Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd, Efendimiz Muhammed’e ve bütün al ve ashabına salat ve selam olsun. Kardeşlerim, babam Şeyh Hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardı : “Hazret-i Peygamber, Allah’ı, Peygamberini ve O’nun getirdiği dini ilkeleri sevmenin, imanın şartlarından olduğunu ifade etmiş ve birçok hadis-i şerifinde bu hususu açıklamıştır. Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Herhangi biriniz beni, kendi çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe iman etmiş sayılmaz.” Diğer bir hadis-i şerifte de şu açıklamayı yapmıştır: “Heva ve nefsiniz benim getirdiğim emirlere tabi olmadığı sürece hiç biriniz iman etmiş olmaz.” Şu halde kadın-erkek bütün müslümanların nezdinde Hazret-i Peygamberin ve getirdiği prensiplerin sevgisi bulunmak zorundadır.”
Allah Resulü (sav.), kendi ashabını sevgiye yöneltmiştir; çünkü insanın kurtuluş ve başarısında sevginin büyük bir rolü vardır. Peygamberi sevmenin, kişiyi Allah sevgisine ulaştıracağını beyan buyurmuştur. Hazret-i Peygamber, Hazret-i Enes’in naklettiği bir hadis-i şerifte muhabbet ehlini şöylece müjdelemiştir:
“Bir adam, Peygamber Efendimize kıyametle ilgili bir soru sordu ve, ‘Kıyamet ne zamandır?’ dedi. Hazret-i Peygamber cevaben o adama, ‘Kıyamet günü için ne hazırladın?’ dedi. Bunun üzerine adam, ‘Allah ve Resulü’nün sevgisi dışında hiçbir şey.’ cevabını verdi. Allah Resulü buyurdu ki: ‘Sen sevdiğinle berabersin.’ Yani, kıyamet gününde sevdiklerinle beraber bulunacaksın.” Hazret-i Enes diyor ki: “Biz Allah Resulü’nün, ‘Sen sevdiklerinle berabersin.’ sözüne sevindiğimiz kadar başka hiçbir şeye sevinmemişizdir.”
Aziz kardeşlerim, sevgiye işaret eden pek çok hadis-i şerif vardır. Allah ve Resulü’nün sevgisini tam anlamıyla elde eden sahabe-i kiram, bu sevgi ve fedakarlık sayesinde, çektikleri bütün bela, musibet ve sıkıntıların acısını unutmuşlardır. Hatta bu sevgi, onları canlarını, mallarını ve sahip oldukları her şeyi feda etmeye sevk etmiştir. Onlar da Allah’ın rızası uğruna sahip oldukları en değerli şeyi ve bütün varlıklarını Sevgilinin yoluna harcamaktan çekinmemişlerdir.
Gerçekte İslam bir takım amel ve sorumluluklardan ibarettir ancak İslam’ın ruhu sevgidir, muhabbettir. Muhabbetsiz amel ruhsuz ceset gibidir. İnsanların çoğu Allah’ı ve Resulü’nü sevdiklerini ileri sürerler ancak bu sadece dille ifade edilen sözde bir sevgidir. Dil ile söylemek kolaydır, kardeşlerim…
Bu yüzden, sevgisinde samimi olan kimsenin, nefsin aldatmacalarına kanmaması gerekir. Sevgisinde samimi olan insanın bu sevgisini, sevgilinin emrine uymak suretiyle ispatlaması gerekir. Çünkü sevginin bir takım belirtileri vardır; sonuç ve meyveleri dil, kalp ve organlar üzerinde ortaya çıkar. Sevgisinde samimi olup olmadığını ve sevginin kalitesini merak eden insan, nefsini denemeli ve sevgi ölçüleriyle imtihan etmelidir.
Sevginin pek çok belirti ve işaretleri vardır. Her şeyden önce sevgiliyi görme arzunu taşımak gerekir. Çünkü sevgilisini görme özlemi içerisinde olmayan hiçbir kalp düşünülemez. Şu halde Hazret-i Peygamberi seven kimse, O’nu görmeyi arzular. Allah’ı seven, Allah ile buluşmaktan hoşlanır. Bu yüzden gerçek sevgi sahibi olan muhabbet ehli hep: “Ya Rab, bizi nur-u cemalini seyretmekle onurlandır.” şeklinde dua etmişlerdir.
Cenab-ı Hakk’ın cemalini seyretmekten daha yüce bir makam, daha lezzetli bir nimet ve daha üstün bir şeref söz konusu değildir. Öyle ki, sevgiliye kavuşma yolunun sadece ölüm olduğunu bilen gerçek sevgi sahibi, ona ulaşmak için seve seve ölür. Çünkü bu durumda gerçek sevgi sahibi bilir ki, sevgiliye kavuşmanın yolu ölümden geçer. İşte bu kul, sevgiliye ulaşma yolundaki engel ve sıkıntılara aldırış etmez, tam aksine her şeyi tabii ve rahat görür.
Yani, Allah’ın emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınmak ona ağır gelmez. Zira o bilir ki, sevgiliyi hoşnut edip ona kavuşmanın yolu, Allah’ın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmaktan geçer. Diğer bir ifadeyle Allah’ı seven bu kul, O’na itaatkar olur. Allah’a itaatkar olan ise, O’na kavuşmayı şiddetle arzular. Kul, Rabbine kavuşmak isteyince, Allah da kulunu görmek ister. Nitekim Allah Resulü buyuruyor ki, “Kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanırsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanır. Kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.”
Sahabe-i kiram (r.anhüm) Allah’a kavuşmayı çok istiyordu. Cihad için çağrıldığında hemen koşuyor, “Allah’a kavuşmaya selam olsun!” diyorlardı. Nitekim onlar Allah’ın rızasını kazanmak ve O’na kavuşmak için cihad meydanlarında canlarını feda etmişler ve seve seve kanlarını akıtmışlardır.
Samimi olan insanın zahiri ve batini, iç ve dış bütün duygularıyla Allah’ı sevmesi gerekir. İnsan gerçekten Allah’ı seviyorsa O’na itaat etmeli ve kendi nefsine göre hareket etmemelidir. Hepimiz Sadat ve Meşayihi sevdiğimizi ve Şeyh Hazretlerine muhabbetimizin olduğunu iddia ederiz. Şeyh Hazretlerini sevenin onu adabını uygulaması, kulak ardı etmemesi gerekmez mi? Hazret-i Peygamberi sevdiğini iddia eden kimsenin, başlıca görevi onun ahlakıyla ahlaklanmak olduğu gibi, Allah’ı sevdiğini iddia eden kimsenin de O’na isyan etmekten kaçınması gerekir.
Şu halde, Allah’ı sevmenin göstergesi, O’nun emirlerini yerine getirmek ve Peygamberinin getirdiği sözlü, fiili ve ahlaki bütün mesajlara uymaktır. Nitekim, yüce Allah,Resulü’ne hitaben buyuruyor ki: “De ki, Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.”(Al-i İmran, 31) Yani, Ey Muhammed, ümmetine söyle ki, “Şayet Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ve Allah nezdinden getirdiğim emirleri yerine getirin.”
Kardeşlerim, sevginin bir diğer belirtisi de sevgiliyi çokça anmak ve her fırsatta ondan söz etmektir. Seven kimsenin dilinde sürekli sevgili vardır. Meşhur sözdür, denilir ki, “Kim neyi severse onu fazlaca dile getirir.”
Sevginin başka bir belirtisi de, Allah ile ünsiyet etmek, yalnızlık ve sıkıntısını O’nunla gidermektir. Kalbi dua, niyaz ve Kur’an tilavetiyle rahatlamalı, teheccütlere devam edip, gecenin sessizliğini ve kalbin duruluğunu dua ve niyazlarda Rabbi ile buluşma ve huzurunda iki büklüm olma fırsatı olarak değerlendirmelidir.
Kardeşlerim, hakiki muhabbet sahipleri, bir süre halvette yalnız kalarak taat ve ibadetle meşgul olup zevk almadan önce yataklarına gitmezlermiş. Çünkü Allah sevgisinin iyice yerleştiği kalbe fani dünya muhabbeti yerleşemez, çekip gitmek zorunda kalır. İşte o zaman, bu kalbin sahibi mutlu bir hayat yaşar ve saadetin zirvesine ulaşır.
Şeyh Hazretleri babam şöyle anlattı: Silsilemizdeki büyük sufilerden birisi, bir kabristandan geçerken ağlayan bir adam görmüş ve ağlama sebebini sormuş. Adam cevaben demiş ki: “Benim bir çocuğum vardı, öldü. Bu da onun kabri, bu yüzden ağlıyorum.” Bunun üzerine sufi ağlayan adama şöyle demiş: “Ölen bir sevgiliyi sevmekle kendine haksızlık etmişsin, şayet ölmeyen bir sevgili sevseydin bu duruma düşmez, ayrılığına üzülmezdin.”
Hayatta bu türden çokça örneğe rastlamak mümkündür, kardeşlerim. Mesela, sevdikleri ve kalben bağımlı bulundukları şeyleri elde edemeyip ümitsizliğe düşen ve hayatını ucuza satan pek çok insan vardır. Nitekim pek çok intiharı, çoğu insanın yüksek bir yerden atlayarak canına kıydığını duyarız, görürüz. Bunlar, hiç de sevilmeyi hak etmeyen bazı hususlara gönül bağlayan ve ümitsizliğe düşerek dünya ve ahirette zarar eden kimselerdir. Kuşkusuz bütün bunların sebebi, İlahi yoldan uzaklaşmaktır.
Kardeşlerim, bunların durumu nerede; Rab olarak Allah’ı, Peygamber olarak Hazret-i Muhammed’i, din olarak İslam’ı seçen Allah dostlarının durumu nerede…
Tabii ki, basit ve değersiz şeyler için kendisini feda eden insanla, çok kıymetli şeyler için kendisini feda edenler arasında çok fark vardır. Şu halde bir Allah dostunun elde ettiği en değerli meyve, kendisinin Allah’ı sevmesi ve Allah’ın da kendisini sevmesidir. Buna göre bu sevgi karşılıklı olarak Allah ile kul arasında gerçekleşir.Nitekim ayet-i kerimede, “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.”(Maide, 54) buyrulur. Başka bir ayet-i kerimede de, “Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.” (Beyyine, 8) ifadesi yer alır.
Kardeşlerim, ayrıca kul ile Allah arasında karşılıklı olarak gerçekleşen bir başka şey de zikirdir; anma-hatırlamadır. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin. (Bakara v152 )
Babam Şeyh Hazretlerinden duydum, şöyle diyordu: ‘ Hazret-i İsa (a.s.), Allah’a fazlaca ibadet eden ve çok secde ettikleri için yüzleri değişen bir topluluğun yanından geçti ve onlara: “Bu ibadetten maksadınız nedir?” diye bir soru sordu; onlar da,“Sevap elde etmek ve cennete girmek.” cevabını verdiler. Sonra yoluna devam etti, ibadet eden başka bir topluluk gördü onlara da aynı soruyu yöneltti: “Bu ibadetten maksadınız nedir?” Onlar da: “Cehennemden korktuğumuz için Allah’a ibadet ediyoruz.” dediler. Yolculuğuna devam eden Hazret-i İsa, bu kez hiç aralıksız, gece-gündüz namaz kılan bir topluluğa rastladı. Onlara da: “Bu ibadetten maksadınız nedir?” sorusunu yöneltince, onlar şu cevabı verdiler: “Biz, ne cennet sevdası ne de cehennem korkusu için; sadece kendisine ibadet edilmesini hak eden Rab olduğu için O’na ibadet ediyoruz.” dediler. Bunun üzerine Hazret-i İsa onlara şöyle dedi: “Sizler, Allah’a ait olan yeryüzünde O’nun gerçek dostlarısınız. Allah bana sizin aranızda kalmamı emretti.” ‘
Bu hadiseden de anlaşılıyor ki, ibadet konusunda insanlar çeşitli derecelere sahiptirler; makamları farklı farklıdır. Bir kısmı dünyayı ister, başka bir kısmı ahiret lezzetine rağbet eder; diğer bir kısmı da sevap elde etmeyi veya azaptan kurtulmayı hiç düşünmeden sadece Allah rızası için ibadet eder. Şu halde her insanın durum, makam ve himmetiyle orantılı bir mertebesi vardır.
Bu yüzden Sâdât-ı kiram derler ki: “Bazı insanlar Allah’ın nezdinde bulunan nimetlere tamahkarlık ederek O’na ibadet eder. Bu tüccar anlayışlı bir ibadettir. Başka bazı insanlar vardır ki, azap ve ateş korkusundan dolayı Allah’a ibadet eder. Bu da köle anlayışlı bir ibadettir.Diğer bir kısım insanlar da vardır ki, sadece teşekkürlerini sunmak için Allah’a ibadet eder. Bu da özgür ve hür anlayışlı bir ibadettir. İşte bu makam, ehl-i tarikin hedefledikleri bir husustur.”
Allah’a dua ve niyaz ediyorum ki, bizleri Sâdât-ı kiramı ve Allah Resulü’nü seven kullardan eylesin. Böylece bu sevgiyle Allah sevgisine ulaşalım. Bu yüzden hatmede şu şekilde dua ederiz: “Allah’ım günahlarımızı bağışla, dostlarını sevmek suretiyle bizi kendi sevgine çek.” Şu halde onları severek, Allah’ın sevgisini ve rızasını elde edebiliriz. Allah’ın sevgisi ve rızası elde edildikten sonra, elde edilmeyen herhangi bir şey kalmaz.
Allah cümlemizi kendisine yakın kılmak ve ikram ile ihsanından yararlandırmak suretiyle nimetlendirilen kullarından eylesin. Allah sizleri muvaffak etsin, ellerinizden tutup iki cihan saadetine kavuştursun. Rabbimizin her şeye gücü yeter.