Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla sözlerime başlıyorum. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd ve senalar, Hazreti Muhammed Mustafa’ya aline ve ashabına en üstün salat ve selamlar olsun. Değerli kardeşlerim, değerli gençler, yaşlılar, küçükler, büyükler, hanımlar, baylar, hepinizi kalbimin derinliklerinden, Allah’ın mübarek selamıyla selamlıyorum. Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi sizin üzerinizde olsun.
Böyle münasebetlerde aranızda konuşan, vaaz ve irşad eden, kendi şeyhinin ve babasının evsafını, adabını arz eden babamın makamında oturarak, böyle meydanlarda, böylesi derin deniz misali bir toplumda konuşmaktan aciz ve zayıf olduğumu itiraf ediyorum. Fakat denildiği gibi bu kardeşinin yeteneği değil, onun zorunluluğudur.
Değerli kardeşlerim, büyük alim, büyük arif Şeyh İzzeddin El-Haznevi ‘nin vefatının on dördüncü yılı münasebetiyle ve büyük oğlu ve halifesi şeyhim Şeyh Muhammed El-Haznevi’nin vefatının birinci yıl dönümü münasebetiyle bu mübarek davetinize icabet etmeyi, bu büyük topluluğa ve anma programına gelmeyi nasip ve müyesser eyleyen yüce Allah’a hamd ve senalar ediyorum. Yolu ve adabı ilimden, amelden, terbiyeden, ahlaktan ibaret olan o yüce insandan, o büyük zattan, onun faziletlerinden, onun güzel hasletlerinden bahsetmek için ehil değilsem de burada bulunmamdan dolayı saadet ve mutluluk içindeyim
Değerli kardeşlerim, ikinci olarak daha önce bazı münasebetlerde bahsettiğim bazı konulara değinmek istiyorum. Babam Şeyh hazretlerinin davet yolu ve metodu gösteriyordu ki, kendisi Peygamber aleyhisselatu vesselamun sünnetini takip ediyordu. Değerli müminler, babamın takip ettiği bu hususlar, zamanımızın şeyhlerinin çoğunun terk ettikleri için davetlerini bereketsiz kılan, gayretlerini yok eden, insanların onlardan istifadelerini engelleyen çok önemli hususlardır.
Değerli kardeşlerim, babam, Şeyh Muhammed El-Haznevi hazretleri çok nezih idi. Üstün bir şahsiyet sahibi idi. İnsanların elinde, insanların cebinde gözü yoktu ve hiçbir zaman siyasi işlere müdahil olmadı. Ve şöyle buyuruyordu: ‘Niye ben dünyadan uzağım, biliyor musunuz.! Çünkü davet kürsüsünde, irşad makamında bulunan mürşitlerin mutlaka dünya menfaatlerinden sıyrılmış, uzaklaşmış olması ve sırf Allah için çalışması lazımdır. Ayriyeten kendi vaaz ve nasihatlerinde hiçbir gruba meyil etmiyordu. Çünkü bir gruba meyil ettiği taktirde diğer gruplar onun vaaz ve nasihatlerini dinlemezlerdi. İnsanlar amelinden ders alsınlar, iffeti ve medeniyeti ondan öğrensinler diye çalışıyordu. Davetçi olan zat önce kendisi yaşamalı, malını gözünü kırpmadan bu uğurda sarf edebilmelidir, diyordu.
Değerli kardeşlerim, benim babam Şeyh hazretleri nesiller yetiştirdi ve bu nesillerin kalplerindeki sıkıntıları, vahşeti gidermek için şu çareyi söyledi: Bu gençlerin ve nesillerin kalplerinde olan karartının vahşetin sona ermesi için mutlaka Allah’ın rızası şart, O’nun zikriyle ünsiyet şart, O’nu sevmek şart, O’na yönelmek şart, O’na doğru yürümek şarttır.
Değerli kardeşlerim, söze başlamadan önce, babamın, Şeyh hazretlerinin kendi evinden uzak yerlerde, sizin gibi kardeşlerimizle karşılaştığı zaman söylediği bir husus vardı. Diyordu ki, tanışalım, birbirimizi tanıyalım. Ben de babama ve Hz.Peygamberin sünnetine tabi olmak gayesiyle sizleri tek tek tanımak ve her birinizin elini ziyaret etmek isterdim. Fakat bunun şu dar vakitte mümkün olmadığını hepiniz biliyorsunuz. Muhterem kardeşlerim emin olun ben kendi adımı babam ve şeyhim, hocam ve üstadım olan Şeyh Muhammed El Haznevi hazretlerinin ismi yanında anmaktan haya duyuyorum. İsmim Muhammed Muta, Şeyh Muhammed El Haznevi’nin oğlu. O babam öyle bir zat idi ki, insanları yetiştirmek, onlara örnek olmak, onları iyiliğe davet etmek için mübarek ruhunu ucuz saydı. Vereceği her şeyi verdi. Sizin menfaatiniz, sizin ıslahınız için ruhunu veren o değerli zatın oğluyum.
Değerli kardeşlerim, böyle bir münasebete her taraftan insanların, akın akın gelmesi Şeyhimizin ihlasına, sıdkına, davetindeki başarısına, tüm müslümanlara nice hayırlar takdim ettiğine ve iyi niyetine en büyük delil ve şahittir. Böyle büyük münasebetlerde şeyhim ve babamın beyan ettiği bir hususu ben de size beyan etmek istiyorum: Biz siyasi adamlar değiliz. Biz dünya adamları değiliz. Herhangi bir partiye, herhangi bir hizbe mensup olanlardan değiliz. Biz ancak din için varız. İslam için varız, insanlık için varız. Biz yüce Allah’ın fakir kullarıyız, derviş kullarıyız. Bu nedenle her kim olursa olsun, alimlerimizden, öğrencilerimizden, talebelerimizden, hatta Haznevi künyesini taşıyan kimselerden olsun, Haznevi evlatlarından olsun, Haznevi’ye yakınlık derecesi hangi seviyede olursa olsun, eğer Haznevi şeyhinin ve ondan önceki olan sadatlarının adaplarını kendi dünyevi menfaatleri için, kendi siyaseti için kullanırsa, istismar ederse, yoldan çıkarsa biz ondan beriyiz. Onun bu yaptıkları kendi hesabınadır. Bu onun şahsi meselesidir ve onun yaptığından sorumlu değiliz ve bizi kimsenin sorumlu tutmaya da hakkı yoktur.
Değerli müminler nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: “Kimsenin yaptığı hata diğer bir kimseye yüklenemez. “Hatta ben dahi olsam, Allah korusun, babam ve şeyhim ve sadatların adabına aykırı bir hareket edersem o zaman siz bana senin bu yaptığın yanlıştır, babalarına, ecdadına layık değildir. Bu babalarının ve ecdadının adabı değildir, demeli ve beni kınayıp, tenkit etmelisiniz. Muhterem kardeşlerim, Allah’a sonsuz hamd ve senalar olsun ki, babamın kendilerinden uzak olduğu iki husus bana da miras kaldı. Ben de o iki hususa çok dikkat ediyorum. Bu hususta başarılı olmam için bana dua edin. Eğer ben dünya malı ile meşgul olsaydım, siyasetle meşgul olsaydım veya menfaatlere önem verseydim, ilgilenseydim şimdi gördüğünüz bu güzel toplum, bu güzel manzarayı şu anda burada göremezdiniz.
Değerli kardeşlerim, şüphesiz öbür aleme göçmesiyle mürşidimiz ve şeyhimiz Muhammed El-Haznevi aramızda yeri kapanmayacak bir boşluk bırakmıştır. Değerli hayatını, nefsini,sahip olduğu tüm değerlerini dinin yayılması uğrunda harcamıştı. En değerli vakitlerini bu dinin esaslarının güçlendirilmesi için, sağlamlaştırması için sarf etmiştir. Onun için aramızdan ayrılmasıyla ruhumuzun etkilenmesi, içimizin dışımızın acıması, gözlerimizin sel olup akması ve bu gibi merasimlerin tertip edilmesi elbette üzerimizde borçtur ve bizim vacibimizdir. Ancak bu mübarek zat temiz bedeniyle bu hayattan ayrılmışsa da aramızda ismiyle, şanıyla, adabıyla, irşadıyla yaşamaktadır ve Rabbi katında rızıklanmaktadır.
Değerli kardeşlerim, böyle karşılaşmalara, buluşmalara daimi olarak hepimiz muhtacız. Çünkü bunda hem maddi ,hem de manevi faydalarımız vardır. Zira böyle bir araya geldiğimizde İslam dininin irtibatı aramızda perçinleşiyor, bu kardeşliğimizi hatırlatıyor ve birbirimize olan saygımız ve hürmetimiz güçleniyor. Cenâb-ı Hakk’ın; ‘Bütün müminler kardeştir.’ fermanı gereğince aramızdaki din kardeşliğinin, iman kardeşliğinin kuvvetli olması gerekiyor. İslam,kendisine mensup olan müminler kardeştir diyor ve kardeş olmalarını istiyor. Birbirlerini sevmelerini istiyor. Birbirleriyle kucaklaşmalarını istiyor, yardımlaşmayı istiyor. Kargaşayı sevmiyor ve tasvip etmiyor. İslamın ve imanın, kendilerine mensup olan insanların arasında tesis ettiği kardeşlik bağı ve irtibat o kadar güçlüdür ki Allah’ın izniyle bu irtibatı, bu bağı, hiç kimsenin koparmaya gücü ve kuvveti yoktur. O zaman bizler müslümanlar olarak gerçekten kardeş olalım. Rabbimiz birdir. Kitabımız birdir, Kur’an’ımız birdir. Bu kadar bir varken, firak ne içindir, şikak ne içindir, ayrımcılık ne içindir !
Değerli kardeşlerim, işte gördüğünüz gibi ahirete intikalinden sonra da mis kokusu saçan güzel hatıralarını bize bırakmıştır. Alimlerin ve saliklerin terbiyesi için temeller tesis etmiş, İslam ümmeti için ihlaslı, ilmiyle amil, Rablerine karşı mesuliyetlerinin bilincinde olan alimler yetiştirmiştir. Bu sebeple insanları Allah’ın dinine irşad ve davetinde gösterdiği gayretler ve hayırlı hizmetlerde Mevlam bereketler ihsan etmiştir. İşte biz de bu gün, onun vefatını anma töreninde takip ettiği yolu anmaktayız. Şu anda onun sözleri, hepimizin zihninde mevcuttur. Aklıyla, hikmetiyle, irfanıyla terbiye ettiği nefisler kemale ermiş, olgunlaşmıştır. Mübarek elleriyle diktiği fidanlar meyve vermiştir.
Değerli kardeşlerim, eyhimiz hayatı boyunca insanları Allah’ın yoluna davet etmekte bıkmadan usanmadan çalışmış, amellerinde ve metodunda keskin görüşlü, nadir bir şahsiyet idi. Dünya hayatını fazilet ve güzelliklerle donatmıştı. Bu yüzden onun hayatı nefeslerle, günlerle, senelerle sayılmayacak kadar uzundur. Hatta insanların onun intikalinden sonra hissettikleri faydalar, o yaşıyorken hissettiklerinden daha fazladır.
Değerli müminler ancak diyebileceğim şudur; ‘Ey Şeyhim ve babam ! Gerçek olarak Hazreti Muhammed’in varisi olduğuna dost-düşman, yakın-uzak herkes şahitlik ediyor. Sen kalbi geniş, fikri isabetli, keramet ve feraset sahibi idin. İsabetli fikrinde, aklında başkalarına örnek ve nişane idin. Sen insanların akıllarını ilimle, irfanla, takvayla, salahla takviye ettin, olgunlaştırdın. Kendi vaktini insanların maslahatı, hidayeti için harcadın. Ta ki insanların arasında alemi kabuliyet kazandın ve insanları kendi adaplarına, güzel hasletlerine celbettin.’
Değerli kardeşlerim, Allah’a hamd ve senalar olsun ki hepimiz müslümanız. Ancak sahip olduğumuz dinin gereği olarak, kişinin Allah’a karşı son derece saygılı olması, O’nun emirlerine boyun eğmesi, emirlerine bağlı kalması gerekiyor. İslam dini bize şefkat ve merhamet taşıyan Hazreti Muhammed aleyhisselatu vesselamın Allah tarafından getirdiği bir dindir. Bu dinin iki büyük hedefi vardır. İki büyük gayesi vardır. İşte o hedeflerden birisi, insanların Allah ile olan irtibatlarını sağlamaktır. Bu Allah’a yönelmekle, O’nun azametini düşünmekle, namaz kılmakla, kainatı ve her şeyi yaratan Allah’ı tefekkür etmekle mümkündür. Nasıl bir bedenin yaşaması için gıdaya ihtiyacı varsa, ruhla Allah arasında olan bağın da canlı kalabilmesi için nefis dünyevi arzulardan, şehevi arzulardan uzak tutulmalı, Allah’ın azametini gösteren tefekküre önem verilmeli ve bunlar terk edilmemelidir. Eğer insanın ruhu Allah ile böyle bir arada olursa, o zaman kişi öyle bir tat, öyle bir lezzet alır ki bunu başka bir şeyde elde etmesi mümkün değildir. Eğer insan bu makama ulaşırsa, işte o zaman nefsin tüm arzularına galip gelir, kimseye düşmanlık yapmaz, haksızlık yapmaz, zulüm etmez. İbadetler ona kolay gelir. Günahları ve masiyetleri terk etmek de elbette ona kolaylaşır.
Değerli müslümanlar, yukarıda zikrettiğimiz hedeflerden ikincisi ise, diğer insanlara güzel muamelede bulunmaktır. Dini, ırkı, etnik kökeni, rengi, memleketi, soyu ne olursa olsun bütün insanlara iyi muamele etmeli, iyi davranmalıdır. Güzel ahlak üzere bulunmalıdır. Çünkü Hazreti Peygamber aleyhisselatu vesselam buyurdu ki: ‘İnsan insanın kardeşidir. Kardeş, kardeşinin elinden, dilinden emin olmalıdır. Bir başka rivayette; ‘Müslüman müslümanın kardeşidir.’ şeklindedir. Müslüman ,insanlar elinden ve dilinden selametli olduğunda yani zarar görmedikleri taktirde, işte o zaman gerçek müslümandır ve o gerçek müslümanın kardeşidir. Muhacir; Hazreti Allah’ın (c.c) yasakladığı şeylerden uzak kalan, yanaşmayan ve Allah’ın haram kıldığı şeylerden kendi nefsini tutan kimsedir.
Değerli kardeşlerim, madem ki biz müslümanlar olarak kardeşiz, bu kürsüden buna binaen bütün müslümanlara bir çağrım var. Onları şuna davet ediyorum, şuna çağırıyorum; Birbirlerini sevsinler, birbirlerine kardeş olsunlar. Birbirlerine saygılı olsunlar, sevgili olsunlar, ülfetli olsunlar, şikaktan, ayrımcılıktan uzak kalsınlar, vazgeçsinler. Buna bir son versinler. Her insan lehinde ve aleyhinde olanı bilmelidir. Allah’ın hakkı nedir, onu bilmelidir ve bunu tatbik etmelidir. İnsanların hakkı nedir, onun bilmelidir ve tatbik etmelidir. İslam’ın ve insanlığın gereği nedir, bilmeli ve onlar ile amel etmelidir. İşte o zaman gerçek bir müslüman olur ve işte o zaman kendi vacibini ve farzını eda etmiş olur.
Değerli kardeşlerim, bu muhteşem kalabalık, muhteşem bir tablo, muhteşem bir makam. Ben bunu fırsat bilerek diyorum ki, gerçek müslümanlar olmak istiyorsak, birlik ve beraberlik içinde, sevgiyi, saygıyı, kardeşliği kazanmak istiyorsak, Allah’a tövbe etmeliyiz. Kardeşlerim Hazreti Peygamber’in dinini, ahlakını, sünnetini ihlas ile yaşayalım. Şerefimiz olan şeyhimizin ve ondan önceki sadatlarımızın adaplarına riayet edelim. İhlaslı olalım, ehli sıdk olalım, ehli vefa olalım. İşte o zaman umduğumuz hedefe varmamız mümkün olur.
Değerli kardeşlerim, içimde çok güzel duygular var. Sizlere çok şeyler anlatmak istiyorum. Ama zaman dar olduğu için konuşmamın sonunda şunu söylemek istiyorum; Uzaktan yakından, yurt içinden ve dışından buraya gelen, zahmet çeken bu programa katılan kardeşlerimizden Allah razı olsun. Hepsine teşekkür ediyorum. Buraya, bu mekana,türlü zahmetlere katlanarak gelinceye kadar, kim ne kadar masraf ettiyse, Yüce Allah ona kat kat fazlasını ihsan eylesin. Ona bereketler ihsan eylesin. Cenâb-ı Hak cümlemize doğru yolu, müstakim yolu nasip eylesin. Cümlemizi cehaletten muhafaza eylesin. Bu münasebeti kalplerimize, gönüllerimize şifa ve ilaç vesilesi ihsan eylesin inşallah. Son olarak Cenâb-ı Hak hepinizden razı olsun.Ecrinizi büyük eylesin.Kamil bir iman nasip eylesin.Bu programı icra etmek için,düzenlemek için emeği geçen herkese ve özellikle emniyet mensubu kardeşlerimize Yüce Allah’tan sıhhat, afiyet ve emniyet nasip etmesini diliyorum. Onlara da teşekkür ediyorum. Allah hepinizden ve onlardan razı olsun. El-Fatiha