İkrah´ın Hakikati ve Mânâsı
Misbâh´ul-Münîr´de şöyle denilmektedir: Kerih; sevilmeyen, çirkin görünen şey demektir. Kerh kelimesi meşakkat anlamına da gelir, kürüh şeklinde de okunur ki kahretmek, zorlamak anlamına kullanılır. Meselâ ´Onu bir işe ikrah ettim´ demek, o işi ona zorla yaptırdım demektir. Kerh kelimesi ´İsteyerek veya istemeyerek (bana) gelin´ (Fussüet/11) ayetinde olduğu gibi, ´zorla yapmak/yaptırmak´ anlamını ifade eder. Burada kerh kelimesi, itaatin zıddı olarak kullanılmıştır.
Kısacası ikrah kelimesi lugatta, birini hoşuna gitmeyen bir şeye zorlamak anlamına gelir; yani onun hoşuna gitmeyen, sevgi ve rızaya ters düşen birşeyi onun nefsineferieştirmek demektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Hoşunuza gitmeyen birşey sizin için hayırlı olabilirken sevip hoşlandığınız birşey ise sizin için şer olabilir. (Bakara/216)
Ayette geçen kerhen kelimesi, sevgi ve rıza´nin karşıtı olarak kullanılmıştır.
İkrah´a, aynı zamanda kilitlemek mânâsına gelen iğlak da denir. Sanki zorlanan kişinin önündeki kapı kilitlenmektedir de ancak zorlandığı işi yaparsa açılmaktadır.
İkrah´m ıstılahî mânâsı ise bir işi yapmaya zorlamaktır. İmam Şafii eî-Umm adlı kitabında ikrah´i şöyle tarif ediyor: ´Kişi, öyle bir kimsenin eline düşer ki artık ondan yakasını kurtaramaz´.
Bu durumdan; vurmak, hapsetmek, malını telef etmek gibi korku ve mahzurlar hasıl olur. Bu da insanların durumuna göre değişir:
Şerefli bir insanı halk arasında istihfaf etmek tehdit sayılır.
Bazı insanları halk arasında hafife almak, onu tehdit etmek, korkutmak sayılmaz. Bu hareket ona zor gelmez.
Mürüvvet ve makam sahibi bir kişiye küçük bir tokat vurmak, bazen tehdit sayılır. *
Oysa bazı insanlara bir tokat atmak tehdit sayılmaz. Malını telef etmekle tehdit etmek, kişiyi sıkıntıya sokmak demektir. Bu bakımdan mal hususunda zengine yapılan tehdidle fakire yapılan tehdit farklıdır. Kişinin nefsi için ikrah sayılan durum ile kişi için aziz sayılan babası, dedesi, kardeşleri, kızkardeşleri, evlâtları ve benzerlerine yapılan ikrah aynıdır. Bir kişi ´Şu işi yapmazsan yakınlarından birini öldüreceğim´ diye tehdit edilirse, ´Şu işi yapmazsan seni öldüreceğim´ diye tehdit edilmiş gibi sayılır.
.
İkrah´ın Tahakkuk Etmesi İçin Gerekli Olan Şartlar
İkrah´ın tahakkuk etmesi ve üzerine şer´î hükümlerin terettüb etmesi için şu şartların bulunması gerekir:
1. Tehdit eden kişi tehdidini yerine getirecek güçte olmalıdır.. .
Tehdit eden kişi tehdidini yerine getiremeyecek güçte olursa bu tehdit değil, hezeyan olur. Çünkü insana bir fiili zorla yaptırmak için güç gerekir.
2. Tehdit edilen kişinin, işi yapmadığı takdirde tehdit sahibinin tehdidini yerine getireceğine inanması gerekir.
3. Tehdit edilen kişinin; kaçmaktan, mukavemet etmekten, yardım talebinde bulunmaktan aciz olması gerekir.
4. Zorlanan kişi, zorlandığı fiili zorlanmadan önce yapmamış olmalıdır; yani başkasının malını telef etmeye veya içki içmeye veya zina etmeye zorlanan kişi, zorlanmadan önce bu fiilleri işlememiş olmalıdır.
5. Yapması için zorlandığı şey, yapmadığı takdirde tehdit edildiği şeyden daha ağır ve tehlikeli olmalıdır. Meselâ kişi ´Malını telef etmezsen bir tokat atacağım´ diye tehdit edilirse, bir tokat yemek de malını telef etmekten daha hafif ise bu zorlama sayılmaz. Eğer kişi ´Elini kesmezsen seni öldüreceğim´ diye tehdit edilirse, tehdit eden kişi de bu tehdidin yerine getirileceğine inanıyorsa bu tehdit sayılır. Çünkü öldürme tehdidi, tehijke bakımından elini kesmesinden daha şiddetlidir. O zaman kişi daha ehven olanı tercih edebilir, yani elini kesebilir.
Hz. Aişe şöyle rivayet ediyor: ´Rasûlullah (s.a) iki şey arasında muhayyer bırakıldığında en kolay olanı tercih ederdi´.[1]
6. Eğer zorlanan kişi istenilen şeyi yaptığında ancak tehdidten kurtulacaksa, şu hususlara göre karar verilir:
Eğer kişi ´Kendini öldür, yoksa ben seni öldürürüm´ diye tehdit edilirse bu ikrah sayılmaz. Çünkü her iki durumda da kurtuluş sözko-nusu değildir. Yine kişinin´´Elini sen kesmezsen ben keseceğim1 diye tehdit edilmesi de bunun gibidir. Bu bakımdan böyle bir zorlamaya maruz kalan kişinin bu işi bizzat yapması doğru olmaz. Çünkü bu tür bir tehdit, gerçek anlamda tehdit sayılmaz. Gerçek anlamda tehdit edilen kişi, istenen şeyi yapınca tehdidten kurtulan kişidir. Oysa kişi kendini öldürdüğünde veya elini kestiğinde tehdit yerine gelmiş olur. Bunu yapmazsa tehdidin mutlaka yerine getirileceği kesin değildir. Çünkü tehdit, genellikle korkutmak İçin yapılır. Tehdit eden kişi tehditini yerine getirmek istese bile onu yerine getiremeyebilir; meselâ kendisi ölebilir, vs.
7. Tehdit, derhal yerine getirilecek türden olmalıdır.
Tehdit eden kişi tehdidini ileride yerine getireceğini söylerse, ikrah tahakkuk etmez. Çünkü tehdidin tecil edilmesi, tehdidten kurtulmayı kolaylaştırır. Çünkü kişi birinden yardım isteyebilir, birinin himayesine girebilir veya bir sultana sığınabilir veya benzeri bir yol bulabilir. .
8. Zorlanan kişi, zorlandığı husustan daha fazlasını veya daha azını yapmamalıdır; zira zorlanan kişi zorlandığı hususta daha fazlasını veya daha azını yaparsa, onu kendi isteğiyle yapmış Sayılır, bu hususta zorlanmış sayılmaz. Bu bakımdan kişi, hanımını boşaması için zorlansa, o da hanımını boşamayıp evini satsa veya kişi, hanımını üç talak ile boşamaya zorlansa o da bir talak ile boşasa, bunları kendi isteyerek yapmış sayılır. Bunların hükümleri bunları yapan kişi üzerine terettüb eder. Çünkü bunlar, ikrah kapsamına girmezler.
9. Zorlandığı fiil belli olmalıdır. Meselâ kişi iki hanımından birini boşamaya zorlansa ve*ya Zeyd ve Amr´dan birini öldürmeye zorlansa, bu ikrah sayılmaz.
10. Zorlanan kişi, zorlandığı şeyi yapmak mecburiyetinde olmamalıdır. Meselâ iflas nedeniyle hac´r akma alman kişi malını satmaya zorlanırsa veya ila yapan bir kişi hanımını boşamaya zorlanırsa veya kasden bir şahsı öldüren kişi kısas yapmaya zorlanırsa, bunlar ikrah sayılmaz. Çünkü zaten bunları yapmak mecburiyetindedir.
11. Birini birşey yapmaya zorlayan kişi, zorlandığı hususta hak sahibi olmamalıdır. Meselâ evli bir kişi hanımını ´Eğer bende olan alacağını bağışlamazsan seni boşarım´ diye tehdit ederse, bu ikrah sayılmaz. Karısı alacağını bağışlarsa, borç kocanın üzerinden düşer. Kadın borcu bir _ daha kocasından isteyemez.
Bazı âlimler bunun ikrah sayılacağını, zira koca´nın karısı üzerinde hâkim olduğunu ve tehdidini her an yerine getirebileceğini söylemiş-. lerdir. Bu görüşe göre kadın alacağını kocasına bağışlasa bile borç kocanın üzerinden düşmez, kadın istediği zaman o borcu kocasından isteyebilir.
İkrah´ın Vaki Olduğu Tasarruflar ve Onlar Üzerindeki Tesiri
İkrah, bir şeyin yapılması veya yapılmaması İçin vaki olabilir. Tasarruflar iki çeşittir:
1. Hissî tasarruflar
Bunlar söz, yeme, içme, öldürme, itlaf etme, küfretme gibi duyularla bilinen birtakım fiillerdir.
2. Şer´î tasarruflar
Bunlar da şeriatla bilinen satış, nikâh, talak ve benzeri akidlerdir. Şeriat onlara özel isimler vermiş ve onlar üzerine belli hükümler terettüb etmiştir.
I. Hissî Tasarruflar ve Zorlamanın Onlar Üzerindeki Tesiri
Hissî tasarruflara iki çeşit hüküm taalluk eder:
Ahirette taalluk eden hükümler; yani cezası ve mükafaatı ahirette verilecek fiil ve tasarruflar.
Dünyaya taalluk eden hükümler; yani ceza verilip verilmemesi, , tazminat ödenip ödenmemesi dünyada gerçekleşen fiil ve tasarruflar.
Bu tasarrufların, uhrevî veya dünyevî hükümleri üzerine terettüb eden eserler nelerdir
Yapılan zorlamanın tesiri, hissî tasarrufların türüne göre değişiklik arzeder. Bazen haram veya mahzurlu olduğu halde zorlama nedeniyle yapılan tasarruf mubah olur. Bazen yasağın aslı kalmakla beraber zorlama nedeniyle ruhsat verilir. Bazen de zorlamaya rağmen haramlıği durumda itibar, yeminle beraber inkâr edenin sözüdür. Bu bakımdan vekil yemin ettikten sonra herhangibir tazminata çarptırılmaz.
c. Tasarruf Hususundaki İhtilaflar
Vekil, satması için kendisine teslim edilen malı sattığını iddia etse, müvekkil de bunu inkâr etse veya vekil ´Malı satıp parasını aldım, fakat para telef oldu´ dese, müvekkil de ´Sen malı satıp parasını almadın´ dese, yeminle beraber yine vekilin sözüne itibar edilir. Çünkü vekil malı satıp. parasını alma hususunda yetkilidir. Her kim bir tasarrufa sahip olursa, o tasarruftaki ikrarın da sahibi olur.
.
d. Malı Geri Verme Hususundaki İhtilaf
Vekil, kendisinde bulunan mallan müvekkile geri verdiğini iddia etse, meselâ vekil, satması için kendisine verilen malı müvekkiline iade ettiğini veya sattığı malın parasını müvekkile verdiğini iddia etse, müvekkil de bunu inkâr etse, şu hususlara bakılarak hüküm verilir:
Vekil, bir bedel karşılığında vekil tayin edilmemişse, yeminle beraber vekilin sözüne itibar edilir. Çünkü vekilin malı kabzetmesi müvekkilin yararınadır. Vekil o malı verdiğine dair yemin ederse vekilin sözü kabul edilir.
Vekii, bir bedel karşılığında vekil olmuşsa, burada iki görüş vardır:
Bir görüşe göre vekilin malı kabzetmesi müvekkilin yararına değil, kendi yararınadır. Bu nedenle vekilin sözüne itibar edilmez.
Diğer görüşe göre ise menfaat, müvekkilin değil, vekilin malı kab-zetmesiyle meydana gelir. Bu sebepten ötürü de vekilin sözüne itibar edilmesi gerekir.
İkinci görüş tercihe daha şayan ve daha kuvvetlidir.
e. Vekaletin Aslında İhtilaf Edilmesi
Vekil ile müvekkil vekaletin aslında ihtilafa düşerse, meselâ vekil belli bir iş hususunda vekil tayin edildiğini iddia etse, müvekkil de onu vekil tayin etmediğini iddia etse, şu hususlara bakılarak karar verilir:
Tasarruftan Önce ihtilaf edilmesi
Bu İhtilaf tasarruftan önce olursa, mahkeme sözkonusu olmaz. Çünkü bunun.herhangibir faydası yoktur; zira müvekkilin vekaleti inkâr etmesi, vekili azletmesi anlamına gelir. Hatta ortada vekalet olsa bile, müvekkilin inkârıyla vekalet sona erer.
Tasarruftan sonra ihtilaf edilmesi
Vekil ile müvekkil tasarruftan sonra ihtilafa düşerlerse, yeminle beraber müvekkilin sözüne itibar edilir. Çünkü aslolan, vekii tayin etmemektir. Ayrıca burada iddia eden vekil, inkâr eden de müvekkildir. Daha önce de söylediğimiz gibi muteber olan söz, yeminle beraber inkâr edenin sözüdür.
Burada taraflardan birine vekil, diğerine müvekkil denmesi hakikî değil, mecazîdir. Çünkü bu asla göre değil, vekalet İddiasına göre böyledir.
f. Vekaletin Vasfında İhtilaf Edilmesi
Vekil ile müvekkil vekaletin aslında değil de vekaletin vasfında ihtilaf ederlerse, meselâ vekil ´Mallarını borca satmak üzere beni vekil tayin ettin´ dese, müvekkil de ´Ben seni malları peşin satmak üzere vekil tayin ..ettim1 dese veya vekii Talan malı 1000 dirheme almam için beni vekil tayin ettin´ dese, müvekkil de ´Ben seni o malı 500 dirheme alman için seni vekil tayin ettim´ dese veya vekil ´Beni bir araba satın almam için vekil tayin ettin´ dese, müvekkil de ´Ben seni araba değil, ev satın alman için vekil tayin ettim´ dese, yeminle beraber müvekkilin sözüne itibar edilir. Çünkü müvekkil neye İzin verdiğini herkesten daha iyi bilir. Allah hakikati daha iyi bilir.
Vekalet Akdinin Sona Ermesi
Vekalet akdi şunlarla sona erer:
1. Feshetmek
Vekalet akdi iki taraf için de caiz bir akiddir; yani müvekkil de vekil de istediği zaman akdi feshedebilir; yani müvekkil istediği zaman vekili vekillikten azleder; zira müvekkil bazen vekili azletmekte yarar görebilir veya onu azledip yerine başka birini vekil tayin etmekte fayda görebilir. Çünkü birini veki! tayin etmek, mülkünde tasarruf etme izni vermektir. Müvekkil istediği anda bu izini geri alıp vekili azledebilir.
Vekil de dilediği zaman vekalet akdini feshedip kendini tasarruf etmekten azledebilir. Çünkü vekil bazen vekalet konusu olan işi yapacak durumda olmayabilir veya vekalet onun maslahatına olmayabilir. Eğer vekaleti sürdürmekle mükellef olsaydı, zarar görme ihtimali sözkonusu olurdu. (Oysa İslâm´da ne zarar vermek, ne de zarara uğramak yoktur). Vekaletin bir bedel karşılığı, olup olmaması hükmü değiştirmez. Müvekkil vekilini azlederse vekalet akdi sona erer. Vekalet akdine son vermek bazen söz ile olur. Meselâ müvekkil ´Ben vekaleti ortadan kaldırdım´ veya ´Seni vekillikten azlettim´ veya ´Vekilimi tasarruftan azlettim´ derse veya müvekkil vekiline bir elçi gönderip onu vekillikten azlettiğini bildirirse veya onu azlettiğine dair bir mektup yazarsa, vekalet akdi sona erer. Azl, müvekkil tarafından olursa vekil derhal azledilmiş sayılır. Böylece müvekkil, vermiş olduğu tasarruf izninden geri dönmüş olur. Azl esnasında vekilin hazır olup olmaması, azledildiğinden haberi olup olmaması hükmü değiştirmez. Çünkü azletmek, verilen izni, verilen hakkı ortadan kaldırmaktır. Burada diğer tarafın rızası şart olmadığı gibi, ona malumat vermek de şart değildir.
Vekil, azledildikten sonra azledildiğini bilmeden tasarrufta bulunursa bu tasarruf batıldır. Vekilin kendini azletmesi halinde de durum böyledir. Meselâ vekil ´Ben kendimi vekillikten azlettim´ veya ´Üzerimdeki vekaleti geri verdim´ dese veya- benzeri lafızlar kullanırsa derhal azlolur, vekalet akdi sona erer. Vekilin kendini vekillikten azlettiğini müvekkil bilmese de hüküm değişmez.
2. Taraflardan Birinin Tasarruf Ehliyetini Kaybetmesi
Vekalet akdinin sahih olması için vekil ve müvekkilde birtakım şartların bulunması gerektiğini daha önce söylemiş ve bu şartları beyan etmiştik. Bu şartlardan biri vekil veya müvekkilde eksik olursa tasarruf
ehliyetini kaybeder, dolayısıyla yaptığı tasarruf batıl olur ve vekalet akdi
sona erer; zira bu şartlardan biri akid esnasında eksik olsaydı akid sahih
olmazdı. Bu bakımdan akidden sonra da şartlardan biri eksik olursa
-ister müvekkilde bulunması gereken şartlardan biri olsun, ister vekilde
bulunması gereken şartlardan biri eksik olsun- akid sona erer. Meselâ
taraflardan biri delirirse veya sürekli baygınlık geçirirse veya iflas
nedeniyle hacr altına alınırsa vekalet akdi sona erer. Ayrıca vekil veya
müvekkilden birinin ölümüyle de vekalet akdi sona erer. Taraflardan
birinin ölümünü diğeri duymasa bile hüküm değişmez. Çünkü ölen kişi
müvekkil olursa, ölmekle tasarruf etmek hususunda izin verme ehliyetini
kaybetmiş olmaktadır. Ölen kişi vekil olursa, ölmekle tasarrufta bulunma
ehliyetini kaybetmektedir.
3. Müvekkilin Mülkünden veya Velayetinden Malın Tasarrufunun Çıkması
Vekaletin sona ermesine sebep olan hususlardan biri de vekilin tasarruf edeceği malın, müvekkilin mülkünden veya velayetinden çıkmasıdır. Meselâ müvekkil, bir malı kendisi satsa veya hibe etse, vekalet akdi sona erer veya müvekkil, velayeti altında bulunan çocuğun malını satmak üzere bir vekil tayin etse, sonra çocuk baliğ olsa -hacr ortadan kalktığı için- velayet ortadan kalkar, vekalet akdi de sona erer; zira çocuk baliğ olduğunda, velîsinin onun malında tasarruf için verdiği izin iptal olur, dolayısıyla vekalet akdi de sona erer. Vekilin tasarruf edeceği malın, telef olup müvekkilin mülkünden çıkması halinde de vekalet akdi-sona erer. Meselâ müvekkil, arabasını satmak üzere bir kişiye vekalet verse araba da çalınsa veya evini satmak için birine vekalet verse ev de yıkılsa veya kızını nikahlamak için birini vekil tayin etse kızı da Ölse, vekalet akdi sona erer. Çünkü vekilin tasarruf edebileceği birşey kalmamıştır.
4. Vekilin, Kendisi İçin Vekil Tayin Edildiği îsi Bitirmesi
Vekil, müvekkil tarafından kendisine tevfiz edilen işi yapıp bitirdiğinde vekalet akdinin sona ereceği açıktır. Meselâ müvekkil vekile, evini satmak veya belli bir malı almak üzere vekalet verse, vekil evi sattığında, istenilen malı aldığında vekalet akdi sona erer veya müvekkil, kızını evlendirmek üzere birine vekalet verse, vekil müvekkilin kızını nikahladığında vekalet akdi sona erer. Çünkü iş bittikten sonra tasarruf konusu olacak birşey kalmamıştır.kanının helâl olması, malının ganimet olması gibi birtakım hükümleri vardır. Allah Teâlâ küfre zorlanan kişiden günahı ıskat edince, küfrün diğer hükümleri de sakıt olmuştur. Çünkü en büyük hüküm sakıt olunca ondan daha küçük olanlar haydi haydi sakıt olur´.[2]
Kişiyi Müslüman Olması İçin Zorlamak
Bir kişi, müslüman olması İçin zorlanır da müslüman olursa, onun müslümanlığı sahih kabul edilir; ona müslüman muamelesi yapılır. Çünkü bir kâfiri müslüman olması için zorlamak, onu hakka zorlamaktır, Hele mürtedin ve harbî kâfirin İslâm´a zorlanması daha da yerindedir. Bu durumda her ne kadar kalbinde küfür bulunma ihtimali olsa da müslüman kabul edilir. Çünkü İslâm tarafını tercih etmek, hak dini yüceltmek anlamına gelir. Hak dini yüceltmek de vacibdir. (Burada şuna dikkat edilmelidir ki İslâm´da bir kâfiri müslüman olmaya zorlamak yoktur.)
b. Müslümanın malını itlaf etmek veya namusuna zarar vermek Kişi, bir müslümanın malını itlaf etmeye zorlanırsa, günahkâr olmaz. Çünkü şiddetli açlık ve benzeri durumlarda -helak olmamak için-müslümamn malını itlaf (helak) etmeye ruhsat verilmiştir. Zorlanma halinde de durum budur; zira bu da bir nev´i kıtlık gibidir. Bir müslü-mana.küfretmek, onun namusuna dil uzatmak ve benzeri konularda da -zorlanma durumunda- kişi günahkâr olmaz. Ancak bir müslümanın malım telef etmek, namusuna dil uzatmak için zorlarfan kişi, eziyete rağmen bunu yapmazsa sevap kazanır. Çünkü müslümanın malına ve namusuna el ve dil uzatmayı Hz. Peygamber haram kılmıştır:
Her müslümanın kanı, malı ve ırzı (şerefi, namusu), diğer müslüman üzerine haramdır.[3]
. Bu bakımdan herhangibir müslümanın namusuna, malına el ve dil uzatmak helâl değildir. Buna, sadece zorlama nedeniyle ruhsat verilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi ruhsat, cezayı düşürmekle birlikte hararnhğı ortadan kaldırmaz. Fakat kişi ruhsatı kullanmaz da zorlanmasına rağmen müslüman kardeşinin malına, canına, namusuna el uzatmazsa, müslüman kardeşinin hakkını kendi hakkına tercih etmiş olur ve sevap kazanır,. Sözkonusu hadîsi, şu hadîs-i şerif de tekid etmektedir:
Kim malını müdafaa ederken öldürülürse şehiddir.[4]
Bu hadîs, kendi malını telef etmeye zorlanan kişinin, zorlanmasına rağmen malını telef etmemesinin daha efdal olduğuna delâlet eder. Kendi malı hususunda durum böyle olduğuna göre başkasının malını, zorlanmasına rağmen telef etmemesi daha evladır.
Başkasının Malını Telef Etmenin Dünyevî Hükmü
Fakihler şöyle demiştir: ´Bir insan başkasının malını telef etmeye zorlanır da telef ederse, mal sahibi, isterse zorlayan kişiyi, isterse de zorlanan kişiyi tazminat ödemeye mahkum eder; yani hangisinden isterse malını ondan talep eder. Çünkü zorlayan kişi malın telef olmasına sebep olmuş, zorlanan kişi de malı bilfiil telef etmiştir. Telefe sebep olmak da bilfiil- telef etmek gibidir. Fakat tazminat, nihayette zorlayan kişinin üzerine kalır; yani zorlanan kişi tazminata mahkum ediise bile, daha sonra verdiği malı kendisini zorlayan kişiden alır´. En sahih görüş budur.
3. Zorlanmaya Rağmen Yerine Getirilmesi Mubah veya Ruhsatlı Olmayan Hissi Tasarruflar
Bazi tasarruflar vardır ki haramlıkları şer´an sabit olduğu gibi, aklen de mahzurludur. Bu yüzden bu tür tasarruflar ne mubahtır, ne de işlemeye ruhsat verilmiştir.
a. Bir Müslümanı Haksız Yere Öldürmek
Bü tasarruflardan biri bir müslümanı haksız yere öldürmektir. Çünkü bir müslümanı öldürmek, katıksız bir haramdır; zaruret nedeniyle mubah olmadığı gibi, ruhsat da verilmez.
Allah´ın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmeyin. (En´âm/151) Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
Allah´tan başka ibadete layık hiçbir ilah bulunmadığına ve benim de Allah´ın muhakkak bir elçisi olduğuma şehadet eden müslüman kimsenin kanı helâl olmaz, ancak şu üç sebepten biri ile helâl olur: Zina eden dul (ve evli), öldürdüğü nefse mukabil öldürülme, İslâm dinini terkedip cemaatten ayrılma![5]
Haram olması bakımından bir müslümanın azasını kesmek de bir . müslümanı öldürmek gibidir. Bir müslümanı helak edecek veya şiddetli bir eziyete sebep olacak darbenin de durumu böyledir; zira bu saldırganlıktır, saldırganlık da haramdır.
Mü´min erkeklere ve mü´min kadınlara, birşey yapmadıkları halde eziyet verenler gerçekten bir iftira ve apaçık bir günah işlemişlerdir.
(Ahzab/58)
Bu bakımdan yukarıda sözü edilen işlerden birini yapmaya zorlanan kişi, bunu yaparsa günahkâr olur. Fakihler bu hususta ittifak etmişlerdir. Bu zorlamanın, tam bir zorlama veya eksik bir zorlama olması hükmü değiştirmez.
Haksız yere bir müslümanı öldürmenin dünyevî hükmüne gelince, kişi, bir müslümanı. öldürmeye zorlanır da öldürürse -fakihler indindeki en sahih görüşe göre- hem zorlayan hem de zorlanan kişiye kısas uygulanır. Çünkü zorlayan kişi, bir müslümanın öldürülmesine sebep olmuş, zorlanan da bilfiil öldürmüştür. Öldürmeye sebep olmak da bilfiil öldürmek gibidir. Dolayısıyla zorlayan kişi de öldürülür. Bu, bir kişiyi öldürmeye zorlamanın ve öldürmenin ne kadar korkunç bir iş olduğunu saldırganlara göstermek içindir.
. b. Zina
Zina, işlenmesi hiçbir durumda mubah ve ruhsatlı olmayan haramlardandır. Çünkü-tüm semavî dinlerde zina haram kılınmıştır, akıl da zinanın çirkinliği.hususunda dinlerle beraberdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Sakın zinaya yaklaşmayın. Çünkü o bir hayasızlıktır ve çok kötü bir
yoldur.
(İsra/32)
Bu bakımdan zina etmeye zorlanan kişinin zina etmesine ruhsat verilmemiştir. Zina etmeye zorlanan kimsenin erkek veya kadın olması durumu değiştirmez. Zina etmeye zorlanan kişi zina ederse günahkâr olur ve Allah katında muahazc edilir. Zina etmeye zorlanan ve zina eden kişinin cezasına gelince, fakihler ´Zina etmeye zorlanan kişiye hadd uygulanmaz´ demişlerdir. Bu hususta erkek ile kadın arasında fark yoktur. Çünkü zorlama nedeniyle burada şüphe vardır. Hadler ise şüphe olduğunda, düşer.
II. Zorlamanın Tesir Ettiği Şer´î Tasarruflar
Şer´î tasarruflar inşâî ve ikrarî olmak üzere iki kışıma aynhr. İnşâî . tasarruflar da iki çeşittir;
a. Talâk, nikâh, rıda, nc´a, yemin, nezir, zıhar, ilâ, fey ve kısası affetmek gibi feshi ve reddi kabul etmeyen tasarruflardır.
Bu tasarruflar lüzumlu tasarruflardır. Sadece akidle lüzumlu olurlar; ne feshi ne de reddi kabul etmezler.
b. Almak, satmak, icar, hibe gibi feshi ve reddi kabul eden tasarruflar.
Bunlar akidle lüzumlu olmayan tasarruflardır; feshi ve reddi kabul ederler.
Feshi Kabul Etmeyen İnşâî Tasarruflarda Zorlamanın Etkisi
Fakihler şöyle demişlerdir; ´Kişi bunlardan birini yapmaya zorlanır da yaparsa, zorlama nedeniyle yapılan tasarruf muteber sayılmaz, onun üzerine hiçbir şer´î hüküm tereltüb etmez´.
Buna şöyle delil getirmişlerdir: Kişi, küfür kelimesini ikrara zorlanır da küfür kelimesini söylerse, bu küfür sayılmaz, onun üzerine de hiçbir hüküm terettüb etmez. Küfür kelimesini söylemek, herhangibir bir sözden daha şiddetlidir, daha ağırdır. En ağır sözün üzerine hiçbir hüküm terettüb etmezse, ondan daha hafif sözlerin üzerine haydi haydi hiçbir hüküm terettüb etmez. Bu bakımdan evlenmeye zorlanan kişi, bu nedenle evlenirse akid geçerli olmaz, bu akdin üzerine nikâhın hükümleri terettüb etmez, yani mehir vacib olmaz, cinsî ilişkide bulunmak helal olmaz, vs.
Şu hadîs-i şerif de buna delâlet eder; ´Hansa bintü Hizam el-Ensariy-ye´den rivayet edildiğine göre babası Hizam Hansa´yı, rızasını almaksızın evlendirmişti. Halbuki Hansa dul bir kadındı; (rızasının alınması
devam eder, yapılmasına ruhsat verilmez. Şimdi bu hususların izahlarını ve hükümlerini beyan edelim:
1. Zorlama Nedeniyle Yapılması Mubah Olan Hususlar
Zorlanan bir kişi için murdar olmuş bir hayvanın etini, akan kanı, domuz etini yemek, içki içmek mubah olur. Bir müslüman bunları yemeye veya içmeye zorlanırsa, bunları yeyip içmesi mubah olur. Çünkü Allah Teâlâ zaruret olduğunda bunları yeyip içmeyi mubah kılmıştır; zira Allah Teâlâ bunları haram kıldıktan sonra şöyle buyurmuştur:
Çaresiz kalarak yemek zorunda olduklarınız hariç. (En´âm/119)
Bunların haramdan istisna edilmesi, zaruret halinde yenilmelerinin mubah olduğuna delâlet eder. Yine Allah Teâlâ şöyle Buyurmuştur:
.Fakat darda kalana, başkasının hakkına el uzatmamak ve zaruret miktarım aşmamak üzere bunlardan yemesi ona günah değildir.
(Bakara/173)
Bunlardan günahın nefyedilmesi, bunların zaruret halinde yenil-. meşinin mubah olduğuna delâlet eder. Bunları yemeye zorlanmak da zaruret hali sayılır. Bu bakımdan bir kişi bunları yemeye zorlanır da . yemezse, yemediği için de eziyete maruz kalırsa sorumlu olur. Çünkü yememekle kendini tehlikeye atmış sayılır. Oysa Allah Teâlâ nefsi tehlikeye atmayı yasaklamıştır:
Sakın kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.
(Bakara/195) .
Bunlar, ahirete taalluk etmesi bakımındandır.
Dünyevî Hükümleri Açısından Zorlamanın Tesiri
Fakİhîer, içki içmeye zorlanan kişinin hadd cezasına çarptırılıp çarptınlmayacağı hususunda ve sarhoşun yaptığı tasarrufların hükmü hususunda şöyle demişlerdir: ´İçki içmeye zorlanan kişiye hadd tatbik edilmez. Çünkü hadd, bir kişiyi işleyeceği bir suçtan zecren alıkoymak maksadıyla teşri kılınmıştır. İçki içmeye zorlanan kişinin fiili ise -zorlandığından dolayı- suç değildir; zira içki içrnek, zorlanan kişi için mubahtır. Hatta zorlanan kişinin içki içmesi vacib olur. Çünkü içki içmez de içmediği için eziyete maruz kalırsa günahkâr olur´.
İçki içmeye zorlanıp da sarhoş olan kişinin tasarrufları hususunda da fakihler şöyle demişlerdir: İçki içmeye zorlanan kişinin sarhoşluk halindeki tasarrufları geçerli kabul edilmez. Çünkü sarhoşun tasarrufunun geçerli olması için, içkiyi kendi isteğiyle içmiş olması gerekir. Kendi isteğiyle içip sarhoş olan kişinin tasarruflarının geçerli kabul edilmesi, onun cezasının katmerleşmesi ve onu içki içmekten caydırmak içindir. Bu bakımdan içki içmeye zorlanıp da sarhoş olan kişiyi, İçki içmeden caydırmaya çalışmanın bir anlamı yoktur; zira burada hedeflenen gaye tahakkuk etmemiştir. Çünkü kişi bunu kendi isteğiyle yapmamış ve günahkâr olmamıştır. Bu hükümlerin dayanak noktası, şu hadîsin umumi mânâsıdır:
Allah hata, unutkanlık ve zorlama nedeniyle işlenen fiillerin günahını
ümmetimden kaldırmıştır.[6]
Bu bakımdan zorlama nedeniyle yapılan tasarruf geçerli olmaz. Hadîs, hem dünyevî, hem de uhrevî hükmü kapsamaktadır.
2. Zorlama Nedeniyle Yapılmasına Ruhsat Verilen Şeyler
a. Kişiyi zahiren küfre sokan bir söz söylemek veya birşey yapmak.
Meselâ kişi Hz. Peygamber´e küfretmeye zorlansa veya puta secde etmeye zorlansa veya küfür sayılan başka şeyler yapmaya zorlansa -kalbi iman ile mutmain olduktan sonra- bunları yapabilir, bu hususta ona ruhsat verilmiştir. Şu ayet buna delildir:
Kalbi iman´ile mutmain (dopdolu) olduktan sonra küfre zorlanan kimse dışında kim imanından sonra Allah´ı inkâr eder, göğsünü küfre açarsa onlarırl üzerine Allah´tan bir gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır. (Nahl/106) .
Ammar b. Yasir´den onun da babasından rivayet ettiğine göre müşrikler Ammar b. Yasir´i yakalamış, Peygamber´e küfredip putları hayırla yadetmeden bırakmamışlardır. Daha sonra Ammar b. Yasir Peygamber´in yanına geldiğinde Peygamber ona şöyle sormuş:
– Geride ne bıraktın
– Ey Allah´ın Rasûlü! Şer bıraktım. Çünkü ben seni inkâr etmeden, onların putlarını hayırla yadetmeden yakamı bırakmadılar.
– Peki! Sen bunları söylerken kalbin ne durumdaydı
İkrah
– Kalbim imanla doluydu ey Allah´ın Rasûlü!
– Eğer onlar seni bir daha zorlarlarsa, sen de aynı şeyleri söyle![7]
Buna ruhsat verilip de mubah kılınmamasının sebebi şudur: Küfür her halükârda haramdır, haramlığı hiçbir şekilde ortadan kalkmaz. Küfür hiçbir durumda mubah olmaz. Ancak zorlanmadan ötürü, cezası düşer. Zorlama Oikrah), fiilin hükmünü değiştirerek fiilin cezasını ortadan kaldırır. Yoksa onun haramlığını ortadan kaldırmaz. Küfrün haramlığı devamlı olduğundan, zorlanma nedeniyle küfretmek mubah değil, bir ruhsattır. Bu sebeple zorlandığı halde küfre girmeyip ölümü tercih etmek daha üstündür. Fakat zorlanan kişi küfre girerse, bundan ötürü muahaze edilmez. Küfre girmek için zorlanan kişi, küfre girmez de bu yüzden öldürülürse, Allah yolunda cihad edenin ecrini alır. Çünkü Allah´ın dinini yüceltmek için kendisini feda etmiştir. Şu hadîs buna delâlet etmektedir:
Habbab b. Eret şöyle rivayet ediyor: (İslâm´ın ilk günlerinde) Rasûluİlah (s.a) Kabe´nin gölgesinde kaftanını yastık yaparak dayandığı bir sırada kendisine (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden) şikayet ettik:
– (Ey Allah´ın Rasûlü!) Bizim için Allah´tan zafer dileyemez misin Bunların zulmünden kurtulmamız için Allah´a dua edemez misin
– Sizden önceki ümmetler içinde öyle mazlumlar vardı ki müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi bu çukura (başı dışarıda kalacak şekilde) gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, başı üstüne konur, ikiye bölünürde de (bu işkence) o mü´mini dininden döndüremezdi. (Bir başkasmında) demir taraklarla etinin altındaki kemiği ve siniri taranırdı da bu işkence o mü´mini dininden çeviremezdi. Allah´a yemin ederim ki O, İslâm Dini´ni muhakkak surette kemâle erdirecektir. Öyle bir derecede ki bir süvari (yalnız başına) Sanâ´dan Hadramevt´e kadar (selametle) gidecek, Allah´tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, yahut koyun sahibi yolcu, kurdun koyunlarına saldırmasından başka bir şeyden korkmayacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz.[8]
Bu hadîsten şu şekilde istidlal edilir: Hz. Peygamber, işkence gören müslümanlan sabretmekle vasıflandırıp onları övmüştür. Onlar işkenceden kurtulmak için küfür kelimesini söylememişlerdir. İşte bu, ruhsat yolunu tercih edip işkenceden kurtulmak için küfür kelimesini söylemekten, azimet yolunu seçip işkenceye göğüs germenin daha üstün olduğuna delâlet eder.
Rivayet edildiğine göre Müseylemetu´l-Kezzab, ashab-ı kiramdan iki kişiyi yakaladı. Onlardan birine şöyle sordu:
– Muhammed hakkında ne diyorsun
– Allah´ın Rasulüdür.
– Peki benim hakkımda ne diyorsun
– Sen de Allah´ın Rasûlüsün. .
Müseyleme, o kişiyi serbest bıraktı. Sonra diğerine aynı şeyleri sordu: ; – Sen Muhammed hakkında ne diyorsun
– Allah´ın Rasûlüdür.
– Peki benim hakkımda ne diyorsun
– Ben sağırım.
Müseyleme aynı soruyu üç kez tekrarladı. O da hep aynı cevabı verdi. Bunun üzerine Müseyleme onu öldürdü. Bu haber Rasûlullah´a
ulaştığında Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
– Birinci kişi Allah´ın verdiği ruhsata yapıştı, ölümden kurtuldu. îjdnci kişi ise hakkı söyledi, ne mutlu ona![9]
Hubeyb´in kıssasında sabit olan durum da böyledir. Kâfirler Hubeyb´i- yakalayıp Mekke müşriklerine sattılar. Mekkeliler, Hz. Peygamber´e küfretmesi için Hubeyb´e işkence ettiler. Fakat Hubeyb, işkenceye rağmen Hz. Peygamber´e küfretmedi, müşrikler de onu öldürdüler. Bu haber Hz. Peygamber´e ulaştığında, Hz. Peygamber onun ruhsata yapışmayıp işkenceye katlanmasını reddetmediği gibi,´ onun azimeti tercih edip işkenceye katlanmasını övmüş ve.´O şehitlerin efendisi ve cennette benim arkadaşımdır´ buyurmuştur.[10]
İşte bunlar da .ahirete taalluk eden hükümlerdir.
Küfre zorlamanın dünyevî hükümlere tesirine gelince, küfre zorlanan kişi, küfür kelimesini söylese bile onun küfrüne hükmedilmez. Ona mürted (İslâm´dan dönmüş) muamelesi yapılmaz.
İmam Şafii (r.a) ´Küfre zorlanan kişi hariç´ (Nahl/106) ayeti hakkında şunları söylemiştir: ´Küfür kelimesini söylemenin; karısının boş olması,
gerekirdi). Kadın, bu evlenmeyi hoş görmedi ve Peygamber´e gidip şikayet etti. Peygamber de bu nikâhı redd ve iptal etti´.[11]
Şu hadîs de bunu tekid etmektedir: Hz. Aişe´den rivayet edildiğine göre bir genç kız Hz. Aişe´nin evine gelerek şöyle dedi:
– Babam beni, sırf itibar kazanmak için kardeşinin oğluyla evlendirdi. Oysa ben istemiyorum.
– Rasûİullah (s.a) gelinceye kadar bekle!
Hz. Peygamber geldiğinde durumu ona anlattı. Rasûİullah, kızın babasına haber göndererek çağırdı: Babasına, kızının fikrini alıp almadığını sordu. Kız şöyle dedi:
– Ey Allah´ın Rasûlü! Babamın yaptığı işe karşı değilim. Fakat ben, evlenme işinde kadınların da söz hakkı var mı onu öğrenmek İstedim.[12]
Kişinin boşanmaya zorlanması da böyledir; yani boşanmaya zorlanan kişi bu nedenle boşanırsa, boşama geçerli olmaz: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Zorlama olan yerde boşama ve azad etme geçerli olmaz.[13] İbn Mâce ye Hâkim´in rivayetinde ğalak kelimesi yerine iğlak kelimesi geçmektedir ki bu ikrah (zorlama) ile tefsir edilmiştir; zira zorlanan ki-´ sinin önündeki kapı sanki kilitlenmiştir. Bunu daha önce de belirtmiştik. Zorlama olduğunda bu tasarruflar nazar-ı itibara alınmazlar, âdeta yok gibidirler, onların üzerine herhangibir hüküm terettüb etmez; zira bu. .hususta birçok delil vardır. Onlardan biri de Hz. Peygamber´in şu sözüdür: “Zorlamanın hüküm ve eseri zorlanandan kaldırılmıştır”.
Ancak şu tasarruflar bundan istisna edilmiştir: Bir kadın herhangibir çocuğa süt vermeye zorlanırsa veya bir erkek bir kadınla cinsî münasebette bulunmaya zorlanırsa, zorlama olması durumu değiştirmez, emzirme ve cinsî münasebetin üzerine şer´î hükümler terettüb eder; yani emzirilen çocuk iki yaşından küçükse ve beş kere emzirilmişse, zorlamaya rağmen haramhk meydana gelir. Cinsî münasebete de -zorlamaya rağmen- mehir ve diğer hükümler terettüb eder.,
Zorlamanın, Feshe Tahammülü Olan İnşâî Tasarruf! arda ki Etkisi
Fakihler, bu tasarruflardan herhangibirinin zorlama nedeniyle meydana gelmesi halinde, zorlamanın tasarrufu iptal edeceğini, dolayısıyla o tasarrufun üzerine herhangibir hükmün terettüb etmeyeceğini söylemişlerdir; zira bu tür tasarrufların sahih olmasının şartı, rızadır. Zorlama olduğunda ise rıza ortadan kalkar. Bu bakımdan şart tahakkuk etmediği için tasarruf geçerli olmaz ve üzerine hiçbir hüküm terettüb etmez.
Muğni´I-Muhtaç isimli eserde şöyle denilmiştir: ´Mal hususunda zorlanan bir kişinin yaptığı akid sahih değildir´. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Ancak karşılıklı rıza ile yaptığınız ticaret başkadır. (Nisa/29)
Malî akid; alışverişi, icareyi, hibeyi, havaleyi, vekaleti ve malla ilgili olan diğer akidleri kapsar.
Zorlamanın, Şer´î Tasarruflardaki İkrarlar Üzerindeki Etkisi
Fakihler, zorlanması halinde kişinin ikrarının mülga olduğu ve onun üzerine herhangibir hükmün terettüb etmeyeceği hususunda ittifak etmişlerdir. İkrar edilen tasarrufun hissî bir tasarruf olması -meselâ zina yaptığım, içki içtiğini, birisini öldürdüğünü zorla ikrar ettirmek gibi- veya feshedilmesi mümkün olmayan inşaî bir tasarruf olması -meselâ nikâh, talak ve benzeri, şeyleri ikrar etmeye zorlanması- veya feshe kabiliyeti olan alışveriş, icar ve benzerleri gibi inşaî tasarruflardan olması hükmü değiştirmez. Burada dikkate alınacak esas nokta şudur:
1. Zorlama nedeniyle küfrü ikrar etmek nazar-ı itibara alınmaz.
Zorlamadan ötürü küfrü ikrar etmenin üzerine hiçbir hüküm terettüb etmez. Zorlama nedeniyle yapılan küfür ikrarının üzerine hiçbir hüküm terettüb etmediğine göre, diğer ikrarların üzerine herhangibir hükmün terettüb etmemesi daha uygundur.
2. Rasûlullah´ın ´Onlara zorla yaptırılan onlardan kaldırılmıştır´ sözü geneldir.
Hz. Peygamber´in bu sözü, herhangibir tasarrufa zorlanan kişiye o tasarrufun etkisinin olmayacağını ifade eder. İkrar da tasarruflardan bîr tasarruftur. Bir kişiyi ikrara zorlamak, yapılan ikrarın hükmünü ortadan kaldırır.
3. İkrar, bir haberdir; doğru da yalan da olabilir.
Kişi birşeyi kendiliğinden ikrar ederse doğru olma tarafı tercih edilir, ikrar sahihtir. Çünkü insan kendi aleyhine yalan söylemekle itham edilmez. Zorlama durumunda ise yalan tarafı tercih edilir. Çünkü ortada tehdit vardır. Bu nedenle de böyle bir ikrar sahih olmaz.
4. İkrar, şahitlik babındadır.
Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutanlar olun. Allah için şahit olun. Velev ki şahitliğiniz kendinizin… aleyhinde olsun. .
(Nisa/135)
Kişinin kendi aleyhinde şahitlik yapması, ikrardır. Bu bakımdan ikrar, şahitlik hükmündedir. Şehadet ise töhmet ile reddedilir, sahih olmaz. Zorlanma nedeniyie ikrar eden kişi de itham edilir, onun şahitliğinde itham vardır. Onun kendi aleyhindeki şahitliğinde itham okluğu İçin ikrarı kabul edilmez.
Muhayyerliği Kabul Eden Tasarruflar Üzerinde Zorlamam Etkisi
Zorlamanın etkisinden bahsettiğimiz tasarruflar, muayyen birşeye zorlanmakla ilgiliydi. Eğer kişi muayyen olmayan birşeye zorlanırsa, meselâ şarap içmeye, malı itlaf etmeye, boşamaya, ilâ yapmaya, satmaya, icareye zorlanırsa, zorlanan kişi de bunlardan birini yaparsa, bu tasarrufun üzerine hangi hükümler terettüb eder
Buna şu şekilde cevap verilir: Zorlamanın tahakkuk etmesinin şartlarından birinin de zorlanan şeyin muayyen olması olduğunu daha önce belirtmiştik. Kişi muhayyer bırakılırsa zorlama tahakkuk etmez. Bu tür zorlama, zorlama olarak kabul edilmediği için tasarrufa herhangibir etkisi olmaz. Meselâ zorlayan kişi ´Şu iki şeyden birini yap´ dese ve hangisinin yapılacağını belirtmese, zorlanan kişi onlardan birini yaptığında tasarrufu sahih olur, o tasarrufun üzerine -tıpkı kendi isteğiyle yaptığı tasarruflarda olduğu gibi- şer´î hükümleri terettüb eder. Çünkü kişinin iki iş arasında muhayyer bırakılması, o işi zorlanma nedeniyle değil, kendi isteğiyle yaptığına delâlet eder. Bu durumda yapılan tasarrufun hissî, şer´î veya başka tasarruflardan olması hükmü değiştirmez.
——————————————————————————–
[1] Buharî, Menakıb; Müslim, Fedai!
[2] İmam Şafüj´ el-Umm, IH/209
[3] Müslim/2564 ,
[4] Ebu Dâvud/1771, Tirmizî/14l8
[5] Buharî/6484 Müslim/1676. Bir müslüman, öldüren kişi öldürülür. Eirli veya du! bir kimse zina ederse´öldürülür. İslâm´dan dönen bir kişi oldurulur.
[6] İbn Mâce
[7] Hâkim, 11/357
[8] Buharî/24l6
[9] Tefsir-i Kurtubî, X/189
[10] Buharı, Mcğazî
[11] Buharî/4845
[12] Neseî, VI/86
[13] Ebu Dâvud/2193; İbn Mâce/2046; Hâkim, Müstedrck, II/198 –