Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd, Efendimiz Hazret- i Muhammed’e ve O’nun bütün aile ve ashabına salat ve selam olsun. Yüce Allah, şeyhimiz, mürşidimiz ve eğiticimizden razı olsun. Onun feyiz ve bereketinden bizleri istifade ettirsin; makam ve mertebelerini yükseltsin. Ayrıca bütün veli ve salih kullarından razı olsun, Hazret-i Peygamber’in hamd sancağı altında onlarla birlikte bizleri de rahmet ve merhametiyle haşretsin.
Bu mekanda bulunan kardeşlerim! Hepinizi yüce Allah katından mübarek kılınmış selamların en güzeliyle, İslam’ın selamıyla selamlıyorum: Es-selamüaleyküm ve rahmetullah; Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Beyefendi ve hanımefendi kardeşlerim! Geçirdiğim kalp krizi ve sağlık problemleri nedeniyle, Şeyh Hazretlerinin müritleri olan kardeşlerimin, bu zayıf kul için çektikleri ıstırabı, duydukları üzüntü ve acıyı ve kapıldıkları endişeyi çok iyi hissediyorum ve bunların farkındayım. Gerçekten çok ciddi ve kritik bir kalp krizi geçirdim. Şayet Allah’ın lütfu olmasaydı, müslümanların, dostların ve Şeyh Hazretlerine mensup müritlerin duası arkamızda bulunmasaydı, sonuç çok üzücü ve acı olurdu.
Doktorlar bana kesin ve tam istirahat tavsiye ettiler, yorulmamam gerektiğini söylediler. Buna rağmen kendime şunu söyledim; Şeyhin müritleri olan kardeşlerimle görüşmeden, benim için hayatın ne tadı olabilir ki. Babacığımın, şeyhimin mensuplarından uzak kalmaya nasıl katlanabilirim ki.
İşte ben fakir kul, hastalık ve güçsüzlüğümle birlikte aranıza katıldım, huzurunuza geldim ki, sizleri görerek özlem ateşimi söndüreyim, hasret gidereyim. Bu kutlu çağrıya,çok değerli hayatını, Allah’ın dininin yayılması hususunda harcayan, uzun yıllarını, müslümanlara vaaz ve irşadla geçiren; insanlara İslamiyeti öğretmek, Allah ve Resulü’nün sevgisini gönüllerine yerleştirmek; doğruluk, samimiyet, karşılıklı hoşgörü, merhamet, dayanışma ve yardımlaşma üzere onları yetiştirmek için bir camiden başka bir camiye, bir şehirden başka bir şehre, bir ülkeden başka bir ülkeye, hatta bir kıtadan başka bir kıtaya koşuşturmak suretiyle ömrünü feda eden şeyhimiz ve mürşidimiz Şehidü’l-Haremeyn Şeyh Muhammed Haznevi’yi (k.s.) anma programına katılımınızı görerek, kalbim ve gönlüm rahatlasın diye huzurunuza geldim.
Şeyhimizin hayatı, hayırlı ve faziletli işlerle doluydu. Her anı güzel ahlakı yaymakla geçti. Müslümanların çocuklarına şeri ilimleri öğretmek için, medreseler kurdu ve bu medreselerden ilmiyle amil olan binlerce alim yetişti. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a ibadet edilmesi için pek çok cami inşa etti, çeşitli memleketlerde pek çok dergahlar kurdu ve cehaletin izlerinden arındırılmış pak, doğru, duru ve temiz tasavvufu yaydı. Böylece onun sayesinde Cüneyd-i Bağdadi, Bayezid -i Bistami ve Şah-ı Nakşibend’in dönemlerine benzer bir hayat yaşadık. Allah hepsinden razı olsun.
Doğrusu ben, saatlerce size Şeyhimizin özelliklerinden bahsetsem, tam anlamıyla hakkını ifa edemem. Şu anda izlemekte olduğumuz bu muhteşem manzara, bu mekanı dolduran şu haşmetli kalabalık, Şeyhimizin ortaya koyduğu gayret ve çabanın yansımasından başka bir şey değildir. Bu manzara gösteriyor ki, O, sizleri çok güzel yönlendirdi, Hakk’a ve hakikate sevk etti. O’nun çalışmaları bugün meyvesini en güzel şekliyle verdi. Allah’a şükürler olsun ki bu gayretler çok nefis sonuçlar ortaya koydu.
Ve sizler değerli kardeşlerim; Şeyhinize olan sevgi, vefa ve bağlılığınızı ortaya koymak için buraya koştunuz. Hayatını, vaaz ve irşadınız için feda eden bu büyük mürşide karşı samimiyetinizi dile getirmek için buraya akın ettiniz.
Beyefendi ve hanımefendi kardeşlerim; şayet müslümanların bugün içinde bulundukları dağınıklık ve perişanlığa, zayıflık ve güçsüzlüğe ve dinden uzak kalmışlığa dikkatlice bakacak olursak, ayrıca müslümanlar arasında sevgi ve kardeşlik yerine kin ve düşmanlığın, birlik ve beraberlik yerine ayrılık ve parçalanmışlığın yer aldığı günümüz gerçeğini göz önünde bulundurursak, ortada ihmal ettiğimiz büyük problem ve eksikliklerin olduğu anlaşılacaktır.
Kuşkusuz bu da sıkıntılarımızı giderecek, problemlerimizi çözecek ve dünyevi musibetlerimizi hafifletecek olan Allah’a, Kerim ve Rahman olan Allah’a sığınma, yalvarma ve dua etme meselesidir.
Nitekim Hazret-i Peygamber (sav.) bir sıkıntı ile karşılaştığında, dua ve niyaz ile yüce Allah’a sığınırdı. Böylece yüce Allah, kendisinin ve ashabının sıkıntılarını bertaraf ederdi. Bir kısım insanlar vardır ki, Allah’a dua ettiklerini, ancak dualarının karşılığını alamadıklarını ileri sürerler. Kardeşlerim, yüce Allah, Kuran-ı Kerim’de: “Dua edin, cevap vereyim.” buyurmuş,doğrudur. Ancak acaba biz, Hazret-i Peygamber’in bize öğrettiği şekilde, bütün şartlarını yerine getirerek dua ediyor muyuz ki, Allah duamızı kabul etsin?!
Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sav.) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar, Allah güzeldir ve ancak güzel şeyleri kabul eder. Allah, resullerine emrettiği şeyleri müminlere de emretmiş. Yüce Allah buyuruyor ki: “Ey peygamberler! Helal ve temiz rızıklardan yiyin ve güzel işler yapın. Hiç kuşkusuz, ben sizin yaptıklarınızı bilirim.”(Müminun, 51)
Yine buyuruyor ki: “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin.” (Bakara, 172) Sonra Allah Resulü, yiyeceği, içeceği, giyimi, kuşamı ve gıdası haram olup, semaya el açarak Allah’a dua eden, uzun yolun yolcusu darmadağınık adamdan bahsetti ve buyurdu ki: “Bu durumda Allah duaları nasıl kabul etsin?!”
Böylece bu hadis-i şerifte Hazret-i Peygamber (sav.), duanın makbuliyetini etkileyen önemli unsurlardan bir tanesinin, helal lokma yemek ve haramdan ve şüpheli şeylerden uzaklaşmak olduğunu açıklamıştır.
Abdullah bin Abbas (r.a.) şu hadis-i şerifi naklediyor: “Allah Resulü’nün huzurunda,‘Ey insanlar, yeryüzünde olanların helal ve temizlerinden yiyin.’(Bakara, 168) ayeti okundu. Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a.) ayağa kalkarak Hazret-i Peygamber’e: ‘Ya Resulallah, duaları kabul edilen bir kişi olabilmem için Allah’a dua eder misin?’ dedi. Allah Resulü de, ona: ‘Ey Sa’d, lokmanı helal yap, duası kabul olan birisi olursun. Muhammedin nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki, midesine haram bir lokma indiren kimsenin, kırk gün duası kabul olunmaz. Vücudunun eti haramdan ve faizden oluşan kimsenin layık olduğu yer cehennemdir.’ buyurdu.”
Kardeşlerim, herhangi bir musibetle karşılaşan, genişliğiyle birlikte yeryüzü kendilerine dar gelen ve kendisini rahatlatacak hiç kimse bulamayan bazı insanlar görürüz ki, bu sıkıntılı durumlarında Allah’a yönelir, problemlerini gidermesi, dualarını kabul etmesi ve meramlarını gerçekleştirmesi için O’na yalvarmaya yakarmaya başlarlar. Oysa tepeden tırnağa faize batmış durumdalar. Haram alış-veriş ve büyük günahlarla duaların kabul ediliş yolunu tıkayan ve kapatan bu insan, dualarının kabulünü nasıl ümit ediyor ki? Haram lokmanın, duaların kabul edilmesine en büyük engel olduğunu bilmiyor mu ki?.
Muhterem Müslümanlar! Rivayet edilir ki, İbrahim bin Edhem (ra) Basra’ya gittiğinde insanlar etrafına toplanıp ona: “Ey Ebu İshak, Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de,‘Dua edin cevap vereyim.’ (Mü’min, 60) buyurduğu halde, dua ediyoruz ancak kabul olunmuyor.” derler. Bunun üzerine İbrahim bin Edhem de onlara şöyle söyler: “Ey Basra halkı, Allah dualarınızı kabul etmez; çünkü siz on şey ile imtihana tâbi tutuldunuz ve sınavı kaybettiniz:
Birincisi, Allah’ı tanıdığınız halde hakkını yerine getirmediniz.
İkincisi, Allah’ın kitabını okudunuz ancak onunla amel etmediniz.
Üçüncüsü, Hazret-i Peygamber’i (sav.)sevdiğinizi iddia ettiniz, fakat O’nun sünnetini, yolunu terk ettiniz.
Dördüncüsü, şeytanın düşmanınız olduğunu söylediniz ama ona uydunuz.
Beşincisi, cenneti sevdiğinizi ileri sürdünüz fakat onun için bir hazırlık yapmadınız.
Altıncısı, ölüm haktır, dediniz ama onun için bir hazırlıkta bulunmadınız.
Yedincisi, uykudan uyanır uyanmaz kardeşlerinizin gıybetine daldınız.
Sekizincisi, Allah’ın nimetlerini yediniz ancak şükrünü ifa etmediniz.
Dokuzuncusu, cehennemden korkuyoruz, dediniz fakat ondan kaçmadınız.
Onuncusu, ölülerinizi ellerinizle defnettiniz ama onlardan ibret almadınız.”
Hanımefendi ve beyefendi kardeşlerim, İbrahim bin Edhem Hazretlerinin saydığı bu on hususu her birimiz kendi nefsine uyarlasa, durum nasıl olur acaba? Hepimiz Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyor, O’nun (c.c.) yaratıcımız ve rızık verenimiz olduğunu biliyor ve O’na (c.c.) ibadet etmemiz gerektiğine iman ediyoruz. Ancak O’na gereği gibi ibadet ediyor muyuz yoksa bu noktada kusurlu muyuz?
Ayrıca hepimiz, Kuran-ı Kerim’in, Peygamberine indirdiği Allah kitabı olduğuna, onda birtakım emir ve yasakların bulunduğuna iman ediyoruz ama gerçekten emirlerini yerine getiriyor ve yasaklarından kaçınıyor muyuz?
Kardeşlerim, hepimiz Hazret-i Peygamber’i sevdiğimizi iddia ederiz; “Muhammed (sav.) sevgilim ve gözümün nuru” deriz; peki, O’nun sünnet-i seniyyesine tâbi oluyor muyuz?
Hepimiz, şeytanın düşmanımız olduğunu biliyoruz. Nitekim bu hususu yüce Allah da: “Kesinlikle şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman kabul edinin.”(Fatır, 6) ayetiyle belirttiği halde şeytana düşmanlık yapıp bizi cehenneme sürükleyecek olan yolundan uzaklaşıyor muyuz?
Kardeşlerim, kıyamet gününde cennete girmeyi arzu etmeyenimiz yoktur, öyle mi? Peki, biz onun karşılığını hiç ödedik mi? Unutmayalım ki, Hazret-i Peygamber, Allah’ın malının ucuz olmadığını defalarca hatırlatıyor ve buyuruyor ki: “Dikkat ediniz, Allah’ın malı çok pahalı ve pek değerlidir; Allah’ın malı O’nun cennetidir.”
Yine hepimiz kesin bir şekilde biliyoruz ki ölüm haktır. Ömrümüz ne kadar uzun ya da kısa olursa olsun, ölümden kaçmak ve kurtulmak mümkün değildir. Hatta ölüm köprüsünün üzerinden geçmeden, çok arzuladığımız cennete bile ulaşmamız imkansızdır. Peki, ömrümüzün günlerini fırsat bilerek, öldükten sonra kurtuluşumuza vesile olacak birtakım ameller yapıyor muyuz?
Kardeşlerim, Allah’ın ikramda bulunduğu kimseler hariç, hepimizin müptela olduğu iğrenç bir hastalık var: Gıybet. Yüce Allah: “Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz, değil mi?”(Hucurat, 12) ayet-i kerimesiyle gıybeti kesin bir dille yasaklamış. Başkasının arkasından konuşmayı, insan etini yemeye benzetmiş. Maalesef, günümüzde meclislerin çoğu, gıybet ve çekiştirmeyle süslenmekte ve dedikoduyla tatlandırılmaktadır.
Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de: “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, saymakla bitiremezsiniz.” (İbrahim, 34) buyurarak üzerimizdeki nimetlere dikkat çekmektedir. Acaba biz bu muhteşem nimetlerin şükrünü yerine getirebiliyor muyuz? Bilindiği gibi nimetin şükrü, onu Allah’ın rızası dairesinde kullanmaktan ibarettir.
Sonra ey kardeşlerim, hepimiz ahiretteki cehennem azabına iman eder ve ondan korkarız. Hatta dünyada bir sigara ateşine dahi tahammülümüzün olmadığı bilinen bir gerçektir. Yüce Allah da: “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim, 6) buyurarak bizi ikaz etmektedir. Peki, biz kendimizi ve yakınlarımızı cehennem ateşinden korumaya çalışıyor muyuz?
Öte yandan, gün geçmiyor ki, çeşitli yerlerde onlarca hatta yüzlerce kişinin ölüm haberini almayalım. Bu ölümlerden hiç ibret alıyor muyuz ve ahiret için bir hazırlıkta bulunuyor muyuz?
Muhterem müslümanlar, insanların pek çoğu yediğinin-içtiğinin ve giydiğinin helal ya da haram olduğuna dikkat etmiyorsa ve çoğumuz İbrahim bin Edhem’in (k.s.) anlattığı hastalıklara maruz kalmışsak, dualarımızın kabul olmasını nasıl bekleyebiliriz ki?!
Allah’ım, kabul edilmeyen duadan, makbul olmayan amelden, korkmayan kalpten, ıslanmayan gözden ve doymayan mideden sana sığınırız! Ya Rab, bizlere helal rızık nasip eyle ve rızkımızı bereketlendir; doğu ile batının arasını uzak tuttuğun gibi bizleri haramdan uzaklaştır. İlahi, rahmet kapılarını üzerimize kapama; ümmet-i Muhammed’in üzerinden bela, fitne ve musibetleri kaldır. Ey merhametlilerin en merhametlisi, fazl ve kereminle bizleri en güzel bir şekilde dinine yönelt.
Muhterem kardeşlerim, sohbetimin sonunda bu kutlu programa katılan herkese içten teşekkürlerimi sunuyor, hepinizi mutlu ve başarılı kılmasını Allah’tan niyaz ediyorum. Yüce Mevlam, bu uğurda çektiğiniz sıkıntıyı dünya ve ahiret saadetine dönüştürsün.
Allah’ım, Şeyhimizi ve onunla beraber dar-ı ahirete göç edenleri sonsuz merhametinle kuşat. Bizlerin ve bütün ehl-i imanın mevtalarına merhamet eyle. Rabbimizin her şeye gücü yeter.