Arap Yarımadasının ilk risaletlere özgü bir yer olmasının sebebi nedir Neden İdris´in, Nuh´un, Hud´un, Salih´in ve İbrahim´in risaletlerine özgü bir mahal olmuştur İbrahim, Kabe-i Muazza-mayı inşa etmek üstünlüğüne sahip kılınmıştır. Şuayb peygamber de Arabistan beldelerinden biri olan Medyen´de risaletle görevlendirilmiştir. Musa peygambere gelen ilahi risalet nurunun kıvılcımları da Arabistan da parlamıştır.
Sonra eziyet gören Yahudiler neden Arabistan´a göçmüşlerdir
Bu sorulara üç şık içinde cevap vereceğiz:
1- Arap ülkeleri delilsiz ve kasıtlı hareket eden, insafı elden bırakıp gerçeklere yüz çeviren bazı kimselerin iddia ettikleri gibi, vahşi beldeler değildirler. Buralar saf zeka ve nefislerin beldesi-dir. Semaları nasıl saf ve temiz ise, nefis ve zekaları da o kadar saf ve temizdir. Mukavemet gücü ne kadarsa emre itaat etme ve isteğe uyma gücü de o kadardır. Eski çağlarda bile Arap ülkelerinden daha medeni ülkelerin bulunduğunu iddia edebilecek bir kimse yoktur. O zamanlar batı ülkeleri vahşi insanların yaşadıkları yerlerdi. Mesela Vandallarla Saksonlara ve diğer kavimlere Hıristiyanlıktan Önce medeniyet ulaşmamıştı. Hıristiyanlığı tahrif etmelerinden ve asli mecrasının dışına sürüklemelerinden sonra da medeniyet, batıya ulaşmamıştı. Buna karşın doğuda eski medeniyetler filizlenmişti. Doğu, medeniyetlerin ve dinlerin, aynı zamanda peygamberlerin beşiğiydi. Doğunun en saf ve en temiz mıntıkası olması bakımından Arap Yarımadası, diğer doğu ülke-rine nisbetle medeniyetlerle, din ve peygamberleri daha fazla kucaklamıştır. Allah´ın risalet nurları bu yarımadada parlamıştı. Kenaniler diyarı ile Babil toprağı ve diğer çevredeki mıntıkalar da din ve medeniyetleri bağrında barındırmıştır. Yemen, Bahreyn ve ötesi de bu özelliği itibariyle, Arabistan´dan sayılırlar.
2- Ahalisinin zeki ve müstakim kalpli olmasıyla birlikte, bazen inhirafa uğramış olsa da, Arap Yarımadası´ndaki insanların akıllan sağlam ve müstakimdir. Buradaki insanlar, hep birlikte mazideki şiddetli, saldırgan kavimlerin vahşet ve tecavüzüne karşı mukavemet etmiştir. Bu insanları ikna etme hususunda peygamberler başlagınçta mukavemet görmüşlerdi. Böyle olunca dinler, iki sağlam ve müstahkem kalenin içine girmiş olmaktadırlar. Bu kalelerden biri Arabistamn coğrafî yapısıdır. Yabancı milletler buraya kolay kolay saldırıp içindeki din ve diyaneti söküp atamazlar, ikinci kale ise, burada yaşayan Arapların nefisleridir. Bu nefisler iman ettikleri takdirde* düşmana karşı direnir ve imanından güç alırlar. Nefisler müstakim olup güçlü oldukları takdirde sahibi oldukları milletlerin ahlakı, diğerlerine göre temayüz eder. Akıllar sapsa bile, sonunda düzelip istikamet sahibi olabilirler. Ama kalpleri sapıtır, perdeleri örter, nefisler doğru yoldan saparsa, artık bu nefislere, Allah´ın kendisine rahmet edip destek verdiği kimseden başkası ulaşamaz ve hükmedemez.
İki güçlü imparatorluğun arasında bulunan arapların durumunu siz düşünün. Bu imparatorluklar, hakimiyetlerini etrafa yaymışlardır. Çevredeki ülkeler, bu ülkelerde, özellikle Arap ülkelerinde sert ve metin yürekler görmüşlerdir. Bu yüreklerin sahipleri yakıcı güneşin ışığı altında granitleşmişler ve bu ışıklar onlara güçlü bir azim vermiştir. Bu nedenle gece ve gündüz, hayatın Öldürücü darbelerine karşı göğüs gerebilmişlerdir. Sözü edilen iki güçlü imparotorluğun, Arap ülkelerine nüfuz edememesi bundandır.
3- Araplarda huy ve ahlak kuvveti vardı. Cömert, eli açık ve müsahamakar kimselerdi. Kendilerini iyi bir şekilde yönetebilen kimselere itaat ederlerdi. Arap, asidir; ancak kendisini güzelce yönetebilen kumandana itaat eder. Hattab oğlu Ömer hazretleri halifelik görevini üstlendiği zaman, Arapların nefislerini çok güzel bir şekilde tasvir etmiş ve şöyle demiştir: “Arap, serkeş deveye benzer. Ama kumandanı onu nereye süreceğini ve sevkedeceğini iyi bilmelidir.”
Görülüyor ki, Araplarda üç unsur vardır. Bu unsurları sayesinde onlar, birinci derecedeki hak davetçileri olmuşlardır:
1- Onlardaki ilk unsur, nefis kuvvetidir. Direnen kimselerdir. Kolay kolay teslimiyet arzetmezîer. Bu unsur, ihlash oldukları için hendeğe atılıp yakılan Hıristiyan muvahhidlerde de görülmüştü. Tübba1 hükümdarı onları dinden çıkarmaya zorladığında, onlar dinlerinden vazgeçmemiş ve sonuçta hendeğe atılarak yakılmışlardı. Fakat buna rağmen Tubba´ hükümdarı amacına ulaşamamış, istediğini elde edememiştir.
2- Araplardaki ikinci unsur ise nefsi ve ruhi safiyettir. İdrakleri kuvvetlidir. Cahiliyet devrinde bile bu unsuru muhafaza etmişlerdir. Sadakatli kimseler olup doğru sözlüdürler. Yöneldikleri işi ihlasla yaparlar.
3- Üçüncü özellikleri ise, asilikleridir. Zillet içinde emre itaat etmezler. Ama kendilerine doğru yol gösterilir ve serbestiyet tanınırsa, doğru hükme tabi olurlar. Fakat zorlanırlarsa, isyan ederler. Peygamber Efendimiz risaletle görevlendirildiğinde, onlardaki bu karekterler gün yüzüne çıktı. İslam´ın nuru karanlıklar ortasından parlayarak insanlara yolunu gösterdi.