddık komutasında bir seriyyeyi fezare oğullarına gönderdiğini rivayet etmektedir. Hz. Ebu Bekir savaş adamı değildi. Her ne kadar mücahidlerin ilk safında yer alı-yorduysa da o bir tedbir ve görüş adamıydı. Arapların durumlarını öğrenmek için yola çıkmıştı.
Hz. Ebu Bekir beraberindeki mücahidlerle yola koyuldu. Fezare oğullarının yakınlarına vardığında bir su başında konakladı. Vakit gece idi. Onları ansızın bastırmak istiyordu. Mü´minlerle beraber sabah namazını kıldıktan sonra fezare oğullarına baskın yaptı. Su başmdakilerini öldürdüler. Kendilerini çevreleyen dağı aralarına alarak müslümanların oklarına karşı siper etmek istediler. Mücahidler onları kovaladılar. Nihayet Ebu Bekir´in yanına getirdiler. Getirdikleri kimseler arasında bir kadın ile kızı da vardı. Ebu Bekir güzel kızı Medine-i Münevvere´ye getirdi. Ve Peygamber efendimizin, elde edilen ganimeti taksim etmesini bekledi. Getirmiş olduğu güzel kızın yüzündeki örtüyü bile açmış değildi. Peygamber efendimize gö*-türüp teslim etti. Peygamber efendimiz ona: “Kadını bana bırak” dedi. Ebu Bekir de: “Ya Resulullah onu çok beğendim. Üzerindeki örtüsünü dahi açmadım” dedi. Resulullah (s.a.v.) efendimiz sustu ve ertesi güne kadar bir şey yapmadı. Ertesi gün Ebu Bekir geldiğinde yine aynı şeyi ona söyledi. Ebu Bekir de aynı cevabı verdi. Bir kez daha Peygamber efendimiz ona önerisini tekrarladı nihayet Ebu Bekir: “Senin olsun ya Resulullah” dedi. Halbuki Resulullah o kadını kendi şahsı için değil de Mekke-i Mükerreme´de esaret altında bulunan zayıf müslü-manları kurtarmak için bir fidye olarak Mekkeliler´e vermek istiyordu. Bu sebeple de onu Mekke´deki esir müslümanlara fidye olarak Mekke´ye göndermişti. Böylece o, güçsüz, zayıf ve esir müslümanları kurtarmıştı.
Müslim´in Sahih´inde ve Beyhaki´de Delailün Nübüvve adlı bölümde buna benzer bir olay rivayet edilir.
Hattab Oğlu Ömer Seriyyesi
Vakıdi´nin anlattığına göre Resulullah (s.a.v.) efendimiz Hattab oğlu Ömer´i otuz kadar adam ile birlikte Mekke-i Mükerreme´nin gerisinde dört mil ötedeki Hevazin topraklarına gönderdi. Hevazin Mekke-i Mükerreme´ye yakın bir yer idi. Hz. Ömer, insanlar arasında Araplar´m huy ve karakterlerini en iyi bilen bir kimseydi. Kuvvetli bir feraseti ve idrak edici bir basireti vardı. Öyle anlaşılıyor ki o sadece savaşmak için değil, aksine çevredeki insanların durumlarını haberlerini öğrenmek için bu seriyyenin başında Hevazin´e gitmişti. Her ne ise Ömer el-Faruk hazretleri beraberindeki Hilal oğullarından olan bir kılavuzla birlikte seriyyesini yanına alarak yola çıktı. Geceleri yol yürüyor, gündüzleri gizleniyordu. Önünde ve arkasında ne olup bittiğini araştırıyordu. Nihayet Hevazin mıntıkasına vardı. Onu ve askerlerini karşılarında görmek istemeyen hevazin-liler, yerlerini terkedip kaçtılar.
Hz. Ömer savaşmaksızın, ancak Mekke-i Mükerrenıe ve çevresi hakkında bilgi edinerek geri döndü. Arkadaşları Has´am taraflarına gitmelerini Önerdilerse de bu öneriyi kabul etmedi. Çünkü Peygamber efendimiz, Has´am´a gitmelerine dair bir emir vermemişti. Eğer oraya gidecek olursa, Peygamber efendimizin emri dışına çıkmış olacaktı.
Yahudi Yesir´e karşı Abdullah bin Revaha Seriyyesi
Yahudiler her ne kadar Arap yarımadasındaki askeri güçlerini yitirmişlerse de, sağda solda dağınık vaziyette yaşayan bazı toplulukları bir araya getirip İslam´a karşı birleşik bir cephe oluşturma gayreti içine girmişlerdi. Bu sebeple Peygamber (s.a.v.) efendimiz onlardan kimin İslam´a karşı çıkacağını öğrenmek istiyordu. Onların bir araya gelip güç birliği etmelerine engel olmak istiyor ve onları darmadağın halde tutmaya gayret gösteriyordu.
Vakıdi´nin Zühri´den aktardığına göre Resulullah (s.a.v.) efendimiz, Yahudi Yesir bin Rezam´ın müslümanlara karşı savaşmak için Gatafan oğullarını bir araya getirip toplamak gayreti içine girdiğini haber alınca, ona karşı otuz süvarinin başında Abdullah bin Revaha´yı gönderdi. Peygamber efendimizin yahudilerle savaşmasından önce de Gatafanlılar Hayber´deki Yahudilere yardım ediyorlar ve onlarla ittifaklar kuruyorlardı. Hayber´i yerle bir edip kalelerini ele geçirdikten sonra Peygamber efendimiz artık Gatafan oğullarıyla Hayberliler arasındaki yardımlaşma hadisesine son vermiş oldu. Öyle anlaşılıyor ki Yesir bin Rezam, Hayber yahudileriyle Gatafanlı Yahudiler arasındaki bu etkin ittifakı ve yardımlaşmayı canlandırmak istemişti. Onun bu gayretini Peygamber efendimiz haber almıştı. Peygamber efendimiz, vukuundan önce şerri önleyen ferasetli bir kimse idi.
Abdullah bin Revaha, Yesir bin Rezam´a gitti. Ona; Peygamber efendimizin kendisini Hayber toprağı üzerine yetkili kılacağı hissini verdi. Kendisi ile beraberindeki adamlarının bu sebeple yola çıkmaları gerektiğini ona vehmettirdi. Bunun üzerine Yesir, otuz kadar yahudiyle birlikte Abdullah bin Reva-ha´nın peşine takıldı. Beraberce yolda yürümeye başladı. Belirli bir yere vardıklarında Yesir bin Rezam, Abdullah bin Revaha ile birlikte yola çıkmış olduğuna pişman oldu. Abdullah bin Re-vaha´nm kılıcını elinden alıp onu öldürmek istedi. Abdullah bunu sezince devesini biraz geriye çekti ve Yesir´e karşı tedbir alıp ona bir darbe vurdu ve ayağını kesti. Yahudi de Abdullah bin Revaha´nın yüzüne bir darbe vurarak yüzünde derin iz bırakan bir yara meydana getirdi. Bundan sonra her müslüman arkasındaki yahudiye dönerek onu öldürdü. Yahudilerden sadece bir kişi kurtuldu. Müslümanlara da Abdullah bin Revaha´nın yüzüne açılan yaradan başka bir darbe isabet etmedi. Denildiğine göre Resulullah (s.a.v.) efendimiz Abdullah bin Re-vaha´nın yüzündeki yaraya tükürmüş ve yarası asla irin meydana getirmemiş ve vefatına kadar Abdullah´a asla acı vermemişti.
Bu haberden de anladığımıza göre Peygamber efendimiz sürekli yahudilere karşı tedbirli davranmış, Arap beldelerinde güçleri kalmaymcaya kadar onları takip etmiştir.
Fedek´teki Mürre Oğulları Üzerine Gönderilen Beşir Bin S´ad Seriyyesi
Resulullah (s.a.v.) efendimiz, Fedek´teki Mürre oğullarına otuz süvari ile birlikte Beşir bin Sad´ı gönderdi. Beşir, Mürre oğullarının davarlarını önüne katıp Medine´ye doğru yol almaya başladı. Arkasından ulaşan Mürre oğulları onlarla savaştılar ve beraberindeki arkadaşlarının tümünü Öldürdüler. Tek başına şiddetli bir savaş veren Beşir, nihayet Fedek´e sığınarak bir yahudiye konuk oldu. Yahudinin ona hıyanet etmemiş olması, gerçekten tuhaftır. Oradan da Medine-i Münevvere´ye döndü. Resulullah (s.a.v.) efendimiz öldürdükleri mü´minlerin Öcünü almak ve güçlerini kırmak için Mürre oğullarının üzerine bu defa da Galib bin Abdullah´ı gönderdi. Galib´in beraberinde, aralarında Üsame bin Zeyd ile diğerlerinin bulunduğu bazı sahabiler vardı. Bunlar, öldürülen müslümanların öcünü aldılar. Ancak Üsame bu arada Mürre oğullarından “La ilahe illallah Muhammedün resulullah” diyen bir adamı öldürmüştü. Anlatıldığına göre o, Mürre oğullarının müttefiki olan Mirdas bin Müheyki öldürmüştür. Mirdas, Üsame´nin kılıç çektiği esnada “La ilaha illallah” demiş. Ancak Üsame onu yine kötüleyip kınamış ve nihayet onu Öldürmüştü. Fakat yaptığına kendisi de pişman olmuştu. Medine´ye vardıklarında Peygamber efendimizin huzuruna çıktılar. Peygamber efendimiz, Üsame´ye: “Allah´tan başka ilah yoktur” diyen adamı nasıl öldürürsün diye çıkışınca Üsame: “Ya Resulullah o ölümden kurtulmak için uLa ilahe illallah” dedi” diye kendim savunmuştu. Ancak Resulullah yine ona kızarak şöyle demişti: “Ey Üsame! La ilahe illallah diyen adamı nasıl öldürürsün ”
Resulullah´ı hak ile gönderen Allah´a andolsun ki Resulullah bu sözü o kadar tekrarladı ki, sanki o güne kadar müslüman olmamıştım da bana çıkışıyordu. Fakat artık kendisine bu sözü verdim: “Artık La ilahe illallah diyen adamı asla öldürmeyeceğime dair Allah´a taahhüdde bulunuyorum.”
Galib bin Abdullah, beraberindeki müzminlerle sefere devam ederek daha önce mü´minleri öldürenlerden Öc aldı. Güçlerini tamamen kırıncaya kadar peşlerine takıldı. Artık yer yüzünde fesat çıkaramayacak şekilde sindirdi. Gizlendikleri yerleri araştırdı. Mekke-i Mükerreme yakınlarına kadar vardı. Bedevileri te´dip edip düzeni sağladı.
Ebu Hudud Seriyyesi
İslam nurunun Arap beldelerinde zuhur etmesinden sonra Arap yarımadasında Haysem oğullarıyla diğer bazı gruplar hala Resulullah´a karşı direnmeye devam ediyorlardı. Bunlar artık itikad hususunda sağlam bir düşünce ile düşünmeye itilmiş oluyorlardı. Her ne kadar akıllarım putperestliğin pisliklerinden temizi ememişlers e de sonlarının kötü olacağından korkmaya başlamışlardı.
Peygamber efendimiz, Haysem oğullarından güçlü kuvvetli bir kimsenin Resulullah´a karşı muharebe etmek için Kays oğullarını etrafında topladığı haberini almıştı. Onun üzerine Ebu Hudud ile müslümanlardan bazı kimseleri gönderdi. Gönderirken onlara şu talimatı verdi: “Şu adama varın, onun hakkında bazı bilgiler edinip bana gelin.” Böyle dedikten sonra onları zayıf bir deveye bindirdi ve yola koydu. Bu üç kişi silahlarını kuşanıp yollarına koyuldular. Haysem oğullarından olup Peygamber efendimize karşı kuvvet toplayan adamın durumunu araştırmaya başladılar. Sonuçta onun, bazı kimseleri etrafında topladığını ya da toplamaya hazırlandığını gördüler. Kalbine isabet eden bir ok atarak öldürüp işini bitirdiler.
Ebu Hudud, seriyyesiyle birlikte yoluna devam etti. Nihayet Peygamber efendimiz onu Edem taraflarına gönderdi. Edem vadisine vardıklarında Amir bin Azbat adındaki bir adam selam vererek yanlarından geçti. Mecşem bin Cüsame adlı bir müslüman aralarındaki bir düşmanlıktan dolayı, selam vermesine rağmen o adama bir ok attı ve öldürdü. Halbuki o adam savaşmak için gelmemişti. Çarpışmaya niyeti yoktu.
Bu küçük seriyyede, İslam´ın yüce ilkelerini ispatlayan bazı hadiseler cereyan etmişti. Şöyle ki:
1- Peygamber efendimizin bu seriyyenin başında göndermiş olduğu Ebu Hudud, evlenme mehrini talep etmek için Peygamber efendimizin yanına gitmişti. Bu da müslümanlar arasında o dönemde güçlü bir yardımlaşma ve dayanışmanın bulunduğunu ispatlamaktadır. Rivayete göre bu seriyyenin başında bulunan Ebu Hudud Peygamber efendimizin yanına varmış ve evlenmek istediği kadının ikiyüz dirhem tutarındaki mehrini istemişti. Peygamber efendimizden bu hususta kendisine yardımcı olmasını istemişti. Peygamber efendimiz ona; “Evleneceğin kadına ne kadar mehir vermeyi vadettin ” diye sorunca o da; ikiyüz dirhem vermeyi vadettim ya Resulullah, diye cevap vermişti. Bunun üzerine Peygamber efendimiz hayretini ifade eden şu sözleri söylemişti: “Sübhanallah! Allah´a andolsun ki siz bu ikiyüz dirhemi bir dere içinde toplasanız bile daha fazlasını elde edemezsiniz! Allah´a andolsun ki sana yardım edecek kadar yanımda para yoktur.7* Böyle dedikten sonra Peygamber efendimiz, aradığı mehri elde edebileceği umuduyla onu bu se-riyyenin başında göreve göndermişti.
2- Selam veren bir kimseyi öldürmek doğru değildir. Çünkü İslamiyet, müslümanların sadece müdafaa savaşı vermelerine müsaade etmiştir. Barış isteyen kimseleri öldürmek caiz değildir. Bunu şu ayet-i kerimenin yüksek ifadelerinde de müşahede etmekteyiz:
uEy inananlar, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin, size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek: “Sen mü´min değilsin!” demeyin. Çünkü Allah´ın yanında çok ganimetler vardır. Önceden siz de öyle idiniz. Allah size lütfetti (imana geldiniz). O halde iyice anlayın (dinleyin, peşin hüküm vermeyin). Çünkü Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.” (Nisa: 94)
Bu ayet-i kerime, Mecşem bin Cüsame´nin Amir bin Azbat´ı öldürdüğü esnada nazil olmuş ve Peygamber efendimiz Amir´in öldürülmesinden dolayı üzüntü duyarak: ´Allah´ım Mecşem´i bağışlama” demişti. Çünkü Mecşem, haksız yere bir adamı öldürmüştü. Cenab-ı Allah, kulların hukukuna tecavüz eden kimsenin günahını bağışlamaz. Başkalarına tecavüz eden kimseyi affetmez.
Amir oğullarının lideri Uyeyne bin Bedir, haksız yere Öldürülen Amir bin Azbat´ın kan bedelini talep etmişti.
İfadelerden anlaşıldığına göre bu kan bedelini talep etmesi, Huneyn gazvesine kadar geciktirilmişti. Peygamber efendimiz onun bu talebini uygun görerek elli deve vermek teklifinde bulunmuştu. Medine-i Münevvere´ye döndükten sonra elli deveyi vereceğini söylemiş, Amir bu teklifi önce reddetmiş, ancak bilahare kabul etmişti. Peygamber efendimiz bu diyeti müslümanların Beytü´l-Mal´mdan ödemişti. Bu da yardımlaşmanın en mükemmel bir örneğini teşkil ediyordu. Ayrıca böyle yapmakla haksız yere adam öldürmelerin önüne geçilmiş oluyordu. Maktulün müslüman olmadığı sabit olmakla birlikte Peygamber efendimiz diyetini yine de ödemişti.
Sünnet ve Siyer alimlerinin anlattıklarına göre Hayber ve Vadil kura gazvelerinden sonra teşkil edilen seriyyeler, savaşları yönlendirme hususunda pek önemli roller oynamamışlardır. Ancak bu seriyyeler bazı küçük hadiseler, ya da İslam´ın kuvvet bulduğu ruhunu etrafa yaymak, İslam´a karşı durmak isteyenlerin güçlerinin kırıldığı haberini herkese duyurmak veya Araplar arası gelişmeleri araştırmak için teşkil edilmişlerdir. Ya da bu seriyyeler Arap beldelerinde ihtiyati önlemler almak yahut her ne şekilde olursa olsun müslümanlara karşı tecavüz etmeyi aklından geçiren kimseleri e´dip etmek için dolaşan devriyelere benziyorlardı.