Vasiyet lügat olarak, ulaşmak manasına gelir. Şer´an, kişinin ölümünden sonrasıyla ilgili ahdidir. Bu ahde vasiyet denmesi, ölen kişinin ölümden sonra, hayatında olana onunla kavuşmuş olmasından dolayıdır. Şer´an, menhiyattan zecr, emirlere teşvik için vaki olan beyanlara da vasiyet denir ise de, burada ölen kişinin vasiyetiyle ilgili teferruat maksuddur.
Dinimiz, gerek erkek ve gerek kadın için şahsî malı üzerinde vasiyet hakkı tanımıştır: Resulullah “Kişinin vasiyeti yanında hazır bulunmalıdır” buyurarak, vasiyet meselesinin ciddiyetine dikkat çekmiştir. Sahih bir vasiyetin olması için kadın-erkek, mü´minkâfir, evlibekâr farkı gözetilmez. Vasiyette kadın kocasından izin de almaz. Vasiyetin sıhhati için iki şart aranır: Akıl ve hürriyet. Mümeyyiz durumdaki çocuğun vasiyeti hakkında ihtilaf edilmiştir. Hanefîlere ve Şafiilerin ezher(galib) görüşüne göre çocuğun, mümeyyiz de olsa vasiyet yetkisi yoktur. Malik, Ahmed -ve bir görüşünde Şafii- “mümeyyizin vasiyeti sahihtir” demiştir.
Mal üzerinde vasiyetin sahih olması için, kişinin mal bırakmış olması gerekir. Ayette “Sizden birisine ölüm yaklaştığı zaman, eğer ardında mal bırakacaksa vasiyet etmek farz kılınmıştır. O kimse anne ve babasına ve akrabasına uygun şekilde vasiyet yapsın” (Bakara 180) buyrulmuştur. Ayet-i kerimede zikri geçen hayırdan muradın mal olduğunda ittifak edilmiştir. Çünkü malı olmayanın vasiyeti de olmaz. Ancak hayırla çok malın kastedildiğini zannederek “az malı olana vasiyet hakkı yoktur” diyen de olmuştur. Her halukârda esas olan “az da olsa, çok da olsa malı olanın vasiyet edebilme hakkıdır” bu sabittir. Şafiiler, malda az çok tefriki yapmadan, “vasiyetin mendub olduğu”na hükmetmişlerdir.Vasiyet malsız da olabilir: Çocuğun işlerini tedvir edecek kimseyi belirlemesi veya çocuklarına dinî ve dünyevî ne gibi işler yapılması gerektiğini vasiyet etmesi gibi. Böyle bir vasiyetin mendubiyetini reddeden alim görülmemiştir.
Vasiyette az mal ile çok malın nisabı hususunda ihtilaf edilmiştir. Hz. Ali´ye göre yedi yüz dirhem azdır, bir rivayette de sekiz yüz dirhem mal azdır. İbnu Abbas´tan da benzeri bir rivayet gelmiştir. Hz. Aişe´ye göre çok iyal bırakan kimse için üç bin dirhem de bıraksa çok değildir. Hasılı bu, nisbî bir durumdur, şahıslara ve ahvale göre farklılıklar arzeder, kesin bir nisab söylenemez.[1]
* VASİYETE TEŞVİK
ـ5794 ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَاحَقُّ امْرِئٍ مُسْلِمٍ لَهُ شَىْءٌ يُوصِي فِيهِ أنْ يَبِيتَ لَيْلَتَيْنِ إَّ وَوَصِيَّتُهُ مَكْتُوبَةٌ عِنْدَهُ[. أخرجه الستة .
1. (5794)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Hakkında vasiyet edebileceği bir malı bulunan Müslüman kimsenin, vasiyeti yanında yazılı olmaksızın iki gece geçirmeye hakkı yoktur.” [Buharî, Vesaya 1; Müslim, Vasiyyet 4, (1627); Muvatta, Vasiyyet 1, (2, 761); Ebu Davud, Vesaya 1, (2863); Tirmizî, Cenaiz 5, (974); Nesâî, Vesaya 1, (6, 238, 239).][2]
AÇIKLAMA:
Hadis, vasiyete değen -az veya çok- bir malı olan herkesin beraberinde yazılı bir vasiyetname taşımasını tavsiye etmektedir. Hadisin üslubu vücub hükmüne uygun ise de, cumhur bunu vücub manasında anlamamış, buna uyulmasını tahsin etmek maksadıyla böyle bir üsluba yer verilmiş olduğunu söylemiştir. Zahirîler, buna dayanarak vacib demiştir. Cumhur “kişinin üzerinde emanet veya borç varsa” kaydını koyarak, borçluların bunu belirten bir vasiyetinin olması gereğine dikkat çekmiştir. Bu vasiyetin yazılı olması, durumunda değişiklik hasıl oldukça vasiyet metninin yazılı olarak değiştirilmesi ve bunun şahidlendirilmesi gereğine dikkat çekilmiştir.[3]
ـ5795 ـ2ـ وعن ابن عبّاس رَضِيَ اللّهُ عَنهما في قوله تعالى: ]إنْ تَرَكَ خَيْراً الْوَصِيّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَا‘قْرَبَيْنِ، وَكَانَتِ الْوَصِيَّةُ كذلِكَ حَتّى نَسَخَتْهَا آيَةُ الْمِيرَاثِ[. أخرجه أبو داود.
2. (5795)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) “Ölen, mal bırakmışsa ebeveyn ve akrabalarına vasiyette bulunsun…” (Bakara 180) ayeti hakkında demiştir ki: “Miras ayeti neshedinceye kadar vasiyet bu şekilde vacib idi.” [Ebu Davud, Vesaya 5, (2869).][4]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen ve miras ayeti gelmezden önce vasiyeti farz kılan, miras ayeti ile de neshedilmiş bulunan ayetin meali şudur: “Sizden birisine ölüm yaklaştığı vakit, eğer ardında mal bırakacaksa, vasiyet etmek farz kılınmıştır. O kimse anne ve babasına ve akrabasına uygun şekilde vasiyetini yapsın. Bu Allah´tan sakınanlar üzerine bir borçtur” (Bakara 180). Tekrar ediyoruz: Bu ayet-i kerimenin hükmü Nisa suresinin baş kısımlarındaki miras paylarını belirleyen ayetlerle neshedilmiştir. Ayrıca bu ayeti neshedecek mahiyette olmak üzere: “Allahu Zülcelal hazretleri her hak sahibine hakkını vermiştir. Öyleyse artık herhangi bir varis lehine vasiyet yoktur” buyurmuştur.[5]
* VASİYETİN ZAMANI
1. (5796)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a: “Hangi sadaka efdaldir ” diye sorulmuştu:
“Sağlıklı ve fakirlikten korkup, zenginliğe ümit bağladığın, mala karşı cimri olduğun halde tasadduk etmen! Bu şekilde tasadduku, can boğazına gelip de falana şu kadar, feşmekana bu kadar diyeceğin zamana kadar devam ettir. O sırada (yaptığın tasaddukun sana bir faydası yoktur, çünkü malın, artık) zaten birilerinin olmuştur.” [Buharî, Vesaya 7, Zekat 11; Müslim, Zekat 92, (1032); Ebu Davud, Vesaya 3, (2865); Nesâî, Vesaya 1, (6, 237).][6]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Allah Teala nezdinde hangi sadakanın daha makbul ve üstün olduğunubelirtmektedir: İnsan sağlıklı, henüz dünyevî arzular, dünyevî istikbal hesapları canlı ve galib, mesela zengin olma amelinde, fakirliğe düşme endişesini de yaşamakta, bu sebeple parayı cimrice harcamakta vs. İşte bu halet-i ruhiyeyi taşırken Allah rızası için para harcamak pek makbul bir ibadettir. Resulullah, bu suretle harcamayı can boğaza gelinceye kadar fasılasız devam ettirmeyi tavsiye etmektedir.
Böyle yapmaz da dünyadan el etek çekip ölüme yaklaştığı zaman falana şu kadar filana bu kadar diye yapacağı tasaddukun fazla bir kıymeti yoktur. Artık yemek istese yiyemez, giymek istese giyemez, sağlığı da eskisi gibi yeterli değil, dünyadan zevk alamıyor, ahireti düşünmeye başlamış ve bu esnada sadaka da veriyor. Resulullah bu sadakanın fazla bir kıymet arzetmeyeceğini bildiriyor. Ölüm sath-ı mailinde, mal da artık başkasının olmuştur: Mirasçılar. Öyleyse, bu maldan Allah rızası için yaşlılıktan önce, bir hayat boyu aralıksız harcanmalıdır. Esasen, hiç kimse, ani bir ölümle karşılaşmayıp yukarıda tasvir edilen fırsatı da elde edeceği hususunda garanti veremez. Her hal u kârda hayata bağlılık şartlarında sadaka vermek daha makbul, daha sevaplıdır.[7]
* SADAKANIN MİKTARI
ـ5797 ـ1ـ عن سعد بن أبي وقاص رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]جَاءَنِِي رَسُولُ اللّهِ # يَعُودُنِى عَامَ حَجّةِ الْوَدَاعِ مِنْ وَجَعٍ اشْتَدَّ بِي: فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّهِ: بَلَغَ بِي مِنَ الْوَجَعِ مَا تَرَى، وَأنَا ذُو مَالٍ، وََ يَرِثُنِي إَّ ابْنَةٌ لِي، أفَأتَصَدَّقُ بِثُلُثْي مَالِي. قَالَ: َ. قُلْتُ: فَالشَّطْرُ؟ قالَ: َ. قُلْتُ: فَالثُّلْثُ؟ قَالَ: الثُلُثُ، وَالثُلُثُ كَثِير، إنَّكَ إنْ تَذَرَ وَرثَتَكَ أغٌنِيَاءَ خَيْرٌ مِنْ أنْ تَذَرَهُمْ عَالَةً يَتَكَفّنُونَ الْنَّاسَ، وإنَّكَ لَنْ تُنْفِقَ نَفَقَةً تَبْتَغِي بِهَا وَجْهَ اللّهِ عَزَّ وَجَلَّ إَّ أُجِرْتَ بِهَا حَتّى مَا تَجْعَلُ في امْرَأتِكَ، قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّهِ! أُخَلَّفُ بَعْدَ أصْحَابِي؟ قَالَ: إنَّكَ لَنْ تُخَلّفَ فَتَعْمَلَ عَمًَ تَبتَغِي بِهِ وَجْهَ اللّهِ إَّ ازْدَدْتَ بِهِ دَرَجَةً وَرِفْعَةً، وَلَعَلّكَ أنْ تَخلّفَ حَتّى يَنْفَعَ اللّهُ بِكَ أقْوَاماً وَيَضُرَّ بِكَ آخَرِينَ. اللّهُمَّ امْضِ ‘صْحَابِي هِجْرَتَهُمْ وََ تَرُدَّهُمْ عَلى أعْقَابِهِمْ، لكِنِ الْبَائِسُ سَعْدُ بْنُ حَوْلَةَ
يَرْثِي لَهُ رَسُولُ اللّهِ # أنْ مَاتَ بِمَكَّةَ[. أخرجه الستة.قوله: »يرثى لَهُ الى آخِرهِ« مدرج في الحديث .
1. (5797)- Sa´d İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Veda Haccı senesinde, bende şiddet peyda eden bir ağrı sebebiyle yatmakta olduğum hastalığım için bana geçmiş olsun ziyaretine geldi.
“Ey Allah´ın Resulü dedim. Gördüğünüz gibi ağrım çok şiddetlendi. Ben mal mülk sahibi bir kimseyim. Bana varis olacak tek kızımdan başka kimsem yok. Malımın üçte ikisini tasadduk etmek istiyorum!” dedi. Hemen “Hayır, olmaz!” buyurdular.
“Yarısı ” dedim. Yine “olmaz!” buyurdular.
“Üçte biri ” dedim.
“Üçte birini mi Üçte bir de çok. Senin varislerini zenginler olarak bırakman, halka ihtiyaçlarını açan fakirler olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Sen aziz ve celil olan Allah´ın rızasını arayarak her ne harcarsan -hatta bu, hanımının ağzına koyduğun bir lokma bile olsa- mutlaka onun sebebiyle mükâfaatlanacaksın” buyurdular. Ben:
“Ey Allah´ın Resulü dedim. Ben arkadaşlarımdan sonra burada kalacak mıyım ” dedim.
“Eğer geri kalır, kendisiyle Allah´ın rızasını düşündüğün bir amel yapacak olursan bu ameller sebebiyle mutlaka derecen artacak, merteben yükselecektir. Şunu da söyleyeyim. Sen daha yaşayacaksın. Öyle ki Allah seninle bir kısım kavimlere hayır ulaştıracak, diğer bir kısımlarına da şer” buyurdular. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sonra şöyle dua ettiler:
“Allahım! Ashabımın hicretini tamama erdir. Onları gerisin geri (başarısızlıkla) çevirme!” Ve sözlerini [Hicret evi olan] Mekke´de ölmüş olan Sa´d İbnu Havle hakkında sarfettikleri “Lakin zavallı, Sa´d İbnu Havle´dir!” mersiyesiyle tamamladılar.” [Buharî Cenaiz 37, Vasaya 2, 3, Fezailu´l-Ashab 49, Megazi 77, Nafakat 1, Marza 13, 16, 43, Feraiz 6; Müslim, Vesaya 5, (1628); Muvatta 4, (2, 763); Tirmizî 6, (975); Ebu Davud, Vesaya 2, (2864); Nesâî, Vesaya 3, (6, 241, 243).][8]
AÇIKLAMA:
1- Yukarıdaki hadisin metninden de anlaşılacağı üzere, Veda Haccı senesinde, Sa´d İbnu Ebi Vakkas hastalanmış, hastalığı şiddet kesbedince Aleyhissalâtu vesselâm geçmiş olsun ziyaretine uğramış, ancak bu ziyaret sırasında geçen konuşmalar, mühim teşriata vesile olmuştur.
* Bir kimse malının üçte birinden fazlasını vasiyet edemez. Kişinin malında vasiyet ederek varisler dışında tasarruf edilmesini sağlayacağı miktar üçte birdir. Bu hususta fukaha ittifak eder. Hanefîler, Malikîler, Şafîîler, Evzaî, Sevrî, Leys, Ahmed, İshak ve bütün muhaddisler böyle hükmetmiştir.
* Önceki hadiste varislerden herhangi biri lehine maddî vasiyet yapılamayacağı belirtilmişti. Çünkü varislerden herbiri belli, muayyen bir hakka sahiptir, bundan fazlasının verilmesi helal olmaz.
2- Hadisin sonunda, Sa´d İbnu Havle´nin zavallı olduğu ifade edilmiştir. Onun niçin zavallı addedildiğini araştıran şarihlerimiz, onun Mekke´de ölümüyle izah ederler. Çünkü hicretle ilgili bahiste de gördüğümüz üzere, hicret faziletli bir ameldir. Hicret eden bir kimse, terkettiği eski diyarına artık dönmemeli, dönse de az kalıp, hemen hicret ettiği yere gitmelidir. Mezkur Sa´d, Mekke´de vefat etmekle pek çok manevî kayıplara uğramış, zavallı denmeye müstehak olmuştur. Bazı hadislerde, kişinin hicretle terkettiği eski yere geri gelmesi şiddet ifade eden tabirlerle yasaklanır ve bunun, bir nevi irtidad olduğu belirtilir. Bazı rivayetler, Habeşistan muhacirleri arasında da yer alıp, Bedir Savaşı´na da katılan Sa´d´ın, Hudeybiye Anlaşması sırasında Medine´yi terkederek Mekke´ye geldiğini ve Mekke´de öldüğünü belirtir. Resulullah´ın onu, bu hali sebebiyle zavallı addettiğinde ihtilaf edilmez.
3- Hadis, aile efradının her çeşit nafakası için harcanan şeylerin, niyet-i halise şartıyla sadaka sayılacağını ifade ediyor ki, mü´minlere bu büyük bir müjdedir. Böylece aile reisleri, ailenin fertleri için daha şevkli harcar, daha çok kazanma gayretine girer.
4- Ebu Zerr (radıyallahu anh) gibi bir kısım sûfimeşreb büyüklerimiz mal biriktirmeyi mekruh addetseler de, mal biriktirip zengin olmak caizdir. Zira Sa´d zü´lmal (mal sahibi) olarak tavsif edilmiştir. Aleyhissalâtu vesselâm bunu yasaklamış olsaydı Sa´d İbnu Ebi Vakkas zü´lmal olmazdı. Hz. Osman, Abdurrahman İbnu Avf gibi başka örnekler de mevcut.
5- Mirasçıyı zengin etmeye çalışmak efdaldir. Bu hadis, zenginlik mi fakirlik mi efdaldir münakaşasında, zenginliğin efdaliyetine de bir delil olmaktadır.
6- Hayırlı ameller ve ibadetler yapmak için uzun ömür dilemek müstehabtır.
7- Bu hadis Aleyhissalâtu vesselâm´ın ihbar-ı gayb nevinden bir mucizesidir. Çünkü aynen buyurduğu gibi, Allah, Sa´d İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh)´a hem o hastalığından afiyet, hem de uzun ömür lutfetmiş, Sa´d da Irak valisi olmuş, birkısım savaşlara katılmış, kiminin hidayetine, kiminin öldürülmesine, kiminin de esir alınmasına vesile olmuştur.[9]
* VARİSE VASİYET
ـ5798 ـ1ـ عن عمرو بن خارجة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]خَطَبَ رَسُولُ اللّهِ # عَلى نَاقَتِهِ، وَأنَا تَحْتَ جِرَانِهَا وَهِيَ تَقْصَعُ بِجَرَّاتِهَا، وَإنَّ لُعَابَهَا لَيَسِيلُ بَيْنَ كَتِفَيَّ فَسَمِعْتُهُ يَقُولُ: إنَّ اللّه تَعالى أعْطَى كُلَّ ذِى حَقٍّ حَقّهُ، فََ وَصِيّةَ لِوَارِثٍ[. أخرجه أصحاب السنن، لكن رواية أبي داود عن أبي أمامة.»الجرانُ« باطن العنق مما يلي ا‘رض.و»القَصعُ« شدة المضغ.و»الجرّةُ« ما يخرجه البعير من بطنه ليجترّهُ، وإنما يفعل ذلك البعير إذا كان مطمئناً. فإذا خاف شيئاً قطع الجرة .
1. (5798)- Amr İbnu Hatice (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devesinin üzerinde hitabede bulundu. Ben devenin boynunun altında idim. Deve durmadan geviş getiriyor, hayvanın salyası omuzlarımın arasında akıyordu. İşte bu esnada Aleyhissalâtu vesselâm´ın şu sözünü işittim:
“Allah Teala hazretleri her hak sahibine hakkını verdi. Bu sebeple varislerden biri lehine vasiyet yoktur.” [Tirmizî, Vesaya 5, (2122), Nesai, Vesaya 5, (6, 247).][10]
ـ5799 ـ2ـ وعن طلحة بن مصرف قال: ]سَأَلْتُ ابنَ أبِي أوْفَى رَضِيَ اللّهُ عَنه. هَلْ أوْصَى النّبىُّ #؟ قَالَ: َ. قُلْتُ: فَكَيْفَ كَتَبَ عَلى النَّاسِ الْوَصِيَّةَ، أوْ أمَرَ بِهَا وَلَمْ يُوصِ؟ قَالَ: أوْصَى بِكِتَابِ اللّهِ تَعالى[. أخرجه الخمسة إ أبا داود.
2. (5799)- Talha İbnu Musarrıf anlatıyor: “İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anh)´ya: “Resulullah vasiyette bulundu mu ” diye sordum.
“Hayır” dedi. Ben tekrar:
“Öyleyse, kendi vasiyette bulunmaksızın halka nasıl vasiyeti farz kılar veya emreder ” dedim.
“Kitabullah´ı vasiyet etti!” diye cevap verdi.” [Buharî, Vesaya 1, Megazî 83, Fezailu´l-Kur´an 18; Müslim, Vasiyet 16, (1634); Tirmizî, Vesaya 4, (2120); Nesâî, 2 (6, 240).][11]
AÇIKLAMA:
İbnu Ebi Evfa vasiyetin mutlak manada nefyini kastedmiyor. Çünkü, zaten vasiyet Kur´an´la sabit bir müessese. Nitekim İbnu Ebi Evfa bu maksadını ortaya koymak, Resulullah´ın da vasiyete yer verdiğini göstermek için, sözünü: “Aleyhissalâtu vesselâm Kur´an-ı Kerim´i vasiyet etmiştir” cümlesiyle tamamlıyor. İbnu Ebi Evfa bu sözüyle Aleyhissalâtu vesselâm´ın “Size, uyduğunuz takdirde sapıklığa düşmeyeceğiniz bir şey bırakıyorum: Kitabullah” hadisini kasdetmiş olabilir. Öyle ise sadedinde olduğumuz hadis, Resulullah´ın para, mal, köle nevinden şahsî bir varlık üzerinde vasiyet bırakmadığını kasdetmiştir.
Bu ifadede mübalağa var mı sorusuna gelince, “yok!” demek gerekir. Çünkü Buhârî´de de kaydedilen bir rivayette: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) öldüğü zaman dirhem, dinar, köle veya herhangi başka bir şey bırakmamıştı. Bıraktığı şeyler beyaz katırı ile silahı ve (yolculara) bağışladığı bir arazi idi” denmektedir. Hz. Aişe de Aleyhissalâtu vesselâm´ın “dirhem, dinar, koyun, deve hiçbir şey bırakmadığını, vasiyette bulunmadığını” belirtmiştir.
Öyleyse, geride servet olabilecek herhangi bir mal bırakmayınca, bittabi olmayan mal üzerinde vasiyet de olmayacaktır. Nevevî, burda zikri geçen araziyi Resulullah´ın sağlığında bağışladığını, katır, silah ve benzeri şeylerin de miras malı kılınmadığını, Aleyhissalâtu vesselâm´ın geride bıraktığı her şeyin sadaka yapıldığını, bu sebeple bunlardan sonra vasiyet edebilecek malî değeri olan bir şey bırakmadığını belirtir.
Son olarak bir husus daha belirtelim: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, vefat sırasında ifade ettiği birkaç vasiyeti mevcuttur. Rivayetlerde bu bize intikal etmiştir. Müslim ve Nesai´de gelen bazı rivayetlere göre üç vasiyet-i Nebevi mevzubahistir:
1) Arap Yarımadası´nda iki din olmamalıdır: “Arap Yarımadası´nda iki din baki kalmamalıdır.” Bazı rivayetlerde bu şart, Yahudilerin Arap Yarımadası´ndan çıkarılması şeklinde ifade edilmiştir: “Yahudileri Arap Yarımadası´ndan çıkarın.”
2) Heyetlere hediye verilmesi: “(Size taşradan gelecek heyetlere (hiçbir ferdini unutmaksızın) benim verdiğim gibi siz de hediye verin.”
3) Namaz ve köleler: “Resulullah´ın en son medar-ı bahs edip tavsiye ettiği husus “Namaz ve sağ ellerinizin malik olduğu köleler ve cariyeler idi.”
Esasen İbnu Ebi Evfa´nın “Kitabullah´ı vasiyet etti” ifadesinin içinde pek çok şey vardır. Çünkü dinin temel kaynağı odur, dinde olupda Kur´ an´da olmayan ciddi bir mesele yoktur. Hatta Aleyhissalâtu vesselâm tarafından teşrî edilmiş bulunan her şey Kur´an´da mevcuttur denebilir. Çünkü Kur´an´da: “Resulumüz size her ne getirmişse onu alın, her ne yasaklamışsa ondan kaçının, terkedin” (Haşir 7) emredilmiştir.[12]
ـ5800 ـ3ـ وعن ا‘سود بن يزيد قال: ]ذَكَرُوا عِنْدَ عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنها أنَّ عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنهُ كَانَ وَصِيّاً لِرَسُولِ اللّهِ # قَالَتْ: مَتَى أوْصَى إلَيْهِ، وَقَدْ كُنْتُ مُسْنِدَتَهُ الى صَدْرِي، فَدَعَا بِالطَّسْتِ، فَلَقَدِ انْخَنَثَ في حِجْرِي، وَمَا شَعَرْتُ أنَّهُ مَاتَ، فَمَتَى أوْصَى إلَيْهِ[. أخرجه الشيخان والنسائي.»اِنْخِنَاثُ« انثناء وانكسار، أرادت أنه استرخى فانثنت أعضاؤه .
3. (5800)- Esved İbnu Yezid anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´nin yanında, Hz. Ali´nin Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın vasisi olduğunu söylemişlerdi:
“Resulullah ona ne zaman vasiyette bulundu Öleceği sırada o benim göğsüme yaslanmış vaziyette idi, bir leğen getirtti. Kucağımda bükülmüştü, öldüğünü bile hissetmedim. Öyleyse ona ne zaman vasiyet etti” diye itiraz etti.” [Buharî, Vesaya 1, Megazî 83; Müslim, Vasiyyet 19, (1636); Nesâî, Vesaya 2, (6, 240).][13]
ـ5801 ـ4ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده: ]أنَّ الْعَاصَ بْنَ وَائِلِ السَّهْمِي أوْصَى أنْ يُعْتَقَ مِائَةُ رَقَبَةٍ. فَأعْتَقَ عَنْهُ ابْنُهُ هِشَامٌ خَمْسِينَ، وَأرَادَ ابْنُهُ عَمْرٌو أنْ يُعْتِقَ عَنْهُ الْخَمْسِينَ الْبَاقِيَة. فقَالَ: حَتّى أسْألَ رَسُولَ اللّهِ، فأتَاهُ فَسَألَهُ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ! إنَّ أبِي أوْصى أنْ يُعْتَقَ عَنْهُ مِائَةُ رَقَبَةٍ، وَإنَّ هِشَاماً أعْتَقَ عَنْهُ خَمْسِينَ وَبَقِيَتْ عَليَّ خَمْسُونَ، أفَأُعْتِقُ عِنْهُ؟ فَقَالَ #: إنَّهُ لَوْ كَانَ مُسْلِماً فَأعْتَقْتُمْ عَنْهُ، أوْ تَصَدَّقْتُمْ عَنْهُ، أوْ حَجَجْتُمْ عَنْهُ بَلَغَهُ ذلِكَ[. أخرجه أبو داود .
4. (5801)- Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi anlatıyor: “As İbnu Vail es Sehmî [kendi adına] yüz kölenin azad edilmesini vasiyet etti. Oğlu Hişam, ona bedel, elli tanesini azad etti. Oğlu Amr da ona bedel geri kalan elliyi azad etmek istedi ve:
“Hele Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir sorayım!” dedi, ona gelip:
“Ey Allah´ın Resulü! Babam, kendi adına, yüz köle azad edilmesini vasiyet etmişti. Hişam onun adına elli köle azat etti! Benim üzerime de elli tanesi kaldı. Onun adına ben azad edebilir miyim ” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm, bana:
“Eğer o Müslüman idiyse, ona bedel azad etseniz veya ona bedel sadaka verseniz veya ona bedel hacc yapıverseniz bu ona ulaşırdı” buyurdular.” [Ebu Davud, Vesaya 16, (2883).][14]
AÇIKLAMA:
Son rivayet, gayr-i müslim bir kimsenin vasiyetine uyulup uyulmayacağı meselesiyle ilgilidir. Çünkü As İbnu Vail, her ne kadar İslam devrini idrak etmiş ise de, Müslüman olmadan ölmüştür. Bu sebeple olacak ki, oğlu Amr, Müslüman olmadan ölmüş bulunan babasının vasiyetine uyarak köle azad etmesi caiz mi, değil mi diye tereddüt geçirerek Aleyhissalâtu vesselâm´a gidip sorar. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın cevabını değerlendiren alimler, sadakanın kâfire faydası olmayacağına hükmederler. Hadisten çıkan diğer hüküm de şudur: Müslümana malî ve bedenî ibadetler fayda sağlamaktadır.
Hülasa hadis, kâfirin Müslüman olan varislerine, kâfirin yaptığı, kurbiyete matuf vasiyetlerini infazın vecibe olmadığına delil kılınmıştır.[15]
* YETİMİN VASİSİ
ـ5802 ـ1ـ عن أبي ذر رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يَا أبَا ذَرٍّ إنِّي أرَاكَ ضَعِيفاً، وَإنِّي أُحِبُّ لَكَ مَا أُحِبُّ لِنَفْسي، َ تَأمَّرَنَّ عَلى اثْنَيْنِ وََ تَوَلَّيَنَّ مَالَ يَتِيمٍ[. أخرجه أبو داود والنسائي .
1. (5802)- Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ey Ebu Zerr! Ben seni zayıf bir kimse görüyorum. Ben kendim için sevdiğimi senin için de aynen severim. Öyleyse iki kişi üzerine emîr olmayasın, yetim malına da velilik yapmayasın.” [Ebu Davud, Vesaya 4, (2868); Nesâî, Vesaya 10, (6, 255).][16]
AÇIKLAMA:
1- Vasi, bir kimsenin ölümünden sonra, onun malları ve çocukları hakkında muhafaza ve tasarruf yetkisi olan kimsedir. Kayyim ile vasi arasında şöyle bir fark vardır: Vasi hem muhafaza ve hem de tasarrufla yetkili olduğu halde, kayyim, sadece muhafaza ile yetkilidir, tasarruf yetkisi yoktur.
2- Sadedinde olduğumuz hadis, herkesin vasilik yapamayacağını, onun için bazı vasıfların bulunması gerektiğini ifade etmektedir. Ebu Zerr (radıyallahu anh)´e nisbet edilen zayıflık, menfaaleri celb, mazarratı defle ilgili olmalıdır. Öyleyse vasi, yetimin menfaatini gözetebilecek dirayete sahip olmalıdır. Bu dirayetiyle lehine durumları tahkik edebilmeli, aleyhine durumlara karşı tedbirler düşünüp, icra edebilmelidir. Hz. Yusuf´un diliyle Cenab-ı Hakk veli olmanın iki mühim şartını belirtmiştir: اِنِّى حَفِيظٌ عَلِيمٌ
a) Hafiz (koruyucu, muhafaza edici) olmak, yani maslahatları celb, mazarratları def edecek kudrette olmak.
b) Alîm: Veliliğin mahiyetini, sorumluluklarını bilmek. Meseleyi değerlendiren alimler bu iki şartı nefsinde taşımayan kimsenin vasi veya veli olmasının haram olduğunu söylemişlerdir. Taberanî´nin bir rivayetinde Aleyhissalâtu vesselâm: “Zayıf imam mel´undur” buyurmuştur. [17]
ـ5803 ـ2ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده قال: ]أتَى رَجُلٌ رَسُولَ اللّهِ # فَقَالَ: إنِّي فَقِيرٌ وَلَيْسَ لِي شَىْءٌ وَلِي يَتِيمٌ. فَقَالَ: كُلْ مِنْ مَالِ يَتِيمِكَ غَيْرَ مُسْرِفٍ، وََ مُبَادِرٍ، وََ مُتَأثِّلٍ مَاً[. أخرجه أبو داود والنسائي.»المبادر« المسارع .
2. (5803)- Amr İbn Şuayb an ebihi an ceddihi anlatıyor: “Bir adam Aleyhissalâtu vesselâm´a gelerek: “Ben fakirim, hiçbir şeyim yok, üstelik bir de yetimim var!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Yetimin malından ye! Ancak bunu yaparken ne israfa kaç, ne aceleci ol, ne de kendine mal et” buyurdular.” [Ebu Davud, Vesaya 8, (2872); Nesâî, Vesâya 11, (6, 256).][18]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste, Aleyhissalâtu vesselâm, yanında yetim barındıran kimsenin, yetimin malından yemesine bazı kayıtlarla müsaade ediyor: Adam fakir olacak, yetimin malını israfa kaçmayacak şekilde tasarruf edecek, kendine has bir sermaye yapmayacak.
Yetim malının vasiye mübah kılınışının sebebi şöyle açıklanmıştır: “Velinin malın korunmasında, nemalandırılmasında çalışmış olması ve çocuğun işlerinin ıslahı için gayret göstermiş bulunması gibi sebeplerle ameline mukabil bir istihkak kesbetme manası vardır, bu sebeple ona mübah kılınmıştır. Ancak, maruf üzere ve ameline mukabil olacak miktarda almalıdır.”
Yetim malından yenilip yenilemeyeceği ihtilafında İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)´ın “Vasi, bu maldan mal hususunda çalışması varsa yiyebilir” dediği rivayet edilmiştir. Ahmed İbnu Hanbel de bu görüştedir. Hasan Basrî ve İbrahim Nehai “yer, yediğini ödemez de”demişlerdir. Evzaî, Said İbnu Cübeyr: “Yer, fakat yediğini, yetim büyüyünce öder” demiştir.[19]
ـ5804 ـ3ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]حَفِظْتُ مِنَ النَّبِىِّ # اثْنَتَيْنِ: َ يُتْمَ بَعْدَ احْتَِمٍ، وََ صُمَاتَ يَوْمٍ الى اللًّيْلِ[. أخرجه أبو داود.
3. (5804)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan iki şey öğrendim: “İhtilamdan sonra yetimlik kalmaz, geceye kadar gün boyu sessiz durmak yoktur” [Ebu Davud, Vesaya 9, (2873).][20]
AÇIKLAMA:
Yetim, anne ve babadan birini veya her ikisini kaybeden kimsedir. Sözgelimi babasını kaybeden bir çocuk ne zamana kadar “yetim”dir sorusuna bu hadis cevap vermekte: “İhtilam olma yani büluğa erme halinde yetimlikten çıkacağını, artık o kimsenin yetim sayılmayacağını” belirtmektedir.
Hadisin devamı, bir cahiliye âdetini yasaklamaktadır: İster i´tikaf sırasında ister i´tikaf dışında gün boyu sükut etmek. İşte hadis bunu yasaklamaktadır. Böylesi manasız eziyetler ibadet değildir, bunlarda Allah´a yakınlık yoktur.
Şunu da kaydedelim ki, konuşmamak suretiyle oruç tutmak daha önceki şeriatlarda meşrudur. Hatta buna ayet-i kerimede bile işaret edilmiştir: Hz. Yahya ile müjdelenen Zekeriya aleyhisselam buna bir alâmet istediği zaman Cenab-ı Hakk “Alâmetin, üç gün işaretle anlaşma dışında insanlarla konuşmamandır; Rabbini çok an, akşam sabah hamd et” dedi” (Al-i İmran 41). Münavi der ki: “(Konuşmamak suretiyle tutulan oruç) bizden önceki ümmetlerde meşru olduğu gibi, bizde meşru değildir. Bunda, Hıristiyanlığa benzeme bulunduğu için yasaklanmıştır.” [21]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/256-257.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/257.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/257.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/258.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/258.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/258.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/258-259.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/260.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/260-262.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/262.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/263.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/264.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/264-265.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/265.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/265-266.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/266.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/266.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/267.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/267.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/268.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/268.