Uzağı ve yakınıyla, bütün doğu ve batı düşünceleri üzerinde bir gezinti yapmış olduk. Ancak Arap ülkelerine giremedik. Öyle sanıyoruz ki, Arap ülkeleri, düşünce dünyasının kalbi ve edebiyatın zirvesidir. Eskiden beri dini gerçekler bu yerlerde gelişip güçlenmiştir. Peygamberlerin sesi de hep bu yerlerde yükselmiş, daha sonra ilahi risalet yine bü ülkelerin kalbinde nihayete ermiştir. Peygamberlerin atası ibrahim (as) Arap beldelerine hicret etmiş, orada oğlu İsmail dünyaya gelmiştir. İsmail (as) Allah´ın ona müjdelediği ilk çocuğuydu. İsmail´in doğumu nedeniyle Allah´a hamd ve senada bulunmuştu. İsmail´den sonra İshak adındaki çocuğu dünyaya gelmiştir. İlk çocuğu olan İsmail, zevcesi Hacer´den; ikinci çocuğu İshak da zevcesi Sara´dan doğmuştur. Bu iki çocuğun doğumundan sonra şu sözleriyle Allah´a Övgülerini takdim etmişti: “İhtiyarlık çağımda bana İsmail´i ve İshak´ı lütfeden Allah´a hamdolsun” (ibrahim; 39)
Araplar´ın en üstün ve asil kabilesi olan Kureyşliler İsmail´in neslindendirler. Bunlar, Arapların lideri durumundadırlar. Nitekim Kabe-i Mükerreme´den bahsederken de bu hususu açıklayacağız. Bütün Arap kabileleri onlara sığınır ve onlara yönelirlerdi. Ku-reyşliler´le kendilerine tabi olanlar, peygamberlerin atası İbrahim (as)´m getirmiş olduğu dine uymuşlardı. Aslında onlar tevhid inancına sarılmışlardı. Allah´tan başkasına kulluk etmezlerdi. Putlara, taşlara ve hayvanlara tapmazlardı. Onlarda, bir mahluka tanrı diye yönelme düşüncesi ve inancı yoktu. Ancak daha sonra Necran, Tağlib ve diğer mıntıkalardan gelen Hıristiyanlar, onlara tevhid inancı dışındaki sapık düşünceleri aşılamışlardı. Sahip oldukları tevhid inancı, İbrahim Peygamber´le olan irtibatlarını kuvvetlendiriyordu, ibrahim Peygamber´e mensup olma şereflerini, onun oğlu olan İsmail Peygamber vasıtasıyla elde etmişlerdi. Fakat daha sonra durumlarını değiştiren bazı şeylerle karşılaştılar. Bu sebeple de inançları değişikliğe uğradı. Çünkü kendileri ile İsmail Peygamber arasında çok uzun zamanlar geçmişti ve bildiklerini unutmuşlardı. –