Âriye´nin Tarifi
Lugatta âriye, geçici olarak ve iade edilmek üzere alınan nesnedir. Bu mânâyı tazammun eden akde de âriye denir. Âriye kelimesi, tedavül anlamını ifade eden teavür kelimesinden alınmıştır. Bu ise ´elden ele intikal etmek´ anlamına gelir. Âriye´nin ıstılahı anlamı ise malın aslı sahibine ait olmak üzere yararlanılması helâl olan bir malından yararlanmayı başkasına mubah kılmaktır. Bu bakımdan âriye akdi, malı emanet olarak alan kişi için aldığı maldan istifade etmeyi içermektedir: Malı emanet olarak alan kişi sadece ondan istifade edebilir, onu başkasına kiralayamaz, hibe edemez, vakfedemez, satamaz. Sadece kendisinden yararlanılması mubah olan bir nesneyi emanet olarak vermek sahih olur.
Bu nedenle domuzu veya lehv (oyun) aletlerini âriye olarak vermek sahih oimaz. Hayızlı veya lohusa bir kadına âriye olarak mushaf vermek de sahih değildir. Çünkü hayızlı veya lohusa bir kadın mushafa dokunamaz, (mushaftan) Kur´an okuyamaz. Ancak kullanmakla yok olmayan nesneler âriye olarak verilebilir. Bunun izahı âriye´nin rükûnla-rından bahsederken yapılacaktır. Kullanıldığında sabun gibi yok olan şeyleri âriye olarak vermek sahih olmaz.
Âriye´nin Meşruiyeti
Âriye´nin meşru olduğuna Kur´an, Sünnet ve İcma delâlet etmektedir.
Veyl o namaz kılanlara ki namazlarından gafildirler; onlar ki gösteriş yaparlar. Onlar ki mâun´u (en ufak bir yardımı) menederler. (Mâun/4-7)
Allah Teâlâ mâun´u menetmeyi; azaba, helake uğrayan kişilerin sıfatı olarak zikretmiştir. Bu ayetler, mâun´u (çanak, çömlek, iğne, balta gibi şeyleri emanet olarak) vermenin meşru ve matlub olduğuna delâlet eder, Müfessirlerin hemen tamamı mâun´dan maksadın, bir kimsenin komşusuna kırbaç, iğne, bakraç, balta, keser, makas, ve benzeri şeyleri âriye olarak vermek olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunların mânâsında olan herşey de bunlara ilhak edilmiştir.
Âriye´nin meşru olduğunun Sünnett´en delili ise Enes´in-rivayet ettiği şu hadîstir: ´Hz. Peygamber, Ebu Talha´dan âriye olarak bir at aldı ve ona bindi´.[1]
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Her kimin işletmediği bir arazisi varsa onu hibe etsin veya âriye olarak (müslüman bir kardeşine) versin.[2]
Konuyu işlerken birçok hadîs zikredilecektir. Bu hadîsler âriye´nin meşruiyetine delâlet ettikleri gibi, âriye´nin hükümlerini de açıklamaktadırlar. Kur´an, ve Sünnet´in meşruiyetini bildirdiği âriye, umumidir. İslâm âlimlerinin tümü âriye´nin meşru olduğu hususunda ittifak etmişler ve müslümanlar her asırda âriye akdi yapmışlardır.
Âriye´nin Meşruiyetinin Hikmet ve Sebebi
Âriye´nin meşru kılınmasının nedeni, Allah Teâlâ´nın müslümanlar arasında emrettiği yardımlaşmanın âriye yoluyla tahakkuk etmesidir.
İyilik etmek ve (fenalıktan) sakınmak hususunda birbirinizle yardımlasın.
(Mâide/2)
Halkın çoğunun; ev eşyası, giyecek, mesken, tarla-bahçe gibi muhtaç oldukları şeylerden.yoksun olduklarını görüyoruz. Bunun fakirlik, malın çarşı ve pazarlarda olmaması veya az bulunması veya insanların meşguliyetlerinden ötürü bazı ihtiyaçlarını unutması gibi çeşitli sebepleri olabilir. İnsan bazen -gece veya gündüzün herhangibir saatinde- bu eşyalara ihtiyaç duyabilir. Bunu elde etmenin tek yolu da komşusundan veya dostundan âriye yoluyla istemektir. Özellikle kocası seferde olan veya ihtiyaç anında evde bulunmayan hanımlar bu tür eşyalara daha çok ihtiyaç duyarlar. Çünkü tek başına olan bir kadın yemek hazırlamak, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak ve benzen durumlarda ihtiyaç. duyduğu eşyayı elde etme imkânına sahip değildir. Bu durumdaki kişinin, ihtiyaç duyduğu şeyleri komşusundan âriye (emanet) olarak istemekten başka çaresi yoktur.
İslâm dini de kolaylığı ve yardımlaşmayı genel prensip olarak kabul ettiği için halka yardımlaşmayı emretmiş ve kolaylık olması için âriye´yi meşru kılmıştır ki insanlar birbirlerinin eşyalarından istifade etsinler. Ancak bu, mal sahibinin izni ve rızası dahilinde olmalıdır. Âriye´nin meşru kılınması maslahatı celb, belayı defetmek, sıkıntıyı ortadan kaldırmak, yoksulluk sebebiyle insanları felakete düşmekten korumak içindir. Halk birbirlerinin yardımına koştukları müddetçe Allah da onlara yardım eder. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kul, kardeşinin yardımına koştukça Allah da onun yardımına koşar.
Halk birbirinin yardımına koşmakla, dünyada yapılan iyilik ve ihsandan başka hiçbir şeyin yarar sağlamadığı bir günde kendilerini azap ve ikabdan korumuş olurlar. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
– (Zekât ve diğer) haklarını ödemeyen deve, sığır ve davar sahipleri kıyamet gününde, onlar (tarafından çiğnenip boynuzlanmak) için düz ve geniş bir alana oturtulacak. Sert ayaklıları sert ayaklarıyla onu çiğneyecek, boynuzlu olanları da boynuzlarıyla onu süsecekler. Boynuzluların arasında o gün hiç boynuzsuz veya boynuzu kırık bulunmayacaktır.
– Ey Allah´ın Rasûlü! Bunlardaki hak nedir
– DöIIük olan erkeklerini ihtiyaç vaktinde emanet vermek. Kova ve bakraçlarını âriye olarak vermek. İhtiyaç sahiplerine bu hayvanların sütü´, yünü ve iş yapmasından faydalanmaları için muayyen bir müddetle emaneten vermek. Sürüler su başlarına getirildiğinde orada bulunan muhtaçlara ve yolculara sütlerinden ikram etmek. Allah yolunda sırtlarına binmek, bindirmek ve yük yükletmek.[3]
Âriye´nin Hükmü
Âriye´nin meşruiyeti hususunda zikredilen ayet ve hadîsler onun müstehab ve mendub olduğuna delâlet etmektedir. .Âriye, İslâm´ın ilk zamanlarında vacibdi, Maun Sûresi´nde görüldüğü gibi âriye´den me-nedenler şiddetli bir tehditle karşı karşıya^ bulunmaktaydı. Fakat bu hükmün neshedildiği hususunda icma vardır, ve âriye müstehab olarak kalmıştır.
Âriye müstehab olmakla beraber bazen vacib olur. Şöyle ki harbî olmayan bir kişinin hayati tehlikede olursa, meselâ helak edici bir sıcak veya soğukta elbiseye muhtaç olursa, ona elbise vermek vacib olur ya da boğulmak üzere olan bir kişinin kurtulması ipe bağlıysa, âriye olarak ip vermek vacib olur veya kan kaybeden bir yaralıya, ilk yardımda kullanılan malzemeyi vermek vacib olur veya hürmetli, muhterem bir malın korunması için âriye vermek de vacibdir. Meselâ ölmek üzere olan bir hayvanı kesmek için âriye olarak bıçak vermek vacib olur. Çünkü bıçak verilmezse o hayvan mundar olur, dolayısıyla mal zayi edilmiş olur. Oysa malı zayi etmek şer´an haramdır.
Bazen de âriye vermek haram olur. Meselâ öldürücü bir aleti, zann-ı. galibe göre katil olabilecek bir kimseye âriye olarak vermek haramdır. Hayızh veya lohusa bir kadına âriye olarak mushaf vermek haramdır.
Âriye vermek bazen de mekruh olur. Meselâ mekruh bir işte kullanılacağı kanaati hasıl olursa, o malzemeyi âriye olarak vermek mekruh olur.
İare Akdinin Rükûnlan
İare akdinin dört rüknü vardır:
1. Muir (eşyayı iare´ye veren kişi)
2. Mustair (iare yoluyla eşyayı isteyen kişi)
3- Siga .
4. İare olarak verilen mal .
Bu rükûnlarm herbirinin de şartları bulunmaktadır. Şimdi bu şartları beyan edelim:
1. Muir (Birşeyi Âriye Yoluyla Başkasına Veren Kişi)
Âriye, mülkünde veya korumasında olan bir malı, İstifade etmek üzere başkasına mubah kılmaktır. Âriye veren kişide şu şartların bulunması gerekir:
a. Âriye veren kişi verdiği malın menfaatine sahip olmalıdır.
Bu, o mala bizzat sahip olmakla ve başka yollarla olabilir. Meselâ kiraladığı bir malı veya kendisine vasiyet edilen bir malı âriye olarak verebilir. Çünkü bunların menfaati onun mülküdür. Burada âriye menfaate dönüşür. Bu nedenle mustair (âriye yoluyla birşey isteyen kişi), almış olduğu malı istiare yoluyla başkasına veremez. Çünkü kendisi onun menfaatine sahip değildir. Kendisine sadece ondan yararlanmak mubah kılınmıştır.
b. Teberru ehliyetine sahip olmalıdır.
Çocuğun veya delinin malını âriye olarak vermesi sahih değildir. Sefihliğinden veya iflastan Ötürü hacr altına alınan kişinin de malını âriye olarak vermesi sahih değildir. Çünkü malını âriye olarak vermek, menfaati teberru etmek anlamına gelir. Bu kişilerse teberru ehli değildirler.
c. Malını âriye olarak veren kişi, kendi rızası ile vermelidir.
Malını âriye olarak vermeye zorlanan kişinin âriyesi sahih değildir. Çünkü menfaat bir maldır ve bedeli vardır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir müslümanın malı başka bir müslümana ancak kendi rızasıyla verirse helâl olur.[4]
2. Mustair (İare Yoluyla Eşya İsteyen Kişi)
İare” yoluyla eşya isteyen kişide bulunması gereken şartlar şunlardır:
a. Akidle kendisine yapılan teberruya ehil olmalıdır.
Yani sözü şer´an muteber olmalı, âkil-bâliğ almalıdır. Delinin veya çocuğun iaresi sahih olmaz, çünkü bunların sözleri şer´an muteber değildir. İnsanlar bunların iaresine muhtaç olduklarında, velîleri onların
adına mallarını iare yoluyla verebilir.
b. Kendisine âriye verilen kişi belli olmalıdır.
Meselâ âriye veren şahıs iki kişiye ´Kitabımı herhangi birinize âriye olarak verdim´ veya bir cemaate ´İçinizden birine kitabımı âriye olarak verdim´ dese, âriye sahih olmaz. Çünkü burada mustair belli değildir.
3. Âriye Akdinde Siga
Siga, icab ve kabul´den oluşan âriye akdine delâlet eden lafızdır. Âriye akdinde, âriye veren ile âriye´yi talep eden kişilerin ikisinin birden lafızları şart değildir. Onlardan birinin lafzı, diğerinin de o malı kullanmayı kendisine, helâl kıldığına delâlet eden fiili yeterlidir. Eğer âriye veren kişi ´Şu kitabı al, oku´ veya ´Bu kitabı sana âriye olarak verdim´ dese, mustair de onu teslim alsa, iare sahih olur veya mustair ´Bana şu kitabı âriye olarak ver´ dese, kitap sahibi de kitabı ona teslim etse, âriye sahih olur. Âriye´de akdin sahih olması için taraflardan birinin lafzı şarttır. Eğer âriye olarak birşey isteyen kişi onu konuşmaksızm alırsa, mal sahibi de konuşmadan verirse, âriye sahih olmaz. Sigada tetabuk şart değildir; yani biri ´Bana şu malı âriye olarak ver´ dese, diğeri de bir müddet sonra verse, âriye isteyen kişinin onu reddettiğine delâlet edecek birşey yoksa, âriye sahih olur.
Bir vakitle sınırlandırılan veya bir şarta bağlanan iare de sahih olur. Meselâ mal sahibinin bir kişiye ´Eğer İçinde oturan adam çıkarsa, şu v evimi sana bir -sene oturmak üzere âriye olarak verdim´ dese, âriye sahih olur. Çünkü iare, temlik akdi değildir. Bu nedenle de şart ve sınırlamayı kabul eder. Zira âriye, sadece menfaatin mubah kılınmasıdır.
– 4. İare Olarak Verilen Mal (Mustaar)
Mustaar, iare talebinde bulunan kişiye, menfaati mubah kılınan maldır. Bu malda da şu şartların bulunması gerekir:
a. İare yoluyla verilen malın menfaati, veren kişinin mülkü olmalıdır.
Bunu daha önce belirtmiştik. Bu bakımdan bir malı iare yoluyla alan kişi onu başkasına iare olarak veremez.
b. İare yoiuyîa verilen mal, kendisinden yararlanılması mümkün olan mallardan olmalıdır.
Bu bakımdan güneşin hararetinden, soğuktan korumayan, avret yerlerini kapatmayan, yırtık-çürük elbiseleri iare yoluyla vermek sahih olmaz. Müzmin bir hastalığı olan bîr hayvanı veya motoru olmayan bir arabayı binilmek üzere âriye olarak vermek de sahih değildir. Zira âriye akdi, menfaat üzerine olur. Bunlarda ise menfaat yoktur. Bunları âriye olarak vermek, olmayan bir malı âriye olarak vermek gibidir. En sahih görüşe göre âriye olarak verilen malın menfaatinin verildiği anda mevcut olması şart değildir. Eğer küçük bir tay binilmek üzere âriye olarak verilirse, akid sahih olur. Zira âriye mutlak olduğunda veya bir zamanla sınırlandırıldığında, tay o zaman içinde binilecek duruma gelir. Giyilmeye elverişli olmayan ve fakat ıslahı mümkün olan bir elbiyesi âriye olarak vermek sahih olur.
c. Âriye olarak verilen maldan yararlanmak şer´an mubah olmalıdır.
Bu yüzden lehv (oyun) aletlerini âriye olarak vermek sahih değildir. Bir kadına, yabancıların yanında süs olarak kullanılan süs eşyalarını âriye olarak vermek sahih değildir. İçki koymak için bir kabı, domuzu kesmek İçin bıçağı, masum bir kişiyi öldürmek için bir silahı âriye olarak vermek sahih değildir. Çünkü maldan bu şekilde istifade etmek şer´an yasaktır. . ´
Âriye akdinin sahih olması için âriye olarak verilen mal, elbise, ev, kap ve benzerleri gibi eksilmeyen mallardan olmalıdır. Eğer âriye olarak verilen mal kullanmakla eksiliyorsa, âriye sahih olmaz. Bu bakımdan mumu, sabunu ve benzeri maddeleri âriye olarak vermek sahih değildir. Çünkü bunlardan istifade etmek ancak onları eksiltmekle, yoketmekle mümkün olabilir.
Âriye ile İlgili Hükümler
1. Âriye Olarak Alınan Maldan İstifade Etmenin Sınırı
Âriye olarak bir mal alan kişi o maldan sahibinin izin verdiği ölçüde yararlanabilir. Sahibinin izin vermediği yerlerde onu kullanamaz. Ancak âriye aldığı malı kullandığı yer, mala, sahibinin kullanılmasına İzin verdiği yerden daha az etki yaparsa, kullanabilir. Eğer mal sahibi, verdiği malın kullanılmasına mutlak şekilde izin vermişse, bu hususta herhangibir sınır koymamışsa, o maldan normal bir şekilde istediği yerde istifade edebilir. Mal sahibi kullanılmayacak yerleri belirtirse, orada kullanmak mala daha az etki yapsa dahi orada kullanılamaz. Zira malın sahibi o malın menfaatinin de sahibidir ve onu teberru etmiştir. Dolayısıyla malının nerede kullanılıp-kuüanılmayacağını belirtme hakkına da sahiptir.
Mal sahibi arazisini mutlak şekilde âriye olarak verirse, âriye alan kişinin o araziye bina yapması veya ağaç dikmesi veya ekin ekmesi caizdir. Çünkü arazi sahibi araziyi mutlak şekilde âriye olarak vermiştir.
Arazi sahibi ´Şu araziyi sana verdim´ dese, fakat ´Ondan istifade et´ demese, en yaygın görüşe göre âriye sahih olmaz. Arazi sahibi arazisini bina yapmak veya ağaç dikmek üzere âriye olarak verse, o araziye ekin ekilebilir, çünkü ekin, ağaç veya bina kadar araziyi yıpratmaz.
Araziyi en fazla yıpratacak şeye izin verilmesi, daha az yıpratacak şeye izin vermek anlamına gelir. Ancak arazi sahibi, arazisini âriye olarak verirken ekin ekmeme şartıyla vermişse,.ekin ekemez. Arazi sahibi arazisine ekin ekmek üzere âriye vermişse, o araziye ağaç dikilemez, bina yapılamaz. Çünkü ağaç dikmek ve bina yapmak, ekin ekmekten daha fazla .araziyi yıpratır. Arazi sahibinin´arazisinin az yıpranmasına razı olması, çok yıpranmasına da razı olduğu/olacağı anlamına gelmez. Arazi sahibi arazisini belli çeşit ekinler için âriye vermişse, İzin verdiği ve benzeri çeşitleri veya araziyi onlardan daha az yıpratan ekinleri ekebilir. Araziye onlardan daha fazla zarar veren ekinleri ekemez.
Bu hükümler, âriye olarak verilen her mal için geçerlidir. Binmek üzere âriye verilen otomobil, yük taşımada kullanılamaz. Hafif malları taşımak için âriye verilen araba ile demir, çimento ve benzeri gibi ağır maddeler taşınamaz. Bir malı âriye olarak alan kişi bizzat ondan istifade edebildiği gibi vekili de ondan istifade edebilir. Çünkü o malı ister âriye olarak alan kişi çalıştırsın, ister vekili çalıştırsın, malın menfaati onu âriye olarak alan kişinin olur. Ancak vekilin malı yıpratması, âriye olarak alan kişinin yıpratmasından fazla olmamasıdır. Meselâ kişi âriye olarak aldığı bir motosiklete vekilini veya işçisini bindirip ondan o şekilde istifade edebilir. Ancak vekili veya işçisi kendisinden daha ağır olmamalıdır.
2. Âriye Olarak Alınan Mal Üzerinde Mustair´in Eli
Âriye olarak alınan mal üzerinde mustair´in eli tazminat elidir. Bu bakımdan âriye olarak alınan mal, âriye olarak alan kişinin zimmetine girer. Eğer âriye olarak aldığı mal telef olursa, -ister kendisi kullanırken olsun, ister başka sebeple olsun, ister onu korumada kusurlu davransın, ister davranmasın- ödemesi gerekir. Çünkü o başkasının malını kendi menfaati için almıştır.
Umeyye b. Saffan´ın babası Saffan´dan şöyle rivayet edilmiştir: “Rasûlullah (s.a) Huneyn savaşı için ondan ödünç olarak birçok zırh almıştı. O ´Bu zırhları gasben mi aldın ey Muhammed ! dedi. Rasûlullah ´Hayır, ödenmesi borç olan emanet olarak aldım´ buyurdu”[5]
Herhangibir malı âriye olarak alan kişi, malın telef olduğu günkü kıymetini ödemek mecburiyetindedir. İsterse, mal, semavî bir afetle telef olsun hüküm değişmez. Fakat izin verilen şekilde kullanılan malda meydana gelen yıpranma tazmin edilmez. İzin verilen sahanın dışında kullanılan malda meydana gelen yıpranma ve eksiklik, âriye alan kişi tarafından telafi edilmelidir. Yine âriye olarak aldığı malı, kullanılması normal olmayan bir yerde kullanır da bundan dolayı malda bir eksiklik, bir kusur meydana gelirce, âriye alan kişinin bunları telafi etmesi gerekir. Meselâ oturmak için bir evi âriye olarak alan kişi orada demircilik veya marangozluk yaparsa veya yemekte kullanılan kaplan âriye olarak alıp onlarla kum veya taş taşırsa, malda da bir eksiklik, bir kusur meydana gelirse, bunun zamini olur.
Yine mal sahibi malını istedikten sonra âriye alan kişi onu kullanmaya devam ederse ve malda bir eksiklik- meydana gelirse veya telef olursa, malın zamini olur. Hatta mal sahibi istedikten sonra, veya kullanma müddeti bittikten sonra normal şekilde kullanırken malda meydana gelen eksiklikleri de âriye olarak alan kişi ödemek zorundadır. Çünkü malı izinsiz olarak kullanmıştır.
Tazminat Gerektirmeyen Bir Hususta Tazminat Şartı Koşmak, Tazminat Gerektiren Hususta Tazminat Olmamasını Şart Koşmak
Âriye olarak alınan mal, izin verilen sınırlar dahilinde kullanıldığında, onda meydana gelen eksikliklerin telafi edilmesi, telef olduğunda ödemesi gerekmediğini söylemiştik. Yine âriye olarak alınan mal, izin verilmeyen yerde kullanılır da telef olursa ödenmesi gerektiğini de belirtmiştik. Bu bakımdan âriye akdinde bunun aksi şart koşulursa o şart manasızdır; yerine getirilmesi gerekmez, ancak âriye akdi sahih olur. Alimlerin bazıları böyle şart koşulduğu takdirde âriye akdinin fasid olacağını söylemişlerdir.
3. Âriye Olarak Alınan Malın Masrafları Kime Aittir
Âriye olarak verilen malın masrafı, meselâ çalıştırmak üzere verilen bir hayvanın yem masrafı veya oturmak üzere verilen evin tamir masrafı, malı âriye olarak veren kişiye aittir. Malı âriye olarak veren kişi ister o malın sahibi olsun, ister onu kiralamış da âriye olarak vermiş olsun hüküm değişmez. Çünkü malın masrafı mülke tâbidir. İare ise mâlik tarafından malın menfaatinin teberru edilmesi demektir. Malın mâlikine âriye karşılığında birşey vermek vacib değildir.
Âriye alınan malın kulîanma müddeti sona erdiğinde veya âriye akdi fesholduğunda, malı götürüp sahibine teslim etmek vacibdir. Âriye olarak alınan malın geri götürülme masrafı olursa, o masraf âriye alan kişiye aittir. Çünkü onu götürüp sahibine teslim etmek, âriye olarak alan kişinin üzerine vacibdir ve o malı kendi menfaati için almıştır. Vacibi yerine getirmek için gereken şey de vacibdir. Malı geri götürmek ancak bu harcamayı yapmakla mümkün oluyorsa, bu harcama da vacib olur. Hz. Peygamber´in şu sözü de buna delâlet etmektedir:
Bir şeyi emanet olarak alan kişi, onu sahibine verinceye kadar ondan sorumludur.
Yani aldığı malı sahibine teslim edinceye kadar, yapılan masraflar ona aittir. Safvan b. Umeyye´den rivayet edilen bir hadîste Hz. Peygamber Safvan´a şöyle demiştir:
Geri vermek üzere emanet olarak aidim.[6]
Eğer kira ile bir araba alınır da kira müddeti zarfında başkasına âriye olarak verilirse, araba kiralayan kişiye değil de mal sahibine teslim ediliyorsa, geri götürme masrafı mal sahibine ait olur. Çünkü âriye olarak alan kişi burada malı götürme hususunda onu kiralayan kişi gibidir. Öyleyse malı geri götürme masrafı kiracıya değil, mal sahibine ait olur.
4. Âriye Olarak Alınan Malı Geri Götürmek
Âriye akdi, her iki taraf için de caiz bir akiddir; yani malını âriye olarak veren veya o malı âriye olarak alan kişilerden biri istediği zaman -diğerinin haberi ve rızası olmasa dahi- âriye akdini feshedebilir. Bu bakımdan malını âriye olarak veren kişi istediği zaman malını alabilir, hatta malını belli bir vakit için âriye olarak verse dahi o vakit gelmeden önce malını isteme hakkına sahiptir.
Bir malı âriye olarak alan kişi de, istediği zaman malı götürüp sahibine iade edebilir. Taraflardan hiçbiri âriye akdini devam ettirmek zorunda değillerdir. Çünkü âriye olarak verilen mal, şefkat, hayır, sevap ve kişiye iyilik olsun diye verilmiştir. Burada her iki tarafa da herhangibir mecburiyet yüklemek uygun düşmez. Ancak şu husus bundan istisna edilmiştir. Arazisini mezarlık olmak üzere âriye yoluyla veren kişinin ve ölü sahiplerinin bu âriye akdini feshetme yetkileri yoktur.
Arazisini mezarlık olmak üzere âriye yoluyla veren kişi onu geri alamaz, araziyi âriye yoluyla alıp da ölüsünü defneden kişi de defnedilen ceset çürüyüp toprak oluncaya, ondan hiçbir eser kalmayıncaya kadar onu geri veremez. Çünkü defn izinle olmuştur ve izinle defnolunan ölünün mezarını açıp onu başka yere nakletmek insanlık hürmetini yıkmak olur.
Şu husus da bu hükümden istisna edilmiştir: Malını belli bir işte kullanmak üzere âriye olarak veren kişi, malı âriye olarak alan kişinin zarar göreceği bir zamanda malını isterse, malı âriye olarak alan kişinin işini bitirmeden malı iade etme mecburiyeti yoktur. Meselâ eşyalarını taşımak için âriye yoluyla bir gemi alsa, eşyalar gemiye yüklenip gemi denizde yol almaya başlasa, tam bu sırada gemi sahibi ´malımı ver´ dese, gemiyi âriye olarak alan kişinin gemiyi o anda verme mecburiyeti yoktur veya eşya taşımak için bir kamyonu âriye olarak alsa, mal sahibi, başka bir arabanın bulunmadığı -meselâ sahra gibi- bir yerde malını geri istese, onu âriye olarak alan kişinin malı sahibine, zarar görmeden teslim edebileceği bir yere gelinceye kadar teslim etmesi gerekmez. Ancak mal sahibinin malı istediği andan malı teslim etme anma kadar ki süre için, âriye alan kişinin mal sahibine ücret-i misil vermesi gerekir.
Âriye Olarak Verilen Arazinin İade Edilmesi
Arazi; ağaç dikmek, bina yapmak veya ekin ekmek üzere âriye olarak verilebilir.
Eğer arazi sahibi arazisini bina yapmak veya ağaç dikmek için âriye vermiş, bina yapıldıktan veya ağaç dikildikten sonra malını istemişse ve arazisini âriye olarak verirken dikilen ağaçların veya yapılan binanın kaldırılmasını şart koşmuşsa, şartlara uyulması vacib olur. Çünkü Hz. Peygamber ´Müslümanlar şartlan üzerindedirler´ buyurmuştur; yani koşulan şartları yerine getirmek mecburiyetindedirler. Eğer -sökülme veya yıkılma şartına rağmen- araziyi âriye olarak alan kişi yaptığı binayı veya diktiği ağaçları kaldırrnazsa, mal sahibi onları söker,
Arazi sahibi bina yıkılıp ağaçlar söküldükten sonra arazinin tesviye edilmesini de şart koşmuşsa, bu, iki halde de onu ilzam eder ve fakat şart koşmamışsa onu ilzam etmez.
Eğer arazi sahibi, âriye alan kişiye yapılan binayı veya dikilen ağaçlan kaldırmayı şart koşmamışsa, araziyi âriye olarak alan kişi istese yapılan binayı veya dikilen ağaçlan söker, isterse bırakır.
Yaptığı binayı veya diktiği ağaçlan kaldırdığında onların kıymeti eksilirse, mal sahibinden hiçbir hak talep edemez. Çünkü bu onun kendi mülküdür, onları söktüğü zaman zararına razı olmuş demektir.
En sahih görüşe göre araziyi teslim aldığı şekil üzere teslim etmesi gerekir; bu nedenle de araziyi tesviye etmelidir. Zira yaptığı binayı veya diktiği ağaçlan kendi isteğiyle sokmuştur, eğer sökmek istemeseydi ona zorla söktürülemezdi. Bu yüzden yaptığı binayı veya diktiği ağaçlan söktükten sonra araziyi tesviye ederek (düzelterek) sahibine teslim etmesi gerekir. Araziyi âriye olarak alıp ona bina yapan veya ağaç diken kişi yaptıklarını sökmek istemezse, arazi sahibi üç şeyden birini yapmakta serbesttir.
a. Bina ve ağaçlan olduğu gibi bırakır, ücret-i misil alır.
b. Bina ve ağaçları yıkar. Yıkılmamış haliyle yıkılmış hali arasındaki kıymet farkını mustair´e verir. Bina ve ağaçlan yıkma masrafı da kendisine ait olur.
c. Bina veya ağaçları söküleceği günkü kıymetiyle sahibinden satın alır. Bu, icab ve kabul´ü kapsayan bir akid ile olmalıdır.
Muhayyerlik mal sahibine aittir, çünkü ihsan eden, malın sahibi oian odur. Eğer arazi sahibi bu üç seçenekten birini tercih ederse, mustair yaptığı binayı veya diktiği ağaçlan kaldırmaya zorlanır. Arazi sahibi bu üç seçenekten birini tercih etmezse -en sahih görüşe göre- kadı, onlar sulh yapıncaya veya mal sahibi bu üç seçenekten birini tercih edinceye kadar onlardan yüzçevirir. Bazıları şöyle demişlerdir: Hâkim, araziyi ve arazide bulunanları satar, parayı onlar arasında mallarının kıymeti nisbetine göre paylaştırır. Böyle yapılmasının sebebi de husumeti ortadan kaldırmaktır.
En sahih görüşe göre mal sahibi arazisini ister mutlak şekilde âriye versin, ister bir zamanla sınırlandırsın mesele değişmez. Ancak mutlak olarak âriye verilen araziye, âriye alan kişi bina yaparsa veya ağaç dikerse,, sonra da onları yıkarsa, ikinci bir kez bina yapması veya ağaç dikmesi ancak yeni bir izinle mümkündür. Eğer izinsiz olarak yaparsa, yap-tıklarını yıkıp araziyi tesviye etmeye mecbur edilir. Allah hakikati daha iyi bilir. Bir zamanla sınırlandırılarak âriye verilen araziye, ise -arazi sahibi malını istemedikçe ve müddet bitmedikçe- ara ara fidan dikmek, bina yapmak meşrudur. Arazi sahibi malını geri isterse, daha önce zikredilen hükümler tatbik edilir.
Arazisini ekin için âriye veren kişi, ekin henüz olmadan arazisini geri isterse, -en sahih görüşe göre- araziyi âriye olarak alıp ekin eken kişi ekin yetişip tarladan kaldırincaya kadar araziyi sahibine teslim etmek zorunda değildir. Çünkü ekin yetişmeden önce kaldırılırsa kıymeti düşer, belki zayi olur. Oysa ekin muhterem bir maldır. Bu nedenle ekin yetişinceye kadar beklenir, arazi sahibinin malını istediği andan ekinin yetiştiği ana kadar geçen süre için ücret verilir.
Burada âriyenin mutlak şekilde verilmesiyle bir zamanla sınırlandırılması arasında fark yoktur. Ancak arazi bir zamanla sınırlandırılarak âriye verilmişse, ekin de tayin edilen zaman içinde yetişmemişse, bu da âriye alan kişinin kusuru nedeniyle olmuşsa, meselâ tohumu geç atmışsa veya kar ve sel nedeniyle tohum atması gecikmiş de tayin edilen zaman içinde yetişmeyecek bir ekin ekmişse, arazi sahibi, âriye alan kişiyi ekinini kaldırıp araziyi tesviye etmeye -âriye alan kişi bundan zarar görse dahi- zorlayabilir. Çünkü araziyi âriye olarak alan kişi, sınırı aşmış, zulüm işlemiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Haksız yere başkasının yerine ağaç dikenin orada hakkı yoktur.[7]
5. Âriye Olarak Alınan Malın Nasıl İade Edileceği Hususu
Âriye olarak alınan mal, örf ve âdette nasıl teslim ediliyorsa, sahibine. öyle teslim edilmelidir. Âriye olarak alınan malların teslim edilme şekilleri değişiktir. Meselâ kıymetli mücevherler genellikle sahibinin eline teslim edilir. Bazı eşyalar ise genellikle sahibinin evine götürülür veya sahibinin vekiline teslim edilir.
Âriye olarak alınan ev, arazi ve benzeri gibi gayr-ı menkullerin tahliye edilmesi, sahibine teslim etmek sayılır.
6. Âriye Veren Kişi ile Alan Kişi Arasında İhtilaf Çıkması
Âriye veren kişi ile alan kişi arasında bazı hususlarda ihtilaf çıkabilir. Onlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
a. Geri verme hususunda ihtilaf çıkması
Meselâ âriye alan kişi, aldığı malı mal sahibine verdiğini iddia ederse, mal sahibi de bunu inkâr ederse, yeminle beraber mal sahibinin sözüne itibar edilir. Çünkü inkâr eden odur.
Kaideye göre şahit getirmek müddei´ye, yemin etmek de inkâr edene düşer; yani müddei, malı iade ettiğine dair şahit getirirse müddei´nin sözüne itibar edilir. Çünkü âriye olarak verilen malın, mustair´in eîinde olduğu sabit olmuş, fakat malı sahibine teslim ettiği sabit olmamıştır. Bu durumda malın onun elinde olması asıl kabul edilir. Mal sahibi malı aldığını inkâr etmekle asıl olana sarılmıştır. Yeminle beraber söz asıl olana sarılanın sözüdür.
b. Malın telef olması durumunda çıkan ihtilaf
Âriye olarak verilen mal telef olsa, âriye olarak alan kişi de izin verilen yerlerde ve normal olarak kullanırken telef olduğunu iddia etse, mal sahibi de bunu reddederek izin verilmeyen yerlerde kullanıldığı için telef olduğunu İddia etse, yeminle beraber malı âriye olarak alan kişinin sözüne itibar edilir. Çünkü âriye olarak alınan malın halkın gözü önünde kullanılması adet değildir ki âriye alan kişinin şahit getirmesi gereksin. Bu durumda şahit getirmek imkânsızdır. Ayrıca tazminatta aslolan beraat-ı zimme´dir. Burada mal sahibi tazminat iddiasındadır, mustair de aslolana´ yapışarak bunu inkâr etmektedir.
Bu durumda yeminle beraber inkâr edenin (mustair´in) sözüne itibar edilir. Nitekim bunları daha önce belirtmiştik. Mustair doğru söylediğine dair yemin eder ve tazminattan kurtulur.
c. Akdin aslında ihtilaf etmeleri
Mal sahibi ´Ben malımı sana âriye olarak değil, icar olarak verdim´ dese, diğeri de ´Sen bana âriye olarak verdin´ dese veya mustair ´Malı bana âriye olarak verdin´ dese, mal sahibi de ´Sen onu benden gasbettin´ dese, -en sahih görüşe göre- yeminle beraber mal sahibinin sözüne itibar edilir; yani mal sahibi ´Ben malımı icar olarak verdim´ diye veya ´Falan kişi malımı gasbetti´ diye yemin ederse, onun sözüne itibar edilerek hakkı verilir. Çünkü aslolan, malından yararlanmaya ancak karşılıklı olursa izin verilmesidir.
Mal sahibi yemin ettiği zaman -ücret gerektiren bir zaman geçmişse-ücret-i misil almaya hak kazanır. Mal mevcut ise sahibine teslim edilir, mal telef olmuşsa, ondan faydalanan kişi zamin olur. Mal sahibinin iddia ettiği tazminat, maldan yararlanan kişinin iddia ettiği tazminattan fazla olursa, bu fazlalık için mal sahibinin yemin etmesi gerekir.
Âriye olarak verilen mal telef olursa, telef olduğu günkü kıymetine göre tazmin edilir. Gasbedilen mal telef olursa, gasbedildiği günden telef olduğu güne kadar olan süre içindeki en fazla fiyatı ne ise ona göre tazmin edilir. Eğer kıymet eşit ise ikisi ittifak etmiş olurlar. Aksi takdirde mal sahibi fazlalık için yemin eder. Çünkü taraflar onun üzerinde ittifak etmemişlerdir.
7. Âriye Akdinin Sona Ermesi
Âriye akdi şu durumlarda sona erer:
a. Mal sahibi âriye olarak verdiği malı isterse, âriye akdi sona erer. Mal sahibinin âriye olarak verdiği malı, âriye müddeti bitmeden
önce veya bittikten sonra istemesi hükmü değiştirmez. Çünkü âriye akdi, taraflar için vacib plan bir akid değil, caiz olan bir akiddir.
b. Akdi yapan kişilerden birinin delirmesi veya baygınlık geçirmesiyle âriye akdi sona erer.
Âriye verenle alan kişide bulunması gereken şartların farklı olduğunu söylemiştik. Zira âriye veren kişi teberru ehliyetine, alan kişi de teberru´yu kabul etme ehliyetine sahip olmalıdır. Deli veya baygınlık geçiren bir kimse ise buna ehil değildir.
c. Âriye veren veya alan kişilerden birinin ölümüyle âriye akdi sona erer.
Çünkü âriye akdi, malın menfaatinin mubah kılınmasıdır. Malını âriye olarak veren kişi ölürse mal sahibi yok sayılır, malı âriye olarak alan kişinin ölmesiyle de kendisine verilen izin ve yararlanma ortadan kalkmış olur.
d. Âriye veren veya alan kişinin sefihlikten ötürü hacr altına alınmasıyla âriye akdi sona erer.
Hacr altına alman kişi teberru etmeye veya teberru´yu kabul etmeye ehil değildir. Bu bakımdan onun yaptığı âriye akdi fasid olur.
e. Arazi sahibinin üzerine iflas nedeniyle hacr konursa, âriye akdi sona erer.
İflas nedeniyle hacr altına alman kişinin malını teberru etmeye yetkisi yoktur. Ona teberru yetkisinin verilmemesi, alacaklılarının maslahatı içindir.
——————————————————————————–
[1] Buharî/2484, Müslim/2307
[2] Müslim/1536, (Cabir b. Abdullah´tan)
[3] Müslim/988
[4] Dârekutnî/91
[5] E bu Dâvud/3562
[6] Ebu Dâvud, Tirmizı, İbn Mâce
[7] Ebu Dâvud/3073, Tirmizî/1378