Rahman ve Rahim Olan Allah´ın İsmi İle ,
Alemlerin Rabbi olan Allah´a hamd-ü senalar, Efendimiz Hz.Muhammed´e alinin ve ashabının üzerine salat-u selamlar olsun. Değerli kardeşlerim, kıymetli misafirler sözlerime başlamadan önce hanif olan, dosdoğru olan İslam dininin selamıyla sizleri selamlıyorum. Allah´ın selamı, rahmeti, bereketi hepinizin üzerine olsun. Hepinizi candan, çok samimi bir şekilde kucaklıyor ve beni buraya davet eden, bu organizasyonu düzenleyen, bu hayırl işe vesile olan kardeşlerimizi huzurunuzda tebrik ediyor, onlara teşekkür ediyorum. Değerli müminler ben mübalağa etmiyor, vakıa olduğu için söylüyorum ki bu organizasyonu yapan kardeşlerimin davetine icabet edip buraya gelmek emin olun beni son derece mesrur etti, memnun oldum ve çok duygulandım. Beni bu mütavazi münasebete gelmeye muvaffak eden, bu ikramı bana yapan Allah´a hamd-ü senalar ediyorum ki hem bir araya geldik; hem de bu münasebetle mürşidim ve terbiye edicim olan, insanları ve nesilleri terbiye etmiş, onlara yön vermiş, manen yücelmeleri ile ilgilenmiş babam Şeyh İzzeddin (k.s.) hakkında konuşabileceğiz. Kalplerde öyle bir dağınıklık var ki bu ancak Allah´a yönelmekle giderilebilir. Öyle bir vahşet var ki bu ancak manen O´nunla birlikte olmak ile kalkabilir. Buradaki hüznü ancak O´nu zikretmek, O´nu anmak, O´nunla hem dem olmak geçirebilir. Allah´ı sevmek, sıdk sahibi olmak, ihlaslı bir şekilde davranmak, O´nun zikrinde ve fikrinde olmak ile bu keşmekeşlik kalkar, bu vahşet ve yalnızlık yakınlık ve dostluğa döner. İrşadda ve kulların hidayete kavuşmalarında Şeyh hazretlerinin gösterdiği üstün gayret bereketli olmuş, Cenabı Hak bunun neticelerini ve meyvelerini vermiştir, Elhamdulillah. Şeyh hazretleri bulunduğu her yerde, gittiği her mekanda hüsnü kabul görmüştür. Çünkü kendisi Yüce Allah´ın muhabbetinde fani olmuş bir zat idi. Onun için sözü müessir, fiilleri ve yaptıkları insanlar yanında makbul idi. O çok yüce sıfatlar ve büyük kemaller sahibi bir zattı. İnsanların değer verdiği, onları fitneye düşüren bu dünyaya başka bir zaviyeden, başka bir penceren, başka bir gözle bakmaktaydı. Dünyaya ve onunla ilgili olan şeylere bakışı uçağa binen ve onun içinden evleri, binaları, apartmanları küçük bir kibrit kutusu gibi gören insan misali gibiydi. Şeyh hazretleri bu dünyadan intikal ettikten sonra geriye emanet olarak berrak ve nur saçan bir tarikat bırakmıştır. Adabı bütün insanlar tarafından hüsnü kabul görmüştür. Değerli kardeşlerim, bu imani toplantı, bu bir araya geliş inşaallah beni ve sizleri mesut ve bahtiyar etmiştir. Böyle toplanmalara öylesine muhtacız ki müminler bedenleri ve kalpleriyle bir araya geliyor, hasret gideriyorlar. Bizler dinde kardeşleriz. Cenabı Hak Kur´an-ı Kerim´deki bir ayeti kerimede: ´´Muhakkak ki müminler kardeştir.´´ diye buyurmuştur. Özellikle bu diyarlarda kardeşlik havası içerisinde müslümanların, müminlerin bir araya gelmelerine çok ihtiyaç vardır. Bu din ne kadar büyük bir dindir ki bizleri birbirimize bağladı, raptetti. Öylesine sağlam ve perçinlenmiş bağlar vardır ki bedenlerin farklı mekanlarda olması onu etkilemiyor, bu bağı kaldırmıyor. Ölüm dahi aradaki bu ilişkiyi kesememektedir. Aramızdaki bu irtibat bakidir. Zira bunu Allah tesis etmiştir. Allah´ın bitiştirdiği, tesis ettiği bir şeyi insanlar koparamazlar. Fakat bu gerçeğe, din ve iman kardeşliğine rağmen halimizin çok da iyi olduğunu söyleyemiyorum. Bizim durumumuz şuna benzemektedir: Anne babası bir olan iki kardeş düşünün. Bunlar birbirlerini kaybetmişler. Kardeşlerden biri diğerini çöllerde, dağlarda, sahralarda sürekli olarak arıyor. Bu esnada bir karartı, siyah bir şey görüyor. Onu yırtıcı bir aslan, vahşi bir hayvan zannediyor. Bilahare biraz daha yaklaşınca bir insan olduğu görüyor. Bu sefer de bu olsa olsa bir yol kesicidir, paramı ve mallarımı almak için geldi diye düşünüp, kılıcına sarılıyor. Diğeri de onu görünce o da kılıcını çekiyor. Birbirlerine yaklaşıp yüz yüze geldikleri zaman ana-baba bir, canciğer kardeş olduklarını görüyorlar. Bu sebepsiz lüzumsuz ayrılığın üzüntüsünden ve belki de hasretin bitiminden dolayı ağlıyorlar. Şimdi bu misali alıp içinde bulunduğumuz duruma tatbik edelim. Ayrılığı gerektiren ne var. Niye tefrikaya düşüyoruz. Niye birbirimizi sevmiyoruz Neden birbirimizden uzağız. Bölüşemediğimiz, anlaşamadığımız ne var. Hiç bir şey yok. Dinde kardeş olan, bu perçinle, bu kuvvetli bağla birbirine bağlanan insanların anlaşamayacağı nokta ne olabilir ki ! Galiba bu hal din düşmanlarının, müslümanlara düşman olan insanların kustukları kin, çıkardıkları fitne, kurdukları tuzak ve hileden başka bir şey değildir. Onun için ben tüm mümin kardeşlerimi yek vücut olmaya davet ediyorum. aralarındaki şikakı, ayrılığı, suni bölünmeyi mutlaka kaldırmaları lazımdır. Cenabı Allah´ın fermanı da zaten bu şekildedir. Ne buyuruyor: ´´Allah´ın ipine sımsıkı sarılın ve sakın ayrılığa düşmeyin.´´ Bugün azgın, taşkınlık yapan, mütecaviz, acımasız, haşin, katı ve sert olan düşman elinden müminler sıkıntıdadırlar. Bu düşman küçük, büyük tanımıyor. Kadın erkek tanımıyor. Kundaktaki çocuktan, yaşlı insana kadar hepsini ortadan kaldırmak istiyor. Örneğin Filistin´deki kardeşlerimiz acı içinde kıvranıyorlar ve Mescid-i Aksa garip. Onlar kalplerinin derinliklerinden bütün müminlere sesleniyor ve ´´Ne olur bizi yalnız bırakmayın.´´ diyorlar. Acaba bugün bir olmaları gereken tevhid dinine mensup ve kardeş olan müminlerin bu nidaya, bu uzaktan ve derinden gelen mağdur ve mazlum sese cevapları nedir ? Bir milletin, bir ümmetin ayakta kalabilmesi için onu oluşturan unsurlara esaslara mutlaka ihtiyaç vardır. Dinden, kültürden, tarihten, maziden kaynaklanan bu tür esasların etrafında birleşmek lazımdır ki bu birlik ve beraberlik dağılmasın. İslam dünyasının kalbinde, İslam ülkelerinin ortasında olan İsrail devletine bakın. Dillerini muhafaza ediyorlar, dinlerini muhafaza ediyorlar. İbranice konuşuyor ve bu dili çocuklarına da öğretiyorlar. Adetlerini, kültürlerini unutulmaması için ihmal etmiyor, dilden dile, nesilden nesile aktarıyor ve canlı tutuyorlar. Birlik ve beraberlik içerisinde bulunuyorlar. Dünyanın her tarafına dağılmış olsalar da onlar tek vücutturlar. Peki bu durum karşısında müslümanların nasıl olması gerekiyor. Müslüman olarak bizlerin de, mümin olarak bizlerin de dinden, kültürden, tarihten kaynaklanan güzelliklerimiz etrafında birleşmemiz ve bunları neslimize, zürriyetimize intikal ettirmemiz, dolayısı ile güçlü olmamız gerekmiyor mu? Elbette gerekiyor. Avrupa´da yaşayan bazı müslümanlar maalesef dinlerini unuttular, müslümanlıklarını unuttular. İbadetlerini ve adetlerini terk ettiler. İslam´ı değil başkalarını taklit ettiler. Gayretleri kalmadı, Allah korusun sönmek üzereler. İslam´ı bir avuç marka, bir avuç dolara veya nefse hitap eden şehvetlere değiştirdiler. Bu Allah´ı, Peygamberi, kıblesi bir olan hiçbir Müslüman´a yakışmaz. İşte bu şekilde dağınık olan müslümanların arasından Cenabı Allah´ın teyid edeceği; insanların içersine, tarih sahnesine çıkacak, en üstün ve güzel sıfatlarla muttasıf, hayırlara vesile olan, hayırda kılavuzluk eden bir taifenin çıkması Allah´ın adetidir, sünnetidir. Bu kaçınılmaz bir olaydır. Eğer kalpte iman varsa, sadakat varsa, samimiyet varsa, müslümanların geldikleri bu duruma hepimizin kalbinin kan ağlaması lazımdır. Ben size bir şey hatırlatmak istiyorum; gerçi ben hatırlatmaya layık değilim, ama mesele şudur: Cenabı Hak buyuruyor ki: ´´Hatırlat, hatırlatmak muhakkak müminlere fayda verir.´´Değerli kardeşlerim hatırlatmak istediğim husus şudur: Müminler İslami kimliğinizi koruyun, şahsiyetinize sahip çıkın. Güzel olan adetlerinizi unutmayın. Hz.Peygamber (s.a.v.): ´´Bir kavme benzeyen onlardandır.´´buyuruyor. O halde giyimimizle, yürüyüşümüzle, oturmamızla, her hal ve hareketimizle evimizde, dışarıda, her yerde; dinimiz, kültürümüz ne diyorsa ona sahip çıkalım ki kimliğimiz ortadan kalkmasın ve kaybolmayalım. Fakat bazı müslümanlar anlayışları kıt olduğu için belki kafaları çalışmadığı için kendi adetlerini ve güzelliklerini terk ediyor, onlara sahip çıkmıyorlar. Başkalarının potasında eriyorlar. Onları takip edip, kayboluyorlar. Bu insanı üzen ve kederlendiren bir durumdur. Değerli müslümanlar, İslam düşmanları iki kapıdan girmiş, iki yolla müslümanları aldatmaya çalışmışlardır. Şüpheler ve şehvetler. Şüphe dinde çok vahim bir olaydır. İtikadında, imanında şüpheye düşen bir insanın akibeti Allah korusun kötüdür. Şehvetler ise kendilerine sabredilmesi elbette ki zor şeylerdir. Gençliğin şüphelere karşı durumu iyi, ama şehvetlere karşı zaafı vardır. Gerek şehvetlerden ve gerekse şüphelerden korunmak, ancak İslami, imani, dini geçit vermeyen bir halka ile bağlı; onlara iltifat etmeyip, Allah´ın azabını düşünen ve rızasını uman insanlar için kolaydır. Siz siz olun ne şehvetlere ne de şüphelere esir düşmeyin. Kapınızı bunlarla çalanlara onu açmamak lazımdır. Şüpheler kendilerine karşı korunulması zor ve sonu ölüm olan bir hastalık gibidirler. Bu hastalık ortaya çıkmadan önce ondan korunmak için çaresini aramak mümkündür. Şehvetler ise öyle bir hastalığa benzer ki insanı yavaş yavaş zaafa uğratıp, bünyesini zayıflatıyor, fakat onu öldürmüyor. Aralarında iste böyle bir fark vardır. Şehvetlerin ne kadar tehlikeli, ifsad edici bir hal olduğunu beyan etmek için şöyle bir örnek verilmiştir: Bin genç insanı alın ve onların başına on tane vaiz verin. Onlara vaaz etsinler, irşatta bulunsunlar. İffeti, namus güzelliğini onlara sürekli olarak anlatsınlar. Sonra affedersiniz bir kadın gelse, o bin gencin karşısına çıkmaması gereken müstehcen bir şekilde çıksa, o on vaizin bir sene boyunca yapmış olduklarının tümünü boşa çıkarır. İşte mevcut durumu ve yapılan uğraşların nasıl yok olduklarını gösteren canlı bir misal. Değerli müslümanlar, bir noktayı huzurlarınızda size arz etmek istiyorum. Bu memleketlerde, Avrupa´da yaşayan müslümanlar eğer kendi nefislerini, çoluk çocuklarını ıslah etseler, İslamı yaşayıp, düzgün bir hayat sürseler, hem kendileri için hem de bütün İslam dünyası için yüz akı olurlar. Fakat eğer dinlerini tatbik etmeseler, kendilerini ıslah etmeyip, İslamı yaşamasalar kötü örnek olup, hem kendilerine ve hem de İslam´a zulüm etmiş olurlar. Fakat bu tür insanlar aslında en büyük zararı kendi zürriyyetlerine vermektedirler. Onları adeta kurban etmektedirler. Kendileri yaşamadıkları için sonradan gelen nesil hepten feda oluyor, Allah korusun yok olup gidiyorlar. İşte eğer insan İslam´dan uzaklaşırsa, onun zürriyyeti, çocukları, gelecek torunları bu fesada, bu ahlaki çökmüşlüğe ve küfre feda oluyor, Allah korusun. Değerli müslümanlar, İslam dini dünyanın gerek doğusuna gerekse de batısına sadık ve dürüst tüccarlar ile seyyah olan, dünyayı dolaşan sıdk sahibi, değerli mümin topluluklar vasıtası ile yayılmıştır. Halbuki bu insanlar biz müslümanız dahi dememişler ve fazla bir şey de anlatmamışlardı. Onların alış verişleri İslam´a göre olunca, onlar kimseyi aldatmayıp, hile yapmayınca insanlar onlardan etkilenmiş, kim olduklarını öğrenmek istemişlerdir. Müslüman olduklarını öğrenince,´´ o halde biz de İslam´a giriyoruz.´´ deyip bu dini seçmişlerdir. İslam´ın intişarı işte böyle olmuştur. Ben burada avazımın çıktığı kadar söylüyor ve diyorum ki, bu memleketlerde yasayan müminler çok zor durumdadırlar. Herhangi bir destekçileri, dayanacak bir şeyleri mutlaka olması gerekirken yok ve aynı zamanda küfrün, ahlâki çöküntünün, müstehcenliğin ve onların çok kıymetli değerlerine saldırmak isteyen kişilerin hücumlarıyla karşı karşıyadırlar. Kendileri, aile efradları, çoluk çocukları çok zor bir durum altındadırlar. Ben bunu söylemek, ilan etmek istiyorum. Böyle kişilere acizane olarak nasihatim sudur: Kendisinin ve aile fertlerinin dinini, imanını ve inancını korumak için kerim bir şekilde, izzetli ve şerefli bir şekilde yaşayabileceği bir yere mutlaka hicret etmelidir. Buradan o yere intikal etmeli, böyle bir tehlikenin, böyle bir ateş ve fitnenin içinde gerek kendini, gerekse de ailesini tutmaya razı olmamalıdır. Vasiyetim bu şekildedir. Allah cümlemize sahih, selim, müstakim bir akıl nasip eylesin ki, size arz etmeye çalıştığım konuları derinden düşünelim, tefekkür edelim ve gereğini yapalım. Bütün bunlardan sonra tekrar içinde bulunduğumuz konuya yani Şeyh hazretlerine dönmek istiyorum. Şeyh İzzeddin hazretleri, Hz.Peygamberin (s.a.v.) yolunu seçmiş, davetini örnek almış, Ashab-ı Kiramın yolu üzerine insanları davet eden, onlara hayrı, iyiliği gösteren, onları irşad eden, onları yönlendiren bir zat-ı muhterem idi. Onun davetinin örneği Hz.Peygamber idi. Şeyh hazretlerinin davetinin iki özelliği bulunmaktadır. Bunlardan biri siyasetle uğraşmaması, diğeri ise dünyayı kimseden istemeyip, kabul etmemesiydi. Davetçilerin, mürşitlerin, alimlerin pek çoğunun sıkıntıya düştükleri bu iki konudan Şeyh hazretleri çok uzaktı. Yaptığı bütün hayırlar için kendi öz ve öz malından harcamak istiyor ve öyle de yapıyordu. Dışarıdan gelen harici yardımları ve katkıları reddediyordu. Şeyh hazretlerinin daveti nezih ve temiz idi. Ameli ve fiilleri ile insanları davet ediyordu. İnsanlar onu görünce, onun hayatına muttali olunca, ondan nezaheti, nezaketi, güzelliği, iffeti, kanaati öğreniyorlardı. Zat-i alileri, insanları sözlerinden önce fiilleriyle hayra teşvik ediyorlardı. Zaten kendileri de önceden o hayır üzereydiler. Bunun için çok canlı bir misal ve çok örnek bir şahsiyet idiler. O Allah´ın kullarını Rablerine davet ederken asla ve asla kendi çıkarını düşünmüyor, küçük olsun büyük olsun kendi menfaatini arka plana itiyor: ´´Müminlerin istifadesi çok önemlidir.´´ diyordu. Şeyh hazretleri gerek beraber oldukları kişilere, gerek zamanında yaşayanlara ve gerekse de sonradan gelecek olanlara çok canlı bir örnek olmuş, çok güzel bir hayat sürmüştür. Değerli müminler, burada konuşmamı şimdilik bitiriyor ve babam hakkında, İslam hakkında söylenecek güzel sözleri başkalarından ben de duymak istiyorum. Onun için konuşma firsatını değerli hoca arkadaşlarıma bırakıyorum. Allah (C.C) hepinizden razı olsun. Allah´ın selamı, bereketi, rahmeti üzerinize olsun. Değerli kardeşlerim, bu programın sonunda ben, bu mütevazi programa katılan, iştirak eden, bu işe emeği geçen, gayret gösteren tüm kardeşlerime huzurlarınızda şükranlarımı arz ediyorum. Bu program hayatını, rahatını, malını Allah için, insanların menfaati için harcayan, feda eden üstün bir şahsiyetin vefatı münasebetiyle tertip edilmiştir. Dolayısıyla uzaktan olsun, yakından olsun buraya gelen bütün kardeşlerimizin amel sahifelerine, Allah en üstün ve şanına layık bir şekilde sevaplar yazsın, ihsanlar eylesin, inşaallah. Değerli müslümanlar, Şeyh İzzeddin Haznevi hazretlerinin vefatı münasebetiyle burada bulunuyoruz. Bu imani gösterge, bu İslami hava hepimizi mesrur ediyor. Fakat sadece zahirle iktifa etmeyelim. Bu programın gerisinde bir mana var. Şeyh hazretleri münasebeti ile tertip edilen bu programdan ibret alalım; hikmetlerini kavrayalım. Söylenenlerden istifade edelim. Duyduklarımızla amel edelim ve ruhlarımız için bir tiryak, bizi rahatsız eden zehrine karşı bir panzehir olan bu ayetlerin, hadislerin, vaaz ve ikazların mutlaka hakkını verelim. Onlardan ibret alalım. Bütün Haznevi mürşitleri, özellikle de Şeyh İzzeddin Haznevi hazretleri kendilerinde bulunan sıfatlar ile adeta yüce bir dağ misali gibiydiler. O kadar güzel bir hayat sürmüş, parlak ve berrak bir İslami anlayış içerisinde yaşamış ve bunu insanlara neşretmeye çalışmışlardır ki bizler bunları bildikten sonra, bu örnek hayatları kendi nefsimize, yaşamımıza tatbik etmeliyiz. Şeyh İzzeddin Haznevi hazretleri tasavvufu hakiki olarak anlamış, tarikatın gerçeğini yaşamış ve bu iki ana esası, az önce de söylediğimiz gibi çok güzel bir şekilde icra etmiştir. Tasavvufu bazıları gibi değil, hakikatiyle öylesine bir anlamış ve yaşamıştır ki bu sayede günümüze kadar gerçek ve canlı bir örnek olarak gelmiştir. Kimileri tarikatı ve tasavvufu mal mülk toplamak için bir tuzak ve vesile kıldılar. Talebeler hocalarına verecekler, hocalar da yiyip, içecekler. Böyle anlamışlar. Bazıları böyledirler. Ama Şeyh hazretlerinin anlayışı, kavrayışı, yaşantısı bunlardan tamamen uzak, son derece nezih, nazif, İslam nasıl istiyor ve emrediyorsa o şekildedir. Bazı insanlar önlerinde olan kişiler bilmediği için gerçeği göremiyorlar. Kaş yapalım derken göz çıkarılıyor. Bu gayri sahih tasavvuf anlayışıyla dine hizmet edelim derken, aslında onu baltalıyorlar. Bunlar ilme, şer-i şerife ve dine hizmet etmeleri gerekirken yaptıkları hataları fark edemiyorlar. Hakiki tasavvufla sahte olanı, gerçek olan ile hayal olanı birbirine karıştırıyorlar. Önlerindeki rehber insanlar bilemeyince elbette onlar da bilemiyorlar. Bazıları yaptıkları yanlışları, istismarları, mal ve madde için uğraşları ile İslam´ın ve tasavvufun güzel görüntüsünü bozuyorlar. Gaye istismar ve art niyet olunca net bir fotoğraf ortaya çıkmıyor. Fesat, fitne, batıl ve batıla yardım edenler ne kadar çok ve kesif olurlarsa olsunlar; hepinize bir vasiyetim, acizane bir nasihatim var. Şeyh Ahmet Haznevi´yi, Şeyh İzzeddin Haznevi hazretlerini tanıyan, bilen, seven ve onlara tabi olan kişiler olarak, sizlere bir nasihatim var. Nerede olursanız olun, bütün zorluklara, bütün menfi şartlara rağmen kendinizi koruyunuz ve hayırlı bir insan olunuz. Sizden başkaları örnek alsınlar. Hayrı yapın ve başkalarına da ulaştırın. Özellikle sizlerden istirhamım budur. Dinimizin talim ve terbiyesine kulak verin. Hz.Muhammed Mustafa´nın (s.a.v.) sünnetine sımsıkı sarılın. Bu iki esasa hizmet eden değerli zatların, mürşitlerimizin, tasavvufun boyası ile boyanın. Şahsiyeti, kimliği, dini ve imanı korumak ancak bu şekilde mümkündür. Kendi nefsinize ışık tutun; faydalı olun. Başkalarına da ışık tutun; yol gösterin; faydalı olun. Sizde de menfaat olsun ve başkalarına da sirayet etsin. Nerede olursanız olun gönlünüz, Allah sevgisiyle dopdolu olsun. Dünyanın geçici ve boş lezzetlerine kapılmayın, katlanmayın, tenezzül ve teşebbüs etmeyin. Fani dünyadan haramları terk etmek manasında el etek çekin. Haramları terk ederek, haram olan lezzetleri elimizin tersiyle iterek eteğimizi toplayalım. Eğer bu söylediklerimizle amel ederseniz ve İslam dinini yaşarsanız; siz, aile efradınız, çoluk çocuğunuz ve akrabalarınız kurtulur, felah bulursunuz. Dünya ve ahiret saadeti elde edersiniz. Dolayısıyla çocuklarınız dinini tutar, ona sımsıkı sarılır ve İnşaallah sağlam bir kulp tutmuş, hayrete, şaşkınlığa ve karanlığa düşmemiş olurlar. Buraya gelmeye beni muvaffak eden, bana bu fırsatı veren ve beni mümin kardeşlerimle bir araya getiren Allah´a sonsuz hamdü senalar olsun. Cenabı Hak bana da bu programı düzenleyen ve bizi davet eden kardeşlerime de ve sizlere de en üstün sevabı ve lütfu nasip eylesin. Değerli kardeşlerim, daha önceki yıllarda da buraya geldim. Avrupa´da ve başka ülkelerde gezdim, dolaştım. Allah´ın izniyle, bizim gelişimizin vesilesi olmasıyla, İslam´ı seven, ona gönül veren, tövbe eden, günahlarından dönen, masiyetlerden rücu eden çok insan gördüm, Elhamdulillah. Cenabı Hak onlara sebat versin, ayaklarını kaydırmasın. İlerledikleri noktadan geri götürmesin ve İslam´ı cümlemize, İnşaallah sevdirsin. Masiyeti, günahları kerih göstersin. Değerli kardeşlerim, bu gelişmeler bana yol gösterdi ve İnşaallah ileriki yıllar için bana cesaret verdi. Bu iyiliği, bu güzelliği, bu içtimayı, kalabalığı, İslam´a yönelişi gördükçe, İnşaallah önümüzdeki yıllarda da buralara sık sık geleceğiz. Bana dua etmenizi istiyorum. Hepiniz bana dua edin ki Şeyh hazretlerinin yolundan gideyim. Babamın yolundan ayrılmayayım. O İslam´ı, tasavvufu nasıl anlamışsa, ben de öyle anlayayım. Nasıl yaşamışsa, öyle yaşayayım. Bütün hayatımı, himmetimi, vaktimi ve bütün imkanlarımı onun yolundan sapmamak için harcayayım ki O İslam´ın hülasasıydı. Bana dua edin. Dua etmenizi istirham ediyorum. Babam, Şeyh hazretleri, benim omuzlarıma büyük bir yük bindirdi ve bana manevi bir cübbe giydirdi. Dua edin değerli müslümanlar, muhterem kardeşlerim. Bana dua edin ki ben bu yükü taşıyayım. Allah bana güç ve takat nasip eylesin. Yine bana dua edin ki sahih, berrak ve parlak bir şekilde tüm dünyaya yayılan Şeyh hazretlerinin adabını temsil eden bu cübbeyi kirletmeyeyim.Bu cübbeye leke sürmeyeyim. Yani babamın ve büyüklerimin yolundan ayrılmayayım. Hepinizin bu konuda bana dua etmenizi arzu ediyorum.
|
Son Yazılar