Muzâraa ve Muhâbara´nın Tarifi
Muzâraa kelimesi, ekip biçmek mânâsına gelen zer kökünden gelmektedir. Istılahta muzâraa; tohum, toprak sahibine ait olmak şartıyla mahsulü bölmek üzere araziyi bir işçiye işletmek için vermektir.
Muhâbara kelimesi, toprağı sürüp nadasa bırakmak anlamına gelen hibar kökünden gelmektedir. Muhâbara lugatta yumuşak arazi demektir. Muhâbara´nın ıstılahı anlamı ise tohum işçiye ait olmak şartıyla mahsulü bölmek üzere araziyi işletmeye vermektir. Muzâraa ile muhâbara arasındaki tek fark muzâraa´da tohumun arazi sahibine, mubâbara´da işe tohumun işçiye ait olmasıdır.
Muzâraa ve Muhâbara Muamelelerinin Meşru Olup Olmadığı
Muzâraa ve muhâbara muamelelerinin her ikisi de -eğer akid sadece toprağın işletilmesi için yapılırsa- bâtıldır. Meselâ ağaç olmayan bir arazi için veya ağaç olmakla beraber sadece araziyi ekip-biçmek üzere akid
yapmak bâtıldır. Muzâraa ve muhâbara muamelelerinin bâtıl olduğuna şu hadîsler delâlet etmektedir:
Râfi b. Hadîc´den şöyle rivayet edilmiştir: Biz Rasûlullah zamanında arazi icarı akdi yapardık da tarlaları mahsulün 1/3´i yahut 1/4´i yahut kararlaştırılan zahire mukabilinde kiraya verirdik. Birgün amcalarımdan biri bize geldi ve şöyle dedi: ´Rasûlullah (s.a) bizleri, bizim için m´enfaatli olan bir işten nehyetti. Allah´a ve Rasûlü´ne itaat etmek ise bizim için daha hayırlıdır. Rasûlullah bizleri arazi icarı akdi yapıp da tarlaları mahsulün 1/3´i yahut 1/4´i yahut kararlaştırılan zahire miktarı karşılığında kiraya vermekten nehyetti ve arazi sahibine, tarlasını kendisinin ekmesini yahut başkasına (ücretsiz verip) ektirmesini emir buyurdu. Tarlanın kiraya verilmesini, ekmekten ve ektirmekten başkasını kerih gördü[1]
Cabir b. Abdullah şöyle rivayet ediyor. ´Rasûlullah muhâbara´dan nehyetti´.[2]
Musâkat´a Tâbi Olan Muzâraa´nın Caiz Olması
Bahçe arasında bir arazi olursa, bahçe için musâkat akdi yapılırken bahçeye tâbi olarak arazi için de muzâraa akdi yapılabilir. Çünkü İbn Ömer, Rasûlullah´ın Hayber arazisini Hayberlilere, araziden çıkacak ekin ve meyvelerin bir kısmına karşılık olarak işletmek üzere verdiğini rivayet etmiştir.
Musâkat akdine tâbi olan muzâraa akdinin sahih olmasının birtakım şartları vardır ki onları şöyle sıralayabiliriz:
1. Amil (çahşan kişi) bir olmalıdır.
Yani ağaçların bakımı için mal sahibi ile akid yapan kişi, bahçeye tâbi olarak arazi için de muzâraa akdi yapmalıdır.
2. Ağaçların bakım ve sulaması araziden bağımsız olmalıdır.
Eğer arazinin bakım ve sulaması yapılırken ağaçlannki de .yapılmış oluyorsa, akid sahih olmaz; .
3. Akdin kasdı, muzâraa muamelesi olmamalıdır.
Yani aynı anda hem ağaçların bakım ve sulaması; hem de arazi için muzâraa akdi yapılmalıdır. Eğer önce ağaçların bakım ve sulaması, sonra da arazi için akid yapılırsa, sahih olmaz. Çünkü kasdın taaddüde
kabiliyeti yoktur. Arazi için yapılan muzâraa akdi, ağaçlar için yapılan akde tabidir. Bu nedenle en sahih görüşe göre muzâraa akdi, ağaçlar için yapılan akidden önce olmamalıdır. Meselâ ´Şu arazi için seninle muzâraa akdi yaptım ve şu ağaçlar için de seninle musâkat akdi yaptım´ denirse, akid sahih olmaz.. Çünkü muzâraa akdi ancak musâkat akdine tâbi olarak meşru kılınmıştır. Tâbi ise metbûdan önce olmaz.
En sahih görüşe göre muzâraa akdi yapılan arazinin, az veya çok ağaç arasında bulunması, hükmü değiştirmez. Çünkü sulamada ağaçları ayırmak zordur. Bu, müzâraatin tab´an caiziyetine olan ihtiyacın azlık ve çokluğuna göre değişmez. Ayrıca çalışan kişiye tahsis edilen oranın, musâkat ve muzâraa akidlerinde farklı olması gerekir. Zira her ne kadar muzâraa akdi musâkat akdine tâbi ise de hemen hemen müstâkil bir akid sayılır.
Muhâbara Akdi Mutlak Şekilde Bâtıldır
Muhâbara akdi -isterse musâkat akdine tâbi olarak yapılsın- mutlak şekilde ve her halükârda bâtıldır. Çünkü muhâbara akdinin sahih olduğu hususunda şeriatta bir hüküm varid olmamıştır. Oysa muzâraa akdi hususunda hadîs varid olmuştur. Ayrıca muzâraa akdi, musâkat akdi mânâsında olduğundan muhâbara akdinden ayrılmaktadır. Çünkü hem musâkat, hem de muzâraa akdinde, işçiye sadece çalışmak düşmektedir. Muhâbara akdinde ise hem tohum, hem da çalışma işçiye aittir.
Fasid Olan Muhâbara ve Muzâraa´nın Hükmü
Muhâbara akdinin her halükârda fasid olduğunu söylemiştik. Muzâraa akdi ise yukarıda saydığımız şartlar tahakkuk ettiğinde sahih olur, aksi takdirde bâtıl olur. Bu bakımdan mal sahibi işçi ile sadece çalışması için muzâraa veya muhâbara akdi yaptığında, çıkan mahsul mal sahibinindir, çünkü bu mahsul, arazinin ve tohumun karşılığıdır. Bu durumda âmil´e, kendisinin, çalıştırmışsa hayvanlarının ve aletlerinin çalışmasının karşılığında ücret-i misil verilir. Eğer muhâbara akdi yapılarak iş yapılmış, mahsul elde edilmişse, elde edilen mahsul çalışan kişiye aittir, çünkü tohum ondandır, artış da tohuma tâbidir. Fakat mal sahibine arazinin ücret-i mislini vermelidir. Eğer mal sahibi ile işçi tohuma ortak iseler, çıkan mahsule de ortak olurlar. Taraflar tohumları oranında mahsule orak olurlar. Eğer tohumun yarısı mal sahibinden, yarısı da işçiden çıkmışsa, mal sahibi işçiye ücret-i mislin yarısını verir, çahşan da mal sahibine çalışmasının ücret-i mislinin yansını verir, böylece taksim ederler.
Mâlik ile Amil Arasında Müşterek Oian Muzâraa ve Muhâ-bara Akdinde Mahsulün Taksim Edilmesi
Allah´ın şeriatı kolaylık üzerine bina edildiğinden, onda tahammül edilmez bir zorluk bulunmadığından, şer´î hükümlerin amacının hakların korunması, halkın zarar ve ihtilaftan uzaklaştırılması olduğundan fakihler bu hususta bir çıkış yolu bulmaya çalışmışlardır. Çünkü bu hususta nassların zahirinde sıkıntı vardır. Bu hususta bir çıkış yolunun bulunması, şeriatın heybetini korumak, halkın şeriat hükümlerinin gölgesi altında durmalarını sağlamak, onların işlerini kolaylaştırmak, maslahatlarım gözetmek içindir. Eğer ortada bir sıkıntı varsa, onu mutlaka gündeme getirip bir çıkış yolu bulmak şarttır.
İşte bu nedenle fakihler muzâraa ve muhâbara akdindeki maslahatı bazı zamanlarda tahkik etmek için bir yol bulmuşlardır. Çünkü arazi, onu işletmeyi bilmeyen kişilerin elinde veya ondan istifade etme imkânı olmayan kimselerin elinde bulunabilir. Diğer tarafta ise işletmeyi bildiği halde arazisi olmayan veya arazi kiralamaya gücü yetmeyen kişiler bulunabilir. Arazi sahibi, âmile tohumun ayırdedilmeyen bir kısmını (meselâ 1/4´ini veya 1/2´ini) tohum ayırmamak kaydıyla verir ki tohumun o kısmıyla araziyi eksin, biçsin ve mahsul alsın. Ayrıca arazinin .gayr-i muayyen bir kısmına yetecek bir miktarı da İare yoluyla âmile verir. Elde edilen mahsul, mal sahibi ile işçi arasında tohumları nisbetinde taksim edilir veya arazi sahibi ayırdedilmeyen tohumun yarısını, arazinin menfaatinin yarısına karşılık işçiye verir, böylece çıkan mahsule ortak olurlar; birinin diğerine ücret vermesi gerekmez. Çünkü çalışan kişi arazinin mahsulünden payını almaktadır. Arazi sahibi de işçinin çalışmasından, mahsulden aldığı pay nisbetinde istifade eder. Çünkü tohum arazi sahibinden çıkmıştır. Eğer tohum çalışan kişiden çıkarsa, arazinin belli olmayan muayyen bir parçası -meselâ yarısı gibi-, tohumun ayırdedümeyen yansı ve arazinin kendisine verilmemiş diğer kısmında çalışması karşılığında icar edilmiş olur veya arazinin yarısında tohumun yarısı karşılığında, diğer yarısında ise teberruan çalışmış olur, böylece herbiri tohumları ve arazinin menfaati oranında mahsulden pay alır, birinin diğeri üzerinde hiçbir hakkı kalmaz.
Ayrıca Şafii olmayan fakihlerin birçoğu muzâraa akdinin müstâkil olarak caiz olduğunu söylemişler ve buna delil olarak da Hz. Peygamber´in Hayber ahalisi ile yapmış olduğu muameleyi göstermişlerdir. Yine Şafii olmayan fakihlerin birçoğu muhâbara akdinin de muzâraa akdi mânâsında olduğunu, dolayısıyla da caiz olması gerektiğini, her iki akdin de menfaat üzerinde varid olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda tohum arazi sahibinden olursa, buradaki menfaat çalışmanın karşılığı olur, tohum çalışan kişiden olursa, buradaki menfaat de arazinin menfaati olur.
——————————————————————————–
[1] Buhar ve Müslim
[2] Buharî/2252, Müslim/1536