Habeşli cariye Ümmü Eymen, Muhammed´i Ebva´dan alıp Mekke´ye götürdü. O temiz çocuğu, dedesi Abdulmuttalib´e teslim etti. İyi bir şekilde yaşamış olan Muhammed (sav), o zaman 6 yaşma varmıştı. Abdulmuttalib O´nu himayesine alıp yanında alıkoydu.Abdulmuttalib´in evinde bir sürü küçük çocuklar, genç erkek ve kadınlar vardı. Abdulmuttalib´in evinde Hamza ile Abbas da yaşıyorlardı. Orada Abdulmuttalib´in eşi ve annesinin amcası kızı Hale de vardı. Hale, aynı zamanda peygamber efendimizin akrabası da oluyordu.
Fakat öz anası gibi O´na bakması mümkün değildi. Kendi kocasının çocuklarına baktığı gibi Muhammed´e de bakması tabii ki imkansızdı. Öz anası değil daha çok teyzesi gibidiydi. Çünkü annesinin amcası çocuklarının bakıcısı ve sahibesi idi. Muhammed´e ayrı bir gözle bakmıyordu. Aksine şefkatle ve çocuklarına gösterdiği merhametle ona bakıyordu. Muhammed, o evde şefkat ve iyilik atmosferi içinde yaşıyordu. Öksüzlüğünün kahrına uğramadı. Ebeveynini yitirmekten dolayı ezilmişlik duymadı. Her ne kadar Hamza ile Abbas gibi izzet ve ikram görmediyse de yetimliğin ezilmişliği altında kalmadı. Fakat onlara yakın derecede bir ikram görüyordu. Gösterebildikleri kadar O´na şefkat gösteriyorlardı.
Dedesi Abdulmuttalib, onda ideal bir çocuk Özellikleri görüyordu. Abdulmuttalib´te, onun için iki sevgi birleşmişti. Biri ölümün kısa sürede alıp götürdüğü babasının sevgisi, diğeri de babasını temsil etmekte olan çocuğun sevgisi. Bu nedenle Abdulmuttalib O´nu hep kendi yakınında tutardı. Yetim kimse, kendi tabiatı ica-bınca hep yalnızlık hisseder. Başkalarından uzak durur. Şerefli ve ulu dedesi, bu yalnızlığın sevgili JMuhammed´in gönlüne olumsuz yönde etki yapmasından korktu. Bu nedenle de onu daha fazla kendine yaklaştırdı ki, hep onunla beraber olsun. İbn İshak´ın Si-ret adlı eserinde şöyle denmektedir:
“Abdulmuttalib için Kabe´nin gölgesine minder serilirdi. Çocukları, Abdulmuttalib´in gelip minder üzerine oturmasından Önce başkaları gelip burmasınlar diye adeta bekçiler gib minderin etrafında otururlardı. Peygamber efendimiz de ele avuca sığmaz bir çocuk olup, dedesi mindere oturmadan önce gelip kendisi otururdu. Amcaları O´nu minderden uzak tutmak için yakalar ve geri çekerlerdi. Bunu gören Abdulmuttalib: “Oğluma ilişmeyin! Allah´a andolsun ki, o büyük bir insan olacaktır.” derdi. Sonra Muhmmed´i yanına alarak beraberce minder üzerinde otururlardı. Eliyle sırtını sıvazlar ve Muhammed´in yaptığı işleri görünce sevinip hoşlanırdı.”
Abdulmuttalib O´na özel olarak şefkatini gösterilirdi. O´nu doğrudan doğruya kendine mensup kılardı. Abdullah´ın oğlu demezdi de, benim oğlum derdi ki, Muhammed onunla ünsiyet kursun ve O´na yakın olsun. Ayrıca Abdulmuttalib´in oğulları arasında yalnız olduğunu, onlardan aşağı mertebece bulunduğunu hissetmesin, yetimliğin kahrını duymasın diye Abdulmuttalib mecliste hep O´nu üstün tutardı, O´na özen gösterirdi. Kısacası Allah, Muhammed´in sevgisini Abdulmuttalib´in gönlüne yerleştirmişti.
Öksüzlere bakan kimselerin en çok korktukları şey, öksüzün yalnızlık hissetmesi ve dolayısıyla insanlardan uzak durmasıdır. Hikmetli şefkatli ve alicenab dedesi Abdulmuttalib, bu öksüzün (Muhammed´in) gönlüne ünsiyet ruhunu aşılıyordu. Abdulmuttalib, sağlam karekteri ve ileri görüşlülüğü nedeniyle Muhammed´in ileride büyük bir insan olacağını sezinlemişti. O´nun büyük bir insan olacağını kanıtlayan harika halleri rüyasında görmüştü. Ayrıca O´nun tavırlarında da bu belirtileri görebiliyordu. Halime´nin yanındayken köyden onunla ilgili olarak gelen haberler de bu hususu teyid etmekteydi. Naklettiğimiz haberlerden de anlaşıldığı gibi Abdulmuttalib, Muhammed´den büyük iyilikler ve yücelikler beklediğini dili ile ifade ediyordu. Bu konuda İbn İs-hak şöyle demektedir:
“Amine hatun vefat edince dedesi Abdulmuttalib, Muham-med´i yanına aldı. Kendi çocuklarına göstermediği şefkati ona gösterdi ve O´nu bağrına bastı. Hep yanında bulunur ve kendine yaklaştırırdı. Yalnız kaldığı zaman Muhammed gidip dedesinin yatağının üzerine otururdu. Amcaları onu oradan çekip almak istedikleri zaman,dedesi Abdulmuttalib şöyle derdi: “Oğluma ilişmeyin o bir devlet kuracaktır .”[1]
Bu evde atan bir başka yürek daha vardı. Bu yürek bütün sevgisini, analık şefkatini Muhammed´e vermişti. Muhammed´in şahsında Amine hatunu görüyordu. Tıpkı anası gibi O´nu şefkat kanatlarının altına almıştı. Ebva köyünde garip kalan Muham-med´i Mekke´ye getirerek dedesine teslim etmişti. Bu atan yüreğin sahibi Ümmü Eymen idi. Abdulmuttalib, bu kadına çok güvenirdi. Muhammed´i, kendisi sefere gideceği zaman bu kadına teslim eder ve onun gözetimine bırakırdı. Muhammed´e olanca titizlik ve özeni göstermesi için teşvikte bulunur ve şöyle derdi: “Ey Ümmü Eymen! Oğlumdan gafil olma, onu gözden ırak tutma, O´nu sidreye yakın çocuklar arasında görüyorum. Ehl-i kitap, oğlumun bu ümmetin peygamberi olacağına inanmaktadır.”
Abdulmuttalib, Muhammed´e çok şefkat gösterir O´nu kendine arkadaş bilirdi. Aşın denecek kadar sevdiğinden dolayı onsuz yemek yemezdi. İlla da oğlumu yanıma getirin, derdi. Onlar da gidip Muhammed´i dedesine getirirlerdi. Fakat Cenab-ı Allah, bu çocuğu sevdiklerinden üçüncü kez yoksun bırakarak sınayacaktı. Ölüm, daha önceleri babasını alıp götürmüştü. Babası, yavrusunu görme sevincine ulaşamamıştı, ikinci defasında da Ölüm, anasını alıp götürmüştü. Taze bir fidan olan annesinin şahsında analık şefkatini hissetmemişti. Fakat ölüm, yemyeşil bir dal olan anasını soldurup kurutmuştu. Üçüncü defasında da şerefli dedesinin, ölüm nedeniyle kendisini bırakıp gittiğini yaşayacaktı. Böylece hem uzak hem yakın babasını kaybetmişti. Ağıtçıların sözlerini işittiğinde kaybettiği dedesinin yüceliğini ve mertebesinin üstünlüğünü hissetmişti. Dedesinin Ölüm döşeğinde yatmakta olduğunu ve ölümün kendisine yaklaştığım görünce, onu ne kadar sevdiğini iyiden iyiye anlamıştı. Abdulmuttalib´in kızları, mersiyeler diziyor ve ağıtlar yakıyorlardı. İbn İshak diyor ki: “Abdulmuttalib ölmek üzere olduğunu hissetiğinde kendisine ağıt ve mersiye dizmeleri için kızlarına emir verdi. Kızları mersiye okurlarken kendisi de inliyordu.”
Bu rivayetten anlaşıldığına göre Abdulmuttalib, Ölüm döşeğinde iken dahi ihtiyarlık nedeniyle bunaklığa düşmemiştir.
——————————————————————————–
[1] İbn Kesir, el-Bidaye Ve´n-Nihaye, c. 2, s. 282. –