Kuşkusuz yüce Allah’ın insanı Sünnet-i seniyye’yi yaşama ve koruma konusunda başarılı kılması, Hazret-i Peygamberin yaşadığı bir hayat tarzını ona nasip etmesi, İlahi nimetlerin en büyüğüdür. Nebevi çizgide yaşamayı prensip edinen, dünyada mutlu bir hayat süreceği gibi ahirette de Allah’a yakın olan kullardan olur. Nebevi Sünnet, Hazret-i Peygambere (sav.) nispet edilen söz, fiil, davranış, tavır ve hareket ile ahlaki ve fiziki özelliklerinin tamamıdır.
Şüphesiz, Allah Resulü (sav.), kendisinin yolundan yürüyüp Sünnet-i Seniyye’yi takip etmemiz konusunda bizi teşvik etmiş, Sünnet’inden ayrılmamamız konusunda bizleri uyarmıştır.
Şariye oğlu Ebu Nuceyh (r.a.) rivayet ederek diyor ki, Allah Resulü (sav.) bizlere kalpleri ürperten ve gözleri ıslatan bir vaazda bulundu. Biz, “Ey Allah’ın Resulü, bu sanki bir veda konuşmasıydı.” dedik. Buyurdu ki, “Allah’tan (c.c.) korkmanızı tavsiye ediyorum, takvalı olunuz, başınızda köle bir yönetici dahi olsa itaatkar olunuz. Uzun süre yaşayacak olanlarınız pek çok tefrikayı görecektir. Benim ve raşid halifelerimin çizgisinden ayrılmayınız. Sünnetime sıkı sıkıya sarılınız, adeta azı dişleriniz ile sıkıca bağlanınız.” ( Ebu Davut, 4607 ; Tirmizi, 2676 ; İbni Mace, Sahih )
Buradaki azı dişi ifadesi, sımsıkı bağlanmayı ifade eder. Ebu Davud ve Tirmizi bu hadisi, “sahih ve sünen” diyerek rivayet etmişlerdir. Raşid halifelerden maksat, hakkı tanıyıp uygulayan ve doğrudan ayrılmayan halifeler olup Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali’ (r.anhüm) dir.
Hazret-i Peygamber (sav.) ile Raşid halifelerin çizgisini takip etmediğimiz, yollarında yürümediğimiz, Sünnet-i Seniyye’ye tabi olmadığımız, Allah’ın (c.c.) hoşnut olduğu ahlak ile ahlaklanmadığımız ve Allah’ın ipine, Kuran’ına sımsıkı sarılmadığımız sürece başarıya ulaşmamız mümkün olmadığı gibi, başka milletleri geçebilmemiz de düşünülemez.
Buna göre, İslam ümmetinin geri kalmasının, güçsüz duruma düşmesinin, toplumsal çöküntü yaşamasının, kargaşa ve kaoslar ile karşılaşmasının ve bireyleri arasında düşmanca yaklaşımlar bulunmasının gerçek sebebi, bu ümmetin Peygamber sünnetini terk etmesi ve Selef-i salihinin yolundan uzaklaşmasıdır.
Rivayet edildiğine göre İmam Malik (r.a.) şöyle buyurmuştur, “Bu ümmetin ilk kuşakları hangi sayede doğruyu bulup hakka kavuşmuşlarsa, son kuşakları da aynı ilke ve prensiplerle doğru yolu bulacaktır, ki o da, Hazret-i Peygamberin (sav.) yolundan ayrılmama, ilkesidir.”
Rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sav.) şöyle buyurmuştur, “Her kim benden sonra, ihmal edilmiş bir sünneti canlandırırsa, bu sünnetle amel edenlerin –sevaplarından herhangi bir şey eksilmeksizin-toplam sevapları kadar sevap kazanacaktır.” Bu hadis-i şerifi İbn Mace ve Tirmizi nakletmişlerdir.
İmam Gazali (k.s.) demiştir ki, “Şunu kesinlikle bilmelisin ki, bütün hal, hareket ve davranışlarda Sünnet’e uymak, Hazret-i Peygamberin (sav.) yolundan gitmek, yeme-içme, kalkıp oturma ve benzeri işler de dahil olmak, bütün yaşantısında Resulullah’ın çizgisini takip etmek –tek kelimeyle- mutluluğun anahtarıdır. Bu ittibanın sadece usül ve adaptan olması gerektiğini iddia etmiyorum, çünkü adapta ittiba zaten zorunludur. Sünnet’e uymanın her alanda olması gerektiğini ifade ediyorum. Nitekim Yüce Allah da, Hazret-i Peygambere hitaben buyuruyor ki, ‘De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin.’ ( Ali İmran,31 )Başka bir ayette de şöyle buyuruyor, ‘Allah Resulü, size neyi emrediyorsa onu yapınız, neyi yasaklıyorsa ondan kaçınınız.’(Haşr,7)”
Babam Şeyh Muhammed Hazretleri (k.s.) bazı geceler enstitüsündeki öğrencilerle bir araya gelir, onlara nasihatlerde bulunur ve onları şer’i ders kitaplarında okudukları ahkam ve sünnetleri tatbik etmeye teşvik ederdi. Bazen de bu konularla ilgili somut örnekler verirdi. Örneğin, derdi ki, “İlmihal kitaplarında okuduğunuz misvak sünnetini önce siz kendi nefsinizde uygulamalısınız. Böylece insanlar nezdinde de kabul görecek ve kendinizde uyguladığınız konularda halkın üzerinde etkili olacaksınız. Nitekim, Sadat-ı kiramı yüce makamlara ulaştıran ve onları insanlar arasında makbul ve saygın kılan Şeriat-i Muhammediye’yi tavizsiz uygulamaları ve Sünnet-i Seniyye’yi harfiyen uygulamalarıdır. Bu yüksek mertebelere sadece lafla değil ittiba ve uygulama ile ulaşmışlardır.”
Bir kez babam Şeyh Hazretleri (k.s.)şunu anlatmıştı: “Bir defasında Şeyh Alaeddin Haznevi (k.s.), babası Şeyh Ahmed Haznevi’ye (k.s.) gelmiş, elini öptükten sonra, ‘Babacığım, ne olursun bir defalığına da olsa Nebevi sünnetleri yapabilmem konusunda benim için dua eder misiniz?’ demiş.Bunun üzerine Şeyh Ahmed Hazretleri (k.s.), ‘Evladım, bu konu senin babanı bile aşar, sen nasıl yapabileceksin?’diye cevap vermiş.” Yani demek istiyor ki, senin baban bütün sünnetleri yerine getiremez. Tabii ki bu, muhteşem bir imanın göstergesidir. Allah Resulü’ne olan şiddetli muhabbet, O’nun sünnetlerini ısrarla uygulamaya yönlendirir.
Gerçekten de bütün sünnetleri uygulayabilmek kolay değildir. Ancak her müminden, özellikle ehl-i tarikten istenen ve beklenen önemli sünnetler vardır. Örneğin, cemaatle namaz kılmak. Bu çok güçlü bir sünnettir. Şöyle ki, herhangi bir köy ya da beldede cemaatle namaz kılınmazsa, Şeair-i İslamiye ilan edilmezse herkes sorumlu olur, hepsi günahkar olur. Bu durumda cemaatle namaz farz-ı kifayedir. Bir kısım insanlar bu görevi yerine getirdiğinde diğerleri de günahtan kurtulur. Sadece iki kişi dahi olsa cemaatle namaz kıldığında diğerleri de yükten kurtulur.
Bir başka sünnet de Kuran-ı Kerim’i okumaktır. Genel olarak bütün müminlerin özellikle de müridlerin Kelamullah’tan mahrum olmaması için günlük olarak Kuran okumaları gerekir. Diğer bir sünnet de farz namazlardan önce ve sonra kılınan müekked sünnetlerdir. Hatta özellikle Ramazanlarda, müekked olmayan sünnetlerin de ihmal edilmemesi gerekir. Sünnet-i Nebevi’yenin diğer bir tanesi kuşluk namazı, yirmi rekatlık teravih namazı, vitir namazı ve özellikle gündüzlerin kısa olup gecelerin uzun olduğu dönemlerde teheccüd namazıdır. Babam Şeyh Hazretleri kısa yaz gecelerinde salikler için teheccüd kolaylığı tanıyor ve müridlerin vitirlerini yatsıdan sonra kılmalarına hoşgörüyle bakıyordu.
Nebevi sünnetlerden bir tanesi de Arefe günü ile, Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu günlerinde oruç tutmaktır. Babam Şeyh Hazretleri ile kendisinden önceki Sadat-ı kiram bu oruçlar üzerinde ısrarla dururlardı. Çünkü bunların Allah (c.c.) katında büyük mükafatı vardır. Nitekim hadis-i şerifte Arefe günü orucu, bir sene önceki ve bir sene sonraki günahlara kefaret olur, şeklinde açıklanmıştır. Hatta babam der ki,“Şeyh Masum (k.s.) ve Şeyh Alaeddin (k.s.) amcaların bugünlerde, tıpkı Ramazan’daymışız gibi bizleri sahura kaldırırlardı.”
Kuşkusuz müslümanın Sünnet-i Seniyye’ye tâbi olması, Allah’a imanının göstergesi ve Peygamberi sevmenin kesin kanıtıdır. Allah Resulü (sav.) buyuruyor ki, “Nefsi, getirdiğim hükümlere uymadığı sürece herhangi biriniz iman etmiş sayılmaz.” Bu hadis sahih bir rivayetle Kitabu’l-Hucce’den bize intikal etmiştir.
Ariflerden birisi, “Günümüzde en büyük keramet, Sünnet-i Seniyye’ye tâbi olmak, ona sıkı sıkıya sarılmak, kolları sıvayıp her zaman sünnetteki hükümleri icra etmek, bidat ve bidatçılardan ve bidatı gönül hoşnutluğuyla uygulayanlardan uzak durmaktır.” demiştir.
Sünnet-i Seniyye’yi uygulama, koruma, Allah Resulü’nün çizgisini takip etme ve O’nu sevme konusunda bizi başarılı kılması için Allah’a yalvarıyoruz. Yüce Mevla, bizlere habibinin şefaatini ihsan etsin. Kevser havuzundan O’nun elinden, bir daha susamamak üzere, kana kana su içmeyi bizlere nasip etsin. Efendimizin ailesine ve ashabına sonsuz salat ve selam olsun.