Amine hatun, hoşuna gittiği kadar Neccaroğullarınm yanında ikamet etti. Ancak Haşimoğullarmdan ve Muhammed´in temiz yürekli dedesi, koruyucusu Abdulmuttalib´in uzağında kalmak da istemiyordu. Bu nedenle Mekke´ye geri dönmeyi gerekli gördü. Mekke´ye dönmek için yol hazırlığına başladı ve nihayet yola koyuldu. Ancak Mekke´ye gitmekte iken Ebva denilen, Mekke ile Medine arasında fakat Medine´ye daha yakın bir mevkide vefat etti. Nitekim Ravzul Enf adlı eserin sahibi de böyle der. Anasının vefat etmesi üzerine Muhammed, hem babadan, hem anadan yetim kaldı. Ama Cenab-ı Allah Onu insanlığa hak yolunu gösterecek bir önder olarak koruyacaktı. O, insanlığı rahmete davet edecekti. Rahmet peygamberiydi. Çünkü insanlara karşı merhametli olmak, insanın yaşantısı esnasında çektiği kişisel elem ve acılardan doğar. Ancak zayıflığın ve kimsesizliğin acısını tadan kimseler zayıf kimselere merhamet ederler. Yetimlik kadar bir zayıflık düşünülebilir mi İşte Muhammed, yetim kalmıştı. İnsanlara kaba davranan kimselerin çoğunluğu, refah içinde yaşayan ve hayatın nimetlerinden lezzet alan kimselerdir.
Muhammed´in arınmış ve iffetli anası vefat etmişti. Artık o, hayata atılmak çağına da gelmişti. Annesinin şefkatinin tadını almıştı. Onun lütufkarlığını hissetmişti. Muhammed, annesinin tüm varlığı olmuştu. Annesi onunla sevinip ferahlamışlı. Evliliğinin ilk günlerinde kaybettiği kocasının sevgisini, yavrusuna vermişti.
Daha önceleri ana rahminde iken Muhammed, babasını kaybetmişti. Baba şefkatini, dedesi Abdulmuttalib´de görmüştü. Bu nedenle babasızlığı hissetmemişti. Çünkü babasını görmemiş ve bilmemişti. Bu hal ile hayata yönelmişti. Görüp bilmediği ve tanımadığı, ama kaybettiği babasının yokluğunu, dedesi Abdulmut-talib ona hisettirmemişti. Fakat artık bilinçlenmiş, olayları kav-rayabilen bir çocuk haline gelmiş iken anasını kaybetmişti. Analık şefkatinin tadını aldıktan sonra annesinden yoksun kalmıştı. Şefkatli annesinin sevgisinin yerini tutacak bir şeyi kalmamıştı. Artık Muhammed, hissettiği her şeyini yitirmiş ve yalnız kalmıştı. Anasına tutkun idi. Ondan yoksun kalma acısına maruz kalmıştı. Ama bu acı ona sabretmeyi Öğretmişti.
Muhammed´in annesine tutkunluğu artmıştı. Ancak bununla birlikte sabrı da artmıştı. Tutkunluk ve sabır.. Her ikisi birbirine karşıt olan duygular. Muhamed ile cariye, garip olarak çölde kaldılar. Yol engebeli, mesafe uzaktı. Fakat bu mesafeyi kat etmeleri gerekiyordu. Gurbet acısıyla anasını kaybetme acısı ve memleketten uzak olma burukluğu bir araya gelmişti. Fakat bu iki insanı Cenab-ı Allah kendi himayesine alarak korudu. Muhammed, sabrı ve acılara karşı dayanmayı öğrenecekti. İlahi gözetimin ve rabbani inayetin altındaydı. Bütün bu durumlar, ileride insanları hakka davet ederken karşılaşacağı zorluklarda kendisi için ruhi ve manevi bir azık olacaktı. Müşriklerin ve şirkin baskısına, saldırısma karşı göğüs gerecekti. Zayıflığını hissettiği zaman, Allah´a sığınarak eziyetlere karşı direnecekti.
Annesini kaybettikten sonra kendisini Mekke´ye götüren ve bakıcılığını üstlenen, bir bakıma annesinin yerini alan, Habeşli bir cariye olmuştu. Her ne kadar annesinin şefkatini kendisine tam olarak veremediyse bile yine de onu himayesine almıştı.
Peygamber efendimizin temiz yaşantısının Habeşli bir cariye ile irtibatlandırılmış olması, Allah tarafından O´na bahşedilen insani bir azıktır ki, Peygamber efendimiz insanların eşit olduklarını hissetsin ve üstünlüğün güzel davranışla elde edilebileceğini, insanların şovlarıyla övünmeleri yoluyla elde edilemiyeceğini anlasın. Muhammed´in küçücük bir çocuk iken muhtaç olduğu bakıcının, Habeşli bir cariye olmasında yüce hikmetler saklıdır. İnsanların birbirlerine eşit olduklarına, şerefin ancak fayda ve şefkatle elde edilebileceğine dair rabbani bir terbiyeyi alması için Ce-nab-ı Allah onu Habeşli bir cariyenin himayesi altına bırakmıştı. Her ne kadar öz anasınınki kadar değildiyse de analık sevgisini kendisine tattıran kadının Habeşli bir cariye olması, garip karşı-lanmamaîıdır. Bu cariye, Allah´ın yardımı, kendisinin şefkat ve himayesiyle Mekke´ye götürmüş ve çocuğu dedesine ulaştırmıştı. Cenab-ı Allah o küçücük çocuğu, ileride kölelere yardımcı olsun ve insanların köleleştirilmesine engel olsun diye habeşli bir cariyenin himayesine tevdi etmişti. Sahabilerden birinin diğerine “Ey siyahinin oğlu !” diyerek hakarette bulunduğunu duyduğunda öfkelenmesi ve aşırı şekilde gazapianması, garipsenmemelidir. Bu gibi durumlarda yüksek sesle ve şiddetli bir tonla şöyle uyarıda bulunmuştur: “Ölçek taştı (yani yeter artık) ölçek taştı, ölçek taştı. Beyazın oğlunun siyahın oğluna üstünlüğü, ancak takva iledir. Mahammed beyazın oğludur. Ama siyahi biri onun bakıcılığını yaptı. Böylece Muhammed her ikisinin oğlu oldu.”
Muhammed anne sevgisini tattığı gibi anadan ayrı kalmanın ızdırabmı ve hasretini de tattı. Bu nedenle gelişip büyüdükten, erişkin bir erkek olduktan, Allah´ın peygamberi olma şerefine nail olduktan sonra anasının mezarını ziyaret etti. Ravzul Enf adlı eserde şu ifadelere rastlamaktayız:
“Bir hadiste anlatıldığına göre Rasulullah (sav) annesinin Eb~ va´da bulunan mezarını ziyaret etti. O kadar ağladı ki (yanında bulunanları da) ağlattı.”
Bu sahih bir hadistir. Başka bir sahih hadiste de onun şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
´´Anamın mezarını ziyaret etmek için rabbimden izin istedim. Bana izin verdi. Gidip ziyaret ettim. Anam için istiğfarda bulunma iznini rabbimden istedim, ama bana bu izni vermedi.”
Bezzar´m müsnedinde Büreyde´den rivayet edilen bir hadiste anlatıldığına göre peygamber efendimiz, annesi için istiğfarda bulunmak istediğinde Cebrail (as) göğsüne vurmuştu. Ve O´na: “Müşrik biri için istiğfarda bulunmal” diyerek uyarıda bulunmuştu. Bunun üzerine Peygamber efendimiz de üzgün bir halde geri dönmüştü.
Bunu doğrulayan bir başka hadiste anlatıldığına göre adamın biri, Peygamber efendimize gelerek:”Ya Rasulullah! Babam nerededir 1´ diye sorunca peygamber efendimiz ona: “Doğrusu babamda baban da ateştedirl” diye seslenmişti.Fakat biz kendimiz peygamber efendimizin ebeveyni hakkında böyle bir şey söyleme yetkisine sahip değiliz. Çünkü Rasulullah (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Ölüler sebebiyle dirilere eziyet etmeyin .” Peygamber efendimiz bu sözü kendi nefsinde hissettiği için o adama söylemiş olabilir. Bir rivayete göre o adam, Peygamber efendimize: “Ya senin baban nerededir ” diye sorduğu için peygamber efendimiz ona böyle cevap vermiştir. Ma´mer bin Raşit, yukarıdaki hadisi bundan başka bir lafızla rivayet etmiş, ancak bu rivayetinde “Doğrusu babam da baban da ateştedirl” sözünü nakletmemiştir.
İşin aslına bakacak olursak Muhammed (sav)´in ebeveyninin ateşte olduğunu bildiren rivayet, hem mana, hem sened bakımından gariptir. Zira Cenab-ı Allah bir ayeti kerimede şöyle buyurmuştur:
“Biz, elçi göndermedikçe (hiç bir kavme) azap edecek değiliz ” (İsra:15)
Muhammed (sav)´in ebeveyni fetret devrinde, peygamberlerin bulunmadığı bir dönemde yaşamışlardı. Şu halde onlara nasıl azap edilecektir ! Doğrusu bu, dini gerçeklere aykırı bir durumdur. Ebeveyninden biri, peygamber efendimizin dünyaya gelmesinden önce vefat etmişti. Diğeri ise Peygamber efendimizin ri-saletle görevlendirilmesinden Önce henüz bir çocuk iken vefat etmişti. Bu nedenledir ki peygamber efendimizin ebeveyninin ateşte olduğunu bildiren rivayet, senedinin garipliğinden ve manasının hakikatten uzak oluşundan dolayı merduttur. Peygamber efendimizin istiğfarda bulunmaktan sakındırılışına gelince bu, ebeveyni için istiğfarda bulunmasına gerek kalmadığndan dolayıdır. Çünkü hayatlarında iken ebeveyni, ilahi teklife muhatap olmamışlardı. Zamanlarında, Allah tarafından gönderilen bir peygamber mevcut değildi. Peygamber efendimizin, ebeveyni için istiğfarda bulunmaktan sakındırılması, İbrahim peygamberin, kendi babası için istiğfarda bulunmaktan menedilişine benzemektedir. Çünkü İbrahim peygamberin babası, bizzat İbrahim peygamberin risale tine muhatap olmuştu. O, Allah´a iman etmek ve putları inkar etmekle mükellef kılınmıştı.
Doğrusu Abdullah ile Amine´nin ateşte olduklarını düşündüğüm zaman kulağımı ve zihnimi çok zorladım. Fakat bir türlü buna aklım yatmadı. Çünkü genç ve sabırlı Abdullah, babasının adağının yerine getirilmesi için boynunu bıçağa uzatmış ve canını feda etmeye razı olmuştu. Kureyşliler O´nu kurban olmaktan kurtarmak için fidye vermek istediklerinde O, kurban olmaya razı olmuştu. Lehviyattan, laubalilikten ve boş şeylerden uzak dururdu. Güzel bir kadın kendini O´na arzettiği zaman o, “Harama gitmektense ölürüm daha iyi!” demiş ve o güzel kadını reddetmişti. Bir peygamberin davetine muhatap olmadığı halde ne diye ateşle azaplandırılsın ! Oysa ki Cenab-ı Allah peygamber göndermeden insanları azapladirmıyacağmı bildirmiştir. Oysa ki hayattayken her hangi bir risalet mevcut olmadığı gibi her hangi bir peygamber de gönderilmiş değildi.
Kocasından ayrılıp sevgiden mahrum kalan, fakat buna rağmen sabreden, şefkatli ve sabırlı anası Amine´ye gelince; o, çocuğunu yetim ve yoksul bir halde dünyaya getirdi, yine de sabretti. Yavrusunu alıp dayılarının yanma Yesrib´e götürürken de kaderine razı olmuş, sabretmişti. Akıllı bir kimse, böylesi bir kadının ateşe girmesini düşünebilir mi Halbuki o zaman kendisini hidayete iletecek bir risalet ve onu ilahi birliğe yöneltecek bir çağrı da yoktu.
Muhammed Mustafa´ya olan sevgimden dolayı değil -bu her ne kadar yeterli bir sebepse de- hakikate olan aşkımdan dolayı fikrimi zorladım. Amine´nin başından geçen olaylar, o sabırlı kadının ateşle cezalandırılmasını düşünmeme engel oldu. Her ne kadar meleklerin teselli verici hitaplarına mazhar olmamışsa da o iffetli kadını, Isa peygamberin annesi bakire Meryem´e benzettim.
Rivayetlerden anlaşıldığına göre peygamber efendimiz annesinin mezarına her uğradığında gözünden yaşlar akarmış. Bunda ayıp karşılanacak bir durum yoktur. Zira peygamber efendimiz birhadis-i şeriflerinde: “Ağlamak rahmandan, bağırıp çağırmak-sa şeytandandır” demiştir. Ravilerin anlattıklarına göre o, annesinin Ebva köyünde bulunan mezarına uğradığı zaman ağlamış, beraberinde bulunanları da ağlatmıştır. Tezkire adlı eserinde Kurtubi şöyle der:
“Ebu Bekir el Hatip, Sabık ve Lahik Nasih ve Mensuh adlı eserinde kesin bir ifadeyle, ayrıca Hafız Ömer bin Şahinde aynı mahiyetteki ifadelerle Hz. Aişe´nin şöyle dediğini aktarmışlardır: Resulullah (sav) Veda haccında bize de haccettirdi. Annesinin mezarına uğradı. Mezarın yanma giderken hüzünlü ve gamlı olup ağlamaktaydı. O´nun ağlayışından dolayı ben de ağlamaya başladım. Sonra deveden inip gitti. Giderken de, “Ey Humeyra biraz dur” dedi. Ben de devenin üzerinde bulunan hevdecime yaslanıp uzun süre bekledim. Sonra yanıma sevinçli ve güler yüzlü bir halde döndü. Kendisine dedim ki: “Anam babam sana feda olsun ya Resulullah, sen benim yanımdan inip mezara giderken hüzünlü ve gamlı bir şekilde ağlıyordun. Ağlayışından dolayı ben de ağladım. Ama şimdi sevinçli ve güler yüzlü bir halde yanıma döndün bunun sebebi nedir ya Resulullah ”
Bana şöyle cevap verdi: “Anam Amine´nin mezarına gittim. Onu diriltmesini Cenab-ı Allah´tan diledim. Allah da onu diriltti ve Amine bana iman etti.”
Peygamber efendimizin annesiyle babasının diriltilmiş olduklarına dair bazı haberler rivayet edilmiştir ki, bu haberlerin senedlerinde tanınmayan kişilerin adları geçmektedir. Biz bu konudaki rivayetlerin sahih senedli oldukları görüşünde değiliz. Ancak Ravzul Enf adlı eserin sahibinin söylediklerine de katılıyoruz: “Allah her şeyi yapmaya kadirdir. O´nun rahmeti ve kudreti herhangi bir şeyden aciz değildir. O´nun peygamberi (sav) ise Allah´ın dilediği lütfuna özel olarak mazhar olmaya ehil ve layıktır. Allah´ın dilediği nimetine nail olmaya ehil ve layıktır. Bu da onun üstünlük ve yüceliğindendir.
Hafız İbn Kesir, bu konuda bir çok hadisler rivayet etmiş, bunlarda gariplik bulunduğunu ifade etmiştir. Ayrıca Hz.Aişe´den rivayet edilen haberi de nakletmiştir. Şöyle ki: “Resulullah (sav) Rabbinden, ebeveynini diriltmesini dilemiş, rabbi de her ikisini diriltmiş ve ikisi de Muhammed´e iman etmişlerdir.´*
Sonra Hafız İbn Kesir bu hadisin gerçekten münker olduğunu ifade etmiştir. Her ne kadar bu gibi işleri Cenab-ı Allah´ın yapması mümkünse de sahih hadislerde bu olayla çelişik olan ifadeler görülmektedir.” [1]
Bu konuda rivayet edilen haberleri inceledikten sonra Özetle deriz ki: Muhammed (sav)´ın annesi ile babası fetret devrinde yaşamışlardı. Her ikisi de kendilerinden sonra oğullarının getirmiş oldukları şeriatın Öngördüğü hidayet ve güzel ahlaka yakın kimselerdi. Peygamberlerin bulunmadığı bir dönemde yaşadılar. Kur´ani naslara ve sahih hadislere müracaat ettiğimizde annesiyle babasının ateşte olmalarının mümkün olmayacağına dair bir inanca sahip oluruz. O´nun sabırlı, gayretli ve yavrusuna tutkun olan annesine ateş dokunmaz! Çünkü ateşte yanmaya müstahak olduğuna dair bir delil mevcut değildir. Aksine onun ve aynı zamanda da Abdulmuttalib tarafından kurbanlık olarak seçilen kocası Abdullah´ın, Övgüye layık kimseler olduklarına dair delliler mevcuttur.
Biz bu sonuca sadece Resulullah sevgisinden değil -her ne kadar biz onun sevgisini temenni ediyorsak da- aklın, mantığın ve fıtrat kanununun hükmü gereğince vardık. Seri delillerle maksatlar bizi bu sonuca götürdüler.
——————————————————————————–
[1] ibn Kesir, el-Bıdaye Ve´n-Nihaye, c. 2, s. 281. –