Nakşibendi-Haznevi tarikatinin, Şeyh Ahmet Haznevi (k.s.) kolunun adabını bid’at ve yanlışlıklardan ve şeriata aykırı hususlardan koruyup muhafaza ettiği için, Allah Teala’ya hamd ve şükrediyorum. Yine, alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun ki, Mevlana Halid’in (k.s.) bir kolu olan Nakşibendiye-Hazneviye ekolü sağlam kalmıştır.
Mevlana Halid (k.s.) Şam’da defnedilmiştir; mezarı meşhurdur ve ziyaret edilmektedir. Mevlana Halid’in (k.s.) pek çok halifesi vardı, hepsi de yaşadıkları sürece Hak yoldan ayrılmamışlardı. Ancak üzülerek belirtelim ki, günümüzde pek çok bid’at ve yanlışlıklar ve şeriata aykırı durumlar ortaya çıkmıştır.
Merhum babam Şeyh Hazretlerinden şunu duydum: ‘ Mevlana Halid (k.s.), halifesi Şeyh Taha Hakkari (k.s.), gavs lakabıyla meşhur Seyyid Sıbgatullah Arvasi (k.s.), Şeyh Abdurrahman Taği (k.s.), Şeyh Fethullah (k.s.) ve Şeyh Hazret Muhammed Diyaeddin (k.s.) vasıtasıyla Şeyh Ahmed Haznevi (k.s.) ve değerli evlatlarına ulaşan ve günümüze kadar devam eden bu ekolün korunması ve sağlam kalması, Yüce Allah’ın (c.c.) Şeyh Ahmed Haznevi’ye (k.s.) en büyük ikramı ve lütfudur. Bunun için de Allah’a sonsuz hamd ve senalar olsun. ‘
Aziz kardeşlerim, bu adabın sağlam kalmasının zahiri sebepleriyle ilgili olarak da, babam Şeyh Hazretleri şöyle buyurdu:’ Bu adap, ilke ve prensipleriyle bir alimden, başka bir alime geçiyordu.’ Yani bu öğretiler, cehalet değil, ilim üzerine bina edilmiştir. Diğer bir ifadeyle, bu prensipler, bir cahilden başka bir cahile intikal etmemiştir. Çünkü alimlerin nezdinde şeriatın terazisi vardır. Bu yüzden, bir alim, herhangi birinin, bir alim veya bir sufinin, şeriattan ve doğru yoldan saptığını gördüğünde, bu durumun farkına varır ve onları ikaz eder. Cahil olan sıradan insanlarda ise bu ölçü ve tartı bulunmamaktadır.
Öte yandan, aynı tarikatin bir kısım adabı bozulmuş ve değişikliğe uğramış başka kolları da vardır. Ancak kesin olan şu ki, Mevlana Halid’in (k.s.) kendi zamanında, sonraki halifeleri de kendi dönemlerinde, hep şeriata bağlı olarak yaşıyorlar ve o yolda yürüyorlardı. Fakat zamanın geçmesiyle, bu adap cahillerin eline geçti. Onların cahil çocukları ya da cahil müritleri, tarikatı dünyevi bir saltanat aracı olarak kullandılar. Bu yüzden tarikatın adabı bozuldu, hatta ortada adap diye bir şey kalmadı. Çünkü cehalete dayanan bu grupların sağlam bir temelleri yoktu.
Şeyh Ahmed Haznevi’nin (k.s.) tarikatının adabı ise, kendisinden başlamak üzere muhterem evlatlarının dönemlerine, babam Şeyh Hazretlerinin zamanına ve günümüze varıncaya kadar, şeriata dayanmaktadır, doğru yola dayanmaktadır, çalışma ve amele dayanmaktadır. Bu tarikat, şeriat-i Muhammediyye’ye hizmetkardır. Bu tarikat, en mükemmel ve en parlak şekliyle İslam şeriatinin ta kendisidir.
Yine, babam Şeyh Hazretleri defalarca şöyle buyurdu: ” Nasıl oluyor da bir kısım insanlar, ‘Şeriatta mükemmellik ve daha mükemmellik diye bir sınıflandırma olabilir mi?’ şeklinde soruyorlar. Tabii ki, şeriatta ‘kemal’ ve ‘ekmel’ yani ‘mükemmellik’ ve ‘daha mükemmellik’ diye bir sınıflandırma olur. Buna göre: Şeriat, şer’i kuralları, şeriatin istediği miktarda yerine getirmektir. İşte bu şeriattir. Mesela adamın biri abdest alır camiye gider; öğleni, ikindiyi, akşamı veya yatsıyı kılar. Buna şeriat denir. Bu adam, bedeniyle bir yerde namaz kılarken akıl ve fikriyle başka bir yerde alış-veriş yapsa da yine bu adam için ‘Namaz kıldı’ tabirini kullanırız. Ancak ‘Bu namaz, ‘en mükemmel’ bir şekilde eda edildi.’ denilmez. Ekmel, yani, ‘en mükemmel’ ise şudur; bu adam namaz kılmak için camiye geldiğinde, kalbi Allah (c.c.) ile beraber olur, Allah’ın kendisini gözetlediğini hisseder. ”
Ey kardeşlerim, Şeyh Hazretlerinin (k.s.) tarikatı sağlamdır. Bu yüzden, Allah’a (c.c.) hamd olsun ki, büyük ilgi ve kabul görmektedir. Dolayısıyla, insanlar, Şeyh’in adabını koruyup kendi nefislerinde uyguladıklarında istifade ediyorlar. Çünkü Şeyh’in adabının tamamı mükemmeliyettir, erdemliktir. Hepsi faydalıdır. Hepsi güzel ve yüce ahlaktır. Şu halde bizim görevimiz ve Allah’ın kendilerine Şeyh’in tarikatını nasip ettiği bütün insanların başlıca görevi, bu adabı korumaktır.
Evlerimize döndüğümüzde de buna devam etmektir. Çünkü herhangi bir faydayı elde edenin, bunu kaybetmemesi gerekir. Allah korusun, kaybetse de süratle zayi etmemelidir. Ben de diyorum ki, kesinlikle, insanın bu cemiyet içerisinde, bu güzel insanlarla birlikte bulunmasıyla evde bulunması arasında fark vardır. Durumu aynı olmaz. Süratle kaybetmesin, derken bunu kastediyorum. Bu yüzden insan bu adabı, kendi nefsinde uygulamaya gayret edecek, evinde çoluk-çocuğu ve diğer müslümanlar arasında yaymaya çalışacaktır.
Babam Şeyh Hazretleri buyuruyordu ki: ” Çalışmak lazım, gayret sarf etmek gerekir; taat, ibadet, vird ve zikirleri çoğalmak şarttır, özellikle uzun gecelerde amelleri kat kat yapmak gerekir.”
Kısacası, Şeyh’in tarikatına mensup olmamızın bir farkı ve bariz bir neticesi olmalıdır. Mesela virdlerimizi, zikirlerimizi ve teheccüdlerimizi ihmal etmemiz lazım.
Bizim esas görevimiz, güzel ahlakla ahlaklanmak, tarikatın feyzinden istifade etmemizi engelleyen ucb, kibir, riya, haset ve benzeri hastalıkları kalbimizden silmektir. Her birimizin vazifesi bu hastalıkları izale etmektir. Eğer bu adabın sonucu olarak amellerimizde herhangi bir değişiklik olmuyorsa, bu, işlerimizi düzgün yapmadığımız anlamına gelir. Çünkü Sadat-ı kiram bu adabı bilerek, tanıyarak ve tecrübe ederek ortaya koymuşlardır.
Mikropları öldürme konusunda doktorların ilaç tecrübeleri olduğu gibi, manevi hastalıkları izale konusunda da Sadatımızın tecrübeleri vardır. Tarikatın adabından istifade etmeyen her insan için, o müridin amelinde bir eksiklik vardır, denilebilir. Örneğin, namaz kıldığı ya da vird çektiği halde istifade etmiyor ve amelinin etkisini görmüyorsa, bir dikkatsizlik söz konusudur. Bu müridin amelinde, istifade etmeyi engelleyen ve Allah tarafından kabulüne mani olan, riya ve ihlassızlık gibi bir engel vardır.
Şu halde aziz kardeşlerim, şekli amelle yetinmememiz, tam aksine son derece itinalı olmamız şarttır. Çünkü Hazret-i Peygamber (s.a.v.): “Herhangi bir amel yaptığınızda, Allah onu dört dörtlük yapmanızdan hoşlanır.” buyuruyor. Demek ki, amelimizin bir yansıması yoksa bu bizim eksikliğimizdendir.
Çoğumuz Şeyh Hazretlerinden şunu duymuşuzdur, buyuruyordu ki: ‘ Yüzeysel ilim çabuk unutulur, süratle eriyip gider. Onun elde edilmesi ve tam yerleştirilmesi için insanın büyük çaba sarf etmesi, bunun için de çok tekrar edip, kavraması ve anlaması şarttır.’ Sözlerinin devamında da şu noktalara dikkat çekiyordu: ‘ İşte tarikatın adabı, sözü geçen yüzeysel ilimden daha hızlı kaybolur. Şu halde adabı özümsemek için çok çalışmamız gerekir.’
Aziz kardeşlerim, nasıl ki çaba sarf etmeden ve gayret göstermeden, ilim elde etmek mümkün değilse ve ilmi elde ettikten sonra, onu elden kaçırmak an meselesi ise, aynı şekilde tarikatın adabı, daha hızlı kaçıp gittiğinden, onları elde etmek için şekli vird çekme ve sayısına önem vermeyle iktifa etmememiz gerekir. Ayrıca bu vazifeleri sadece belli vakitlerde yerine getirmekle de yetinmememiz lazımdır. Tam aksine insanın sürekli olarak Allah ile baş başa olması şarttır. Buna göre her müridin, söz konusu ‘yalnızlıktan’ lezzet alması lazımdır, yani tek başına kaldığında bu yalnızlıktan zevk alması gerekir. Çünkü bu durumda, Allah’ın (c.c.) huzurunda olduğunun şuuruna varır.
Demek ki, kalbini Allah’a (c.c.) bağlaması lüzumludur. Ayrıca bu müridin insanlarla konuşmak ve sohbet etmekten daha çok, Allah’ı (c.c.) anmaktan zevk alması lazımdır. Büyük insan toplulukları arasında oturmaktan daha çok, yalnız kalmaktan keyif alması gerekir. İşte bunlar, müridin çaba, gayret, vird ve zikrinden ortaya çıkan faydalardır. Hiçbir değişikliğe uğramadan, eski hal üzere kalma durumunda, herhangi bir kâr ve faydadan söz edilebilir mi, değerli kardeşlerim? Hepinizi muvaffak kılması ve bu adap uğruna çektiğimiz zahmetleri boşa çıkarmaması için Allah’a dua ediyorum.