Hiç kuşkusuz Nakşibendi-Haznevi tarikatının usul, adap ve ilkeleri İslam’ın temel prensiplerine ve şer-i şerifin esaslarına dayanmaktadır. Bu yüzden tarikatımızın ilke ve prensipleri, ona tâbi olan pek çok insanın kurtuluşuna vesile olmuş ve olmaya devam etmektedir. Bu usuller sayesinde niceleri Hakk’a yönelmiş ve doğru yolu bulmuşlardır. Şeriata dayalı adap ve prensiplerden pek çok insan istifade ettiği gibi, şeriattan uzak ve İslam’a aykırı hastalıklı ve zehirli prensiplerden de niceleri zarar görmüştür.
Sevgili dost ve kardeşlerim! Pek muhterem Şeyhimiz bizlere hastalığın kaynağını ve gerçek ilacı tam anlamıyla öğretmiştir. Hastalığın kaynağının cehalet olduğunu, çare ve tedavisinin de marifetullahtan, Allah’ı tanımaktan geçtiğini net bir şekilde öğretmiştir. Allah’ı tanıma gerçeği insanı halden hale sokar; kişiyi ölümden hayata, zillet ve çöküşten şan ve şerefe yüceltir. Dünya ve ahirette mutlu ve bahtiyar eder.
Kuşkusuz nefsini düzeltmeyenin kurtuluşa ermesinin mümkün olmaması gibi, nefsin ıslahı da ancak marifetullah ile yani Allah’ı tanımakla mümkün olur. Allah’ı tanımak bütün hayrın, iyilik, kurtuluş ve başarının temelidir. Yüce Mevla ne güzel buyuruyor: “Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Nefsini günahlara daldıran da zarar etmiştir.” (Şems, 9-10)
Kardeşlerim, merhum şeyhimiz var gücüyle haykırarak buyuruyordu ki, “İnsanlık ancak Rabbini tanımakla mutlu olabilir. Dinine sımsıkı sarılmadığı sürece kurtuluşa ermesi mümkün olmadığı gibi, Hazret-i Peygamberin ahlakıyla da ahlaklanmadığı sürece, mutluluğu yakalayabilmesi de imkansızdır. Bütün dert, sıkıntı ve problemlerden kurtulmanın yegane reçetesi budur. Dinin şemsiyesi altına sığınan kimse, en güzel sığınağı bulmuş ve her türlü kötülükten koruyucu en güzel silahı elde etmiştir.”
Şüphesiz mutluluğun zirvesine ancak dine bağlılıkla çıkılabilir. Özellikle insanların ancak dinlerinden uzaklaşmak ve İlahi yasakları çiğnemek suretiyle, saygınlığı elde edebileceklerinin ileri sürüldüğü bir asırda dine bağlılığın önemi daha da fazladır. Üzülerek ifade ettiğimiz bu gerçekler için yalnızca, İnna lillahi ve inna ileyhi raciun, diyebiliyoruz. Kuşkusuz hepimiz Allah’ın mülküyüz ve yine O’na döneceğiz.
Biz nefsimize uymak, haramları işlemek, günahlara dalmak ve Allah’ın emirlerini çiğnemek suretiyle mutluluğu elde edeceğimizi düşünüyorsak gerçekten çok aldanmışız demektir. Durumumuz, çölde susuzluktan helak olan ve serabın peşinde koşan adamın durumuna benzeyecektir. Aşırı sıcaktan içi yandığı halde, seraptan medet umanın durumunu düşünmek gerekir. Lüzumsuz ve boş yere koşar, koşuşturur ve eli boş olarak Allah’ın huzuruna varır. Serabı su zannedenin neticesi vahimdir.İşte Allah’ın huzuruna eli boş varanın durumu da bundan farksızdır.
Kardeşlerim, günümüz insanı sıkıntılı ve problemlidir. İstikrar, güven ve huzurdan yoksundur. Bütün bu konfora ve lüks hayat rağmen mutluluğu elde edememektedir. Medeni ve teknolojik ilerlemeye rağmen korku ve endişe içindedir. Pek çok psikolojik ve ruhsal sorunla boğuşmakta ve bunalım deryasında yüzmektedir. Yemin ederek ifade ediyorum ki, aziz kardeşlerim, bütün bunların sebebi dinden uzaklaşmadır; Allah’tan, Resulullah’tan uzak kalmadır. Sebep kalplerdeki imanın zayıflığıdır, yokluğudur. Sebep ruhların İlahi marifetten boş kalmasıdır.
Marifetullahtan mahrum olan ruhlarda tevekkül ve inanç olmaz. Bedenin gıdası olduğu gibi ruhun da gıdası vardır. Nasıl ki, gıdadan mahrum bırakılan bedenler hastalanıp ölüyorsa, özgün gıdasından uzak bırakılan ruhlar da sıkıntıya düşer; ümitsizlik, dert ve keder hastalıkları tarafından kuşatılır ve bunalım geçirir. Hiç şüphesiz ruhların gıdası marifetullahtır, Allah’ı tanımaktır. Ruhların gıdası Hazret-i Peygamberin Rabbinden getirdiği mesajlara uymaktır.
Ruhların gıdası Allah’a imandır, O’nunla baş başa kalmaktır. Ruhların gıdası İlahi kelamdan nasiplenmek, O’na (c.c.) yalvarmak ve yakarışta bulunmaktır. Ruhların gıdası kalplere ve gönüllere huzur veren zikrullahtır, Allah’ı anmaktır. Gerçekten de yüce Allah’ın taat, ibadet ve zikrinde büyük bir huzur, güven ve saadet vardır. Nitekim yüce Allah buyuruyor ki, “İman edenler kalpleri Allah’ın zikriyle huzur bulan kimselerdir. Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur.” (Rad, 28)
Bu sebeple aziz kardeşlerim, tarikat büyüklerimiz, Sadat ve Meşayihimiz müritlerinin yararını çokça arzu edip, huzur ve saadet dolu bir hayat yaşamasını istediklerinden dolayı, kalbi zikri tarikatın temelleri arasında saymışlardır. Böylece mürit, vaktini Allah’ı anmakla geçirecek, gafleti kalbinden kovacak ve istenilen huzuru elde edecektir. Gerçekten de görevlerini tam anlamıyla ihlaslı ve samimi bir şekilde yerine getiren, vird ve zikirlerine dikkat eden mürit iki cihan saadetini elde eder.
Babam Şeyh Hazretlerinden şunları duydum, buyuruyordu ki, “Günde sadece bir parça kuru ekmekle hayatını devam ettiren salih ve takva sahibi İbrahim bin Edhem (r.a.), bir gün nehrin kenarında oturuyordu. Beraberinde bir kısım sufi arkadaşları da vardı. Elindeki ekmek parçasını suyla ıslatıp yedi ve eliyle biraz su yudumladı. Sonra dönüp arkadaşlarına, ‘Allah’a yemin olsun, biz öyle huzurlu bir hayat yaşıyoruz ki, krallar ve kralzadeler bunun farkına varsalar bunu elde etmek için bize savaş açarlar.’ dedi.”
Şu halde gerçek ve sağlam tarikat ancak Allah’a dönmek, O’nunla hemhal olmak, O’nu anmaya devam etmek ve nimetlerine şükretmekle mümkün olabilir. Saadet ve mutluluk ancak O’na yakın olmakla elde edilebilir.
Gerçek tasavvuf, İslam’ın özü ve ruhudur. Bu yüzden Şeyh Hazretleri buyuruyordu ki, “Şeriat-i Muhammediye’ye aykırı olan bütün tarikatlar, yalan ve aldatmacadan ibarettir. Bu tür sözde tarikatların peşinde koşmak caiz değildir, vebaldir, günahtır.” Babam Şeyh Hazretleri gerçek tasavvuf ve hakiki tarikatın en güzel örneğiydi. O, tasavvufu doğru bir şekilde anlamıştı. Onun temsil ettiği tasavvuf, dünyevi ve nefsani arzularından arındırılmış, tertemiz bir hayat tarzıydı.
Kardeşlerim, bazılarının zannettiği gibi mutluluk ve zenginlik servetle elde edilmez. İnsan mal, mülk, makam ve evlat sahibi olarak mutlu olmaz. Kesinlikle hayır! Gerçek mutluluk, kulun Rabbini tanıması, kalbini O’nun zikriyle doldurması, O’na karşı sorumluluklarını bilip itaat etmesiyle elde edilir.
En bahtiyar kişi hayatını ganimet bilip fırsatları değerlendiren, Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınan, ecel gelmeden evvel eksiklerini tamamlayıp vazifelerine dikkat eden, pişmanlığın fayda vermeyeceği gün gelmeden hatalarından pişmanlık gösteren ve gafil olmayan kimsedir.
Ümmetin ilk nesli nasıl kurtuluşa ermişse, şimdiki neslin kurtuluşu da ancak o şekilde gerçekleşir. Hiç şüphesiz İslam ümmetini ilk çağlarda başarılı kılan, namını-şanını cihana yayıp muvaffakiyetin zirvesine tırmandıran husus, tertemiz dine bağlılıklarıdır. Bizler bugün dinimizin temel öğretilerini sağlam bir şekilde öğrenmek zorundayız. Zaten bizleri perişan edip darmadağın eden, geri bırakıp bunalıma sürükleyen biricik sebep dinden uzaklaşmamız, cehalete dalıp dinimizi unutmamız ve asıl çizgimizi kaybetmemizdir.
Şu halde bir an önce Allah’ın sağlam ipine sarılmamız, Kuran’a yapışmamız ve Hazret-i Peygamberin yoluna kesin dönüş yapmamız gerekir. Kurtuluş ve başarımız ancak böyle mümkün olur. Birbirimizi sevmek ve birbirimize şefkat göstermek zorundayız. Dayanışmaya, kaynaşmaya ve Hazret-i Peygamberin ahlakıyla ahlaklanmaya çok ihtiyacımız var. Güzel ahlak ve yaşantıyla başkasını da etkileyebiliriz. Güzel temsil ile İslam’ı sevdirebiliriz. Birlik ve beraberlikle İslam düşmanlarının yolunu kesebilir ve kötü planlarını boşa çıkarabiliriz.
Bizleri İslam şeriatı üzere daimi ve kararlı kılması; doğru yoldan ayırmaması için Allah’a yalvarıyor ve dua ediyorum. Allah Teala bizleri, Şeyh Hazretlerinin ilkelerini koruma, ona yakışır tarzda tarikatını ve adabını yayma konusunda muvaffak etsin. Yine Allah’tan niyaz ediyorum ki, beni insanların ve babam Şeyh Hazretlerinin hüsnü zannına ve teveccühüne layık kılsın; babamın bana giydirdiği elbiseyi korumamı nasip etsin.
Ya Rabbi! Seni tanıma konusunda bize kabiliyet ver, sevgini ve rızanı bize nasip et.