Babam merhum, Şeyh Hazretleri şöyle demişti: “ İnsanların İlahi emirlerden uzaklaşarak, Allah’ın yasakladığı hususları yapmalarının başlıca sebebi, dünyayı ve içindeki lezzetleri çokça sevmeleridir. Nitekim Allah Resulü, (sav) buyuruyor ki: ‘Dünya sevgisi bütün günahların başıdır.’ Gerçekten de dünyaya dalan herkes, Allah’ı ve ahireti unutur; Allah’tan, O’nun azabından ve kıyamet gününden korkmaz hale gelir. Böylece dünyada ebedi kalacak ve hiç ölmeyecekmiş gibi uzun mesafeli bir emel ve arzunun içine girerek aldanır.”
İnsan dünyanın kendine egemen olmasına fırsat vermemelidir. Tabii ki, ziraat, ticaret ve benzeri işleri yapmaya bir engel yoktur. İnsan bu görevlerde bulunacak ancak kalbini Allah’a bağlayacak. Dünya sevgisi dermansız bir dert gibiyse de bu hastalığın çaresi vardır. Dünya sevgisi hastalığının ilacı ölümü ve ölüm ötesini düşünmek; kabir azabını, haşir meydanını ve Allah’ın huzurunda hesap verilecek anı hatırlamaktır.
Nakşibendi-Haznevi tarikatına intisap eden kimsenin, birtakım prensiplere dikkat etmesi gerektiğini söylüyoruz. Bu prensipler bağlamında mürid, Allah’a karşı tövbe ettikten sonra, sürekli ölümü düşünmelidir. Çünkü ölüm düşüncesi dünya sevgisini kalpten kovar. Bu prensip ve ilkeler sayesinde mürid, Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve dinini yaşamaya muvaffak olur. Sonuçta kalbine Allah sevgisi yerleşir ve bu sevgi, içine yerleştiği kalbi tedavi eder. Nitekim Allah’ın sevgisi ve zikri dışında herhangi bir kalp ilacından bahsetmek mümkün değildir. Zaten kalp düzeldikten sonra vücudun diğer organları da düzelir.
Dünya sevgisinden ve insanların dünyaya bağlığından söz ettiğimiz zaman, Allah’ın lütuf ve kereminden zengin ettiği her insanın bu durumda olduğu ve sahip olduğu mal yüzünden Allah yolundan geri kaldığı söylenemez. Hatta tam tersi,dünyada sadece bir tek koyuna sahip olduğu halde, bu tek koyuna olan aşırı sevgi ve bağlılık sebebiyle taat ve ibadetinden uzak duran zayıf imanlı insanlar vardır. Bu tek koyun sevgisi kalbini işgal ettiğinden dolayı bu insan beş vakit namaza, hatta Cuma namazına dahi gitmez. Çünkü kalbi bütünüyle bu koyuna bağlanmıştır. Diğer tarafta öyle babayiğitler vardır ki, Allah onları son derece zengin ettiği halde dünya sevgisi kalplerine yerleşmemiştir. Onlar, dünyalıklarını Allah’ın dininin hizmetinde kullanmışlardır.
Kardeşlerim, babam, Şeyh Hazretleri şu sohbeti nakletmişti: “Mevlana Abdurrahman-ı Cami (ks.), eğitimini tamamlayıp, zahiri ilimlerini bitirdikten sonra kalbindeki manevi hastalıkları tedavi edecek ve kendisini arındırıp temizleyecek kamil bir şeyh ve öğrencisi olacağı eğitici bir mürşid arayışına girdi. Nakşibendi şeyhlerinden Ubeydullah Ahrar (ks.) isminde bir mürşidin var olduğunu duydu. Bunun üzerine bohçasına koyduğu azığını omuzlayarak, Şeyh Ubeydullah Ahrar’a gitmek için yola koyuldu. Hangi köyden geçip, köyün kime ait olduğunu sorduysa hep, “Şeyh Ubeydullah Ahrar’a aittir.” cevabını aldı. Aldığı cevaplar onu şaşırtıp, hayretler içerisinde bıraktı. Rastladığı tüm çiftliklerin de ona ait olduğunu öğrenince, şaşkınlık ve hayreti daha da arttı. Bu durumu çok garipsiyor ve nasıl olur da bütün bu köy ve çiftlikler, insanları zühd konusunda eğiten bir mürşide ait olabilir, diye düşünüyordu. Nitekim Ubeydullah Ahrar’ın, sahip olduğu köy ve hayvanlar dışında, 1300 adet çiftliği vardı. 3000 adet muhafız onun arazilerini koruyordu.
Mevlana Abdurrahman-ı Cami günlerce yürüdü. Gecesini gündüzüne katarak epey mesafe aldıktan sonra, şeyhin mekanına ulaştı. Doğruca misafirlerin arasına katılıp oturdu. Ne kimse onu tanıyor, ne de o kimseyi tanıyordu. Yemek vakti geldiğinde Ubeydullah-i Ahrar, hizmetçisini çağırdı ve ona, “Şu yabancı adam dışındaki herkesi yemeğe davet et.” diye talimat verdi. Hizmetçi de Mevlana Cami dışındaki bütün misafirleri yemeğe davet etti. Mevlana Cami’nin yanından geçtiği halde onu çağırmadı. Bu durum Mevlana Cami’yi bütünüyle şaşırttı. Kendi kendine şöyle diyordu: “Bu kadar zengin bir adam, nasıl mürşid bir şeyh olabilir; üstelik herkesi yemeğe davet etti, ben yabancıyım, yabancı olduğum için de beni çağırmadı!” Hayretler içerisinde kaldı, kelimenin tam anlamıyla, kafası allak bullak olmuştu.
Daha sonra Şeyh Ubeydullah-i Ahrar hizmetçiye dedi ki: “Git, o yabancı adamı al, bana getir.” Hizmetçi Mevlana Cami’ye gidip şeyhin kendisini çağırdığını söyleyince Mevlana, “Şeyh, benden ne istiyor?” dedi. Hizmetçi Mevlana Cami’yi alıp şeyhin konağına götürdü. Muhteşem bir konaktı. Hizmetçi şeyhin bulunduğu odaya kadar Mevlana Cami’ye rehberlik etti, “İşte şeyhin odası, buyurun girin!” dedi. Mevlana Cami kapıdayken, öteberisinin içinde bulunduğu bohçası konusunda tereddüt etti, bohçasını şeyhin huzuruna götürmekten utandı. Kapıda bıraktığı takdirde de küçük çocukların almasından endişe ediyordu. Yine de bohçayı kapıda bırakıp girmeye karar verdi.”
Kardeşlerim, velilerin kerametleri haktır ve inkar edilmez. Hatta Nakşibendiler için, “kalplerin casusları” tabiri kullanılır. Biz inanıyoruz ki, Allah bir kısım insanların kalplerinden geçeni bazı veli kullarına bildirebilir. Bu husus, hem aklen hem de naklen sabittir.
İşte Mevlana Cami Hazretleri, Şeyh Ubeydullah-i Ahrar Hazretlerinin yanına girip selam verince, Şeyh Ubeydullah Ahrar Hazretleri cevaben ona, “Ve aleykumusselam ve rahmetullah ve berekatuh/Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi senin de üzerine olsun ey Abdurrahman-i Cami.” dedi. Bunun üzerine Mevlana Abdurrahman-i Cami çok şaşırdı, “Yabancı olup hiç kimseyle tanışmadığım halde şeyh benim adımı nasıl bildi?” diye düşündü. Oturup şeyh ile yemek yemeye başladı, ancak kafası kapının arkasındaki bohçasına takılı kalmıştı. Şeyh Ubeydullah-i Ahrar, dünya sevgisinden bahsediyor ve dünya sevgisinin bütün günahların başı olduğunu vurguluyordu. Mevlana Cami, bu durumu çok garipsiyor ve içinden şöyle düşünüyordu, “Bunca mal, mülk, köy ve çiftliğe sahip olan şeyh, nasıl oluyor da hâlâ dünya sevgisini kötülüyor!?”
Tam bu esnada Şeyh Ubeydullah, Mevlana Abdurrahman-i Cami’ye dedi ki, “Molla Abdurrahman, Allah’a kasem ederim ki, bütün bu mal, mülk, servet, köy ve çiftlikler, senin kapı arkasındaki yamalı bohçan kadar beni meşgul etmiyor. Allah’ı anmama engel olmuyor.”
Mevlana Abdurrahman-i Cami Hazretleri, şeyhin durumundan, kalbinden geçenleri bilmesinden, dünyaya önem vermemesinden ve zühdünden dehşete kapıldı, hemen ellerine kapanıp teslim oldu. Büyük ariflerden oluncaya kadar şeyhin yanında kalmaya devam etti.
Kardeşlerim, işte tarikatın meyvesi… İşte tarikatın faydası… Yüce Allah’tan niyazım o ki, fazl ve keremiyle bizleri dünya sevgisinden ve dünyaya bağlanmaktan uzaklaştırsın. Kalplerimizi kendi sevgisine bağlasın. Sadat-ı kiramın yolundan ve adabından istifade etme konusunda bizleri muvaffak etsin ki bunları kendimizde tatbik edelim. Rabbimizin her şeye gücü yeter.