Kureyşin bütün genç kızları, Abdülmuttalib oğlu Abdu-llah´a eş olmak için can atıyor ve Abdullah´ın doğuracakları çocuklarının babası olmasını arzuluyorlardı. Yirmi yaşına iffetli olarak ulaşmıştı. Asla zina etmemiş, kötülüğe yöneldiği görülmemişti. Her zaman iyilik taraftarı olmuştu.Babasının, onun üzerinde itaat hakkı vardı. Ama babasına günah olmayan hususlarda itaat etmesi gerekiyordu. Çünkü o, babasıyla bir arada yaşamış olduğundan dolayı, ondan ayrılamaz ve ona muhalefet edemezdi. Babasının en sevdiği oğluydu. Babası onun için eş olarak Veheb´in kızı Amine´yi seçmişti.
Amine´nin babası Veheb, Abdumenef bin Zühre´nin oğluydu. Zühre, Kusay´ın kardeşi ve Kilab´ın oğluydu. Babası, Zühreoğulları kabilesinin efendisiydi. Nitekim Abdulmuttalib de, Kusay oğullarının efendisiydi. Sonra da, bütün Mekke´nin tartışılmaz lideri olmuştu. Çünkü o, övgüyle söz edilebilen bir kimseydi. Kureyşliler arasında akıllı ve mantıklı bir şekilde hareket ederdi. Asla zorbalığa ve baskıya yeltenmezdi. Evet bu genç, hısımlıkta babasıyla ortak olmuştu. Çünkü her ikisi de, Veheb bin Zühre oğulları kabilesine mensup kadınlarla evlenmişlerdi.
Abdulmuttalib, Veheb kızı Hale ile evlenmişti. Hale, Amine´nin amcasının kızıdır. Abdulmuttalib, oğlu Abdullah için eş olarak Amine´yi seçmişti. Amine, Abdul-muttalib´in zevcesinin amcasının kızıydı. Zevcesinden Abdulmuttalib oğlu Hamza doğmuştur.[1] Abdulmuttalib´in oğlu Hamza, İslam uğruna cihad vererek şehitlerin efendisi unvanını kazanmış bir şahsiyettir. Evet, Abdülmuttalib´in zevcesinden, Hamza´dan başka Zübeyr bin Avvam´ın anası Safiye doğmuştur. Zübeyr, Re-sulullah (sav) in en yakın dostu olmuştu. Bu nedenle Abdulmuttalib oğlu Hamza şu üç bağ nedeniyle kendisini peygamber efendimize bağlamıştı.
1- Peygamber efendimizin amcasıydı.
2- Peygamber efendimizin annesinin amcasının oğluydu.
3- Peygamber efendimizin süt kardeşiydi.
Bütün bunların ötesinde o, Peygamber efendimizi, Mekke´de iken Kureyşli müşriklere karşı koruyan iki amcasından biriydi. Peygamber efendimizi yakın akrabalık nedeniyle değil, Muhammedi risaîete olan imanı ve Allah yolundaki cihadı nedeniyle müdafaa eden ikinci amcası olmuştu. Bu nedenle de gerçekten şehitlerin efendisi unvanını alma hakkına sahip olmuştu.
Abdulmuttalib kızı Safîye´de de, kendisini Resulullah´a bağlayan iki akrabalık bağı vardı. Bunlardan biri asabelik bağı, diğeri de zu- rahimlik bağıydı. Çünkü Safîye, Peygamber efendimizin halasıydı. Aynı zamanda anasının amcasının kızı, Hale´nin kızıydı. Zorluk ve rahatlık dönemlerinde Peygamber efendimizle beraber olmuştu. Onda Abdulmuttalib ailesinin şecaat ve kahramanlığı vardı.
Peygamber efendimizin soyu ile, Zühre oğullarının soyu, Ki-lab´da birleşir. Araplar bu zata Kilab adını vermişlerdir. Tarihçi-lerse, kendisindeki hikmetten dolayı ona Hakim adını vermişlerdir. Evet, Zühre oğulları, Kilab´da Peygamber efendimizin soyuy-la birleşmekle birlikte, Haşim oğullarına karşı muhalif değillerdi. Onlara, kendilerini ne cahiliyet, ne de İslamiyet döneminde düşmanlığa sürükleyecek bir rekabet gösterisinde bulunmuyorlardı. Aksine onlara yardımcı, destekçi ve dost oluyorlardı. Bunu da nefislerine hükmeden bir baskıdan dolayı değil fakat kalplerini birbirine bağlayan sevgiden dolayı yapıyorlardı.
Haberlerde nakledildiğine göre, Kilab, yakın zamanda Ku-reyşliler´den bir peygamberin geleceğine inanan kimselerden biriydi. O, her cuma günü kavmine hitapta bulunarak onların dikkatlerini bu noktaya çekerdi. [2] Eğer bu haber doğruysa, bu, bizi şu noktaya götürmektedir. Kilab, İbrahim peygamberin dinine sımsıkı sarılan bir kimseydi. İsmail oğullarından gelecek olan peygambere inanan kimselerden biri idi. Diyebiliriz ki onun Allah inancına, cahiliyet putperestliğinin izleri bulaşmıştır. Bu özellik, Araplar´m akıl sahibi çoğu kişilerinde bulunan bir özelliktir. Onların ahlak ve himmet sahiplerinde de bu izlere rastlamak mümkündür. Örneğin Abdulmuttalib ve ondan sonra da Mekke´nin lideri, Resulullah´m koruyucusu Ebu Talib de bu özelliğe sahipti.
Amine, annesi Berre binti Abdulaziz bin Osman bin Abdüddâr bin Kusay yoluyla Peygamber efendimizin soyuna katılmaktadır. Bilindiği gibi Kusay, Peygamber efendimizin dedelerindendir.
Nakledilen bazı haberlerde görüldüğü üzere, ortaya şöyle bir soru atılmaktadır. Peygamber efendimizin babası Abdullah´ın, Amine´den başka bir zevcesi var mıydı Amine´den önce veya sonra evlendiği başka bir kadın bulunuyor muydu
“Siret” adlı eserin sahibi ibn îshak şöyle der: “Anlatıldığına göre Abdullah, Veheb kızı Amine” ile birlikte yaşayan ikinci karısına uğrayarak onu yatağına davet etmişti. Fakat Abdullah´ın, uğraştığı iş dolayısıyla üstü çamurla lekelenmişti. Kadın ondaki çamur lekelerini görünce, yatağına gitmekte gecikmişti. Abdullah onun yanından çıkıp yıkandı ve üzerindeki çamur lekelerini temizledi. Sonra Amine´nin yanına gitti ve yeniden o karısına uğradı. Bu defa da karısı onu yatağa davet etti ama Abdullah, onun yatağına gitmedi. Amine´nin yamna gidip onunla birlikte kaldı. Böylece Amine, Muhammed (sav)´e hamile kaldı. Bundan sonra Abdullah, diğer karısının yanına gitti ve ona: “Yatağa gelecek mi-sin “diye sorunca, karısı şu cevabı verdi: “Hayır. Önce bana uğradığında almnda beyaz bir nur parçası görmüştüm^ Seni yatağa davet ettim. Fakat yanıma gelmedin. Gidip Amine´yle buluştun.” [3] Biz bu haberi reddediyoruz. Abdullah´ın, Muhammed´in anası Amine´den başka bir kadınla evlenmediğine inanıyoruz. Muhammed, yaratıkların en hayırlısı ve bu kainatta parlayan ilahi bir nurdur. Biz bu gerçeği kabul ediyoruz. Çünkü:
1- Bu, sadece İbn İshak´ın rivayet ettiği bir haberdir. Bu haber, sahih hadis kitaplarında yer almamıştır. Eğer Abdullah´ın, Amine´den başka bir zevcesi olsaydı, bu, herkesçe bilinen meşhur bir haber olur ve diğer kitaplarda da nakledilirdi. Nitekim Abdul-muttalib´in müteaddit evlilikleri konusundaki haberler, kitaplarda yer almıştır. Her zevcesinden doğan çocukları ve nesebinin beyanı belirtilmiştir. Yaratıkların efendisinin babası Abdullah, önemsiz bir kimse olmadığı1 için, eğer birden fazla evliliği olsaydı, bu bilinirdi. Halbuki Abdullah´ın şerefi -Muhammed´in (sav) babası olması nedeniyle- Abdulmuttalib´inkinden daha yüksektir.
2- Bu mevhum evliliğin ne zaman yapılmış olduğu da bildirilmemektedir. Eğer gerçek ise, bu evliliğin durumundan da haberimiz yoktur. Sonucunun neye vardığı anlatılmamıştır. Bu genç yaşında ne diye ikinci bir evlilik yapmış olsun Bu konuda hiçbir şeyin anlatılmamış olması, bu haberin doğru olmadığını göstermektedir. Zaten bu garip bir haberdir.
3- Siyer kitaplarında anlatıldığına göre, söz konusu kadın, Abdullah´a, kendisiyle temasta bulunması için teklifte bulunmuş fakat aralarında bir evlilik bulunduğuna dair herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Abdullah da onun bu talebini reddetmiştir. Önceki sayfalarda naklettiğimiz iki meşhur beyit, onun helalden başka bir şeyi kabul etmediğini dile getirmiştir. Ancak namusunun, üstünlüğünün, aile şerefinin cevaz verdiği helaîa yönelmiştir. Buna daha önce de işarette bulunmuştuk.
4- Bu rivayet, batıllığını kendi içinde taşımaktadır. Çünkü burada anlatıldığına göre, karısı olduğu söylenen kadın, çamura bulanmış olan Abdullah´ın isteğini kabul etmemiştir. Oysa makul olan, kocası tarafından çağrılan kadının, kocasının isteğini yerine getirmesidir. Oysa kadın, Abdullah´ın yıkanıp temizlenmesini istemiş, yoksa kendisiyle yatağa girmeyeceğini bildirmişti. Abdullah ise, onun bu şartına uyarak gidip yıkanmış ve temizlenmişti. Ami-ne´nin yanına uğradıktan sonra, o kadının -ki o da kendisinin iki eşinden biri olmalıydı- yanma uğradığında, artık o, kendim Abdullah´tan alıkoymamalıydı. Abdullah´ın alnında görmüş olduğu bir nur parçası nedeniyle onunla yatakta yatmaya razı olduğu nasıl söylenebilir Eğer onunla yatağa girmeye razı oluşunun sebebi bu ise, Abdullah´ın ilk istediği anda, elbisesindeki çamur nedeniyle onunla yatmaktan imtina etmiş olması düşünülemez. Eğer o kadın, Abdullah´ın alnındaki nuru kendi rahmine intikal ettirme düşüncesinde idiyse, Abdullah´ın üzerindeki çamur lekeleri onun bu düşüncesini gerçekleştirmesine engel teşkil etmemeliydi.
İşte bu mülahazalar gözönünde bulundurulduğu takdirde, bu rivayetin temelde çelişik unsurlar taşıdığı görülmektedir. Dolayısıyla bu rivayet, baştan sona reddedilmesi gereken bir rivayet durumuna düşmektedir.
——————————————————————————–
[1] İbn Kesir, c. 2, s. 251.
[2] İbn Kesir, el-Bıdaye Ve´n-Nıhaye, c. 2, s. 2
[3] Ibn Hisara, Siret, c. 1, s. 157.
Amine´nin Yüksek Nitelikleri
Kendisi hakkında nakledilen haberlerden de anlaşıldığı üzere Amine, yüksek sıfatlarla muttasıf idi. Çok sabırlı ve mütehammil bir yaratılışa sahipti. Yücelik ve üstünlük sıfatlarında iffetli Meryem´e benzerdi. Cenab-ı Allah´ın onu, beşeriyetin efendisi Muham-med (sav) e anne olarak seçmiş olması, iffetli Meryem´i, Mesih peygamber için ana olarak seçmesine benzemektedir.
Sabırlı oluşunda, evlilik fitnelerinden uzak, kainattaki en büyük risaletin sahibine hamile kalışı hususlarında da, iffetli Meryem´e benzemektedir.
Çağındaki bütün genç kızların evlenmek istedikleri bir genç olan Abdullah´la evlenmişti. Ama bu evliliği çok kısa sürmüştü. Bazı tarihçilerin anlattıklarına göre bu evlilik üç gün, ya da üç ay sürmüştür. Bundan sonra Abdullah, zevcesini evde bırakmış ve aile efradının geçimini temin etmek üzere Kureyşlilerin yanına gitmiş, onlardan hurma almıştır. Yolculuk sırasında babasının dayıları olan Neccar oğullarının yanına uğramış ve orada vefat etmiştir.
Bu sabırlı ana, genç kocasından ayrılmanın acısına sabırla katlanmıştı. Evliliğin daha ilk zamanlarında, ailesinin geçimini sağlamak üzere gurbete çıkan kocasının yokluğuna razı olmuştur. Çünkü Abdullah, ailesim´n geçimini temin etmek için Neccar oğullarının yanına gitmişti. Faziletli ve erdemli bir kadın, kendi kavmine faydalı olmak, onların durumunu düzeltmek uğruna kocasının gurbete çıkmasına ve sevdiklerinden ayrı kalmasına katlanır. Kısa bir süre evli kaldıktan sonra, kocası gurbete gitmiş ve sevgili yavrusu Muhammed´i kocası yanında bulunmadığı bir sırada doğurmaya sabır ve metanetle rıza göstermişti. Abdullah´ın zevcesi olma şerefiyle yetinmiş, kocasından mahrum olmayı bu onurla yetinerek kabul etmişti. Sevgili yavrusu Muhammed (sav)´in doğumuyla gönül sevincine ulaşmış, kocasından ayrı olmanın mihnetleri biraz daha hafiflemişti. Gurbetteki kocasıyla yeniden kavuşacakları umudunu hep içinde taşımıştı. Fakat şanı yüce ve her şeye gücü yeten Allah, onu imtihan etmek istemişti. Bu sebeple de kocasını gurbette iken vefat ettirmişti. Amine, Rabbi´nin emrine rıza göstererek, bu acıya büyük bir sabırla göğüs germiş ve çocuğunu yalnız başına terbiye etmeye çalışmıştı.
Muhammed (sav) süt emme çağını geride bıraktıktan sonra, annesi yük ve denklerini bağladı, çocuğuyla birlikte Medine´ye doğru yola çıktı. Çölleri ve vahaları aştı. Öyle zorluk ve meşakkatlerle karşılaştı ki, buna ancak sabırlı kimseler dayanabilirdi. Kocasının kabrini ziyaret etmek üzere, Medine´ye geldi. Hayattayken bütün bakışları üzerinde toplayan sevgili eşinin mezarını ziyaret etmek istiyordu. Hikmet sahibi Allah´ın takdiri, bu isteğinin gerçekleşmesini uygun görmedi. Bütün bu mihnetler karşısında o, sükûnet ve sabır içinde Allah´ın takdirine boyun eğmiş ve rıza göstermişti: “O (Allah), yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardır” (Enbiya: 23)
Kocasının mezarının civarında en azından üç yıl müddetle bekledi. Kendisi için çok güzel olan günler geçirdi. Çünkü sevgili kocasının yakınında idi. Bununla yetinmiş ve-kalbine sükûnet gelmişti. Sabırlı idi. Adı gibi güvenilir bir Amine idi. Kavmi gibi şerefliydi. Mayası gibi asil idi.
Rivayetlerden açıkça anlaşıldığına göre o, yavrusunu Mekke eşrafı olan kavminden uzak tutmak istememişti. Yavrusunu dedelerinden ayrı tutmak niyetinde değildi. Onu her zaman kendi nefsine tercih eder ve üstün tutardı. Mekke´ye götürüp dedelerine teslim etmek maksadıyla, yine zorluklara ve meşakkatlere katlanmayı göze aldı. Mekke yoluna düşerek çölleri ve vahaları ka-tetmeye başladı. Beraberinde, yol zahmeti hususunda kendisine yardım edecek bir cariyesinden başka kimse yoktu. O nurani çocuğunun bakımı hususunda kendisine cariyesinden başka yardım eden bir kimsesi yoktu. Ama bütün bu zorluklara, büyük bir fedakarlıkla katlanıyor ve sevgili yavrusuna olan tutkunluğundan dolayı bu zahmetleri göze alıyordu. Yolda iken vefat etti. Ebva denilen, Mekke ve Medine arasındaki köye defnedildi. Ruhunu Rabbi-ne teslim ederken, geride en kıymetli varlığı olan yavrusunu bırakıyordu. Yavrusuyla vedalaştı. Nitekim daha önce de yavrusunun babasıyla vedalaşmıştı. Yavrusunun babasıyla vedalaşırken, o kıymetli varlığı olan kocasını, ebediyet yoluna uğurlamıştı. Ama şimdiki vedalaşma, öncekinden farklıydı. Çünkü bu defa kendisi ebediyet yoluna giderken, geride sevgili yavrusunu hayatın zorluklarıyla başbaşa bırakıyordu. Beraberinde bulunan cariyesiyle birlikte yavrusunu Allah´ın himaye ve gözetimine havale ediyordu. Allah da onun yavrusunu gözetim ve kontrolü altına alıp himaye etti. Nitekim yavrusu, büyük dedesinin yanma, ailesine kavuştu. Artık o, Abdulmuttalib´in koruması altındaydı.
Bu sakin ve sabırlı mücahideye bakmak için burada kısa olarak durmamız gerekmektedir. Amine´nin Meryem gibi iffetle yaşamış olduğunu söylerken şöyle bir yorum yapmamız gerekmektedir. Amine, karnında bu kainatın varlık sırrını taşıması ve onu koruması bakımından, iffetli Meryem´e benzemektedir. Ancak, meleklerin, Meryem´e: ´Allah seni alemlerin kadınlarına üstün kılıp seçti sözü, Amine için söylenmemiştir. Zekeriyya peygamber Meryem´i gözetim ve bakımı altına almış, onu mabede yerleştirmişti. Veheb´in kızı Amine ise, normal geleneğe uyarak kocasının akrabaları tarafından ailesinin büyüklerinden istenmiş ve evlenmişti. Allah´ın hükmü ile o temiz bir nefis sahibi olarak Muham-med (sav)´ın emanetini rahminde taşımış ve bu emaneti Allah´ın gözetimi altında muhafaza etmişti. Bu görevini eksiksiz ve kusursuz bir şekilde yerine getirmişti. Kendisine, emanetin kutsallığını bildiren bir kimse olmadığı halde, ruhundaki tabii şevkle bunu sezmiş ve duygularıyla anlamıştı.