Muhammed (sav) öksüz olarak doğdu ve Öksüz olarak yaşadı. Sonra Cenab-ı Allah ona çalışma kolaylığı verdi. Emeğinin kazancım vererek ihtiyacım giderdi. Koyun otlattı, sonra ticaret yaptı. Sonra Cenab-ı Allah, onun rızkını genişletti. Halinden memnun olan vefakar bir kadım ona eş olarak seçti. Böylece zevcesi vasıtasıyla kişiliğini daha da olgunlaştırdı. Zevcesini mükemmel bir ana yaptı. Hayat çöllerini katetme hususunda birbirleriyle anlaştılar. Birbirlerini tamamlayarak mükemmelleştiler. Hatice, şerefli ve servet sahibi bir kadındı. Muhammed (sav) ise güçlü, güvenilir, çalışkan ve mükemmel bir erkekti. Kendi güvenilirliği dolayısıyla Hatice daha zenginleşti. Erkekliğiyle onu himayasi altında tuttu. İyi niyeti ve temiz kalpliliğiyle Hatice´nin malım hayır ve berekete yöneltti.
Daha önceleri iki kat ücretle Hatice adına çalışıyor ve ticaretle uğraşıyordu. Bu fazla ücretinden memnundu. Hatice´nin malı da, Muhammed (sav)´in elinde, başkalarının çalıştırmasına nisbetle daha çok kazanç sağlıyordu. Muhammed, şükreden bir kuldu. Eğer bu şekilde çalışmasını devam ettirseydi, hem Hatice´nin malını, hem de başkalarının malını çalıştırmış olacaktı. Böylece cenab-ı Allah ona daha fazla kazanç ve rızık verecekti. Fakat Muhammed (sav), Hatice´nin malında ücretsiz olarak çalışmayı uygun gördü. Buna karşılık ondan, paradan başka bir şey istiyor, ço-cuklarınına anası olmasını arzu ediyordu. Çünkü Hatice, şerefli bir kadındı. Muhammed onu kendisi için zevce olarak seçmişti. Böyle yapmakla da Kureyş içinde en mükemmel ve en üstün kadını tercih etmişti. Cenab-ı Allah ise, sıkıntılı zamanlarında Muhammed ´e teselli etmesi için Hatice´yi ona eş olarak seçmişti. Güzel sözlerle, şefkatiyle, sevgisiyle, sıkıntılı zamanlarında Muhammed ´e teselli verecekti. Onun büyük imtihanını başarıyla vermesine yardımcı olacaktı. Muhalifleri onu üzüyorlardı. Onu üzmeleri, Cenab-ı Allah´ın ağrına gidiyordu. Muhammed, yanma varıp teselli bulacağı bir insana muhtaçtı. Aym zamanda kendisini koruyacak bir kimseye de ihtiyacı vardı.
Nuh´un ve Lut´un eşleri, bu iki salih peygambere yardım ellerini uzatmamışlardı. Muhammed (sav)´ın zevcesi Hatice ise, diğer bütün kadınlardan daha üstün bir mevkiye ulaşmıştı. Kocasına´ ilham veren, ona iyilikte bulunan, onu seven, ona şefkat gösteren ve onun için çocuk doğuran bir kadın olmuştu. Muhammed (sav), dışarıda Kureyşliler´den düşmanlık, eza ve cefa görüyordu. Evine döndüğünde ise serinlik ve esenlik buluyordu. Hayatının baharında, muhtaç olduğu şefkat kaynağı olan annesini ve onun merhamet duygularını kaybetmişti. Ama Cenab-ı Allah, Hatice´yi, eş, çocuklarına ana ve hayat arkadaşı olarak ihsan etmişti.
Cenab-ı Allah, öksüzü zengin kıldı. Daha önce yoksuldu, ama sonraları zengin oldu. Zengin olduktan sonra o haddini aşarak zorbalığa yönelmedi. Nefsî arzularına uyup sefahata dalmadı. Hayatı, oyun ve eğlence olarak görmedi. Malını daha fazla arttırmaya ve malıyla övünmeye başlamadı.
Bunların hiçbirini yapmadı. Çünkü bunlar, ancak tek amaçlan mal edinmek olan kimselerin işidir. Bunları, malı, insanlar için yardım ve hayır vesilesi edinmeyenler yaparlar. Muhammed (sav) ise, malı bir amaç ve maksat olarak kabul etmemiştir. Malı ile övünmek ve malım daha fazla arttırmak istememiştir. Hayatının hiçbir döneminde onun böyle bir vasfa sahip olduğu hiç kimse tarafından görülmemiştir. O, malı ancak güzelliklere bir vesile olarak elde etmiştir. Hayır yapmak, muhtaca yedirmek, zamanın musibetleri karşısında insanlara yardımcı olmak için elde etmiştir. İhtiyaç içinde gördüğü herkese mutlaka yardım elini uzatmıştır. Muhtaç olduğunu gördüğü kimselerin ihtiyaçlarını gidermiş ve aç kimseleri mutlaka doyurmuştur. İhtiyaç hissedilen yerleri araştırmış ve gedikleri kapayıp onarmıştır.
Küçüklüğünde kendisini koruyup besleyen sevgili amcası Ebu Talib´in sıkıntı ve yoksulluk içinde olduğunu gördüğünde, amcası Abbas´ın yanına giderek -Abbas zengin idi- ona: “Ebu Talib´in sıkıntısını hafifletmek için çocuklarının bazısını alabilir miyim ” diye sormuş. Bunun üzerine ikisi birlikte Ebu Talib´in yanına giderek, ona bunu teklif etmişler, Ebu Talib de: “Akil´i benim yanımda bırakın ve diğerlerinden hangisini isterseniz alın” demiş. Bunun üzerine Peygamber (sav) efendimiz Ali´yi, Abbas ise Cafer´i yamna almıştı. Böylece Ali, Peygamber (sav)´in evinde yetişerek, adeta peygamber oğlu sayılmıştır.
Muhammed (sav)´in çevresinde bulunan herkes onun yardımından, lütfundan ve ahlaki güzelliklerinden istifade etmiştir. Adeta o, semerlerini ve hayrını insanlara dağıtarak genel bir hayır yapmak ve bol lütuila bulunmak için Hatice´nin malının başına geçmiştir.
Kureyşliler helal alış veriş ile para kazandıkları gibi, faizcilikle de para kazanıyorlardı. Bu ikisini birbirine benzetiyor ve alış veriş de faiz gibidir, diyorlardı. Oysa Muhammed (sav), helal ticaretle uğraşıyor, günah yollarından kazanç sağlamıyordu. Elde ettiği helal kazanç ile muhtaçlara ve düşkünlere yardım ediyor, onların imdadına koşuyordu. Bununla birlikte kazancı yine bollaşıyordu.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir: “Muhammed (sav) niçin az ile başladı ve ticaretini bol kazanç ile sona erdirdi ”
Buna şöyle cevap veririz: Muhammed (sav)´in, peygamberlikten önceki insani yaşantısı her bakımdan kamil bir yaşantıydı. Sevincinde, tasasında, genişliğinde, kıvancında, darlığında ve bolluğunda her zaman olgun bir hayat yaşamıştır. Yoksulluk ve fakirlik onu ezip zelil kılmamıştır. Aksine o, onurlu, insanlığa yakışır bir sabır ve kanaat göstermiştir. Kazanmak için gücünü bilemiş; yoksulluğun dar geçidinden çalışma gücüyle çıkıp kurtulmaya çabalamıştır. Yaşantının zorluklarından, geçimin darlıklarından, gönül zenginliği ve kanaatkarlığıyla çıkıp kurtulmaya gayret etmiştir. Yoksuldu, ama civanmert ve alicenap bir insandı. Emeğiyle kazanmaya yönelirdi. Yoksulluk halindeyken dahi: “Rabbim bana ihanet etti” dememiştir. Zayıflarla birlikte yaşamış, onların zayıflıklarım hissetmiştir. Düşlerin ve hayallerin peşine takılmamıştır.
Sonra Cenab-ı Allah onu malı ile imtihan etmiştir. Allah´ın bahşetmiş olduğu hayrı başkalarına da ulaştırmıştır. Malının hakkından gelmesini bilmiştir. Nasıl kazanacağını, nasıl sarfe-deceğini öğrenmiştir. Sedece helal ve temiz yollardan kazanmış, yine helal ve temiz yerlere harcamıştır. Kazanırken de, sarfeder-ken de hep faydalı olmuştur. Kazancı temiz, harcaması da temiz olmuştur.
Temiz kazancın umumi fayda getiren yollardan elde edilebileceği, sosyal bakımdan sabittir. Ziraat, temiz kazançtır. Çünkü ziraat yapan insan, bu işi ile başkalarına gıda ve giysi temin etmektedir. Yerden çıkan ekin ve ürünleri insanlara ulaştırmaktadır. Emek ve almteriyle kazanılan kazanç, elbette temizdir. Çünkü bunda faydalı sanatlar ile insanlara gelen bir fayda sunulmaktadır.
Ticaret yoluyla elde edilen kazanç da temizdir. Çünkü ticaret yapan insan, başkalarının gidemiyeceği yerlere gidip mal getirmekte, insanlara sunmakta, yeryüzünün hayır ve bereketini yeryüzü sakinlerine taksim etmektedir. Bu hayır ve bereketten hiçbir ülke mahrum bırakılmaz. Hiç bir maddi güç,”ticareti önlemez.
Sonuç olarak, Abdullah oğlu Munammed (sav) bi´setten önce insani yaşantısı bakımından; yoksul iken de yoksullar ve zayıflar gibi yaşayan şükredici zenginlere ideal bir örnek olmuştur. O her iki durumda da gönül zengini olmuştur!
Kazanç sağlama işi yoluna girdikten, yani mal sahibi olduktan sonra Peygamber efendimiz, kazanmış olduğu paralarla sefahata yönelmedi. Zevklerin peşine düşmedi. Haddi aşmadı. Mürüvvet ve güzel ahlakla çelişen haramdan uzak durdu. Helal dışı şeylere karşı zühdünü gösterdi. Daha doğrusu zahid bir insan oldu, ama kendini helal şeylerden mahrum bırakmadı. Güzel ve helal şeyleri istedi, ama bunların esiri olmadı. Çünkü tutkunluk insanı bazen şehvetlere ve haramlara sürükler.
Burada bir başka hususu da ele almamız gerekiyor. Şöyle ki: Alicenab kimse, malı ancak, ahlaki güzelliklere ve insan oğluna yapılacak yardımlara destek olabilmek için kazanır. Bu gibi kimseler cahiliyet vehimlerinden, kinlerinden ve çekişme sebeplerinden uzak dururlar. Hayatın tam ortasında oldukları halde, konfora yönelmezler. Kainatı, kainattaki şeyleri ve kainatta bulunan kimseleri incelerler. Fizik ötesi alemlerdeki varlığın sırlarını araştırırlar. Putperestlikten ve onunla ilgili şeylerden uzak durur, bu gibi şeylere tapmaya karşı çıkarlar. Birtakım vehimlere teslim olmazlar. İşte Peygamber efendimiz de böyle bir şahsiyete sahipti. Asla puta secde etmezdi. Kötülükler, asla O´nu yoldan çıkarmadı. Aksine o, güvenilir, temiz ve barışçı bir insandı. Bedenen güçlüydü. Adaleleri gevşek değildi. Mekkelilerin en güçlü inşam olan Rükane´yle güreşir, onu yenerdi. Fakat zorbalık ve haksızlık yapmazdı. Herhangi bir kimseye haksızlık ettiği görülmemişti. Hiç bir mahluka zulüm elini uzatmamıştır. Kimse ile çekişmemiş ve tecavüzde bulunmamıştır. Çünkü bunlar, O´nun sanma yakışmazdı. Haddini aşmadı, büyüklük taslamadı, zorbalığa yel-tenmedi.
Musa peygamber güçlü ve kuvvetli bir insandı. Nakillere göre o, İsrailli birine zulmeden Mısırlı bir adamı yumruklayarak öldürmüştü. Çünkü o Mısırlı, İsrailliye zulmetmişti. Bu sebeple Musa, o Mısırlıyı öldürmüştü. Musa´nın onu öldürmesi, bir zulüm sayılmazdı.
Öyle de olsa, Muhammed (sav)´in -dost veya düşman- hiç bir insana kaba davrandığı ve eziyet ettiği görülmemişti.
Hem Musa peygamberin, hem peygamberimiz Muhammed´in, kendilerine göre üstünlük ve faziletleri vardır. Cenab-ı Allah peygamberlerin bir kısmım diğerlerine üstün kılmıştır. Peygamber efendimizin gücü ve kuvveti hiçbir insanın aleyhinde kullanılmamıştır. Bilakis onun güç ve kuvveti Allah yolunda, insanlık uğrunda, sonra da tecavüze yeltenmeden milleti uğrunda kullanılmıştır.