Görülüyor ki, Kureyşliler Kabe-i Muazzama´ya büyük özen göstermekteydiler. Onu yüceltir ve üstün tutarlardı. Çünkü kendi şeref ve üstünlüklerini Kabe vasıtasıyla elde etmişlerdi. Onu korumak ve bakımını yapmak hususunda titizlik gösterirlerdi. Bu hususta ileri giderek, ibrahim peygamberin yapmış olduğu hac menasikine aykırı davranışlarda bulunmuşlardı. Kabe´ye lüzumundan fazla tazimde bulunmuşlardı. Ona olan bağlılıklarının ifrat derecesine varmasından ötürü Arafat gecesinde dahi Kabe´nin yanıbaşından ayrılmamaya karar vermişlerdi. Kabe´yi tavaf ederken “Hims” denilen bir aba giyerlerdi.
“Biz Harem´in çocuklarıyız, Allah´ın bey tinin yanıbaşında ikamet edenleriz. ” derler ve Kabe´yi bırakıp Arafat´a gitmez, orada vakfe yapmazlardı. Halbuki Arafat´ta vakfe yapmanın, ibrahim peygamberin şiarlarından biri olduğunu biliyorlardı. Ibn Kesir onların böyle yapmalarına gerekçe olarak şu hususları anlatmaktadır:[1]
“Onlar icad etmiş oldukları yoz bidatların dışına çıkmazlardı ihramda iken sütten yağ ve çökelek çıkarmaz, içyağı kullanmazlardı. Kıldan dokunmuş çadırların altında gölgelenirlerdi. Ih ramda oldukları müddetçe hacılarla umrecilerin, sadece Kureyş-liler´in hazırladıkları yemekleri yemelerini zorunlu kılarlardı. Yine hacılarla umrecilerin, ancak Kureyşliler´in hazırladıkları giysiler ve abalar içinde tavaf etmelerini mecburi hale getirmişlerdi. Kabe´yi tavaf edecek olan bir şahıs, -kadın olsa dahi- Kureyşli-ler´le Kinane ve Huzan kabilelerine mensup kimselerin hazırlamış oldukları tavaf giysisini bulamadığı takdirde çıplak vaziyette tavaf etmek mecburiyetinde kalırdı. Bu durumda kalan bir kadın, elini kendi tenasül organının üzerine kapatarak Kabe´yi tavaf eder ve tavaf esnasında şöyle derdi: “Bugün, tenasül organımın bir kısmı ya da tamamı göründü. Fakat bundan sonra görünmesine müsaade etmeyeceğim.” Bir kimse Kureyşliler´le Kinane ve Hu-zaalılar´ın hazırlamış olduğu tavaf giysisisini bulduğu halde onı giymeyip kendi elbisesi ile Kabe´yi tavaf ettiği takdirde, tavaf sonrasında o elbisesini çıkarıp atması, ondan artık hiç yararlanmaması gerekirdi. O elbiseden ne kendisi ne de başkaları faydalanamaz ve dokunamazdı. Araplar, o elbiseye “laky (atılmış)” adını verirlerdik
Kureyşliler´in Kabe-i Muazzama´ya karşı gösterdikleri taassuptan bazı örnekleri sunmuş olduk. Onlar, hac ibadetini Kabe-i Muazzama´yı ziyaret etmekten ibaret saymışlardı ki, bu da onların Kabe´ye karşı taassuplarından başka bir şey değildi. Öyle ki, İbrahim peygamberin hac konusundaki prensiplerim unutmuşlardı. İbrahim peygamberin şeriatine göre Hac ibadetinin eda edilmiş olması için Arafat´ta vakfe yapmanın yanı sıra, Kabe´yi tavaf etmekde gerekirdi. Haccm rükünlerinden biri olan tavafın sınırlı bir vakti yoktur. Sene içinde herhangi bir zamanda tavaf edilebilirdi.
Nübüvvet görevini almadan önce Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.)´in, Kureyşliler´in gelenek ve davranışlarını taklit etmeyişi, aksine vakfe yapmış olması, peygamberliğin gerçekliğini destekleyen olağanüstü hallerdendir. Şüphesiz ki onun Kureyşliler´e uymayarak İbrahim peygamberin dinine göre hac ibadetini eda etmiş olması, yüce Allah´ın kendisine bağışladığı Rabbani bir husus ve ilahi bir ilhamdı. Cahiliyet yaşantısını sürdüren Arapların yolundan yürümemiş, aksine yapılması gerektiği şekilde Kabe-i Muazzama´yı tavaf etmiştir.
Kureyşliler´in ticari faaliyetlerinin iki noktada göze çarptığı anlaşılmaktadır:
1- Hacılar, sadece Kureyşliler´in hazırlamış oldukları yiyecekleri yiyebilirlerdi. Bu da Kureyş´in ticaretini desteklemek içindi. Tavaf giysilerinde de durum aynıydı.
2- Mekke´ye komşu bulunan beldelerde ticari panayırlar kurulmazdı. Sadece Mekke´de kurulurdu. Şüphesiz bu hususta da bir çok aşırılıklar vardı. Normal olmayan taklit ve gelenekler vardı. Çünkü kabilelerden bazıları tavafa özgü giysiyi bulamadıkları takdirde Kabe´yi -kadın da olsalar- çıplak vaziyette tavaf ederlerdi. Hatta kadınlardan bazıları, mahrem yerlerini elleriyle kapatır, öylece Kabe´yi tavaf ederlerdi. Onlar, bu hükümlere mecburen tabi olduklarını düşünürlerdi. Halbuki İslamiyet bunu kesinlikle reddetmiş ve konuyla ilgili olarak yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: “Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize böyle emretti.” derler.
“Allah kötülüğü emretmez, de. Allah´a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz ”
De ki: “Rabbim bana adaleti emretti. Her mescidde yüzlerinizi ona doğru tutun ve dini yalnız kendisine has kılarak O´na yalva-rın. ilkin sizi yarattığı gibi yine ona döneceksiniz.”
(O) bir topluluğu doğru yola iletti, bir topluluğa da sapıklık müstahak oldu. Çünkü onlar, şeytanları Allah´tan başka dostlar tuttular ve kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlar.
Ey Ademoğulları her mescid(e gidişinizjde süs(lü, güzel elbiselerinizi (üzerinize) alın;yeyin için, fakat israf etmeyin; çünkü O, israf edenleri sevmez.
De ki: “Allah´ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti ” De ki: “O, dünya hayatında inananlarındır. Kıyamet günü de yalnız onlarındır.” işte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz.
“De ki: “Rabbim, ancak kötülükleri, gerek açığını gerek gizlisini, günahı ve haksız yere saldırmayı; hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah´a ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi haram etmiştir .” (Araf: 28-33).
Cebrail (a.s.)´m inmesinden sonra Muhammed (s.a.v.) cahiliyet pisliklerinden nefret edip kaçardı. Müşrikler, bu yaptıklarını Ce-, nab-ı Allah´ın emretmiş olduğunu iddia etseler de bu pisliklerden uzak dururdu. O, puta asla secde etmemiş, fuhşiyat ve levhiyat ir-tikab etmemiştir. Cahiliyet devri gençlerinin içine düştüğü bataklıklara düşmemiş, asla içki içmemiş ve kesinlikle kumar oynamamıştır. Kureyşliler´in içine düştükleri rezaletlere karşı, hakka inanan bir kimsenin vakarı ile protestoda bulunmuştur. Risaletle görevlendirilişi konusuna girmeden önce şunu belirtelim ki; 35 yaşına varmış bulunan Resulullah efendimizin peygamberlikle görevlendirilmesinin zamanı yaklaşmıştı. Alemlere rahmet olarak gönderileceği kırk yaşına merdiven dayamak üzereydi. Onun kutsal risalet vazifesini kendisine tevdi edilmesini anlatmadan önce iki hususa işaret etmek istiyorum:
1- Resulullah efendimizde peygamberlik Özellikleri olgunlaşmıştı. Dolaysıyla mükemmel ahlakını açıklamamız kaçınılmazdır.
O, bütün insanlık için bir ahlak örneğiydi. Allah tarafından gönderilen bir resul olmadan önce de o, ahlak bakımından melekleri andırmaktaydı. Onu meleklerden ayıran yegane Özelliği, irade sahibi oluşuydu, insani bakımdan mükemmel bir beden ve yaşantıya sahipti. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah onu, ümmiler arasında ümmi olarak doğan seçkin bir peygamber olması için mükemmel bir şekilde terbiye etmişti.
2- Risaletle görevlendirilmesinden önce de ibadetle iştigal eder ve derinden derine düşünürdü, “Allah, peygamberliğini nereye (ve kime) bırakacağını daha iyi bilir.” (Enam: 124).
——————————————————————————–
[1] İbn Kesir, el-Bidaye Ve´n-Nihaye, c. 3, s. 305.