Korku Namazının Mânâsı ve Meşruiyetinin Esası
Bu namazın mânâsı ve meşruiyetinin esası şudur: Korku, emniyetin zıddıdır. Korku namazından maksat, savaş durumunda kılınan namazdır. Bu namazın birtakım ruhsat ve kolaylıkları vardır. Bu kolaylıklar cemaat için daha da fazladır. Bu ruhsat ve kolaylıklar başka namazlarda bulunmazlar. Bu namazın meşru olduğunun delili ayet ve hadîslerdir ki bunlar korku namazının hâl ve keyfiyetleri bahsinde görülecektir.
Korku Namazının Halleri
Korku namazının savaş durumuna nisbetle iki hâli vardır:
Birinci Hâl
Bu hâl, sınırda ve diğer yerlerde nöbet tutma ve düşmanla çarpışma halidir. Bu durumlarda korku namazının şekli, bazı noktalarda normal namazdan daha değişik olur. Bu durum müslümanların devlet başkanının, ordu komutanının veya vekilinin arkasında namaz kılmak istediklerinde meydana çıkmaktadır. Bu durumdaki namazın meşruiyetine delil, şu ayettir:
(Ey Muhammedi) Onların içinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman onlardan bir grup seninle beraber namaza dursun ve silahlarını kuşansın. (Namaza duranlar) secdeye vardıkları zaman diğerleri arkanızda sizi korusunlar. Namaz kılmayan başka bir grup gelsin ve seninle beraber namaz kılsın. Tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. Kâfirler isterler ki siz silah ve eşyanızdan gafil olasınız ki onlar da ani bir hücumla üzerinize çullansınlar. Eğer yağmurdan ötürü size bir eziyet olursa veya hasta iseniz silahlarınızı çıkarmanızda üzerinize günah yoktur. Bununla beraber tedbirinizi alın. Şüphesiz ki Allah kâfirlere rüsvay edici bir azap hazırlamıştır. (Nisa/102)
Ayette zikredilen korku namazının bu şeklinin iki keyfiyeti vardır. Hz. Peygamber bunları fiiliyle göstermiştir. Bu durum düşmanın bulunduğu mevkiye göre değişmektedir.
I. Keyfiyet
Fiilen savaşılmıyorsa, düşman da kıble tarafında değilse ve müslü-manlar da namazı tek bir cemaatle kılmak istiyorlarsa imam, onları iki dört veya daha fazla saf yaparak önlerine geçer. Eğer ordu iki safa ayrılmışsa imam secdeye gittiğinde birinci saf da imam ile beraber secdeye gider. Eğer ordu dört safa ayrılmışsa birinci ve ikinci saf imam ile birlikte secdeye gider. Böylece secdeye gitmeyenler, secdeye gidenleri herhangibir saldırıdan korurlar. İmam kendisiyle beraber secdeye gidenlerle ayağa kalktığında diğer saflar secdeye giderken ve imam ikinci rekâtın kıyamında iken imam´a yetişirler. İmam üçüncü rekâtın secdesine gittiğinde birinci rekâtın secdelerinde imamla beraber olanlar kıyamda kalıp nöbet tutarlar, diğerleri imam ile beraber secdeye giderler. Sonra teşehhüd için hep birlikte oturup selâm verirler. Hz. Peygamber Asfan gazvesinde de böyle yapmıştı. Korku namazını, bu gazveye benzer her durumda bu şekilde kılmak sünnettir.
İbn Abbas şöyle rivayet ediyor: ´Hz. Peygamber tekbir aldı, halk da tekbir aldı. Hz. Peygamber ve bazıları rükûya gidip sonra secde ettiler. Hz. Peygamber ve onunla secdeye gidenler ikinci rekâta kalktılar. Bu defa ikinci saf Hz. Peygamber ile rükû ve secdeye gittiler. Böylece tümü aynı anda namazlarını kıldılar. Fakat birbirlerini de korudular´.[1]
II. Keyfiyet
Düşman kıble tarafında değilse ve savaş da fiilen devam etmiyorsa, bu durumda namazın mendub olan keyfiyeti şöyledir:
a. Namazı kılanlar iki gruba ayrılır. Bir grup düşmanın karşısında durarak onları gözetleyip müslümanları korur, diğer grup da imam ile beraber namaza durur.
b. İmam ile namaza duranlar bir rekât kılıp ikinci rekâta kalktıklarında geriye çekilip ikinci rekâtı tek başlarına kılarlar ve düşmanın karşısında beklerler.
c. Diğer grubun gelip imam´a uyması için imam´ın, ikinci rekâtın kıyamını uzatması uygun olur. Böylece imam kendisi için ikinci rekâtı kılarken, ikinci grup için de birinci rekâtı kıldırmış olur. İmam teşehhüd için oturduğunda onlar kalkıp tek başlarına ikinci rekâtı kılarlar. Sonra hep beraber imam´a uyarlar. İmam da teşehhüd´ü uzatır ve onlarla beraber selâm verir. Hz. Peygamber Zât´ur-Rika gazvesinde bu şekilde namaz kıldırmıştır.
Salih b. Havvat -Zat´ur-Rika günü Hz. Peygamberle birlikte bulunan kimselerdendir- şöyle rivayet etmektedir: ´Hz. Peygamber korku zamanında ashabına namaz kıldırdı; sahabîlerin bir kısmını arkasında saf yaptı. Bir kısmı da düşmanın karşısında bekledi. Hz. Peygamber arkasında bulunan safa bir rekât kıldırdı. Sonra kalktı, daha arkada bulunanlar bir rekâtı kılıncaya kadar kendisi ayakta kaldı. Sonra arkasındakiler öne geçti, önlerinde bulunanlar da geriye gittiler. Hz. Peygamber yeni gelenlere de bir rekât kıldırdı. Sonra geri çekilenler bir rekât kılıncaya kadar oturdu, sonra selâm verdi´.[2]
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, müslümanların bir kısmı düşman karşısında olduğu halde cemaat namazını bu iki keyfiyet üzerine eda etmiştir. Bunda, müslümanları korumak ve cemaat namazını da muhafaza etmek birleştirilmiştir. Düşmanın hilelerine meydan verilmemelidir. Bunun en büyük meziyeti ise Hz. Peygarîıber´e uymaktır. Bunun amacı, namazları tek bir cemaatle halife, ordu komutanı veya vekilinin arkasında kılmak faziletini elde etmektir.
İkinci Hâl
Bu hâl, müslümanların düşmanla fiilen savaştıkları, korku ve tehlikenin şiddetlendiği bir durumda kılınan namazdır. Bu durumda iken namazın belli bir şekli yoktur, nasıl kılınabüiyorsa öyle kılınmalıdır. İster yaya, ister binekli, ister kıbleye yönelik olsun, ister olmasın hangi durumda olursa olsun namaz ima ile kıhnabilir. Ancak secde için yapılan işaret, rükû için yapılandan biraz daha fazla olmalıdır. Eğer bu durumda iken bir kısmı diğerine uyarak namazı cemaatle kılabiliyorlarsa bu daha efdaldir. Yönlerinin değişik olması veya cemaatin imam´m önünde olması namazı bozmaz.
Namazlara ve orta namaza itina gösterin, can-ı gönülden boyun bükerek Allah için namaza durun! Eğer korkarsanız yaya veya binekli olarak namazı eda edin! Emniyete kavuştuğunuzda, size bilmediğinizi öğrettiği gibi Allah´ı anın! (Bakara/238-239)
İbn Ömer, korku namazını vasıflandırdıktan ve sözügeçen iki şekilde namazın kılınmasını zikrettikten sonra şöyle demiştir: ´Eğer daha şiddetli bir korku varsa yaya veya binekli, kıbleye yönelmiş veya yönelmemiş olarak nam olarak namazınızı kılın!
İmam Mâlik, Nâfi´nin şöyle dediğini nakleder: ´Benim kanaatime göre İbn Ömer, Hz. Peygamber´den duyduğu için böyle söylemiştir´.[3]
Böyle bir durumda savaşın gerekli kıldığı birtakım hareketlerin yapılması namaza zarar vermez. Ancak konuşmak, bağırmak mazeret sayılmaz. Çünkü konuşmayı, bağırmayı gerektiren bir zaruret yoktur.
Savaş esnasında kişiye, affedilmeyecek kan ve benzeri gibi necasetler bulaştığında namazın sıhhatine zarar vermez. Fakat savaştan sonra o namazı kaza etmesi vacib´dir.
Meşru olan her savaşta namazı bu şekilde kılmaya ruhsat verilmiştir. Mükellefin şiddetli bir korku içerisinde bulunduğu her durumda da namazın böyle kılınmasına ruhsat verilmiştir. Mükellef, bir düşmandan, yırtıcı bir hayvandan veya benzeri birşeyden kaçıyorsa namazı bu şekilde kılabilir.
Bu meşru olan keyfiyette namazın tahdidi, namazı vaktinde kılmaktır. Bu da şeriat sahibinin emrini yerine getirmek içindir.
Şüphesiz ki namaz, mü´minlerin üzerine vakitli bir farzdır. (Nisa/103)
Korku Namazının Meşruiyetinin Hikmeti
Namazın bu keyfiyetlerde kılınmasının hikmeti, mükellef için kolaylık olmasıdır. Böylece mükellef Allah ile bağ kurmaya en fazla ihtiyaç duyduğu bir zamanda yardım talep etmeye ve kâfirlerle savaştığı esnada bu farzı yerine getirmeye fırsat bulup kalbi Allah´ın zikriyle meşgul olabilir. Allah´ın yardımına ümidi ve güveni artar. Savaş meydanında ayağı yere sağlam basar. Böylece bâtıl yıkılır, hak muzaffer olur. Allah Teâlâ ne kadar doğru söylemiştir!
Ey iman edenler! (Kâfir) bir toplulukla (savaş için) karşılaştığınızda sebat gösterin ve Allah´ı çokça anın. Umulur ki felaha erişirsiniz. (EnfaI/45)
Burada şunu da zikretmek uygun olur: Korku namazı sözü geçen keyfiyeti eriyle beraber müslüman bir askerin namazını sıkıntısız olarak kılmasına imkân vermektedir. Savaşın zorlukları ne kadar değişik, vesileleri ne kadar çeşitli, zaman ve mekânı nasıl olursa olsun müslüman asker namazını kılabilir. Hele savaş insanların karşı karşıya gelmelerini gerektirmiyorsa -nitekim yeni savaşların çoğunda durum böyledir-namazı kılmak daha da kolay olur.
Namaz Hiçbir Durumda Mükellefin Üzerinden Düşmez
Korku namazı hakkında söylediklerimizden namazın hiçbir durumda mükellef üzerinden düşmediği açıkça anlaşılmaktadır. Özür ne kadar şiddetli olursa olsun mükellefiyet devam ettikçe namaz da devam eder. Fakat Allah Teâlâ sefer namazı gibi iki namazı birleştirmeye, dört rekâtlı namazları iki rekât kılmaya ruhsat vermiş veya korku ve hastalık´ namazı gibi namazların keyfiyetinde kolaylık göstermiştir. Bu kolaylıklar çeşitli sebeplere ve durumlara göre değişmektedir.
——————————————————————————–
[1] Buharî/902
[2] Buharî/3900; Müslim/842
[3] Buharî/426l (İbn Ömer şöyle demiştir: ´Korku bundan daha fazla olursa binekli veya yaya iken ima ile namazını kıl!´ Müslim/839)