Babam, Şeyh Muhammed Haznevi şöyle buyurmuştu, “Temel kaynaklarımızdan birinde şu bilgiyi okumuştum, hakiki mürşidin himmeti vefatından sonra hayatta olduğundan daha güçlü olur.” Kardeşlerim, çoğunuz bu ifadeyi Şeyh Hazretlerinden defalarca duymuşsunuzdur. Hatta bu konuda babam şöyle bir benzetme yapıyordu: “Yaşayan mürşidin himmeti kınındaki kılıç gibidir; çünkü özelliği gereği dünya hayatı bazı kayıtlarla sınırlandırılmıştır. Vefatında sonra ise, mürşid, her an vurup kesmeye hazır kınından çekilmiş kılıç gibidir.”
Kardeşlerim, bizler Sadatımız ve Şeyh Hazretlerinin himmetleriyle ilgili olarak bu hususu rahatlıkla hissedebiliyoruz. Şeyh Hazretleri bizden bedenen ayrılmışsa da onun temiz ve pak ruhaniyetinin sürekli yanımızda olduğunu ve Allah’ın izniyle aramızda dolaştığını biliyor ve buna iman ediyoruz.
Kardeşlerim, Şeyh Hazretlerinin dergahına olan ilgi ve alaka, günden güne artan haşmetli kalabalıklar insanların bu gerçek adaba ilgi göstermeleri, müslümanların imanlarını kuvvetlendirme ve bu hakikatlerden tam olarak yararlanmaları gösteriyor ve ispat ediyor ki, Şeyh Hazretleri davasında samimi ve ihlas sahibiydi; yüksek himmete sahipti.
Kardeşlerim, yüce Allah bizlere Şeyh Hazretlerini ikram etmekle büyük bir lütuf ve ihsanda bulundu. Hayır ve güzelliklerin tamamını onun tarikat adabına yerleştirdi ve bu prensipler sayesinde dünya sevgisinden ve dünyalık işlere kalben bağlanmaktan kurtulduk elhamdülillah. Bu da Şeyh Hazretlerinin tarikatının Allah rızası için olduğunun göstergesidir.
Kardeşlerim, gezdiğimiz, gördüğümüz, araştırdığımız hiçbir yerde Şeyh Hazretlerinin adabına benzer prensipler görmüyoruz. Bu yüzden, bu prensiplerin elimizden kaçmaması ve korunması için Allah’a şükretmemiz gerekir.
Nitekim Şeyh Hazretleri sürekli şöyle buyuruyordu, “Kardeşlerim en büyük ikram sahibi olan yüce Allah, herhangi bir kuluna bir nimet verdiği zaman o nimeti geri almaktan haya eder. Ancak insan verilen nimetin kıymetini bilmez ve şükrünü eda etmezse kuşkusuz, Allah onu alır ve hak edene verir.”
Kardeşlerim, Şeyh Hazretlerinin tarikatı dünya çapında tanınmış, adabının Hak olduğu, Hazret-i Peygamberin şeriatına hizmet ettiği herkesçe bilinir hale gelmiştir. Herkesin kanaati şu ki, Haznevi tarikatı şan ve şeref mekanıdır, üzerinde en ufak bir toz ve leke yoktur. Bu yüzden biz, Şeyh Hazretlerinin bağlılarını nerede görsek onlar, başları dik, alınları açık ve Şeyh Hazretlerinin prensipleriyle benzerleri arasında mümtaz, üstün bir halde bulunmaktadırlar.
Sadatımızın himmetleri âlidir. İmdatları her zaman mevcuttur. Mürid ve salikin en birinci vazifesi kendisini bu yola layık hale getirmesidir. Böylece Sadatın himmeti kesintisiz bir şekilde üzerinde tecelli edecektir. Buradaki başlıca problem bu liyakati elde etme olayıdır. Şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki, bu yolun yolcusu elde ettiği maddi ve manevi başka bir ifade ile dini ve dünyevi bütün menfaatleri bu prensiplere bağlılık sayesinde elde ettiğini bildiği takdirde söz konusu liyakati elde edebilecektir.
Yani kendi nefsine bir pay çıkarmamalı, elde ettiği güzelliklerin tamamının bağlı bulunduğu adaptan kaynaklandığını bilmelidir. Buna göre insan başarılarını güzel konuşması, çaba ve gayreti sayesinde elde ettiğini düşünüp, Allah’a samimi bir şekilde bağlı olan Sadatın himmetini unutursa istifadesi kesilecek ve bütünüyle zarar edecektir.
Önemli olan, insan için kötülüğü emreden nefsin payesinin meydana gelmemesi ve yine önemli olan insanın nefis ve şeytanı kendisine güldürmemesidir. Çünkü insanın evini yıkan hususların başında kendisini bir şey zannetme düşüncesi gelir. Oysaki nefsini ayaklar altına almadığı sürece insanın herhangi bir şan ve şeref elde etmesi mümkün değildir.
Babam Şeyh Hazretleri şöyle anlatmıştı,“Adamın biri, memleketin birinde büyük bir âlim ve velinin olduğunu öğrenir. O âlimin kendini terbiye etmesi için söz konusu memlekete doğru yol alır. Oraya vardığında o âlimi sorar. Ancak halk onun vefat ettiğini söyler. Ardından onun döneminde yaşamış olan diğer âlimleri sorar. Ancak onların da öldüklerini öğrenir. Sonra, o merhum âlime bağlı olan kimseleri sorar. Halk ona şöyle söyler, kardeşim vallahi bu bahsettiğin âlim çoktan vefat etti hatta onun çağında yaşayan insanlarında tümü öldü,yalnızca şu an bir çölde yaşayan onun zamanından kalma birisi var, o da çok yaşlıdır. Bunun üzerine adam, bahsedilen çok yaşlı zatı bulur, selam verir ve ona, sen filanca kişi misin, diye sorar. O da evet, cevabını verir. Adam tekrar sorar, sen filanca şeyhi gördün mü? Yine evet, cevabını alınca, ondan nasıl yararlandın, öğüt ve hikmet adına ondan neler öğrendin, der. Yaşlı zat, kardeşim, benim gibi çobanlık yapan bir adam vaaz ve hikmetlerden ne anlasın, der. Adam, ne olursun ben çok uzak yerlerden geldim, şeyhten duyduklarını öğrenmek isterim, der. Adam biraz düşünür ve şeyhten bir keresinde şunu duydum der, “İnsan kendini yüce görmeyecek, kendisine kıymet biçip değerinin yüksek olduğunu düşünürse suyun dibine düşen çakıl taşları gibi olur.”
Aralarındaki bu konuşma bittikten sonra adam, vallahi ders ve ibret aldığım takdirde bu benim için de en büyük nasihattir, der.
Kardeşlerim, bu hikayede bizim için de nasihatler vardır. Yine bu hikaye bize, insanın, kamil mürşidden uzak kalamayacağını gösteriyor.Bundan ibret aldığımız takdirde hepimiz için yeterli dersler vardır.
Yüce Allah’tan temenni ve niyaz ediyorum ki, bizlere, sahip olduğumuz adabın kıymetini fark ettirsin. Bu adabı koruma, kollama ve şükrünü eda etme noktasında bizleri muvaffak kılsın. İnşallah ağırlığımızı ve haddimizi bilir, Allah’ın rahmetine sığınırız. Yüce Allah bizleri Sadat-ı kiramın bereketinden mahrum etmesin, onların himmetlerini üzerimizden kesmesin. Rabbimizin her şeye gücü yeter.