BEŞİNCİ BAB
ABDESTİ BOZAN ŞEYLER
(Altı Fer´e ayrılan sebeplerle abdest bozulur)
*
BİRİNCİ FER´:
Vücuddan Çıkan Bozucular:
1- YEL
2- MEZİ
3- KUSMUK
4- KAN
*
İKİNCİ FER´:
KADIN VE FERCE DEGMEK
1- KADINA DEGMEK
2- FERCE DEGMEK
*
ÜÇÜNCÜ FER´:
UYKU, BAYILMA
*
DÖRDÜNCÜ FER´:
ATEŞTE PİŞENİN YENMESİ
1- ABDEST GEREKTİREN
2- ABDEST GEREKTİRMEYEN
*
BEŞİNCİ FER´
DEVE ETLERİ
*
ALTINCI FER´:
MÜTEFERRİK HADİSLER
BİRİNCİ FER´
VÜCUDDAN ÇIKAN BOZUCULAR
1- YEL
ـ3652 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النّبىَّ # قالَ: َ وُضُوءَ إَّ مِنْ صَوْتٍ، أوْ رِيحٍ[.وفي رواية: ]إذَا كَانَ أحَدُكُمْ فِي المَسْجِدِ فَوَجَدَ رِيحاً بَيْنَ ألْيَتَيْهِ فََ يَخْرُجْ حَتّى يَسْمَعَ صَوْتاً، أوْ يَجِدْ رِيحاً[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذي، وهذا لفظ الترمذي .
1. (3652)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ses ve koku olmadıkça abdest alınmaz.”
Bir rivayette şöyle gelmiştir: “Biriniz mescidde iken, kabaları arasında bir yel hissetse ses işitmedikçe veya koku duymadıkca dışarı çıkmasın.[282]”
ـ3653 ـ2ـ ولمسلم: ]إذَا وَجَدَ أحَدُكُمْ في بَطْنِهِ شَيْئاً فَأشْكَلَ عَلَيْهِ أخَرَجَ أمْ َ؟ فََ يَخْرُجَنَّ مِنَ المَسْجِدِ حَتَّى يَسْمَعَ صَوْتاً، أوْ يَجِدَ رِيحاً[ .
2. (3653)- “Sizden biri, karnında bir şeyler hissetse ve fiilen çıkıp çıkmadığı hususunda tereddüd içinde kalsa, bir ses işitmedikçe veya bir koku duymadıkça mescidden çıkmasın.”[283]
ـ3654 ـ3ـ وعند أبي داود: ]إذَا كَانَ أحَدُكُمْ فِي الصََّةِ فَوَجَدَ حَرَكَةً فِي دُبُرِهِ أحْدَثَ، أوْ لَمْ يُحْدِثْ؟ فَأشْكَلَ عَلَيْهِ، فََ يَنْصَرِفْ حَتّى يَسْمَعَ صَوْتاً، أو يَجِدَ رِيحاً[ .
3. (3654)- Ebû Dâvud´da şöyle gelmiştir: “Biriniz namazda iken, dübüründe bir hareket hissetse ve abdestinin bozulup bozulmadığı hususunda tereddüde düşse, bir ses işitmedikçe veya bir koku duymadıkça mescidi terketmesin.”[284]
ـ3655 ـ4ـ وعن عبداللّه بن زيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]شُكِىَ إلى النّبىِّ # الرجُلُ يُخَيَّلُ إلَيْهِ أنَّهُ يجِدُ الشَّىْءَ في صََتِهِ قالَ: َ يَنْصَرِفْ حَتّى يَسْمَعَ صَوْتاً أوْ يَجِدَ رِيحاً[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
4. (3655)- Abdullah İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a, namazda iken hayaline abdesti bozuldu gibi gelen bir adamdan bahsedilmişti. Şöyle ferman buyurdular:
“Sesi işitip kokuyu duymadıkça namazı sakın terketmesin.”[285]
ـ3656 ـ5ـ وزاد أبو داود في رواية: ]إذَا دَخَلَ أحَدُكُمُ المَسْجِدَ فَوَجَدَ شَيْئاً بَيْنَ ألْيَتَيْهِ فََ يَخْرُجْ حَتّى يَسْمَعَ فَشِيشَهَا أوْ طَنِينَهَا[.»الْفَشِيشُ« خروج ريح من نحو السقاء، أراد صوت الريح التي تخرج من ا“نسان .
5. (3656)- Ebû Dâvud bir rivayette şu ziyadede bulunmuştur: “Biriniz mescide girince, kabaları arasında bir şey hissedecek olsa, çıkanın sesini işitmedikçe sakın mescidden dışarı çıkmasın.”[286]
AÇIKLAMA:
Bu hadisler namaz esnasında veya mescide girince abdestin bozulduğuna dair vesveseye düşüldüğü takdirde takip edilecek yolu göstermektedir. Karşılaşılan duruma vesvese diyoruz. Çünkü, abdestinin bozulduğu hususunda kanaate sahip olan müslümanın hâli tereddüt olmaz, bilir ki abdesti bozulmuştur. Abdesti bozulan, abdest almadıkça namaz kılamaz. Abdestinin bozulduğuna hükmeden kimsenin ses ve koku duymaya ihtiyacı yoktur. Ya kulağı sağır, burnu hasta olan kimse ne olacak Şu halde hadis, abdestin bozulduğuna dair kalbe gelecek vesveseyi mevzubahis etmektedir.
Nevevî der ki: “Hadisin ma´nâsı şudur: Abdestin bozulması yelin çıkmasına bağlıdır. Bunun sesini işitmek veya kokusunu duymak şart değildir, bu hususta müslümanlar icma eder.”
Sadedinde olduğumuz hadis (3656) İslâm´ın temel prensiplerinden birini teşkil eder ve fıkhın büyük bir kaidesini vaz´eder. Bu kaide şudur: Eşyanın, hilâfı kesinlik kazanmadıkça aslı üzere devamının esas alınmasıdır. [Bu, Mecelle´de “şekk ile yakîn zâil olmaz” diye ifade edilmiştir.] Öyle ise, asıl ne ise onun varlığı kabul edilir. Bu aslî hal şüphe ile kalkmaz, kesin bilgi ile kalkar. Sadedinde olduğumuz mesele de bu hususla ilgilidir.
“Her kim, abdesti olduğunu yakinen bilip dururken hades vâki oldu diye bir tereddüde düşecek olursa abdestin devam ettiğine hükmedecektir, çünkü içine gelen bu tereddüt, bir vehimdir. Böylesi bir vehmin namazın içinde gelmesiyle dışında gelmesi arasında fark yoktur. Bu görüş, hem bizim mezhebimizin (Şâfiî) ve hem de halef ve selef´ten cumhurların müşterek görüşüdür.”
Öyleyse kim abdestli olduğu hususunda kesin bilgisi (yakîni) varken bozulduğuna dair şekke düşecek olursa abdestli olduğuna hükmedip şekke itibar etmeyecek; kim de hades vâki olduğu hususunda yakîni hâsıl olur da abdestinin devamı hususunda tereddüde düşecek olursa abdestinin bozulduğuna hükmedecektir.
İbnu´l-Mübârek de şöyle demiştir: “Kişi hades hususunda şekke düşerse, yakîn kesbetmedikçe abdest gerekmez. Yakîni de şöyle anlarız: O hususta yemin edebilmelidir.”[287]
ـ3657 ـ6ـ وعن عليّ بن طلق رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّه #: إذَا فَسَا أحَدُكُمْ في الصََّةِ فَلْيَنْصَرِفُ فَلْيَتَوَضّأ، وَلْيُعِدِ الصََّةَ[. أخرجه أبو داود .
6. (3657)- Ali İbnu Talk (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Biriniz namazda yellenirse derhal namazdan çıksın, abdest alsın ve namazı iade etsin.”[288]
ـ3658 ـ7ـ والترمذي لفظه: ]أتَى أعْرَابِىٌّ فقَالَ يَا رسولَ اللّهِ: الرَّجُلُ مِنَّا يَكُونُ في الْفََةِ، وَتَكُونُ مَعَهُ الرُّوَيْحَةُ، وَيَكُونُ في المَاءِ قِلَّةٌ، فقَالَ رسولُ اللّهِ # إذَا فَسَا أحَدُكُمْ فَلْيَتَوضّأ، وََ تَأتُوا النِّسَاءَ في أعْجَازِهِنَّ، فإنَّ اللّهَ َ يَسْتَحْيِى مِنَ الحَقِّ[ .
7. (3658)- Bu hadisin Tirmizî´deki lâfzı şöyle: “Bir bedevi gelerek: “Ey Allah´ın Resulü! bizden bir kimse çölde bulunsa, azıcık bir yel kaçırsa, suyu da az ise (ne yapmalıdır) ” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Sizden biri yellenecek olursa abdest alsın. Kadınlara da arkalarından temas etmeyiniz. Bilesiniz ki Allah hakk(ın sorulması ve açıklanmasıyla ilgili hususlarda sizden) utanma talebinde bulunmaz.”[289]
AÇIKLAMA:
1- Ali İbnu Talk (radıyallahu anh)´tan gelen bu rivayet, mühim bir pedogojik prensip vazetmektedir: Hakkı öğrenmede veya öğretmede istihya (utanma) olmamalıdır. Yani hayat için lüzumlu ve gerekli olan bilgilerin öğretilmesinde ve sorup öğrenilmesinde utanma olmamalıdır. Elbette ki utanma ve istihya mekârim-i ahlâktandır, güzel bir haslettir. Ancak dinin öğrenilmesi ve öğretilmesi hususlarında bu olmamalıdır. Bir başka ifade ile, utanma vesilesi olan meselelerle ilgili sorularımız varsa utanma duygusu bunları sormamıza mâni olmamalıdır veya sorulmuşsa anlaşılacak bir açıklıkla anlatmamıza mâni olmamalıdır. Din-i Mübîn-i İslam, bu meselelerin öğretilmesi ve öğrenilmesi mevzubahis olduğu vakit utanma ile hareket ederek meselelerin kapalı bırakılmasını meşru addetmemiştir.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), birçok rivayetlerde görüldüğü üzere, o çeşit meseleleri tebliğ ederken âyet-i kerimeden muktebes olarak (Ahzâb 53) إنَّ اللّهَ َ يَسْتَحْيِى مِنَ الحَقِّ diyerek söze başlamıştır. Bu ibârenin: “Hak meselesinde Allah utanmanızı istemez” şeklinde tercümesi muvafık düşer.
2- Hadis, ayrıca fıkhî olarak, namaz kılarken şu veya bu sebeple yel kaçması vukû bulduğu takdirde abdestin mutlaka bozulacağını, namazdan hemen çıkılması gerektiğini ifade ediyor. Aslında, yel çıkması namaz dışındaki vâki olsa yine abdest bozulur. Bu hadis, yelin abdesti bozacağına kesin delildir. Buna zıt olan şöyle bir hadis daha rivayet edilmiştir: “Biriniz namazda son celsede iken selam vermeden önce, abdestini bozan bir hâl vuku bulsa, namazını kılmış sayılır.” Bu durumda namaz tamam sayılır, çünkü selam vermek namazın vâciblerindendir. Öyleyse, oturmuş olmakla farz yerine gelmiş, farz yerine geldikten sonra vâcib olan selamdan önce abdesti bozulmuştur. Vacibin terki namazda bir eksiklik ise de iptalini gerektirmez. Gerçi bu hadisin zayıf olduğu da söylenmiştir.
3- Hadiste istihyâyı gerektiren bir meseleye daha temas edilmiştir: Kadınlara arka uzuvlarından temas. Bu, âyet-i kerime ile tesbit edilen temas edebine münafidir. Zira Rabbimiz Teâlâ Hazretleri bu edebi şöyle tesbit eder: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin” (Bakara 223). Âlimler, burada kadınların çocuk ekilen bir tarlaya teşbih buyurulduğunu, binaenaleyh ekim maksadı esas olan temasın ekim yeri olan ön uzva olacağının irşad edildiğini söylerler. Gerçi Resûlullah başka hadisleriyle de kadınlara arka uzvundan teması şiddetle yasaklamıştır. Şu halde bu mesele, âyet ve hadislerle kesin ve açık şekilde beyan edilmiştir.[290]
2- MEZİ
ـ3659 ـ1ـ عن محمد بن الحنفية قال: ]قالَ علِيُّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: كُنْتُ رَجًُ مَذَّاءً فاسْتَحْيِيْتُ أنْ أسْألَ رسولَ اللّهِ # لِمَكَانِ ابْنَتِهِ، فَأمَرْتُ الْمِقْدَادَ بنَ ا‘سْوَدَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَسَألَهُ فقَالَ: يَغْسِلُ ذَكَرَهُ وَيَتَوضّأ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين .
1. (3659)- Muhammed İbnu Hanefiyye anlatıyor: “Hz. Ali (radıyallahu anh) dedi ki: “Ben mezisi akan bir kimseydim. Bunun hükmü hususunda -kızı hanımım olması sebebiyle- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a soramamıştım. Mikdâd İbnu´l-Esved (radıyallahu anh)´a söyledim, o sordu. Şu cevabı almıştık:
“(Mezisi gelen kimse) zekerini yıkar ve abdest alır.”[291]
ـ3660 ـ2ـ وفي رواية مالك وأبي داود، عن المقداد: ]أنَّ عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه أمَرَهُ أنْ يَسألَ لَهُ رسولَ اللّهِ # عَنِ الرَّجُلِ إذَا دَنَا مِنْ امْرَأتِهِ فَخَرَجَ مِنْهُ المَذْىُ مَاذَا عَلَيْهِ؟ قالَ عَلِىٌّ: فإنْ عِنْدِى ابْنَةَ رسولِ اللّهِ #، وَأنَا أسْتَحْيِى أنْ أسْألَهُ. قالَ الْمِقْدَادُ: فسَألْتُ رسولَ اللّهِ # عَنْ ذلِكَ فقَالَ إذَا وَجَدَ أحَدُكُمْ ذلِكَ فَلْيَنْضَحْ فَرْجَهُ بِالْمَاءِ، ولْيَتَوَضّأ وُضُوءَهُ لِلصََّةِ[.زاد أبو داود في أخرى: »لِيَغْسِلْ ذَكَرَهُ وَأُنْثَيَيْهِ« .
2. (3660)- Muvatta ve Ebû Dâvud´un rivayetlerinde Mikdâd şöyle demiştir: “Hz. Ali (radıyallahu anh), bana kendisi için Resûlullah´tan: “Kadınına yakınlaşınca mezisi akan kimseye ne gerektiği hususunda sormamı söyledi. Ali ilâveten dedi ki: “Zira yanımda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kızı var, bu sebeple bizzat sormaktan utanıyorum.”
Mikdâd der ki: Ben bu mesele hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a sordum. Şu cevabı verdi:
“Biriniz buna rastlarsa fercini su ile yıkasın. Namaz abdesti ile abdest alsın.”
Ebû Dâvud bir başka rivayette şu ziyadeyi kaydeder: “…zekerini ve iki husyesini yıkasın.”[292]
ـ3661 ـ3ـ وله في أخرى قال على رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]كُنْتُ رَجًًُ مَذَّاءَ فََجَعَلْتُ أغْتَسِلُ حَتّى تَشَقّقَ ظَهْرِى، فَذَكَرْتُ ذلِكَ لِلنَّبىِّ # أوْ ذُكِرَ لَهُ، فقَالَ: َ تَفْعَلْ، إذَا رَأيْتَ المَذْىَ فَاغْسِلْ ذَكَرَكَ، وَتَوضّأ وُضُوءَكَ لِلصََّةِ، فإذَا فضَخْتَ المَاءَ فَاغْتَسِلْ[ .
3. (3661)- Yine Ebû Dâvud´un bir diğer rivayeti şöyledir: “Hz. Ali (radıyallahu anh) dedi ki: “Ben mezisi akan bir kimseydim, yıkanmaya başladım. (Sonunda) sırtım çatlayacak hale geldim. Durumu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a zikrettim -veya ona zikredildi-. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
“Öyle yapma, (her seferinde yıkanma)! Meziyi gördün mü, zekerini yıka, sonra da namaz abdestiyle abdest al. Ancak meni atacak olursan o zaman yıkan!” buyurdular.”[293]
AÇIKLAMA:
1- Üçü de Hz. Ali ile ilgili olan bu rivayetler mezi akıntısının guslü gerektirmediğini ifade etmektedir.
2- Mezî, erkek tenasül uzvundan gayr-ı irâdi olarak gelen renksiz, kaygan ve sünen bir maddedir. Meniden ayrıdır. Meni şehvetle ve hızla geldiği halde, bu sızıntı halinde akar.
3- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), mezi sebebiyle yıkanma gerekmiyeceğini, fakat bulaşığının yıkanması gerektiğini belirtmektedir.
4- 3660 numarada Ebû Dâvud´un bir rivayetinde kaydedilen “İki husyesini de yıkasın” ibaresini açıklama sadedinde Hattâbî der ki: “Fazladan bir temizlik olarak husyelerin de yıkanmasını Aleyhissalâtu vesselâm emretmiştir. Zira mezi, bazan dağılarak husyelere de değer.” Ve dahi denir ki: “Soğuk su husyelere değince, mezi akıntısını durdurur, bunun için Aleyhissalâtu vesselâm onların yıkanmasını emir buyurmuştur.
Şunu da belirtelim ki, Ebû Dâvud´da Sehl İbnu Hanif´ten gelen bir rivayet, Sehl´in mezi elbiseye değince ne yapacağını sorduğunu; Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın da: “Bir avuç su alıp mezi bulaşığının değdiği kısma serp, bu sana yeter” dediğini görüyoruz.
Âlimler, elbiseye değen mezi hususunda ihtilaf etmiştir:
* Bazıları, “yıkanmadıkça elbise temiz sayılmaz” demiştir. Şâfiî ve İshâk bu görüştedir.
* Bazıları, “Su çilemek yeterli olur” demiştir. Ahmed İbnu Hanbel böyle diyenlerdendir.[294]
ـ3662 ـ4ـ وعن سهل بن حنيف رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ ألْقَى مِنَ المَذْىِ شِدَّةً وَعَنَاءً، وَكُنْتُ أكْثِرُ مِنْهُ اغْتِسَالَ، فَسَألْتُ رَسُولَ اللّهِ # فقَالَ: إنَّمَا يُجْزِئُكَ مِنْ ذلِكَ الْوُضُوءُ، فَقُلْت يَا رسُولَ اللّهِ: فَكَيْفَ بِمَا يُصِيبُ الثَّوْبَ مِنْهُ؟ فقَالَ: يَكْفِيكَ بِأنْ تَأخُذَ كَفّاً مِنْ مَاءٍ فَتَنْضَحَ بِهَا منْ ثَوْبِكَ حَيْثُ تَرَى أنّهُ أصَابَهُ[. أخرجه أبو داود والترمذي .
4. (3662)- Sehl İbnu Hüneyf (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben mezi akıntısından epey bir sıkıntıda idim. Bu yüzden sık sık gusül yapıyordum. Sonunda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bu husustan sordum. Bana:
“Meziden dolayı sana abdest kâfidir!” buyurdular.
“Ey Allah´ın Resûlü! elbiseye değen meziden ne yapmalıyım ” dedim.
“Bir avuç su alıp, bunu, mezinin değdiğini zannettiğin yerlere serpmen sana yeterlidir!” cevabını verdi.”[295]
AÇIKLAMA:
Açıklama önceki hadiste geçmiştir. Şu kadarını öz olarak söyleyebiliriz: Fukahâca “Sidikler, tersler, meniler, bevlden sonra gelen vedi adındaki mâyiler, mülâabe zamanında tenasül uzvundan çıkıp mezi denen rutubetler, ağız dolusu kusuntular, herhangi bir uzuvdan çıkıp akan kanlar, kadınlara mahsus âdet, lohusalık ve istihâze hallerindeki kanlar” necâset-i galîzadan (ağır pislik) sayılmıştır. Bunlar temizlenmeden namaz kılınmaz. Sadece Şâfiîler ile Hanbelîlere göre meni temizdir.
“Necâset-i galîza sayılan bir şeyin katı ise bir miskalden yani yirmi kırattan (bir miskal 1,5 dirhem; 1 dirhem = yaklaşık 3,09 gram eder; 1,5 miskal de 4,6 gram yapar), mâyi ise el ayası sahasından geniş miktarı, giderilmesi kabil olunca namazın sıhhatine mani olur. Bu miktarlar ise necâset-i kaliledir, namazın sıhhatine mani olmaz, mâfüv sayılır.”[296]
ـ3663 ـ5ـ وعن عبداللّه بن سعد ا‘نصارى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَألْتُ رسولَ اللّهِ # عَمَّا يُوجِبُ الْغُسْلَ، وَعَنِ المَاءِ يَكُونُ بَعْدَ المَاءِ، فقَالَ: ذلِكَ المَذْىُ، وَكُلُّ فَحْلٍ يُمْذِى فَتغْسِلُ مِنْ ذلِكَ فَرْجَكَ وَأُنْثَيَيْكَ، وَتَوَضّأ وُضُوءَكَ لِلصََّةِ[. أخرجه أبو داود.
5. (3663)- Abdullah İbnu Sa´d el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan guslü gerektiren şeyler nelerdir, sudan sonra olan sudan sordum. Şu cevabı verdi:
“Bu mezîdir. Her erkek mezi ifrâz eder. Mezî akınca fercini ve husyelerini yıkarsın, ve namaz abdestiyle de abdest alırsın.”[297]
ـ3664 ـ6ـ وعن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]إنِّى َجِدُهُ يَتَحَدّرُ مِنِّى مِثْلَ الحَرِيرَةِ، فإذَا وَجَدَ أحَدُكُمْ ذلِكَ فَلْيَغْسِلْ ذَكَرَهُ وَلْيتَوضّأ وُضُوءَهُ لِلصََّةِ. يَعْنِى المَذْىَ[. أخرجه مالك .
6. (3664)- Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben de (mezîyi), kendimden ipek ipliği gibi iner görürdüm. Öyleyse bunu sizden biri görünce (telaşlanmayıp) zekerini yıkasın ve namaz abdestiyle abdest alsın.” -Burada mezîyi kastetmiştir.-“[298]
3- KUSMUK
ـ3665 ـ1ـ عن أبي الدرداء رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنّ النبىَّ # قاءَ فَتَوَضّأ. قالَ مَعْدَانُ: وَلَقِيتُ ثَوْبَانَ مَوْلَى رسُولِ اللّهِ # رَضِيَ اللّهُ عَنْه في مَسْجِدِ دِمِشْقَ فَذَكَرْتُ لَهُ ذلِكَ فَسَألْتُهُ، فقَالَ: صَدَقَ وَأنَا صَبَبْتُ لَهُ وَضُوءَهُ[. أخرجه أبو داود والترمذي .
1. (3665)- Ebû´d-Derdâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir keresinde) kustu ve abdest aldı.” Ma´dân der ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın âzadlısı Sevbân (radıyallahu anh)´a Şâm camiinde rastladım. Bu meseleyi ona hatırlattım ve ondan (mahiyetini) sordum. Şu cevabı verdi:
“Doğru söylemiş, o zaman abdest suyunu da Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kendilerine ben dökmüştüm.”[299]
AÇIKLAMA:
Bâzı âlimler, bu hadisi kusmanın abdesti bozduğu hususunda delilkabul etmiştir. Süfyân-ı Sevrî, İbnu´l-Mübârek,Ahmed İbnu Hanbel, İshak İbnu Râhûye, Zührî, Alkame, Esved, Şa´bî, Urvetu´bnu´z-Zübeyr, Nehâî, Katâde, Evzâ´î vs.
Bazı âlimler de bu hadisin kusma sebebiyle abdestin bozulduğuna delil olmadığını söylemiştir. İmam Mâlik, Şâfiî gibi.
Bu rivayeti kusmanın abdesti bozacağı hususunda delil kabul edenler فَتَوَضَّأ قَاءَ ibaresinde فَتَوضّأ ´nın başında yer alan fe´yi sebebiyye olarak değerlendirmişlerdir. Muhalif görüş sahipleri, o harfi, sebebiyye olarak değerlendirmezler. Bu hükmü te´yid eden başka rivayetler dahi var ise de, muhalifler onların da zayıf olduğunu ileri sürerler. Şâfiî mezhebinden olan Nevevî hazretleri: “Kanama, kusma, namazda gülme sebebiyle abdestin bozulacağı veya bozulmayacağı hususunda sahih bir hadis yoktur” der.
Hanefî ülemâsı, ağız dolusu kusma´nın abdesti bozacağını kabul etmiştir.[300]
4- KAN
ـ3666 ـ1ـ عن المسور بن مخرمة: ]أنّهُ دَخَلَ عَلى عُمَرَ بْنِ الخَطّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه عَنِ اللَّيْلَةِ الَّتِى طُعِنَ فِيهَا فأيْقَظَ عُمَرَ لِصََةِ الصُّبْحِ، فقَالَ عُمَرُ: نَعَمْ، وََحَظَّ في ا“سَْمِ لِمَنْ تَرَكَ الصََّةَ، فَصَلّى عُمَرُ وَجُرْحُهُ يَثْعَبُ دَماً[. أخرجه مالك.»يَثْعَبُ«: يسيل .
1. (3666)- Misver İbnu Mahreme´nin anlattığına göre: “Ömer İbnu´l-Hattab (radıyallahu anh)´ın hançerlendiği gece huzuruna girdi ve Ömer´i sabah namazı için uyandırdı. Ömer (radıyallahu anh):
“Namazı terkedenin İslam´dan nasibi yoktur!” buyurdu. Sonra Ömer, yarasından kan aktığı halde namaz kıldı.”[301]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Ömer´in namaz için uyarılması hadisesi, hançerlendiği günün sabah namazında olmuştur. Şöyle ki: İbnu Abdilberr, İbnu Abbâs (radıyallahu anh)´tan şunu nakleder: “Ömer (radıyallahu anh) hançerlenince, ben, Ensâr´dan bir grupla birlikte onu evine taşıdık. Bir baygınlık geçirdi. Ortalık ağarınca ayıldı. Birisi: “Onu namazdan başka bir maksadla rahatsız etmeyin” dedi. Biz de: “Ey mü´minlerin emîri, namaz (vaktidir)” dedik. Gözlerini meshetti sonra: “Halk namazını kıldı mı “diye sordu: “Evet!” dedik.”
2- Ebû´l-Velîd el-Bâcî, bu rivayetten istidlal ederek sabah vaktinin geceden olduğunu söylemiştir. Çünkü rivayette: “…hançerlendiği gece…” tabiri var. Halbuki o, sabah namazı esnasında hançerlenmiştir. Şunu hemen belirtelim ki, Misver´i sabah vakti´ni “gece” diye ifade etmeye sevkeden husus, Hz. Ömer´in sabah namazını, sabah vaktinin ilk vaktinde kıldırmış olmasındandır. Nitekim Şâfiî´ler de ilk vaktinde yani daha ortalık karanlıkken kılarlar. O durumda, sabah gecenin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Ancak ülema büyük ekseriyetiyle, fecr-i sâdıkın girmesiyle -ortalık henüz karanlık bile olsa- gecenin sona erdiğini, gündüzün başladığını kabul eder. Güneş batıp, akşam namazının girmesine kadar gündüz devam eder. Akşam namazı, ortalık aydınlık olmasına rağmen geceden sayılır.
3- Suyutî, tembellikle namazı terkedenleri tekfir edenlerin bu hadisin zahirini esas aldıklarını söyler. Ancak, ulema büyük ekseriyetiyle namazı inkâr ederek terkedenlerin kâfir olacağına hükmetmiş, tembelliği tekfir sebebi görmemiştir. İbnu Abdilberr: “Namazı terkedenin İslâm´dan nasibi yoktur” ibaresiyle “İslâm´dan büyük bir nasibi yoktur” demeyi kastetmiş olma ihtimaline dikkat çeker ve “Nitekim şu hadiste de böyle birdurum mevzubahistir” der. “Mescide yakın olan ancak mescidde namaz kılabilir, emaneti olmayanın imanı olmaz, hakiki fakir kapı kapı dolaşan kimse değildir.”[302]
ـ3667 ـ2ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]خَرَجْنَا مَعَ رَسُولِ اللّهِ # فِي غَزْوَةِ ذَاتِ الرِّقَاعِ، فَأصَابَ رَجُلٌ امْرَأةَ رَجُلٍ مِنَ المُشْرِكِينَ فَحَلَفَ َ أنْتَهِى حَتّى أُهْرِيقَ دَماً مِنْ أصْحَابِ مُحَمّدٍ، فَخَرَجَ يَتْبَعُ أثَرَ النَّبىِّ #، فَنََزَلَ النّبىُّ # مَنْزًِ فقَالَ: مَنْ رَجُلٌ يَكْلَؤُنَا؟ فَانْتُدِبَ رَجُلٌ مِنَ المُهَاجِرِينَ، وَرَجُلٌ مِنَ ا‘نْصَارِ فقَالَ: كُونَا بِفَمِ الشِّعْبِ، فَلَمَّا خَرَجَ الرَّجَُنِ إلى فَمِ الشِّعْبِ اضْطَجَعَ المُهَاجِرِىُّ، وَقَامَ ا‘نْصَارِىُّ يُصَلّى، فَأتَى الرَّجُلُ، فَلَمَّا رَأى شَخْصَهُ عَرَفَ أنَّهُ رَبِيئَةٌ فَرَمَى بِسَهْمٍ فَوَضَعَهُ فِيهِ فَنَزَعَهُ حَتّى رَمَاهُ بِثََثَةِ أسْهُمٍ، ثُمَّ رَكَعَ وَسَجَدَ، ثُمّ أنْتَبَهَ صَاحِبُهُ، فَلَمَّا عَرَفَ أنَّهُمْ قَدْ نَذِرُوا بِهِ هَرَبَ، فَلَمّا رَأى المُهَاجِرِىُّ مَا بِا‘نْصَارِىِّ مِنَ الدِّمَاءِ. قالَ: سُبْحَانَ اللّهِ! أَ أنْبَهْتَنِى أوَّلَ مَا رَمَاكَ؟ قالَ: كُنْتُ في سُوَرةٍ أقْرَؤُهَا فَلَمْ أُحِبَّ أنْ أقْطَعَهَا[. أخرجه أبو داود.»انْتِدَابُ«: ا“جابة إلى ما يؤمر به ا“نسان.و»الرَّبِيئَةُ«: الذي يحفظ القوم ويأتيهم بخبر العدوّ لئ يهجم عليهم .
2. (3667)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la birlikte Zâtu´r-Rikâ´ gazvesine çıktık. (Askerlerden) bir kişi, müşriklerden birinin hanımına temasta bulundu. Kocası da: “Muhammed´in Ashabından kan dökmeden geri dönmeyeceğim” diye yemin etti. Evinden çıkıp Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı takibe koyuldu.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir yerde mola verdi ve:
“Kim bizi (nöbet tutup) koruyacak ” diye sordu. Muhacir ve Ensâr´ dan birer adam vazifeyi üzerlerine aldılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bunlara:
“Şu geçidin girişini tutun (orada bekleyin)!” diye ferman buyurdu.
Bu iki zat, geçidin ağzına gelince Muhacirden olanı yattı. Ensârî de namaz kılmaya başladı.
Derken takipçi adam da oraya geldi. (Namazdaki nöbetçinin) silüetini görünce anladı ki, bu askerlerin koruyucusudur, derhal bir ok attı ve ok, eliyle koymuşcasına hedefini buldu. Ensârî oku çıkarıp (namazına devam etti). Müşrik (isabet ettiremedim düşüncesiyle atmaya devam etti.) Öyle ki üçüncü okunu da attı. Ensârî de (yaraya aldırmadan) aynı şekilde namazına devam etti. Bir müddet sonra arkadaşı uyandı. (Müşrik bunların iki kişi olduğunu görünce) yerinin farkına vardıklarını anladı ve kaçtı.
Muhâcirden olan zât, Ensârî arkadaşındaki kanı görünce:
“Sübhânallah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın ” diye sordu. Arkadaşı:
“Öyle bir sûre okuyordum ki, kesmek istemedim” diye cevapladı.”[303]
AÇIKLAMA:
1- Hadise´nin Ensârî kahramanı Abbâd İbnu Bişr, Muhâcirî kahramanı Ammar İbnu Yâsir´dir.
Abbâd, Ashâb´ın ilklerinden ve büyüklerindendir. Medine´de Mus´ab İbnu Umeyr´in eliyle ilk İslâm´a girenlerden biridir. Sa´d İbnu Mu´az, Üseyd İbnu Hudayr (radıyallahu anhümâ)´dan da önce İslâm´a girmiştir. Bedir, Uhud başta olmak üzere Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın katıldığı bütün gazvelere iştirak etmiştir. Kab İbnu Eşref´i öldüren grupta da yer almıştır.
Ashab´ın faziletce önde gelenlerinden biridir. Hz. Âişe: “Ensârdan üç kişi var ki, fazilette kimse bunlardan önde düşünülmemiştir, üçü de Benî Abdi´l-Eşhel´dendir: Sa´d İbnu Mu´âz, Useyd İbnu Hudayr ve Abbâd İbnu Bişr” der. Hz.Âişe´nin rivayetine göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) birgün Abbâd´ın sesini işitir ve derhal şu duayı yapar: “Rabbim Abbâd´a rahmetini bol kıl!” Enes anlatıyor: “Useyd İbnu Hudayr ve Abbâd İbnu Bişr, zifiri karanlık bir gecede, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanında idiler. Evlerine gitmek üzere huzurdan ayrıldılar. Önlerini, onlardan birinin deyneği aydınlatmaya başladı. Onun ışığında beraber yürüyorlardı. Yolları ayrılınca, her ikisinin de deyneği bunlardan her birinin önlerini aydınlatmaya başladı.”
Abbâd (radıyallahu anh), Yemâme Savaşı´nda kırkbeş yaşlarında olduğu halde şehit düşmüştür, Cenab-ı Hakk´tan, bu ümmete emsali fedâkar âbid, mücahitler vermesini ve onu da bizlere şefaatçi kılmasını dileriz.
2- Hadise´nin İbnu İshak´taki vechi, bu safhayı, daha açık nakletmektedir: “…(Takipçi müşrik) bir ok attı. Eliyle koymuşcasına isabet ettirdi. Namaz kılmakta olan Ensârî (Abbâd İbnu Bişr), oku çıkardı ve kıyâmda sâbit kaldı. (Müşrik isabet ettiremedim zanniyle) bir ok daha attı. Onu da eliyle koymuş gibi isabet ettirdi. (Ensârî) oku çekip yanına koydu kıyamına devam etti. Müşrik bir üçüncü ok daha attı, onu da eliyle koymuş gibi isabet ettirdi. (Ensarî) onu da bedeninden çekti (ve namazına devam etti) sonra rükû ve secdeye gitti…” vak´anın İbnu İshak´taki rivayetinin son kısmı da burada kayda değer. Abbâd, muhâcir arkadaşının (Ammâr´ın) “Beni niye daha önce uyarmadın ” sorusuna verdiği cevapta şöyle der: “…Bana ard arda ok atmaya devam edince rükûya gittim ve seni uyandırdım. Allah´a kasem olsun. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın beklememi emrettiği bir gediğin korunması mevzubahis olmasaydı, okuduğum sureyi terkedip kesmemden önce ruhum bedenimi terkederdi.”
Görüldüğü üzere, Ensarî, namazdan aldığı hazzı bozmamak için üç okun verdiği ızdıraba rağmen namazını kesmiyor.
Bu mümkün mü Bu nasıl bir hâlet, nasıl bir hâl ki Kur´an´ın ve namazın zevki üç ok yarasının verdiği acıya ve ızdıraba galebe çalıyor
Şüphesiz bunu bizlerin anlaması oldukça zor! Bunun için önce Ashâbın yüce makamını bilmek, idrak etmek ve te´yid etmek gerek. Bu meseleyi anlamamızda bize yardımcı olacak bir açıklamayı Bediüzzaman yapmaktadır. Gerçi onun bu açıklaması ilmî bir açıklama değil, hâli bir beyândır. Fiilen yaşanmayınca anlaşılmaz. Ancak büyüklerimizin hâlle de ilgili olsa anlattıkları bu çeşit hadiseler de bizim için bir hüccettir, bir ip ucudur. Öyleyse, Sahabe ile alakalı bir müşkilimizin vuzuha kavuşmasında Bedi-üzzaman´ın şahsî tecrübesinden istifade edeceğiz. Merhum der ki: “Bir zaman, bir tek tesbihin, bir tek namazda, Sahâbelerin tarz-ı telakkisine yakın bir surette bana inkişafı, bir ay kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli göründü. Sahabelerin yüksek kıymetini onunla anladım.”[304]
Demek ki, onlar, Rabbülâlemîn´in Habibi, Halili olan Fahr-ı Kâinat Efendimiz Resûl-i Ekrem´le sohbetten, onun terbiye ve tenvirinden öyle bir feyz, öyle bir kemâl alıyorlar ki, onlar için namaz, bir başka hâlete geçme vesilesi oluyor. Onun tek bir tesbihatı Bediüzzaman gibi maneviyat eri, tefekkür piri bir zatın bir aylık namazına bedel olursa bizlerin belki birkaç yıllık namazına bedel olacak bir feyz, bir manevi zevk veriyor demektir. Bunu söylemekle, Sahabenin mevkiini, makamını kavrayabildiğimizi, müşkülümüzü ilmî bir kesinlikle tamamiyle hallettiğimizi iddia etmiş değiliz. Meselenin anlaşılmasına ve birazcık kavranmasına yardımcı olacak ufak bir pencere açmış oluyoruz.
Selef-i sâlihîn´den günümüze milyonlarca İslâm ülemâsının ittifakla Sahâbe hakkında hüsn-ü zanda bulunmuş olması, onları hiçbir istisna yapmaksızın udul kabul etmesi, arkadan gelecek en yüce mertebeye eren bir velinin bile, en âmi bir Sahabi´nin mertebesine yetişemeyeceği hususunu beyan etmeleri delilsiz, hakikatsiz, hissî bir davranış değildir. Bu ülemâ ordusunun onlar hakkında âyet, hadis ve keşfiyatlarına dayanan bu icma ve ittifakları da Ashab (radıyallahu anhüm ecmâîn)´ı anlamada bir diğer penceredir.
Şu halde, kaydettiğimiz bu iki pencerenin aydınlığında bakacak olursak üç ok yarasına rağmen Abbâd İbnu Bişr (radıyallahu anh)´ın namazına nasıl devam ettiğini anlayabiliriz.
“Kişi sevdiğiyle beraberdir. Rabbimiz! Kalblerimizi Ashab-ı Kirâm´ın sevgisiyle hayatlandır! Âmin.”
3- Bu hadisten bazı âlimler iki hüküm çıkarmışlardır:
1) Arka ve ön yollardan çıkmayan kan, az veya çok farketmeksizin abdesti bozmuyor, temizliğe mani değildir. Şâfiî, Mâlik hazretleri başta olmak üzere bir grup Sahâbî ve Tâbiîn ülemâsı: “Vücuddan, iki yol dışında kanın çıkması abdesti bozmaz” diye hükmetmiştir.
İbnu Mes´ud, Sâlim İbnu Abdillah, İbnu Abbâs, Câbir, Ebû Hüreyre, Hz. Âişe, Hasan Basrî, Kasım (İbnu Muhammed), Atâ, Tâvus, Mekhul, Rebî´a, Ebû Sevr, Dâvud-u Zâhirî bu görüştedir. Bagavî: “Sahâbe ve Tâbiîn´in çoğu bu görüştedir” der.
2) Yaralardan akan kanlar temizdir, yaralı kan bulaşmasından ma´fuvvdur. Mâlikiler bu görüştedir. Mücahidlerin yaralarından akan kanlarla ıslanan elbiselerinin içinde namaz kıldıklarını ifade eden çok sayıda rivayet gelmiştir. Resûlullah´ın namazdan önce kan bulaşığının yıkanmasını veya kanlı elbisenin değiştirilmesini emrettiğine dair rivayet gelmemiştir. Nitekim Hendek Savaşı sırasında yaralanan Sa´d (radıyallahu anh) için mescidin içinde çadır kurulmuş, kanları mescide akar olduğu halde orada kalmış ve bu hal üzere vefat etmiştir. Hz. Ömer´in de yarasından kanlar akarken sabah namazını kılması da yaradan akan kanın temizliğine gösterilen deliller arasında zikredilir.
Teysîr müellifi, abdesti bozan şeyler zımnında kandan bahsettiği halde, kaydettiği hadisten kanla abdestin bozulmayacağı hükmü çıkmaktadır. Hemen belirtelim ki, bu bahsi ilgilendiren yegâne rivayet, bu bahse alınmış olan bu iki rivayet değildir. Hanefîler kan meselesinde başka hadislerle amel edip bunları te´vil etmişlerdir. Onlar Temîmü´d-Darî ve Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anhümâ) tarafından rivayet edilen: “Akan her kan sebebiyle abdest alınır” hadisini esas almışlardır. Nasbu´r-Râye´de başka rivayetler de kaydedilir. Hanefîler buna dayanarak vücuddan kan çıkar ve akarsa bunun abdesti bozacağını kabul eder. Bozmayan miktar, yaranın üzerinden çıkıp etrafa dağılmayan, olduğu yerde kalan katreciktir.
Bazı Hanefîler, Hz. Enes hadisinde: “Resûlullah´ın haberi olsaydı abdest tazelemeyi, namazı iade etmeyi emrederdi” diye te´vil getirmiştir. Ayrıca Câbir hadisinin zayıflığı da belirtilmiştir.[305]
İKİNCİ FER´:
KADINA VE FERC´E DEĞME
(Bu fer´in iki nevi var)
BİRİNCİ NEV´:
KADINA DEGME
ـ3668 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ رَسولَ اللّهِ # قَبَّلَ امْرَأةً مِنْ نِسَائِهِ، ثُمَّ خَرَجَ إلى الصََّةِ وَلَمْ يَتَوضّأ. قالَ عُرْوَةُ، فَقُلْتُ لَهَا: وَمَنْ هِىَ إّ أنْتِ؟ فَضَحِكَتْ[. أخرجه أصحاب السنن .
1. (3668)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınlarından birini öptü, sonra dönüp namaza gitti, abdest tazelemedi.”
Urve rahimehullah der ki: “Kendisine: “Bu, sizden başka bir hanımı olmamalı!” dedim. Hz. Âişe gülmekle cevap verdi.”[306]
ـ3669 ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ كانَ يَقُولُ: قُبْلَةُ الرَّجُلِ امْرَأتَهُ وَجَسُّهَا بِيَدِهِ مِنَ المَُمَسَةِ، فَمَنْ قَبَّلَ امْرَأتَهُ أوْ جَسَّهَا بِيَدِهِ فَعَلَيْهِ الْوُضُوءُ[. ومثله عن ابن مسعود، أخرجه مالك .
2. (3669)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Erkeğin hanımını öpmesi veya ona eliyle dokunması hep mülâmese (değme) sayılır. Öyleyse kim hanımını öperse veya eliyle dokunursa abdest alması gerekir.” Bu rivayetin bir benzeri İbnu Mes´ud´dan gelmiştir.[307]
AÇIKLAMA:
1- Bu iki rivayet, kadına eliyle dokunarak veya öperek veya bir başka şekilde değme ile ilgilidir. Birinci rivayete göre, kadına öpme dahil, herhangi bir şekilde değme abdesti bozmamaktadır. İkinci rivayete göre ise abdest bozulmakta ve yeniden abdest almak gerekmektedir. Hz. Ali, İbnu Mes´ud, Atâ, Tâvus, Ebû Hanîfe, Süfyân es-Sevrî birinci hadisteki hükümle amel etmişlerdir. Bu hükmü te´yid eden başka rivayetler de mevcuttur. Müslim´de gelen bir rivayete göre, Hz. Âişe aynen şöyle der: “Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı yatakta bulamadım. (Karanlıkta sağı solu) yoklarken elim ayaklarının altına rastladı, secdede idi ve şöyle diyordu: “Rabbim, gazabından sana sığınırım…”
Sahîheyn´de gelen bir diğer rivayette Hz. Âişe, ayakları kıble istikametinde uzanmış olarak yattığını, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın secdeye giderken, eliyle ayaklarına dürttüğünü, böylece ayaklarını topladığını, fakat sonradan tekrar uzattığını, secde sırasında her seferinde ayağını dürttüğünü ve kendisinin de ayaklarını topladığını ve Resulullah´ın da secde ettiğini nakleder.
Ancak İbnu Mes´ud, İbnu Ömer, Zührî, Mâlik, Evzâî, Şâfiî, Ahmed, İshâk öpmede abdest gerektiğine hükmetmişlerdir. Bunların da şer´î delilleri var: Âyet-i Kerime´de اَوْ مَسَتُمُ النِّسَاءَ denmiş, bu لَمَسْتُمْ şeklinde de okunmuştur. Burada lems (değme), abdesti bozan amiller arasında sayılmıştır. Âyet, lâmestüm diye okununca cimâ ma´nâsına te´vili daha zahir ise de, lemestüm diye okununca elle değmek ma´nası daha zâhir olmaktadır ve cimâ dışındaki her çeşit değmeler de o mânaya girmekte, dolayısıyla kadına ne suretli olursa olsun “değme”den abdest bozulmaktadır. Yorumunda ihtilâf edilen âyet meâlen şöyle: “Ey iman edenler… Eğer hasta olur veya bir sefer üzerinde bulunursanız yahud sizden biriniz ayak yolundan gelirse yahud da kadınlara dokunup da su bulamazsanız o vakit temiz bir toprağa teyemmüm edin…” (Nisa 43)
İbnû Abbâs (radıyallahu anhümâ) âyetteki lems´ten maksadın cimâ olduğunda cezmederek bu te´vili reddeder. Ülemâ umumiyetle İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´ın te´vilini, Ashabtan diğerlerinin te´viline tercih etmeyi prensip edinmiştir. Çünkü O, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “Allah´ım, ona Kur´an´ın te´vilini öğret” duasına mazhar olmuştur. Kur´an´la ilgili tefsirde otoritedir. “Çünkü derler, te´vili ona Allah öğretmiştir.”
Âyette geçen لمَسَتُمْ kelimesinin cimâ´dan kinaye olup olmadığı hususunda ülemânın yaptığı ilmî münakaşaya bu kadar işareti yeterli görüyor delillerine, cevaplarına yer vermiyoruz.[308]
ـ3670 ـ3ـ وعن أبيّ بن كعب رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّهُ قالَ يَا رسولَ اللّهِ: إذا جَامَعَ الرّجُلُ امْرَأتَهُ فَلَمْ يُنْزِلْ؟ قالَ: يغْسِلُ مَا مَسَّ المَرأةَ مِنْهُ، ثُمَّ يَتَوضّأ وَيُصَلِّى[. أخرجه الشيخان .
3. (3670)- Übeyy İbnu Ka´b (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah´ın Resulü dedim, bir kimse hanımıyla cima yapsa fakat inzal olmasa yıkanması gerekir mi ”
“Kadına değen kısmını yıkar, sonra abdest alır ve namaz kılar!” buyurdular.”[309]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, inzal vâki olmadıkça boy abdestinin gerekmiyeceğini ifade etmektedir. Bu ma´nâyı ifade eden “Su, ancak sudan dolayı icabeder” nev´inden başka rivayetler de var. Ancak ülemâ bu hadislerin başka hadislerle neshedildiğinde ittifak eder. Bu nâsihlerden biri şudur: “İki hitan kavuşur ve haşefe kaybolursa, inzal olsa da olmasa da gusül gerekir.”
Burada hıtân sünnet mahallidir. İbnu Hacer iki hitanla erkeğin hitanının kastedildiğini belirtir. Haşefe de baş kısımdır. Bu durumda erkek uzvunun baş kısmı kadın uzvunda kaybolunca şer´an cimâ hâsıl olmuştur, inzal olsa da olmasa da farketmez, cimâye terettüp eden ahkam tahakkuk eder. Bu ahkamdan biri yıkanmadır, yani boy abdesti.
Ancak şunu da belirtelim ki, inzal vâki olmadıkça, boy abdestinin gerekmiyeceği kanaatini koruyan Sahâbe ve Tâbiîn, -azınlık teşkil etseler de- olmuştur. Hatta Atâ´nın şu sözü rivayet edilir: “İnzal olmasam bile yıkanmadan huzur bulamıyorum, sebebi de bu husustaki ulemânın ihtilâfıdır.” İhtilâfu´l-Hadis´te Şâfiî Hazretleri de şöyle demiştir: “Su, sudan gerekir” hadisi sâbittir, ancak mensuhtur… Bölgemizdeki bazı âlimler (Hicazlılar) bize bu meselede muhalefet ederek: “İnzal olmadıkça gusül gerekmez.” dediler.”
Belirttiğimiz gibi neshe rağmen bir ihtilaf mevzubahis ise de, cumhur guslün gerekeceğinde ittifak etmiştir.[310]
İKİNCİ NEV´:
ZEKERE DEGMEK
ـ3671 ـ1ـ عن طلق بن عليّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَدِمْنَا عَلى رَسولِ اللّهِ # فَجَاءَ رَجُلٌ كَأنَّّهُ بََدَوِىٌّ، فقَالَ يَا رسولَ اللّهِ: مَا تَرَى في مَسَّ الرَّجُلِ ذَكَرَهُ بَعْدَ مَا يَتَوضّأ؟ فقَالَ #: وَهَلْ هُوَ إّ مُضْغَةٌ مِنْهُ، أوْ قالَ بَضْعَةٌ مِنْهُ[. أخرجه أصحاب السنن، واللفظ لغير الترمذي .
1. (3671)- Talk İbnu Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına geldik. (Biz huzurlarında iken) bir adam geldi. Sanki o bir bedevi idi.
“Ey Allah´ın Resulü! dedi, kişi abdest aldıktan sonra zekerine değerse ne gerekir (abdesti bozulur mu, bozulmaz mı )” Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi:
“O, kendisinden bir parça değil midir “[311]
ـ3672 ـ2ـ وعن بسرة بنت صفوان رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ النَّبىَّ # قالَ: مَنْ مَسَّ ذَكَرَهُ فََ يُصَلِّى حَتّى يَتَوَضّأ[. أخرجه ا‘ربعة، وهذا لفظ الترمذي .
2. (3672)- Büsre Bintü Safvân (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Zekerine değen abdest almadıkça namaz kılmasın.”[312]
ـ3673 ـ3ـ وعن مصعب بن سعد بن أبي وقاص رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ أُمْسِكُ المُصْحَفَ عَلى سَعْدِ بنِ أبِى وَقّاصٍ فَاحْتَكَكْتُ، فقَالَ سَعْدٌ: لَعَلَّكَ مَسَسْتَ ذَكَرَكَ؟ قُلْتُ: نَعَمْ. قالَ: قُمْ فَتَوضّأ فَتَوَضّأتُ، ثُمَّ رَجَعْتُ[. أخرجه مالك .
3. (3673)- Mus´ab İbnu Sa´d İbni Ebî Vakkâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben, Sa´d İbni Ebî Vakkâs (radıyallahu anh)´a Kur´an tutuyordum. Bir ara kaşındım. Sa´d:
“Her halde zekerine değdin “dedi. Ben “evet” deyince:
“Kalk, abdest al!” emretti. Ben de gidip abdest alıp geri döndüm”[313]
ـ3674 ـ4ـ وعن نافع قال: ]كُنْتُ مَعَ ابنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما في سَفَرٍ فَرَأيْتُهُ بَعْدَ أنْ طلَعَتِ الشّمسُ تَوَضّأ ثُمّ صَلّى، فَقُلْتُ لَهُ: إنَّ هذِهِ لَصََةٌ مَا كُنْتَ تصَلِّىهَا؟ فقَالَ: إنِّى بَعْدَ أنْ تَوَضّأتُ لِصََةِ الصُّبْحِ مَسَسْتُ فَرْجِى، ثُمَّ نَسِيتُ أنْ أتَوَضّأ فَتَوَضَّأتُ وَعُدْتُ لِصََتِى[. أخرجه مالك .
4. (3674)- Nâfi rahimehullah anlatıyor: “Ben, bir sefer sırasında İbnu Ömer (radıyallahu anh)´le beraberdim. Güneş doğduktan sonra onun abdest alıp namaz kıldığını gördüm. Kendisine: “Bu şimdiye kadar kıldığınızı hiç görmediğim bir namaz!” dedim. Şu açıklamayı yaptı:
“Sabah namazı kılmak üzere abdest aldıktan sonra fercime dokundum. Sonra da abdest almayı unuttum (ve namaz kıldım. Şimdi bu durumu hatırlayınca) yeniden abdest alıp namazımı iade ettim.”[314]
AÇIKLAMA:
Yukarıda kaydedilen dört hadis, kişinin cinsiyet organına değdiği takdirde abdestinin bozulup bozulmayacağı ile alâkalıdır. İlk hadis, böyle bir durumda abdestin gerekmeyeceğini ifade etmekte ise de, diğer üç rivayet gerekeceğini ifade etmektedir.
Şu halde, ülemânın ihtilâf ettiği bir mesele ile karşı karşıyayız. Nitekim bir kısım ülema elle zekere değme´yi, abdesti bozan sebepler arasında görmüşlerdir: Hz. Ömer, oğlu Abdullah, Ebû Eyyub el Ensârî, Zeyd İbnu Hâlid, Ebû Hüreyre, Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs, Câbir, Hz. Âişe, Ümmü Habîbe, Büsre Bintu Safvân, iki rivayetten birinde Sa´d İbnu Ebî Vakkâs; yine iki rivayetten birinde İbnu Abbâs, Urve İbnu Zübeyr, Süleyman İbnu Yesâr, Atâ, Ebân İbnu Osman, Câbir İbnu Zeyd, Zührî, Mus´ab İbnu Sa´d, Saîd İbnu´l-Müseyyeb ve başkaları. İmam Şâfiî ile Ahmed İbnu Hanbel de bu görüştedir. İmam Mâlik´in meşhur görüşü de böyledir.
Diğer bir kısım ülemâ ise zekere değmekle abdestin bozulmayacağına hükmetmiştir. Bunlar da, Talk İbnu Ali´den kaydedildiği üzere buna cevaz veren rivayetlere dayanırlar. Talk´ın rivayetinde Resûlullah “Kendisinden birparça değil mi “demiştir. Mudğâ, et parçası demektir. Gerçi râvi “bad´a” mı dedi “mudğa” mı dedi mütereddid ise de, ikisi de aynı ma´nâya gelen müterâdif kelimelerdir. Hz. Ali, Ammâr İbnu Yâsir, Abdullah İbnu Mes´ud, Abdullah İbnu Abbâs, Huzeyfe İbnu´l-Yemân, İmrân İbnu´l-Husayn, Ebû´d-Derdâ, iki rivayetin birinde Sa´d İbnu Ebî Vakkâs, iki rivayetin birinde Saîd İbnu´l-Müseyyeb, Saîd İbnu Cübeyr, İbrahim Nehâî, Rebî´a İbnu Ebî Abdirrahmân, Süfyân es-Sevrî, Ebû Hanîfe ve Ashâbı, Yahya İbnu Ma´in ve Ehl-i Kûfe hep bu görüştedirler.
Talk hadisini, hadis münekkidleri Büsre hadisinden daha sıhhatli bulmuşlardır. Ancak, Büsre hadisini esas alanlar, Talk hadisinin mensuh olduğunu ileri sürmüşlerdir. Delilleri de Talk´ın, Büsre´ye nazaran çok önceleri müslüman olması, Fakat muhakkikler böyle bir gerekçe ile neshe hükmedilemeyeceğini söylemiştir. Yine de Büsre hadisinin turukundaki çokluk, bazı şevâhidin varlığı, yukarıda belirtildiği üzere bir kısım ülemânın onunla amel etmesine sebep olmuştur. Ülemamızın cümlesinden Allah razı olsun, onların ihtilafı ümmete rahmettir.[315]
ÜÇÜNCÜ FER:
UYKU, BAYILMA, KENDİNDEN GEÇME
ـ3675 ـ1ـ عن أنسِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ أصْحَابُ النّبىِّ # يَنَامُونَ ثُمَّ يُصَلُّونَ وََ يَتَوَضّئُونَ. قِيلَ: لِقَتَادَةَ: سَمِعْتَهُ مِنْ أنَسٍ؟ قالَ: إىْ وَاللّهِ[. أخرجه مسلم، وهذا لفظه، وأبو داود والترمذي .
1. (3675)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah´ın ashabı uyurlar, sonra abdest almadan namaz kılarlardı:
(Enes´ten bunu rivayet eden) Katâde´ye:
“Bu sözü Enes´ten bizzat işittin mi ” diye sorulmuştu:
“Vallahi evet!” diye te´yid etti.”[316]
ـ3676 ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنّهُ كَانَ يَنَامُ جَالِساً، ثُمّ يُصَلّى، وََ يَتَوضّأُ[. أخرجه مالك .
2. (3676)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´den anlatıldığına göre, oturarak uyur, sonra kalkar, abdest almadan namaz kılardı.”[317]
ـ3677 ـ3ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: الْعَيْنَانِ وِكَاءُ السَّهِ، فَمَنْ نَامَ فَلْيَتَوضّأ[. أخرجه أبو داود.»الْوِكَاءُ«: مَا يشدّ به رأس القربة ونحوه.»وَالسَّه«: است، وقيل: حلقة الدبر .
3. (3677)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Gözler, halkanın bağıdır, öyleyse uyuyan abdest alsın.”[318]
ـ3678 ـ4ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ رَأى رَسولَ اللّهِ # نَامَ وَهُوَ سَاجِدٌ حَتّى غَطَّ وَنَفَخَ، ثُمّ قَامَ يُصَلّى، فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ: إنَّكَ قَدْ نِمْتَ قَالَ:
إنَّ الْوُضُوءَ َ يَجِبُ إَّ عَلى مَنْ نَامَ مُضْطَجِعاً، فَإنَّهُ إذَا اضْطَجَعَ اسْتَرْخَتْ مَفَاصِلُهُ[. أخرجه أصحاب السنن، وهذا لفظ الترمذي .
4. (3678)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´ın anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı secde halinde uyurken görmüş ve hatta Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) horlayıp solumuş, sonra kalkıp (abdest almadan) namaz kılmıştır.
İbnu Abbâs der ki:
“Ey Allah´ın Resulü dedim, siz uyudunuz, (abdestiniz bozulmuş olmalı değil mi) ” Bana şu açıklamayı yaptı: “Abdest, yatarak uyuyana gerekir. Zira yatarak uyuyunca mafsalları rehâvet basar.”[319]
AÇIKLAMA:
1- Uykunun abdesti bozup bozmayacağı meselesi de ülemâ arasında ihtilâf edilmiştir.
Beyhakî, Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)´nin şu sözünü kaydeder: “Çömelerek (ihtiba) uyuyan, ayakta uyuyan ve secde halinde uyuyan kimseye abdest gerekmez. Uyuyan yatacak olursa kalkınca abdest almalıdır.” İbnu Hacer bu rivayetin senetce muteber olduğunu ve Hz. Ebû Hüreyre´nin şahsî bir açıklaması (mevkuf) olduğunu belirtir.
2- Tirmizî hazretleri bu mesele hakkında şu açıklamada bulunur: “Ülemâ uyuyan kimsenin abdesti hususunda ihtilaf etmiştir. Çoğunluk, oturarak veya ayakta uyuyana abdest gerekmeyeceği, sadece, yatarak uyuyana gerekeceği görüşündedir. Sevrî, İbnu´l-Mübârek, Ahmed İbnu Hanbel bu görüştedir. Bazıları: “Aklına galebe çalacak (şuurunu kaybedecek) derecede uyursa, artık abdest gerekir” demiştir. İshâk İbnu Râhûye´nin görüşü budur.
Şâfiî hazretleri: “Oturarak uyuyup rüya görür veya uyuklama sebebiyle mak´adı oynarsa abdesti bozulur” demiştir. Esasen bu mevzuda Şâfiî hazretlerinden birkaç görüş rivayet edilmiştir. İbnu Hacer´in kaydına göre, Şâfiî´nin kavl-i kadîmine göre oturandan başkasının abdesti mutlak olarak bozulmaz. Ancak şu tafsilatı sunar: “Namaz haricinde ise bozulur, dahilinde ise bozulmaz.” Yeni görüşünde: “Yere iyi oturmuş olan kimsenin abdesti uyku ile bozulmaz; iyi oturmayanınki bozulur.” Şâfiî´den yapılan bazı rivayetleri yorumda âlimler ihtilaf eder.
3- İbnu Hacer´in kaydına göre, gerek Sahâbe ve gerekse Tâbiîn´den bazılarının “uyku abdesti bozan bir hadestir” demeye gelen ifadelerle, “azı da çoğu da abdesti bozar” görüşünde olduğunu nakleder. Ebû Ubeyde ve İshak İbnu Râhûye bu görüştedir. Nitekim Safvân İbnu Usâl (radıyallahu anh)´ın yaptığı bir rivayetteşu ibare de yer alır: إّ غائط اَوْ بَوْلَ او نوم …Bu rivayette, “küçük abdest, büyük abdest ve uyku”nun arası eşit tutulmakta ve uykuya bir kayıt da getirilmemektedir. İbnu´l-Münzir, hadisin “uyku”yu âmm bir tarzda zikretmiş olması sebebiyle bununda bir hades sayılması gereğine meyleder. Bu hadisi İbnu Hüzeyme ve bazıları “sahih” addetmiştir.
Halbuki, ayakta veya oturarak uyumanın abdesti bozmayacağına hükmedenler “uyku´nun hades değil, hadesin sebebi olduğunu benimsemişlerdir.
4- Hz. Ali (radıyallahu anh)´in rivayetinde, “gözler halkanın bağıdır” denmekte, bununla gözle yel tutma arasındaki irtibat belirtilmektedir. Halka diye çevirdiğimiz seh, insanın mak´adı ma´nâsına geldiği gibi anüs ma´nâsına da gelmektedir. Şu halde, hadiste uyuyan kimsenin kendisini kontrol edemeyip, bilhassa yel kaçması şeklinde vâki olacak hadesin farkına varamayacağı belirtilmiş oluyor. Bu açıdan, uyku hades değil, hadese sebeptir -veya fıkhî tabiriyle mazannetü´lhades´tir.- Şu halde hadis, uyanık kimsenin halkanın bağını tutup dahilden yel çıkmasına mani olacağını ifade ediyor. Uyuyunca, müteakip hadiste ifade edildiği üzere mafsallar gevşeyecek ve yel kaçması da olabilecektir.
5- Hülasa etmek gerekirse bu meselede dokuz görüş ortaya çıkmıştır.
1) Hangi halde olunursa olunsun uyku abdesti bozmaz. Bu görüşte olanlar Hz.Enes´ten yapılan şu rivayete dayanırlar: “Resulullah´ın ashabı yatsıyı beklerken başları (sağa sola) dalgalanacak kadar uyurlardı, sonra abdest almadan namazlarını kılarlardı.” Bunlara göre “uyku abdesti bozsaydı Allah bunu vahiy ile bildirirdi.”
2) Uyku her durumda abdesti bozar. Az da olsa, çok da olsa farketmez, otururken de yatarken de, hangi hal üzere olunursa olunsun. Bunda Safvân Hadisi´ne dayanırlar: “Biz seferde iken Resulullah bize emirde bulunarak cenâbet hali hariç, büyük abdest bozma, küçük abdest bozma, uyuma gibi hallerin hiç birinde mestlerimizi üç gün üç gece çıkarmamamızı söylerdi.”
3) Çok uyku her bir durumda abdesti bozar, azı hiçbir durumda bozmaz. Sübülü´s-Selam´da bunların uykuyu tek başına abdest bozucu görmedikleri belirtilir.
4) Namaz kılan kimsenin hey´eti üzerine dururken uyuyanın uykusu namazı bozmaz: Rükû, sücud, kıyam, kuûd (oturma) halleri gibi.. Bu durumlardan birinde uyuyanın namazı bozulmaz. Yan yatarak, sırt üstü yatarak uyuyanın abdesti bozulur.
5) Rükû ve secde halinde olanın uykusu abdesti bozar. Ahmed İbnu Hanbel böyle demiştir.
6) Rükû ve secde dışındaki uyku abdesti bozar. Böyle diyenler Ahmed İbnu
Hanbel´in Zühd´de ki bir rivayetini esas alırlar.
“Kul secde ederken uyursa Allâh-u Zülcelal Hazretleri şöyle der: “Kuluma bakın. Ruhu benim yanımda, kendisi ise bana secde ediyor.”
Burada secde mevzubahistir, kıyasla rükûya da dahil etmişlerdir.
7) Sadece secde edenin uykusu abdesti bozar. Bu da Ahmed İbnu Hanbel´den rivayet edilmiştir.
8) Namazda, hangi hal üzere uyunursa uyunsun abdest bozulmaz, namazın dışında uyku abdesti bozar. İmam Şâfiî ve hatta Ebû Hanîfe´ye de nisbet edilen zayıf bir görüştür.
9) Mak´adı (oturağı) yere sağlam şekilde oturmuş olarak uyuyanın abdesti bozulmaz, aksi halde az uyusa da çok uyusa da; namazın içinde de dışında da olsa bozulur. Şâfiînin görüşü budur.
Sübülü´s-Selam´da Emîr el-Yemânî der ki: “En doğrusu şudur: İnsanda şuur kalmayacak şekilde galebe çalan uyku (ennevmü´lmüsteğrik), abdesti bozar.”
Son olarak Hanefîlerin görüşünü kaydedelim: “Yan yatarak veya bağdaş kurarak veya dirseklere dayanarak veya ayakları oturak yerinin altından bir tarafa uzatarak yahut namaz haricinde secde eder gibi bir vaziyette bulunarak uyumak; veya oturup uyuyan kimsenin uyanmaksızın, oturağı, yerinden tamamen yukarı kalkacak olsa abdesti bozulur. Oturağı yere tam yerleşmiş vaziyette oturarak uyumak, namazda iken ayakta veya oturarak veya rüku ve secde halinde uyumak abdesti bozmaz.”[320]
ـ3679 ـ5ـ وعن عبيداللّه بن عبداللّه بن عتبة قال: ]دَخَلْتُ عَلى عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها، فَقُلْتُ لَهَا: أَ تُحَدِّثِينِى عَنْ مَرَضِ رسولِ اللّهِ #؟ فقَالَتْ: بَلَى، ثَقُلَ النّبىُّ #، فقَالَ: أصَلّى النَّاسُ؟ قُلْنَا: َ، وَهُمْ يَنْتَظِرُونَكَ يَا رسولَ اللّهِ قَالَ: ضَعُوا لِى مَاءَ في المِخْضَبِ. قَالَتْ: فَفَعَلْنَا فَاغْتَسَلَ، ثُمّ ذَهَبَ لِيَنُوءَ فَأغْمِىَ عَلَيْهِ، ثُمّ أفَاقَ، فقَالَ: أصَلّى النَّاسُ؟ فَقُلْنَا: َ وَهُمْ يَنْتَظِرُونَكَ يَا رَسولَ اللّهِ. قالَ: ضَعُوا لِى مَاءً في الْمِخْضَبِ فَفَعَلْنَا فَاغْتَسَلَ، ثُمَّ ذَهبَ لِيَنُوءَ فَأغْمِىَ عَلَيْهِ، ثُمَّ أفَاقَ، فقَالَ: أصَلّى النَّاسُ؟ فَقُلْنَا: َ وَهُمْ يَنْتَظِرونَكَ يَا رَسُولَ اللّهِ. قالَتْ: وَالنَّاسُ عُكُوفٌ يَنْتَظِروُنَ رسُولَ اللّهِ # لِصََةِ عِشَاءِ اŒخِرَةِ[. أخرجه
الشيخان.وهو طرف من حديث طويل أخرجاه، وسيجئ في حرف الميم في ذكر وفاة رسول اللّه # من كتاب الموت.»المِخْضَبُ«: المركن واجانة.وقوله »لِيَنُوءَ«: أى لينهض ليقوم .
5. (3679)- Ubeydullah İbnu Abdillah İbni Utbe anlatıyor: “Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´nin yanına girip, kendisine:
“Bana Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hastalığından bahsetmez misiniz ” dedim.
“Elbette” dedi ve anlattı: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hastalığı ağırlaşmıştı. Bir ara:
“Halk namazı kıldı mı ” diye sordu.
“Hayır ey Allah´ın Resûlü, sizi bekliyorlar” dedik.
“Benim için leğene su koyun!” diye emrettiler. Dediğini yaptık. Yıkandılar. Sonra kalkmaya çalıştı. Ancak üzerine baygınlık geldi. Az sonra açıldı. Tekrar: “Halk namazı kıldı mı ” diye sordu.
“Hayır, ey Allah´ın Resulü, sizi bekliyorlar!” dedik. Halk oturmuş, yatsıyı kılmak üzere Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı bekliyordu.”[321]
[322]
ـ3680 ـ6ـ وعن أسماء بنت أبي بكر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهَا قَالَتْ: في صََةِ الْكُسُوفِ قُمْتُ حَتّى تَجََّنِي الْغَشْي، وَجَعَلْتُ أصُبُّ فَوْقَ رَأسِِى مَاءً. قالَ عُرْوَةُ رَحِمَهُ اللّهُ وَلَمْ تَتَوضّأ[. أخرجه الشيخان .
6. (3680)- Esma Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ), küsuf namazıyla ilgili rivayetinde der ki: “… Ben de (Resulullah´a uyarak) namaza durdum. (Namazı öylesine uzattı ki) üzerime baygınlık geldi. Başımın üzerine su dökmeye başladım.”
Urve rahimehullah der ki: “Abdest almadı.”[323]
AÇIKLAMA:
1- Bu sonuncu rivayet, Esma (radıyallahu anhâ)´nın uzunca bir rivayetinden bir parçadır. Buhârî ve Müslim´de tamamı tahric edilmiştir. Rivayette, mevzumuzu ilgilendirmeyen diğer bir kısım teferruat meyanında Hz.Esmâ´nın, uzunca kılınan bir küsuf namazı sırasında üzerine baygınlık geldiği, buna tedbir olarak tepesine su boşalttığı baygınlıktan sonra abdest tazelemeden namaza devam ettiği anlatılmaktadır. Muhaddisler, hadisin böyle parçalanarak içindeki fıkha göre parça parça rivayet edilmesini “caiz!” görürler. Hadiste bu davranış çeşidine taktî´u´lhadis denir.
2- Burada Esma (radıyallahu anhâ), üzerine baygınlık geldiğini söylemektedir. Ancak, akıl ve şuurunu kaybetme derecesinde bir baygınlık değildir. Çünkü kendisine su dökerek tedavi uygulayabilmektedir. Âlimler bu durumu nazar-ı dikkate alarak, hafif baygınlık geçirmek abdesti bozmaz diye değerlendirmişlerdir.[324]
DÖRDÜNCÜ FER:
ATEŞTE PİŞENİN YENMESİ
(Bu iki çeşittir: Abdest gerektiren; abdest gerektirmeyen)
BİRİNCİ ÇEŞİT:
ABDEST GEREKTİREN
ـ3681 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّهُ وَجَدَهُ عَبْدُاللّهِ بنُ قَارِظٍ يَتَوضّأ عَلى المَسْجِدِ، فَقَالَ: إنَّمَا أتَوَضّأ مِنْ أثْوَارِ أقِطٍ أكَلَتُهَا ‘نِّى سَمِعْتُ رَسولَ اللّهِ # يَقُولُ: تَوَضّئُوا مِمّا مَسّتِ النَّارُ[. أخرجه الخمسة إ البخارى، وهذا لفظ مسلم، وله عن عائشة مثله.»ا‘ثْوَارُ«: جمع ثور، وهى: قطعة من ا‘قط، وهو لبن جامد مستحجر .
1. (3681)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)´den nakledildiğine göre, Ebû Hüreyre mescidde abdest alırken yanına Abdullah İbnu Kârız gelir. Ona, Ebû Hüreyre şu açıklamayı yapar: “Bir keş (kurumuş çökelek) parçası yedim, bu sebeple abdest alıyorum. Çünkü ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “Ateşte pişen şeyler yiyince abdest alın” dediğini işittim.”[325]
AÇIKLAMA:
Ateşte pişen bir nesne yenilince abdest tazelemek gerektiği hususu münakaşa edilmiştir. Selef ve halef ülemâsı ekseriyetle ateşte pişen şeyin abdesti bozmayacağına hükmetmiştir. Ancak bir grup ülemâ da sadedinde olduğumuz hadisle amel ederek ateşte pişen yenilince abdest tazelemenin vacib olduğuna hükmetmiştir. İbnu Ömer, Ebû Talha, Enes İbnu Mâlik, Ebû Musa, Hz. Âişe, Zeyd İbnu Sâbit, Ebû Hüreyre, Ömer İbnu Abdilaziz, Ebû Kılâbe, Hasan Basrî ve bazıları bu görüştedir.
Abdest gerekmeyeceğine kâni olan ekseriyet, bunlara birkaç açıdan cevap vermişlerdir.
* Nesh: 2684 numaralı Câbir hadisini gösterilerek sadedinde olduğumuz hadisin neshedildiği söylenmiştir. İşaret ettiğimiz hadisin bazı vecihlerinde Hz. Câbir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın en son iki icraatından biri, ateşin değiştirdiğinden abdest alma mecburiyetinin terkidir” demiştir.
* Ateşin değiştirdiğinden abdest emri istihbab ifade eder, vücub değil. Hattâbî ve İbnu Teymiye bu kanaattedir.
* Abdestten murad, bu meselede ağız ve ellerin yıkanmasıdır, namaz abdesti değil. Bu yorum zayıf bulunmuştur.
* Meseleyi Hülefayı Râşîdîn´in tatbikatına bakarak çözmeyi esas alan muhakkik âlimler, onların ateşte pişen birşey yedikleri zaman abdest tazelemediklerini tesbit ederler. Bir rivayette Hz. Câbir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la, Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ) ile ekmek, et yedim; namaz kıldık, onlar abdest almadılar” der.
Ateşte pişen yenilince abdestin terkiyle ilgili başka rivayetler de var. Bazılarını müteakiben zikredeceğiz. Abdesti gerekli görmeyenler arasında Hz. Ebû Bekr, Hz.Osman, Hz. Ali, Hz. Ömer, İbnu Mes´ud, İbnu Abbâs, Âmir İbnu Rebî´a, Ebû Ümâme, Muğire İbnu Şu´be, Câbir, (radıyallahu anhüm); Tâbiîn´den Ubeyde es-Selmânî, Sâlim İbnu Abdillah, Kasım İbnu Muhammed, Mâlik, Şafiî ve ashabı, Hicaz ehli, Süfyân Sevrî, Ebû Hanîfe ve Ehl-i Kûfe, İbnu´l-Mübârek, Ahmed İbnu Hanbel, İshak İbnu Râhûye vs. vardır.
Râcih olan, ekseriyetin tercihi olduğu açıktır.[326]
İKİNCİ ÇEŞİT:
ABDESTİ GEREKTİRMEYEN
ـ3682 ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ النّبىَّ # أكَلَ كَتْفَ شَاةٍ وَصَلّى، وَلَمْ يَتَوضّأ[. أخرجه الستة إ الترمذي، وهذا لفظ الشيخين.وللبخارى أخرى: »أنَّهُ انْتَشَلَ عَرْقاً مِنْ قِدْرٍ«.ولمسلم: »أنَّهُ انْتَهَشَ مِنْ كَتِفٍ، ثُمّ صَلّى وَلَمْ يَتَوضّأ«.»انْتَشَلَ العَرْقَ«: أخَذَه بيده من القدر.و»الْعَرْقُ«: العظم إذا كان عليه لحم.و»انْتَهَشَ اللحَمَ«: بشين معجمة وغير معجمة: أخذه بمقدم أسنانه.
1. (3682)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) koyun budu yedi ve namaz kıldı, abdest almadı.”[327]
Buhârî´nin bir başka rivayetinde: “Tencereden eliyle etli kemik aldı” denmiştir.
Müslim´in bir rivayetinde: “Budu kemirdi, sonra namaz kıldı, abdest tazelemedi” denmiştir.[328]
ـ3683 ـ2ـ وعن عمرو بن أُمية الضمرى رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنّهُ رَأى رَسولَ اللّهِ # يَحْتَزُّ مِنْ كَتِفِ شَاةٍ بِيَدِهِ فَدُعِىَ إلى الصََّةِ فَألقَى السِّكِّينَ الَّذِى يَحْتَزُّ بِهَا ثُمَّ قَامَ فَصَلّى وَلَمْ يَتَوضّأ[. أخرجه الشيخان والترمذي، وهذا لفظ الشيخين .
2. (3683)- Amr İbnu Ümeyye ed-Damrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı gördüm, elindeki koyun budundan parça kesiyordu, ezan okundu. Hemen et dildiği bıçağı bırakıp namaza koştu, abdest almadı.”[329]
ـ3684 ـ3ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]خَرَجَ رَسولُ اللّهِ # وَأنَا مَعَهُ فدَخَلَ عَلى امْرَأةٍ مِنَ ا‘نْصَارِ، فذَبَحَتْ لَهُ شَاةً، وَأتَتْ بِقِنَاعٍ مِنْ رُطْبٍ فَأكَلَ مِنْهُ ثُمّ تَوَضّأ لِلظُّهْرِ وَصَلّى، ثُمّ انْصَرَفَ فَأتَتْهُ بِعَُلَةٍ مِنْ عَُلَةِ الشّاةِ فأكَلَ ثُمّ صَلّى الْعَصْرَ وَلَمْ يَتَوَضّأ[. أخرجه ا‘ربعة، وهذا لفظ الترمذي.و‘بي داود والنسائي قال: ]كَانَ آخِرُ ا‘مْرَيْنِ مِنْ رَسولِ اللّهِ # تَرْكُ الْوُضُوءِ مِمّا غَيّرَتِ النَّارُ[. »الْقِنَاعُ«: الطبق.»والعلة«: بقية الشئ .3.
(3684)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) çıktı, beraberinde ben de vardım. Ensârdan bir kadına uğradı. Kadın ona bir koyun kesti. Bir tabak tâze hurma getirdi, ondan yeyip sonra öğle için abdest aldı ve namaz kıldı. Sonra (namazdan) ayrıldı. Kadın ona koyundan arta kalan birşeyler getirdi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu da yiyip ikindiyi kıldı, bu sırada abdest almadı.”[330]
Ebû Dâvud ve Nesâî´nin rivayetinde: “Resûlullah´ın son iki icraatından biri, ateşin değiştirdiğinden abdest almayı terketmekti” denmiştir.[331]
ـ3685 ـ4ـ وعن عبيد بن ثمامة المرادى قال: ]قَدِمَ عَلَيْنَا مِصْرَ عَبْدُاللّهِ بنُ الحَارِثِ ابن جَزْءِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه مِنْ أصْحَابِ رسولِ اللّهِ # فَسَمِعْتُهُ يُحَدِّثُ في مَسْجِدِ مِصْرَ قالَ: لَقَدْ رَأيْتُنِى سَابِعَ سَبْعَةٍ، أوْ سَادِسَ سِتّةٍ مَعَ رَسُولِ اللّهِ # في دَارِ رَجُلٍ فَمَرّ بَِلٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَنَادَهُ بِالصََّةِ فَخَرَجْنَا، فَمَرَرْنَا بِرَجُلٍ وَبُرْمَتُهُ عَلى النَّارِ، فقَالَ لَهُ النّبىُّ #: أطَابَتْ بُرْمَتُكَ؟ قالَ: نَعَمْ، بِأبِى أنْتَ وَأُمِّى، فَتَنَاوَلَ مِنْهَا بَضْعَةً، فَلَمْ يَزَلْ يَعْلُكُهَا حَتّى أحْرَمَ بِالصَّةِ، وَأنَا أنْظُرُ إلَيْهِ[. أخرجه أبو داود .
4. (3685)- Ubeyd İbnu Sümâme el-Murâdî anlatıyor: “Abdullah İbnu´l-Hâris İbni Cez´ (radıyallahu anh), Mısır´a yanımıza geldi. Kendisi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ashabından idi. Mısır Camii´nde şu hadisi anlatırken işittim: “Ben öyle hatırlıyorum ki, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la bir adamın evinde oturan yedi kişiden yedincisi veya altıdan altıncısıydım. Derken Bilâl (radıyallahu anh) geçti ve ezan okudu. Biz de çıktık. Giderken bir adama uğradık, tenceresi ateş üstündeydi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: “Tenceren yeterince pişti mi ” diye sordu. Adam:
“Evet, annem babam sana feda olsun!” dedi. Resulullah bunun üzerine bir parça aldı. Çiğnemesi devam ederken namaz için iftitah tekbiri aldı. Ben bu sırada ona bakıyordum.”[332]
ـ3686 ـ5ـ وعن سويد بن النعمان رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]خََرَجْنَا مَعَ النبىّ # عَامَ خَيْبَرَ حَتّى إذَا كُنَّا بِالصّهْباءِ، وَهِىَ مِنْ أدْنَى خَيْبَرَ صَلّى رَسولُ اللّهِ # الْعَصْرَ، فَلمّا صَلّى دَعَا بِا‘طْعِمَةِ، فَلَمْ يُؤْتَ إّ بِسَويقِ فَأمَرَ بِهِ فَثُرَي، فَأكلَ وَأكَلْنَا، ثُمّ قَامَ إلى المَغْرِبِ فَمَضْمَضَ وَمَضْمَضْنَا، وَلَمْ يَتَوضّأ[. أخرجه البخارى ومالك والنسائي.»ثُرِّيَ«: أى بلّ بالماء.
5. (3686)- Süveyd İbnu´n-Nu´mân (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hayber Seferine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte çıktık. Hayber yakınlarında olan Sahbâ´ya vardığımız zaman Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ikindi namazı kıldı. Namaz bitince yiyecek getirilmesini ferman buyurdu. Sadece kavut getirilmişti. Bunun su ile ıslatılmasını emir buyurdu.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da, biz de ondan yedik. Sonra akşam namazına kalktı. Ağzını mazmaza etti. Biz de ağızlarımızı mazmaza ettik. Fakat abdest almadı.”[333]
,ـ3687 ـ6ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # شَرِبَ لَبَناً فَلَمْ يَتَمَضْمَضْ وَلَمْ يَتَوضّأ وَصَلّى[. أخرجه أبو داود.الفرع الخامس: في لحوم ا“بل
6. (3687)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) süt içti. Ne mazmaza yaptı ne abdest aldı; namazını kıldı.”[334]
AÇIKLAMA:
1- Burada kaydedilen altı hadisten her biri ateşte pişen bir şey yendikten sonra abdest alınmayacağını ifade eden sünnetleri aksettirmektedir. Bu mesele ile ilgili gerekli açıklamaları 3681 numaralı hadiste yaptığımız için burada tekrar etmeyeceğiz.
2- Son rivayetteki yıkama, sadece ağzın yıkanmasıdır, abdest değildir. Esâsen ağızda yemek kırıntıları olduğu halde namaza durmayı Resulullah nehyetmiş, melekleri en ziyade rahatsız eden bir durum olarak tavsif buyurmuştur, daha önce kaydettik.[335]
BEŞİNCİ FER´
DEVE ETLERİ
ـ3688 ـ1ـ عن جابر بن سمرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَجًُ سألَ رسولَ اللّهِ # أتَوَضّأ مِنْ لُحُومِ الْغَنَمِ؟ قال: إنْ شِئْتَ فَتَوضّأ، وَإنْ شِئْتَ فََ تَتَوضّأ. قالَ: أتَوَضّأ مِنْ لُحُومِ ا“بِلِ؟ قالَ: نَعَمْ. فَتَوضّأ مِنْ لُحُومِ ا“بِلِ. قالَ: أُصَلّى في مَرَابِضِ الْغَنَمِ؟ قالَ: نَعَمْ. قالَ: أُصَلِّى في مَبَارِكِ ا“بِلِ؟ قالَ: َ[. أخرجه مسلم .
1. (3688)- Câbir İbnu Semure (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek:
“Koyun eti sebebiyle abdest alayım mı ” diye sordu:
“Dilersen abdest al, dilemezsen alma!” diye cevap verdi. Adam bunun üzerine:
“Deve eti sebebiyle abdest alayım mı ” diye sordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer:
“Evet, deve eti sebebiyle abdest al!” cevabını verdi. Adam tekrar:
“Koyun ağıllarında namaz kılayım mı ” diye bir başka sual sordu:
“Evet!” cevabını aldı. Tekrar sordu:
“Pekala, deve ağıllarında namaz kılayım mı ”
“Hayır!” buyurdu Aleyhissalâtu vesselâm.”[336]
ـ3689 ـ2ـ و‘بي داود والترمذي، عن البراء رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]َ تُصَلُّوا في مَبَارِكِ ا“بِلِ فإنّهَا مِنَ الشَّيَاطِينِ، وَسُئِلَ عَنْ مَرَابِضِ الْغَنَمِ. فَقَالَ صَلُّوا فِيهَا فإنّهَا بَرَكَةٌ[ .
2. (3689)- Ebû Dâvud ve Tirmizî´de Berâ (radıyallahu anh)´nın rivayetlerine göre Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiştir:
“Deve ağıllarında namaz kılmayın, çünkü onlar şeytandandır.
Koyun ağıllarından soruldu:
“Oralarda kılın, çünkü onlar berekettir” buyurdular.”[337]
AÇIKLAMA:
1- Yukarıda kaydettiğimiz Müslim hadisi, deve etinin abdesti bozacağını belirtiyor. Ancak ülemâ bu meselede ihtilaf eder. Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz.Ali, Hz. Osman, Abdullah İbnu Mes´ud, Übeyy İbnu Ka´b, Abdullah İbnu Abbâs, Ebû´d-Derdâ, Ebû Talha (radıyallahu anhüm) ve Tâbiîn ve Etbaut-Tabiîn´in cumhuru bu meyanda Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî hazeratı deve eti yemenin abdesti bozmayacağını söylerler.
Ahmed İbnu Hanbel, İshâk, Yahya İbnu Yahya, Ebû Bekr İbnu´l-Münzir, İbnu Huzeyme, İmam Beyhakî gibi bazı büyükler de deve eti yemenin abdesti bozacağına hükmederler.
Cumhur-u ülemâ, deve etinin abdesti bozacağına hükmedenlere 3684 numarada Hz. Câbir (radıyallahu anh)´den kaydettiğimiz Ebû Dâvud hadisiyle cevap verirler. Orada “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın en son iki icraatından birinin ateşte pişen şeyi yemek sebebiyle abdest almayı terketmek olduğu” ifade edilmektedir. Dolayısıyla cumhur, o amelle, bu hadislerin mehsuh olduğuna hükmetmiştir.
2- Koyun ve deve ağıllarında namaz kılma meselesine gelince: Hz. Berâ (radıyallahu anh)´nın rivayetine göre, koyun ağıllarında namaz kılmak caizdir. Ülemânın hükmü de böyledir, zira aleyhte delil mevcut değildir. Deve ağıllarında namaz mekruhtur. Umumiyetle kerâhet-i tenzîhiyye denmiştir. Ancak deve pisliğine necâset diyenler, pisliğin bulunması halinde, deve ağıllarındaki namaza kerâhet-i tahrîmiye hükmünü vermiştir. Sebebi hususunda ihtilaf edilmiştir. Bazı âlimler, deve ağıllarının koyun ağılığından daha pis koktuğunu sebep göstermiştir. Çünkü necislik yönüden aralarında fark gözetilmemiştir.Yani birinin sidik veya gübresi diğerine göre daha galiz veya daha hafif iddiasında bulunulmamıştır. Sözgelimi, Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî rahimehümâllah her iki hayvanın sidiklerinin necis olduğunu söylerken, İmam Mâlik her ikisinin de temiz olduğunu söylemiştir.
Bazı âlimler, hadisteki yasağın deve ağıllarına kazayı hâcet için oturmaya müteallik olduğunu söylemiş; bazıları da: “Develer ürkek olduğu için, namaz kılan kimse endişe içinde namazını kılarak huzur bulamayacak, belki de namazını bozacak; bu sebeple nehiy vârid olmuştur” demiştir.
Esasen hadiste gelene: “Çünkü onlar şeytandandır” ibaresi bu çeşit ma´nâları çıkarmaya elverişli mutlak bir ifadedir. “Develerin şeytandan olması” demek, onlardan şeytana yaraşan kötü işler sudûr etmesi demektir. Veliyyü´d-Din el-Irâkî der ki: “Onlar şeytandandır” sözünün, hakikatı üzere olma ihtimali de var, çünkü onların nefisleri şeytandır, nitekim Kûfe ülemâsı, şeytanı: “İns, cin ve hayvandan her bir mütecâviz, mütemerriddir.” diye tarif etmiştir..” der. Kini, intikamıyla meşhur olan devenin bu ma´nâda şeytan olarak tavsifi lisan-ı nübüvvete pek muvafıktır ve hayatları hep develerle geçen insanlara ihtiyat uyarısı ziyadesiyle yerindedir.
Koyunların bereket olarak yadedilmesi de onların mizaçlarına muvafık bir tabirdir. Onlarda, develerdeki gibi fıtrî bir temerrüd ve tecavüz ve kin yoktur. Mûnis ve uysal hayvanlardır. Hatta, hadisin Şâfiî hazretlerinin kaydettiği vechinde “sekîne” tabiri de koyunların tavsifi zımnında gelmiştir. Yani “sükûnet, emniyet sahibi mahluklardır” demek olur. Öyleyse hadis, “onların içinde namaz kılacak kimse, onlardan tecavüz gelecek endişesine düşmez, namazını bozmaz, huzur içinde kılar” demek istemiştir.[338]
ALTINCI FER´:
MÜTEFERRİK HADİSLER
ـ3690 ـ1ـ عن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنَّا َ نَتَوضّأ مِنْ مَوْطِئٍ، وَ نَكُفُّ شَعْراً وََ ثَوْباً[. أخرجه أو داود. »الموطئ«: ما يوطأ في الطريق من ا‘ذى .
1. (3690)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz, yollarda ayağa bulaşan pislik sebebiyle abdest tazelemezdik.”[339]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen mevti´, yollarda ayağa bulaşan pisliktir. Hattâbî, İbnu Mes´ud´un “ayağa bulaşan pislik sebebiyle abdesti yenilemezdik, iade etmezdik” demek istediğini belirtir. Irâkî, buradaki vudû (abdest) kelimesinin lügavî ma´nâsında olma ihtimalini belirtir. Lügatte yıkamak ma´nâsında olduğuna göre “ayağa bulaşan pisliği yıkamazdık” ma´nâsına gelebileceğini belirtir. İmam Beyhakî, “Bundan maksad kuru pisliktir. Yürüyen kimsenin ayakları yoldaki kuru pisliklere değmekle kirlenmiş sayılmaz, Ashab bu nevi pisliklere değdi diye ayaklarını yıkamazlardı” der. Hatta Marifet adlı kitabına şöyle bir bab açar: “Kişinin üzerine ayağıyla bastığı veya elbisesini değdirdiği kuru pisliğin hükmünü beyan bâbı…”
Tirmizî der ki: “Bu, ilim ehlinden birçoğunun benimsediği görüştür. Derler ki: “Kişi, pis bir yere basarsa, ayağını yıkaması vacib değildir, yeter ki bu pislik yaş olmasın. Yaş ise, sadece değdiği yeri yıkaması yeterlidir, (abdestini iade etmesi gerekmez).”[340]
ـ3691 ـ2ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]بَيْنَمَا رَجُلٌ يُصَلِّى مُسْبًِ إزَارَهُ. إذْ قالَ لَهُ رسولُ اللّهِ #: اذْهَبْ فَتَوضّأ. فَذَهَبَ فَتَوَضّأ، ثُمّ جَاءَ ثُمّ قالَ: اذْهَبْ فَتَوَضّأ. فَذَهَبَ فَتَوَضّأ. ثُمَّ جَاءَ فقَالَ رَجُلٌ: يَا رسولَ اللّهِ # مَالَكَ، أمَرْتَهُ
أنْ يَتَوضّأ؟ فقَالَ: إنَّهُ كَانَ يُصَلِّى وَهُوَ مُسْبِلٌ إزَارَهُ وَإنَّ اللّهَ َ يَقْبَلُ صََةَ رَجُلٍ مُسْبِلٍ إزَارَهُ[. أخرجه أبو داود .
2. (3691)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam izarını salmış olarak namaz kılarken, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona:
“Git, abdest al!” ferman buyurdu. Adam gitti abdest aldı, sonra gelip tekrar namaza durdu. [Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) tekrar]:
“Git abdest al!” emretti. Adam gitti, abdest aldı, geri geldi. Bir adam:
“Ey Allah´ın Resûlü, ona niye abdest almasını emir buyurdunuz ” diye sordu.
“O, dedi, izârını sarkıtmış olarak namaz kılıyordu. Allah, izarını sarkıtan erkeğin namazını kabul buyurmaz.!”[341]
AÇIKLAMA:
1- İzâr: Belden aşağı giyilen libasa denir. Kadınların eteği gibi, veya banyodan çıkınca belden aşağıya örtmek üzere sarılan uzunca havlu. Erkeklerde bu alt giysinin uzunluğu baldır ortalarına kadar uzamalıdır. Daha uzunu şer´an hoş karşılanmamıştır. Hele topuklardan aşağı inecek kadar uzatılması mekruhtur. İşte isbâl, izâr´ın yere değecek kadar uzun tutulmasıdır. Bu, kadınlarda meşrudur. Hatta kadınlarda yerde sürünmesine bile cevaz verilmiştir. Ancak erkeklerde bu, kibir alameti, kadınlara benzeme kabul edilmiş, hoş karşılanmamıştır. Hattâ hadiste: “İzar´dan topuklardan aşağı inen kısım ateştedir” buyurulmuştur. Gerçi bu ifade kadınlara da şâmil gözükmekte ise de ülemâ, başka rivayetleri de nazar-ı dikkate alarak kadınların uzatabileceğini belirtmiştir, ancak bu, onlar hakkında da bir cevazdır, vecibe değil. Bu mevzuya libasla ilgili bölümde (5233-5304) geniş yer vereceğiz (5242. hadis)
2- Burada hatıra gelen bir husus şudur: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), adama abdest tazelemeyi emretmiştir, ama adam abdestsiz değildir. Yani, ikinci adamın sorusuna Aleyhissalâtu vesselâm´ın verdiği cevabtan anlıyoruz ki, adam abdestsiz olduğu için değil, izârını uzun giydiği için abdest tazelemeyi emretmiştir. Bu iki durum arasında irtibat bulamayan âlimler şöyle bir izah getirmişlerdir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona abdesti emretmiştir, ta ki, günahkâr kimselere, hatalarına abdestin bir kefâret olduğuna ve onları hatalara sevkeden gadab ve benzeri şeyleri de izale ettiğini bildirsin ve bunu içlerine iyice yerleştirsin.”
Tîbî´nin açıklaması da şöyle: “Adam abdestli olduğu halde kendisine abdest emredilmesindeki sır, adamın bu emrin sebebi hususunda tefekkür etmesi ve işlediği fiilin şenâetine (çirkinliğine) ve Cenâb-ı Hakk´ın, -zâhirî temizlik, bâtinî temizliğe müessir olmasına binaen- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zâhirî temizlik emrinin bereketiyle bâtınını da tekebbür ve gurur kirlerinden temizleyeceğine vakıf olmasını sağlamaktır.”
Bazı şârihler: “Hadiste, izarı fazla uzatmanın şiddetli bir çirkinlik olduğuna ve Cenâb-ı Hakk´ın böyle, elbisenini uzatarak namaz kılanların namazını kabul etmeyeceğine ve bu kimseye namazı da abdesti de iade etmesi gerekeceğine delil var” demiştir.[342]
ALTINCI BAB
MEST ÜZERİNE MESH ETMEK
UMÛMÎ AÇIKLAMA
Mesh, Arapçada elle değmek, elle temas etmek ma´nâsına gelir. Dinimiz bir kolaylık olmak üzere abdest alırken, mukimlere 24 saat, misafirlere üç gün üç gece olmak üzere, mest üzerinden meshetmeye ve mestleri çıkararak ayakları yıkama zahmetine girmemeye ruhsat tanımıştır. Tanınan bu ruhsat sadece mest için değil, onun yerine geçebilecek çizme, potin, bot gibi ayakları topuklara kadar örten her çeşit ayakkabıları ve hatta kendileriyle üç mil kadar yürünebilecek derecede kuvvetli, kalın çoraplar ve konçlu aba terlikler içindir.
Sünnete uygun mesh şöyle yapılır: Mestin üzerine ayağın parmakları ucundan aşık kemiklerini aşmak üzere inciklere doğru, açık vaziyetteki el parmakları sürülür. Sağ ayak sağ elle, sol ayak sol elle meshedilir. Bu maksadla eller, temiz su ile ıslatılmış olmalıdır. Topukları örtmeyen mestlere mesh yapılmaz. Mestlerden birinde, topuktan aşağı kısımda ayak parmaklarından küçüğü ile üç parmak büyüklüğünde yırtık, sökük ve delik varsa mesh câiz olmaz. İki ayaktaki bu yırtıklar cemedilmez, birindeki yırtıklar cemedilir. Mestler bağsız olarak ayakta duracak derecede kalın olmalı, dışarıdan suyu hemen emmemelidir. Meshin yapılabilmesi için, ayağın ön kısmında en az üç küçük el parmağı kadar bir kısım olmalıdır. Ayağın birini yıkayıp diğerini meshetmek câiz olmaz.[343]
ـ3692 ـ1ـ عن المغيرة بن شعبة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ مَعَ النَّبىِّ # فقَالَ: يَا مُغِيرَةُ خَذِ ا“دَاوَةَ؟ فَأخَذْتُهَا. فَانْطَلَقَ رسولُ اللّهِ # حَتّى تَوَارَى عَنِّى فَقَضَى حَاجَتَهُ، وَعَلَيْهِ جُبَّةٌ شَامِيَّةٌ، فَذَهَبَ لِيُخْرِجَ يَدَهُ مِنْ كُمِّهَا فَضَاقَتْ. فَأخْرَجَ يَدَهُ مِنْ أسْفَلِهَا فَصبَبْتُ عَلَيْهِ فَتَوَضّأ وُضُوءَهُ لِلصََّةِ وَمَسَحَ عَلى خُفَّيْهِ، ثُمَّ صَلّى[. أخرجه الستة .
1. (3692)- Muğire İbnu Şu´be (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la beraberdim. Bana:
“Ey Muğire, su kabını al!” emretti. Ben de onu aldım. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) [la tenhaya gittik. O] benim gözümden kayboldu, kazayı hâcet yaptı, (geri döndü). Üzerinde Şâmî bir cübbe vardı. (Abdest almak için hazırlık yaptı. Cübbesinin yenlerini çemreyip) kollarını çıkarmaya çalıştı. Ancak (yenler) dardı. Ellerini (yenlerin uç kısmından geri çıkarıp cübbeyi sırtına koyup kollarını) alttan çıkardı. Ben su döktüm, namaz için abdest aldı. Mestleri üzerine meshetti, sonra namaz kıldı.”[344]
ـ3693 ـ2ـ وفي أخرى قال:]فَأهْوَيْتُ ‘نْزِعَ خُفَّيْهِ. فقَالَ: دَعْهُمَا فإنِّى أدْخَلْتُهُمَا طَاهِرِتَيْنِ فَمَسَحَ عَلَيْهَا[. هذا لفظ الشيخين .
2. (3693)- Bir diğer rivayette: “Mestlerini çıkarmada yardımcı olmak için eğildim. Bana:
“Bırak onları, zira ben, abdestli olarak mestlerimi giyindim” buyurdu ve üzerlerine meshetti.” Bu Sahiheyn´in lafzıdır.[345]
ـ3694 ـ3ـ ولمسلم رحمه اللّه في أخرى: ]أنَّ النبىَّ # مَسَحَ عَلى الخُفَّيْنِ وَمُقَدَّمِ رَأسِهِ وَعلى عِمَامَتِهِ[ .
3. (3694)- “Müslim merhumun bir diğer rivayetinde: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestleri, başının ön kısmı (alnı) ve sarığı üzerine meshetti” denilmiştir.[346]
ـ3695 ـ4ـ و‘بي داود في أخرى: ]أنَّ النّبىَّ # مسَحَ عَلى الخُفَّيْنِ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ: نَسِيتَ؟ فقَالَ: بَلْ أنْتَ نُسِّيتَ، بِهذَا أمَرنِى رَبِّى عَزَّ وَجَلَّ[ .
4. (3695)- Ebû Dâvud´un bir diğer rivayetinde: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestleri üzerine meshetmişti; ben:
“Ey Allah´ın Resulü! yoksa unuttunuz mu ” dedim.
“Bilakis, dedi, belki sana unutturuldu. Aziz ve celil olan Rabbim, bana böyle emretti.”[347]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis mest üzerine meshetmenin caiz olduğunu belirtmektedir. İbnu´l-Mübârek: “Mest üzerine meshetmenin cevazı hususunda Ashabta bir ihtilaf yoktur, zira kimden bu hususta menfi bir haber gelmişse, aynı zattan müsbet bir haber de sâbit olmuştur” der. İbnu Abdilberr de: “Mâlik dışında selef fakihlerinin hiçbirinden bu cevazı inkâr eden rivayet gelmemiştir” der ve ilave eder: “Mâlik´in de te´yid ettiğine dair sarih rivayet vardır.” Şâfiî, Ümm´de Mâlikîlerin meshin cevazını inkâr ettiklerine işaret ederse de bugün Mâlikîlerde iki görüş vardır:
1) Mutlak olarak caizdir
2) Mukime değil, müsâfirîne caizdir.
2- İbnu´l-Münzir, ülemânın mest üzerine meshetmek mi, yoksa mestleri çıkarıp yıkamak mı, hangisi efdal ihtilafına düştüklerini belirtir. Ona göre Hâricîlerin ve Râfizîlerin ta´nı sebebiyle meshin efdal olacağını söyleyen olmuştur. Kâide şudur: “Muhaliflerin ta´n ettiği sünnetlerin ihyası, terkinden efdaldir.”
Nevevî der ki: “Birçok sahabî, sünneti küçük görme sebebiyle olmamak kaydıyla, meshi terkedip, ayakları yıkamak efdal” demiştir. Nitekim aynı şeyi sefer sırasında namazı kasretmenin, tamamlamaya efdaliyeti hakkında da söylemişlerdir. Bir kısım huffâz, mest üzerine meshin tevâtürle sâbit olduğunu söylemiştir. Hasan Basrî bunun yetmiş sahâbî tarafından rivayet edildiğini belirtir.
3- Nevevî, mesh´in seferde ve hazerde, bir ihtiyaca mebni olsun olmasın, hatta evinde kalan kadına, yürüyemeyen sakata bile caiz olduğu hususunda icma edildiğini belirtir. Sadece İmam Mâlik´ten farklı görüşler rivayet edildiğine dikkat çektikten sonra: “Onun mezhebinde de meşhur görüş, diğer mezheplerde olduğu gibidir” der.
4- Hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın abdest bozmak üzere tenhaya gittiğini, beraberinde abdest suyu taşıdığını, abdest bozduktan sonra hemen abdest alıp, namaz kıldığını gösteriyor. Bu namaz farz namazlardan biri olmayıp, abdest alınca kılınmasını sünnet kılıp tavsiye etti iki rekatlik abdest namazı olmalıdır.
5- Abdest alırken cübbenin kolu, darlığı sebebiyle yukarıya doğru çemrenememiş, bu sebeple koldan tamamen çıkarılıp cübbe omuzda bırakılıp, kollar cübbenin altından çıkarılmıştır. Bu cübbenin önünün kapalı olduğu anlaşılmaktadır. Bu hal ihtiyaç durumunda caiz ise de cemaat arasında caiz olmayacağı, böylesi bir giyinmenin meşru sayılmayacağı açıktır.
6- 3693 numaralı rivayette geçen ibare bazı farklı anlamlara imkan tanımıştır. Şöyle ki: Resulullah´ın: “Ben mestlerimi abdestli olarak giydim” ibaresini Şâfiîler: “Abdest tamamlandıktan sonra giydim” şeklinde anlayarak, abdest tamamlanmadan giyilen mestlere mesh edilemeyeceği hükmünü çıkarmışlardır. Yani, bir insan abdest alırken ayağından yıkamaya başlasa, ayağının birini yıkayıp kurulasa ve hemen mestini giyse, diğerini de yıkayıp giyinse, sonra diğer uzuvlarını yıkasa veya normal sırayla yıkayarak ayaklarına gelse, ayaklarından birini yıkar yıkamaz mestini giyse, sonra diğerini yıkasa ve mestini giyse, bu abdesti bozulunca, o mestlerin üzerine meshedemez, çünkü mestlerini tam temizlik üzere giymemiştir. Zira ayağın biri yıkanmış, ama diğeri yıkanmadığı için tam temiz sayılmaz, tam temiz sayılmadan mestini giymiş olmaktadır. Tam temiz sayılması için abdest işi tamamen bitmiş olacak. İşte bu durumda giyilen mest Şâfiîlere göre meshetmek için elverişlidir. Bu meselede Mâlikiler, Hanbelîler ve İshak İbnu Râhûye ve Şâfiî hazretleri gibi hükmetmişlerdir.
Hanefîler bu anlayışta değildir. Abdest tamamlanmadan mest giyilmiş olsa dahi o mest üzerine meshedilebilir; yeterki, mesti giymezden önce ayak yıkanmış olsun. Süfyân Sevrî, Yahya İbnu Âdem, Müzenî, Ebû Sevr, Dâvud-u Zâhirî de Ebû Hanîfe gibi hükmederler. Abdest kemalini bulmadan mest giyilebilir.
7- Sadedinde olduğumuz hadisin 3694 numaralı vechinde mest ve sarık üzerine mesh meselesi mevzubahistir. Ülemâ arasında bu, ihtilaflı bir konudur. Şöyle ki:
* Ahmed İbnu Hanbel´e göre yalnız sarık üzerine mesh caizdir, ancak sarık abdestli iken sarılmış olmalıdır. Hz. Ebû Bekr, Ebû Ümâme, Sa´d İbnu Mâlik, Ebû´d-Derdâ, Ömer İbnu Abdilaziz, Hasan Basrî, Katâde, Evzâî, Mekhul hazeratının sarık üzerine meshettikleri rivayet edilir.
* Bunu bir kısım âlimler caiz görmezler ve “Başlarınıza meshedin” (Mâide 6) âyetiyle istidlâl ederler. Bu anlayışa göre sarık üzerine yapılan mesh, başa mesh sayılmaz. Âlimler teyemmüm sırasında yüzün üzerindeki örtüye yapılacak meshi teyemmüm için yeterli görmezler, yüze meshetmek gerekir diye hükmederler. Başa yapılacak meshi de buna benzetirler. Bu görüşü müdâfaa eden Hattâbî: “Allah başa meshetmeyi farz kıldı, sarık üzerine meshi bildiren hadis ise te´vile muhtaçtır. Öyleyse, yakînen bilinen bir husus bırakılıp ihtimalle amel edilmez”der. Urve, İbrahim Nehâî, Şâbi, Kasım İbnu Muhammed, İmam Mâlik, İmam Şâfiî, Ebû Hanîfe rahimehümullah sarık üzerine meshi caiz görmezler.
Sarık üzerine meshi caiz görenler iki şart koşarlar:
1) Sarık üst çenenin altına kadar inmelidir, büyük veya küçük olmasının farkı yoktur.
2) Sarık bütün başı kaplamalıdır, bundan sadece adete göre, açılması icabeden kulaklar ve başın ön kısmı müstesnadır. Sarık üzerine meshederken başın açık kısımlarını meshetmek müstehaptır. İbnu´l-Münzir: Kalansüve denen külah üzerine meshetmeyi kimsenin tecviz etmediğini, sadece Hz. Enes´ten kalansüve üzerine meshte bulunduğu, rivayetlerde geldiğini belirtir.
8- “Başının ön kısmına (alnına) ve sarığının üzerine meshetti” ifadesi hakkında Nevevî şu açıklamayı yapar: “Bu hadis, başın tamamına değil, bir kısmına meshetmek yeterlidir” diyen âlimlerimizin delillerindendir. Zira, eğer başın tamamına meshetmek farz olsaydı, Resûlullah bu miktarla yetinmezdi çünkü bir uzuvda hem aslı, hem bedeli meshetmek câiz değildir. Nitekim ayağın birinin üzerindeki meste meshedip, diğerini yıkamak caiz değildir. Başa meshi sarığın üzerinden tamamlamak İmam Şâfiî ve bir grup âlime göre müstehabtır. Bu, temizliğin bütün başa sirayeti için yapılır. Sarık üzerine de mesh için sarığın abdestli giyilmesi, giyilmemesi diye bir şart yoktur. Sadece sarığa meshedip başa hiç dokunmamak bizim mezhebimize göre caiz değildir. Mâlik, Ebû Hanîfe ve ekseri ülemânın görüşü de budur. Sadece Ahmed İbnu Hanbel yalnızca sarık üzerine meshi yeterli görmüştür. Seleften bir cemaat de bu hususta ona muvafakat etmiştir.” Nitekim onların ismini yukarıda kaydettik.
Kadınların başörtüsü üzerine mesh caiz mi değil mi, bu hususta da ihtilaf edilmiştir. Bir görüşe göre caiz, diğerine göre değildir. Başı korumak üzere sarılan şey üzerine mesh caiz görülmemiş, “çıkarılması zor değildir” denmiştir.
9- Sadedinde olduğumuz hadislerden 3695 numaralı rivayette Muğîre İbnu Şu´be´nin “ayağınızı yıkamayı gâliba unuttunuz ” sözü üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: “…Belki sen unuttun..” ifadesinde kastedilen unutma nedir Âlimler birkaç ihtimal üzerinde durur:
* Resulullah: “Sen, mest üzerine meshetme cevazını unuttun galiba!” demek istemiş olabilir.
* Veya: “Sen benim Şârî olduğumu unuttun ve bana unutma nisbet ettin” demek istemiştir. Bu mânada Resûlullah´ın unutmasının câiz olmayacağı ifade edilmiş olmaktadır.
* Veya: “Sen hiçbir ihtimale yer vermeden kesin bir üslubla bana unutma nisbet ettin. Halbuki bunu bana Rabbim vahiyle emretti…” demek istemiştir.[348]
ـ3696 ـ5ـ وعن بل رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنّ رسولَ اللّهِ # مَسَحَ الخُفَّيْنِ وَالخِمَارَ[. أخرجه الخمسة إ البخارى .
5. (3696)- Hz. Bilâl (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestleri ve örtüsü üzerine meshetti.”[349]
ـ3697 ـ6ـ وفي أخرى ‘بي داود: ]كَانَ # يَخْرُجُ لِحَاجَتِهِ فَآتِيهِ بِالْمَاءِ فَيَتَوَضّأ وَيَمْسَحُ عَلى عِمَامَتِهِ وَمُوقَيْهِ[ .
6. (3697)- Ebû Dâvud´un rivayetinde şöyle denmiştir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ihtiyacı için (araziye) çıkardı. Ben de O´na su taşırdım. (Kazayı hâcet yapınca) abdest alırdı. Bu sırada sarığı ve “bot” ları üzerine meshederdi.”[350]
AÇIKLAMA:
Bu rivayetlerin her ikisi de Hz. Bilâl (radıyallahu anh)´e aittir. Bunlarda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kazayı hâcetten sonra abdest aldığı ve abdest sırasında hem mest ve hem de sarık üzerine meshettiği belirtiliyor.
Birinci rivayette sarık yerine himâr kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime daha ziyade kadın baş örtüsü demektir. Ancak sarık yani amâme kastedildiği bellidir. Nitekim başka rivayetlerde ve mesela ikinci hadiste amâme kelimesine yer verilmiştir.
İkinci rivayette ise, mest´i ifade eden huff yerine mûk kelimesi kullanılmış, bununla da mest diye tercümesi yapılan huff kastedilmiştir. Mûk´un dilimizdeki karşılığı nedir Biz, kelime farklılığına dikkat çekmek için “bot” dedi isek de günümüzdeki botu anlamamız hata olabilir. Ahterî, mûk´un Farsça asıllı olduğunu söyler ve bunun mest´in de üzerine giyilen bir ayakkabı çeşidi olduğunu belirtir: “…Acemler iç edîk üzerine giyerler…” der.
Şu halde bu rivayetler, gerek sarık ve gerekse mest üzerine meshetmenin cevazına hükmeden ülemânın delillerinden biridir. Gerekli açıklama 3695 numarada yapıldığı için burada tekrar etmeyeceğiz.[351]
ـ3698 ـ7ـ وعن أبي عبيدة بن محمد بن عمار بن ياسر قال: ]سَألْتُ جَابِرَ بنَ عَبْدِاللّهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما عَنِ المَسْحِ عَلى الخُفّيْنِ. فقَالَ: السُّنَّةُ يَا ابنَ أخِى؛ وَسَألْتُهُ عَنِ المَسْحِ عَلى الْعِمَامَةِ فقَالَ: أمِسَّ الشّعْرَ[. أخرجه الترمذي .
7. (3698)- Ebû Ubeyde İbnu Muhammed İbnu Ammâr İbnu Yâsir anlatıyor: “Câbir İbnu Abdillah (radıyallahu anh)´a mest üzerine meshetme hususunda sordum.
“Ey kardeşimin oğlu, bu sünnettir” buyurdu. Bunun üzerine sarık üzerine meshetme hakkında sordum:
“Saça meshet!” diye cevap verdi.”[352]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî başta olmak üzere pek çok ülemânın “sarık üzerine meshetmek câiz değildir” diye verdikleri hükmü te´yid eden rivayetlerden biridir. Zirâ, “saçına meshet!” cevabını, sorulan sual çerçevesinde değerlendirince “sarık üzerinden yapılacak mesh caiz değildir” ma´nâsı çıkar. Hattâbî der ki: “Allah başı meshetmeyi farz kılmıştır (Mâide 6). Öyleyse başı meshetme hususundaki hadis te´vil götürür. Dinde titiz olan kimse Allah´ın emri açıkken muhtemel olanla amel edip, amelde riske düşmez. Baş(taki sargı) üzerine meshetme hususunda meste kıyas etmek uzak bir ihtimaldir. Zira mestin çıkarılması, sarığın hilâfına, meşakkate sebeptir.”
3695 numaralı hadiste daha geniş açıkladık.[353]
ـ3699 ـ8ـ وعن جرير بن عبداللّه البجلى رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّهُ تَوَضّأ وَمَسَحَ عَلى خُفَّيْهِ فَقِيلَ: تَفْعَلُ هذَا؟ قالَ: نَعَمْ. رَأيْتُ رسولَ اللّهِ # بَالَ ثُمَّ تَوَضّأ وَمَسَحَ عَلى خُفَّيْهِ[. أخرجه الخمسة.قال ا‘عمش، قال إبراهيم النخعى: فكان أصحاب عبداللّه بن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه يُعجبهم هذا الحديث ‘ن إسم جرير رَضِيَ اللّهُ عَنْه كان بعد نزول المائدة، هذا لفظ الشيخين .
8. (3699)- Cerîr İbnu Abdillah el-Becelî (radıyallahu anh)´nin anlattığına göre, Cerîr, abdest alıp mestleri üzerine meshedince, kendisine:
“Mest üzerine mesh mi yapıyorsun” diye sormuşlardır. O da:
“Evet demiştir, ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı gördüm. Bevletti sonra abdest aldı. (Sıra ayaklarına gelince, yıkamayıp) mestlerinin üzerine meshetti” dedi.[354]
A´meş der ki: “İbrahim Nehâî dedi ki: “Bu hadis, Abdullah İbnu Mes´ud (radıyallahu anh)´un ashabını taaccübe (hayrete) sevkediyordu, çünkü Cerîr (radıyallahu anh)´in müslüman oluşu Mâide sûresinin nüzûlünden sonra idi.”[355]
AÇIKLAMA:
Hadiste, mest üzerine mesh´in cevazı gözükmektedir. Rivayette, Mâide sûresinin zikriyle kastedilen husus sûrenin tamamı değil, abdestle ilgili âyettir: “..Ey iman edenler, namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi -başlarınızı meshedip- topuk kemiklerine kadar ayaklarınızı yıkayın” (Mâide 6). Nevevî´ye göre, “Cerîr (radıyallahu anh)´in İslâm´a girişi, bu âyetin nuzulünden önce ise, mest üzerine meshetmekle igili hadisin bu âyetle neshedilmiş olma ihtimali ortaya çıkar. Ama, onun İslâm´a girmesi müteahhir olunca, mesh yoktur ve bu hadisiyle amel edilir ve hadis, Mâide suresindeki mezkur âyette mest giyenlerin kastedilmediğini gösterir. Böylece sünnet, ayet-i kerimeyi tahsis etmiş olur.”
Hadisin müteakip vechi, Cerîr (radıyallahu anh)´in Mâide suresinden sonra müslüman olduğunu tasrih etmektedir.[356]
ـ3700 ـ9ـ وفي رواية أبي داود قال: ]فَمَا يَمْنَعُنِى أنْ أمْسَحَ؟ وَقَدْ رَأيْتُ رَسُولَ اللّه # يَمْسَحُ. فقَالُوا: إنَّمَا كَانَ ذلِكَ قَبْلَ نُزُولِ المَائِدَةِ. قَالَ: مَا أسْلَمْتُ إَّ بَعْدَ نُزُولِ المَائِدَةِ[ .
9. (3700)- Ebû Dâvud´un rivayetinde Cerîr şöyle demiştir: “Meshetmekten beni ne alıkoyacak Zira ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı meshederken gördüm!”
Bu sözü üzerine Cerîr´e: “Bu, Mâide suresinin nüzûlünden önceydi” dendi de şu cevabı verdi: “Hayır! Ben kesinlikle Maide suresinin nüzûlünden sonra müslüman oldum.”[357]
ـ3701 ـ10ـ وعن بريدة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النّبىَّ #: صَلّى الصَّلَوَاتِ يَوْمَ الْفَتْحِ بِوَضُوءِ وَاحِدٍ، وَمَسَحَ عَلى خُفَّيْهِ. فقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. لَقَدْ صَنَعْتَ الْيَوْمَ شَيْئاً لَمْ تَكُنْ تَصْنَعُهُ. فقَالَ عَمْداً صَنَعْتُهُ يَا عُمَرُ[. أخرجه الخمسة إ البخارى. وليس في رواية الترمذي والنسائي ذكر المسح .
10. (3701)- Hz. Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Mekke´nin fethedildiği gün, beş vakit namazın hepsini tek bir abdestle kıldı ve mestlerine meshetti. Hz. Ömer (radıyallahu anh):
“Bugün, hiç yapmadığın bir şeyi yaptın!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Âmmden (bilerek) yaptım ey Ömer” cevabını verdi.”[358]
AÇIKLAMA:
Normalde Aleyhissalâtu vesselâm efendimiz her namaz için ayrı bir abdest alırdı. Bu hal, Feth-i Mekke gününe kadar devam etti. O gün tek abdestle bütün namazları kılmıştır.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bu birleştirme ve mest üzerine meshetme işini âmmden yani kasdî olarak yaptım” demekle bu iki amelin câiz olduğunu ifade etmek istemiştir, yâni “birleştirme ve meshetme amelinin câiz olduğunu göstermek için kasden böyle yaptım” demek istemiştir. Şârihler, bu hadisten hareketle: “Büyük ve küçük abdestler sıkıştırmadıkça, bir abdestle istediğin kadar namaz kılabilirsin, bu mekruh değildir” diye hükmetmişlerdir.
Nevevî, Şerhu Müslim´de der ki: “Bu hadiste birçok ilim vardır. Bunlardan birine göre, tek abdestle farz ve nafile namazlar, hades vâki oluncaya kadar kılınabilir.”
Tahâvî, bazı âlimlerin “Namaza kalkınca yüzlerinizi yıkayın..” âyetine dayanarak “abdestli de olsa her namazda abdest almak vacibtir” diye hükmettiğini kaydeder. Ancak bâzı âlimler bunu vecibe değil, istihbab zımnında söylemiş olabileceklerini belirtir. Yani her namazda abdest tazelemek müstehabtır. Bu hükme itiraz edilemez. Bir abdestle birçok namazın kılınmasının cevazını ifade eden birçok rivayet vardır. Âyeti de âlimler şöyle tevil ederler: “[Abdestsiz olduğunuz halde) namaza kalkınca yüzlerinizi yıkayın…” Yâni âyete (abdestsiz olduğunuz halde) ibaresini takdir ederler.
Bazıları âyetteki emrin âmm olduğunu, dolayısıyla abdestsizlere vâcib ma´nâsında, abdestli olanlara da mendub ma´nâsında abdest almayı emrettiğini söylemiştir.
Bazıları da: “Bidayette vücub ifade etmekteydi, sonradan vücub hükmü neshedilerek mendub kılındı” demiştir. Nitekim Abdullah İbnu Hanzala el-Ensarî bu yorumu te´yid eden bir rivayette bulunmuştur:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdestli abdestsiz herkese, her bir namaz için abdest almalarını emretti. Ama bu, insan üzerine zor gelince, hades vâki olanlar (abdesti bozulanlar) dışındakilerden bu emri kaldırdı.”[359]
ـ3702 ـ11ـ وعن المغيرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]تَوَضّأ رَسولُ اللّهِ # وَمَسَحَ عَلى الجَوْرَبَيْنِ وَالنَّعْلَيْنِ[. أخرجه أبو داود والترمذي وصححه.وقال أبو داود، وكان ابن مهدى يحدث بهذا الحديثِ ‘نّ المَعْرُوفَ عَنِ المغيرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه أن النبى # مَسَحَ عَلى الخُفَّيْنِ.قال: وروى هذا عن أبي موسى ا‘شعوى رَضِيَ اللّهُ عَنْه عن النبى #. أنه مسح على الجوربين وليس بالمتصل و بالقوى .قال أبو داود: ومسح على الجوربين عليّ بن أبي طالب وابن مسعود والبراء ابن عازب وأنس بن مالك وأبو أمامة وسهل بن سعد وعمرو بن حريث. وروى ذلك عن عمر بن الخطاب وابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهم .
11. (3702)- Hz. Muğîre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest aldı ve çoraplarının ve ayakkabılarının üzerine meshetti.”[360]
Ebû Dâvud der ki: “İbnu Mehdi, bu hadisi rivayet etmezdi. Çünkü Muğire (radıyallahu anh)´den bilinene göre Aleyhissalâtu vesselâm mestlerine meshediyordu.”
Yine Ebû Dâvud der ki: “Bu hadis Ebû Musa el-Eş´ari (radıyallahu anh) tarafından da rivayet edilmiştir: “Aleyhissalâtu vesselam çorapları üzerine meshetti.” Ancak bu rivayet muttasıl ve kuvvetli değildir, (zayıftır).”
Ebû Dâvud der ki: “Çorap üzerine Ali İbnu Ebî Tâlib, İbnu Mes´ud, Bera İbnu Azib, Enes İbnu Mâlik, Ebû Ümâme, Sehl İbnu Sa´d ve Amr İbnu Hureys (radıyallahu anhüm ecmâîn) de meshetmiştir. Bu tatbikat Ömer İbnu´l-Hattâb ve İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´dan da rivayet edilmiştir.”[361]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın çoraplarının üzerine de meshettiğini göstermektedir. Tahâvî ayakkabının da zikredilmiş olmasına rağmen asıl maksadın çorap olduğunu, tek başına çorap üzerine meshedilebileceğinin beyan edildiğini belirtir. Ancak, çorabın yürümeye mukavim olması gerekmektedir. Mukavemet, üç mil kadar yürümeye dayanıklı olarak belirlenmiştir. Çorap üzerine mesheden Sahabelerden on kadarının ismi geçer: Hz.Ali, Ammâr, Ebû Mes´ud el-Ensârî, Hz. Enes, İbnu Ömer, Berâ, Bilâl, Abdullah İbnu Ebî Evfa, Sehl İbnu Sa´d, Ebû Umâme, Amr İbnu Hureys, Amr İbnu Abbâs (radıyallahu anhüm ecmâîn).
Tirmizî, kalın olması şartıyla; Süfyân-ı Sevri, İbnu´l-Mübârek, Şâfiî, Ahmed İbnu Hanbel, İshâk İbnu Râhûye gibi pek çok fakihin çorap üzerine meshedileceği görüşünde olduklarını kaydeder. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed de bu görüştedirler. İmam-ı Azam ise, deriden, kalın ve mest gibi büyük olmasını şart koşmuştur.
Şunu da belirtelim ki, çorapla ne kastedildiği hususunda ülemâ ihtilaf etmiştir. Bir kısmı bunun deriden bir kısmı koyun yününden, bir kısmı da keçi kılından, ketenden, ibrişimden olacağını söylemiştir. Resulullah´ın meshettiği çorabın deriden olduğunu iddia eden âlim bile mevcuttur. Şârihlerin çorap için, “deri”den veya “yün”den veya “kıl”dan veya “pamuk”tan olur” demeleri, kendi yörelerindeki örfe göredir.
Aslında hadiste çorap üzerine meshi tecviz eden hadis mutlaktır. Hadisin zâhirine bakılınca her çeşit çorabın anlaşılması mümkündür. Ancak ülemâ Kur´an´ın zâhirine göre, abdestte asıl olanın, ayakların yıkanması olduğunu göz önüne almış, çoraba meshi tecviz eden hadisin, mest üzerine meshe cevaz veren hadis gibi, bütün imamlarca sıhhati hususunda ittifak edilmediğini görerek kayıtsız şartsız çorap üzerine meshetmeyi uygun bulmamıştır. Müslim, bu duruma işâreten, “Kur´an´ın zâhiri -ki ayağın yıkanmasıdır- Ebû Kays ve Hüzeyl gibi zayıf râvilerin rivayetiyle terkedilmez” der. Şu halde mest gibi topukları örtecek kadar boylu, üç mil yürümeye tahammül edebilecek kadar sert ve sağlam olmasını şart koşmuştur. Mutlaka deriden olmasını şart koşanlar da olmuştur.
Ülemânın bu husustaki hassasiyeti ve ihtilâfı göz önüne alınarak çoraba meshetme hususunda çok titiz olmak, fıkıh kitaplarında gelen şartları eksiksiz taşımayan çoraplara meshetmekten kaçınmak yani bu meselede ihtiyatı esas almak, diyanetimizi şüpheli durumlardan siyanet endişesinin gereğidir. Çorapta aranan şartların tahakkuku da her zaman için şüphe kaynağıdır. Üstelik çabuk kirlenerek fena kokular neşretmeye başlayan ayakları, sağlığımız ve medenî hayatımız için sıkça yıkamaya mecbur iken, son derece kayıtlı ve meşkuk bir cevazı prensip ittihaz ederek meshetmek, başka mazurları peşinde getirecektir.
Rehberimiz Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) böyle durumlarda şüpheli şeylerden kaçınmamızı tavsiye buyurmaktadır: دَعْ مَا يُرِيبُكَ اِلَى مَاَ يُرِيبُكَ Şunu da belirtelim ki, günümüzde giyilmesi yaygınlık kazanan naylon çoraplar meshedilecek çorap tavsifine uymaz; tek başına dik duracak kalınlıkta değildir.[362]
ـ3703 ـ12ـ وعن اوس بن أوس الثقفى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَأيْتُ رسولَ اللّهِ # أتَى كِظَامَةَ قَوْمٍ، يعنى الميضأة فَتَوضّأ وَمسَحَ عَلى نَعْلَيْهِ وَقَدَمَيْهِ[. أخرجه أبو داود.»الكظامة«: آبار متقاربة بعضها مفجور في بعض.»والميضأة« ا“ناء الذي يتوضأ منه كا‘داوة .
12. (3703)- Evs İbnu Evs es-Sakafî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı, bir kavmin kuyusuna gelmiş, abdest alırken gördüm. Abdestini aldı, ayakkabılarına ve ayaklarına meshetti.”[363]
AÇIKLAMA:
1- “Kuyu” diye tercüme ettiğimiz kizâme kelimesi kezâim´in müfredi (tekili)dir. Kizâme birbiriyle irtibatlı olarak kazılan kuyulara denir. Bunlar yakın olarak kazılır, yer altından açılan kanallarla birbirleriyle irtibatlandırılır, birinin suyu diğerini takviye ederek daha fazla birikme sağlanır, meyilli arazilerde aşağıdaki kuyudan su dışarı akar; bir nevi pınar elde edilir. Bu sun´î isteme kizâme denilmiştir.
2- Hadiste geçen kademeyh (ayakları..) kelimesini, İbnu Raslân cevrebeyn (çorapları…) olarak te´vil eder, yani “ayaklarını meshetmek´ten maksad çoraplarını meshetmektir” der. İbnu Kudâme ise, burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ayakkabıların ayağın sırtında yer alan kayışlarını meshettiğinin ifâde edildiğini; dolayısiyle, ayakkabı kayışlarının ve ayağı örten çorapların görülen kısımlarını meshetmiş olduğunu belirtir.
Çorap üzerine meshle ilgili açıklama az yukarıda geçti.[364]
ـ3704 ـ13ـ وعن المغيرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # كَانَ يَمْسَحُ عَلى أعْلَى الخُفِّ وَأسْفَلِهِ[. أخرجه أصحاب السنن، وهذا لفظ الترمذي .
13. (3704)- Muğire (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestin üst ve aşağı kısımlarını meshederdi.”[365]
ـ3705 ـ14ـ وعند أبي داود: ]أن النبىّ # مَسَحَ عَلى ظَهْرِ الخُفَّيْنِ[. وفي أخرى للترمذي مثله .
14. (3705)- Ebu Dâvud´un rivayetinde şöyle gelmiştir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestlerinin sırtlarına meshederdi.
Tirmizî´nin bir başka rivayetinde de böyle denmiştir.[366]
ـ3706 ـ15ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَوْ كَانَ الدِّينُ بِالرَّأىِ لكَانَ أسْفَلُ الخُفِّ أوْلَى بِالْمَسْحِ مِنْ أعَْهُ، وَلَكِنْ رَأيْتُ رَسولَ اللّهِ # يَمْسَحُ أعَْهُ[. أخرجه أبو داود .
15. (3706)- Hz. Ali (radıyallahu anh) buyurdular ki: “Eğer din insanın fikrine göre olsaydı, mestin altını meshetmek, üstünü meshetmekten evlâ olurdu. Ancak ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın mestin üstünü meshettiğini gördüm.”[367]
ـ3707 ـ16ـ وفي رواية قال: ]رَأيْتُ عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه تَوَضّأ فَغَسَلَ ظَاهِرَ قَدَمَيْهِ، وقال: لَوَْ أنِّى رَأيْتُ رسولَ اللّهِ # يَفْعَلُهُ، وساق الحديث[ .
16. (3707)- Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: “Hz. Ali (radıyallahu anh)´yi abdest alırken gördüm, ayağının sırtını meshetti ve dedi ki: “Eğer ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı böyle yapar görmeseydim (ayağın altını meshetmeye daha layık düşünürdüm) dedi.”[368]
ـ3708 ـ17ـ وفي أخرى: ]مَا كُنْتُ أرَى بَاطِنَ الْقدَمَيْنِ إَّ أبْحَقَ بِالْغَسْلِ حَتّى رَأيْتُ رسولَ اللّهِ # يمْسَحُ عَلى ظَاهِرِ خُفَّيْهِ[ .
17. (3708)- Birdiğer rivayette de şöyle gelmiştir: “Ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ayağın üstünü meshettiğini görünceye kadar, daima, altını meshetmenin evlâ olduğunu düşünürdüm.”[369]
AÇIKLAMA:
1- Her üçü de Hz. Ali (radıyallahu anh)´den yapılan bu rivayetler, meshetme meselesinde mantık aramamak gerektiğini vurgulamaktadır. Eğer meshetme hadisesi yani ıslak elle mestlerin üzerine dokunmak bir temizlik ise, bunu ayağın altına yapmak daha uygun olur, çünkü kirlenmeye maruz kısım ayağın altıdır. Hal böyle iken, ayağın altı değil üstü meshedilmektedir. Şu halde bu, dinimizin mü´minlere sağladığı bir kolaylık ve bir ruhsattır. Dinimizin pek çok meselesinde olduğu gibi bunda da Şârî (aleyhissalâtu vesselâm)´ın koyduğu düsturlara uymak esastır.
2- Rivayetin Arapça aslında mesh kelimesi yerine gusl (yıkama) kelimesi geçmektedir. Vekî başta, bütün ülemâ, “bundan maksadın mesh olduğunu” belirtmiştir. Zira zâhir ma´nâsında olduğu şekilde, maksad yıkama olsaydı ayağın altı ve üstü diye bir ayırım zaten yapılmazdı, çünkü ayak meshedilmediği zaman altıyla üstüyle topuklara kadar yıkanacak ve zerre kadar kuru yer bırakılmayacaktır.
Keza ayakların meshi tabiriyle ayağa giyilen mestlerin meshi kastedilmektedir. Mamafih rivayetin bir vechinden diğerine, bu kelimelerin her ikisi de, asıl maksadın anlaşılmasına imkan tanıyacak şekilde kullanılmaktadır. İltibasa meydan kalmasın diye yine de açıklamayı uygun gördük.
3- Hadis üzerine Dehlevî´nin bir açıklamasını aynen kaydediyoruz: “Şâfiî merhum der ki: “Mestin üstünü meshetmek farzdır, altını meshetmek ise sünnettir.” Ebû Hanîfe ise, “sadece üstü meshedilir” demiştir…”
4- Bu hadis, şerî meselelerde, herkese göre değişebilecek “akıl ve mantığın” değil, dinin emrettiği şeyin, sünnete uyan tarzın esas alınması gerektiğini anlamada mühim bir örnektir.[370]
ـ3709 ـ18ـ وعن شريح بن هانئ قال: ]أتَيْتُ عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها أسْألها عَنِ المَسْحِ عَلى الخُفَّيْنِ. فقَالَتْ: عَلَيْكَ بِابْنِ أبِى طَالِبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَاسْألْهُ، فإنّهُ كَانَ يُسَافِرُ مَعَ النبىِّ # فَسَألْنَاهُ فقَالَ: جَعَلَ رَسُولُ اللّهِ # ثََثَةَ أيَّامٍ وَلَيَالِيَهُنَّ لِلْمُسَافِرِ، وَيَوْماً وَلَيْلَةً لِلْمُقِيم[. أخرجه مسلم والنسائي .
18. (3709)- Şüreyh İbnu Hâni anlatıyor: “Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´ ye mest üzerine meshetmekten sormaya geldim. Bana:
“Sana Ebû Talib´in oğlu [Hz. Ali] (radıyallahu anh)´yi tavsiye ederim, git ona sor. Zira o, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte seyahatlerde bulunmuştur!” dedi. Bunun üzerine gidip ona sordum. Şu cevabı verdi:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), (mesh müddetini) yolcu için üç gün üç gece tuttu, mukim için de bir gün bir gece tuttu.”[371]
ـ3710 ـ19ـ وعن صفوان بن عسال رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رسُولُ اللّهِ # يَأمُرنا إذَا كُنَّا مُسَافِرِينَ أنْ َ نَنْزِعَ خِفَافَنَا ثََثَةَ أيّامٍ وَلَيَالِيهِنّ إّ مِنْ جَنَابَةٍ ولكِنْ مِنْ بَوْلٍ وَغَائِطٍ ونَوْمٍ[. أخرجه الترمذي وصححه، والنسائِى واللفظ للنسائى. وعند الترمذي: إذا كُنّا سَفْراً .
19. (3710)- Safvân İbnu Assâl (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yolcu olduğumuz zaman, bize mestlerimizi üç gün üç gece, cenâbet hali dışında küçük ve büyük abdest bozma ve uyku sebebiyle çıkarmamamızı emrederdi.”[372]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, yolculuk esnasında meshin üç gün üç gece süreceğini göstermektedir. Mukim için de bu müddet yirmidört saattir, yani bir gün bir gece. Abdestini almış olarak mestlerini giyen kimse, durumuna göre, bu müddet içerisinde, abdest tazelerken ayaklarını yıkamak mecburiyetinde değildir. Bahsin başında belirtildiği şekilde mestinin üzerinden meshetmesi yıkama yerine geçer. Tirmizî´nin kaydına göre İmam Mâlik “mukim için de müsâfir için de mesh´in nihai hududu yoktur” demiştir. Leys İbnu Sa´d ve Hasan Basrî de bu görüştedir. Şevkânî, Ashab´tan Hz.Ömer, Ukbe İbnu Âmir, Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüm ecmâîn)´den de bu ma´nâda rivayetler olduğunu kaydeder. Keza Şa´bi, Rebîa ve İmam Mâlik´in ashabının ekseriyeti bu görüştedir. Bunlar Ebû Dâvud´da gelen ve müteakiben kaydedeceğimiz Ubeyy İbnu Ammâre hadisine (3711) dayanırlar.
2- Hadis, cenabet halini meshten istisna kılmaktadır. Cünübün yıkanması, ayaklarını da yıkaması gereklidir.
3- Şu da bilinmelidir: Meshetme müddeti mestin giyilme anından başlamaz, hadesin vâki olduğu andan itibaren başlar.[373]
ـ3711 ـ20ـ وعن أبيّ بن عمارة رَضِيَ اللّهُ عَنْه، ]وَكَانَ قَدْ صَلّى مَعَ رسولِ اللّهِ # إلى الْقِبْلَتَيْنِ. أنّهُ قالَ: يَا رسولَ اللّهِ، امْسَحُ عَلى الخُفّيْنِ؟ قالَ: نَعَمْ. قالَ: يَوْماً؟ قالَ: وَيَوْمَيْنِ. قالَ: وَثَثَةً؟ قالَ: نَعَمْ، وَمَا شِئْتَ[. أخرجه أبو داود .
20. (3711)- Ubeyy İbnu Ammâre (radıyallahu anh) -ki bu Sahâbî, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte her iki kıbleye namaz kılan ilklerdendir- anlatıyor: “Bir gün Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek sordum:
“Ey Allah´ın Resulü! Mestlerimin üzerine meshedeyim mi.”
“Evet!” buyurdular. Ben tekrar:
“Bir gün mü ” dedim.
“Bir gün!” buyurdular. Ben tekrar:
“İki gün (olsa) ” dedim.
“İki gün!” buyurdular. Ben tekrar:
“Üç gün (olsa) ” dedim.
“Evet! dilediğin kadar!” buyurdular.”[374]
ـ3712 ـ21ـ وفي رواية قال: ]حتّى بَلَغَ سَبْعاً؛ قالَ رسولُ اللّهِ #: نَعَمْ مَا بَدَالَكَ، وَقَدِ اخْتُلِفَ في إسْنَادِهِ وَلَيْسَ بِقَوِىٍّ[ .
21. (3712)- Bir rivayette de “…Hatta yediye kadar ulaştı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), sonunda:
“Evet! Sana uygun geldiği kadar!” buyurdular.”[375]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, önceki hadisin (3710) açıklamasında da belirttiğimiz üzere, gerek mukim ve gerekse müsafir için, mesh müddetine sınırsızlık getirmektedir. Kişi ihtiyaç duyduğu müddetçe mestlerine mesh edilebilecektir. Yine önceki rivayette belirttiğimiz üzere Sahâbe ve Tâbiînden bazıları bu görüşe uymuştur. Ancak cumhur, hadisteki zayıflığı göz önüne alarak bununla amel etmemiştir. Nitekim Ebû Dâvud da, hadisi kaydettikten sonra şu bilgiyi verir: “Hadisin senedinde ihtilaf edilmiştir, kuvvetli bir rivayet değildir, (zayıftır).”[376]
ـ3713 ـ22ـ وعن خزيمة بن ثابت رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنّ النبىّ # قالَ: المَسْحُ عَلى الخُفَّيْنِ لِلْمَسَافِرِ ثََثَةُ أيّامٍ، ولِلْمُقيمِ يَوْمٌ وَلَيْلَةٌ، وَلَوِ اسْتَزَدْنَاهُ لَزادَنا[. أخرجه أبو داود والترمذي .
22. (3713)- Huzeyme İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Mest üzerine meshetmenin müddeti yolcu için üç gündür. Mukim için bir gün bir gecedir!” “(Bir başka rivayette şu ziyade gelmiştir):
“Biz müddetin uzatılmasını taleb etseydik, bize mutlaka uzatırdı.”[377]
AÇIKLAMA:
İmam Şâfiî hazretleri hadisin son kısmını şöyle açıklar: “Bunun ma´nâsı, “biz bundan daha çok isteseydik “evet!” diyecekti.”
İbn Seyyidü´n-Nâs der ki: “Bu ziyâde sâbit olsaydı bile hüccet olamazdı. Zira, bu vakitleme işine konan ziyâde, zanna bağlanmış bir keyfiyettir. Yani şâyet Ashab taleb etmiş olsaymış, Resulullah müddeti artıracakmış. Bu ifade, Ashab´ın böyle bir talebte bulunmadığı, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın da mesh müddetini artırmadığı hususunda açık ve sarihtir. Öyleyse, vukua gelmediğine delâlet eden bir haberle ziyade nasıl sâbit olur ”
Şevkânî merhum da şöyle der: “Rivayetin sahih olduğunu kabul etsek, (yine ziyadeye delil olmaz, çünkü) hadiste ifade edilen ziyadeyi Sahâbe zannetmiş olmaktadır, zanla hüccet sabit olmaz. Diğer taraftan, mesh müddetinin üç gün üç gece ile sınırlandırıldığı hususunda sahâbeden bir cemaat tarikiyle gelmiştir. Ütelik bunlar, Huzeyme (radıyallahu anh) gibi zanda da bulunmuyorlar.”[378]
YEDİNCİ BAB
TEYEMMÜM
ـ3714 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]خَرَجْنَا مَعَ رسولِ اللّهِ # في بَعْض أسْفَارِهِ حتّى إذَا كُنَّا بِالْبَيْدَاءِ، أوْ بِذاتِ الجَيْشِ انْقَطَعَ عِقْدٌ لِى، فأقَامَ رسولُ اللّهِ # على اِلْتمَاسِهِ، وأقاَمَ الْنَّاسُ مَعَهُ، وَلَيْسُوا عَلى مَاءٍ، وَلَيْسَ مَعَهُمْ مَاءٌ. فأتَى النَّاسُ إلى أبِى بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: أَ تَرَى في مَا صَنَعَتْ عَائِشَةُ؟ أقَامَتْ بِرسولِ اللّهِ # وَالنَّاسُ مَعَهُ، وَلَيْسُوا على مَاءٍ وَلَيْسَ مَعَهُمْ مَاءٌ؛ فَجَاءَ أبُو بَكْرٍ وَرسولُ اللّهِ # وَاضِع رَأسَهُ عَلى فَخذِى، قَدْ نَامَ. فقَالَ حَبَسْتِ رسُولَ اللّهِ # وَالنَّاسَ، وَلَيْسُوا عَلى مَاءٍ وَلَيْسَ مَعَهُمْ مَاءٌ. قالتْ: فَعَاتَبَنِي أبُو بَكْرٍ وَقَالَ: مَا شَاءَ اللّهُ أنْ يَقُولَ، وَجَعَلَ يَطْعُنُنِى بِيَدِهِ في خَاصِرَتِى فَمَا يَمْنَعُنِى ِمنَ التَّحَرُّكِ إَّ مَكَانُ رسُولِ اللّهِ عَلى فَخِذِى. فَنَامَ رسولُ اللّهِ # حَتّى أصْبَحَ عَلى غَيْرِ مَاءٍ: فأنْزَلَ اللّهُ تَعالى آيةَ التَّيَمُّمِ: فَتَيَمَّمُوا[.قال أسيد بن حُضَير، وهو أحد النقباء: ]مَاهِىَ بِأوَّلِ بَرَكَتِكُمْ يَا آلَ أبِى بَكْرٍ. قالَ: فَبَعَثْنَا الْبَعِيرَ الَّذِى كُنْتُ عَلَيْهِ فَوَجَدْنَا الْعِقْدُ تَحْتَهُ[. أخرجه الستة إ الترمذي، وهذا لفظ الشيخين .
1. (3714)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la bir seferde beraber idik. Beydâ nam mevkiye veya Zâtu´l-Ceyş denen yere gelmiştik ki benim bir kolyem kop(up kaybol)du. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu aramak için kaldı, O´nunla birlikte herkes orada kaldı. Bir su başında da değillerdi. Üstelik beraberlerinde su da yoktu.
Halk Hz. Ebû Bekr (radıyallahu anh)´e uğrayıp:
“Âişe´nin yaptığını gördüm mü! Hem Resulullah´ı, hem de herkesi burada oyaladı. Bir su başında değiller, beraberlerinde su da yok!” demişler. Resulullah başını dizlerimin üzerine koymuş uyurken Ebû Bekr (radıyallahu anh) çıkageldi.
“Sen Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı da halkı da, burada hapsettin. Bir su başında değiller, beraberlerinde su da yok!” diyerek, babam beni azarladı ve Allah´ın dilediğince başka şeyler de söyledi. (Öfkesini daha da yenemeyip) eliyle böğrüme böğrüme dürterek (canımı yaktı). Resulullah´ın başı dizimin üzerinde olduğu için kımıldamamaya çalıştım.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabaha kadar, susuz olarak uyudu. Sabah olunca Allah Teâlâ Hazretleri, teyemmüm âyeti´ni inzâl buyurdu: “…Su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin, yüzlerinizi ve ellerinizi onunla meshedin. Allah size zorluk yapmak murad etmez, bilakis sizi temizlemek, ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister, ola ki şükredersiniz” (Mâide 6).
Üseyd İbnu Hüdayr -ki (Akabe biatına katılan) nakiblerden biridir- dedi ki:”Ey Ebû Bekr âilesi! Bu, sizin ilk bereketiniz değildir.”
(Hz. Âişe) sözüne devam ederek) dedi ki: “Bindiğim deveyi dürtüp kaldırdım. (Kaybolan) kolya altında çıktı.”[379]
ـ3715 ـ2ـ وفي رواية أبي داود قال: ]بَعَثَ رسولُ اللّهِ # أُسَيْدَ بنَ حُضَيْرٍ واُنَاساً مَعَهُ في طَلَبِ قَِدَةٍ أضَلَّتْهَا عَائِشَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها فَحَضَرَتِ الصََّةُ فَصَلّوا بَغِيْرِ وُضُوءٍ فَأتَوْا النبىَّ # فَذَكَرُوا لَهُ ذلِكَ فَأنْزِلَتْ آيَةُ التَّيَمُّمِ[.زاد في رواية: فقَالَ أُسَيْدٌ يَرْحَمُكِ اللّه، مَا نَزَلَ بِكِ أمْرٌ تَكْرَهِينَهُ إَّ جَعَلَ اللّهُ فِيهِ لِلْمُسْلِمِينَ وَلََكِ فَرَجاً.»النُّقَبَاءُ« جمع نقيب، وهو المقدم على جماعة يكون أمرهم مردوداً إليه كالعريف وهو أكبر منه، والمراد بالنقباء هنا: سُبَّاق ا‘نصار إلى اسم في العقبة، جعلهم النبي # نقباء على قومهم، وكان أسيد منهم .
2. (3715)- Ebû Dâvud´un rivayetinde Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) derki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Üseyd İbnu Hudayr (radıyallahu anh)´la Hz. Enes´i, Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´nin kaybettiği kolyeyi aramaya gönderdi. Bu esnada namaz vakti girdi. Abdestsiz namaz kıldılar. Gelip durumu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a haber verdiler. Bunun üzerine teyemmüm âyeti indirildi.”
Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: “Üseyd, Hz. Âişe´ye: “Allah rahmetini bol kılsın, senin başına hoşlanmadığın her ne gelmiş ise onda Allah senin için de müslümanlar için de bir ferec (sıkıntıdan kurtulma) kılmıştır” dedi.”[380]
AÇIKLAMA:
1- Teyemmüm: Lügatte kasdetmek, niyet etmek ma´nâsına gelir. Şer´i bir ıstılah olarak, namaz ve benzeri tahâret gerektiren ibadetleri mübah kılmak için abdest veya gusül temizliği yapma niyetiyle elleri ve yüzü meshetmek üzere toprağa kasdetmek demektir. Kelimenin bu ma´nâda çokça kullanılması sonucu, teyemmüm elleri ve yüzü toprakla meshetmek ma´nâsını kazandı. Kelime, bu kullanışta lügat açısından mecazi bir ma´nâ taşırsa da, önceki ma´nâ da şerî hakikatı ifade eder.
2- Teyemmüm bir azimet midir, yoksa ruhsat mıdır Bu hususta ihtilaf edilmiştir. Ancak bazı âlimler meseleye bir başka nokta-i nazardan yaklaşarak: “Suyun olmadığı durumlarda azimet, hastalık halinde ruhsattır” demiştir.
3- Teyemmüm hangi durumlarda yapılır, nasıl yapılır gibi sorularımız müteakip hadislerde gelecek; geniş açıklamayı 3723 numarada yapacağız.
4- İslam üleması, teyemmümün Muhammed ümmetine has bir ruhsat, bir rahmet-i ilahi olduğunu belirtirler. Yani Cenâb-ı Hakk, önceki milletlere tanımadığı bir kolaylığı bu ümmete tanımıştır. Suyun olmadığı durumlarda ibadeti terketmek veya kendini pis bilerek ibadete devam etmek sıkıntısından kurtarmıştır.
5- Bu hadisenin hangi seferde geçtiği, rivayetimizde belli değil. Ülemâ da bu meselede tam ittifak edememiştir. İbnu Sa´d, İbnu Hibbân, İbnu Abdilberr, hicretin beşinci yılında vukua gelen Müreysi de denen Benî Müstalik seferinde cereyan ettiğini cezmen söylerler. Hz. Âişe ile ilgili olan İfk Hadisesi de bu seferde cereyan etmiştir.[381] İfk hadisesinin başlangıcı da Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´nin kaybolan bir kolyesi ile ilgilidir.
İbnu Hacer, sadedinde olduğumuz hadisenin de Benî Müstalik seferinde geçtiğine dair tahminim doğru olması halinde, bu sefer esnasında kolye kaybolma hadisesinin iki kere meydana gelmiş olacağını söyler. “Çünkü der, bunlar iki ayrı kıssadır, zira hadiselerin muhtevasında bu husus açıktır.” İbnu Hacer, konu üzerindeki ihtilâfı belirterek, “Şeyhlerimizden biri, bunu (yani iki hadisenin de Benî Müstalik seferinde cereyan etmesini) imkânsız görmekte ve demektedir ki: “Çünkü Müreysî Kadid ile Sakil arasında Mekke cihetindedir. Bu kıssa ise Hayber cihetinde cereyan etmiştir, çünkü Hz. Âişe hadiste: Beyda ve Zâtu´l-Ceyş nâm mevkilerini zikretmektedir. Bu iki yer, Nevevî´nin de cezmen söylediği üzere Medine ile Hayber arasında yer alırlar.”
Bu itirazı kaydeden İbnu Hacer, muhtelif kaynaklarda gelen rivayetlerdeki bir kısım farklılıklara dayanarak ileri sürülmüş olan farklı görüşleri de kaydeder. Açıklamasının başında kendisi kesin bir görüş beyan etmeksizin İbnu´t-Tîn´in cezmen beyan ettiği görüşün haklılığını ihsas eder. İbnu´t-Tîn´e göre, Beydâ, Mekke-Medine yolu üzerinde yer alan Medine yakınlarındaki Zü´l-Huleyfe´dir, Zâtu´l-Ceyş de Zü´l-Huleyfe´ nin gerisindedir.
Ancak, bazı âlimler de İfk hadisesi ile, sadedinde olduğumuz hadisenin farklı seferlerde olduğunu söylemiştir. Taberânî´nin -az sonra kaydedeceğimiz- bir rivayeti bu meselede sarahat ifade eder.
İbnu Hacer, sadedinde olduğumuz hadisin bir başka vechinde yer alan: “…Allah´a kasem olsun, seni üzen bir hadise başına gelince Allah ondan sana mutlaka bir çıkış kılmakta ve müslümanlara da onda bir bereket (ve hayır) halketmektedir” ziyadesini kaydederek: “Bu ziyade, teyemmüm hadisesinin İfk hadisesinden sonra cereyan ettiğini ihsâs eder ve böylece kolye yitirme hadisesinin müteaddid olduğunu söyleyenleri takviye eder” diyerek daha net bir tavır ortaya koyar.
Teyemmüm hadisesinin, İfk hadisesinden sonra vukûa gelmiş olacağını te´yid sadedinde İbnu Hacer, İbnu Ebî Şeybe´nin Ebû Hüreyre´den kaydettiği bir hadise atıf yapar. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) bu rivayette der ki:
“Teyemmüm âyeti nâzil olunca nasıl (teyemmüm) yapacağımı bilmiyordum.” İbnu Hacer der ki: “Bu rivayet, teyemmüm âyetinin Benî Müstalik seferinden sonra nâzil olduğunu gösterir. Çünkü Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) yedinci hicrî senede müslüman oldu, halbuki Benî Müstalik daha önce vukua geldi, bu hususta hiçbir ihtilaf yok.”
Taberânî hadisine gelince, orada Hz. Âişe şunları söyler: “Kolye hadisem vukua gelip, iftiracılar (ehl-i İfk), dediklerini dedikten sonra, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la bir başka sefere daha kaltıldım. Bu defa da yine kolyem kayboldu. Aranması için halk, yolundan kaldı. Ebu Bekr bana: “Kızcağızım, her seferinde elâleme sıkıntı ve bela oluyorsun” diyerek beni payladı. Derken teyemmüme ruhsat veren âyet indi. Bunun üzerine Ebû Bekr: “Sen ne mübâreksin!” dedi ve (bu iltifatını) üç kere tekrar etti.”
6- Hz. Âişe´nin bu rivayetlerde “babam” diye değil de “Ebû Bekr” diye sözetmesinde bazı âlimler bir nükte görürler: “Babam demeyişi babalığın şefkat ve mülayemet gerektirmesindendir. Halbuki Hz. Ebû Bekr, Hz. Âişe´yi hem sözle hem de fiille itab etmiş, te´dib etmiştir. Bu ise şefkate muhaliftir. Bu sebeple Hz. Âişe, babasını zikrederken, bir yabancı yerine koyarak ismini zikretmiştir, “babam” dememiştir.”
7- Hadiste Geçen Bazı Fevaid:
Bu rivayette pek çok istifadeli ibretler, düsturlar var. Mühimlerinden bir kaçını kaydedeceğiz:
* İmam, müslümanların hukukuna itina göstermelidir, bu hukuk az bile olsa. Görüldüğü gibi, Hz. Âişe´nin kolyesi için ordu yolundan kalmıştır. Bazı rivayetler, bu kolyenin oniki dirhem kıymetinde olduğunu belirtir.
* Kadın, kocası olsa bile, babasına şikayet edilebilir. Gerçi rivayetten, Hz. Ebû Bekr´e şikayet etmelerinin Resulullah´ın uyumakta olmasından ve uyandırmak istememelerinden ileri geldiği anlaşılmaktadır. Ashab -vahiy gelebilir- düşüncesiyle Aleyhissalâtu vesselâm´ı uyandırmazlardı.
* Fiil, sebeb olarak nisbet edilebilir. Zira halk, hadiseyi Hz. Âişe´ye nisbet etmiş, “Âişe´nin yaptığını gördün mü ” diye Hz. Ebû Bekr´e şikayet etmiştir.
* Kişi, kocasıyla beraber olan kızının yanına izinsiz girebilir, yeter ki, kocasıyla mubâşeret halinde olmadığı hususunda yakîni olsun.
* Kişi, kızını te´dib edebilir, kızı evlenmiş, yaşlanmış, evinden ayrılmış olsa bile. Keza kişi, terbiyevi sorumluluğu kendisine ait olan birisini, imam izin vermese de terbiye edebilir.
* Kendisine gelen zahmet sebebiyle, hareket ettiği takdirde uyuyana rahatsızlık verecek olan kimsenin bu zahmete sabredip kımıldamaması müstehabtır. Aynı sabrı namaz kılan, Kur´an okuyan, bir ilimle meşgul olan ve benzeri durumdaki kimseler için dahi göstermek müstehabtır.[382]
ـ3716 ـ3ـ وعن عمار بن ياسر رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # عَرَّسَ بِأُوَتِ الجَيْشِ، وَمَعهُ عَائِشَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها. فَانْقَطَعَ عِقْدٌ لَهَا مِنْ جَزْعِ ظَفَارٍ فَحَبَسَ النَّاسَ ابْتَغَاءَ عِقْدِهَا ذلِكَ حَتّى أضَاءَ الْفَجْرُ وَلَيْسَ مَعَ النَّاسِ مَاءُ فَتَغيَّظَ أبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه علَيْهَا وقالَ: حَبَسْتِ النَّاسَ وَلَيْسَ مَعَهُمْ مَاءٌ. فَأنْزَلَ اللّهُ عَلى رَسُولِهِ # رُخْصَةَ التَّطَهُّرِ بِالصَّعِيدِ الطَّيِّبِ. فقَامَ المُسْلِمُونَ مَعَ رسولِ اللّهِ # فَضَرَبُوا بِأيْدِيهِمْ إلى ا‘رْضِ. ثُمَّ رَفَعُوا أيْدِيَهُمْ وَلَمْ يَقْبِضُوا مِنَ التُّرَابِ شَيْئاً فَمَسَحُوا وُجُوهَهُمْ
وَأيْدِيَهُمْ إلى المَنَاكِبِ، وَمِنْ بُطُونِ أيْدِيهِمْ إلى ا‘بَاطِ[. أخرجه أبو داود والنسائي.زاد أبو داود قال ابن شهاب في حديث: و يعتبر بهذا الناس، قال أبو داود: وكذلك رواه ابن إسحاق قال فيه عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما وذكر ضربتين.وفي رواية للنسائى: »وَلَمْ يَنْفُضُوا مِنَ التُّرَابِ شَيْئاً« .
3. (3716)- Ammâr İbnu Yâsir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), beraberinde Hz. Âişe´nin de bulunduğu bir seferinde, Ûlât´ul-Ceyş nâm mevkide geceleyin istirahat molası vermişti. Bu esnada Hz.Âişe (radıyallahu anhâ)´nin Yemen boncuğundan mamul kolyesi koptu. Bunun aranması, askerleri yolundan alıkoydu ve sabah aydınlığı girdi. İnsanların yanında su yoktu. Hz. Ebû Bekr (radıyallahu anh) Âişe´ye kızdı ve hatta:
“Herkesi yolundan alıkoydun, yanlarında su da yok!” diye çıkıştı. Derken Allah Teâlâ Hazretleri, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a, temiz toprakla temizlenme ruhsatını indirdi.
Bunun üzerine müslümanlar, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la kalkıp ellerini kaldırdılar. Topraktan hiçbir şey almadılar, yüzlerini ve omuzlarına kadar ellerini meshettiler. Ellerinin içlerinden de koltuk altlarına kadar meshettiler.”
Ebû Dâvud şu ziyadede bulunmuştur: “Bir hadiste İbnu Şihâb der ki: “Âlimler bu hadise itibar etmediler.” Ebû Dâvud der ki: “Hadisi, İbnu İshak da böyle rivayet etti ve rivayette İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´dan onun “iki vuruş zikrettiğini” kaydetti.”
Nesâî´nin bir rivayetinde “Topraktan hiçbir şey çırpmadılar” denmiştir.[383]
ـ3717 ـ4ـ وفي أخرى ‘بي داود: ]أنَّهُمْ تَمَسَّحُوا وَهُمْ مَعَ رَسولِ اللّهِ بِالصَّعِيدِ لِصَّةِ الْفَجْر، فَضَرَبُوا أكُفَّهُمْ بِالصَّعِيدِ ثُمَّ مَسَحُوا التُّرَابَ بِوُجُوهِهِمْ مَسْحَةً وَاحِدَةً. ثُمَّ عَادُوا فَضَرَبُوا أكفَّهُمْ بِالصَّعِيدِ مَرَّةً أُخْرَى فَمَسَحُوا بِأيْدِيهِمْ كُلِّهَا إلى المَنَاكِبِ وَاَبَاطِ مِنْ بُطُونِ أيْدِيهِمْ[.وله في أخرى، قال ابن الليث: »إلى ما فَوْقَ المِرْفَقَيْنِ«.»جَزْعُ ظفَارٍ.
وجزعُ أظفَارٍ« فأما ظفار بوزن قطام فهو مدينة باليمن ينسب الجزع إليها، وأما أظفار فهو اسم لنوع من الجزع يعرفونه.و»الصَّعِيدُ« التراب، وقيل وجه ا‘رض.والمراد »بِالطَيِّبِ« الطاهر منه .
4. (3717)- Ebû Dâvud´un bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir: “Ashab, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la birlikte sabah namazı için, toprakla meshlendiler. Bu maksadla avuçlarını toprağa vurup toprakla yüzlerine bir defa meshettiler. Sonra tekrar dönüp avuçlarını toprağa bir kere daha vurup, ellerinin tamamı ile ellerinin içlerinden koltuk altlarına, omuzlarına kadar meshettiler.”
Ebû Dâvud´un bir diğer rivayetinde, İbnu´l-Leys: “Dirseklerinin yukarısına kadar…” demiştir.[384]
AÇIKLAMA:
1- Başka rivayetlerde, Hz. Âişe´nin mezkur kolyeyi kız kardeşi Esmâ (radıyallahu anhâ)´dan âriyeten alıp takındığı belirtilir. Ayrıca bu kolyenin siyahlı beyazlı bir boncuk olup Yemen sahillerinde yer alan Zafâr veya (Zıfâr) şehrinde yapıldığı belirtilir. Kıymeti 12 dirhemdir.
2- Ûlâtu´l-Ceyş, 3714 numaralı rivayette Zâtu´l-Ceyş ve Beyda olarak tesmiye edilen aynı yerin adıdır. Zülhuleyfe nam mevki´in gerisinde bir yerin adıdır.
3- Ta´ris, gecenin sonunda yolcunun istirahat ve uyumak için konaklamasına denmiştir. Dilimizdeki mola vermek tabiri gecegündüz ayırımı yapmadan bütün istirahatlar için kullanılır; “gece” ile kayıtladık.
4- Teyemmüm, hadiste yapılan tarife göre önce ellerin dış kısmının bidayetinden başlayıp omuza kadar, sonra da avuç içinin iptidasından başlayıp koltuk altına kadar meshetme şeklinde olduğu anlaşılmaktadır.
5- Ebû Dâvud, bu hadise ülemânın itibar etmediğini, yani teyemmüm sırasında omuzlara, koltuk altlarına kadar meshetme cihetine gitmediğini ifade ediyor. Ancak bazı âlimler, Zührî´nin bu hadiste tarif edildiği şekilde teyemmümde bulunduğunu rivayet etmiştir.
6- Bu rivayetin Nesâî´de kaydedilen ziyadesinde, eller yere vurulduktan sonra ellere yerden yapışan kaba toprak parçalarının düşmesi için, ellerin şehadet parmakları boyunca birbirine vurulup çırpılmadığı belirtiliyor. Halbuki 3718´de görüleceği üzere bazı rivayetlerde bunun aksi sabittir, yani eller önce çırpılıp yerden yapışan kaba parçalar döküldükten sonra mesh´e geçilir. Çırpmanın bazan üflemekle yapıldığı da zikredilmektedir.[385]
ـ3718 ـ5ـ وعن شقيق قال: ]كُنْتُ بَيْنَ عَبْدِاللّهِ بنِ مَسْعُودٍ وَأبِى مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فقَالَ أبُو مُوسى: أرَأيْتَ يَا أبَا عَبْدِ الرَّحْمنِ لَوْ أنَّ رَجًُ أجْنَبَ فَلَمْ يَجِدِ المَاءَ شَهْراً، كَيْفَ يَصْنَعُ بِالصََّةِ؟ فقَالَ: َ يَتَيَمَّمُ وَإنْ لَمْ يَجِدِ المَاءَ شَهْراً. فقَالَ أبُو مُوسى: كَيْفَ بهِذِهِ اŒيةِ في سُورَةِ المَائِدَةِ. فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَيَتَمَّمُوا صَعِيداً طَيِّباً. قالَ عَبْدُاللّهِ: لَوْ رُخِّصَ لَهُمْ في هذِهِ اŒيةِ ‘وْشَكَ إذَا بَرَدَ عَلَيْهِمْ المَاءُ أنْ يتَيَمَّمُوا بِالصَّعِيدِ. فقَالَ لَهُ أبُو مُوسى: وَإنَّمَا كَرِهْتُمْ هذَا لِذَا؟ قَالَ: نَعَمْ. فقَالَ أبُو مُوسى لِعَبْدِ اللّهِ: ألَمْ تَسْمَعْ قَوْلَ عَمّارٍ لِعُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: بَعَثَنِى رَسولُ اللّهِ # فَأجْنَبْتُ فَلَمْ أجِدِ المَاءَ فَتَمَرَّغْتُ في الصَّعِيدِ كَمَا تَتَمَرَّغُ الدَّابَّةُ. ثُمَّ أتَيْتُ رسولَ اللّهِ # فذَكَرْتُ لَهُ ذلِكَ. فقَالَ: إنَّمَا كَانَ يَكْفِيكَ أنْ تَصْنَعَ هكَذَا، وَضَرَبَ بِكَفّيْهِ ضَرْبَةً عَلى ا‘رْضِ ثُمَّ نَفَضَهَا ثُمَّ مَسَحَ بِهَا ظَهْرَ كَفِّهِ بِشِمَالِهِ أوْ ظَهْرَ شِمَالِهِ بِكَفِّهِ، ثُمَّ مَسَحَ بِهَا وَجْهَهُ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
5. (3718)- Şakik merhum anlatıyor: “Ben, Abdullah İbnu Mes´ud ile Ebû Mûsa (radıyallahu anhümâ) arasında idim. Ebû Musa, İbnu Mes´ud´a:
“Ey Ebû Abdirrahman! Bir adam cünüb olsa ve bir ay boyu su bulamasa ne yapar, namazı nasıl kılar, ne dersin “diye sordu.
“Suyu bir ay bulamasa da teyemmüm etmez!” dedi. Ebû Musa:
“Pekala Mâide suresindeki şu âyete ne dersin: “…Su bulamazsanız temiz bir toprakta teyemmüm edin, yüzlerinizi, ellerinizi onunla meshedin” (Mâide, 6).
Abdullah şu cevabı verdi:
“Bu âyette Ashaba ruhsat verilmiş olsaydı çok geçmeden su soğuyunca da toprakla teyemmüm etmeye yeltenirlerdi.”
Ebû Musa da ona:
“Siz teyemmümü bu sebeple mi hoş bulmuyorsunuz ” dedi. İbnu Mes´ud “Evet!” deyince, Ebû Musa, Abdullah´a:
“Sen Ammâr´ın Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ)´e ne dediğini duymadın mı ”
Dedi ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni bir vazifeyle yola çıkarmıştı. Sefer esnasında cünüb oldum. Su da bulamadım. Bunun üzerine hayvanların bulanması gibi ben de toprağa bulandım. Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelip durumu kendisine arzettim. Bana:
“Sana şöyle yapman kâfi idi!” dedi (ve gösterdi), iki avucuyla yere bir vurdu, sonra avuçlarını çırptı, sonra soluyla (sağ) avucunun sırtını veya sol avucunun sırtını (sağ) avucuyla meshetti. Sonrada onunla yüzünü de meshetti.”[386]
ـ3719 ـ6ـ وعند مسلم: ]إنَّمَا كَانَ يَكْفِيكَ أنْ تَقُولَ بِيَدِكَ هكَذَا، ثُمَّ ضَرَبَ بِيَدِهِ ا‘رْضَ ضَرْبَةً وَاحِدَةً. ثُمَّ مَسحَ الشِّمَالَ عَلى الْيَمِينَ، وَظَاهِرَ كَفِّهِ وَوَجْهَهُ. قالَ عَبْدُ اللّهِ: أوَلَمْ ترَ عُمَرَ لَمْ يَقْنَعْ بِقَوْلِ عَمَّارٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما[ .
6. (3719)- Müslim´in rivayetinde [Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiş olmalı]: “Ellerinle şöyle yapman sana yeterdi.” Sonra (bizzat göstererek) ellerini bir kere yere vurdu. Sonra soluyla sağını, yani avucunun içini ve dışını meshetti.
Abdullah da: “Görmedin mi, Ömer (radıyallahu anh), Ammâr (radıyallahu anh)´ın sözüne kanaat getiremedi” dedi.”[387]
ـ3720 ـ7ـ وفي أخرى: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: إنَّمَا يَكْفِيكَ أنْ تَقُولَ هكذَا وَضَربَ بِيَدِهِ ا‘رْضَ فَقَبَضَ يَدَيْهِ فَمَسَحَ وَجْهَهُ وَكَفّيْهِ[. وهذا لفظ الشيخين .
7. (3720)- Bir diğer rivayette şöyle geldi: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Senin şöyle yapman sana yeterdi” buyurdular ve (göstermek için) ellerini yere vurup çırptı, yüzünü ve avuçlarını meshetti.” Bu Sahiheyn´in ibaresidir.[388]
ـ3721 ـ8ـ وعن عبدالرحمن بن أبْزَى: ]أنّ رَجًُ أتَى عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فقَالَ: إنِّى أجْنَبْتُ فَلَمْ أجِدْ مَاءً؟ فقَالَ لَهُ : َ تُصَلِّ. فقَالَ عَمّارٌ: أمَا تَذْكُرُ يَا أمِيرَ المُؤمِنِينَ إذْ أنَا وَأنْتَ في سَرِيّةٍ فأصَابَتْنَا جَنَابَةٌ فلَمْ نَجِدِ المَاءَ. فَأمّا أنْتَ فَلَمْ تُصَلِّ، وَأمَّا أنَا فَتَمَعَّكْتُ في التُّرَابِ وَصَلَّيْتُ؛ فقَالَ #: إنّمَا كَانَ يَكْفِيكَ أنْ تَضْرِبَ
بِيَدَيْكَ ا‘رْضَ ثُمَّ تَنْفُخُ ثُمَّ تَمْسَحُ بِهِمَا وَجْهَكَ وَكَفَّيْكَ. فقَالَ عُمَرُ: اتّقِ اللّهَ يَا عَمّارُ. فقَالَ: إنْ شِئْتَ لَمْ أُحَدِّثْ بِهِ. فقَالَ عُمَرُ: نُولِّيكَ مَا تَوَلّيْتَ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي، وهذا لفظ الشيخين .
8. (3721)- Abdurrahman İbnu Ebzâ anlatıyor: ” Bir adam Hz. Ömer (radıyallahu anh)e gelerek:
“Ben cünüb oldum, su da bulamadım (ne yapayım) ” diye sordu. Hz. Ömer:
“Namaz kılma!” diye cevap verdi. (Orada bulunan Ammâr radıyallahu anh söze girip):
“Ey mü´minlerin emîri! Hatırlıyor musun Ben ve sen bir seriyyede beraberdik. Cenâbet olduk ve su bulamadık. O zaman sen namaz kılmamış, ben ise toprağa bulanarak kılmıştık. (Sonra da bu durumu kendisine açınca), Aleyhissalâtu vesselâm bana:
“Ellerini yere vurup sonra üfleyip sonra onlarla yüzünü ve ellerini meshetmen sana kâfi idi” buyurdular” dedi.
Hz. Ömer (radıyallahu anh):
“Ey Ammâr Allah´tan kork!” dedi. Ammâr:
“Dilersen bu hadisi kimseye söylemiyeyim!” deyince, Hz. Ömer
“(Vallahi asla! Bu meselede) seni altına girdiğin sorumlulukla başbaşa bırakıyorum” diye cevap verdi.”[389]
ـ3722 ـ9ـ وعند أبي داود: ]إنَّمَا كَانَ يَكْفِيكَ أنْ تَقُولَ هكَذَا، وَضَربَ بِيَدِيْهِ ا‘رْضَ ثُمَّ نَفَخَهُمَا ثُمَّ مَسَحَ بِهِمَا وَجْهَهُ وَيَدَيْهِ إلى نِصْفِ الذِّرَاع[.وفي أخرى له: »وَلَمْ يَبْلُغِ الْمِرْفَقَيْنِ ضَرْبَةً وَاحِدَةً«.وفي أخرى له: »إلى الْمِرْفَقَيْنِ« .
9. (3722)- Ebû Dâvud´da rivayet şöyledir: “.Sana şöyle yapman yeterli idi” (dedi ve göstermek için) ellerini yere vurdu, sonra onlara üfürüp elleriyle yüzünü ve kollarının yarısına kadar ellerini meshetti.”
Yine Ebû Dâvud´un bir başka rivâyetinde: “.sonra ellerini yere vurdu, sonra birbirine vurarak (yapışan toprak parçalarını) çırptı, sonra yüzünü ve kol kemiğinin ortasına kadar kollarını meshetti, dirseğe ulaşmadı (bütün bu mesh ameliyesini yere) bir vuruşta (yaptı).
“Bir diğer rivâyette: “.dirseğe kadar” denmiştir.[390]
ـ3723 ـ10ـ وأخرج الترمذي من هذا الحديث: ]أنّ رسولَ اللّه # أمَرَهُ بِالتّيَمُّمِ لِلْوَجْهِ وَالْكَفَّيْنِ. قال: وَقَدْ رُوِىَ عَنْهُ أنّهُ قالَ: تَيَمّمْنَا مَعَ النّبىِّ # إلى المَنَاكِبِ وَاŒبَاطِ[.»السَّريّةُ« قطعة م الجيش تبلغ أربعمائة.وقوله »نولِّيكَ ما توليتَ« أى نكلِك إلى ما قلت ونردّ إليك ما وليته نفسك ورضيت لها به .
10. (3723)- Bu hadisten Tirmizî, şu kısmı tahric etmiştir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine (Ammâr´a), yüze ve ellere teyemmüm yapmasını emretti.”
(Tirmizî) der ki: “Ammâr´ın şöyle söylediği rivâyet edildi: “Biz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la birlikte omuzlara ve koltuk altlarına kadar teyemmüm ettik.”[391]
AÇIKLAMA:
1- 3718-3723 numaralar arasında kaydedilen altı rivâyetin hepsi de Ammâr (radıyallahu anh)ın teyemmüm yapması ile ilgilidir. Bu hâdise, kitaplarımızda az çok farklarla değişik vecihlerden rivayet edilmiştir. Teysîr, bunlardan bir kısmını yukarıda gördüğümüz üzere nakletmektedir. Bu rivâyetlerden, özetle şu husûsları tespit etmekteyiz:
1) Hz. Ammâr (radıyallahu anh), henüz vahiy gelmeden, susuz kaldığı bir sefer sırasında şahsî insiyatifi ile teyemmüme benzer bir tatbikatta bulanarak, bütün vucudunu toprağa bulamıştır. Bu tatbikat da, hayvanlardan mülhem olduğu anlaşılmaktadır. Zirâ “Hayvanların toprağa bulanmaları gibi. bulandım” demektedir. Durumu Resulullah´a anlatınca Aleyhissalâtu vesselâm te´yid etmiş, ancak bütün vücudu bulamadan nasıl teyemmüm edeceğini tarif etmiştir.
2) Teyemmüm hususunda Ashab arasında bazı farklı anlamalar mevzubahis olmuştur. Mesela Ebû Musa ile İbnu Mes´ud, Hz. Ömer´le Ammâr arasında farklı anlamalar olduğu anlaşılmaktadır.
* Hz. Ömer (radıyallahu anh)´in Ammâr´a: “Allah´tan kork!” demesini, şârihler Hz. Ömer´in anlatılan hâdiseyi unutmasına yorarlar. Ammâr İbnu Yâsir´in: “Dilersen bu hadisi kimseye söylemiyeyim” sözüyle şunu demek istediğini belirtirler: “Eğer sen, bu hâdiseyi anlatmamamdaki maslahatın anlatmamdaki maslahattan fazla olacağı kanaatinde isen, ben anlatmaktan vazgeçerim. Zîrâ, mâsiyet olmayan emirlerinde halifemize itaat vâcibtir. Bu sünneti tebliğ işi ise hâsıl olmuştur.”
Hz. Ömer´in böyle bir yasak koymak istemediği, hatırlayamamasına rağmen, Ammâr´a güvenerek, sorumluluğu kendinde olmak kaydıyla, rivâyet etmeye izin verdiği anlaşılmaktadır. Zîrâ Hz. Ömer, rivayetin Ebû Dâvud´daki vechinde geldiği üzere te´kidli bir şekilde yemin vererek Ammâr´ı rivayette serbest bırakır: “Asla (onu rivayetten yasaklamak istemem). Allah´a yemin olsun, sen sorumluluğu üzerine aldıkça biz de seni bu işte yetkili kılacağız.”
Kaydedilen bu ibare kapalı olduğu için, bu ma´nâya biraz yorum katarak ulaşılmıştır. Hadis üzerine Sindî´nin yorumu özde aynı ise de biraz daha açıktır: “Yani “Seni, girişmiş bulunduğun, bildiğin hususlarda tebliğ ve fetva vazifesi ile yetkili (vâli) kıldık.” Sanki, Hz. Ömer, ilk başta hatırlayamadığını ve dolayısıyla onunla fetva vermesini uygun bulmadığını söylemek istedi; ancak sonradan “Ey Ammâr bununla fetva vermekte serbestsin (sana itimadım var, iyice bilmediğin, hatırlamadığın hususlarda cür´etkâr olmazsın)” demiştir.” (Sindî´nin açıklaması bitti.)
2- 3722 numaralı hadise göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) teyemmümü gösterirken, ellerini kollarının yarısına kadar meshetmiştir, müteakip (3723) numaralı hadise göre ise kolları omuza kadar meshetmiştir. Âlimler bu rivâyetleri Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan teyemmüm´ün nasıl yapılacağını görmezden önce, Sahâbe´nin kendi kendilerine kıyas yoluyla yaptıkları teyemmüm tatbikatı olarak yorumlamıştır. Yâni bu tarzları, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara emretmiş olmaksızın onlar ilk başta yapmışlardır. Sonradan Resulullah göstermiş, Ashab da, aşağıda açıklayacağımız tarza uygun olarak tatbik etmişlerdir. Ne var ki muhaddislerimiz, hadîsleri mensuhtur diye rivayetten vazgeçmeyip, hepsini olduğu şekilde rivâyet etmişler ve eserlerine almışlardır. Bir babta hepsini görmek, şeriatımız için bir zenginlik, ülemâmız için bir fazilettir. Bilhassa Sünen sahipleri, tek bir fakih tarafından bile amel edilen hadisleri, zıddiyet hadisleri olarak kaydedip zaafına dikkat çekmiştir.
Şunu da hatırlatmada fayda var: Fıkhî bablarda, öncelikle en sahih, çoğunluk tarafından amel edilen hadisler kaydedilirken müteâkiben daha zayıf olan ve zıddiyet hadisi dediğimiz, zaafı sebebiyle amelde terkedilmiş olan hadisler kaydedilir. Bu, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Tirmizî´de görülen müşterek prensiptir. İstisnâî olarak Nesâî hazretleri, şayet varsa o babın zayıf hadisini önce kaydedip, sonradan daha sahihlerini kaydederek, öncekinin zaafını belirtir. Bu sözümüz “Nesâî´nin bablarda kaydettiği ilk hadisler zayıftır” şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu yanlışlığa düşülmemesi için “şâyet varsa.” dedik. Zira, her babta zayıf hadis olması gerekmez. Bu husûsların iltibas edilmemesi için Kütüb-i Sitte imamlarının hadis alma ve kitaplarını tanzim etmede takip ettikleri hususiyetler bir kere daha okunmalı ve kavranmalıdır.
3- Teyemmüm Nasıl Yapılır
Teyemmümle ilgili farklı rivayetleri ve gerekli açıklamaları gördükten sonra, ilmihal kitaplarında açıklanan şekilde nasıl teyemmüm edeceğimizi belirtelim:
Teyemmüme başlarken namaz için niyet edilerek besmele çekilir. Hanbelîler besmeleye “vacib” demiştir.
Kollar sıvanmış, parmaklar açılmış olarak eller yeryüzü cinsinden temiz bir şeye (toprak, kum, alçı, mermer, madenî taşlar, kiremit, tuğla, yakut, zümrüt, mercan, kaya tuzu, çamurla sıvanmış duvar) vurulur, ileri sürülüp geri çekilerek kaldırılır.[392]
Kaldırınca, şayet ele yapışmış iri toprak vs. parçaları varsa, eller birbirine yanlarıyla vurularak bunlar çırpılır ve dökülmesi sağlanır. Sonra elin içi ile bütün yüz meshedilir. Yüzün meshi bir kere olur.
Sonra eller önceki şekilde ikinci sefer toprağa vurulur ve eller çırpılarak yapışan iri parçalar silkelendikten sonra sol elin baş parmağını ayırıp, diğer parmakların iç kısmı ile sağ elin dış tarafı parmakların en ucundan başlamak sûretiyle dirseğe kadar meshederek çekmeli, sonra sol el daha dirsekte iken, sağ kolun iç tarafına yönelip, yine sol elin serçe parmağı ile baş parmağını halka edip baş parmağı da beraber olmak üzere, ayası ile, sağ elin dirseğinden itibaren iç tarafı bileğine kadar meshetmeli ve baş parmağının üstüne mesheylemelidir. Tabii ki, bu esnada sağ elin başparmağı içeriye doğru meyillendirilecektir, ta ki elin iç kısmına sol el değmesin, ve parmağın dışına sol elin baş parmağı rahatça değebilsin.
Sağ elin meshi böylece bittikten sonra, aynı şekilde sağ elin içiyle de sol el meshedilir.
Teyemmümde bu tertibe riâyet edilmeli, araya fâsıla girmemelidir.
Ayak ve başa mesh gerekmez. Parmak araları hilâlellenir.
Abdesti bozan haller teyemmümü de bozar. Ayrıca, teyemmümü meşru kılan hallerin kalkması da teyemmümü bozar.[393]
TEYEMMÜMÜ MEŞRU KILAN SEBEPLER ŞUNLARDIR:
1) Suyun bulunamaması.
2) Suyu kullanmaya manî şer´i bir özrün bulunması:
* Su bir mil (yani dörtbin adım) uzakta ise yok farzedilir.
* Su olsa bile yıkandığı taktirde hastalanacak veya hastalığı artacak ise. Bunu tecrübesi veya hâzık müslüman doktorun tavsiyesi ile bilebilir.
* Bazan su yakındadır, ancak almaya gittiği takdirde mal, can ve ırzına veya emânetinde olan şeye bir tehlike gelmesi ihtimâli vardır. Bu durum da teyemmümü meşru kılar.
* Bazan de abdest veya gusle yetecek suyumuz olsa bile miktarca azdır, içmeye su sıkıntısı çıkacaktır. Böyle durumlarda da teyemmüm câizdir.
* Dinimiz, su kullandığı takdirde geçen zaman sebebiyle bayram ve cenâze namazı kaçırılacaksa, bu durumda da teyemmümü tecviz etmiştir. Cuma ve diğer namazlar gibi, bedeli veya kazası olan namazlar için teyemmüme cevaz verilmemiştir.
Teyemmüm, duruma göre hem abdest ve hem de gusül yerine geçen bir temizliktir.
Teyemmümle ilgili teferruat için ilmihal kitaplarına bakılmalıdır.[394]
ـ3724 ـ11ـ وعن عمران بن حصين رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]رَأى رَسولُ اللّهِ # رَجًُ مُعْتَزًِ لَمْ يُصَلِّ مَعَ الْقَوْمِ. فقَالَ يَا فَُنُ: مَا مَنَعَكَ أنْ تُصَلِّى مَعَ الْقَوْمِ؟ فقَالَ يَا رَسُولَ اللّهِ أصَابَتْنى جَنَابَةٌ وََ مَاءَ. قالَ: عَلَيْكَ بِالصَّعِيدِ فَإنَّهُ يَكْفِيكَ[. أخرجه الشيخان والنسائي وهذا لفظهم .
11. (3724)- İmrân İbnu Husayn (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir kenara çekilmiş halkla birlikte namaz kılmayan bir adam gördü.
“Ey fülan! Halkla birlikte niye namaz kılmıyorsun ” diye sordu. Adam:
“Ey Allah´ın Resulü, cenâbet oldum, su da yok” deyince:
“Toprağı kullan, o sana yeterlidir” buyurdular.”[395]
ـ3725 ـ12ـ وعن أبي ذر رَضِيَ اللّهُ عَنْه ]أنَّ رسولَ اللّه # قال: إنَّ الصَّعِيدَ
الطَّيِّبَ وَضُوءُ المُسْلِمِ وَإنْ لَمْ يَجِدْ المَاءَ عَشْرَ سِنِينَ فَإذَا وَجَدَ المَاءَ فَلْيُمِسَّهُ بَشَرَتَهُ فإنَّ ذلِكَ خَيْرٌ[. أخرجه أصحاب السنن، وهذا لفظ الترمذي .
12. (3725)- Ebû Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “On yıl boyu su bulamasa da, temiz toprak müslümanın abdest suyudur. Suyu bulunca, bedenini onunla meshlesin, zira bu daha hayırlıdır.”[396]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin vürud sebebiyle ilgili bir hadise var, Teysîr müellifi onu tayyetmiş. Şu halde rivayetin aslı şöyle:[397] “Ebû Zerr Hazretleri anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ ın yanında bir miktar zekat malı (koyun ve deve) toplanmıştı. Bana: “Ey Ebû Zerr, bunları kıra götür otlat!” emrettiler. Ben Medine´ye üç mil mesafedeki Rebeze´ye gittim. (Yanımda ailem de vardı.) Orada cünüb oldum. İçmeye yetecek kadar suyum vardı. Namazlarımı yıkanmaksızın kılıyordum. (Bu şekilde) beş veya altı gün geçirdim. Sonra Medine´ye Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına döndüm.
“Bu, Ebû Zerr midir ” buyurdular, sükut ettim, cevap vermedim. Tekrar:
“Bu, anasız kalasıca Ebû Zerr değil mi ” buyurdular. Ben:
“Evet ey Allah´ın Resulü, ancak helak oldum!” dedim.
“Niye helak oldun, sebep ne ” diye sordular.
“Ben (kırda) suyu içmede kullandım. Beraberimde ailem de vardı. Cünüb oldum, yıkanmadan namaz kıldım” dedim. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm benim için su emretti. Siyah bir câriye, büyükçe bir tas içerisinde su getirdi. Tas dolu değildi, su, içerisinde çalkalanıyordu. Ben bir devenin gerisinde kuytulanıp yıkanarak Resulullah´a geldim.
“Ey Ebû Zerr, buyurdular, on yıl boyu su bulamasan bile, toprak temizdir. Suyu bulunca, vücudunu onunla meshet.”
2- Âlimler, toprakla teyemmüm etmenin sefer hâline mahsus bir ruhsat olmadığı hususunu bu rivayetten çıkarmışlardır. Kişi, mukim bile olsa su bulunmadığı takdirde, toprak temizlikte suyun yerine geçebilecek, on yıl boyunca dahi teyemmüm yapabilecektir. Resulullah, Ebû Zerr (radıyallahu anh)´in teyemmümsüz namaz kılmasını tecviz etmemiştir.
3- Hadisten, ayrıca vaktin çıkmasıyla teyemmümün bozulmayacağı, aynı teyemmüm birçok vakitlerin namazının kılınabileceği hükmü çıkarılmıştır.
4- Hadisin sonunda geçen “Suyu bulunca, bedenini onunla meshet” ibaresi “su ile yıka (yani su ile guslet, su ile abdest al)” demektir. Âlimler, bu ibareden: “Abdest ve teyemmüm beraberce caizdir” ma´nâsının çıkarılmaması gerektiğine dikkat çekerler.[398]
ـ3726 ـ13ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما أنه قال، وقد سئل عن التيمم: ]إنَّ اللّهَ تَعالى قالَ في كِتَابِهِ حِينَ ذَكَر الْوُضُوءَ: فَاغْسِلُو وُجُوهَكُمْ وَأيْدِيكُمْ إلى المَرافِقِ. وَقَالَ في التَّيَمُّمِ: فَامْسَحُوا بِوَجُوهِكُمْ وَأيْدِيكُمْ. وَقالَ: وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أيْدِيَهُمَا، وَكانَ السُّنَّةُ في الْقَطْعِ الْكَفَّيْنِ: إنَّمَا هُوَ الْوَجْهُ وَالْكَفَّيْنِ، يَعْنِى التَّيَمُّمِ[. أخرجه الترمذي .
13. (3726)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´a teyemmümden sorulmuştu. Dedi ki:
“Allah Teâlâ Hazretleri, Kitab-ı Mübîn´de, abdesti zikrederken şöyle buyurmuştur:
“Yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın.” Teyemmüm hakkında da şöyle buyurdu: “Yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin” (Yine âyet-i kerîme´de Cenâb-ı Hakk) şöyle buyurdular: “Erkek ve kadın hırsızın elini kesin.” Hırsızın elini kesmede sünnet (bilekten itibaren) avuç kısmı kesmektir (bilek- dirsek arası kesilmez), öyleyse, teyemmüm yapılacak kısım yüz ve ( bileğe kadar) ellerdir.[399]
AÇIKLAMA:
Bu rivâyet, teyemmüm yapılacak uzuvlar hakkında İbnu Abbâs´ın farklı bir yorumunu göstermektedir: “Eller, dirseğe kadar değil, bileklere kadar meshedilmelidir. Çünkü, Kur´an´da geçen yed-el kelimesinin, hırsızın cezalandırılması bahsinde, bileğe kadar olan kısım olarak anlaşıldığı görülmektedir.” Şu halde İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ), sadece ellerin meshedilmesini teyemmüm için yeterli görmektedir.[400]
ـ3727 ـ14ـ وعن طارق: ]أنَّ رَجًُ أجْنَبَ فَلَمْ يُصَلِّ فَأتَى النبىَّ # فَذَكَرَ لَهُ ذلِكَ فَقَالَ: أصَبْتَ. فَأجْنَبَ آخَرُ فَتَيَمَّمَ وَصَلّى فَأتَاهُ فقَالَ نَحْوَ مَا قَالَ لِŒخَرِ، يَعْنِى أصَبْتَ[. أخرجه النسائي.
14. (3727)- Târık anlatıyor: “Bir adam cünüb oldu ve namaz kılmadı. Sonra Resulullah´a gelerek, durumu O´na arzetti. Aleyhissalâtu vesselâm:
“İsabetli davranmışsın!” buyurdular. Bir diğer zât da cünüb olmuştu, teyemmüm edip namazını kıldı. Sonra o da Resulullah´a gidip durumunu arzetti. Aleyhissalâtu vesselâm ona da aynı şeyi söyledi, yani “isabetli davranmışsın!” dedi.”[401]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, teyemmüm âyeti nüzûl etmiş olsa bile, henüz yeterince taammüm etmemiş olduğu bir zamanda cereyan eden bir vak´ayı haber vermelidir. Her iki zât da içtihadla hareket ettiği için, her ikisi de isabet etmiş olmaktadır. Gerçi birinci zat, teyemmüm ederek namaz kılma imkânı varken bunu yapmayıp namazı terketmekle isabetsiz bir içtihadda bulunmuştur. Ancak, Resulullah, cevaplarında umûmî şartları gözönüne almış olmalıdır.
Ülemânın rivâyet hakkında yorumu budur.[402]
ـ3728 ـ15ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]أصَابَ رَجًُ جُرحٌ عَلى عَهْدِ رسولِ اللّهِ # ثُمَّ احْتَلَمَ. فَأُمِرَ بِاغْتِسَالِ فَاغْتَسَلَ فَمَاتَ. فَبَلَغَ ذلِكَ النّبىَّ # فقَالَ: قَتَلُوهُ، قَتَلَهُمُ اللّهُ. أَّ سَألُوا إذْ لَمْ يَعْلَمُوا؟ فَإنَّمَا شِفَاءُ الْعِىِّ السُّؤَالُ. إنَّمَا يَكْفِيهِ أنْ يَتَيَمَّمَ، وَأنْ يَعْصِبَ عَلى جُرْحِهِ خِرْقَةً ثُمَّ يَمْسَحَ عَلَيْهَا وَيَغْسِلَ سَائِرَ جَسَدِهِ[. أخرجه أبو داود .
15. (3728)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında bir adam yaralanmış, sonra da ihtilam olmuştu. Kendisine yıkanması emredildi. Adam yıkandı ve öldü. Onun haberi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a ulaşmıştı. (Öfke ile) şunları söyledi:
“Onu öldürmüşler, Allah da onların canını alsın! Madem bilmiyorlardı, niye sormadılar Bilgisizliğin şifası sualdir. Ona, teyemmüm yeterliydi. Yarasına bir bez sarılmalı ve üzerinden meshedilmeli, sonra da bedeninin geri kalan kısmı yıkanmalıydı.”[403]
AÇIKLAMA:
1- Ebû Dâvud´da hadisin Hz. Câbir (radıyallahu anh) vechinde şöyle denir: “Bir sefere çıkmıştık, bizden birine taş isabet etti ve başı yarıldı. Adamcağız, bilahere ihtilam oldu. Ne yapacağı hususunda arkadaşlarına:
“Benim için teyemmüm etmeye bir ruhsat buluyor musunuz ” diye sordu.
“Sen suyu kullanmaya muktedirsin, sana ruhsat göremiyoruz” dediler. Adam yıkandı ve öldü. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına gelince, hâdise haber verildi. (Öfkeyle) şunları söyledi:
“Öldürmüşler! Allah da onları öldürsün! Madem bilmiyorlardı, niye sormadılar. Bilgisizliğin şifası sormaktır. Ona, teyemmüm edip yarasının üzerine bir bez sarması, sonra sarığının üzerini meshetmesi, bedeninin geri kalan kısmını da yıkaması yeterliydi.” buyurdular.”
2- Hattâbî der ki: “Bu hadiste şu hususlar var:
* Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bilmeden fetva verenleri ayıplamış, ayrıca aleyhlerinde beddua etmiş ve öldürme günahında bulunmuş olmaları vaîdini (tehdid) ifade etmiştir.
* Hadiste, teyemmüm ve vücudun diğer kısımlarını su ile yıkama işi cem edilmiştir. Bunlardan biri tek başına kâfi görülmemektedir. Ashab-ı Re´y der ki: “Kişinin âzâlarından birinin az bir kısmı yaralanırsa su ve teyemmüm cem edilir, çoğunluk kısmı yaralanmışsa sadece teyemmüm yeterli olur.” İmam Şâfiî´ye göre yara az da olsa çok da olsa bedenindeki sağlıklı uzuvlar için teyemmüm kâfi gelmez, mutlaka yıkanmalıdır.”
3- Şevkâni Neylü´l-Evtâr´da der ki “Câbir hadisi, zarar görmekten korkulduğu takdirde, teyemmüme yönelmenin câiz olduğuna delalet eder. İmam Mâlik, Ebû Hanîfe, iki görüşünden birinde Şâfi´î bu görüştedirler. Ancak Ahmet İbnu Hanbel ve iki görüşünün birinde Şâfi´î, zarar korkusuyla teyemmümün câiz olmayacağına hükmederler.” Şevkâni açıklamasına şöyle devam eder: “Hadis, sargılar üzerine meshetmenin vâcib olduğuna da delalet eder. Mamafih bu hükmü te´yid eden daha açık rivayet de gelmiştir. İbnu Mâce, Hz. Ali´den şu hadisi kaydeder: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sargıların üzerine meshetmemi emretti”
Muhaddisler bu hadisi zayıf bulur ise de Ebû Hanîfe ve Yedi Fakihler ve arkadan gelenler, sargıların üzerine meshetmenin vacib olduğuna hükmetmiştir. Şâfiî hazretleri bir şartla buna katılır: Onun temizlik üzere konmuş olması ve sargının altında sadece zaruri olan şey bulunmasıdır.
Bunlara göre, mezkur mesh su ile olur, toprakla değil.
Ebû Hanîfe´den rivayet edildiğine göre, meshe gerek yoktur, helal da değildir, tıpkı zorluk arzeden ibadet gibi sâkıt olur. Çünkü, yaralı uzuv bir başka uzuv gibidir, abdest âyetinin hükmü bu sakat uzva şâmil değildir.
Hz. Câbir ve Hz. Ali (radıyallahu anhümâ) hadîslerinin senedindeki zayıflık sebebiyle amele elverişle olmadığı belirtilmiş ise de Hz. Câbir hadisinin senedlerinin çokluğu onu güçlendirir ve ihticaca elverişli hale getirir. Onu ayrıca Hz. Ali´nin rivayeti de güçlendirir. Ancak Câbir hadisi, gusül, teyemmüm ve meshi birleştirmeye delâlet etmektedir.”[404]
ـ3729 ـ16ـ وعن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]احْتَلَمْتُ في لَيْلَةٍ بَارِدَةٍ في غَزْوَةِ ذَاتِ السََّسِلِ فَأشْفَقْتُ إنِ اغْتَسَلْتُ أنْ أهْلَكَ. فَتَيَمَّمْتُ ثُمَّ صَلَّيْتُ بأصْحَابِى الصُّبْحَ فَذَكَرُوا ذلِكَ لِلنَّبىِّ # فقَالَ: يَا عَمْرُو، صَلَّيْتَ بِأصْحَابِكَ وَأنْتَ جُنُبٌ؟ فَأخْبَرْتُهُ بِالَّذِى مَنَعَنِى عَنْ اغْتِسَالِ، وَقُلْتُ: إنِّى سَمِعْتُ اللّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَقُولُ: وََ تَقْتُلُوا أنْفُسَكُمْ إنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيماً فََضَحِكَ رسولُ اللّهِ # وَلَمْ يَقُلْ شَيْئاً[. أخرجه أبو داود .
16. (3729)- Amr İbnu´l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Zâtu´s-Selâsil Gazvesi´nde, soğuk bir gecede ihtilam oldum. Yıkandığım taktirde helak olacağımdan korktum. Böylece teyemmüm yapıp, arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım.
Bu hadiseyi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a anlattılar. Bana:
“Ey Amr! Sen cünüb olduğun halde arkadaşlarına namaz mı kıldırdın ” diye sordu. Ben de yıkanmama mâni olan durumu haber verdim ve dedim ki:
“Ben Allah´ın şöyle söylediğini işittim: “Kendinizi öldürmeyin, Allah sizlere karşı rahîmdir” (Nisa 29).
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) güldüler ve hiçbir şey söylemediler.”[405]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste, soğuk şiddetli olduğu takdirde, teyemmümün cevazına iki cihetten delil görülmüştür:
1- Resululah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın tebessüm edip memnûniyet izhâr etmesinden.
2- Amr İbni´l-Âs (radıyallahu anh)´ı davranışı sebebiyle tashihte bulunmayışından. Resulullah, yanında yapılan veya söylenen bir meseleye müdahale etmeyip sükût buyurursa, bu Aleyhissalâtu vesselâm´ın kabul etmesine delil sayılmış ve buna “takrîrî sünnet” denilmiştir. Çünkü, Resûlullah´ın bâtılı te´yid ve tasvip edeceği, bâtıl karşısında sükut edip takrir edeceği kabul edilemez bir haldir. Tebessüm ise, cevaz hususunda, sırf sükût etmekten daha sarih, daha kavî bir delil olur. Resulullah´ın gülmesi, Ashabı´nı, gerektiği zaman isabetli içtihad ederek problemini çözecek seviyede görmenin memnuniyetinden olabilir. Bu hal Resulullah´ın da şânını yüceltir. Zira kendi terbiyelerinin eseri olmaktadırlar.
Hattâbî der ki: “Hadiste, Resulullah´ın, suyu kullanma imkânının yokluğunu, suyun yokluğuna denk tuttuğunu, bu imkansızlığı, beraberinde su olduğu halde susuzluktan korkarak, suyu içmek için saklayıp, telef olmak endişesiyle teyemmümle yetinen insan gibi mülâhaza etmiş olduğunu görmekteyiz.”
İbnu Raslân der ki: “Suyu ısıtma imkânı olan kimsenin veya tehlikeyi bertaraf edecek şekilde tedricî olarak yıkayabilecek olan kimsenin, -ki bir uzvu yıkar ve onu örter, sonra bir başka uzvu böylece korumalı olarak yıkayıp abdestini tamamlayabilir- teyemmüm etmesi caiz değildir.” Ama buna muktedir olamayan kimsenin teyemmüm edip namaz kılabileceği ekseri ülemâca kabul edilmiş bir ruhsattır.
Şunu da kaydedelim ki, Hasan Basrî ve Atâ rahimehumâllah “ölecek de olsa yıkanmalıdır” derler ve soğuğu özür kabul etmezler. Onlar, İbnu Mes´ud´un daha önce kaydettiğimiz (3718. hadis) şu sözüne dayanmış olmalılar: “Bu âyetle onlara (Ashab´a) ruhsat verilseydi, çok geçmeden, sular soğuyunca da toprakla teyemmüm etmeye yeltenirlerdi.”[406]
ـ3730 ـ17ـ وعن أبي سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]خَرَجَ رَجَُنِ في سَفَرٍ فَحَضَرَتِ الصََّةُ وَلَيْسَ مَعَهُمَا مَاءٌ فَتَيَمَّمَا صَعِيداً طَيِّباً فَصَلّيَا. ثُمَّ وَجَدَا المَاءَ في الْوَقْتِ. فَأعَادَ أحَدُهُمَا الصََّةَ وَالْوُضُوءَ وَلَمْ يُعِدِ اŒخَرُ. ثُمَّ أتَيَا رَسُولَ اللّهِ # فَذَكَرَا ذَلِكَ لَهُ فقَالَ لِلَّذِى لَمْ يُعِدْ: أصَبْتَ السُّنَّةَ وَأجْزَأتْكَ صََتُكَ، َوقالَ لِلَّذِى تَوَضَّأ وَأعَادَ: لَكَ ا‘جْرُ مَرَّتَيْنِ[. أخرجه أبو داود والنسائي .
17. (3730)- Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: “İki kişi bir sefere çıktılar. Derken namaz vakti girdi. Beraberlerinde su olmadığı için temiz toprakla teyemmüm ettiler ve namazlarını kıldılar. Sonra vakti içinde su buldular. Bunlardan biri, abdesti de namazı da iâde etti, diğeri iâde etmedi.
Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelince durumu anlattılar. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), iâde etmeyene:
“Sünnete isabet ettin, namazın sana yeterlidir!” dedi. Abdesti ve namazı iade eden zâta da:
“Sana iki kat ücret var!” ferman buyurdu.”[407]
ـ3731 ـ18ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ أقْبَلَ مِنْ أرْضِهِ بِالجُرُفِ فَحَضَرَتِ الصََّةُ بِمَرْبَدِ النَّعَمِ فَتَيَمَّمَ وَصَلَّى ثُمّ دَخَلَ المَدِينَةَ وَالشَّمْسُ مُرْتَفِعَةٌ فَلَمْ يُعِدْ[ .
18. (3731)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´in anlattığına göre, “Curuf nâm mevkideki tarlasından dönüyordu. Mirbedu´n-Ne´am (denen deve ağılından) geçerken namaz vakti girdi. Hemen teyemmüm edip namazını kıldı. Sonra Medine´ye döndüğünde güneş henüz yüksekteydi (ve namazın vakti çıkmamıştı). Ama namazını iade etmedi.”[408]
ـ3732 ـ19ـ وفي رواية عن نافع: ]أنَّهُ أقْبَلَ هُوَ وَابنُ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما مِنَ الْجُرُفِ حَتّى إذَا كَانَا بِالْمَرْبَدِ نَزَلَ عَبْدُاللّهِ فَتَيَمَّمَ صَعِيداً طَيِّباً فَمَسَحَ بِوَجْهِهِ وَيَدَيْهِ إلى الْمِرْفَقَيْنِ ثُمَّ صَلّى[. أخرجه مالك. قلت: وَأخرجه البخارى في ترجمة، واللّه أعلم .
19. (3732)- Bir başka rivayette, (bu hadiseyi) Nâfî rahimehullah şöyle anlatır: “Ben ve İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), Curuf nâm mevkiden beraber dönüyorduk. Mirbed´e gelince Abdullah devesinden inip, temiz toprakla teyemmüm yaptı, yüzüne dirseklerine kadar ellerine meshetti, sonra namaz kıldı.”[409]
AÇIKLAMA:
1- Mirbed, veya Mirbedü´n-Ne´am, Medine´ye bir veya iki mil mesafede bir yer adıdır. Deve ağılı ma´nâsına gelir. Mu´cemu´l-Bûldân´da deve pazarı ma´nâsına geldiği de belirtilir. İbnu Hacer buranın Medine´ye bir mil (dörtbin adım) uzaklıkta olduğunu belirtir. Demek ki, develerin korunduğu, yerine göre alım satımlarının da yapıldığı, Medine dışında bir ağılpazar durumunda bir yer olup Ağıl veya Deve Ağılı diye meşhur olmuştur. Nitekim, bazı şehirlerimizin dışında yakın zamana kadar ve -Erzurum gibi bazılarında hâlen- hayvan pazarı adında yerler mevcut olagelmiştir.
Curuf´un da Medine´ye üç mil mesafede bir yer olduğu belirtilir.
2- Ebû´l-Velid el-Bâcî, Curuf ile Medine arasında namazı kasretmeyi gerektirecek müsâferet mesafesinin bulunmamasını nazar-ı dikkate alarak bu hadisten, hazerde suyun olmaması durumunda teyemmüm yapılabileceğine delil olduğuna dikkat çeker. Ancak İbnu Sahnûn, Muvatta Şerhi´nde babasının şu yorumunu kaydeder: “Hadisin ma´nâsı, “İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) abdestliydi” demektir. Çünkü o, rivayet edildiği üzere, her namaz için taze abdest alırdı. Böyle olunca, namaz vakti girince, su olmadığı için, abdeste bedel teyemmüm yaptı.”
Muhammed İbnu Mesleme, “İbnu Ömer, namazın (müstehab olan ilk) vaktini kaçırmaktan korktuğu için Mirbed´de teyemmümle namaz kıldı” der.
El-Bâcî, Buhârî´nin tercümede kaydettiği -önceki rivayeti de gözönüne alarak; “Güneş yüksekte olsa da sararmanın başlamış olması muhtemeldir” veya “İbnu Ömer, vaktin daraldığı zannına düşerek namazı kılmış, sonradan durum tebeyyün etmiş de olabilir” der. Bazı âlimler İbnu Ömer´in vaktin girmesiyle teyemmümünün helal olduğu görüşünde olabileceği te´vilinde de bulunmuştur.
Yeri gelmişken tekrar edelim: Ebû Hanîfe, Şâfiî, İmam Mâlik ve ashâbı, hazerde dahi teyemmümün câiz olduğu görüşündedirler. Ebû Yusuf´la Züfer rahimehümâllah, hazerde olan (yani yolcu olmayan) kimsenin vakit çıksa bile suyu buluncaya kadar teyemmüm yapamayacağı kanaatindedir.
3- 3730 numarada geçen hadisteki birkaç noktayı açıklamada fayda var:
* Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada, “Sünnete isabet ettin” sözüyle “Sünnetle sabit olan, vacib olan şerîate (hükme) tesadüf ettin” demek istemiştir.
* “Sana iki kat ücret var” sözü: “Sana her iki namazın da ayrı ayrı sevabı var, çünkü her ikisi de sahihtir, her ikisi de sevaba layıktır. Allah hiçbir sahih ve güzel ameli ücretsiz, sevabsız bırakmaz” demektir.
* Hattâbî, Meâlim´de bu hadisteki bazı fıkhî hükümlere dikkat çeker.
** Namazı ilk vaktinde kılma hususunda acele davranmak sünnettir, bu hüküm teyemmümle kılınan namazda da, abdestle kılınan namazda da muteberdir. Gerçi bu meselede ülemâ bazı ihtilâfta bulunmamış değildir. Mesela:
*** İbnu Ömer´in “Vaktin başı ile sonu arasında teyemmüm etmede muhayyerdir” dediği rivayet edilmiştir.
*** Atâ, Ebû Hanîfe, Süfyan, Ahmed İbnu Hanbel bu görüştedir. İmam Mâlik de bir kayıdla aynı görüşü benimser. Onun kaydı: “Su bulma ümidi olmayan bir yerde olunursa, vakit kaybetmeden hemen teyemmüm edip namaz kılmak efdaldir” şeklindedir.
*** Zührî, “Vaktin çıkmasından korku hâsıl olmadıkça teyemmüm edilmez” demiştir.
Muhayyer bırakanlar, su bulma ümidi melhuz olduğu için su ile abdest almak için te´hirin cevazına hükmetmişlerdir. Değilse, asıl olan, namazı ilk vaktinde kılmaktır.
4- Teyemmümle Namaz Kılan, Sonra Su Bulursa
Aynı hadiste (3730) geçen, teyemmümle namaz kılıp, sonra vakit çıkmadan suyu bulan kimse hakkında da ihtilaf edilmiştir.
Hattâbî bu hususta şu görüşleri kaydeder:
* Atâ, Tâvus, İbn Sîrîn, Mekhûl, Zührî, “Namazı iade eder” demiştir.
* Evzâî iadenin müstehab olduğu, vacib olmadığı kanaatindedir.
* İbnu Ömer´in hükmüne dayanan bir grup “İâde etmek gerekmez” demiştir. Şâ´bî, Mâlik, Süfyân-ı Sevrî, Ashab-ı Re´y, Şâfiî, Ahmed ve İshak hep bu görüşü iltizam etmiştir.[410]
SEKİZİNCİ BAB
GUSÜL
(Bu babta altı fasıl var)
BİRİNCİ FASIL
CENABETTEN GUSÜL
*
İKİNCİ FASIL
HAYIZ VE NİFASTAN GUSÜL
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
CUMA VE BAYRAMLARDA GUSÜL
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
ÖLÜLERİ YIKAMA VE BU SEBEPLE GUSÜL
*
BEŞİNCİ FASIL
MÜSLÜMAN OLANIN GUSLÜ
*
ALTINCI FASIL
HAMAMLAR HAKKINDA
BİRİNCİ FASIL
CENABETTEN GUSÜL
UMÛMÎ AÇIKLAMA
Gusl, yıkanmak ma´nâsına gelen iğtisâl´in karşılığıdır. Gasl yıkamak demektir. Gusl´ün (yıkanmanın) hakikatı: “Suyun âzâlar üzerinden akması” diye tarif edilmiştir. Âlimler, şerî guslün tamam olması için âzâların “elle de ovulması gerekli midir ” diye ihtilaf etmiş, ekseriyet, “Bu, vacib değildir” demiştir. İmam Mâlik ve el-Müzenî vacib olduğunu söylemiştir. İbnu Battâl, bu hususta, yıkanmaları sırasında abdest uzuvlarının üzerinden elin geçmesi gereğindeki icma ile ihticac etmiş ve “Aralarında fark olmaması sebebiyle, kıyas yoluyla, gusülde de bu vacib olur” demiştir. Ancak, abdest için “elin suya batması yeterlidir” prensibi zikredilerek, böyle bir icmanın olmadığı dolayısıyla İbnu Battâl´ın yaptığı kıyasın da bâtıl olduğu belirtilmiştir.
Dinimizde farz kılınan gusül cenabetten, hayız ve nifas´tan temizlenmek için yapılan gusüldür.[411]
ـ3733 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # قالَ: إذَا جَلَسَ بَيْنَ شُعَبِهَا ا‘رْبَعِ ثُمَّ جَهَدَهَا فقَدْ وَجَبَ الْغُسْلُ[.زاد في رواية: ]وَإنْ لَمْ يُنْزِلْ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي، وهذا لفظ الشيخين.وعند أبي داود، بَعْدَ قَولهِ ا‘رْبَعِ: ]فَألْزَقَ الخِتَانَ بِالْخِتَانِ فَقَدْ وَجَبَ الْغُسْلُ[ .
1. (3733)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Erkek, kadının dört uzvu arasına çöker ve kadına mübâşeret ederse gusül vacib olur.”
Bir rivayette de şu ziyade var: “…İnzal olmasa bile.”
Ebû Dâvud´un rivayetinde dört uzvu kelimesinden sonra “..hitana (sünnet mahalli) hitanı kavuşturursa, gusül vacib olur” denmiştir.[412]
ـ3734 ـ2ـ وفي رواية مالك، عن عائشة: ]إذَا جَاوَزَ الخِتَانُ الخِتَانَ فَقَدْ وَجَبَ
الْغُسْلُ فَعَلْتُهُ أنَا وَرسولُ اللّهِ # فَاغْتَسَلْنَا[. قيل »شُعَبُهَا ا‘ربعُ« رجها وشَفْرَاهَا، وقيل ساقاها ويداها.ومعنى »جَهدَها« باشرها .
2. (3734)- İmam Mâlik´in Hz. Âişe´den kaydettiği bir rivayette: “Hitân, hitanı geçince gusül vacib olur, ben ve Resulullah böyle yaptık ve yıkandık” denmiştir.[413]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, inzal vâki olmasa da hitan denen sünnet mahallinin, yani erkek uzvunun uç kısmının kadının uzvuna girmesiyle gusül gerektiğini belirtmektedir. Yani guslün vücubu için esas olan, inzâl değil, sünnet mahallinin girmesidir.
Hitân, erkek uzvundaki kısım için kullanılan bir tabirdir. Kadın için de kullanılması, tağlib yoluyladır. Anne ve babaya ebeveyn denmesi gibi.
2- Hadiste dört uzuv diye tercüme ettiğimiz Şu´abu´l-Erbaa tabiri geçer. Şu´ab şube´nin cem´idir. Dilmize girmiş bir tabir olup, bir bütünün bir kısmı, bir parçası ma´nâsına gelir.
Bu dört uzuvla ne kastedildiği hususunda âlimlerin yorumları muhteliftir:
* İki el, iki ayaktır.
* İki ayak, iki uyluk (fahz)dır.
* İki ayak, iki dudaktır (şefr).
* Fercin dört bir yanıdır.
* Ayaklar, bacaklardır.
* Uyluklar ve dudaklardır.”
Bu tabirden maksad cimadır, Resulullah kinaye ederek, sarahatten kaçınmıştır” denmiştir.
3- Keza mübâşeret diye tercüme ettiğimiz tabir, ameli ifade eder. Şârihler, bununla erkek uzvunun dahil edilmesinin kastedildiğini belirtirler. Şu halde şer´î cima, bu tavsif edilen şekille tahakkuk etmektedir.[414]
ـ3735 ـ3ـ وعن أبي سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ #: أرْسَلَ إلى رَجُلٍ مِنَ
ا‘نْصَارِ فَجَاءَ وَرَأسُهُ يَقْطُرُ. فقَالَ رَسولُ اللّه #: لَعَلَّنَا أعْجَلْنَاكَ؟ فقَالَ: نَعَمْ يَا رَسُولَ اللّهِ. قالَ: فإذَا أُعْجِلْتَ أوْ أقْحَطْتَ فَ غُسْلَ عَلَيْكَ وَعَلَيْكَ الْوُضُوءُ[. أخرجه الشيخان، وأبو داود، وهذا لفظ الشيخين.»ا“قحاطُ« عدم ا“نزال .
3. (3735)- Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ensâr´dan birine adam göndererek, yanına çağırttı. Ensârî başından sular damlaya damlaya geldi.
Aleyhissâlatu vesselam:
“Herhalde sana acele ettirdik ” buyurdu. Ensârî:
“Evet ey Allah´ın resulü! deyince:
“Acele ettirilir ve inzal olmazsan gusletmen gerekmez. Sadece abdest gerekir” buyurdular.”[415]
ـ3736 ـ4ـ وفي أخرى لمسلم: ]أنَّ النّبىَّ # قالَ: إنَّما المَاءُ مِنَ المَاءِ[ .
4. (3736)- Müslim´in bir diğer rivayetinde: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Suyu (yıkanmayı), su (meninin gelmesi) gerektirir” buyurdu” denmiştir.[416]
ـ3737 ـ5ـ وللنسائى، عن أبي أيوب رَضِيَ اللّهُ عَنْه مرفوعاً: ]المَاءُ مِنَ المَاءِ[.
5. (3737)- Nesaî´nin Ebû Eyyub (radıyallahu anh)´den kaydettiği bir rivayette de Resulullah: “Su, sudan dolayıdır” buyurmuştur.[417]
AÇIKLAMA:
1- Kaydedilen son üç rivayet guslün vacib olması için mutlaka inzal olma gereğini ifade etmektedir. Ancak bu hüküm kesinlikle mensuhtur. Bu meselede ülemânın bi´l-icma kabul ettiği görüş, önceki hadislerde ifade edilen hükümdür: Guslün gerekmesi için, erkek uzvunun baş kısmının girmesi yeterlidir. Sadece Hişam İbnu Urve, A´meş, Süfyan İbnu U-yeyne ve Dâvud-u Zâhirî´nin neshe kâil olmadıkları rivayet edilmiştir. Ashabtan bazılarının da meni gelmediği takdirde cimadan dolayı yıkanma gerekmeyeceği görüşü var ise de: İmam Nevevî, bunların vefatından sonra guslün gerekeceği hususunda ümmet arasında icma vâki olduğu belirtilir. Ebû Hanife, İmam Şâfiî, İmam Mâlik, Ahmed İbnu Hanbel ve bunların tabileri arasında bu meselede ihtilaf yoktur. Zâhirîlerden birçoğu da bu görüştedir.
2- 3735 numaralı hadisteki vak´anın kahramanı, Müslim´in bir rivayetindeki tasrihe göre İtbân İbnu Mâlik´tir, Bedir gâzilerindendir (radıyallahu anh). İbnu Hacer, İtbân´ı, Resulullah´ı evinin bir köşesinde namaz kılıvermesi için çağıranlardan olduğunu, Aleyhissalâtu vesselâm´ın onun evine gelerek, çağırtmasının bu maksadla olabileceğini belirtir. Esasen Müslim´in bir rivayetinde vak´a: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ensar´dan birine uğrayıp, kendisini sesledi (çağırdı)…” diye başlar.
Mamafih bazı rivayetlerde çağırtılan zatın isminin Salih olduğu tasrih edilir. İbnu Hacer, hadisenin taaddüd edebileceğine dikkat çeker.
3- Hadisten Çıkarılan Bazı Hükümler:
* Karîneye göre hüküm caizdir, zira Resulullah Sahâbî´nin gecikmesi ve başından su akma durumunu değerlendirerek, onu acele mi ettirdiğini ifade buyurmuş, o da “Evet!” demiştir.
* Ashab, Resulullah´ın çağrısına sür´atle icabet etmektedir, gecikmemektedir.
* Her an temizlik üzere bulunmak müstehabtır. Zira İtbân yıkanmak için geciktiği halde, Resulullah itabda bulunmamıştır.[418]
ـ3738 ـ6ـ وعن أبيّ بن كعب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]إنَّمَا كَانَ المَاءُ مِنَ المَاءِ رُخْصَةً في أوَّلِ ا“سَْمِ ثُمَّ نُهِىَ عَنْهَا، وقالَ: إنَّما المَاءُ مِنَ المَاءِ في احْتَِمِ[. أخرجه أبو داود والترمذي، وهذا لفظه وصححه .
6. (3738)- Übeyy İbnu Ka´b (radıyallahu anh) anlatıyor: “Su, sudan gerekir” hükmü İslam´ın bidayetinde bir ruhsattı. Sonra bundan nehyedildi.” Übeyy ilaveten der ki: “Su, sudan gerekir” hükmü ihtilâm hakkında muteberdir.”[419]
AÇIKLAMA:
Rivayet, yıkanmanın gerekmesi için inzal olmayı şart kılan hükmün ihtilam hakkında cârî olduğunu belirtmektedir. Kişi ihtilam olsa ve fakat inzâl olmasa (meni gelmese) yıkanmak gerekmez.[420]
ـ3739 ـ7ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ رسولَ اللّهِ #: سُئِلَ عَنِ الرَّجُلِ يَجِدُ الْبَلَلَ وَلَمْ يَذْكُرِ احْتَِماً. قالَ: يَغْتَسِلُ؛ وعَنِ الرَّجُلِ يَرَى أنْ قَدِ احْتَلَمَ، َ يَجِدُ بَلًَ؟ قالَ َغُسْلَ عَلَيْهِ. قالَتْ أُمُّ سُلَيْمٍ: وَالمَرْأةُ تَرَى ذلِكَ، أعَلَيْهَا غُسْلٌ؟ قَالَ: نَعَمْ. النِّسَاءُ شَقَائِقُ الرِّجَالِ[. أخرجه أبو داود والترمذي .
»الشّقيقُ«: المثل والنظير .
7. (3739)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah´a, “bir kimse elbisesinde ıslaklık bulsa, ancak ihtilam olduğunu hatırlamasa (yıkanması gerekir mi )” diye sorulmuştu.
“Evet, yıkanmalıdır!” diye cevap verdi. Sonra, ihtilam olduğunu görüp de, yaşlık göremeyen kimseden soruldu:
“Ona gusül gerekmez” dedi. Ümmü Süleym (radıyallahu anhâ) sordu:
“Bunu kadın görecek olursa, kadına gusül gerekir mi ”
Buna da:
“Evet! kadınlar, erkeklerin emsalleridir!” diye cevap verdi.”[421]
AÇIKLAMA:
1- Yıkanmanın meni gelmesiyle vacib olacağını tesbit eden rivayetlerden biri de budur: Kişi, çamaşırında meni yaşlığı bulacak olsa ihtilam olduğunu hatırlamasa da yıkanmalıdır. Rüyasında ihtilam olsa bile inzal vâki olmasa, yani çamaşırında yaşlık bulamasa, ona da yıkanma gerekmemektedir. Şu halde guslün medârı, meninin gelmesidir.
2- Kadınların ihtilâm olma durumlarında hüküm erkeklerinki gibidir. Resulullah arada fark olmadığını “Kadınlar, erkeklerin emsâlidir” diyerek ifade buyurmuştur. Şakîk aslında annebaba bir kardeş demektir. Kelime lügat olarak Şekka’dan gelir, yani bölünüp ayrılmak, kopmak demektir. Hz. Havva, Hz. Âdem´in eğesinden yaratılmış olması haysiyetiyle, kadın erkekten kopan bir parça gibi ifade edilmiştir.[422]
ـ3740 ـ8ـ وعنها رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ أمَّ سُلَيْمٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْها. سَألَتْ رسُولَ اللّهِ # عَنِ المَرْأةِ تَرَى في مَنَامِهَا مَا يَرَى الرَّجُلُ، هَلْ عَلَيْهَا مِنْ غُسْلٍ؟ فقَالَ: نَعَمْ، إذَا رَأتِ الَمَاءَ. قالَتْ عَائِشَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها: فَقُلْتُ لَهَا: تَرِبَتْ يَدَاكِ. فقَالَ رسولُ اللّهِ #: دَعِيهَا يَا عَائِشَةُ، وَهَلْ يَكُونُ الشَّبَهُ إَّ مِنْ قِبَلِ ذلِكَ؟ إذَا عََ مَاؤُهَا مَاءَ الرَّجُلِ أشْبَهَ الْوَلَدُ أخْوَالَهُ، وإذَا عََ مَاءُ الرَّجُلِ مَاءَهَا أشْبَهَ الْوَلَدُ أعْمَامَهُ[. أخرجه مسلم، وهذا لفظه، ومالك وأبو داود والنسائي .
8. (3740)- Yine Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ümmü Süleym (radıyallahu anhâ) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a: “Rüyasında, erkeğin gördüğünü gören kadın hakkında sorarak, gusül gerekip gerekmeyeceğini öğrenmek istedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Evet!, suyu görürse!” cevabını verdi. Âişe (radıyallahu anhâ) [Ümmü Süleym´e yönelip:]
“Allah hayrını versin(neler söylüyorsun) “[423] diye ayıpladı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) [Âişe´ye yönelerek]:
“Ey Âişe, bırak onu, (dilediğini sorsun!) Öyle olmasa (çocuklarda anne tarafına) benzerlik olur mu Kadının suyu erkeğin suyuna üstün gelirse, çocuk dayılarına benzer; erkeğin suyu kadınınkine üstün gelirse, çocuk amcalarına benzer” buyurdular.”[424]
ـ3741 ـ9ـ ولمسلم في أخرى: ]أنَّ مَاءَ الرَّجُلِ غَلِيظٌ أبْيَضُ، وَمَاءَ المَرْأةِ رَقِيقٌ أصْفَرُ. فَمَنْ أيِّهِمَا عََ أوْ سَبَقَ يَكُونُ الشَّبَهُ[.ومعنى قولها: »تَرِبَتْ يَدَاكِ« التعجب وا“نكار عليها دون الدعاء .
9. (3741)- Müslim´in bir diğer rivayetinde şu ziyade var: “…Erkeğin suyu koyu ve beyazdır. Kadının suyu sarı ve akışkandır. Bunlardan hangisi üstün olur veya öne geçerse benzerlik hâsıl olur.”[425]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Buhârî ve diğer kaynaklarda muhtelif vecihlerden gelmiştir. Hz. Enes´ten gelen bir vechinde Hz. Âişe, Ümmü Süleym´e, “Allah hayrını versin kadınları rezil rüsvay ettin” diyerek müdahale etmiştir. Resulullah da: “Allah senin hayrını versin..” diye Hz. Âişe´ye müdahale etmiştir.
Bazı vecihlerde bu soruyu kimin sorduğu belirtilmez, “Bir kadın sordu” denilir.
Bir rivayette, Ümmü Süleym, mezkur soruyu sorduğunu belirttikten sonra, “bundan utandım” der.
2- Hadiste başlıca şu hususlar dikkatimizi çekmektedir:
* Kadınlar, zaman zaman meraklarını çeken hacâletâver sorularını Resulullah´a sorabilmektedir. Aleyhissalâtu vesselâm bu meselelerde, kadınlara edeb çerçevesinde cevap vermektedir. Resulullah´ın, dinlerini öğrenmede utanma duygusunun bir engel teşkil etmemesi için çevresini bu hususta serbest olmaya teşvik ettiğini daha önce belirttik.
* Resulullah kadınların da ihtilam olduğunu belirtmekte, onların menilerinin erkeğinkinden farklı olduğunu, çocukların anne veya baba tarafına benzemesinin, -bazı rivayetlerde erkek veya kız oluşlarının- bu menilerden birinin önce gelme veya üstün gelme gibi durumlarıyla alâkalı olduğunu söylemektedir. Bu meseleyi biraz daha vâzıh kılmak için, çocuğun cinsiyeti ve benzemesi üzerine, İbnu Hacer´den bilistifade yaptığımız bir tahlili aynen sunuyoruz:[426]
ÇOCUGUN CİNSİYETİ VE BENZEMESİ
Hadis ve âdâb kitaplarında çocuğun cinsiyeti -ve bâhusus insanlar nezdinde matlub olarak erkek çocuk elde etmek- hususunda bâzı rivayetler yer almaktadır. Bunlardan bazıları sağlam bir asla dayanmamakla beraber, bizzat sağlam rivayetlerde yer alanı da mevcuttur.
Sahih rivayetlerde geldiğine göre, Hz. Peygamber bir suale cevap zımnında der ki: “Çocuğun anne veya babasına çekmesine gelince, eğer erkeğin suyu, kadının suyunu geçerse, yani daha evvel gelirse سبق çocuk erkeğe çeker, eğer kadının suyu erkeğin suyunu geçerse çocuk kadına çeker.” Müslim´in Hz. Âişe´den olan tahricinde: “Eğer erkeğin suyu, kadının suyuna galebe çalarsa ع çocuk amcalarına benzer, kadının suyu erkeğin suyuna galebe çalarsa ع çocuk dayılarına benzer” denmektedir. Yine Müslim´de Hz. Peygamber´in mevlası Sevbân tarafından rivayet edilen hadiste Resûl-i Ekrem: “Erkeğin suyu beyaz, kadının suyu sarıdır, ikisi birleşir ve bu birleşme ânında erkeğin menisi kadının menisine galebe çalarsa ع Allah´ın izniyle çocuk erkek olur, eğer kadının menisi erkeğin menisine galebe çalarsa çocuk Allah´ın izniyle kız olur” demektedir.
Verdiğimiz misallerde de görüldüğü üzere erkek veya kadın menilerinden birinin diğerine üstün gelme keyfiyyeti, farklı rivayetlerde bazan سبق ve bazanda ع kelimeleriyle ifade edilmiştir. Mezkur hadisler İslam ülemâsı nezdinde çeşitli yorumlara sebep olmuştur. سبق ile meninin rahme evvel gelmesi anlaşıldığı gibi, üstüngelme, galebe çalma yâni ulüvv ع de anlaşılmıştır, ulüvvle de erken gelme سبق kesret ve kuvvetin kastedildiği ileri sürülmüştür. Nevevî, “kesret-i şehvet gibi” diyerek kesret ve kuvvetle sadece meninin kesretinden kinâye olmadığına dikkat çeker.
Meseleyi hadisin farklı vecihleri çerçevesinde ele alan İbnu Hacer, Sevbân tarafından rivayet edilen: “Erkeğin menisi kadının menisine galebe çalarsa erkek olur…” meâlindeki hadisi “realitedeki müşâhedeye” muhalif bularak “müşkil olmakla” damgalar: “Bu hadis bir cihetten müşkildir. Zira, hadise göre, erkeğin suyunun galebe çalması halinde çocuğun kız değil erkek olması ve amcalarına benzemesi gerekmektedir. (…) Halbuki müşahedemiz bunun hilafını ortaya koymaktadır. Zira çocuk bazan erkek olmakta, amcalarına değil dayılarına benzemektedir.” Kurtubî der ki: “Sevbân hadisinin tevili, ulüvvden (galebe çalma, üstün gelme) muradın sebk (evvel gelme) olması ile tebeyyün eder.” İbnu Hacer burada ortaya çıkan ihtilâfı hall hususunda şöyle bir izah yapar: “Derim ki: Kurtubî´den naklen söylediğimiz, Hz. Âişe hadisinde geçen ulüvv kelimesinin tevilidir. Sevbân hadisindeki ulüvv kelimesi (tevil olunmaksızın) lügat ma´nâsında alınmalıdır. Böylece sebk (evvel gelme) çocuğun erkek veya kız olmasına sebep ve alâmet olur, ulüvv (üstün gelme) de benzemeye sebep ve alamet olur. (Mesele bu tarzda ele alınınca) yukarıda varlığını öne sürdüğümüz işkâlde ortadan kalkar. Sanki benzemenin sebebi olan ulüvvden murad, içerisinde diğerinin kaybolur derecede azınlıkta (mağmur) kalmasına müncer olacak şekildeki çokluktur. İşte bu çokluk hangi tarafta olursa o cihete benzeme husule gelmektedir. Mesele böyle olunca karşımıza altı durum çıkmaktadır:
1- Erkeğin suyu önce gelir ve daha çok olur, bu halde çocuk hem erkek olur, hem de baba tarafına benzer.
2- Bunun aksi.
3- Erkeğin suyu önce gelir, kadınınki daha çok olur; bu durumda çocuk erkek olur, fakat anne tarafına benzer.
4- Bunun aksi.
5- Erkeğin suyu önce gelir, miktarca ikisininki de eşit olur; bu halde çocuk erkektir, fakat hiç bir tarafa benzemez.
6- Bunun aksi.”
Münâvî, İbnu Hacer´in bu taksimatını tamamlayan bir başka şık ilave eder: Her ikisi de aynı anda gelirse, çocuk hünsâ olur.
Cinsiyet mevzuunda bu sahih rivayetlerin dışında umumiyetle, “Denir ki” şeklinde tedlîsi bir ifade ile sunulan rivayetlerin birinde münasebete besmele ve -az önce sahih rivayetten verdiğimiz- dua ile başlayıp, duaya: “Ya Rabbî! Bu münâsebeten bir çocuk verirsen ismini Muhammed koydum derse…” bir diğerinde de: “Cimâdan sonra sağ tarafa yatıp hafif uyunursa -İnşâllah çocuk erkek olur” denmektedir.
Cinsiyetle ilgili bu teferruata yer verişimiz, bu konuda âlimlerin düşüncesini belirtmek ve rivayetlerden sağlam olanını göstermek içindir. Bütün bu izahlar, görüldüğü üzere, nazaridir. Bilhassa cinsiyetin taayyününde, İbnu´l-Kayyim´in dediği gibi, “tabiî bir sebep göstermek imkânsızdır. Burada tek sebep, Cenâb-ı Hakk´ın meşîetidir.” Bu mevzuda günümüz tabâbeti de kesin bir şey söylemekten âcizdir.[427]
ـ3742 ـ10ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: إنَّ تَحْتَ كُلِّ شَعْرَةٍ جَنَابَةً فَاغْسِلُوا الشَّعْرَ وَأنْقُوا الْبَشَرَ[. أخرجه أبو داود والترمذي .
10. (3742)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Her bir kılın dibinde cünüblük vardır. Saçları yıkayın, deriyi paklayın.”[428]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis vücudda en ufak bir parçanın yıkanmaması halinde cenabetin devam edeceğini belirtmektedir. Tek bir kıl dibi dahi olsa su mutlaka ulaşmalı, tam temizlik hâsıl olmalıdır. Bu hadisten hareketle, bazı âlimler, gusül sırasında saç örgülerinin açılmasının gerektiğini söylemiştir. Bunlara göre, örgü çözülmedikçe saç cenabetten yıkanmış olmaz. İbrahim Nehâî bu görüşte olanlardandır.
Ancak, fukaha kâhir ekseriyetiyle, “Örgü çözülmese de saç diplerine su ulaşırsa bu yeterlidir” demiştir.
2- Paklamak olarak çevirdiğimiz inkâ, deriyi kirlerden, bulaşıklardan temizlemek ma´nâsına gelir. Şu halde deriye suyun ulaşmasına mani olacak kirlerin bedenden paklanması gerekmektedir. Aksi takdirde deriye suyun değmesine mani olan kirler, cenabetin temizlenmesine de mani olur.[429]
ـ3743 ـ11ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: مَنْ تَرَكَ مَوْضِعَ شَعْرَةٍ مِنْ جَنَابَةٍ لَمْ يَغْسِلْهَا فُعِلَ بِهِ كَذَا وَكَذَا مِنَ النَّارِ. قالَ عَلىٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: فَمِنْ ثَمَّ عَادَيْتُ رَأسِىَ، فَمِنْ ثَمَّ عَادَيْتُ رَأسِى، فَمِنْ ثَمَّ عَادَيْتُ رَأسِى ثَثاً، وَكَانَ يَجُزُّ شَعْرَهُ[. أخرجه أبو داود .
11. (3743)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim, yıkamadan tek bir saç kılının dibini kuru bırakırsa, ateşte nice nice azablara dûçar olacaktır.”
Hz. Ali (radıyallahu anh) der ki: “Bu(nu işitmem) sebebiyle başıma düşman oldum. Bu sebeple başıma düşman oldum. Bu sebeple başıma düşman oldum.” Nitekim Hz. Ali saçlarını keserdi.”[430]
AÇIKLAMA:
1- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) gusül sırasında bütün bedene suyun değmesinin ehemmiyetini vurgulamak için tek bir kıl dibinin ihmal edilmesinin, ateşte nice azablara sebep olacağını dile getiriyor. Kesin bir miktar vermeksizin nice nice diyerek hem miktarca çokluğa, hem de müddetçe fazlalığa ima etmiş olmaktadır.
2- Hz. Ali (radıyallahu anh), Aleyhissalâtu vesselâm´dan bunu işittikten sonra, acaba bir tek kılın dibine suyun ulaşmasına engel mi olur endişesiyle saçını kestirmiştir. Saçını kestirme hadisesini “Başıma düşman oldum” sözüyle ifade etmektedir. Bu sözü ile saçını kestirmeyi kasdettiğini, rivayetin son cümlesinden anlamaktayız: “Nitekim Hz. Ali saçlarını keserdi” denmektedir.
3- Saç kesme ile ilgili olarak şunu kaydedelim: Dinimiz saçın kesilmesini emretmez. Dileyen keser, dileyen uzatır. Ama başın bir kısmını traş edip, bir kısmını uzatmayı Resulullah yasaklamıştır. Kadınların saç kesmesi yasaklanmıştır.[431]
ـ3744 ـ12ـ وعن ثوبان رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]اسْتُفْتَى النّبىُّ # عَنِ الْغُسْلِ مِنَ الجَنَابِةِ. قالَ: أمَّا الرَّجُلُ فَلْيَنْشُرْ رَأسَهُ فَلْيَغْسِلْهُ حَتّى يَبْلُغَ أُصُولَ الشَّعْرِ. وَأمَّا المَرْأةُ فََ عَلَيْهَا أنْ َ تَنْقُضَهُ لِتَغْرِفَ عَلى رَأسِهَا ثََثَ غَرَفَاتٍ بِكَفَّيْهَا[. أخرجه أبو داود .
12. (3744)- Hz. Sevbân (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a cenâbetten temizlenmek hususunda sorulmuştu. Buyurdular ki: “Erkek ise, saçını açsın ve su kılların dibine varıncaya kadar yıkasın. Kadın ise, saçını(n örgüsünü) açmamasının ona bir zararı yok. Başına elleriyle üç kere su avuçlayıp döksün.”[432]
AÇIKLAMA:
1- Görüldüğü üzere bu hadis, kadınla erkek arasında saçı açıp açmama hususunda tefrik yapmaktadır: Erkekler açmalıdır, kadınların açması gerekmez.
Ancak ülemâ kadınlar hususunda ihtilaf etmiş, dört ayrı görüş ileri sürmüştür.
* Cumhurun görüşüne göre: Kadının hayız ve cenabetten yıkanmak için saçını çözmesi gerekmez, yeter ki su, içiyle dışıyla saçın her tarafına değmiş olsun. Yani saç diplerine başın derisine, saçın örülmüş salık haldeki kısmının içine dışına su tamamen ve kesinlikle ulaşacak. Şu halde cumhur suyun her tarafa ulaşmasını esas almıştır. Saç örülmüş vaziyette de olsa bu mümkündür. Bu hükme varmada, 3743 numarada Hz. Ali (radıyallahu anh)´den kaydettiğimiz hadisle, konu üzerine gelen başka rivayetlere dayanılmıştır. Bunlardan biri Hz. Ümmü Seleme´den gelmiştir. Ümmü Seleme hadisinde Resulullah: “Suyu her döküşte örgülerini oğuştur” emreder. Başka rivayetler, gusül sırasında Aleyhissalâtu vesselâm´ın saçın derisine değdiğinden emin oluncaya kadar saçlarını parmaklarıyla hilallediğini belirtir.
* İkinci görüşe göre, kadın da saçını her hâlukârda çözmelidir. Bu, İbrahim Nehâî´nin görüşüdür. İbnu´l-Arabî onun bu görüşünü: “Her halde, umumî yıkama emrine dayanmaktadır. Resulullah´ın ruhsatını görmemiş olduğu anlaşılıyor, görseydi buna hükmetmezdi” diyerek yorumlar.
* Üçüncüsü, Ahmed İbnu Hanbel, Hasan Basrî ve Tâvus´un görüşüdür. Buna göre: Hayızdan temizlenirken saç açılmalıdır, fakat cenabetten temizlikte açılmasa da olur. Bu görüş mensupları, Hz. Enes´ten gelen bir rivayeti esas almışlardır: “Kadın hayızdan temizlenince saçını tamamıyla çözer, hıtmi ve üşnân ile yıkar.[433] Cenabetten yıkanırken başına suyu döker ve sıkar.” Hz. Âişe´den gelen bir rivayette, hayızdan yıkanırken, Resulullah´ın ona: “Saçını çöz ve yıkan” dediğini göstermekterdir. Bu görüş mensuplarının dayandığı başka rivayetler de var.
* Dördüncü görüşe göre: “Kadınların örülmüş saçlarının bir kısmının içine su ulaşmasa da örgülerini çözmek vâcib değildir. Ama erkeklere ise, içine dışına suyun ulaşması çözmeden mümkün değilse, çözmek vacibtir.”
Bu görüş, hem rivayet ve hem de dirayet yönüyle kuvvetlidir. Çünkü sahih rivayetlerin delâletiyle icma, umumî bir şekilde içiyle dışıyla saçın saç dipleri ve bütün derinin yıkanmasının vacib hususunda mün´akid olmuştur. Kadın-erkek ayırımı bu hususta yoktur. Ancak, Şârî aleyhissalâtu vesselâm, kadınların örgülerinin açılmaması hususunda ruhsat tanımıştır. Çünkü onlar saçlıdır ve saçları örgülüdür, her seferinde örgüyü bozmaları bir zorluk sebebidir. Bu zorluktan dolayı, onları saçlarını çözmekten affetmiştir. Örgülerin çözelmeme ruhsatı, örgünün iç kısmına suyun değmemesi haline de ruhsat getirmiştir. Ancak, saç diplerine su mutlaka değmelidir. Şu halde ruhsat, sallanan kısımla ilgilidir. Erkeklerde böyle bir zorluk olmayacağı için, onlar bu ruhsattan hariç tutulmuşlardır. Saçlarının her tarafına su değmelidir.
Bu ruhsatı te´yid eden bir-iki rivayet kaydedelim: “Hz. Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) çok örgüsü bulunduğunu zikrederek, “Gusül sırasında bunları açayım mı ” diye sorunca:
“Hayır! başına üç kere su döküp (ovuşturman) yeterli!” diye cevap verir.
Keza Hz. Âişe örgülerin çözülmesi gerektiği kanaatini izhâr eden Abdullah İbnu Ömer hakkında şunları söyler:
“Şu İbnu Ömer´e hayret doğrusu! Kadınlara yıkandıkları zaman örgülerini çözmelerini emretmiş! Bari saçlarını traş etmelerini de emretseydi..”
Meseleyle ilgili bu münakaşalardan sonra ilmihale intikal eden nihaî hüküm son maddede kaydettiğimize muvafık olarak şöyledir: “Saçların, sakalların, kaşlar ile bıyıkların aralarına ve altlarındaki cilde kadar su geçecektir. Velev ki bunlar pek sıkı bulunmuş olsun. Binaenaleyh bunların araları ve dipleri kuru kalırsa gusl tamam olmuş olmaz. Şu kadar var ki, kadınların aşağıya sarkmış olan saçlarının her halde yıkanması lâzım değildir. Elverir ki, su bunların diplerine yetişmiş olsun. Erkeklerde ise, bir zaruret bulunmadığı cihetle, böyle sarkmış saçların da her tarafını yıkamak icab eder.”[434]
ـ3745 ـ13ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ النّبى #: كَانَ إذَا اغْتَسَلَ مِنَ الجَنَابَةِ بَدَأ فَغَسَلَ يَدَيْهِ. ثُمَّ يَتَوَضَّأ لِلصََّةِ. ثُمَّ يُدْخِلُ أصَابِعَهُ في المَاءِ فَيُخَلِّلُ بِهَا أُصُولَ الشَّعْرِ. حَتّى إذَا ظَنَّ أنَّهُ قَدْ أرْوَى بَشَرَتَهُ أفَاضَ المَاءَ عَلَيْهِ ثََثَ مَرَّاتٍ. ثُمَّ غَسَلَ سَائِرَ جَسَدِهِ. ثُمَّ غَسَلَ رِجْلَيْهِ[. أخرجه الستة .
13. (3745)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) cenabetten gusledince önce ellerini yıkamaktan başlardı, sonra namaz abdesti gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya batırır, onlarla saç diplerini hilallerdi. Deriyi ıslattığı kanaati hasıl olunca tepesinden üç kere su dökerdi. Sonra da bedeninin geri kalan kısımlarını yıkardı. En sonra da ayaklarını yıkardı.”[435]
ـ3746 ـ14ـ وفي أخرى: ]بَدَأ فَغَسَلَ يَدَيْهِ قَبْلَ أنْ يُدْخِلَهُمَا ا“نَاءَ[ .
14. (3746)- Bir diğer rivayette: “…Suya sokmazdan önce ellerini yıkayarak başlardı” denmiştir.[436]
ـ3747 ـ15ـ وفي أخرى: ]بَدَأ بِيَمِينِهِ فَصَبَّ عَلَيْهَا مِنَ المَاءِ فَغَسَلَهَا ثُمَّ صَبَّ المَاءَ عَلى ا‘ذَى الَّذِى بِهِ بِيَمِينِهِ وَغَسَلَ عَنْهُ بِشِمَالِهِ[. هذا لفظ الشيخين .
15. (3747)- Bir başka rivayette: “Sağ elini yıkayarak başlar, onun üzerine su döker, sonra sağ eliyle vücudundaki ezânın üzerine su döker, sol eliyle de onu yıkardı…” denmiştir. Bu Sahîheyn´in lafzıdır.[437]
ـ3748 ـ16ـ وفي رواية أبي داود. قالت عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]كانَ رسولُ اللّهِ
# يُفِيضُ عَلى رَأسِهِ ثَثَ مَرَّاتٍ، وَنَحْنُ نُفِيضُ خَمْساً مِنْ أجْلِ الضَّفْرِ[ .
16. (3748)- Ebû Dâvud´un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) der ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), başı üzerine üç kere su dökerdi. Biz ise, örmelerimiz sebebiyle beş kere dökerdik.”[438]
ـ3749 ـ17ـ وفي رواية للشيخين قالت: ]كانَ رسُولُ اللّهِ # إذَا اغْتَسَلَ مِنَ الجَنَابَةِ دَعَا بِشَىْءٍ نَحْوِ الحَِبِ فَأخَذَ بِكَفّهِ فَبَدَأ بِشِقِّ رَأسِهِ ا‘يْمَنِ ثُمَّ ا‘يْسَرِ. ثُمَّ أخَذَ بِكَفّيْهِ فقَالَ بِهِمَا عَلى رَأسِهِ[ .
17. (3749)- Sahiheyn´in bir rivayetinde şöyle denir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), cenabetten yıkandığı zaman (süt sağılan kab gibi) bir kab(ta su) isterdi. Onu eliyle tutar, başının sağ tarafını yıkayarak başlar, sonra da sol kısmını yıkardı. Sonra iki avucuyla su alır, onlarla başına dökerdi.”[439]
ـ3750 ـ18ـ وفي أخرى للبخارى، قالت: ]كُنَّا إذَا أصَابَتْ إحْدَانَا جَنَابَةٌ أخَذَتْ بِيَدِهَا الْيُمْنَى عَلى شِقِّهَا ا‘يْمَنِ، وَبِيَدِهَا ا‘خْرَى عَلى شِقّهَا ا‘يْسَرِ[. »الحَِبُ«: المحلب، وهو ا“ناء الذي يحلب فيه .
18. (3750)- Buhârî´nin diğer bir rivayetinde (Hz.Âişe) şöyle demiştir: “(Resulullah´ın zevcelerinden) birimiz cenâbet olduğu vakit, eliyle üç kere başının üzerine su döker, sonra eliyle üç kere sağ tarafına su döker, diğer eliyle de sol tarafına dökerdi.”[440]
AÇIKLAMA:
1- Görüldüğü üzere Hz. Âişe´den bazı farklarla yapılan bu rivayetler, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ve zevce-i pâklerinin gusül yapışlarını teferruatı ile açıklamaktadır. Bu rivayetleri şöyle özetleyebiliriz:
a) Önce namaz abdesti gibi abdest almak. Bu maksadla:
* İlk olarak, suyu dökerek ellerini yıkamak.
* Eza (meni bulaşığını) yıkamak. Bazı rivayetlerde “fercini yıkamak” şeklinde daha açık ifade edilmiştir. Böylece, yıkanma sırasında, kaptan avuçla su alınırken, suyun kirlenme ihtimali bertaraf edilmiş olmaktadır.
* Temizlenmiş olan elleri suya batırmak suretiyle abdestini almak, müteakiben geleceği üzere ayakların yıkanması guslün sonuna bırakılacaktır (3751. hadis)
b) Yine ellerini batırıp ıslatarak saç diplerini hilalleyip ıslatmak; böylece yıkamaya geçince dökülen suyun, israf edilmeden başın her tarafına nüfuzunu sağlamak.
c) Üç kere başa su döküp yıkamak. Kadınlar saçları sebebiyle başlarına beş kere su dökmektedirler.
d) Baştan sonra, yine üçer sefer olmak suretiyle vücudun önce sağ, sonra sol tarafı elle ovuşturularak yıkanacaktır.
e) En sonda ayak yıkanacak, böylece, sıçrantılardan hâsıl olan kirlenmeler de son defa temizlenmiş olacaktır.
Vücudun parçalar halinde yıkanmasında iki maksad güdülmüş olsa gerektir.
* Az su kullanılarak israfın önlenmesi..
* Kuru yer kalma ihtimalinin bertaraf edilmesi. Bu tertibe riayet edilmeden rastgele dökülerek yıkanma durumunda bazı noktaların gözden kaçma ihtimali olduğu gibi, yıkanma sırasında gelecek bu çeşit vehimler sebebiyle daha çok su kullanma da melhuzdur. Halbuki, Resulullah yıkanma sırasında da suyun israf edilmesinden sakınmayı prensip ittihaz etmiştir. Vücud parçalar halinde yıkanınca, her bir parça teker teker olunca, dikkatle yıkanmış olmaktadır.
2- Hadislerin ışığında sünnete uygun şekilde guslün nasıl yapıldığını böylece kaydettikten sonra şunu belirtmek isteriz: Gusülde esas olan bütün bedenin yıkanmasıdır. Hanefîlerde yıkanması gereken “beden”e ağız ve burnun iç kısmı da dahildir. Bu yıkama, her ne suretle yerine gelse muteberdir, gusül hâsıl olur. Sözgelimi, ağız ve burnunu da yıkama şartıyla suyun içine banıp çıkmak suretiyle her tarafına suyun değmesini sağlayan kimse gusül yapmış sayılır. Ancak, yukarıdaki rivayetlerdeki tertibe göre yapmak sünnettir ve bu tertiple yapmada “sünnet işlemiş olma” sevabı da vardır.[441]
ـ3751 ـ19ـ وعن ميمونة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سَتَرْتُ النّبىَّ # وَهُوَ يَغْتَسلُ مِنَ الجَنَابةِ فَغَسَلَ يَدَيْهِ ثُمَّ صَبَّ بِيَمِينِهِ عَلى شِمَالِهِ فَغَسَلَ فَرْجَهُ وَمَا أصَابَهُ. ثُمَّ مَسَحَ بِيَدِهِ عَلى الحَائِطِ أوِ ا‘رْضِ. ثُمَّ تَوَضّأ وُضُوءَهُ لِلصََّةِ غَيْرَ رِجْلَيْهِ. ثُمَّ أفَاضَ عَلَيْهِ المَاءَ ثُمَّ نَحَّى رِجْلَيْهِ فَغَسَلَهُمَا، هذَا غُسْلهُ مِنَ الجََنَابَةِ[. أخرجه الخمسة.
19. (3751)- Hz. Meymûne (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) cenabetten yıkanırken ben O´na perde oldum, (şöyle yıkanmıştı):
Önce ellerini yıkadı. Sonra sağ eliyle (kaptan) solu üzerine su dökerek fercini ve (meniden) bulaşanları yıkadı. Sonra elini duvara -veya yere- sürdü. Sonra namaz abdesti gibi abdest aldı, ancak ayaklarını yıkamayı terketti. Sonra üzerine su döktü. Sonra ayaklarını çekip yıkadı. Aleyhissalâtu vesselâm´ın cenabetten guslü işte böyledir.”[442]
ـ3752 ـ20ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ عُمَرَ سَألَ رسولَ اللّهِ # عَنِ الغُسْلِ مِنَ الجَنَابَةِ. فقَالَ يَبْدَأُ فَيُفْرِغُ عَلى يَدِِهِ الْيُمْنَى مَرَّتَيْنِ أوْ ثَثاً ثُمَّ يُدْخِلُ الْيُمْنى في ا“نَاءِ. ثُمَّ يَصُبُّ بِهَا عَلى فَرْجِهِ، وَيَدُهُ الْيُسْرَى عَلى فَرْجِهِ، فَيَغْسِلُ مَا هُنَالِكَ حَتّى يُنْقِّيَهُ، ثُمَّ يَضَعُ يَدَهُ الْيُسْرَى عَلى التُّرَابِ إنْ شَاءَ، ثُمَّ يَصُبُّ عَلى يَدِهِ الْيُسْرَى حَتّى يُنَقِّيَهَا. ثُمَّ يَغسِلُ يَدَيْهِ ثَثاً، وَيَسْتَنْشِقُ، وَيتَمَضْمَضُ، وَيَغسِلُ وَجْهَهُ وَذِرَاعَيْهِ ثَثاً ثَثاً حَتّى إذَا بَلَغَ رَأسَهُ لَمْ يَمْسَحْ وَأفْرَغَ عَلَيْهَا المَاءَ[. أخرجه النسائي .
20. (3752)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “(Babam) Ömer (radıyallahu anh) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a cenabetten nasıl yıkanacağını sordu. Aleyhissalatu vesselâm dedi ki:
“(Kişi) sağ eli üzerine su dökerek başlar, iki veya üç kere döker (ve ovalayıp yıkar). Sonra sağ elini kaba sokar (avuçladığı suyu) ferci üzerine boşaltır, bu sırada sol eli ferci üzerindedir. Dökülen su ile oralarındaki (meni bulaşığı)nı temizleninceye kadar yıkar. Sonra isterse elini toprağa koyar, sonra sol eli üzerine, temizleninceye kadar su döker. Sonra üç kere ellerini yıkar. İstinşakta bulunur (burnuna su çekip yıkar). Mazmaza yapar (ağzına su alıp yıkar). Yüzünü ve kollarını üçer kere yıkar. Başına sıra gelince meshetmez, suyu döker (ve bedeninin geri kalan kısmını yıkar).”[443]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayetlerde gusül yaparken avret yerlerinin yıkanmasından sonra elin toprağa vurulması mevzubahis edilmekte ve İbnu Ömer´in rivaytinde “isterse” kaydı geçmektedir. Şu halde bu, şartlara göre, arzuya bağlı olarak yapılabilecek bir ruhsattır. Rivayetlerden Aleyhissalâtu vesselâm´ın zaman zaman buna yer verdiği anlaşılmaktadır. Günümüzde sabun kullanmak bunu karşılamalıdır.
2- Hadiste avret yerinin yıkanmasında “üç kere su döker” denmiyor; “temizleninceye kadar” deniyor. Şu halde üçleme vazgeçilmez bir vecibe değildir. Vicdanın, temizliğin hâsıl olduğu hususundaki kanaati esastır.
3- Bu rivayetlerdeki diğer bazı farklı ifadeler gusül işinin icrasında Resulullah´ın teferruatta teşeddüt göstermediğini, farzların yerine getirilmesini esas alıp, tâlî hususlarda zamana ve şartlara göre serbest davrandığını ifâde etmektedir.[444]
ـ3753 ـ21ـ وعن أم سلمة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قُلْتُ يَا رسولَ اللّهِ؟ إنِّى امْرَأة أشُدُّ ضَفَرَ رَأسِى، أفَأنْقُضُهُ لِلْحَيْضَةِ وَالجَنَابَةِ؟ قَالَ: َ، إنَّمَا يَكْفِيكِ أنْ تَحْثِىِ عَلى رَأسِكِ ثََثَ حَثَيَاتٍ ثُمّ تُفِيضيِ عَلَيْكِ المَاءَ فَتَطْهُرينَ[. أخرجه الخمسة إ البخاري، وهذا لفظ مسلم.»الحَثْيُ«: أخذ الماء بالكفين ورميه على الجسد .
21. (3753)- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “(Bir gün) ey Allah´ın Resulü! dedim. Ben çok örgüsü olan bir kadınım. Hayız ve cenabetten yıkanırken örgüleri çözeyim mi ”
“Hayır! buyurdular başının üzerine, ellerine üç kere su avuçlayıp dökmen, sonrada bedenine su döküp yıkanman sana yeterlidir.”[445]
ـ3754 ـ22ـ وعن عبيد بن عمير الليثي قال: ]بَلَغَ عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها. أنّ عَبْدَ اللّهِ بْنَ عُمَرَ يَأمُرُ النِّسَاءَ إذَا اغْتَسَلْنَ أنْ يَنْقُضْنَ رُؤُسَهُنَّ. فقَالَتْ: يَا عَجَبَا بْنِ عُمَرَ وَهُوَ يَأمُرُ النّسَاءَ أنْ يَنْقُضْنَ رُؤُسَهُنَّ؟ أفََ يَأمُرُهُنَّ أنْ يَحْلِقْنَ؟ لَقَدْ كُنْتُ أغْتَسِلُ أنَا وَرَسُولُ اللّهِ # مِنْ إنَاءِ وَاحِدٍ وَما أزِيدُ أنْ أُفْرِغَ عَلى رَأسِى ثَثَ إفْرَاغَاتٍ[. أخرجه مسلم. »أفرغتُ ا“نَاءِ«: إذا قلبت ما فيه من الماء.
22. (3754)- Ubeyd İbnu Umayr el-Leysî anlatıyor: “Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´ye, Abdullah İbnu Ömer´in, kadınlara yıkandıkları zaman örgülerini açmalarını emrettiği haberi ulaşmıştı, şöyle dedi:
“İbnu Ömer´e hayret doğrusu! Kadınlara başlarını çözmelerini emrediyormuş, bir de traş olmalarını emretmiyor mu Ben ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) aynı kaptan (beraberce) yıkanırdık. Ben, başıma üç kere su dökmekten başka birşey yapmazdım (da Resulullah müdahale edip “örgülerini de çöz” demezdi).”[446]
ـ3755 ـ23ـ وعن قتادة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنّ أنَسَ بنَ مَالِكٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه حَدّثَهُمْ: أنّ رسولَ اللّهِ # طَافَ عَلى نِسَائِهِ بِغُسْلٍ وَاحِدٍ[. أخرجه الخمسة إ مسلماً .
23. (3755)- Katâde rahimehullah anlatıyor: “Hz. Enes (radıyallahu anh)´in bize anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın tek bir gusülle, bütün hanımlarını dolaştığı olmuştur.”[447]
ـ3756 ـ24ـ وعن أبي رافع رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنّ رَسُولَ اللّهِ #: طَافَ ذَاتَ يَوْمٍ عَلى نِسَائِهِ وَيَغتَسِلُ عِنْدَ هذِهِ وَعِنْدَ هذِهِ. قالَ: فَقُلْتُ لَهُ يَا رسولَ اللّهِ أ َتَجْعَلُهُ غُسًْ وَاحِداً آخِراً؟ قالَ: هذَا أزْكَى وَأطْيَبُ وَأطْهَرُ[. أخرجه أبو داود.»الزّكاءُ«: الطهارة والنّماءُ .
24. (3756)- Ebû Râfi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir gün bütün hanımlarına uğradı. Her birisinin yanında ayrı ayrı yıkandı. Kendisine:
“Ey Allah´ın Resulü dedim, en sonunda bir kere yıkansanız olmaz mı ”
“(Olmasına olur, ancak) böyle yapmak daha temiz daha hoş ve daha paktır!” buyurdular.”[448]
ـ3757 ـ25ـ وعن أبي سعيد الخدرى رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنّ رسولَ اللّهِ # قالَ: إذا أتَى أحَدُكُمْ أهْلَهُ ثُمّ بدَا لَهُ أنْ يُعَاوِدَ فَلْيَتَوَضّأ بَيْنَهُمَا[. أخرجه الخمسة إ البخاري.
25. (3757)- Ebû Saîdi´l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Biriniz ehline temas eder sonra tekrar etmek dilerse ikisi arasında abdest alsın.”[449]
AÇIKLAMA:
Bu hadisler, kişi cünübken yıkanmaksızın, müteakip temaslarda bulunabilip bulunamayacağı ile ilgilidir. İbnu Hacer´in kaydettiğine göre:
1- Cünüb olan bir kimsenin, yıkanmadan, ikinci kere hanımına temas edebilmesi için yıkanmak gerekmediği hususunda ülemâ icma etmiştir.
2- İki temas arasında abdest gerekli midir Bu hususta ülema ihtilaf eder:
* Ebû Yusuf, “bu müstehab değildir” demiştir.
* Cumhur ise, “müstehabtır” demiştir.
* Zâhirîler ve Mâlikîlerden İbnu´l-Habib, “Vacibtir!” demişlerdir. Bunlar yukarda kaydedilen Ebû Saîd hadisiyle ihticac etmişlerdir.
* Bazıları, Ebû Saîd hadisindeki vudû (abdest) kelimesini lügat ma´nâsında anlayarak, namaz abdestinin değil “yıkama”nın kastedildiğini söylerler ve maksud´un “fercin yıkanması” olduğunu belirtirler. İbnu Huzeyme, bu yıkamanın da bir vecibe değil nedb ifade ettigine kâildir. Zira Ebû Saîd rivayetinin bir veçhinde “…zira yıkamak, tekrar dönmeyi daha aktif kılar” buyurmuştur: “Şu halde der, bu yıkama (abdest) emri “irşad” veya “nedb” içindir.” Ebû Saîd hadisindeki emrin vücub değil “nedb” ifade ettiğinin bir başka delili Hz. Âişe´nin bir rivayetidir:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) temas eder, abdest almaksızın tekrar temas ederdi.”
3- Bu mesele şöyle bir sual ortaya çıkarmıştır: “Resulullah gecelerini hanımlarıyla taksim etmiş idi. Her kadına bir gece ayırmıştı. Bu durumda, bir gecede hepsini dolaşmak nasıl mümkün olmuştur
Şöyle cevap verilmiştir: “Taksim meselesinin bir vecibe olması ihtilaflıdır. Ebû Saîd: “Bu Resulullah üzerine vâcib değildi, teberru ve tekerrüm için eşit bir taksime yer vermiştir” der. Ancak ülemâ çoğunlukla bunun vacib olduğunu söyler. Bu durumda Resulullah´ın hepsini dolaşması hanımlarının rızası ile oluyordu.” İbnu Abdilberr der ki: “Hadisin ma´nâsı şudur: “Resulullah bunu, seferden döndüğü ve henüz hanımlardan hiç birine muayyen bir gün ayırmamış bulunduğu zamanlarda yapardı. Bu durumlarda hepsini dolaşır, sonra gün taksimi yapar, buna göre yanlarına giderdi. Yine de gerçeği Allah bilir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevceleri hep hürdü. Hürler hakkında Aleyhissalâtu vesselâm´ın sünneti, taksimde adâlet edip hiçbirine günü dışında temas etmemekti.”[450]
ـ3758 ـ26ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ رسولَ اللّهِ #: كَانَ يَغْتَسِلُ وَيُصَلّى الرَّكْعَتَيْنِ بِصََةِ الْغَدَاةِ، وََ أرَاهُ يُحْدِثُ وُضُوءاً بَعْدَ الْغُسْلِ[. أخرجه أصحاب السنن .
26. (3758)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yıkanır, (sabahtan önce) iki rekat namazla sabah namazını kılardı. Gusülden sonra Aleyhissalâtu vesselâm´ın bir de abdest aldığını zannetmiyorum.”[451]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın gusülden sonra yeniden abdest almadığını, gusül sırasında aldığı abdestle namaz kıldığını ifade etmektedir.
Tirmizî, bu hükmün Sahâbe ve Tâbiînden pekçok zâtın müşterek görüşü olduğunu belirtir. Hadislerin çoğunda gusle başlarken Resulullah´ın abdest aldığı belirtilmiştir. Bu sebeple gusülden önce abdest almak, herkesçe bilinen sünnetlerden biridir. Fakat, rivayetlerde gusülden sonra da abdest aldığına dâir açıklık gelmemiştir. Aksine Hz. Âişe´den “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) gusülden sonra abdest almazdı” dediği rivayet edilmiştir. Öyleyse, gusül esnasında abdesti bozacak bir hal vukû bulmadıkça bu ilk abdest muteber olmakta, onunla namaz kılanabilmektedir.[452]
ـ3759 ـ27ـ وعنها رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كُنْتُ أغْتَسِلُ أنَا وَالنّبىُّ # مِنْ إنَاءٍ وَاحِدٍ مِنْ قَدحٍ يُقَالُ لَهُ الْفَرَقُ[.قال سفيان رحمه اللّه: »الفَرَقُ« ثثةُ آصع .
27. (3759)- Yine Hz. Âişe anlatıyor: “Ben ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), farak denen tek bir kaptan beraber guslederdik.”
Süfyan der ki: “Bir farak üç sa´dır.”[453]
ـ3760 ـ28ـ وفي أخرى عن أبي سلمة قال: ]دَخَلْتُ عَلى عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها. أنَا وَأخُوهَا مِنَ الرَّضَاعَةِ فَسَألْنَاهَا عَنْ غُسْلِ رَسولِ اللّهِ # مِنَ الجَنَابَةِ فَدَعَتْ بِإنَاءِ قَدْرَ الصَّاعِ فَاغْتَسَلَتْ، وَبَيْنَنَا وَبَيْنَهَا سِتْرٌ، فَأفْرَغَتْ عَلى رَأسِهَا ثَثاً. قَالَتْ:
وَكَانَ أزْوَاجُ النّبىِّ # يَأخُذْنَ مِنَ رُؤُسِهِنَّ حَتّى تَكُونَ كَالْوَفْرَةِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي، وهذا لفظ الشيخين.»الوَفْرَةُ«: أن يبلغ شعر الرأس إلى شحمة ا‘ذن، والجمة أطول من ذلك .
28. (3760)- Ebû Seleme´nin yaptığı diğer bir rivayette şöyle gelmiştir: “Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´nin yanına girmiştim. Yanımda Hz. Âişe´nin süt kardeşi vardı. Kendisine, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´in cenabetten nasıl yıkandığını sorduk. Bir sa´ miktarında bir kap getirtti ve onunla yıkandı. Âişe ile aramızda bir perde vardı. (Yıkanırken) üzerine üç kere su döktü ve dedi ki:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevceleri, saçları kulak memesi civarında olması için saçlarının başlarını alırlardı.”[454]
AÇIKLAMA:
1- Birinci rivayet (3759) Hz. Âişe ile Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın aynı zamanda beraberce gusül yaptıklarını ifade etmektedir. İbnu Hacer´in kaydettiğine göre, bazı âlimler bu rivayete dayanarak karı ve kocanın birbirlerinin avret yerlerini görmesinin caiz olduğu hükmünü çıkarmışlardır.
2- Bu hadislerden kadın ve erkeğin, birbirlerinin artığını gusül ve abdestte kullanabilecekleri hükmü çıkarılmıştır. Ayrıca hadis karı ve kocanın aynı anda yan yana gusül yapmalarının caiz olduğunu da ifade etmektedir. İmamlardan Ahmed İbnu Hanbel ile Dâvud-u Zâhirî´nin kadın önce yıkandığı takdirde, onun artığı ile erkeğin gusledemeyeceği görüşünde olduğu rivayet edilmiştir. Ahmed İbnu Hanbel hakkında aksi görüş de rivayet edilmiştir.
3- Farak bir ölçeğin adıdır. Ne miktar hacme sahip olduğu ihtilaflı ise de, sadedinde olduğumuz rivayette Süfyan İbnu Uyeyne üç sa´ olduğunu söylemiştir. İki sa´ olduğunu söyleyen de var, ancak umumiyetle üç sa´ kabul edilmiştir. Rıtl olarak da onaltı rıtl´dır. Bunların değeriyle ilgili uzun açıklamayı daha önce kaydettik. Burada şu kadarını tekrar kaydedelim: 1 sa´ = 4 müddür, 1 müdd = 530 gr´dır. Böylece 1 sa´ = 2120 gram civarında yani iki litreyi biraz aşan bir sudur.
Şu halde Hz. Âişe yıkanmada 2,5 litreden az su kullanmıştır. Üç sa´ da ortalama dokuz litre civarında bir hacimdir.
Büyük şehirlerimizde su sıkıntısının şiddetle hissedilmeye başlandığı zamanımızda, su kullanımında Nebevî ölçülere riayetin ehemmiyet ve zarureti ortaya çıkmaktadır.
4- İkinci hadiste, Hz. Âişe´nin süt kardeşi olarak zikri geçen zâtın kim olduğu net olarak bilinmemektedir. Çünkü, biri Kesîr, diğeri Abdullah İbnu Zeyd adında iki süt kardeşi mevzubahistir. Süt kardeşle Hz. Âişe´ye gelen Ebû Seleme, Hz. Âişe´nin kız kardeşlerinden Ümmü Gülsüm´ün süt oğludur. Böylece Hz. Âişe onun teyzesi durumundadır. Kadı İyaz der ki: “Bu iki zat, Hz. Âişe yıkanırken, mahrem olan yakının, görmesi haram olmayan baş kısmını görmüştür. Zira görmeyecek olsalar onların yanında fiilen göstermesinin bir ma´nâsı kalmazdı. Göremeyecekleri şekilde olsa onlar: “Âişe bize şöyle anlattı” derlerdi.” Aradaki perde, mahremlerinin görmesi haram olan kısımlarının örtülmesi içindir.
Sahâbe-i Kiram hazerâtının önde gelen fakihlerinden olan Hz. Âişe´ nin, yıkanma sırasında kullanılacak suyun miktarını zihinlerde tesbit maksadıyla böyle fiilî bir gösterme yolunu tercih etmesi, suda israftan kaçınmanın şeriatımız nazarında ne kadar mühim olduğunu ifade etmesi bakımından cidden manidardır.
5- İkinci rivayetin sonunda geçen “Resulullah´ın zevceleri saçlarını kulak memesi hizasında keserlerdi” şeklinde tercüme ettiğimiz ifade Müslim´deki rivayete göre, Hz. Âişe´nin sözü olmayıp râvi´nin (Ebi Seleme´nin) sözüdür. Kadı İyâz merhuma göre, bu ifade Ezvâc-ı Tâhirât´ın irtihal-i Nebî´den sonraki durumunu tasvir etmektedir. Yani muhtemelen onlar, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın vefatından sonra zîneti terkettikleri için saç uzatıp örmekten vazgeçmişlerdir. Zira normalde, saçlarının -o devrin Arap âdeti üzere- uzun ve örgülü olması gerekir. Nitekim 3753 numaralı hadiste Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)´nin saç örgülerinin çokluğunu zikrederek, gusül sırasında bunları çözüp çözmeyeceği hususunda soru sorduğunu gördük. Ayrıca, Ümmühât-ı Mü´minîn Resulullah´ın sağlığında saçlarını kestiklerine dair rivayet gelmemiştir.
6- Saç tarzını ifade eden vefre´yi, lügâtcılar kulak hizasına kadar uzatma diye açıklarlar. Limme ise, omuza kadar uzanan saça denmiştir. Aksini söyleyenler de olmuştur.[455]
ـ3761 ـ29ـ وعن محمد الباقر قال: ]كُنّا عِنْدَ جَابِرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه وَعِنْدَهُ قَوْمٌ فَسَألُوهُ عَن الْغُسْلِ فقَالَ: يَكْفِيكَ صَاعٌ. فقَالَ رَجُلٌ: مَا يَكْفِينِى. فقَالَ جَابِر: كَانَ يَكْفِي مَنْ هُوَ أوْفَى مِنْكَ شَعْراً وَخَيْرٌ مِنْكَ، يَعْنِى النّبىَّ #[. أخرجه الشيخان والنسائي .
29. (3761)- Muhammed el-Bâkır rahimehullah anlatıyor: “Hz. Câbir (radıyallahu anh)´in yanında idik. Yanında gusülden soran bir grup insan vardı. Şöyle cevap verdi:
“Bir sa´ su sana yeter!” Bir adam:
“Bana kâfi gelmez diye itiraz etti. Hz. Câbir:
“Ama, saçı senden daha çok ve senden daha hayırlı olan zâta yetiyordu!” dedi. Onun burada kasdettiği “hayırlı zât” Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) idi.”[456]
ـ3762 ـ30ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كُنْتَ أغْتَسِلُ أنَا وَالنّبىُّ # مِنْ تَوْرٍ مِنْ شَبَهٍ[. أخرجه أبو داود .
30. (3762)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ben ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sarıdan mamul bir kaptan su alarak yıkanırdık.”[457]
AÇIKLAMA:
Tevr´i, İbnu Hacer “taştan veya bir başka şeyden imâl edilen tencere” olarak açıklar. Tevr´in maddesi olan şebeh de bakır gibi sarı renkli bir maden olarak açıklanır. Tunç ve benzeri bir madde olabilir, sarı diye tercüme ettik.[458]
ـ3763 ـ31ـ وعن يعلى بن أُمية رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رَسولُ اللّهِ # رَأى رَجًُ يَغْتَسِلُ بِالْبَرَازِ فَصَعِدَ المِنْبَرَ فَحَمِدَاللّهَ وَأثْنَى عَليْهِ. ثُمّ قالَ: إنَّ اللّهَ حَيّيٌ سِتيرٌ يُحِبُّ الحَيَاءَ وَالسِّتْرَ فإذَا اغْتَسَلَ أحَدُكُمْ فَلْيَسْتَتِرْ[. أخرجه أبو داود والنسائي .
31. (3763)- Ya´la İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) açıkta (izarsız) yıkanan bir adam görmüştü. Derhal minbere çıkarak, Allah´a hamd ve senâda bulunduktan sonra:
“Allah diridir ve ayıpları örtücüdür, hayayı ve örtünmeyi sever. Öyleyse biriniz yıkanınca örtünsün” buyurdu.”[459]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Cenâb-ı Hakk´ın Settâr (örtücü) ismini hatırlatarak, o ismin gereği olarak kulların örtünmelerini istediğini belirtmektedir. Şu halde bu emri yerine getirmek, Allah´ın ahlâkı ile ahlâklanmak ma´nâsına gelir. Böylece mü´minler haya ve örtünmeye teşvik edilmiş olmaktadır.[460]
ـ3764 ـ32ـ وعن أبي السمح رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ أخْدُمُ النّبىَّ # فَكَانَ
إذَا أرَادَ أنْ يَغْتَسِلَ قالَ: وَلِّنِى قَفَاكَ. فأُوَلِّيهِ قَفَاى فَأسْتُرُهُ بِهِ[. أخرجه النسائي .
32. (3764)- Ebû´s-Semh (radıyallahu anh) anlatıyor:”Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a hizmet ediyordum. Yıkanmak isteyince:
“Bana enseni dön!” derdi. Ben de ensemi dönerdim. Böylece ona perde olurdum.”[461]
ـ3765 ـ33ـ وعن أم هانئ بنت أبي طالب رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]ذَهَبْتُ إلى رَسُولِ اللّهِ # عَامَ الْفَتْحِ فَوَجَدْتُهُ يَغْتِسلُ وَفَاطِمَةُ ابْنَتُهُ تَسْتُرُهُ بِثَوْبٍ[. أخرجه مسلم .
33. (3765)- Ümmü Hâni Bintu Ebî Tâlib (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “(Mekke´nin) Fethi gününde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ ın yanına gittim. O´nu yıkanır buldum. Kızı Fâtıma da bir giyecekle O´na perde yapıyordu.”[462]
ـ3766 ـ34ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ النّبىَّ #: اغْتَسَلَ فَأُتِىَ بِمِنْدِيلٍ فَلَمْ يَمَسَّهُ وَجَعلَ يَقُولُ بِالْمَاءِ هكذَا[. أخرجه النسائي .
34. (3766)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yıkanmıştı. (Kurulanması için) bir havlu getirildi. Onunla kurulanmayıp:
“Su(yun) ıslaklığı ile böyle (daha iyi)!” buyurdular.”[463]
ـ3767 ـ35ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كَانَتْ الصََّةُ خَمْسِينَ، وَالْغُسْلُ مِنَ الجَنَابَةِ سَبْعَ مَرَّاتٍ، وَغَسْلُ الثَّوْبِ مَنْ الْبَوْلِ سَبْعَ مَرَّاتٍ. فَلَمْ يَزَلْ رسولُ اللّهِ # يَسْألُ حَتّى جُعِلَتِ الصََّةُ خَمْساً وَغُسْلُ الجَنَابَةِ مَرَّةً وَغُسْلُ الْبَوْلِ مِنَ الثَّوْبِ مَرَّةًً[. أخرجه أبو داود .
35. (3767)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:”Namaz elli vakitti, cenabetten gusül de yedi defa idi. Elbiseden sidiğin yıkanması da yedi defa idi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (azaltılmasını Cenâb-ı Hakk´tan) taleb ede ede namaz beş´e, cenabetten gusül bire, elbiseden sidiğin temizlemesi bir kereye indirildi.”[464]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Mi´rac sırasında cereyan eden hadiseyi kasdetmiş olmalı. Ancak, Mi´râc gecesiyle ilgili rivayette sadece namaz mevzubahis edilmektedir: Cenâb-ı Hakk´la mülâkat yapmış olarak dönmekte olan Resulullah Hz. Musa´ya uğrar. Hz. Musa: “Rabbin ümmetine ne emretti ” diye sorar. Resulullah: “Elli vakit namaz!” deyince Hz. Musa bunun çok olduğunu söyler, azaltılması için Allah Teâlâ´ya müracaat etmesini tavsiye eder. Resulullah´ın müracaatı üzerine namaz bir miktar azaltılır. Dönüşte Hz. Musa´ya tekrar uğrar. Hz. Musa miktar için “Ümmetin bunu da yapamaz, tekrar müracaat et, azalttır tavsiyesinde bulunur.
Resulullah bu şekilde mükerrer müracaatlarda bulunur ve beşe kadar indirtir. Hz. Musa buna da çok derse de Resulullah tekrar müracaat etmekten utanır.
İşte bu rivayette, sadedinde olduğumuz hadiste zikri geçen gusül ve elbise temizliği mevzubahis edilmez.
Dehlevî der ki: “Elbisenin bir kere yıkanması Şâfiînin mezhebine göredir, onlarda üç kere yıkamak mendubtur. Ebu Hanîfe´ye göre görülmeyen pisliğin yıkanması üç kerede tahakkuk eder, bu vacibtir.” Hanefî fakihlerden Burhânuddin el-Merginânî der ki: “Necaset iki çeşittir, görülen ve görülmeyen. Görülenin temizliği, onun izâlesiyle sağlanır. Görülmeyenin temizliği , yıkayanın “pisliğin temizlendiğine dair zann-ı gâlibi” hasıl oluncaya kadardır. Tekrar, pisliğin çıkması içindir, üç rakamının tesbiti, zann-ı galib çoğunlukla üçte hâsıl olduğu içindir. Bu hususu şu hadis de teyid eder: “Biriniz uykudan uyandığı zaman üç sefer yıkamadıkça elini suya batırmasın.”
Hadisin mânası: “Hıtmînin yıkandığı su ile yetinirdi (onunla birlikte cenabetten de temizlenmeye niyet ederdi)” demektir.[465]
ـ3768 ـ36ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]رُبَّمَا اغْتَسَلَ رَسولُ اللّهِ # مِنَ الجَنَابَةِ ثُمَّ جَاءَ فَاسْتَدْفَأ بِى فَضَمَمْتُهُ إلىَّ وَأنَا لَمْ أغْتَسِلْ[. أخرجه الترمذي .
36. (3768)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bazen Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) cenabetten yıkanır, sonra (üşümüş olarak gelip) bana sokulup benim ısıtmamı isterdi, ben de O´nu bağrıma bastırıp ısıtıyordum. Bundan dolayı ben ayrıca yıkanmıyordum.”[466]
ـ3769 ـ37ـ وعنها رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ رَسولُ اللّهِ # يَغْسِلُ رَأسَهُ بِالخِطْمِىِّ وَهُوَ جُنُبٌ يَجْتَزِئُ بِذلِكَ وََ يَصُبُّ المَاءَ[. أخرجه أبو داود.ومعناه أنه كان يكتفي بالماء الذي يغسل به الخطمى فقط.
37. (3769)- Yine Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) cenabetten yıkanırken başını hıtmî (denen otla) yıkardı. Bununla yetinir, (hıtmîli su) üzerine ayrıca su dökmezdi.”[467]
AÇIKLAMA:
Hatmî diye de okunabilen hıtmî´nin temizlikte kullanılan bir bitki olduğu belirtilmektedir. Hadis, Resulullah´ın cenabetten temizlenirken başını hıtmî otunun karıştırılmış yani içerisine ıslatılmış bulunduğu su ile yıkandığını belirtmektedir. Onunla yetinip, üzerine su dökmemesi, hususi hazırlanan bu su ile yıkadıktan sonra saf su ile ikinci bir kere yıkamadığını ifade etmektedir. İbnu Raslân der ki: “Bu iktifa işi, sidr veya hıtmîyi baş üzerine koyup onunla yıkama halinde caizdir. Zira bu yıkama yeterli olur, ayrıca sırf yıkamak için bir de ikinci su dökmeye gerek kalmaz. Ancak sidri suyun içine atar, sonra onunla başını yıkarsa, bu durumda kâfi gelmez, arkadan ayrıca (durulamak için) saf su icabeder; iltibas edilmemesi için bu hususa dikkat edilmelidir. Muhtemeldir ki, Aleyhissalâtu vesselâm hıtmî karışık olan su ile yıkamazdan önce başını saf su ile yıkayarak başından cenabeti gidermiş, sonra da bedeninin geri kalan âzâlarını yıkamıştır. Ayrıca hıtmînin az olup suyun aslî vasfını fazla değiştirmemiş olması da muhtemeldir.”
İbnu Raslân´ın bu tahdidi, suyun tâhir ve mutahhir (temiz ve temizleyici) olması için aslî vasıflarını muhafaza etme şartına binaen koyduğu izah gerektirmeyecek bir husustur.
İbnu Raslan “ve la yesubbu aleyhi’l-mâe” ifadesinde geçen “aleyhi”deki zamiri iki şekilde tevil eder: “Baş´a da râci olabilir, hıtmîye de raci olabilir. Zamir “Baş´a raci olunca ma´nâ şöyledir: Hıtmî´yi izale ettiği suyu döker, onu izâleden sonra baş üzerine başka bir su dökmez.” Zamir hıtmî´ye râci olduğu takdirde ma´nâ “suyun, bedene taşmasına yer vermezdi” olur.
Hadisin sonunda kaydedilen açıklamayı, Münzirî: “Dedi ki” diyerek kaydeder. Buna göre “Hıtmî ile yıkanan baş cenabeti gidermemiştir. Hıtmî bulaşığının gitmesi için dökülen saf su sırasında cenabetin de gitmesine niyet edilmiştir ve hıtmî bulaşığı çıkınca cenabetten de temizlenilmiş olmaktadır. Hıtmî bulaşığı gidince, cenabetten temizlenmek için yeniden yıkanmaya gerek yoktur” demek olmaktadır.
Bu teferruatı bilmekte fayda var. Zira çeşitli kokular, losyonlar, temizlik maddeleri ile karışık haldeki mayilerle cenabetten temizlenirken bunların bilinmesi gerekir. Şerîatımıza göre, bir mayi temiz bile olsa, içerisine katılan yabancı madde ile temizleyicilik vasfını kaybeder. Sözgelimi gülsuyu ile cenabetten temizlik yapılamaz. Bu, onun pis addedilmesinden dolayı değildir. Dinin koyduğu temizleyicilik vasfı olmamasından dolayıdır. Suyun hem temiz, hem de temizleyici olması için aslî ve tabiî vasıflarını koruması lazım: Rengi, kokusu, tadı, akıcılığı değişmemelidir. İbnu Raslân´ın açıklamaları ile ileri sürdüğü ihtimallerin hepsi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hıtmî karışık su ile yıkandığına dair çok vecîz şekilde gelen rivayeti bu prensip çerçevesinde açma gayretinden ileri gelmektedir.[468]
ـ3770 ـ38ـ وعنها رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كُنَّا نَغْتَسِلُ وَعَلَيْنَا الضَّمَادُ، وَنَحْنُ مَعَ رَسولِ اللّهِ # مُحَِّتٍ وَمُحْرِماتٍ[. أخرجه أبو داود .
38. (3770)- Yine Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Biz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın beraberinde ihramlı ve ihramsız her iki durumda da bulunduk. Bu esnada saçlarımız yapıştırılmış bulunduğu halde yıkanırdık.”[469]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen zımâd, lügat açısından sargı ma´nâsına gelir. en-Nihâye´de İbnu´l-Esir der ki: “Aslı, bağlamaktır. Rahatsız uzvun bağlandığı beze denmiştir. Sonra yara vs. üzerine, sargısız bile olsa, ilaç koymaya denmiştir.”
Şârihler bu hadiste zımâd ile, saçı sabit tutmak için sürülen maddenin kastedildiğini belirtirler. Bu madde tîyb denen kadınlara ait sürünme maddesi de olabilir, başka bir şey de. Fakat rahatsız uzva sarılan bez değil. Bu durumda mâna şöyle olur: “Biz saç örgülerimizi zamk, tîyb, hıtmî vs. ile yapıştırır, sonra da yıkanırdık, tîyb vs.den sürdüğümüz yapıştırma, tutturma maddesi örgüler açılmadığından, olduğu şekilde kalırdı.”
Ma´nânın şöyle olabileceği de belirtilmiştir: “Biz yıkanır ve hıtmînin yıkandığı su ile iktifa ederdik de ondan sonra başka bir su kullanmazdık. Yani, hıtmîyi temizlediğimiz su ile cenabetten de yıkanmaya niyet eder, sonra gusül için ayrıca başka bir su kullanmazdık.” İstinbat edilen bu ma´nâyı Hz. Âişe´den kaydettiğimiz bir önceki hadisin (3769) de teyid ettiği belirtilmiştir.[470]
ـ3771 ـ39ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يُقْرِئُنَا الْقُرآنَ عَلى كُلِّ حَالٍ مَالَمْ يَكُنْ جُنُباً[. أخرجه أصحاب السنن، واللفظ للترمذي وصححه .
39. (3771)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), cünüb olmadıkça her halimizde bize Kur´an okutup ta´lim ederdi.”[471]
ـ3772 ـ40ـ وفي أخرى للنسائى: ]كَانَ رَسولُ اللّهِ # يَخْرُجُ مِنَ الخََءِ وَيَقْرَأُ الْقُرآنَ وَيَأكُلُ اللَّحْمَ وَلَمْ يَكُنْ يَحْجُبُهُ مِنَ الْقُرآنِ شَىْءٌ لَيْسَ الجَنَابَةُ[ .
40. (3772)- Nesâî´nin bir başka rivayetinde şöyle gelmiştir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâdan çıkınca Kur´an okur, bizimle et yerdi. Cenabet halinden başka hiçbir şey O´nunla Kur´an arasına perde olmazdı.”[472]
AÇIKLAMA:
Bu hadislerde, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın cünüb hali dışında yani abdestli veya abdestsiz olduğu halde Kur´an-ı Kerim´i okuduğunu, okuttuğunu haber vermektedir. Helâdan çıkınca veya et yiyince Kur´an okuması, bunun caiz olduğunu göstermek içindir. “Et” yemenin zikredilmesi, etin bulaşık bırakan, arkadan eli ve ağzı yıkamayı gerektiren bir bulaşmaya sebep olması sebebiyledir. Böylece bu çeşit bulaşıkların da Kur´an okumaya mâni olmadığı belirtilmiş oluyor, yeter ki cenabet kirliliği olmasın. Küçük hades´in Kur´an okumaya mani olmadığı hususunda ülemânın icmaından bile bahsedilmiştir.
Cünübün ve hayızlının Kur´an okuması meselesi biraz ihtilaflıdır. Büyük ekseriyet haram olduğunda ittifak etmiştir. İmam Mâlik cünübün tek âyet ve o miktarda Kur´an´ı okuyamayacağını söylerse de hayızlının okuyabileceğini, aksi takdirde Kur´an´ı unutacağını söylediği rivayet edilmiştir. “Çünkü demiştir, hayız müddeti günlerce uzar, cenabet hali uzamaz.” İkrîme ve İbnu´l-Müseyyeb´in de cünüb´ün Kur´an okumasında beis görmedikleri kaydedilmiştir.
Kur´an-ı Kerim´in cenabetken okunabileceği iddiası daha ziyade, Müslimde yer alan bir rivayete dayanır. Orada Hz. Âişe (radıyallahu anhâ): “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bütün hallerinde Allah´ı zikrederdi” buyurmaktadır.
“Bütün hallerinde” deyince buna cenâbet hali de dahildir, zikrullah´ın içinde Kur´an kırâati de dahildir.
Keza İbnu Abbas´tan kaydedilecek olan müteakip rivayetde bu görüşü teyid edecektir.
Bu iddiaya şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Âişe´nin rivayeti, sadedinde olduğumuz Ali (radıyallahu anh) hadisiyle tahsis edilmiştir. Yanihadiste geçen zikrullah tabirinin âmm olan ma´nâsı tahsis edilerek “Kur´an kırâatı dışında kalan zikr”diye anlaşılmıştır. Hatta Aynî: “Hz. Âişe´nin hadisi, Hz. Ali´nin hadisine muâraza etmez, arada bir zıtlık yoktur, zira Âişe (radıyallahu anhâ) Kur´an kırâatı dışındaki zikri kasdetmiştir” der. Sübülü´s-Selam müellifi de şu açıklamayı yapar: “Hz. Âişe hadisini, Hz. Ali hadisi ile başka birçok hadis tahsis etmiştir. Nitekim bu hadis, büyük ve küçük abdest bozma ve cima halleriyle de tahsis edilmiştir. Nitekim âyet-i kerimede de öyle ifade edilmiştir: “(Onlar) Allah´ı ayakta, oturarak ve yanları üstüne yattıkları zaman zikrederler” (Âl-i İmrân 191).[473]
ـ3773 ـ41ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ لَمْ يَرَ بِالْقِرَاءَةِ لِلْجُنُبِ بَأساً[. أخرجه رزين. قلت: وَعلقه البخاري، واللّه أعلم .
41. (3773)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´dan rivayet edildiğine göre, O cünüb kimsenin Kur´an okumasında bir beis görmezdi.”[474]
Açıklama için önceki rivayete bakılmalıdır.
ـ3774 ـ42ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ رَسولُ اللّهِ # إذَا أرَادَ أنْ يَنَامَ وَهُوَ جُنُبٌ غَسَلَ فَرْجَهُ وَتَوَضّأ وُضُوءَهُ لِلصََّةِ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ البخاري .
42. (3774)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), cünübken uyumak istediği takdirde fercini yıkar ve namaz abdestiyle abdest alırdı.”[475]
ـ3775 ـ43ـ وفي أخرى لمسلم: ]كَانَ إذا أرَادَ أنْ يَأكُلَ أوْ يَنَامَ تَوَضّأ وُضُوءَهُ لِلصََّةِ[ .
43. (3775)- Müslim´in bir rivayetinde: “…Yemek veya uyumak istediği zaman namaz abdestiyle abdest alırdı” denmiştir.[476]
ـ3776 ـ44ـ وله في أخرى عن عبداللّه بن أبي قيس قال: ]سَألْتُ عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها عَنْ وِتْرِ رَسُولِ اللّهِ # وَذَكَرَ الحَدِيثَ، وَفِيهِ قُلْتُ. كَيْفَ كَانَ يَصْنَعُ في الجَنَابَةِ، أكَانَ يَغْتَسِلُ قَبْلَ أنْ يَنَامَ، أوْ يَنَامُ قَبْلَ أنْ يَغْتَسِلَ؟ قَالَتْ: كُلُّ ذلِكَ قَدْ كَانَ يَفْعَلُ. رُبَّمَا اغْتَسَلَ وَنَامَ، وَرُبَّمَا تَوَضّأ فَنَامَ. قُلْتُ: الحَمْدُللّهِ الَّذِى جَعَلَ في ا‘مرِ سَعَةً[ .
44. (3776)- Müslim´in, Abdullah İbnu Ebî Kays´tan yaptığı diğer bir rivayette Abdullah derki: “Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´ye Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın vitir namazından sordum…” Hadisi zikreder. Hadiste şu ibare de var:
“Hz. Âişe´ye: “Resulullah cünübken ne yapardı, uyumadan önce yıkanır mıydı. Veya yıkanmadan önce uyur muydu ” diye sordum Bana şu cevabı verdi: “Bunların hepsini yapardı. Bazan yıkanır ve sonra uyurdu, bazan abdest alır ve uyurdu.” Bunu işitince:
“Bu meselede genişlik koyan Allah´a hamdolsun!” dedim.[477]
ـ3777 ـ45ـ وفي رواية أبي داود عن غضيف بن الحارث قال: ]قلتُ لعائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: أرَأيْتِ رسولَ اللّهِ # كَانَ يَغْتَسِلُ مِنَ الجَنَابَةِ في أوَّلِ اللَّيْلِ أمْ في آخِرِهِ؟ قالَتْ: رُبَّمَا اغْتَسَلَ في أوّلِ اللَّيْلِ، وَرُبَّمَا اغْتَسَلَ في آخِرِهِ. قُلْتُ: اللّهُ اَكْبَرُ، اَلحَمْدُللّهِ الَّذِِى جَعَلَ في ا‘مْرِ سَعَةً. قُلْتُ: أرَأيْتِ رسولَ اللّهِ #، كَانَ يُوِترُ أوّلَ اللَّيْلِ أمْ آخِرَهُ؟ قالَتْ: رُبَّمَا أوْتَرَ أوّلَ اللَّيْلِ وَرُبَّمَا أوْتَرَ آخِرَهُ. قُلْتُ: اللّهُ أكْبَرُ، الحَمْدُللّهِ الَّذِى جَعَلَ في ا‘مْرِ سَعَةً. قُلْتُ: أرَأيْتِ رسُولَ اللّهِ # كَانَ يَجْهَرُ بِالْقُرآنِ أمْ يَخْفِتُ بِهِ؟ قالَتْ: رُبَّمَا جَهَرَ بِهِ، وَرُبَّمَا خَفَتَ بِهِ قُلْتُ: اللّهُ أكْبَرُ، الحَمْدُللّهِ الَّذِى جَعَلَ في ا‘مْرِ سَعَةً[ .
45. (3777)- Ebû Dâvud´un rivayetine, Gudayf İbnu´l-Hâris der ki: “Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´ye sordum:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) cenabetten gecenin başında mı yıkanırdı sonunda mı ”
“Bazan başında, bazan da sonunda yıkanırdı” dedi. Ben:
“Allahu ekber! bu meselede genişlik veren Allah´a hamdolsun!” dedim ve tekrar sordum.
“Vitir namazını gecenin evvelinde mi kılardı, âhirinde mi ”
“Bazan evvelinde bazan âhirinde kılardı” dedi. Ben:
“Allahu ekber! Bu meselede genişlik veren Allah´a hamdolsun!” dedim ve tekrar sordum:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kur´ân´ı açıktan mı okurdu sessiz mi okurdu ”
“Bazan açıktan okur bazan da sessiz okurdu” dedi. Ben:
“Allahu ekber! dedim. Bu meselede kolaylık koyan Allah´a hamdolsun!”[478]
ـ3778 ـ46ـ وفي رواية الترمذي وأبي داود أيضاً: ]كَانَ رسولُ اللّهِ # يَنَامُ وَهُوَ جُنُبٌ وََ يَمَسُّ مَاءً[ .
قال الترمذي: »وَقَدْ رُوِىَ عَنْهَا أنّهُ كَانَ يَتَوضّأُ قَبْلَ أنْ يَنَامَ وَهُوَ أصَحُّ« .
46. (3778)- Tirmizî ve Ebû Dâvud´un bir rivayetinde de şöyle gelmiştir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), cünübken uyur ve hiç suya dokunmazdı.”
Tirmizî derki: “Hz. Âişe´den, Aleyhissalâtu vesselâm´ın uyumazdan önce abdest aldığı da rivayet edilmiştir ve bu rivayet en sahih olanıdır.”[479]
ـ3779 ـ47ـ وفي رواية للنسائى: ]كَانَ إذَا أرادَ أنْ يَأكُلَ أوْ يَشْرَبَ غَسَلَ يَدَيْهِ ثُمَّ يَأكُلُ أوْ يَشْرَبُ[ .
47. (3779)- Nesâî´nin bir riveyetinde: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yemek veya içmek istediği zaman ellerini yıkar sonra yer içerdi” denmiştir.[480]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayetler, cenabetten temizlenmezden önce yani henüz gusül yapmamış iken:
* Uyunabileceğine,
* Yiyip içilebileceğine,delâlet etmektedir. Böylece Hz. Ali (radıyallahu anh)´den Ebû Dâvud ve başka kitaplarda rivayet edilen: “İçinde köpek, resim ve cünüb bulunan eve (rahmet getiren) melekler girmez” hadisinin zayıflığı -veya bazı te´villerle kabul edilmesi gerektiği- anlaşılmaktadır. Nitekim, Hattâbî, bu hadisin de sıhhatine kaildir ve ma´nâyı şöyle tevcih eder: “Buradaki cünübten murad yıkanmaktan hoşlanmayan ve terketmeyi âdet haline getiren kimsedir, yıkanmayı tehir eden kimse değildir.” Hattâbî hadisle ilgili açıklamasına devam eder: “…Köpekten de murad beslenmesine izin verilen köpek olmamalıdır, resim de ayak altına atılmış canlı resmi olmalıdır.”
2- Cünüb iken, yeme, içme ve uyuma hususlarında dinin sağladığı ruhsat ve kolaylık ashab arasında sevinmeye ve hamdetmeye vesile olmuştur. Çünkü şartları, bunları gerektirebilir. Derhal yıkanma hususunda kesin emir olsaydı bazı zorlukları beraberinde getirecekti. Sahabelerin Allahu ekber demeleri taaccüp ifade eder. Beklemedikleri bir lütufla karşılaşmanın sevincini böyle ifade etmek Arapların adetlerindendir.
3- Her şeye rağmen yani yıkanmayı te´hir etmeye, herhangi bir yıkanma veya abdeste yer vermeden yiyip içmeye ruhsat verilmiş olmasına rağmen avret yerlerinin ve ellerin yıkanması ve hatta abdest alınması müstehabtır. Şunu da belirtelim ki, bu söylenen husus ruhsattır. Azimet, guslün ta´cilidir. Dinî hayatımızın güçlenmesi için ruhsatlarla değil, azîmetlerle amel etme gayretinde olmalıyız. Şu halde guslün ta´cili efdaldir.
4- Bazı âlimler uyumak niyetiyle alınacak abdestle, yemek içmek niyetiyle alınacak abdest arasında fark görmek istemişler; cumhur yeme, içme ve uyuma da namaz abdestiyle abdest alma gereğine kâil olmuştur. Şevkânî: “Bazan namaz abdestiyle abdest almak bazanda elleri yıkamakla iktifa edilmeli” diye hükme bağlar. Ancak “elleri yıkamak´la iktifa edilecek yıkamanın yiyip içmeye mahsus olduğunu, uyumak için ise namaz abdestiyle abdest almak gerektiğini” belirtir: “Çünkü, der bu hususa temas eden hadisler arasında bir ayrılık yok.”
5- 3778 numaralı hadiste Vitr namazının da tehir edilebileceğine temas edilmiştir. Vitrin, gecenin evvelinde, ortasında ve âhirinde kılınabileceği başka rivayetlerle sâbittir. İlgili bahiste açıkladığımız için ona girmeyeceğiz.[481]
ـ3780 ـ48ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]ذَكَرَ عُمَرُ بنُ الخَطَّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه بِرَسُولِ اللّهِ # أنَّهُ تُصِيبُهُ الجَنَابَةُ مِنَ اللَّيْلِ. فقَالَ #: تَوَضّأ واغْسِلْ ذَكَرَكَ ثُمَّ نَمْ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين .
48. (3780)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Ömer İbnu´l-Hattâb (radıyallahu anh), geceleyin cünüb olduğunu, (ne yapması gerektiğini) sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: “Abdest al, uzvunu yıka, sonra uyu!” buyurdular.”[482]
ـ3781 ـ49ـ وعن نافع قال: ]كَانَ ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما إذَا أرَادَ أنْ يَنَامَ أوْ يَطْعَمَ وَهُوَ جُنُبٌ غَسَلَ وَجْهَهُ وَيَدَيْهِ إلى المِرْفَقَيْنِ وَمسَحَ رَأسَهُ ثُمَّ طَعِمَ أوْ نَامَ[. أخرجه مالك .
49. (3781)- Nâfi rahimehullah anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), cünübken uyumak veya yemek istediği zaman, yüzünü ve dirseklerine kadar ellerini yıkar, başını mesheder, sonra yer veya uyurdu.”[483]
ـ3782 ـ50ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنّ النّبىَّ # لَقِيَهُ في بَعْضِ طُُرُقِ
المَدِينَةِ وَهُوَ جُنُبٌ فَانْخَنَسَ مِنْهُ فَذَهَبَ فَاغْتَسَلَ. ثُمَّ جَاءَ فقَالَ لَهُ: أيْنَ كُنْتَ يَا أبَا هُرَيْرَةَ؟ فقالَ: كُنْتُ جُنُباً فَكَرِهْتُ أنْ أُجَالِسَكَ وَأنَا عَلى غَيْرِ طَهَارَةٍ. قالَ: سُبْحَانَ اللّهِ! إنَّ المُؤْمِنَ َ يَنْجُسُ[. أخرجه الخمسة، وهذا لفظ البخاري. »انخنسَ«: أى استتر واختفى .
50. (3782)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)´nin anlattığına göre: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine sokaklarından birinde kendisine rastlamıştır. Ebû Hüreyre bu sırada cünüb olduğu için, Aleyhissalâtu vesselâm´ın nazarından sıvışarak gidip yıkanır gelir. Gelince Aleyhissalâtu vesselâm:
“Ey Ebû Hüreyre neredeydin ” diye sorar.
“Ben cünübtüm, pis pis sizinle oturmak istemedim” cevabında bulunur. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Sübhânallah! (bilmez misin ki) müslüman pis olmaz!” ferman eder.”[484]
AÇIKLAMA:
1- Resulullah´ın “Müslüman pis olmaz” sözünden bazı Zâhirîler “Kâfirin pis olduğu” hükmünü çıkarmışlar ve necâsetu´l-ayn´a nisbet etmişlerdir. Buradan çıkan tabii netice, onların ter ve tükrüklerinin de necis sayılmasıdır. Bu görüşlerini “Müşrikler necis (pis)tir” (Tevbe 28) âyetiyle de delillendirmişlerdir.
Ancak cumhur bu görüşte değildir. Onlar hadisi: “Ondan murad, mü´min âzâları temizdir, çünkü o pislikten kaçınmayı âdet edinmiştir, müşrik onun hilafınadır, çünkü onda necasetten korunma gayreti yoktur.” diyerek açıklamışlardır. Yine cumhur, âyeti de şöyle tevil eder: “Ondan murad, onların itikad ve pisliğe bulaşmaları yönüyle de necis olmalarıdır. Nitekim Allah, Ehl-i Kitab´ın kadınlarıyla evlenmeyi mubah kılmıştır. Bilindiği üzere, beraber yatan kimseler kadınların terlerinden sâlim kalamazlar, öyle ise kitabiye kadının terinden erkeğe bulaşır. Bununla birlikte, erkeğe, kitabiye kadının guslü sebebiyle ayrı bir gusül gerekmez, onun sebebiyle de tıpkı müslüman kadın sebebiyle yapılan gusül gerekmektedir. Öyleyse, anlaşılırki canlı olan insan, necisu´l-ayn değildir. Çünkü bu meselede kadınla erkek arasında bir fark mevcut değildir.”
2- Ebû Hüreyre´nin sıvışmasının sebebi, 3784 numaralı hadiste görüleceği üzere, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashabından biriyle karşılaşınca onları eliyle meshedip duada bulunması idi. Ebû Hüreyre de zannediyordu ki, cünüb kişi hadesle necis olmuştur. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mutad üzere, bu halde kendisine meshedip dokunacak diye korkmuştu ve koşarak yıkanmaya gitmiştir. Ama Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun “ben pisim” sözünden ortaya çıkan bu anlayışını reddetmiş, “Sübhanallah!” diyerek, bu kadar açık bir hususu bilmemesinden duyduğu hayreti ifade buyurmuştur.
3- Hadisten Çıkarılan Bazı Faydalar:
* Bu hadis, mühim işler sırasında temiz olmanın müstehab olduğuna delildir. Ayrıca fazilet ehli kimselere hürmet ve onları büyükleme ve onlarla beraberliği en mükemmel bir hey´etle (kılıkkıyafetle) yürütmenin müstehab olduğuna da delil teşkil etmektedir.
* Hadiste, tâbi olanların ayrılırken metbu´dan yani tâbi olduğu kimseden izin almasının müstehab olduğu hükmü de çıkarılmıştır. Zira Resulullah, “Neredeydin ” diye sormuştur. Buradan anlaşılmıştır ki, ayrılmazdan (sıvışmazdan) önce O´na, nereye gittiğini haber vermesi gerekirdi.
* Metbû, kendisine tabi olan kimse sormasa bile, onu doğru olana uyarması gerekir.
* Yıkanmayı tehir etmek caizdir.
* Cünübün teri temizdir, çünkü cenabetle bedeni pis olmuyor.
* Kadından sağılan süt de pis değildir.
* Yıkanmazdan önce bir kısım işleri yapmak caizdir.[485]
ـ3783 ـ51ـ وعن حذيفة بن اليمان رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النّبىَّ #: لَقِيَهُ وَهُوَ جُنُبٌ فَحَادَ عَنْهُ فَاغْتَسَلَ. ثُمَّ جَاءَ فقَالَ: كُنْتُ جُنُباً. قالَ: إنَّ المُسْلِمَ َ يَنْجُسُ[. أخرجه مسلم، واللفظ له، وأبو داود والنسائي .
51. (3783)- Huzeyfe İbnu´l-Yemân (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la bir gün karşılaştığımızda cünüb idim, hemen yolumu çevirip gidip yıkandım. Bilahare gelince:
“(Böyle sizi görünce alelacele sıvışmamın sebebi) cünüb olmam idi!” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Müslüman (cenabetle) pis olmaz ki!” buyurdular.”[486]
ـ3784 ـ52ـ وفي رواية النسائي: ]كَانَ رسولُ اللّهِ # إذَا لَقِىَ الرَّجُلَ مِنْ أصْحَابِهِ مَسَحَهُ وَدَعَا لَهُ. قالَ: فَرَأيْتُهُ يَوْماً بُكْرَةً، فَحُدْتُ عَنْهُ. ثُمَّ
أتَيْتُهُ حِينَ ارْتَفَعَ النَّهَارُ. فقَالَ: إنِّى رَأيْتُكَ فَحُدْتَ عَنِّى. فَقُلْتُ: ‘نِّى كُنْتُ جُنُباً فَخَشِيتُ أنْ تَمَسَّنِى. فقَالَ رسولُ اللّهِ #: إنَّ المُؤْمِنَ َ يَنْجُسُ[. »حَادَ«: أى تنحى .
52. (3784)- Nesâî´nin rivayetinde hadis şöyledir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ashabından bir erkekle karşılaşınca onu mesheder ve ona dua ediverirdi. Bir gün erken vakitte Aleyhissalâtu vesselâm´ı (sokakta) gördüm. Hemen yolumu ondan çevirdim. (Eve gidip yıkandıktan sonra) güneş yükselince yanına geldim. Bana:
“(Sabahleyin) seni görmüştüm, hemen yolunu benden çevirdin!” buyurdular. Ben de açıkladım:
“Çünkü ben cünübtüm (bu halde) bana dokunmanızdan korktum.”
“Şurası muhakkak ki dedi Aleyhissalâtu vesselâm, mü´min necis olmaz!”[487]
AÇIKLAMA için 3782 numaralı hadise bakın.
BİRİNCİ FASIL
CENABETTEN GUSÜL
ـ3785 ـ53ـ وََعَنْ أبِى هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]أُقِيمَتِ الصََّةُ وَعُدِّلَتِ الصُّفُوفُ قِيَاماً فَخَرَجَ إلَيْنَا رَسولُ اللّهِ # فَلَمَّا قَامَ مُصََّهُ ذَكَرَ أنَّهُ جُنُبٌ. فقَالَ لَنَا: مَكَانَكُمْ. ثُمَّ رَجَعَ فَاغْتَسَلَ. ثُمَّ خَرَجَ إلَيْنَا وَرَأسُهُ يَقْطُرُ. فَكَبَّرَ وصَلّى فَصَلَّيْنَا مَعََهُ[. أخرجه الستة إ الترمذي، وهذا لفظ البخاري .
53. (3785)- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Namaza kalkılıp saflar düzlenmişti ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) geldi, namazgahına geçti. O anda cünüb olduğunu hatırladı. Bize: “Yerinizde durun!” deyip, hemen ayrılıp yıkanmaya gitti. Gusledip dönünce başından henüz su damlıyordu. Tekbir getirdi, namaza durdu. Beraber namaz kıldık…”[488]
ـ3786 ـ54ـ وعن أبي بكر رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # دَخَلَ في صََةِ الفَجْرِ فَأوْمَأ بِيَدِهِ أنْ مَكَانَكُمْ، ثُمَّ جَاءَ وَرَأسُهُ يَقْطُرُ فصَلّى بِهِمْ[ .
54. (3786)- Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, sabah namazını kıldırmak üzere (mescide) girmişti. Eliyle “Yerinizde durun!” diye işaret buyurdu (ve çıktı). Sonra başından su damladığı halde geri geldi ve cemaate namazlarını kıldırdı.”[489]
ـ3787 ـ55ـ وفي رواية: ]فَلَمَّا قَضى الصََّةَ قَالَ: إنَّمَا أنَا بَشَرٌ، وَإنِّى كُنْتُ جُنُباً[. أخرجه أبو داود.
55. (3787)- Bir rivayette: “…Namazı tamamlayınca: “Ben de bir insanım. (İlk geldiğimde) cünübtüm” buyurdu” denmiştir.[490]
AÇIKLAMA:
1-Yukarıdaki rivayetlerde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sabah vaktinde cünüb olduğunu unutarak, cemaate namaz kıldırmak üzere camiye gelip namazgahına kadar geçtiğini görmekteyiz. Namaza duracağı sırada durumunu hatırlıyor; cemaate beklemelerini işaret buyurarak, hemen gidip yıkanıp dönüyor ve namazı kıldırıyor. Namazdan sonra, özrünü belirterek durumu tavzih ediyor. Ulema, bu hadisten peygamberlerin ibadet hususunda unutmalarının caiz olduğu hükmünü çıkarmıştır.
2- Hadisten Çıkarılan Bazı Faydalar:
Hadis, zaruret halinde, ikamet okunduktan sonra bile mescidden çıkılabileceğine delildir. Çünkü bir hadiste Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ezandan sonra mescidden çıkmış olan bir kimse için:
“Şu var ya Ebu´l-Kasım´a âsi oldu” buyurarak, namaz sırasında camiden çıkmayı yasaklamıştı. Şu halde bu yasak zaruret dışı çıkmalarla ilgilidir.
* Mâ-i müsta´mel (abdest ve gusulde kullanılmış su) temizdir.
* İkametle namazın arasını ayırmak caizdir. Çünkü rivayet, ikametin yenilenmediğini göstermektedir. Bazı âlimler bunu “zaruret”le kayıtlamışlardır. İmam Mâlik, “İkametten sonra tahrim tekbiri getirilecek olursa, ikamet yenilenmelidir” diye hükmetmiştir, yeter ki çıkma bir özre mebni olmasın.
* Dinî meselelerde haya olamaz. Ancak abdestsizlik gibi bir durumun farkına varan kimsenin mevhum bir özür izhar etmesi muvafık olur: Mesela burnu kanamış intibaını vermek üzere eliyle veya mendille burnunu tutarak namazdan ayrılması gibi…
* Cemaat, gerektiği durumda, imamı ayakta bekleyebilir, bu caizdir. Bu, bazı hadislerdeki yasaklanmış olan kıyam değildir.
* Mescidde uyurken ihtilam olan kimsenin mescidden çıkmazdan önce teyemmüm etmesi gerekmez. Bu hususu şârihler bilhassa belirtirler, zira Süfyân-ı Sevri ve İshak İbnu Râhûye ve bazı Mâlikîlerden rivayet edildiğine göre onlar böyle bir hükümde bulunmuşlardır. Ancak hadis, bu hükmün merdud olduğu hususunda sarihtir.
* İkametle namaz arasında konuşmak caizdir.
* Cünüb, yıkanmayı hadesin vâki olduğu andan tehir edebilir, caizdir.[491]
ـ3788 ـ56ـ وعن سليمان بن ياسر: ]أنَّ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه صَلّى بِالنَّاسِ الصُبْحَ ثُمَّ غَدَا إلى أرْضِهِ بِالْجُرُفِ فَوَجَدَ فِي ثَوْبِهِ اِحْتَِماً. فقَالَ: إنَّا لَمَّا أصَبْنَا الْوَدَكَ ‘نَتِ الْعُرُوقُ فَاغْتَسَلَ وَغَسَلَ اِحْتَِمَ مِنْ ثَوْبِهِ وَعَادَ لِصََتِهِ[ .
56. (3788)- Süleyman İbnu Yesar rahimehullah anlatıyor: “Hz. Ömer radıyallahu anh halka sabah namazını kıldırdı ve arkadan Curuf nam mevkideki arazisine gitti. Orada, elbisesinde meni bulaşığı gördü.
“Biz dedi, yağlı yeyince, damarlarımız gevşedi (bu yüzden ihtilam olduk).”
Derhal yıkanda ve elbisesinde gördüğü meni bulaşığını da yıkadı. Sonra, namazını iade etti.”[492]
ـ3789 ـ57ـ وفي رواية بعد قوله احتماً فقال: ]لَقَدِ ابْتُلِيتُ بِاِحْتَِمِ مُنْذُولَيْتُ أمْرَ النَّاسِ، فَاغْتَسَلَ وَغَسَلَ مَا رَأى فِي ثَوْبِهِ مِنَ اِحْتَِمِ، ثُمَّ صَلّى بَعْدَ ارْتِفَاعِ الضُّحى مُتَمَكِّناً[. أخرجه مالك .
57. (3789)- Bir başka rivayette “meni” kelimesinden sonra şu ibare yer alır: “Halkın işini üzerime alalıdan beri ihtilam olmaya başladım” dedi. Derhal yıkanıp elbisesinde gördüğü bulaşığı yıkadı. Sonra kuşlukta güneş tam olarak yükselince namazını kıldı.”[493]
AÇIKLAMA:
1- Curuf, Medine´ye Şam istikametinde üç mil mesafede bir yer adıdır.
2- Meni diye çevirdiğimiz kelime ihtilam şeklinde gelmiş, ihtilam eseri demektir, meni maksuddur.
3- Meninin Hz. Ömer nazarında necis olduğu anlaşılmaktadır. Bazı âlimlere göre, aslı itibariyle temiz sayılsa da bevl, mezi ve vedi yolundan çıktığı için necis addedilmesine kafidir.
4- Hz. Ömer´in: “Halkın işini üzerime aldığım günden beri ihtilam olmaya başladım” sözünün Zürkânî´ de şöyle açıklandığını görürüz: “Doğruyu Allah bilir ya, bu hal, onun devlet işleriyle gece gündüz meşgul olup kadınlarını ihmal etmesinden ileri gelmiştir. Bu sebeple ihtilam olma hadisesi artmıştır.”
5- Bazı âlimler, imam ve diğer memurların kendi dünyevî işlerine de zaman ayırması caizdir hükmünü çıkarmıştır.
6- Zürkânî, hadisi şerhederken Hz. Ömer´le ilgili olarak şunları kaydeder: “Dendi ki, Hz. Ömer Medine´ye gelen heyetlere yemek veriyor ve gönüllerini hoş etmek için oturup onlarla kendisi de yiyordu. Ancak, ondan gelen meşhur habere göre, halife olunca önceki yaşayış tarzını değiştirmemişti, o da herkes gibi yiyor, hususi yemek yaptırmıyordu. Böyle davranışı onlara örnek olup, israf yapmamayı öğretmek içindi. Muhtemelen, halkı bundan önce, darlık içindeydi, bu sebeple yağ ve tereyağı gibi şeyleri yemiyordu. Bu davranışıyla, az istihlakte diğer müslümanlar gibi olmayı hedefliyordu.” Bu maksadla, tereyağı pahalı kaldığı müddetçe zeytinyağı yemeye azmedip, halk tereyağı yiyinceye kadar tereyağı yemekten imtina ettiğini belirten Zürkânî, Hz. Ömer´in halk zenginleşip tereyağı ve benzeri kıymetli yağlar yemeye başladıktan sonra onlardan yemeye başladığını kaydeder.
7- Zürkânî, hadisten şu hükmü de çıkarır: “Hz. Ömer´in namazı tek başına iade etmesi gösterir ki, imam unutarak yanlışlıkla cünüb veya abdestsiz olarak namaz kıldırır, cemaat de onun bu halini bilmeyerek namaz kılarsa, hatırlayınca imam iade etse de cemaate iade gerekmez, onların namazları sahihtir. Tabii ki, durumu bilirlerse onların namazı da bâtıl olur.”
İmam Şâfiî ve İbnu Nâfi der ki: “İmama uyanlar bilmedikleri takdirde iki cihetinki de sahihtir. Zira cemaat, imamın halini bilmekle mükellef değildir. Sehv´de değil, taammüdde imam günahkar olur.”
Ebu Hanîfe: “Her iki tarafın (yani hem imamın hem de cemaatin) namazı da bâtıldır. Çünkü cemaatin namazı imamın namazına bağlıdır” demiştir.[494]
İKİNCİ FASIL
HAYIZLI VE NİFASLI KADINLARIN YIKANMASI
ـ3790 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ امْرَأةً مِنَ ا‘نْصَارِ سَأَلَتِ النَّبيَّ # عَنْ غُسْلِهَا مِنَ المَحِيضِ: فَأمَرَهَا كَيْفَ تَغْتَسِلُ. ثُمَّ قالَ: خُذِى فِرْصَة مِنْ مِسْكٍ فَتَطَهَّرِى بِهَا. قَالَتْ: كَيْفَ أتَطَهَّرُ بِهَا؟ قَالَ: تَطَهَّرِى بِهَا. قَالَتْ: كَيْفَ؟ قَالَ سُبْحَانَ اللّهِ! تَطَهَّرِى. فَاجْتَذَبْتُهَا إلىَّ. فَقُلْتُ تَتَبَّعِى بِهَا أثَرَ الدَّمِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
1. (3790)- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ensârdan bir kadın, Resûlullah, (aleyhissalâtu vesselâm)´a hayızdan nasıl yıkanacağını sordu. Bunun üzerine, Aleyhissalâtu vesselâm da nasıl yıkanacaksa öyle emretti ve dedi ki:
“Miske bulanmış bir (bez, pamuk vs.) parçası al. Onunla temizlen!”
“Onunla nasıl temizleneceğim ” diye kadın tekrar sordu. Resûlullah: “Onunla temizlen!” buyurdu. Kadın tekrar et: “Nasıl ”
Resûlullah:
“Sübhânallah!, temizlen!” dedi. (Baktım ki anlamıyor;) kadını kendime çektim ve: “O parçayı, kan bulaşığına tatbik et” dedim…”[495]
ـ3791 ـ2ـ وفي أخرى: ]خُذِى فِرْصَةً مُمَسِّكَة فَتَوضَّئِى ثَثاً ثُمَّ إنَّ النَّبىَّ # اسْتَحْيَا وَأعْرَضَ بِوَجْهِهِ[. وهذا لفظ الشيخين .
2. (3791)- Diğer bir rivayette: “…misklenmiş bir parça al, üç kere yıka!” buyurdu. Sonra Aleyhissalâtu vesselâm utanarak yüzünü çevirdi” denmiştir.[496]
ـ3792 ـ3ـ ولمسلم في أخرى: ]أنَّ أسْمَاءَ، وَهِىَ بِنْتُ شَكَلٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْها: سَألَتِ النّبىَّ # عَنْ غُسْلِ الْمَحِيضِ. فقَالَ: تَأخُذُ إحْدَاكُنَّ مَاءَهَا وَسِدْرَهَا فَتَطَهَّرُ فَتُحْسِنُ الطَّهُورَ فَتَصُبُّ عَلى رَأسِهَا فَتُدْلُكُهُ دَلْكاً شَدِيداً حَتّى تَبْلُغَ شُؤُنَ رَأسِهَا. ثُمَّ تَصُبُّ عَلَيْهَا الْمَاءَ. ثُمَّ تَأخُذُ فِرْصَةً مُمَسّكَةً فَتَطَهَّرُ بِهَا. قَالَتْ أسْمَاءُ: وَكَيْفَ أتَطَهَّرُ بِهَا؟ قَالَ سُبْحَانَ اللّهِ! تَطَهَّرِي بِهَا. قَالَتْ عَائِشَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها: كَأنَّهَا تَخْفى ذلِكَ: تَتَّبِعِى بِهَا أثَرَ الدّمِ، وَسَألْتُهُ عَنْ غُسْلِ الجَنَابَةِ فقَالَ: تَأخُذُ مَاءً فَتَطَهَّرُ فَتُحْسِنُ الطَّهُورَ أوْ تَبْلُغُ الطَّهُورَ، ثُمَّ تَصُبَّ عَلى رَأسِهَا فَتُدْلُكُهُ حَتَّى يَبْلُغَ شُؤُنَ رَأسِهَا، ثُمَّ تُفِيضُ عَلَيْهَا المَاءَ. فَقَالَتْ عَائِشَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها: نِعْمَ النِسَاءُ ا‘نْصَارِ، لَمْ يَكُنْ يَمْنَعُهُنَّ الْحَيَاءُ أنْ يَتَفَقَّهْنَ فِي الدِّينِ[.»الفِرصةُ«: بكسر الفاء: القطعة من صوف أو قطن أو غيره.و»شئونُ الرأس«: مواصل فتائل القرون وملتقاها، والمراد إيصال الماء إلى منابت الشعر مبالغة في الغسل .
3. (3792)- Müslim´in diğer bir rivayetinde metin şöyledir: “Esma -ki Bintu Şekel´dir- radıyallahu anhâ, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm´a, hayızdan nasıl yıkanacağını sormuştu. Şöyle cevap verdi:
“Sizden biri, suyunu ve sidresini alır, sonra temizlenir, ve temizliğini de güzel yapar. Sonra başına suyu döker, başını şiddetli şekilde eliyle ovalar, tâ ki su saçın diplerine kadar ulaşsın. Sonra üzerine su döker. Sonra misklenmiş bir (bez) parçası alır, onunla temizlenir!”
Esmâ: “Onunla nasıl temizlenir ” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: “Sübhanallah! Onunla temizlen!” dedi. Hz. Âişe radıyallahu anhâ -sanki sözünü gizlemek isteyerek (fısıldayarak)- kadına: “Onu kan bulaşığına tatbik et” dedi. Esma der ki: “Cenabetten yıkanma hususunda da sordum. Bana: “Su al, temizlen ve temizliği güzel kıl veya temizliği mübalağalı yap, sonra başına su dök ve onu ovala, tâ su saç diplerine varıncaya kadar. Sonra üzerine su dök!” dedi. Âişe radıyallahu anhâ devamla der ki: “Ensar kadınları ne iyi kadınlardı, haya onların dinlerini öğrenmelerine mâni olmadı.”[497]
ـ3793 ـ4ـ وعن أمية بنت أبي الصلت عن امرأة من بنى غفار قد سماها. قالت: ]أرْدَفَنِى رَسُولُ اللّهِ # عَلى حَقِيبَةِ رَحْلِهِ قَالَتْ: فَوَاللّهِ لَنَزَلَ رَسُولُ اللّهِ # إلى الصُّبْحِ فَأنَاخَ، وَنَزَلْتُ عَنْ حَقِيبَةِ رَحْلِهِ فإذَا بِهَا دَمٌ مِنِّى، وَكانَتْ أوَّلَ حَيْضَةٍ حِضْتُهَا: قَالَتْ: فَتَقَبَّضْتُ إلى النَّاقَةِ وَاسْتَحْيَيْتُ. فَلَمَّا رَأى رسولُ اللّهِ # مَابِى، وَرَأى الدَّمَ. قالَ: مَالَكِ لَعَلَّكِ نَفستِ؟ قُلْتُ: نَعَمْ. قالَ: فَأصْلِحِى مِنْ نَفْسِكِ. ثُمَّ خُذِى إنَاءَ مِنْ مَاءٍ فَاطْرَحِى فِيهِ مِلْحاً. ثُمَّ اغْسِلِى مَا أصَابَ الحَقِيبَةَ مِنَ الدَّمِ. ثُمَّ عُودِى لِمَرْكَبِكِ. قَالَتْ: فَلَمَّا فَتَحَ رسولُ اللّهِ # خَيْبَرَ رَضَخَ لَنَا مِنَ الفَىْءِ قَالَتْ: وَكَانَتْ َ تَطَّهَّرُ مِنْ حَيْضَةٍ إَّ جَعَلَتْ فِي طَهُورِهَا مِلْحاً، وَأوْصَتْ بِهِ أنْ يُجْعَلَ فِى غُسْلِهَا حِينَ مَاتَتْ[. أخرجه أبو داود.»نفستِ المرأةُ«: بضم النون وفتحها مع كسر الفاءِ: إذا ولدت، وبفتح النون فقط: اذا حاضت:»وَالرَّضْخُ«: العطاء القليل.»وَالْفَىْءُ«: مايحصل للمسلمين من أموال الكفار وديارهم بغير قتال.
4. (3793)- Ümeyye Bintu Ebi´s-Salt, Benî Gıfârlı -isminde zikrettiği- bir kadından nakleder ki, kadın şöyle demiştir: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, beni devesinin döşüne serilen örtünün üzerine bindirdi.” Kadın devamla der ki: “Allah´a yemin olsun, sabahleyin indi ve deveyi ıhtırdı. Ben de terkiden indim… Örtüde benden bulaşan kan vardı. Bu benim ilk hayız kanım idi. Görünce deveye doğru sıçradım ve utandım… Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bendeki bu hali farkedip, kanı da görünce:
“Neyin var Belki de hayız oldun ” buyurdular. Ben “Evet!” dedim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Öyleyse (hayız görenlerin tedbirlerine başvurarak) kendine çekidüzen ver. Sonra da bir su kabı al, içerisine tuz at. Sonra örtüye değen kanı yıka, sonra bineğine dön!” ferman buyurdular.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hayber´i fethettiği zaman ganimetten bize de bağışta bulundu.
(Ümeyye Bintu Ebi´s-Salt) der ki: “(Gıfarlı Sahabiyye), suyuna tuz katmadan hayız kanını yıkamazdı. Öldüğü zaman cenazesinin yıkanacağı suya da tuz atılmasını vasiyet etmiştir.”[498]
AÇIKLAMA:
1- Son hadisle ilgili olarak Hattâbî der ki: “Hadiste, elbisenin yıkanmasında ve kan bulaşığının temizlenmesinde suya tuz atıldığı görülmektedir. Halbuki tuz, bir gıda maddesidir. Öyleyse, bir çamaşıra sabun iyi gelmezse onun bal ile yıkanması caiz olur. Keza mürekkep değen bir şey de sirke ile yıkanabilir.” Hattabî bu misalleri zikrettikten sonra temizlik maddesi olarak, gerekiyorsa her çeşit gıda maddesinin kullanılabileceğine dair bir netice çıkarır.
2- Hadiste geçen hakîbe, devenin semerden sonra gelen arka kısmına serilen bir nevî çuldur. Resûlullah, kızı bunun üzerine oturtmuştur. Bunun üzerine oturanın normal havıd (semer) üzerinde oturanla teması mümkün değildir.[499]
ÜÇÜNCÜ FASIL
CUMA VE BAYRAM GUSLÜ
ـ3794 ـ1ـ عن أبي سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: غُسْلُ الْجُمْعَةِ وَاجِبٌ عَلى كُلِّ مُحْتَلِمٍ، وَأنْ يَسْتَنَّ، وَأنْ يَمَسَّ طِيباً إنْ وَجَدَ[. أخرجه الستة إ الترمذي .
1. (3794)- Ebu Saîd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Cuma guslü her muhtelime (büluğa erene) vacibtir. Misvaklanması, bulduğu taktirde koku sürünmesi de öyle.”[500]
ـ3795 ـ2ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه أنه كان يقول: ]غُسْلُ الجُمْعَةِ وَاجِبٌ عَلى كُلِّ مُحْتَلِمٍ كَغُسْلِ الْجَنَابَةِ[. أخرجه مالك .
2. (3795)- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh derdi ki: “Cuma günü gusletmek, her muhtelim´e (büluğa ermiş kimseye) tıpkı cenâbet guslü gibi vacibtir.”[501]
ـ3796 ـ3ـ وعن البراء بن عازب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ # حَقّاً عَلى الْمُسْلِمِينَ أنْ يَغْتَسِلُوا يَوْمَ الجُمْعَةِ وَلْيَمَسَّ أحَدُهُمْ مِنْ طِيبِ أهلِهِ فَإنْ لَمْ يَجِدْ فَالْمَاءُ لَهُ طِيبٌ[. أخرجه الترمذي
3. (3796)- Bera İbnu Âzib radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Müslümanların cuma günü yıkanmaları, üzerlerine hak olmuştur. Her biri ailesinin kokusundan sürünsün. (Koku) bulamazsa, su onun sürünme maddesi olsun. Yani hem yıkansın hem koku sürünsün, koku yoksa, artık, su (yıkanma) ile yetinsin.”[502]
ـ3797 ـ4ـ وعن ابن السباق: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ فِي جُمْعَةٍ مِنَ الجُمَعِ: يَا مَعْشَرَ المُسْلِمِينَ! إنَّ هذَا يَوْمٌ جَعََلَهُ اللّهُ تَعالى عِيداً فَاغْتَسِلُوا. وَمَنْ كَانَ عِنْدَهُ طِيبٌ فََ يَضُرُّهُ أنْ يَمَسَّ مِنْهُ، وَعَلَيْكُمْ بِالسِّوَاكِ[. أخرجه مالك .
4. (3797)- Ubeydullâh İbnu´s-Sebbâk rahimehullah´tan gelen bir rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cumalardan birinde şöyle buyurmuştur: “Ey müslümanlar! Bu öyle bir gündür ki, Allah Teâlâ Hazretleri onu (sizlere) bayram kılmıştır, öyleyse yıkanın. Kimin yanında bir tîyb (sürünme maddesi) varsa ondan sürünmesinde bir zarar yoktur. Size misvakı da tavsiye ediyorum.”[503]
ـ3798 ـ5ـ وعن ابن عمر وأبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قا: ]بَيْنَا عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَخْطُبُ النَّاسَ يَوْمَ الجُمُعَةِ إذْ دَخَلَ عُثْمَانُ بْنُ عَفَّانَ فَنَادَاهُ عُمَرُ: أيَّةُ سَاعَةٍ هذِهِ؟ فقَالَ إنِّى شُغِلْتُ الْيَومَ فَلَمْ أنْقَلِبْ إلى أهْلِى حَتّى سَمِعْتُ التَّأذِينَ، فَلَمْ أزِدْ على أنْ تَوَضَّأتُ فقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: وَالْوُضُوءُ أيْضاً، وَقَدْ عَلِمْتَ أنَّ رَسُولَ اللّهِ # كَانَ يَأمُرُنَا بِالْغُسْلِ[. أخرجه الستة إ النسائي .
5. (3798)- İbnu Ömer ve Ebu Hüreyre radıyallahu anhümâ anlatıyorlar: “Cuma günü, Ömer İbnu´l-Hattab hutbe verirken, Osman İbnu Affan mescide girdi. Ömer radıyallahu anh minberden ona seslendi. “Vaktin farkında mısın, (niye cumaya geciktin )”
Hz. Osman:
“Bugün meşguliyetim vardı. Eve gelir gelmez ezanı işittim. Abdest almanın dışında bir oyalanmam da olmadı!” açıklamasında bulundu.
Hz. Ömer radıyallahu anh:
“Keza abdest(le yetinmen de bir eksiklik). Biliyorsun, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize yıkanmayı da emretmişti.”[504]
ـ3799 ـ6ـ وفي حديث أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]ألَمْ تَسْمَعْ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ إذَا جَاءَ أحَدُكُمُ الْجُمُعَةَ فَلْيَغْتَسِلْ[ .
6. (3799)- Ebu Hüreyre´nin bir hadisinde: “(Hz. Ömer, Hz. Osman´a:) “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: “Biriniz cumaya giderken yıkansın” dediğini duymadın mı ” demiştir.[505]
AÇIKLAMA:
1- Cuma günü müslümanın haftalık bayram ve tatil günüdür. O günün daha önce açıkladığımız[506] pekçok faziletleri vardır. Bunlardan biri cemaatle kılınan cuma namazı´dır. Bu namaz hutbeye bağlıdır. Münferid kılınamadığı için müslümanlar o vesile ile büyük cemaatler halinde bir araya gelirler. Bu toplanmada birbirlerini hiçbir surette rahatsız etmemelidirler. Resûlullah bu maksadla, en yeni, en temiz elbiselerin giyilmesini irşad buyurmuş, güzel koku sürülmesini tavsiye etmiş ve cuma guslü´nü emretmiştir. Bu irşadlara riayet edildiği takdirde, nezafet yönüyle cemaatten hâsıl olabilecek rahatsızlıklar asgariye düşecektir. İbnu Hacer der ki: “Cuma günü gusül ve nezafetin emredilişindeki hikmetin cemaati kötü kokularla rahatsız etmemek olduğu anlaşılınca, namaza kadar gün boyu kirlenmekten kokan kimselerin, guslü, namaza gitme anına kadar te´hir etmeleri uygun olur. Nitekim, İmam Mâlik gusülle camiye gitme arasına fasıla girmemesi şartını bu mülahaza ile koymuş olmalı. Böyle yapılınca gusül ile hâsıl olan temizlik bozulmadan camiye gitme garantilenmiş olur.” İbnu Abdilberr guslü namazdan sonra yapan kimsenin cuma guslü yapmış sayılmayacağı, bu gusülle hadisteki emrin yerine gelmiş olmayacağı hususunda Ulemanın icma ettiğini söyler. Keydedilen hadislerde görüldüğü ve müteakip bir kısım hadislerde de görüleceği üzere Aleyhissalâtu vesselâm efendimiz cuma günü yıkanma işine ayrı bir ehemmiyet atfetmiştir. Buna göre, her insan haftada en az bir sefer yıkanmalıdır, bunu da cuma gününe rastlatmalıdır (3806). Bazı hadislerde bu guslün, cenabetten temizlenme guslü gibi olması şeklinde ifade edilmiş, bazı âlimler, buna dayanarak, o gün temasta bulunmanın müstehab olacağını belirtmiştir. Bu irşad-ı nebevî, bir bakıma, cuma günü yıkanmayı garantilemeye yönelik bir tedbir olarak değerlendirilebilir.
2- Cuma guslünün, ehemmiyetini duyurma, fiiliyatını garantileme hususunda Resûlullah´ın yer verdiği bir başka tedbir, guslün hükmüyle ilgilidir. Yukarıda kaydedilen ilk iki hadiste görüldüğü üzere, birçok hadislerde vacib kelimesiyle ifade edilmiştir. Vacib, dinî bakımdan, yapılmadığı takdirde günahı gerektiren kesin bir emri ifade eder, tıpkı farz gibi… Nitekim 3798 numaralı hadiste, Hz. Ömer´in Hz. Osman gibi Ashab´ın önde gelen bir büyüğüne bu sebeple nasıl çıkıştığını gördük. Keza 3800 numaralı hadiste, Sahabe´nin cuma guslü farz mı değil mi münakaşasını yaptığını göreceğiz. Bir kısım fakihlerin farz ma´nâsında vacib olduğuna hükmetmiş olması da cuma guslü´nün ehemmiyetini göstermeye yeterlidir. Ancak şunu belirtelim ki, ekseri Ulema cuma guslü´ne “müstehab” demiştir. Bunlar hadislerde gelen emir sigasını nedb´e, vücub sigasını te´kid´e hamlederek tevilde bulunurlar. Resûlullah´ın bu husustaki beyanları ve ısrarları çok da olsa, sadece nassların zahirini esas alan Zâhirîler ile Ahmed İbnu Hanbel gibi bazıları bu gusle farz derken, diğer imamlar sünnet-i müekkede demiştir.
3- Ülemâ cuma guslünün cuma namazına katılanlar hakkında teşrî edildiğini belirttikten sonra kadın ve çocuğa da gerekip gerekmediğini münakaşa etmiştir. İbnu Hacer, kadın ve çocuğa cuma farz değil ise de, cumanın faziletinden istifade maksadıyla cuma namazına katılacak olanların kim olursa olsun, cumanın diğer âdâbları meyanında cuma guslü´ne de riayet etmeleri gereğini kaydeder. Namaza sadece tesadüfen katılmış bulunanlardan bu gereğin düşeceğini belirtir. Ancak -İbnu Hacer´e göre zayıf addedilse de- bir kısım Ulema cuma guslü´nün namaza değil, güne tabi olduğu kanaatindedir. Bunlara göre, o güne eren herkes gusletmelidir, namaza gitse de gitmese de, cuma namazı kendine farz olsa da olmasa da.
4- Yukarıda 3798 numarada kaydedilen rivayette, cuma hutbesi okuduğu sırada mescide giren Hz. Osman´a, Hz. Ömer´in “Niçin geciktin ” ma´nâsındaki hitabı basit bir sual olmayıp, bu davranışı reddetme, bu davranıştan dolayı Hz. Osman´ı tevbih etme, sigaya çekme ma´nâsında ciddi bir tavır almadır. Halife sıfatıyla Hz. Ömer´in izhar ettiği bu hal, cuma meselesinin şeriatteki ehemmiyetini anlama noktasında üzerinde durulması gereken bir husustur. Unutmayalım ki Hz. Osman, ashab arasında sıradan biri değil, ileri gelenlerden, itibarlı biridir. Farklı rivayetlerde gelen ziyadeler meseleyi daha vâzıh hale getirmektedir. Bir rivayette Halife-i zîşan: “Namaza niye vaktinde gelmiyorsunuz ” diye sormuştur. Bir diğer rivayette: “Şu erkeklere ne oluyor ki namaza ezandan sonra geliyorlar ” demiştir.
Muhtemelen Hz. Ömer, bunların hepsini söylemiştir, ancak râviler, hatırlayabildiklerini rivayet etmişlerdir. Bir rivayette Hz. Osman´ın cevabı şöyledir: “Çarşıdan dönmüştüm ki ezanı işittim…” Sadedinde olduğumuz rivayetteki: “Abdest alma dışıda bir oyalanmam olmadı” açıklaması Hz. Osman´ın, evde oyalanmayıp, abdesti alıp mescide hemen geldiğini ve hutbenin bidayetlerinde içeri girdiğini gösterir. Ancak Hz. Ömer buna rağmen sigaya çekmiştir.
Şunu da belirtelim ki: Hz. Ömer, Hz. Osman´ın cevabında ikinci bir hata daha tesbit etmiştir: Cumaya gelirken abdestle yetinmesi. Yani gerekli olan cuma guslünü terketmiş olması. Hz. Ömer, keza “abdest!” sözüyle: “Gecikmekte mazursun ama ya guslü terketmen Sen sadece erken gelme faziletini kaybetmekle kalmadın, guslü de terkedip abdestle yetindin. Burada da kayba uğradın” demek istemiştir.[507] Rivayetler Hz. Osman´ın cevap verdiğini belirtmez. Belki de sükut ederek vakit hususundaki gafletini beyan etmekle bu ikinci sual de aynı şekilde özür beyan etmiş olduğuna hükmetmiştir. Zira guslün terki de vakti bilememe hususundaki gafletin bir neticesi olmuştur. Önceki cevabında ezanı işitince gusül yaparak hutbeye yetişme şıkkından ikincisini tercih etmiş olduğunun beyanı da mevcuttur. Esasen hadislerde hem hutbeye yetişme ve hem de gusletme her ikisine de teşvik edilmiştir. Hz. Osman bunlardan hutbeye yetişmeyi tercih etmiş olmaktadır.
5- İbnu Ömer hadisinden (3798) çıkarılan faydalar´dan bazıları:
* Hutbe okurken minberde ayakta durulur.
* İmam, raiyyetinin durumuyla ilgilenir, onlara faydalı olan şekli hatırlatır, emreder. Faziletli hususu ihlal edenlere müdahale eder.
* Hutbe esnasında emr-i bi´lma´ruf ve nehy-i ani´lmünkerde bulunmak hutbe edebine aykırı değildir, hutbeyi ifsad etmez.
* Hutbe sırasında hatibin müdahalesine muhatap olan kişi, hatibe cevap verebilir.
* Yetkiliye, özür beyan edilir.
* Cuma günü, ezandan önce meşguliyet mubahtır, hatta “namaza erken gelme”, “cuma guslü yapma” gibi faziletleri terke müncer olsa bile. Çünkü Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu vak´adan sonra cuma günleri çarşının kapanmasını emretmemiştir. Hatta İmam Mâlik bu rivayete dayanarak cuma günü, ezandan önce çarşının kapatılmayacağı hükmünü vermiştir. Çünkü demiştir, “Hz. Ömer zamanında açıktı, ve Hz. Osman gibi birisi çarşıya gitmiştir.”
* Faziletli insanlar da çarşıya gidebilir, ticaret yapabilir.
* Cumaya erken gitme fazileti ezandan önceki gelmede hâsıl olur.[508]
ـ3800 ـ7ـ وعن عكرمة قال: ]جَاءَ نَاسٌ مِنْ أهْلِ الْعِرَاقِ إلى ابنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فَقَالُوا: أتَرَى الْغُسْلَ يَوْمَ الجُمُعَةِ وَاجِباً؟ قالَ: وَلكِنَّهُ أطْهَرُ وَخَيْرٌ لِمَنِ اغْتَسَلَ، وَمَنْ لَمْ يَغْتَسِلْ فَلَيْسَ عَلَيْهِ بِوَاجِبٍ، وَسَأُخْبِرُكُمْ كَيْفَ بَدَأ الْغُسْلُ؟ كَانَ الْنَّاسُ مَجْهُودِينَ يَلْبَسُونَ الصُّوفَ وَيعْمَلُونَ عَلى ظُهُورِهِمْ، وَكَانَ مَسْجِدُهُمْ ضَيِّقاً مُقَارِبَ السَّقْفِ، إنَّمَا هُوَ عَرِيشٌ فَخَرَجَ رسولُ اللّهِ # فِى يَوْمٍ حَارٍّ وَعَرِقَ النَّاسُ في ذلِكَ الصُّوفِ حَتّى ثَارَتْ مِنْهُمْ رِيَاحٌ آذَى بِذلِكَ بَعْضُهُمْ بَعْضاً، فَلَمّا وَجَدَ رَسُولُ اللّهِ # تِلْكَ الرِّيحَ قالَ: أيُّهَا النَّاسُ، إذَا كَانَ هذَا الْيَوْمُ فَاغْتَسِلُوا، وَلْيَمَسَّ أحَدُكُمْ أفْضَلَ مَا يَجِدُ مِنْ دُهْنِهِ وَطِيبِهِ. قَالَ ابن عباس: ثُمَّ جَاءَ اللّهُ تَعالى بِالْخَيْرِ وَلَبِسُوا غَيْرَ الصُوفِ وَكُفُوا الْعَمَلَ وَوُسِّعَ مَسْجِدُهُمْ، وَذَهَبَ بَعْضُ الَّذِى كَانَ يُؤذِى بَعْضُهُمْ بَعْضاً مِنَ الْعَرَقِ[. أخرجه الشيخان وأبو داود، وهذا لفظه .
7. (3800)- İkrime rahimehullah anlatıyor: “Iraklılardan bir grup kimse İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´a gelerek: “Cuma günü gusletmek vacib midir ne dersin ” diye sordu. İbnu Abbâs şu açıklamayı yaptı: ” [Farz değil], ancak temizliğe çok uygundur ve gusleden için pek hayırlıdır. Yıkanmayan üzerine de vacib değildir. Ben size guslün nasıl başladığını anlatayım: “İnsanlar meşakkatli işler yapıyorlar ve yünlü elbiseler giyiyorlardı. Çalışmaları çoğunlukla sırtlarında yük taşımak şeklinde oluyordu. Mescidleri dardı ve tavan alçaktı, yani arîş (denen üzeri hurma dallarıyla örtülmüş çardak) şeklindeydi. Sıcak bir günde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (minbere) çıktı. Cemaat yün elbiselerin içinde terlemişti. (Terleri sebebiyle) onlardan çıkan kokular ortalığı sardı ve herkesi rahatsız etti. Koku Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a da uzanınca “Ey insanlar, bugün yıkanın. Ayrıca herkes, bulabildiği en güzel kokuyu sürünsün!” buyurdular.”
İbnu Abbas açıklamasına devam etti: “Bilahare Cenab-ı Hakk´ın lütfu yetişti (bolluk arttı), herkes yünlüden başka elbiseler giydiler, çalışmaları hafifledi, mescidleri genişletildi. Birbirlerini rahatsız eden terlerin bir kısmı ortadan kalktı.”[509]
ـ3801 ـ8ـ وَلَفْظُ الشيخين عن طاوس قال: ]قلت بن عباس: ذكَرُوا أنَّ النبىَّ # قال: اغتَسِلُوا يَوْمَ الجُمُعَةِ وَاغْسِلُوا رُؤُسَكُمْ وَإنْ لَمْ تَكُونُوا جُنُباً، وَأصِيبُوا مِنَ الطِّيبِ. قال ابن عباس: أمَّا الغُسْلُ فَنَعَمْ. وَأمَّا الطِّيبُ فََ ادْرِى[ .
8. (3801)- Sahîheyn´in Tâvus´tan kaydettikleri rivayette, Tâvus der ki: İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ´ya sordum: “Halk, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: “Cuma günü yıkanın, başlarınızı da yıkayın, cünüb olmasanız dahi!. Ayrıca koku da sürünün!” buyurduğunu söylüyorlar, (ne dersiniz, doğru mudur )”
İbnu Abbâs şu cevabı verdi: “Guslü emretmesi doğrudur. Kokuya gelince, o hususta bir şey bilmiyorum!”[510]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Sahîheyn´den kaydedilen vechinde yer alan “cünüb olmasanız dahi cuma günü yıkanın!” emri şöyle açıklanmıştır: “Cuma günü, cünübseniz yıkanın, cünüb değilseniz cuma için yıkanın.”
2- Bu hadisten bazı âlimler şu hükmü çıkarmıştır: “Cuma günü cenâbet´ten yıkanmak, cuma guslü´nün de yerine geçer, cuma güslü´ne niyet etmiş olsa da olmasa da.” Bunu şu sebeple kaydediyoruz: Bazı âlimler başka rivayetlerden hareketle, cenâbet´ten temizlenmek için yapılan guslün cuma guslü sayılmayacağı, cuma için müstakil bir gusül gerektiği hükmünü çıkarmıştır.
Bu mesele münakaşalı ise de, Ulema umumiyetle şu hususta müttefiktir: “Fecir doğmazdan önce yapılan gusül cuma guslü sayılmaz.”
3- “Cuma günü yıkanın” emrini, “başlarınızı da yıkayın” emrinin takip etmesinin mübalağa ve te´kid için olacağı ifade edilmiştir. Yani “Vücudunuzu tam olarak yıkayın, başa su döküp geçmek kafi değil, şayet örgülü ise saçlarınızı da açarak yıkamayı tam yapın, cuma guslü için de böylesi bir gusül muteberdir” denmek istenmiştir.
4- Cuma guslü´nün emredilişi ile alakalı olarak İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ´nın yaptığı açıklama cuma guslü´nün mahiyet ve gayesini anlamada manidardır. Bir kısım âlimler, buna dayanarak cuma guslü´nün vacib olmamaktan öte, koku sürünerek, ter vs. kokusunu bastırmanın da bu guslün yerine geçebileceğini söylemiştir. Ancak bu çeşit aşırı iddialar reddedilmiştir.
Bir kısım hadisler, yıkanmayı emretmekle kalmamış, koku sürünmeyi de emretmiştir. Öyleyse birinin, diğerinin de yerini tutması makul olamaz. Dinde esas olan, maslahatı sebebin yerine ikâme etmek değil, o işin asıl sebebi olan emr´i yerine getirmektir. Öyleyse Resûlullah´tan vârid olan emir, cuma günü gusletmektir, bunu bu niyetle yapan, sünnete uyarak ibadet yapmış olma ecrini alacaktır. “Ben zaten nazifim” düşüncesiyle koku sürünmekle iktifa eden kimse, bu ibadeti terketmiş ve faziletinden mahrum kalmış olur. Sırat-ı müstakim münferid fetvalarda değil, cumhurun fetvalarındadır.
5- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ´nın cuma günü koku da sürünme hususuyla ilgili soruya “Bilmiyorum!” diye cevap vermesi, ne kadar büyük de olsa Ashabtan bazılarının sünnette gelen her meseleyi bilmediğini, bilmeyince de hiç çekinmeden “Bilmiyorum!” dediğini, böyle bilmemelerin onların yüceliğine nâkisa olmadığını gösterir.[511]
ـ3802 ـ9ـ وعن سمرة بن جندب رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # قَالَ: مَنْ تَوَضَّأَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ فَبِهَا وَنِعْمَتْ، وَمَنِ اغْتَسَلَ يَوْمُ الجُمُعَةِ فَالْغُسْلُ أفْضَلُ[. أخرجه أصحاب السنن .
قوله »فبها ونِعمتْ« أى فبهذه الخصلة، يعنى الوضوء ينال الفضل.وقيل فبالسنة أخذ ونعمت السنة هذه .
9. (3802)- Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Cuma günü kim abdest alırsa bununla (o, sünneti yerine getirmiş, fazilete ermiş) olur ve (sünneti yapmış olma) nimetine erer. Ama cuma günü kim de guslederse (bilsin ki) gusül daha faziletlidir.”[512]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, cuma guslünün vacib olmadığını, abdest almanın da onun yerine geçebileceğini ifade eden hadislerden biridir. Bazı âlimler فَبِهَا deki zamiri Sünnet olarak te´vil edip فَبِهَا ifadesini “Sünneti işlemiş olur” diye açıklığa kavuşturmuştur. İbnu´l-Esir, aynı ifadeyi “Abdestle fazilete erer” diye yorumlamıştır. Zamirin müennes olması göz önüne alınarak sünnet, haslet, fiil (amel) gibi ma´nâlara da te´vil edilmiştir.
Hadisin son cümlesi olan “Cuma günü kim de guslederse (bilsin ki) gusül daha faziletlidir” ifadesini değerlendiren Hattâbî: “Burada çok açık olarak abdestin cuma için kifayet edeceği beyan edilmiştir” der ve devamla: “Yine açıktır ki cuma guslü bir fazilettir, farîza değil” diye hükmeder. Tirmizî de aynı görüştedir.”
Bu hadis, cuma guslü´nün kişiye vacib olmaksızın fazilet taşıdığına delâlet eder” buyurur.
Bu rivayet birçok tarikten gelmiştir.[513]
ـ3803 ـ10ـ وعن يحيى بن سعيد: ]أنّه بلغه رسولَ اللّهِ # قال: مَا على أحدِكُمْ لَوْ اتَّخَذَ ثَوْبَيْنِ لِجُمُعَتِهِ سِوَى ثَوْبَىْ مِهْنَتِهِ[. أخرجه مالك.»المَهنةُ«: بفتح الميم وسكون الهاءِ: العمل والخدمة، وروى بكسر الميم.
10. (3803)- Yahya İbnu Saîd rahimehullah anlatıyor: “Bana ulaştığına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Sizler, günlük iş takımınızdan hariç bir de cuma takımınız olsa ne kaybedersiniz “[514]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste iki parçalı elbise ma´nâsına sevbeyn tabiri geçmektedir. Günümüzde altlı üstlü takım dediğimiz elbiseyi ifade eder. Bu kamis ve rida´ veya cübbe ve rida´dan ibarettir.
2- Görüldüğü üzere, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), müslümanın haftalık bayramı olan cuma günlerinde giymek üzere husûsî bir elbise tavsiye etmektedir. Cuma ile ilgili olarak sadece yıkanmak, koku sürünmek, dişleri misvaklamak gibi bazı işler üzerinde durulmamış, bir de hususî takım tavsiye edilmiştir. Ulemanın da belirttiği gibi, bu tavsiye bir vecibe değil, imkanı olanlara bir irşaddır, istihbab ve tahsindir. Bu tavsiye sadece cumalara değil, bayramlara da şâmildir. Rivayetler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın cuma ve bayramlarda en güzel elbiselerini giydiğini, sarık sarıp koku süründüğünü belirtir.[515]
ـ3804 ـ11ـ وعن نافع أن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]كَانَ َ يَرُوحُ إلى الجُمُعَةِ إَّ اَدْهَنَ وَتَطَيَّبَ إَّ أنْ يَكُونَ حَرَاماً[ .
11. (3804)- Nâfi´ rahimehullah der ki: “İbnu Ömer radıyallahu anhüma ihramlı olmadıkça yağlanıp kokulanmadan cumaya gitmezdi”[516]
AÇIKLAMA:
Önceki hadiste, Resûlullah´ın tavsiye buyurduğu hususun Ashab tarafından tatbik edildiğine İbnu Ömer´den bir örnek görmekteyiz. Yağlanma ve kokulanmayı beraberce yapması, bu davranışının cuma günü tezeyyün gayesini güttüğünü ifade eder. Selman-ı Farisî radıyallahu anh der ki: “Kişi, cuma günü yıkanır ve elinden geldiğince paklanır, yağından yağ, evindeki kokudan koku sürünür çıkıp gider, iki kişinin arasını açmaksızın farz olan namazını kılar, imam konuşunca sessizce dinlerse bu cuma ile diğer cuma arasındaki (küçük) günahları mutlaka affedilir.”[517]
ـ3805 ـ12ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ كَانَ يَغْتَسِلُ يَوْمَ الفِطْرِ قَبْلَ أنْ يَغْدُوَ إلى المُصَلّى[ .
12. (3805)- İbnu Ömer radıyallahu anhümâ´nın, Fıtır bayramında, musallaya gitmezden önce yıkandığı rivayet edilmiştir.[518]
ـ3806 ـ13ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: عَلى كُلِّ رَجُل مُسْلِمٍ فِي كُلِّ سَبْعَةِ أيَّامٍ غُسْلُ يَوْمٍ؛ وَهُوَ يَوْم الجُمُعَةِ[. أخرجَ الثثة مالك .
13. (3806)- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Her müslüman yedi günde bir kere yıkanmalıdır, bu gün de cuma günü olmalıdır.”[519]
DÖRDÜNCÜ FASIL
ÖLÜNÜN YIKANMASI VE ÖLÜ YIKAYANIN YIKANMASI
ـ3807 ـ1ـ عن أم عطية ا‘نصارية رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]دَخَلَ عَلَيْنَا رسولُ اللّهِ # حِينَ تُوُفِّيَتِ ابْنَتُهُ فقَالَ: اغْسِلْهَا ثَثاً، أوْ خَمْساً، أوْ اَكْثَرَ مِنْ ذلِكَ، إنْ رَأيْتُنَّ ذلِكَ، بِمَاءٍ وَسِدْرٍ. وَاجْعَلْنَ فِي اŒخِرَةِ كَافُوراً. فَإذَا فَرَغْتُنَّ فَأذِنَّنِى. فَلَمَّا فَرَغْنَا آذَنَّاهُ فَأعْطَانَا حَقْوَهُ. فقَالَ: أشْعِرْنَهَا إيَّاهُ: يَعْنِى إزَارَهُ[.وزعم ابن سيرين. أن ا‘سيرين. أن ا‘شعار، ألفقنها فيه. وكذلك كان ابن سيرين يأمر المرأة أن تُشْعَرَ وََ تُؤَزَّرُ .
1. (3807)- Ümmü Atiyye el-Ensâriye radıyallahu anhâ anlatıyor. “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kızı (Zeyneb radıyallahu anhâ) vefat ettiği zaman yanımıza girdi ve: “Onu sidreli su ile üç veya beş veya -gerek görürseniz- daha fazla yıkayın. Sonuncu yıkamaya kâfûr koyun. Yıkama işini bitirdiğiniz mi bana haber verin!” buyurdu. İşimiz bitince Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm´ı çağırdık. Bize kendi izarını verdi ve: “Ona, önce bunu sarın!” dedi.”[520]
ـ3808 ـ2ـ وفي أخرى: ]اغْسَلْنَهَا وِتْراً ثَثاً، أوْ خَمْساً، أوْ سَبْعاً، أوْ أكْثَرَ مِنْ ذلِكَ وَبْدَأْنَ بِمَيَامِنِهَا وَمَواضِعِ الْوُضُوءِ مِنْهَا. وَفِيهَا قَالَتْ أُمُّ عَطِيَّةَ: إنَّهُنَّ جَعَلْنَ رَأسَ بِنْتِ النَّبىِّ # ثَثَةَ قُرُونٍ، نَقَضْنَهُ ثُمَّ غَسَلْنَهُ ثُمَّ جَعَلْنَهُ ثََثَةَ قُرُونِ. قال سُفْيَانُ: نَاصِيتَهَا وَقَرْنَيْهَا[.
2. (3808)- Bir diğer rivayette: “Onu üç, beş, yedi ve daha fazla olmak üzere tek olarak yıkayın. Sağ tarafından ve abdest uzuvlarından yıkamaya başlayın” buyurdu” demiştir. Aynı rivayette Ümmü Atiyye radıyallahu anhâ: “Yıkayan kadınlar, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kızının başına üç örgü yaptılar. (Şöyle ki): Önce saçının örgülerini bozdular sonra yıkadılar, en sonda tekrar üç örgü yaptılar.”
Süfyan der ki: “Örgünün ikisi yanda biri alnında idi.”[521]
ـ3809 ـ3ـ وفي أخرى: ]فَضَفَرْنَا شَعْرَهَا ثَثَةَ قُرُونٍ وَألْقَيْنَاهَا خَلْفَهَا[. أخرجه الستة وهذا لفظ الشيخين .
3. (3809)- Bir diğer rivayette: “Biz saçına üç örgü yaptık ve örgüleri arkasına koyduk” denmiştir.[522]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayetlerde zikri geçen kimsenin ismi müphem olarak gelmiştir, “Resûlullah´ın bir kızı” şeklinde. Ancak bazı rivayetlerde Ebu´l-Âs İbnu´r-Rebî´ radıyallahu anh´ın hanımı olan Zeyneb radıyallahu anhâ olarak tasrîh edilmiş ise de bazı rivayetlerde Hz. Osman radıyallahu anh´ın zevcesi olan Ümmü Külsüm radıyallahu anhâ olduğu belirtilmiştir. Ancak Müslim´in rivayetinde Zeyneb´in ismi geçer, bunun Zeyneb olması daha çok kabul görmüştür. İbnu Hacer: “…Ümmü Atiyye radıyallahu anhâ her ikisinin cenazesinde hazır bulunmuş olabilir” diyerek rivayetleri cem etmenin mümkün olduğunu söyler. Bu te´lifi makul kılan bir husus şudur: İbnu Abdilberr, bu hadislerin yegane râvisi durumundaki Ümmü Atiyye´nin cenazeleri yıkamayı meslek edinmiş birisi olduğunda cezmeder. Öyleyse her ikisinin de cenazesinde meslek icabı bulunmuş olmaktadır.
2- Cenazenin en az üç kere yıkanacağı, tek kılmak şartıyla beş, yedi şeklinde -duyulan ihtiyaca göre- daha fazla sayıda da yıkanabileceği belirtilmiştir.
3- Cenazeyi yıkamada su tek başına kafi geldiği halde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sidre ile yıkanmasını, sonuncu defa da suya kâfûr konmasını emretmiştir.
Sidre (cem´i sidr gelir), bir ağaç olup, kurutulup dövülen yaprakları yıkanmalarda sabun gibi temizlik maddesi olarak kullanılır.
Kâfûr: Hindistan´da yetişen bir ağacın zamkından yapılan beyaz renkli, kokulu bir maddedir. Cenazenin sonuncu defa bununla yıkanması, kokusu sebebiyledir.
Kadı İyaz, sidrenin kullanılmasının, cenazedeki bazı pisliklerin giderilmesi için birinci yıkamada kifayet edeceğini, müteakip yıkamalarda sidre kullanılmasına gerek olmadığını kaydeder. Sidrenin ayrıca, cenazenin bozulmasını geciktirme, şayet varsa bazı haşereleri izale etme gibi başka faydalarına da dikkat çeker. İbnu´l-Hümam der ki: “Hadis cenazeyi yıkarken temizlikte değil nezafette mübalağa etmenin matlub olduğunu ifade eder.” Ona göre sadece su, tek başına temizlik için yeterlidir. Suyun ısıtılması, sidre ve kâfûr´un kullanılması gibi hususlar daha ziyade şer´an matlub olan nezafet ve nezâhetin artırılmasına yöneliktir.
Bazı âlimler, cesedin önce saf su ile yıkanıp kaba pisliklerinin giderilmesinin, sonra sidreli su ile yıkanıp temizliğin tamamlanmasının, en sonunda da kâfûrlu su ile yıkayıp kokulanmasının uygun olacağını söylemiştir. El-Hidâye´ye göre evla olanı ilk iki yıkamayı su ve sidre ile yapmaktır.
Şunu da belirtelim ki, bazı âlimler, hadisten her yıkamada sidreli su kullanma gereğini anlamıştır.
4- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendi izarını teberrüken veriyor ve bunun Hz. Zeyneb´in cesedine ilk sarılan şey olmasını söylüyor. Gerçi hadiste “bunu ona şiâr yapın” denmektedir. Şi´ar, Arapçada bedene ilk giyilen şey ma´nâsına gelir. Dilimizde “iç gömlek” tabiriyle karşılayabiliriz. Hadisteki: “Ona şiâr yapın” ifadesini, “Ona önce bunu sarın” diye çevirdik. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kendi izarını kefenin altına şiâr kılınmak üzere vermesi, kızı Zeyneb´e bereket ulaşması gayesine matuf olmalıdır.
5- Hadiste Hz. Zeyneb radıyallahu anhâ´nın saçının üç örgü halinde tanzim edilip arka tarafına salındığı belirtilmektedir. Kurtubî, bu ameliyenin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın emriyle mi, yoksa Ümmü Atiyye´nin şahsen istihsan ederek mi yaptığının rivayetlerde tasrih edilmediğini, iki halin de muhtemel olduğunu söyler. Netice olarak Ulema, bu hususta ihtilaf etmiştir. Bazıları kadının saçlarının örülmesine karşı çıkmış, diğer bazıları da sadedinde olduğumuz hadisi esas alarak örülmesi gereğine hükmetmiştir. Evzâî ve Hanefîlere göre kadının saçının bir miktarı yüzüne, bir miktarı da arkaya salınır. Nevevî, Ümmü Atiyye´nin muamelesine Resûlullah´ın muttali bulunmuş ve takrir etmiş olması gereğine hükmeder. İbnu Hacer ise Saîd İbnu Mansur´un bir rivayetini kaydederek, meselenin Resûlullah´ın emrine dayandığını belirtir:
“Onu üç kere yıkayın, saçını da örgüler halinde tanzim edin.”[523]
ـ3810 ـ4ـ وعن أم قيس بنت محصن رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]تَوَفَّى ابْنِى فَجَزِعْتُ عَلَيْهِ فَقُلْتُ لِلَّذِى يُغَسِّلُهُ: َ تُغسِّلِ ابْنِى بِالْمَاءِ الْبَارِدِ فَيَقْتُلُهُ، فَانْطَلَقَ عُكَّاشَةُ ابنُ مِحْصَنِ إلى رَسُولِ اللّهِ # فَأخْبَرَهُ بِقَوْلِهَا. فَتَبَسَّمَ ثُمَّ قالَ: مَا قَالَتْ، طَالَ عُمْرُهَا؟ فََ نَعْلَمُ امْرَأةً عَمَّرَتْ مَا عَمَّرَتْ[. أخرجه النسائي .
4. (3810)- Ümmü Kays Bintu Mihsan radıyallahu anhâ anlatıyor: “Oğlum ölmüştü. Bu sebeble çok üzüldüm. Onu yıkayan kimseye: “Oğlumu soğuk su ile yıkama, oğlumu öldüreceksin!” dedim. Bunun üzerine Ukkâşe İbnu Mihsan radıyallahu anh hemen Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm´a gidip benim söylediklerimi haber verdi. Resûlullah tebessüm buyurup: “Böyle mi söylüyor! Onun ömrü uzadı.” Biz, onun gibi uzun yaşayan bir başka kadın bilmiyoruz” dedi.”[524]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayetin son kısmını, İbnu Hacer, el-İsâbe´de biraz farkla kaydeder. Buna göre “Biz, onun gibi uzun yaşayan bir başka kadın bilmiyoruz” cümlesi Hz. Peygamber´in sözü değildir, râvinin sözüdür. Halbuki yukarıdaki rivayette bu cümle, sanki Hz. Peygamber´in “Böyle mi söylüyor, onun ömrü uzadı” ifadesinin devamıdır ve hepsi Hz. Peygamber´in sözüdür. Ama, İsâbe´de araya konan Kale (dedi ki) kelimesi ile, sözün devamı râviye ait olmakta, böylece hadis hem daha net bir ma´nâ kazanmakta, hem de Sindî´nin dediği gibi Resûlullah´ın bir mucizesi ortaya çıkmaktadır.
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ukkâşe´ye dediği “Böyle mi söylüyor… ” ifadesi taaccüp ifade eden bir istifhamdır. Dolayısiyle soğuk su ile cenaze yıkanmasını yadırgamamış, normal karşılamış olmaktadır. Ulema bunu cevaza hamletmiştir.[525]
ـ3811 ـ5ـ وعن أبي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: مَنْ غَسَّلَ المَيِّتَ فَلْيَغْتَسِلْ[. أخرجه أبو داود والترمذي.وزاد: ]وَمَنْ حَمَلَهُ فَلْيَتَوَضَّأ[ .
5. (3811)- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Kim ölü yıkarsa, yıkansın” buyurdular.” Ebu Dâvud´un rivayetinde: “Kim de cenaze taşırsa abdestlensin” ziyadesi mevcuttur.[526]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, cenaze yıkayan kimseye gusletmeyi, taşıyana da abdest almayı emretmektedir. Hadis, muhtelif tariklerden de gelmiştir. Âlimler, hadisin sıhhatini mazbut bulmadıkları için hükmüyle amel hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Hadisle ilgili olarak Tirmizî şu açıklamayı yapar: “Hadis hasendir. Ebu Hüreyre radıyallahu anh´tan mevkuf (kendi sözü) olarak da rivayet edilmiştir. Ölüyü yıkayan kimse hakkında Ulema ihtilaf etmiştir. Ashab ve daha sonra gelenlerden bir kısım ilim ehli: “Ölü yıkayana gusletmesi gerekir” demiştir, bazıları da, “Abdest gerekir” demiştir. İmam Mâlik: “Ölü yıkayanın gusletmesini müstehab addederim, bunu vacib görmüyorum” demiştir. Şâfiî´nin hükmü de böyledir. Ahmed İbnu Hanbel: “Kim ölü yıkarsa ona gusletmesinin vacib olmayacağını ümid ediyorum. Abdeste gelince, hakkında söylenebilecek şeyin en azıdır.” İshak İbnu Râhûye: “Abdest gereklidir” derken, Abdullah İbnu Mübarek de: “Ölü yıkamaktan dolayı ne gusül, ne de abdest vardır” demiştir.”
Bu görüşte olanlar, Beyhakî´nin İbnu Abbâs tarikinden kaydettiği bir rivayete daha dayanırlar. Orada Resûlullah: “Ölülerinizi yıkama sebebiyle size gusletmek gerekmez. Ölüleriniz, tâhir olarak ölür, necis değillerdir. Ellerinizi yıkamak size kâfidir” buyurmaktadır. İbnu Hacer, bu rivayetle Ebu Hüreyre rivayetinin arasını şöyle te´lif eder: “Ebu Hüreyre hadisindeki emir vücub değil nedb ifade eder, veya gusül ile, İbnu Abbas hadisinde tasrih edildiği üzere ellerin yıkanması kastedilmiştir.”
3815 numarada kaydedilecek bir Muvatta rivayetine göre, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh vefat edince, hanımı Esma Bintu Umeys onu yıkar ve işi bitince etrafındaki muhacirlere sorar: “Bugün çok soğuk bir gün, ben oruçluyum da. Bana gusletmem gerekir mi ” Orada bulunanlar: “Hayır!” derler.
Şu halde, bu şekilde cenaze yıkayan kimseye gusül emrinin vücub değil, istihbab ifade ettiğine delâlet eden rivayetler mevcuttur. Öte yandan Abdullah İbnu Mübarek gibi, bazı büyükler de bunun müstehab bile olmayacağına kâil olmuşlardır.
Sadedinde olduğumuz hadisin mensuh olduğunu söyleyenler de çıkmıştır. Bazı âlimler nesh iddiasını reddederler. “Zanla nesh sübut bulmaz” derler ve hadisin ihticaca elverişli sıhhatte olmadığını söylerler.
Bu mevzuyu İbnu Ömer´den kaydedilen bir rivayet de aydınlatır: “Biz ölüyü yıkardık. (İşi bitince) bazılarımız yıkanırdı, bazılarımız yıkanmazdı.”
Hattâbî der ki: “Ölü yıkamaktan gusül yapmanın veya taşımaktan dolayı da abdest almanın vacib olduğuna hükmeden tek fakih bilmiyorum. Bu meseledeki emir, istihbab için beyan edilmişe benziyor. Şu da mümkündür: Yıkayan kimseye yıkantı suyundan sıçramalar olmuştur, ölünün bedeninde yeri bilinmeyen bazı necaset bulaşığı vardır, böylece yıkayan kimseye pis su isabet eder, bu sebeple tam olarak arınmak için tepeden tırnağa bir gusülde bulunmak muvafık olur.”
Hattâbî, taşıyanın abdest almasıyla ilgili emrin de şöyle bir açıklamaya dahi tabi tutulduğunu kaydeder: “Taşıyan abdestli olmalıdır, ta ki cenaze namazına katılabilsin.”[527]
ـ3812 ـ6ـ وعن ناجية بن كعب: ]أنَّ عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: لَمَّا مَاتَ أبُو طَالِبٍ أتَيْتُ رَسُولَ اللّهِ # فَقُلْتُ: إنَّ عَمَّكَ الشَّيْخَ الضَّالَّ قَدْ مَاتَ فقَالَ: اذْهَبْ فَوَارِ أبَاكَ، ثُمَّ َ تُحْدِثَنَّ شَيْئاً حَتّى تَأتِيَنِى فَوَارَيْتُهُ فَأتَيْتُهُ فَأمَرَنِى فَاغْتَسَلْتُ فَدَعَا لِى[. أخرجه أبو داود والنسائي.»المُواراةُ«: الستر، وأراد به الدفن.
6. (3812)- Nâciye İbnu Ka´b anlatıyor: “Hz. Ali radıyallahu anh dedi ki: “Ebu Tâlib ölünce Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelip: “Dalâlette olan ihtiyar amcan öldü” dedim. Bana: “Git babanı göm! Sonra, bana gelinceye kadar hiçbir şey yapma!” buyurdular. Ben de gidip gömdüm ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelip haber verdim. Bunun üzerine bana yıkanmamı emir buyurdular ve yıkandım… Sonra bana dua ediverdi [ancak duayı ezberleyemedim].”[528]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, Hz. Ali radıyallahu anh´ın babası ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın da amcası olan Ebu Tâlib´in defniyle ilgilidir. Rivayet müşrik olarak öldüğünü tasrih eder ve yıkanmaksızın ve üzerine namaz kılınmaksızın defnedildiğini belirtir.
2- Rivâyet, Resûlullah´ın Hz. Ali´ye, definden sonra yıkanmayı emrettiğini ifade etmektedir. “Yıkanma işinin kâfir cenazesinin defniyle alakalı bir emir olabileceği ihtimaline temas edilmiştir.” Değilse, önceki hadiste belirttiğimiz üzere müslüman cenazeye yapılan muamelelerden herhangi birisi sebebiyle kesin bir yıkanma emri vârid olmamıştır.
3- Hadisin sonunda köşeli parantez içerisinde kaydettiğimiz ziyade Nesâî´nin rivayetinde mevcuttur.[529]
ـ3813 ـ7ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ رسُولُ اللّهِ # يَغْتَسِلُ مِنْ أرْبَعَةٍ: مِنَ الْجَنَابَةِ، وَلِلْجُمُعَةِ، وَمِنَ الْحِجَامَةِ، وَمِنْ غُسْلِ المَيِّتِ[. أخرجه أبو داود .
7. (3813)- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah, dört şeyden dolayı guslederlerdi: “Cenâbet, cuma, hacâmat, ölü yıkamak.”[530]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, hükümleri farklı olan dört ayrı yıkanmayı, aynı hükmü, aynı vasfı taşıyor intibaını verecek şekilde beraber zikretmiş durumdadır:
* Cenabetten yıkanmak farzdır.
* Cuma güslü´nü Resûlullah´ın yaptığını, istihbab olarak emir buyurduğunu daha önc belirttik.
* Hacâmat(kan aldırma)tan sonraki gusül temizlik içindir. Hacâmat olan kimsenin üzerine kan sıçramaları olabilir, bundan emin olunamaz. Bu sebeple vacib olmaksızın nezafet maksadıyla istihbab olarak yıkanmak söylenmiş olabilir.
* Ölü yıkama sebebiyle de yıkanmanın vacib olmayacağı hususunda Ulemanın ittifakını yukarıda kaydettik.
Bu hadisin zayıf olduğuna da dikkat çekilmiştir.[531]
ـ3814 ـ8ـ وعن نافع: ]أنَّ ابْنَ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: حَنَّطَ ابْناً لِسَعِيدِ بَنِ زَيْدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه وَحَمَلَهُ. ثُمَّ دَخَلَ المَسْجِدَ وَصَلّى وَلَمْ يَتَوَضّأ[. أخرجه البخاري في ترجمة ومالك .
8. (3814)- Nâfi anlatıyor: “İbnu Ömer radıyallahu anhümâ, Saîd İbnu Zeyd´in bir oğlunu mübaşereten tahnît yaptı ve (kabre) taşıdı. Sonra mescide girip, abdest almaksızın namaz kıldı.”[532]
AÇIKLAMA:
1- Ölüyü tahnît etmek. Ölüyü kokulamak maksadıyla hanût (veya hınat) tatbik etmek. Hanût: “Ölünün kefen ve bedenine konulan kokulu maddedir. Resûlullah´a hangi Tanûtu daha çok seversiniz diye sormuşlar da, “Kâfûr!” diye cevap vermiş. Bir başka rivayette Semud kavminin, haklarında azabın geleceğine kanaatleri hâsıl olunca, hemen Cife´ye dönüp pis kokmamak için kefenlenip sabır otuyla tahnitlendikleri belirtilir.
Şu halde hanût, ölüyü kokulamak ve hatta cesedin bozulmasını geciktirmek için ölüye tatbik edilen her çeşit koku maddesine denmiştir.
2- Mübaşereten demek, eli ölünün cesedine değerek demektir. İbnu Ömer tahnît işini, koku maddesini eliyle cesede sürerek yapmış olmalı. Âlimler, müslümanın ölümle necis olmayıp bilakis cesedinin temiz kaldığı hususundaki kabullerine, bu hadisi de delil kılarlar. “Şayet ceset temiz olmasaydı, İbnu Ömer elini değmekten sakınırdı veya değdikten sonra yıkardı” demişlerdir. Bu kanaatte olan âlimlere göre, “Ölüyü yıkamaktan maksad temizlik değil, teabbüddür, yani yıkama emrini yerine getirmek suretiyle kulluk yapmak, ibadet ifa etmektir. Eğer ölünün cesedi necis olsaydı ne su, ne sidre ile ne de tek başına su ile yıkamakla temizlenmiş olmazdı.”
Şu halde bu rivayet 3811 numarada geçen hadisin zayıf olduğunu, hükmüyle amel edilmeyeceğini ifade eder. Zira Buhârî ve Muvatta´da yer almakla senet yönünden üstünlüğü açıktır.[533]
ـ3815 ـ9ـ وعن عبداللّه بن أبي بكر بن محمد بن عمرو بن حزم: ]إنَّ أسْمَاءَ بِنْتَ عُمَيْسٍ امْرأةَ أبِى بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: غَسَّلَتْ أبَا بَكْرٍ حِينَ تُوُفِّىَ. ثُمَّ خَرَجَتْ فَسَألَتْ مَنْ حَضَرَهَا مِنَ المُهَاجِرِينَ، فقَالَتْ: إنِّى صَائِمَةٌ، وَإنَّ هذَا يَوْمٌ شَدِيدُ الْبَرْدِ فَهَلْ عَليّ مِنْ غُسْلِ؟ فَقَالُوا: َ[. أخرجه مالك .
9. (3815)- Abdullah İbnu Ebî Bekr İbni Muhammed İbni Amr İbni Hazm anlatıyor: “Hz. Ebu Bekr´in hanımı Esmâ Bintu Umeys radıyallahu anhümâ vefat ettiği zaman Hz. Ebu Bekr´i yıkadı. Sonra (dışarı) çıkıp, cenazenin yanında hazır bulunan muhacirlere: “Ben oruçluyum. Şu gün de, çok soğuk bir gün. Bana gusül gerekir mi ” diye sordu. Hepsi birden, “Hayır!” dediler.”[534]
AÇIKLAMA için 3811 numaralı hadise bakılsın.
BEŞİNCİ FASIL
MÜSLÜMAN OLUNCA GUSÜL
ـ3816 ـ1ـ عن قيس بن عاصم رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَيْتُ رَسُولَ اللّهِ # أُرِيدُ ا“سَْمَ. فَأمَرَنى أن أغَتَسِلَ بِمَاءٍ وَسِدْرٍ[. أخرجه أصحاب السنن.وفي رواية الترمذي والنسائي: ]أنَّهُ أسْلَمَ فَأمَرَهُ[ .
1. (3816)- Kays İbnu Âsım radıyallahu anh anlatıyor: “Müslüman olmak arzusuyla Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelmiştim. Bana su ve sidre ile yıkanmamı emir buyurdu.”[535]
Tirmizî ve Nesâî´nin bir rivayetinde: “(Kays) müslüman oldu, (Resûlullah) ona yıkanmayı emretti” denmiştir.[536]
ـ3817 ـ2ـ وعن عُثيم بن كثير بن كليب عن أبيه عن جده: ]أنَّهُ جَاءَ رسولُ اللّهِ # فقَالَ: قَدْ أسْلَمْتُ فقَالَ لَهُ رسولُ اللّهِ #: ألْقِ عَنْكَ شَعَرَ الْكُفْرِ. يَقُولُ: إحْلِقْ قالَ: فَأخْبَرَنِى آخَرُ أنَّ النّبىَّ # قالَ خَرَ مَعَهُ: ألْقِ عَنْكَ شَعَرَ الْكُفْرِ وَاخْتَتِنْ[. أخرجه أبو داود .
2. (3817)- Useym İbnu Kesîr İbni Küleyb an ebîhi an ceddihî´nin anlattığına göre (ceddi Küleb), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek: “Müslüman oldum!” der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Üstünden küfür saçını at!” der ve traş olmasını söyler, Useym´in babası dedi ki: “Bana bir başka (sahabî)nin bildirdiğine göre Aleyhissalâtu vesselâm, beraberinde olan bir diğerine de: “Üzerindeki küfür tüyünü at ve sünnet ol!” buyurmuştu.”[537]
AÇIKLAMA:
Bazı âlimler bu hadislerden hareketle yeni müslüman olan bir kimseye yıkanmayı emretmek gerektiğini, bu nebevî emrin vücub ifade ettiğini söylemiştir. Ancak, Hattâbî: “Ulemanın çoğuna göre, bu yıkanmanın vacib olmayıp müstehab” olduğunu söylediğini belirtir. İmam Şâfiî merhum: “Kafir müslüman olunca, bir de yıkanması hoşuma gider, şayet yıkanmasa cünüb sayılmaz, abdest alıp namaz kılması ona kafidir” demiştir.
Ahmed İbnu Hanbel ve Ebu Sevr, hadisin zâhirinden hareketle bir kafir müslüman olduğu vakit öncelikle yıkanmasının vacib olduğunu belirtirler. “Çünkü derler, kafirlik günlerinde, cima, ihtilam gibi yıkanmayı gerektiren hallerden uzak değildir. Ancak yıkanmaz, yıkansa bile ondan (bu yıkanma) sahih ve muteber olamaz. Zira cenâbetten yıkanmak, dinin farzlarından bir farzdır. Bu da, namaz ve zekat gibi, ancak imandan sonra makbuldür. O ise bu guslü, henüz imana girmezden önce yapmıştır.”
İmam Mâlik de müslüman olunca kafirin yıkanması gerektiği görüşünde idi.
Şirkten henüz çıkmamış iken abdest alıp sonra müslüman olan müşrikin durumunda ihtilaf edilmiştir. Ashab-ı Re´y´den bazıları: “Müşrikken aldığı abdestle namaz kılabilir, ancak müşrikken teyemmüm etmiş idiyse, müslüman olunca bu teyemmümle namaz kılması caiz olmaz, su bulamazsa müslüman olunca yeniden teyemmüm yapar. Bunlara göre, aradaki fark şundan ileri gelir: Teyemmümde niyet esastır. Müşrik´in ibadet niyeti ise sahih olmaz. Halbuki su ile temizlik niyeti mütevakkıf değildir. Öyle ise müşrikken temizlik yapmış ise, bu tıpkı müslüman kimsenin temizliği gibi sahihtir.
İmam Şâfiî: “Bir kimse müşrikken abdest alsa veya teyemmüm yapsa sonra müslüman olsa, namaz için abdesti yenilemesi gerekir, teyemmüm de böyledir, aralarında fark yoktur.” Ancak, müşrik cünüblükten yıkanıp müslüman olsa, bunun durumu hakkında Şâfiî´nin ashabı ihtilaf etmiştir. Bazıları, “yeniden gusül yapması vacibtir, tıpkı abdestte olduğu gibi” demiştir. Bu daha muvafık, daha doğru gözükmektedir. Bir kısmı da “İkisi arasında fark görüp her halukârda abdesti tazelemesi gerekir, ancak guslü yenilemesi gerekmez” demiştir. Hepsi şunu demekte ittifak eder: “Müslüman olur ve kendisine kafirken cünüblük isabet etmediğini yakinen bilirse, ona gusül gerekmez.”
“Müslüman olunca, kafire yıkanması vacibtir” diyenlerin kavli, hadisin zahirine uygundur. Çünkü emrin hakikatı, aksine bir hüküm ifade ettiğini gösteren karîne olmadığı müddetçe, vücub ifade eder.
2-İkinci hadiste saç kesilmesi mevzubahistir. Âlimler, her müslüman olan kimseye yıkanma gereği gibi bir de saçını traş etme diye bir vecibe yüklenmediğini, sadedinde olduğumuz hadiste geçen “küfür saçı”ndan muradın, küffâra alamet olan bir saç olacağını belirtmişlerdir. Nitekim hadiste “saçını da kes” denmemiş, “küfür saçını kes” denmiştir. Saçın küfre nisbet edilmiş olması Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın muhatabında küfre alamet olan hususî bir saçın varlığını ifade eder. Nitekim kâfirler, her beldede kendilerine has saç şekli tesbit etmişler, moda ortaya koymuşlardır. Mısır´da, Hindistan´da, saçın hiç kesilmeyen kısımları vardır. Zaman zaman traş olsalar bile, o hususi kısma dokunmazlar. Bu bir nevi onların dinlerinin, inançlarının bir gereğidir, milliyet sembolüdür. Şu halde böylesi bir kısım saç İslam´la küfür arasında bir alâmet-i farika olmaktadır. Şu halde, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Üseym´in ceddine ve yanındakilere, böylesi bir alamet saçın kesilmesini emretmiş olmalıdır.
3- Hadis son kısmında “sünnet ol!” emri de yer almaktadır. Bazı âlimler buna dayanarak, müslüman olan kafirlerin bir de sünnet olmalarını vacib olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Ancak hadisin, zaaf sebebiyle, vücub tesbit edecek güçte olmadığını belirtmiştir.[538]
ALTINCI FASIL
HAMMAM HAKKINDA
ـ3818 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ رسولَ اللّهِ #: نَهَى الرِّجَالَ وَالنِّسَاءَ عِنْ دُخُولِ الْحمَّامِ: قَالَتْ ثُمَّ رَخّصَ لِلرِّجَالِ أنْ يَدْخُلُوهُ فِى الْمَآزِرِ[ .
1. (3818)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kadınları da erkekleri de hamama girmekten nehyetmişti. Sonradan, izarlarına sarınmış olarak erkeklerin girmesine izin verdi.”[539]
ـ3819 ـ2ـ وفي رواية ]أنّ عَائِشَةَ دَخَلَ عَلَيْهَا نِسْوَةٌ مِنْ نِسَاءِ أهْلِ الشَّامِ فقَالَتْ: لَعَلَّكُنَّ مِنَ الكُورَةِ الَّتِى يَدْخُلْنَ نِساؤُهَا الْحَمَّامَاتِ؟ قُلْنَ: نَعَمْ. قَالَتْ: أمَا اِنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: مَامِنْ امْرَأةِ تَخْلَعُ ثِيَابَهَا في غَيْرِ بَيْتِهَا إَّ هَتَكَتْ مَا بَيْنَهَا وبَيْنَ اللّهِ مِنْ حِجَابٍ[. أخرجه أبو داود والترمذي.»اَلْكُورَةِ«: اِسْمٌ يَقَعُ عَلى جِهَةٍ مِنَ ا‘رْضِ مُخْصُوصَةً كَالشَّامِ وَالعِراقِ وَفَلسْطِينَ وَنَحْوَ ذلِكَ .
2. (3819)- Bir başka rivayette şöyle denmiştir: “Hz. Âişe radıyallahu anhâ´nın yanına, Şamlı kadınlardan bir grup girmişti. Hz. Âişe: “Sizler herhalde, hanımları hamamlara giren bölgedensiniz!” dedi. Kadınlar: “Evet!” diye cevap verdiler. Hz. Âişe: “Ama ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: “Elbisesini evinden hariç bir yerde çıkaran her kadın, mutlaka Allah´la kendi arasındaki perdeyi yırtmış olur” dediğini işittim” buyurdu.[540]
ـ3820 ـ3ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # قالَ: سَتُفْتَحُ لَكُمْ أرْضُ الْعَجَمِ، وَسَتَجِدُونَ فِيهَا بُيُوتاً يُقَالُ لَهَا الْحَمَّامَاتُ فََ يَدْخُلَنّهَا الرِّجَالُ إَّ بِا‘ُزُرِ، وَامْنَعُوا مِنْهَا النِّسَاءَ إَّ مَرِيضَةً أوْ نُفَسَاءَ[. أخرجه أبو داود .
3. (3820)- Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Size Acem diyarının fethi müyesser olacak. Oralarda hammam denen evlere rastlayacaksınız. Sakın ola erkekler onlara izarsız girmesinler. Nifas veya hastalık hali dışında kadınların oralara girmesine izin vermeyin.”[541]
ـ3821 ـ4ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قال: ]مَنْ كَانَ يُؤمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اŒخَرِ فََ يَدْخُلِ الْحَمَّامَ بَغَيْرِ إزَارٍ، وَمَنْ كَانَ يُؤمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اŒخِرِ فََ يُدْخِلْ حَلِيلَتَهُ الْحَمَّامَ مِنْ غَيْرِ عُذْرٍ، وَمَنْ كَانَ يُؤمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اŒخَرِ فََ يَجْلِسْ عَلى مَائِدَةٍ يُدَارُ عَلَيْهَا الخَمْرُ[. أخرجه الترمذي والنسائي .
4. (3821)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah ve ahiret gününe inanan kimse izarsız hammâma girmesin. Kim Allah´a ve ahirete inanıyorsa, bir özrü olmadan hanımını hammâma sokmasın. Kim Allah´a ahirete, inanıyorsa üzerinde içki bulunan sofraya oturmasın.”[542]
AÇIKLAMA:
1- Bu dört rivayet “hammâm” üzerine. Bu rivayetlerde hamamların Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde Araplarca pek bilinmediğini, Acemler (gayr-ı Araplar) tarafından bilindiğini görmekteyiz. Buralara gitmek, önceleri erkek ve kadın bütün müslümanlara yasaklanmış olduğu halde, sonradan bazı kayıtlarla erkeklere serbest kılınmıştır. İzarlarına sarınmış olarak girmek… İzar, belden aşağıyı örten giyecek olduğuna göre, avret yerlerini açarak hamamlara gitmek yasaklanmış olmaktadır. Allah´a ve ahirete inanan her müslüman avret yerlerini hamamlarda bile açmamalıdır. Şu halde hadisler, avret yerlerini açarak hamama gitmeyi kesin bir dille haram kılmaktadır.
2- Kadınların hamama gitmesi meselesine gelince, bazı hadisler mutlak olarak tahrim ederken (1, 2 ve 4. hadisler), bir hadiste de (3. hadis) tedaviye yönelik bir özre binaen kadınların da hamama gitmesine ruhsat tanıyor. Şu halde izarlı ve tesettürlü de olsa, kadınların hamama gitmeleri zaruret olmadıkça haram edilmiş olmaktadır.
Gazalî´nin kaydına göre, Ashab, Şam´da hamamlara gidince, bir kısmı:”Şu hammam denen evler ne iyi yerdir, orada bedeni kirden temizliyoruz” demişlerdir. Bir kısmı da: “Şu hammam denen evler ne kötü yerdir, avretler açılıyor, haya gidiyor” demiştir. Gazali: “Afetinden kaçınıldığı takdirde, (temizlik, tedavi gibi bir) faide düşünerek gitmede bir beis yoktur” der.
Bazı şârihler kadınlar hakkında yasaklanmasını şöyle izah etmiştir. “Çünkü onların bedenlerinin her tarafı avrettir, örtülmesi farzdır, hiçbir yerlerinin zaruret olmadıkça açılması caiz değildir. Hastadır, tedavi için girer veya nifastan çıkmıştır, temizlenmek için girer. Veya cünübtür, hava soğuktur, su ısıtma imkanı yoktur ve soğuk su kullanması halinde zarar göreceğinden korkulmaktadır. Bu gibi zaruretler karşısında kadınların avretlerini örtmeleri kaydıyla girmelerine izin verilmiştir.”
Görüldüğü üzere hamamlar, kadınlar hakkında da mutlak olarak haram kılınmamıştır.[543]
DOKUZUNCU BAB
HAYIZ HAKKINDADIR
(Bu babta iki fasıl var)
*
BİRİNCİ FASIL
HAYIZLILARLA İLGİLİ AHKÂM
*
İKİNCİ FASIL
MÜSTEHÂZE VE NİFAS HALLERİ
UMUMİ AÇIKLAMA
Hayz, kelime olarak akmak demektir. Örfte kadınların belli yerlerinden muayyen vakitlerde kanlarının akmasıdır. Dilimizde ay hali veya aybaşı hali veya âdet hali de denir. Hayız gören kadına Arapça olarak hâiz denilir. Aslında hâiz, ism-i fail ve müzekkerdir. Ancak bu hal kadınlara mahsus olduğu için haize denmeksizin, hâiz´le kadın kastedilir. Kur´an´da mahîz kelimesi hayz ma´nâsında kullanılmıştır. Bu halle ilgili olarak âyette şöyle buyurulur: “(Ey Muhammed!) Sana kadınların aybaşı hali (mahîz) hakkında da sorarlar. De ki: “O bir ezadır. Aybaşı halinde iken kadınlardan uzak kalın, temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah´ın size buyurduğu yoldan yaklaşın.” Allah şüphesiz daime tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever” (Bakara 222).
Hayız hali, kadınlarda büluğ yaşı ile başlar ve yeis hali denen hamilelikten ümid kesilme devresine kadar devam eder.
Hayız (veya âdet) hali, kadınlarda en az dokuz yaşında görülmeye başlar. İstisnâî durumlarda da olsa altı yaşında da adet halinin olabileceği kabul edilmiştir. Bu hal normal olarak elli veya ellibeş yaşına kadar devam eder. Daha evvel âdet halinin kesildiği de olur. Âdet halinin kesilmesine iyâs denir. Bu maksadla iyâs yaşı veya sinn-i iyâs tabirleri kullanılır. Bu yaşa ulaşan kadına da âyise denir.
Âdet müddeti, mezheplere göre farklı olabilir. Şâfiîlere göre bu müddetin en az sınırı bir gün bir gece, en çoğu on beş gündür. Mâlikîlere göre ise, en azı, kanı görecek kadar zamandır. Bir saat bile olabilir. Âdet müddeti Hanefîlere göre en az üç gün üç gece yani yetmişiki saat, en fazla on gün on gecedir, yani ikiyüzkırk saattir. Bu iki müddet arasında görülecek kanlar âdet kanı sayılır. Bu müddet esnasında kanın devamı şart değildir, zaman zaman kesilebilir. Sözgelimi bir kadın üç gün kan görüp sonra iki gün kesilse, sonra tekrar üç gün görse, bu sekiz günlük müddet onun âdet süresini teşkil eder. Kadının takarrur eden müddetinden fazla kan gelecek olursa o kan âdet kanı sayılmaz. Mesela bir kadının mutad kan görme müddeti yedi olarak takarrur etti ise, sekizinci ve dokuzuncu… günlerde göreceği kan istihâze kanıdır, bir özre bağlı olarak gelmektedir.
Bazı kadınlarda âdet günleri sabit değildir, devamlı değişir. Bunlar bir ay beş, bir başka ay altı veya daha fazla günlerde kanama görebilirler. Bu durumlarda ihtiyatla hareket edip, böyle bir kadın altıncı gün yıkanır, namazını kılar, çünkü bunun istihâze kanı olma ihtimali var. Müddet uzaması -veya kısalması- üst üste iki ay devam edince müddetin değiştiğine hükmedilir. Mutaddan fazla olan kanama on güne çıksa bunun âdet olması melhuzdur, on günü taşarsa âdet sayılmaz. Mesela mutadı yedi gün olan bir kadının kanaması on gün devam etse bu hayz sayılır, onbir gün devam etse, yediden fazlası istihâze kanı sayılır. Böyle değerlendirmenin sebebi, hayz halinin on günden fazla olmayacağının kabul edilmesinden ileri gelir.
Hayız halinde namaz, oruç gibi ibadetler terkedilir, zevciyat muamelesi yapılamaz, Kur´an okunamaz, Mushaf´a el sürülemez, camiye girilemez, Kabe tavaf edilemez.
Görüldüğü üzere, hayz hali ile ilgili bilinmesi gereken bir kısım ahkam vardır. Her müslüman erkek kadının bunları bilmesi gerekir. Teferruat için mutlaka ilmihal kitaplarına müracaat edilmelidir.[544]
BİRİNCİ FASIL
HAYIZLI VE HAYIZLIYLA İLGİLİ HÜKÜMLER
ـ3822 ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ الْيَهُودَ كَانُوا إذَا حَاضَتِ الْمَرْأةُ فِيهِمْ لَمْ يُؤَاكِلُوهَا وَلَمْ يُجَامِعُوهَا فِي الْبُيُوتِ فَسَألَ أصْحَابُ النَّبىِّ # فأنْزَلَ اللّهُ تَعالى: وَيَسْألُونَكَ عَن المَحِيضِ قُلْ هُوَ أذىً فَاعْتَزِلُوا النِّسَاءَ في الْمَحِيضِ إلى آخر اŒية. فقالَ: رسولُ اللّهِ #: اصْنَعُوا كُلَّ شَىْءٍ إَّ النِّكَاحَ. فَبَلَغَ ذلِكَ الْيَهُودَ. فقَالُوا: مَا يُرِيدُ هذَا الرَّجُلُ أنْ يَدَعَ مِنْ أمْرِنَا شَيْئاً إَّ خَالَفَنَا فِيهِ فَجَاءَ أُسَيْدُ بنُ حُضَيْرٍ وَعَبَّادُ بنُ بِشْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما. فَقَاَ يَا رَسُولَ اللّهِ: إنَّ الْيَهُودَ تَقُولُ كَذَا كَذَا، أفََ نُجَامِعُهُنَّ؟ فَتَغَيَّر وَجْهُ رسولِ اللّهِ # حَتّى ظَنّا أنَّهُ قَدْ وَجَدَ عَلَيْهِما فَخَرجَا فَاسْتَقْبَلَتْهُمَا هَدِيَّةٌ مِنْ لَبَنٍ إلى رسول اللّهِ # فَأرْسَلَ فِي آثارِهِمَا فَسَقَاهُمَا فَعَرَفَا أنَّهُ لَمْ يَجِدْ عَلَيْهِمَا[. أخرجه الخمسة إ البخاري، وهذا لفظ مسلم.»وَجَدَ عَلَيْهِ«: يجد موجدة إذا غضب .
1. (3822)- Hz. Enes (radıyallau anh) anlatıyor: “Yahudilerin şöyle bir âdeti vardı: İçlerinde bir kadın âdet görmeye başlayınca, onunla beraber yiyip içmezler, evlerde beraber oturup kalkmazlardı. Bu durumu Ashab (radıyallahu anhüm) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a sordular. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk şu âyeti inzal buyurdu. (Meâlen): “(Ey Muhammed!) Sana kadınların aybaşı halinden sorarlar. De ki: “O bir ezadır. Aybaşı halinde iken kadınlardan uzak kalın. Temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah´ın size buyurduğu yoldan yaklaşın…” (Bakara 222) âyeti üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Kadınlarınızla nikah (zevciyat muamelesi) dışında her şeyi yapın!” buyurdu. Bu ruhsat yahudilere ulaşınca: “Bu adam ne yapmak istiyor Bize muhalefet etmediği bir şey bırakmadı!” dediler. (Bu sözü işiten) Üseyd İbnu Hudayr ve Abbad İbnu Bişr (radıyallahu anhümâ) gelerek: “Ey Allah´ın Resûlü! yahudiler şöyle şöyle söylüyorlar” diye haber verdiler. “Biz kadınlarla beraber oturup kalkmıyacak mıyız ” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın rengi öylesine değişti ki, biz onlara kızdığını zannettik. Onlar da hemen çıkıp gittiler. Derken onlar yolda Resûlullah´a gönderilen hediye sütle karşılaştılar. Resûlullah o sütü hemen bunların peşisıra içmeleri için gönderdi. Böylece anladılar ki, Aleyhissalâtu vesselâm kendilerine gücenmemiştir.”[545]
AÇIKLAMA:
1- Şârihler, Ashab´ın sualinin âyetin nüzulünden önceye aid olduğunu, bunu “önceki şeriatler bizim de şeriatimizdir” inancına binaen sormuş olabileceklerini belirtir.
Nevevî, âyette geçen birinci mahîz´den muradın kan olduğunu belirtir. İkincisi ihtilaflıdır. Umumiyetle hayız olduğu kabul edilmiştir. Ferc olduğunu, hayız zamanı olduğunu söyleyen âlim de vardır.
Useyd ile Abbâd (radıyallahu anhümâ)´nın, “Hayızlı kadınlarla beraber oturup kalkmıyalım mı ” sözüyle neyi kastettiklerinde âlimler ihtilaf etmiştir. Bazıları, “maksad, kadınlarla bir arada yaşamak, beraber yiyip içmek” derken, bazıları da “münasebet-i cinsiyedir” demiştir. Muhtemelen bunlar, yahudilere muhalefeti bu meselede de sürdürüp kadınlarla cinsî münâsebeti devam ettirme ruhsatı almak istemişler, ancak bu arzuları şeriat-ı İslamiye´ye muhalif olduğu için Resulullah aleyhissalâtu vesselam´ın canı sıkılmış ve öfkesinden rengi değişmiştir.
Yine de Aleyhissalâtu vesselâm, Ensar´ın yüce şahsiyetinin gönüllerini hoş etmeyi ihmal etmemiş, peşlerine gönderdiği sütle, haklarındaki iltifat-ı nebevîyenin devam etmekte olduğunu ihsas buyurmuştur.[546]
ـ3823 ـ2ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: مَنْ أتَى حَائِضاً فِي فَرْجِهَا، أوِ امْرأةً فِي دُبُرِهَا، أوْ كَاهِناً فَقَدْ
بَرِئَ مِمَّا أُنْزِلَ عَلى مُحَمّدٍ #[. أخرجه الترمذي .
2. (3823)- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim hayızlının fercine veya bir kadının dübürüne (arka uzvuna) temas ederse veya kahîne uğrarsa Muhammed´e ihdirilenden teberrî etmiş (yüz çevirmiş) olur.”[547]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz, bu hadislerinde, dîn-i mübîn-i İslam´ın yasakladığı üç ameli şiddetli bir üslubla reddetmektedir:
* Hayızlı kadınla münasebet-i cinsiyye.
* Kadınlara arka uzuvdan temas.
* Gaybî umuru öğrenmek veya bir işe karar vermede yardımını te´ min gibi bir maksadla kahine müracaat etmek.
Bu ameller, hadiste, İslam´dan yüz çevirmek olarak tavsif ediliyor.
Tirmizî: “Bu hadisin ma´nâsı tağliz (yani yasakta şiddetli bir üsluba yer vermek)´dir” dedikten sonra: “Nitekim Resulullah´tan şu hadis rivayet edilmiştir: “Kim hayızlı kadına temas ederse bir dinar tasadduk etsin” der.”
Sadedinde olduğumuz hadisten maksadın tekfir değil, tağlîz olduğunu belirtme sadedinde Tirmizî der ki: “Hayızlı kadına temas küfrü gerektiren bir amel olsaydı, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu günah için kefarette bulunmayı emretmezdi.”
2- Kadınlara arka uzvundan teması dinimiz şiddetle yasaklar. Bu davranış, münasebet-i cinsiye âdâbını tesbit eden âyete de aykırıdır:
“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin, (çocuk yaparak) istikbal için hazırlıklı olun, Alah´tan sakının (kadına bu âdâba uymayan temasta bulunmayın)” (Bakara 223).
Resûlullah bir hadislerinde: “Hanımına arka uzvundan temas edenin yüzüne Allah bakmaz” der. Böyleleri bazı hadislerde “…mel´un” olarak tavsif edilmiştir.
3- Kâhin meselesi daha önce çok geniş şekilde geçmiş olmakla birlikte, burada kısaca şu açıklamayı Cezerî´den kaydediyoruz: “Kâhin, gelecek zamanda olacak hadiselerden haber veren, gizli şeyleri (esrarı) bilme iddiasında bulunan kimsedir. Araplarda bu evsafta meşhur kâhinler vardı. Şıkh ve Satîh vs. gibi… Bunlardan bazıları emirleri altında cinnî ve hüddam bulunduğunu, kendileri ne gaybtan haber getirdiğini iddia eder. Bir kısmı bazı ön işaretlerden hareketle, olacağı bildiklerini söylerler. Mesela soru sahibinin sözünden, davranışından, halinden hareketle sorulan şeyin yerini bildiklerini iddia ederler. Bunlara daha ziyade arrâf denir: Çalınan veya kaybedilen bir eşyanın yerini bildikleri hususundaki iddia sahipleri gibi.” Sadedinde olduğumuz hadis “kâhine gelen” demekle kâhin, arrâf, müneccim, falcı vs. gibi değişik adlar altında gaybî bilme iddiasında bulunan bütün insanları kasdeder.
4- Tirmizî´nin dediği gibi hadiste esas olan tağlîz ve teşdîd olmakla birlikte bazı şârihler şöyle demiştir: “Helal addederek arka uzuvdan temas veya kâhinin söylediğini tasdik maksadıyla ona gelmek bunların haramiyetini inkar etmektir; bu durumda küfür (te´vil edilmez), zahirine hamledilir. “Helal addetme” ve “tasdik etmek” olmadığı takdirde bu fiillerin hükmü küfran-ı nimet olarak tevil edilir.”[548]
ـ3824 ـ3ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَتْ إحْدَانَا إذَا كَانَتْ حَائِضاً وَأرَادَ رَسُولُ اللّهِ # أنْ يُبَاشِرَهَا أمَرَهَآ أنْ تَتّزِرَ بِإزَارِ فِي فَوْرِ حَيْضَتِهَا ثُمّ يُبَاشِرُهَا وَأيُّكُمْ يَمْلِكُ إرْبَهُ كَمَا كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَمْلِكُ إرْبَهُ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين.وفي رواية أبي داود: ]فِي فَوْجِ حَيْضَتِهَا[ .
3. (3824)- Hz. Âişe (radıyalllahu anhâ) anlatıyor: “Bizden biri hayızlı olur, Resûlullah (aleyhissalâtu ve vesselâm) da onunla mübaşeret etmek dilerse, ona, hayız olur olmaz izarını bağlamasını emreder, sonra mubaşeret ederdi. Sizden hanginiz, nefsine, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın nefsine hâkim olduğu kadar hâkim olur ”
Ebu Dâvud´un bir rivayetinde, “fevr” (evvelinde -ki “hayz olur olmaz” diye karşıladık-) yerine “fevh” denilmiştir (ki bu da “çoğunda” ve “evvelinde” ma´nâsına gelir).[549]
ـ3825 ـ4ـ وفي رواية النسائِى عن جميع بن عمير قال: ]دَخَلْتُ عَلى عَائِشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها مَعَ أُمِّى وَخَالَتِى فَسَألَتَاهَا كَيْفَ كَانَ النّبىُّ # يَصْنَعُ إذَا حَاضَتْ إحْدَاكُنَّ؟ قَالَتْ: كَانَ يُأمُرُنَا إذَا حَاضَتْ إحْدَانَا أنْ تَأتَزِرَ بِإزَارٍ وَاسِعٍ ثُمَّ يَلْتَزِمُ صَدْرَهَا وَثَدْيَهَا[ .
4. (3825)- Nesâî´nin Cümay´ İbnu Umayr´dan kaydettiği bir rivayette şöyle denmiştir: “Ben, annem ve teyzemle birlikte Hz. Âişe (radıyallahu anha)´nin yanına girdim. Onlar Hz. Âişe´ye: “Hayızlı iken, sizlerle Aleyhisalâtu vesselâm ne şekilde mübaşerette bulunurdu ” diye sordular. Âişe validemiz:
“Hayız olduğumuz zaman bize, geniş bir izar giymemizi emreder, sonra sîne ve göğsümüze iltizâmda (temasta) bulunurdu.”[550]
ـ3826 ـ5ـ وعند مالك: ]أنَّ عُبَيْدَ اللّهِ بنِ عَبْدِاللّهِ بنِ عُمَرَ، أرْسَلَ إلى عَائِشَةَ يَسْألُهَا: هَلْ يُبَاشِرُ الرَّجُلُ امْرَأتَهُ وَهِىَ حَائِضٌ؟ فَقَالَتْ: لِتَشُدَّ إزَارَهَا عَلى أسْفَلِهَا ثُمَّ يُبَاشِرُهَا إنْ شَاءَ[ .
5. (3826)- Muvatta´nın rivayetinde şöyledir: “Ubeydullah İbnu Abdillah İbni Ömer (radıyallahu anhümâ), Hz. Âişe´ye göndererek -kişi, hayızlı olan hanımıyla mubaşerette bulunabilir mi – diye sordurdu. Hz. Âişe radıyallahu anhâ: “Kadının alt kısmına izarını bağlatsın sonra onunla mubâşerette bulunsun” cevabını verdi.”[551]
ـ3827 ـ6ـ وفي رواية ‘بي داود والنسائي: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # كَانَ يُبَاشِرُ الْمَرْأةَ مِنْ نِسائِهِ وَهِىَ حَائِضٌ إذَا كَانَ عَلَيْهَا إزَارٌ إلى أنْصَافِ الْفَخِذَيْنِ وَالرُّكْبَتَيْنِ مُحْتَجِزَةً[.»فورُ حَيضتِها، وَفوحُ حَيضتِهَا« بالراء والحاء المهملتين: أى أوله ومعظمه .
وَ»اِحتجازُ« شد ا“زار على العورة، ومنه حجزة السراويل، والحاجز الحائل بين الشيئين .
6. (3827)- Ebu Dâvud ve Nesâî´nin bir rivayetinde şöyle denmektedir: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) zevcelerinden bir kadınla hayızlı olduğu halde mubaşeret ederdi. Yeter ki, uyluklarının ortasına kadar izarı uzanmış olsun veya dizleri örtülü bulunsun.”[552]
AÇIKLAMA:
1- Hemen belirtelim ki, bu hadislerde geçen mubâşeret´ten maksat derilerin biribirine değmesidir. Beşere, deri demektir. Bâşere ise, karşılıklı olarak derileri değdirmek. Öyleyse sadedinde olduğumuz hadislerde, mübaşeretle cinsî münâsebet olmaksızın ellemek, öpmek gibi herhangi bir şekilde karıkocanın birbirlerine bedenen değmeleri kastedilmektedir.
Sadedinde olduğumuz rivayetler, hayızlı kadınla göbekle diz arası hariç başka yerleriyle mübaşeretin caiz olduğunu ifade etmektedir.
2- Hayırlı kadınla mübâşeret meselesi muhtelif rivayetlerde farklı teferruatlarla ele alınmıştır. Bu teferruâttan bir kısmını gördük, bir kısmı müteakip hadislerde gelecek. Bu meseleyi Avnu´l-Mabud şöyle özetler:
“Hayızlı kadınla mubâşeret muhtelif kısımlara ayrılır:
* Onlara ferclerinden cima suretiyle mübâşeret: Bu bi´l-icma haramdır. Bunun haram oluşu Kur´an ve sünnet´in nasslarıyla sâbittir.
* Göbekten yukarı ve dizlerden aşağıda kalan kısımlarla mübaşeret: “Bu zekerle, elle, öpmekle vs. şekillerin hepsiyle olabilir, helaldir. Ulema bunun helal olduğunda ittifak etmiştir.
* Ön ve arka uzva olmamak kaydı ile göbekten aşağısı ile de mübaşeret. Bu meselede Şâfiî´ler üç görüş ileri sürmüşlerdir:
** “En meşhuruna göre haramdır. İmam Mâlik ve Ebu Hanîfe de bu görüştedir. Ulemanın ekseriyetinin görüşü budur.
** Mekruh olmakla beraber haram değildir. Nevevî der ki: “Bu, delil açısından en kavî olan görüştür, muhtar olan da budur.”
** Üçüncü görüşe göre, mübâşeret eden kimse, ferce temas etmekten nefsini tutabilecek güçte ise ve -ister şehvet yönüyle zayıflığı sebebiyle, isterse verasının (dindarlığının) kuvveti sebebiyle- kendisine güveniyorsa caizdir- değilse caiz değildir. Bu cevaza kâil olanlar arasında İkrime, Mücahid, Hasan Basrî, Şa´bi, İbrahim Nehâî, Süfyan-ı Sevrî, Evzâî, Ahmed İbnu Hanbel, İmam Muhammed, Tahâvî; Mâlikîlerden Esbağ vs. var.” Mübarekfurî der ki: “Bu, cemaatin kâil olduğu “Cima hariç, hayızlı kadının bütün uzuvlarıyla mübaşeret etme cevazı” sahih delillere muvafıktır.”
Ancak ihtiyata muvafık olanı göbek, diz kapağı arasına mübaşeretten kaçınmaktır. Hz. Âişe validemiz, hiç kimsenin nefsini hâkim olmada Resûlullah´a yetişemeyeceğini noktaladıktan sonra Resûlullah´ın hayızlı hanımlarına izarlarını bağlatarak diz kapağı ile göbek arasını kapattırdığını bilhassa belirtir.[553]
ـ3828 ـ7ـ وعن زيد بن أسلم رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَجًُ سَألَ النّبىَّ # فَقَالَ: مَا يَحِلُّ لِى مِنَ امْرَأتِى وَهِىَ حَائِضٌ؟ فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لِتَشُدَّ عَلَيْهَا إزَارَهَا ثُمَّ شَأنُكَ بِأعَْهَا[. أخرجه مالك .
7. (3828)- Zeyd İbnu Eslem (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a sordu: “(Ey Allah´ın Resûlü!) Hanımım hayızlı iken bana helal olan nedir ” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Üzerine izarını bağlasın, yukarısına istediğinde serbestsin.”[554]
ـ3829 ـ8ـ وعن معاذ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَارسولَ اللّهِ #، مََا يُحِلُّ لِى مِنَ امْرَأتِى وَهِىَ حَائِضٌ؟ قَالَ: مَا فَوْقَ ا“زَارِ، وَالتَّعَفُّفُ عَنْ ذَلِكَ أفْضَلُ[. أخرجه رزين .
8. (3829)- Hz. Muaz radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah´ın Resûlü! dedim, hanımım hayızlı iken bana helal olan nedir ” “İzar´ın yukarısı, ancak bundan da sakınsan daha iyi olur!” buyurdular.”[555]
ـ3830 ـ9ـ وعن عكرمة عن بعض أزواج النبى #: ]أنَّ النَّبِىَّ # كَانَ إذَا أرَادَ مِنَ الحَائِضِ شَيْئاً ألْقَى عَلى فَرْجِهَا ثَوْباً[. أخرجه أبو داود .
9. (3830)- İkrime, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcelerinden birinden naklen anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hayızlı hanımlarıyla bir mübaşerette bulunmak dileyince hanımının ferci üzerine bir şey örterdi…”[556]
AÇIKLAMA:
Bu hadislerle ilgili açıklama 3827 numarada geçti. Nevevî´nin orada kaydettiğimiz görüşü, bilahassa sonuncu rivayete müstenid olmalı.[557]
ـ3831 ـ10ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قَامَ: إذَا وَقَعَ رَجُلٌ بِأهْلِهِ وَهِىَ حائِضٌ فَلْيَتَصَدَّقْ بِنِصْفِ دِينارٍ[. أخرج أصحاب السنن .
10. (3831)- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kişi, hayızlı karısıyla cinsî münasebette bulunursa (hatasına kefaret olarak) yarım dinar tasadduk etsin.”[558]
ـ3832 ـ11ـ وفي رواية قال: ]إذَا أصَابَهَا أوَّلُ الدَّمِ، وَالدَّمُ أحْمَرُ فَدِينَارٌ، وَإنْ أصَابَهَا فِى انْقِطَاعِ الدَّمِ، وَالدَّمُ أصْفَرُ، فَنِصْفُ دِينَارٍ[.قال الترمذي: قد روى هذا الحديث عن ابن عباس موقوفاً .
11. (3832)- Bir rivayette ise şöyle denmiştir: “Kişi hayızlı hanımına, hayız halinin başlangıcında, kan kırmızı renkte iken temas ederse bir dinar tasadduk etsin. Kanın kesilmeye yüz tutup akıntının sarardığı zaman temas eden, yarım dinar tasadduk etsin.”
Tirmizî der ki: “Bu hadis İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ´dan mevkuf (kendi sözü) olarak da rivayet edilmiştir.”[559]
ـ3833 ـ12ـ وفي رواية أبي داود: ]عَن النّبىِّ # في الَّذِى يَأتِى أهْلَهُ وَهِىَ حَائِضُ. قالَ: يَتَصَدَّقُ بِدِينَارٍ أوْ نِصْفِ دِينارٍ[. قالَ أبو داود: هكذا الرواية الصحيحة .
12. (3833)- Ebu Dâvud´un bir rivayetinde hayızlı karısına temas eden kimse hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm´)ın: “Bir veya yarım dinar tasadduk etsin” dediği kaydedilmiştir.
Ebu Dâvud der ki: “Bu rivayet (yani İbnu Abbâs´ın “bir veya yarım…” diyerek yaptığı rivayet) sahihtir, ( diğer “…yarım dinar…” diyen rivayet bu kadar kavî değildir.)”[560]
ـ3834 ـ13ـ وفي رواية قال: ]إذَا أصَابَهَا فِي الدَّمِ فَدِينَارٌ، وَإذَا أصَابَهَا فِى انْقِطَاعِ الدَّمِ فَنِصْفُ دِينَارٍ[ .
13. (3834)- Bir rivayette şöyle denmiştir: “Kişi hanımına kanama halinde temasta bulunmuşsa bir dinar, kanın kesilme halinde temas etmişse yarım dinar tasadduk eder.”[561]
AÇIKLAMA:
1- Kaydettiğimiz son dört rivayet, hayızlı hanımına hataen temasta bulunmanın hükmü ve müeyyidesi üzerinedir. Hadislerin hepsi aslında birdir ve mahreci İbnu Abbâs´tır, ancak metinde ve isnadında ızdırab vakî olmuştur. Hadis bazan merfu bazan mevkuf olarak rivayet edilmiştir.
2- Hanımına hayızlı iken temas eden kimse hakkında Ulemanın hükmü de farklı olmuştur. Hattâbî der ki: “Ulemanın ekserisi “bu kimseye bir şey gerekmez, Allah´a istiğfar eder” diye hükmetmiştir.”
Bunlar “Bir şey gerekmez” derken metindeki ızdırabı gösterirler, çünkü hadisin muhtelif vecihlerinde farklı müeyyideler gelmiştir. Şöyle ki:
* Bir rivayette: “Bir dinar, yarım dinar” diye tereddütlü gelmiştir.
* Bir rivayette: “Bir dinar tasadduk eder, bulamazsa yarım dinar” denir.
* Bir rivayette: “Kanama hali ile kanın kesilmesi haline göre bir veya yarım dinar” tefriki yapılır.
* Bir rivayette: “Kan kırmızı ise bir dinar, sarı ise yarım dinar” denir.
* Bir rivayette: “Kan yeni ise bir dinar tasadduk eder, sarı ise yarım dinar…” denir.
Ancak bazı âlimler, ızdıraba rağmen hadisin bütün vecihlerinde bir müeyyidenin zikredilmiş olmasını gözönüne alarak: “Bu hadisler, hayızlı kadına temasta bulunan erkeğe kefaretin vacib olduğuna delildir” demiştir. Hattâbî, bu hükme varanlar meyanında Katâde, Ahmed İbnu Hanbel, ve İshak İbnu Râhûye´yi kaydeder. İmam Şâfiî merhum da kavl-i kadîminde bu görüşü iler sürmüş, sonra kavl-i cedidinde “Bir şey gerekmez” demiştir.
Bir şey gerekmez diyenlerin ileri sürdükleri bir fikirlerine göre, hadis sahih bir senetle merfu olarak rivayet edilmemiştir, mürsel veya İbnu Abbas´a göre mevkuftur, “Kesin bir hüccet olmadıkça insanlar müeyyideden berîdir” demişlerdir.
İbnu Abbâs ise şöyle hükmediyordu: “Kanamanın başında hanımına temas eden kimse bir dinar tasadduk eder, kanamanın sonlarında temas etmiş ise yarım dinar.” Katâde: “Hayız halinde temas eden bir dinar, kadın yıkanmazdan önce temas eden yarım dinar tasadduk eder” derdi. Ahmed İbnu Hanbel´in de: “O kimse bir dinarla yarım dinar arasında muhayyerdir” dediği rivayet edilmiştir. Hasan Basrî hazretleri ise: “Bu kimseye, hanımına ramazan ayında temas eden kimseye terettüp eden ceza terettüp eder” demiştir.[562]
ـ3835 ـ14ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كُنتُ أغْسِلُ رَأسَ النَّبىِّ # وَأنَا حَائِضٌ[. أخرجه الستة .
14. (3835)- Hz. Âişe radıyallahu anhâ “Ben hayızlı iken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm´ın başını yıkardım” demiştir.[563]
ـ3836 ـ15ـ وعنها رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ النّبىُّ # يَتَّكِئُ فِى حِجْرِى وَأنَا حَائِضٌ فَيَقْرأُ القُرآنَ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
15. (3836)- Yine Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ben hayızlı iken kucağıma yaslanır ve Kur´an okurdu.”[564]
ـ3837 ـ16ـ وعنها رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قالَ لِى رسُولُ اللّهِ # نَاوِلِىنِى الخُمْرَةَ مِنْ المَسْجِدِ فَقُلْتُ: إنِّى حَائِضٌ. فقَالَ: إنَّ حَيْضَتَكِ لَيْسَتْ فِى يَدِكِ[. أخرجه الخمسة إ البخاري.»الخُمْرَةَ«: حصير صغير من ليف أو غيره بقدر الكف، وهو الذى يتخذه اŒن الشيعة للسجود.»والحِيضَةُ«: بكسر الحاء: الحالة التي تلزمها الحائض، وبفتحها الدفعة الواحدة من دفعات الحيض .
16. (3837)- Yine Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (bir gün) bana (kendisi mescidde iken) “Humra´yı bana getiriver!” buyurdular.
“Hayızlıyım” diye cevap verdim.
“Senin hayızın elinde değil ki!” dediler.”[565]
ـ3838 ـ17ـ وعن ميمونة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَضَعُ رَأسَهُ فى حِجْرِ إحْدَانَا فَيَتْلُوا الْقُرآنَ وَهِىَ حَائِضُ، وَتَقُومُ إحْدَانَا بِخُمْرَتِهِ إلى الْمَسْجِدِ فَتَبْسُطْهَا وَهِى حَائِضٌ[. أخرجه النسائي .
17. (3838)- Hz. Meymûne radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bizden biri hayızlı olduğu halde onun kucağına başını koyar, Kur´an okurdu. Bizden birimiz hayızlı iken Resûlullah´ın humrasını mescide taşır ve yayardı.”[566]
ـ3839 ـ18ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ جَوَارِيَه كُنَّ يَغْسِلْنَ رِجْلَيْهِ وَيُعْطِينَهُ الْخُمْرَةَ وَهُنَّ حُيَّضُ[. أخرجه مالك .
18. (3839)- İbnu Ömer radıyallahu anhümâ´dan rivayete göre, “câriyeleri hayızlı oldukları halde ayaklarını yıkarlar, humrasını kendisine verirlerdi.[567]
AÇIKLAMA:
1- Kaydettiğimiz son beş rivayette hayızlı iken kadınların yapabileceği bazı işlerle, hayızlının yanında yapılabilecek bazı işlere örnek verilmektedir.
* İlk rivayette, Hz. Âişe, Resûlullah´ın başını yıkamıştır. Demek ki hayızlı bir kadın, başkasının başını yıkayabilmekte, bu çeşit temizlikler yapmasına hayız hali bir ma´ni teşkil etmemektedir.
* Müteakip rivayette hayızlı olan Hz. Âişe´nin kucağına başını koyan Resûlullah Kur´an okumaktadır. Hatta Nevevî, bu rivayete dayanarak: “Kur´an-ı Kerim´i, yatarak, hayızlı kadına yaslanarak, necasete yakın bir yerde bulunarak okumaya cevaz vardır” demiştir.
* 3837 numaralı hadiste, hayızlı kadının mescidin haricinde olduğu halde, mescidden bir şey alıp, bir başkasına verebileceğini göstermektedir. Bu başkası mescidin içinde veya dışında olması farketmez, her ikisi de caizdir.
2- Hadiste geçen humra, üzerine secde etmeye mahsus küçük bir seccadedir. Onun humra diye tesmiyesi, namaz kılan kimsenin yüzünü yere karşı örtmesidir. Bazıları bunun yüzü isti´ab edecek büyüklükte, secde etmeye mahsus küçük bir örtü olduğunu söylemiş ise de üzerine oturulabilecek kadar büyük olana da humra dendiğini te´yid eden rivayetler vardır. Humra hasır da olabilir, kumaş da. Günümüzde şiîler, Kerbela toprağından yapılmış avuç içi büyüklüğünde bir parçayı beraberlerinde taşıyarak namazda secdelerini onun üzerine yaparlar. Bu tatbikat humra´yı andırmaktadır.
Şunu da belirtelim ki, 3837 numaralı hadis´te Hz. Âişe humra´yı mescidden mi getirecek, yoksa, mescidde olan Resûlullah´a dışarıdan mı uzatacaktı, ihtilaf edilmiştir. Hadis, iki şekilde anlaşılmaya müsaittir. Kadı İyaz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın mescidde, itikafta, olduğunu hücresinde olan Hz. Âişe´ye oradan seslenerek humra´yı vermesini taleb ettiğini, Hz. Âişe hayızlı olması sebebiyle elini mescide uzatmaktan korktuğunu söyler. Resûlullah onun endişesinin yersiz olduğunu belirtmek için: “Hayız elinde değildir” buyurur. Aynı görüşte olan Nevevî der ki: “Hz. Âişe´ye mescide girip humrayı oradan getirmesini emretmiş olsaydı betahsis elini zikretmesinin bir ma´nâsı kalmazdı.”
Ancak, Ebu Dâvud, Nesâî, Tirmizî, İbnu Mâce, Hattâbî ve imamların çoğu, aksi kanaattedir. Yani humra´nın mescidden getirilmesi istenmektedir. Hayızlı kadın bu durumda mescide girecek değildir. Humra´yı bir başkası mescidden ona uzatacak, o da mescidden eve getirecektir. Veya elini mescide uzatarak humra´yı (seccadeyi) alıp getirecektir. Hatta âlimler bir hadise dayanarak demiştir ki: “Bir kimse falan eve girmeyeceğim, falan mescide girmeyeceğim diye yemin etse, o eve ve o mescide gidip eliyle içeriden bir şey alsa hânis olmaz, çünkü, bir parçasının girmesi, kendisinin girmesi demek değildir.”[568]
ـ3840 ـ19ـ وعن أم سلمة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]بَيْنَا أنَا مُضْطَجِعَةٌ مَعَ رَسُولِ اللّهِ # فِى الخَمِيلَةِ إذْ حِضْتُ فَانْسَلَلْتُ فَأخَذْتُ ثِيَابَ حَيْضَتِى فَلَبِسْتُهَا. فقَالَ لِى رسولُ اللّهِ #: أنَفِسْتِ؟ قُلْتُ: نَعَمْ فَدَعَانِى فَاضْطَجْعتُ مَعَهُ فِى الْخَمِيلَةِ[. أخرجه الشيخان والنسائي.»اَلْخَمِيلَةُ«: كَسَاءٌ لَهُ خَمَلَ أوْ إزَارَ .
19. (3840)- Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte kadife bir örtünün altında yatıyordum. Ay halimin başladığını farkettim. Hemen örtünün altından kayıp hayız elbisemi bulup giyindim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayız mı oldun ” buyurdular. “Evet!” dedim. Beni yanına çağırdı. Örtünün altında beraber yattık.”[569]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, sarih bir şekilde, ümmühâtu´lmü´mînîn´den her birinin bir hayız elbisesi olduğunu göstermektedir. Bunun, diğer elbiselere nazaran daha geniş olduğu önceki bir rivayette (3825) geçmiş idi.
2- Bu rivayet, hayızlı kadınların kocalarıyla beraber aynı örtünün altında kalacaklarına bir başka delil olmaktadır. Ebu Dâvud´un bir rivayetinde Hz. Âişe radıyallahu anhâ buna ters düşen bir beyanda bulunur: “Ben ay hali olduğum zaman yataktan hasırın üzerine inerdim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da bana yaklaşmazdı. Ben de temizleninceye kadar ona yaklaşmazdım.” Bazı âlimler bunun mensuh olduğunu kabul ederler, çünkü aksini ifade eden rivayetler fazladır. Bazı âlimler de bunu tenezzüh ve ihtiyata hamletmiştir. İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ, ay hali başlayınca hanımından ayrı yatarmış, Resûlullah´ın zevcelerinden Meymûne radıyallahu anhâ -ki İbnu Abbâs´ın halasıdır- bunu işitince, haber göndererek: “Sen Resûlullah´ın sünnetinden yüz mü çeviriyorsun Allah´a kasem olsun, O (aleyhissalâtu vesselâm), hayızlı kadınlarından biri ile yatar, aralarında dizleri geçecek kadar bir örtüden başka bir şey bulunmazdı” demiştir. Müteakib hadis de bu hususta muknî bir örnek olacaktır. Âyet-i kerimede gelen “Hayız halindeki kadınlardan uzak kalın!” (Bakara 222) emri, cima yapmayın ma´nâsında anlaşılmıştır.[570]
ـ3841 ـ20ـ وعن عمارة بن غراب: ]أنَّ عَمَّةً لَهُ حَدَّثَتْهُ أنَّهَا سَألَتْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها فَقَالَتْ: إحْدَانَا تَحِيضُ وَلَيْسَ لَهَا وَلِزَوْجِهَا إَّ فِرَاشٌ وَاحِدٌ؟ فَقَالَتْ عَائِشَةُ: أُخْبِرُكِ مَا صَنَعَ رَسُولُ اللّهِ #: دَخَلَ لَيًْ وَأنَا حَائِضٌ فَمَضى إلى مَسْجِدِه قَالَ أبو داود: يعنى مَسْجِدَ بَيْتِهِ فَلَمْ يَنْصَرِفْ حَتّى غَلَبَتْنِى عَيْنَاىَ وَأوْجَعَهُ الْبَرْدُ: فقَالَ: أدْنِى مِنِّى. فَقُلْتُ: إنِّى حَائِضٌ. فقَالَ: وَإنْ اكْشِفِى عَنْ فَخِذَيْكِ. فَكَشَفْتُ فَخِذَىَّ. فَوَضَعَ خَدَّهُ وَصَدْرَهُ عَلى فَخِذَىَّ، وَحَنَيْتُ عَلَيْهِ حَتّى دَفِئَ فَنَامَ[. أخرجه أبو داود.»حَنى عليه« يحنى إذا أنثنى عليه مائ، وحنا عليه يحنو إذا عطف عليه وأشفق .
20. (3841)- Umâre İbnu Gurâb´ın anlattığına göre, bir halası kendisine Hz. Âişe radıyallahu anhâ´dan şöyle sorduğunu anlatmıştır: “Birimiz hayız olduğumuz zaman kocamızla ayrı yatmamız mümkün değil, tek yatağımız var.”
Hz. Âişe şu cevabı vermiştir: “Ben sana Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm´ın yaptığını anlatayım: “Bir gece eve girdi. Ben o sırada ay hali görüyordum. Mescidine geçti. -Ebu Dâvud der ki: “Bundan maksad evindeki namazgahıdır.- (Orada namaz kıldı), fakat bir türlü ayrılmadı. Derken benim gözlerim kapanmış, soğuk da onu üşütmüş. Gelip “Bana yaklaş!” dedi. Ben de: “Hayızlıyım!” dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Öyle de olsa! Uyluklarını aç!” dedi. Uyluklarımı açtım. Göğüs ve yanağını uyluklarımın üzerine koydu. Ben de üzerine eğildim. Isınıp uyuyuncaya kadar böyle durduk.”[571]
ـ3842 ـ21ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت:]كُنْتُ أشْرَبُ مِنَ ا“نَاءِ وَأنَا حَائِضٌ ثُمَّ أُنَاوِلُهُ النّبىَّ # فيَضَعُ فَاهُ على مَوْضِعِ فِيَّ[. أخرجه مسلم بهذا اللفظ .
21. (3842)- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ben hayızlı iken su içer, sonra kabı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a verirdim, O da ağzını, ağzımın değdiği yere koyardı.”[572]
ـ3843 ـ22ـ وأبو داود والنسائي، ولفظهما: ]كُنْتُ أتَعَرَّقُ الْعَرْقَ وَأنَا حَائِضٌ فَأعْطِيهِ رَسُولَ اللّهِ # فَيَضَعُ فَمَهُ فِى الْمَوْضِعِ الَّذِى وَضَعْتُ فَمِىَ فِىهِ[ .
22. (3843)- Ebu Dâvud ve Nesâî´de de şu rivayet gelmiştir: “Ben ay halinde iken etli kemiği dişleyerek yer, sonra da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a uzatırdım. O da ağzını, tam ağzımı koymuş bulunduğum yere koyar(ak yer)dı.”[573]
ـ3844 ـ23ـ وفي أخرى للنسائى: ]أنَّ شُرَيحَ ابْنَ هَانِئِ سَألَ عَائِشَةَ: هَلْ تَأكُلُ المرأةُ مَعَ زَوْجِهَا وَهِىَ طَامِثٌ؟ قَالَتْ: نَعَمْ، كَانَ رسولُ اللّهِ # يَدْعُونِى فَآكُلُ مَعَهُ وَأنَا عَارِكٌ فَكَانَ يَأخُذُ الْعَرْقَ فَيُقْسِمُ عَليَّ فِيهِ فَأخُذُهُ فَأتعَرَّقُ مِنْهُ وَيَضَعُ فَمَهُ حَيْثُ وَضَعْتُ فَمِى مِنَ الْعَرْقِ فَيُقْسِمُ عَليَّ فِيهِ فَأخُذُهُ فَأشْرَبُ مِنْهُ، ثُمَّ أضَعُهُ فَيَأخُذُهُ فَيَشْرَبُ مِنْهُ فَيَضَعُ فَمَهُ حَيْثُ وَضَعْتُ فَمِى مِنَ الْقَدَحِ[ .
»الطامِثُ« المرأة الحائض، وهى العارك.وَ»العَرْق« العظم عليه بقية اللحم.و»تعرَّقه« أكل اللحم الباقي عليه .
23. (3844)- Nesâî´nin bir diğer rivayeti şöyle: “Şureyh İbnu Hâni, Hz. Âişe radıyallahu anhâ´ya: “Bir kadın hayızlı iken kocası ile birlikte yemek yer mi ” diye sordu. Hz. Âişe “Evet dedi, benim kanamam varken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni çağırırdı, ben de onunla birlikte yerdim. (Bu sırada) etli kemiği alır, (bana uzatır, önce benim başlamam için) bana yemin verirdi. Ben de onu alır ve bir miktar dişler (sonra Resûlullah´a uzatırdım). O da ağzını, kemikte tam benim ağzımı koyduğum yere koyar(ak yemeye başlar)dı. İçecek bir şey istediği olur, getirince ondan önce benim içmem için bana yemin verirdi, bunun üzerine ben de kabı alır bir miktar içer, sonra bırakırdım. Bu sefer onu Aleyhissalâtu vesselâm alır, kabın tam benim ağzımı koyduğum yerine ağzını koyarak içerdi.”[574]
ـ3845 ـ24ـ وعن عبداللّه بن سعد ا‘نصارى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَألْتُ النّبىَّ # عَنْ مُؤَاكَلَةِ الحَائِضِ فقَالَ: وَاكِلْهَا[. أخرجه الترمذي .
24. (3845)- Abdullah İbnu Sa´d el-Ensârî radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a hayızlı kadınlarla beraber yemek hususunda sordum. “Onunla beraber yiyin!” buyurdular.”[575]
AÇIKLAMA:
Bu rivayetler, Ashab arasında hayızlı iken kadınlarla beraberlikler hususunda bazı tereddütlerin yaygın olduğunu ve hatta bunun sonradan devam bile ettiğini göstermektedir. Belki de yahudilerdeki tatbikat buna sebep olmuştur. Bahsin başında da geçtiği üzere yahudiler, hayız gören kadınları tam bir tecride tabi tutuyor imişler. Ancak İslam, hayızlı kadını, onlarla cinsî münasebette bulunma yasağı koyma dışında beşerî münâsebetlerden uzaklaştırmamıştır. Yeme, içme ve yatmada beraberliği esas aldığı gibi mübâşerette bulunmaya bile ruhsat tanımıştır. İbadet hususunda sınırlamaya sebep olan hades halinin, maddî değil, hükmî bir pislik olduğunu, kadının eli veya dudağıyla dokunması sebebiyle dokunduğu şeylere bu pisliğin geçmeyeceğini kabul eder. Bu sebepledir ki, Resûlullah Hz. Âişe´ye hayızlı halinde başını yıkatmış, su içtiği kaptan ağzını ağzının değdiği yere koyarak su içmiş, kemik üzerindeki etten ısırdığı yerden ısırarak yemiştir.
Bütün bunlar, hayızlı kadınla münasebetlerin nerelere kadar caiz olduğunu gösterir.[576]
ـ3846 ـ25ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ امْرَأةً قَالَتْ لَهَا: أتُجْزِى إحْدَانَا صََتُهَا إذَا طَهُرَتْ؟ فَقَالَتْ: أحَرُورِيَّةٌ أنْتِ؟ كُنَّا نُحِيضُ مَعَ النَّبِىِّ # فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ وََ نُؤمَرُ بِقَضَاءِ الصََّةِ[. أخرجه الخمسة.»الحَرورية«: جماعة من الخوارج نزلوا قرية تسمى حروراء؛ وقولها أحرورية أنت؟ تريد أنها خالفت السنة وخرجت عن الجماعة كخروج أولئك عن جماعة المسلمين .
25. (3846)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´nın anlattığına göre, bir kadın kendisine: “Temizlendiğimiz zaman kıldığımız mutad namaz bize yeter mi (hayızlı iken kılamadıklarımızın kazası gerekir mi )” diye sormuş, o da şu cevabı vermiştir:
“Sen Harûriyye (Hâricî) misin Biz Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm´la beraberken ay hali gördüğümüzde, tutamadığımız oruçları kaza etmemizi söylerdi, fakat namazların kazasını söylemezdi.”[577]
AÇIKLAMA:
1- Harûrî (müennesi: Harûriyye) Kûfe´ye iki mil mesafedeki Harûra köyüne mensup demektir. Burası, Hâricîlerden bir fırkanın Hz. Ali´ye karşı ilk defa bir araya gelip teşkilatlandıkları yer olduğu için Hâricî ma´nâsında Harûrî denmiştir.
Hz. Âişe´nin, kendisine soru soran kadına: “Sen Harûriyye misin ” demekle, “sen sünneti terk mi ediyorsun, herkesin müşterek tatbikatından ayrı mı kalmak istiyorsun Sünnete göre, hayız halinde kılınmayan namazların kazası yoktur!” demek istemiştir. Hâricî fırkaların hepsinde müşterek olan bir umde (prensip) Kur´an´da geleni esas alıp, sünnetin ilave ettiklerini reddetmektir.
Hz. Âişe radıyallahu anhâ, kendisine soru tevcih eden kadına -ki bazı rivayetler Mü´âze diye tesmiye eder- istifham-ı inkarî tevcih etmiş, sorusunun yersiz olduğunu belirtmiştir.
2- Yeri gelmişken şunu belirtelim ki, hayızlı kadının orucu kaza etmekle birlikte namazı kaza etmeyişini Ulema şöyle izah eder: “Namaz her gün tekerrür etmektedir, zorluk sebebiyle kazasına gerek yoktur. Halbuki oruç öyle değil, o hergün tekerrür etmez, senede bir aydır. Öyleyse onun kazası gerekir.”
Ancak Hz. Âişe, meseleyi: “Resûlullah, ay halinde kılmadığımız namazların kazasını emretmedi” diyerek, daha kestirmeden izahla yetinmiştir.[578]
ـ3847 ـ26ـ وعن أم بُسَّة واسمها مُسَّة ا‘زدية قالت: ]حَجَجْتُ فَدَخَلْتُ عَلى أمِّ سَلَمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها. فَقلْتُ: يا أُمَّ الْمُؤْمِنِينَ، إنَّ سَمُرَةَ بنَ جُنْدبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يأمُرُ النَّسَاءَ أنْ يَقْضِينَ صََةَ الْمَحِيضِ. فَقَالَتْ: َ يَقْضِينَ. كَانَتِ المَرأةُ مِنْ نِسَاءِ رسولِ اللّهِ # تَقْعُدُ فِي النِّفَاسِ أرْبَعِينَ لَيْلَةً َ يَأمُرُهَا النَّبِىُّ # بِقضَاءِ صََةِ النِّفَاسِ[. أخرجه أبو داود .
26. (3847)- İsmi Müssetü´l-Ezdiyye olan Ümmü Büsse anlatıyor: “Hacc yapmıştım. Hacc sırasında Ümmü Seleme radıyallahu anhâ´ya uğradım. Kendisine, “Ey mü´minlerin annesi, Semüre İbnu Cündüb radıyallahu anh, kadınlara, hayız sırasında kılınmayan namazların kazasını emrediyor (ne dersiniz) ” diye sordum, şu cevabı verdi: “Hayır, kaza etmezler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kadınlarından biri, nifas sebebiyle kırk gece (namaz kılmadan) dururdu da, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) nifas namazını kaza etmesini emretmezdi.”[579]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen “Resûlullah´ın kadınları” tabiriyle zevcelerinin kastedilmediği belirtilir. Kadınları diye çevirdiğimiz nisa kelimesi zevce dışındaki kızlar, cariyeler ve yakın akrabaları da içine alır.
2- Tirmizî der ki: “Sahabe, Tâbiîn ve daha sonrakilerden ehl-i ilim, nifas gören (doğum yapan) kadınların kırk gün namazı terkedeceklerinde icma etmişlerdir. Yeter ki, daha önce temizlik hâsıl olmasın. Bu taktirde kadın temizlendiğini farkedince yıkanır ve namazına başlar. Kırk günden sonra kan görmeye devam ederse, âlimler çoğunluk itibariyle: “Kırktan sonra görülen kan sebebiyle namazı terketmez” demiştir. Süfyan Sevrî, İbnu´l-Mübarek, Şâfiî, Ahmed İbnu Hanbel, İshak İbnu Râhûye hep böyle hükmetmiştir.”
Hasan Basrî´nin: “Kan devam ederse elli gün namazı bırakır” dediği, Atâ ve Şa´bî´nin “altmış gün bırakır” dediği rivayet edilmiştir.
Bu görüşlerin en doğrusu ve delili en kuvvetli olanı kırk gün diyendir. Ekalli (asgarî müddeti) için kesin rakam yoktur, temizlenir temizlenmez yıkanıp namaza başlar.[580]
ـ3848 ـ27ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّهَا قَالَتْ فِى المَرأةِ الحَامِلِ تَرَى الدَّمَ: أنَّهَا تَدَعُ الصََّةَ[. أخرجه مالك بغاً .
27. (3848)- Hz. Âişe radıyallahu anhâ, kanama gören hamile kadın hakkında şunu söylemiştir: “Böyle bir kadın namazı bırakır.”[581]
AÇIKLAMA:
Hamile kadının kan görmesini, Hz. Âişe radıyallahu anhâ, onun hayız olması ile yorumladığı için namazı terkedeceğine hükmetmiştir. İbnu´l-Müseyyeb, İbnu Şihab, meşhur görüşünde Mâlik, kavl-i cedidinde Şâfiî ve başkaları hamile kadının hayız göreceği görüşündedirler. Hepsi bu görüşte, Hz. Âişe´den yapılan sadedinde olduğumuz rivayete dayanır.
Ancak Ebu Hanîfe ve Ashabı, Ahmed İbnu Hanbel, Süfyan Sevri hamile kadının hayız olmayacağı görüşündedirler. Bunların en kuvvetli delilleri, cariyenin hayızla hamile olmadığının kabul edilmesi. “Eğer derler, hamile kadın hayız görse idi, hayız haliyle onun hamile olmadığına (istibrasına) hükmedilmezdi.”
Aksi görüşte olanlar şu cevabı verirler: “Hayız halinin, rahmin hamilelikten berî oluşuna delâleti, gâlib duruma göredir. Hamile kadının hayız görme hali pek nadir görülen bir vak´adır. Bu meselede nadirin varlığı galible nakzedilemez.”[582]
ـ3849 ـ28ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما أنهُ قالَ: ]َ تَقْرَأُ الحَائِضُ وََ الْجُنُبُ شَيْئاً مِنَ الْقُرآنِ[. أخرجه الترمذي .
28. (3849)- İbnu Ömer radıyallahu anhümâ: “Ne hayızlı kadın ne de cünüp kimse Kur´an´dan hiçbir şey okuyamaz” buyurdu.[583]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet cünüb ve hayızlının Kur´an´dan az veya çok bir parça okuyamayacağını ifade etmektedir. Bu babta hepsi de zayıf olan bir kısım rivayetler gelmiştir. Ulema bunların birbirlerini destekliğini ve ortaya çıkan hükümle amel etmek gerektiğini söylemiştir.
Tirmizî der ki: “Sahabe, Tâbiîn ve daha sonra gelen ehl-i ilmin çoğu bu görüştedir. Süfyan Sevrî, İbnu´l-Mubârek, Şafiî, Ahmed ve İshak: “Ne hayızlı, ne cünüb Kur´an´dan hiçbir şey okuyamazlar, sadece bir âyetin bir tarafını, bir harfi ve benzer bir şeyi okuyabilirler. Cünüb, ve hayızlının tesbih ve tehlil getirmesine ruhsat tanınmıştır” demişlerdir.
2- Cünüb ve hayızlının Kur´an okumasına çoğunluğun haram dediği belirtildiğine göre, azınlık tarafından ileri sürülen bazı istisnâî görüşler olmalıdır. Onların da bilinmesi faydalıdır:
* İbrahim Nehâî, cünüb kimsenin bir âyet okumasında bir beis görmezmiş.
* İbnu Abbâs´ın da cünübün Kur´an okumasında bir beis görmediği rivayet edilmiştir. Bunlar Resûlullah´ın bütün hallerinde Allah´ı zikrettiğine dair rivayeti esas alırlar. Ayrıca, hacc sırasında hayız olan Hz. Âişe´ye, “tavaf dışında hacıların bütün yaptıklarını yapmasını” emretmiştir. Hacıların yaptıkları arasında zikir, telbiye, dua, kıraat hepsi olduğuna göre, bunlar caiz olmalıdır demişlerdir. Tavafın yasaklanışı onun hususi bir namaz olması sebebiyledir.
Buhârî de bu görüşü iltizam ettiğine imada bulunmuştur.
3- Mezhebimizde (Hanefî) esas olan şudur:
* Cünüb ve hayızlı kimseler, gusletmedikçe namaz kılamaz, Kur´an kasdıyla bir ayet bile okuyamaz. Ancak dua ve senaya dair âyetleri, Kur´an niyetiyle değil, dua ve sena niyetiyle okuyabilir, caizdir. Söz gelimi cünüb olan veya âdet gören bir kadın, dua niyetiyle Fatiha´yı okuyabilir.
Bu durumda çocuklara, kelime kelime Kur´an öğretmenin caiz olduğu da söylenmiştir.
* Kur´an-ı Kerim´e bir, hatta yarım âyet olsun el sürülemez. Mushaf elle tutulamaz. Mushaf´a bağlı olmayan bir kılıf, bir havlu ile tutulabilir. Çanta veya sandıkta ise bu kaldırılabilir. Bunda beis yoktur.
* Ka´be tavaf edilemez, zaruret olmadan mescide girilemez.
* Âyet yazılı levha ve parayı da elle tutamaz.
4- Cünüb veya hayızlıya yıkanmadan önce mekruh olan işler:
* Dinî kitapları elle tutup okumak.
* Elini, ağzını yıkamadan yiyip içmek.
* Elde tutulmayıp, yerde duran bir kağıda Kur´an yazmak.
Cünüb ve hayızlı kimse Kur´an´a bakabilir, bu mekruh değildir.
Not: Bahsin sonuna yani 3865. hadisten sonra hayız halinde temizlik üzerine bir açıklama koyacağız.[584]
İKİNCİ FASIL
İSTİHÂZE VE NİFAS HAKKINDA
UMUMÎ AÇIKLAMA:
İstihâze, hayız kanı olmayan, bir özre binaen kadından gelen kana denir. İstihâze kanaması olan kadına müstehâze denir, bir bakıma özürlü demektir. Hayızlı ile müstehâze´nin dinî bakımdan tabi oldukları hükümler farklıdır. Önceki fasılda hayızlının ahkamını gördük. Bu fasılda müstehâze ile ilgili bazı hususi durumları mevzubahis eden hadisleri göreceğiz.[585]
ـ3850 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ أُمَّ حَبِىبَةَ بِنْتِ جَحْشٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْها اسْتُحِيضَتْ سَبْعَ سِنِينَ فَسَأَلتْ رسولَ اللّهِ #. فَأمَرَهَا أنْ تَغْتَسِلَ، وقالَ هذَا عِرْقٌ، فَكَانَتْ تَغْتَسِلُ لِكُلِّ صََةٍ[. أخرجه الخمسة، وهذا لفظ البخاري .
1. (3850)- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ümmü Habîbe bintu Cahş radıyallahu anhâ tam yedi yıl boyu istihâze kanı gördü. Ne yapacağı hususunda Resûlullah´a sordu. Aleyhissalâtu vesselâm yıkanmasını emretti ve “Bu, damar (kanıdır)” dedi. Ümmü Habîbe her namazda yıkanırdı.”[586]
ـ3851 ـ2ـ ولمسلم: ]أنَّ أُمِّ حَبِيبَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها الَّتِى كَانَتْ تَحْتَ عِبْدِالرَّحْمنِ ابنِ عَوْفٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه شَكَتَْ إلى رَسُولِ اللّهِ # الدَّمَ. فقَالَ لَهَا: امْكُنِى قَدْرَ مَا كَانَتْ تَحْبِسُكِ حَيْضَتُكِ ثُمَّ اغْتَسِلِِى. فَكَانَتْ تَغْتَسِلُ عِنْدَ كُلِّ صََةٍ[ .
2. (3851)- Müslim´in bir rivayeti şöyledir: “Ümmü Habîbe radıyallahu anhâ -ki Abdurrahman İbnu Avf´ın nikahı altında idi- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a kanamasından şikayet etti. Ona şu tavsiyede bulundu: “Hayız (müddetin normalde ne kadar devam ediyor ve) seni bekletiyor idiyse o müddetce bekle, sonra yıkan!” Ümmü Habibe her namazda yıkanırdı.”[587]
ـ3852 ـ3ـ وله في أخرى، قالتْ عَائِشَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]كَانَتْ تَغْتَسِلُ فِى مِرْكَنٍ في حُجْرَةِ أخْتِهَا زَيْنَبَ بِنْتِ جَحْشٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْها حَتّى تَغْلُوَ حُمْرَةُ الدَّمِ المَاءَ[ .
3. (3852)- Müslim´in bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: “Hz. Âişe dedi ki: “Ümmü Habîbe, kız kardeşi Zeyneb Bintu Cahş´ın hücresinde bir leğenin içinde yıkanırdı. Kanın kızıllığı (bazan) suya galebe çalardı.”[588]
ـ3853 ـ4ـ وعند النسائي: ]أنَّ أُمَّ حَبِيبَةَ اسْتُحِيضَتْ َ تَطْهُرُ، فَذُكِرَ شَأنُهَا لِرَسُولِ اللّهِ فقَالَ: لَيْسَتْ بِالْحِيْضَةِ، وَلَكِنَّهَا رَكْضَةٌ مِنَ الرَّحِيمِ، لِتَنْظُرْ قَدْرَ أقْرَائِهَا الَّتِى كَانَتْ تَحِيضُ بِهَا فَتَتْرُكَ الصََّةَ ثُمَّ تَنْتَظِرُ بَعْدَ ذلِكَ فَتَغْتَسِلُ عِنْدَ كُلِّ صََةٍ[ .
4. (3853)- Nesâî´nin rivayeti şöyledir: “Ümmü Habibe müstehâze idi (devamlı kanaması olurdu), hiç temiz olmazdı. Durumu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a söylenmişti. Şöyle buyurdular: “Bu, hayız değildir, rahimin bir rahatsızlığıdır. Normal zamanda hayız kanının geldiği kirlilik müddetine baksın. (Her ay) o müddet boyunca namazını terketsin. Sonra bu müddet çıkınca her namaz vaktinde yıkansın.”[589]
ـ3854 ـ5ـ وله في أخرى: ]أمَرَنَا أنْ تَتْرُكَ الصََّةَ قَدْرَ أقْرَائِهَا وَحَيْضَتِهَا وَتَغْتَسِلَ وَتُصَلِّى. فَكَانَتْ تَغْتَسِلُ عِنْدَ كُلِّ صََةٍ[ .
5. (3854)- Nesâî´nin bir diğer rivayeti şöyle: “Ümmü Habibe radıyallahu anhâ´ya Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (Her ayda) hayız olup kirli bulunduğu kadar namazı terketmesini, sonra yıkanıp namazını kılmasını emretti. O, her namaz vaktinde yıkanırdı.” [590]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayetlerde adı geçen istihâzeli kadın Ümmü Habîbe Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın baldızıdır. Yani, ümmühâtu´l- mü´ minîn olma şerefine eren yüce validemiz Zeyneb Bintu Cahş radıyallahu anhâ´nın kız kardeşidir.
Rivayetten de sarih olarak anlaşıldığı üzere müzmin bir kanama haline dûçardır. Öyle ki yıkandığı zaman kanın rengi suyun rengini kızıla boyamaktadır.
2- Hadislerde Resûlullah´ın tavsiyesi bazan “her vakit için abdest al ve namaz kıl” şeklindedir, bazı rivayetlerde ise “…her vakit için yıkan ve namazı kıl” şeklindedir.
Ayrıca Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ümmü Habîbe´ye verdiği yıkanma emri bazı rivayetlerde mutlaktır. Bu çeşit emirden her namaz için yıkanma gereği anlaşılabildiği gibi, bazan yıkanmanın yeteceği de anlaşılabilir. Ebu Dâvud´da gelen bir rivayette yıkanma emri her namaz için olmaktadır.
Rivayetlerdeki bu farklılıklara tabi olarak, fukaha da meseleyi farklı şekillerde hükme bağlamıştır:
* Cumhur, her namaz için yeni bir abdest almasına hükmetmiş, bu abdestle, eda veya kaza sadece bir namaz kılabileceğini söylemiştir. Aynı vakitte ikinci bir namaz için yeni bir abdest almalıdır.
* Hanefîlere göre, abdest namaz vaktiyle ilgilidir. Öyleyse, vakit girince aldığı abdestle, hem o vaktin farzını hem de o vakit içinde dilediği kadar başka kaza namazları kılabilir.
* Malikîlere göre, kadının her bir namaz için abdest alması müstehabtır, vacib değildir. Yeter ki kanama dışında bir başka hades vukua gelmesin.
* Ahmed İbnu Hanbel ve İshak İbnu Râhûye ise: “Kadının, her namaz vaktinde gusletmesi ihtiyata uygundur” demişlerdir.
3- Hadis, bir kadının, kadınlıkla ilgili meselelerini bir erkekten bizzat sormasının caiz olduğnu göstermektedir.
4- Hadiste, kadının, hayız kanını istihâze kanından tefrik edebildiği takdirde, bunu hayız itibar edeceğine, böylece hayız zamanının başlangıç ve bitme vaktine kendisinin karar verebileceğine delil vardır. Böylece hayız müddeti bittikten sonraki kanamaları istihâze kanı sayılır ve mezhebine göre, yukarda açıklanan şekilde amel eder. Sözgelimi Hanefî ise, vakit girince abdestini tazeler, o abdestle ikinci bir namaz vakti girinceye kadar özür kanaması sebebiyle abdesti bozulmamış sayılır ve dilediği kadar namaz kılabilir, Kur´an´a el sürebilir, camiye girebilir vs. Yani abdestliye caiz olan amellerin hepsini yapabilir.[591]
ـ3855 ـ6ـ وعن حمنة بنت جحش رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كُنْتُ أسْتَحَاضُ فِي بَيْتِ أُخْتِى زَيْنَبَ بِنْتِ جَحْشٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْها. فَقَلْتُ يا رَسُولَ اللّهِ: إنِّى أسْتَحَاضُ حَيْضَةً كَثِيرَةً شَدِيدَةً، فَمَا تَرَى فِيهَا؟ قَدْ مَنَعَتْنِى الصََّة وَالصَّوْمَ. قالَ: أنْعَتُ لَكِ الكُرْسُفَ فَإنَّهُ يُذْهِبُ الدَّمَ. قَالَتْ: هُوَ أكْثَرُ مِنْ ذلِكَ. قالَ: فَاتَّخِذِى ثَوْباً. قَالَتْ: هُوَ أكْثَرُ مِنْ ذلِكَ. إنَّمَا أثُجُّ ثَجّاً. قالَ رَسُولُ اللّهِ #: سَأمُرُكِ بِأمْرَيْنِ، أيُّهُمَا فَعَلْتِ أجْزأ عَنْكِ مِنَ اŒخَرِ، وَإنْ قَوِيتِ عَلَيْهِمَا فَأنْتِ أعْلَمُ. قَالَ لَهَا: إنَّمَا هذِهِ رَكْضَةٌ مِنْ رَكَضَاتِ الشَّيْطَانِ، فَتَحَيَّضِى سِتَّةَ أيَّامٍ أوْسَبْعَةَ أيَّامٍ فِي عِلْمِ اللّهِ ثُمَّ اغْتَسِلِى حَتّى إذَا رَأيْتِ أنَّكِ قَدْ طَهُرْتِ وَاسْتَنْقَأتِ فَصلّى ثَثاً وَعِشْرِينَ لَيْلَةً أوْ أرْبَعاً وَعِشْرِينَ لَيْلَةً وأيَّامُهَا وَصُومِى. فإنَّ ذلِكَ يُجْزِئُكِ، وَكذلِكِ فَافْعَلِى فِي كُلِّ شَهْرٍ كَمَا تَحَيَّضُ النِّسَاءُ وَكَما يَطْهُرْنَ لِمِيقَاتِ حَيْضِهِنَّ وَطُهْرِهِنَّ، وَإنْ قَوِيْتِ عَلى أنْ تُؤُخِّرِى الظُّهْرَ وَتُعَجِّلِينَ الْعَصْرَ فَتَغْتَسِلِينَ وَتَجْمَعِينَ بَيْنَ الصََّتَيْنَ الظُّهْرِ وَالْعَصْرِ، وَتُؤَخِّرِينَ المَغْرِبَ وَتُعَجِّلِينَ الْعِشَاءَ، ثُمَّ تَغْتَسِلِينَ وَتَجْمَعِينَ بَيْنَ الصََّتَيْنِ فَافْعَلِى، وَتَغْتَسِلِينَ مَعَ الْفَجْرِ فَافْعَلِى، وَصُومِى إنْ قَدَرْتِ عَلى ذلِكِ قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: وَهذَا أعْجَبُ ا‘مْرَيْنِ إلىَّ؛ وَبَعْضُ الرُّوَاةِ قالَ: قالتْ حَمْنَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها هذا أعْجَبُ ا‘مْرَيْنِ إليَّ، وَلَمْ يَجْعَلهُ مِنْ قَوْلِ النَّبِىِّ
#[. أخرجه أبو داود واللفظ له، الترمذي لنحوه.وعنده بدل قوله: »فَاتَّخِذِى ثَوْباً فَتَلَجَّمِى«.»الثّجُّ«: السيل، وأرادت أنه يجرى كثيراً. و»الرَّكضةُ«: الضربة والدفعة.و»التلجم«: كاستثفار وهو أن تسدّ المرأة فرجها بخرقة عريضة توثق الدم .
6. (3855)- Hamne Bintu Cahş radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ben, kızkardeşim Zeyneb Bintu Cahş radıyallahu anhâ´nın yanındaydım, istihâze kanamam vardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm´a:
“Ey Allah´ın Resûlü! Ben çok şiddetli şekilde istihâze kanamasına maruzum, bu hususta ne tavsiye edersiniz Bu hal benim namaz ve orucuma mani oluyor” dedim. Bana:
“Sana pamuğu vasfeyliyeyim: O, kanı gidericidir (fercine pamuk koy)” buyurdular. Ben:
“Ama akıntı pamuğun mani olacağı miktardan çok fazla!” dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Öyleyse bez kullan!” buyurdular. Ben:
“Akıntı bezin durduracağı miktardan da fazla! Şarıl şarıl akıyor” dedim. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm dedi ki:
“Sana iki şey söyleyeceğim, hangisini yaparsan, diğerinin de yerine geçer. İkisini de yapabilecek durumdaysan birini seçmek sana ait, dilediğini seç! Bu kanama, şeytanın tekmelerinden bir tekme(si yani zarar vermesi)dir. Sen kendini Allah´ın ilminde altı yedi gün hayızlı bil (orucu ve namazı terket). Sonra yıkan ve kendini hayızdan temizlenmiş bil ve yirmiüç veya yirmidört gece ve gündüz namaz kıl, (bu esnada farz veya nafile) oruç tut. Bu, sana yeterlidir. Kadınların her ay hayız görmeleri, hayızlı ve temizlik günlerinin olması gibi, bu şekilde senin de hayız ve temizlik günlerin olacak. (Bu, sana söyleyeceğim iki şeyden birincisidir. İkinci hususa gelince, o da şudur): Eğer öğleyi te´hir ve ikindiyi de ta´cil edip, ikisi için gusletmeye gücün yeterse öğle ile ikindiyi birleştir. Keza akşamı geciktirip yatsıyı tacil etmek, sonra da gusletmek suretiyle de bu iki namazı birleştir. Sabah için de ayrıca guslet. Bu şekle gücün yeterse orucunu da böylece tutarsın.”
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (birini seçmede beni muhayyer bıraktığı bu iki tarzı zikrettikten sonra ilaveten dedi ki: “Bu, (ikincisi, zikrettiğim) tarz, benim daha çok hoşuma gidenidir.”
Râvilerden biri dedi ki: “Hamne radıyallahu anhâ dedi ki: “Bu, iki tarzdan benim daha çok hoşuma gidenidir. Ravî böylece, bu sözün Resûlullah´a ait olmayıp Hamne´ye ait olduğunu ifade etmiş oldu.”[592]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, önceki hadiste ismi geçen Ümmü Habîbe´nin kardeşi Hamne´nin de istihâzeli bir kadın olduğunu göstermektedir. Bazı şârihler rivayetlerde gelen bilgilere dayanarak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında müstehâze olan kadınların isimlerini tadâd eder: Ümmü Habîbe Bintu Cahş ve bunun iki kız kardeşi: Zeyneb ve Hamne; Resûlullah´ın zevcelerinden Meymûne´nin anne bir kızkardeşi Esma, Fatıma Bintu Ebî Hubeyş, Sehle Bintu Süheyl, Sevde Bintü Zema´a (Resûlullah´ın zevcesi), Zeynep Bintu Ümmü Seleme, Esma el-Hârisiyye ve Bâdiye Bintu Gaylân. Bunlardan bazılarıyla ilgili rivayet gelecek.
2- Şârih Hattâbî, hadiste geçen “altıyedi gün” tabirini Resûlullah´ın tahdid maksadıyla zikretmeyip, emsalinin durumuna göre itibar etmesine bir işaret olarak zikrettiğini belirtir. Bu sebeple “…altı veya yedi…” şeklinde olması gereken tercümeyi altıyedi şeklinde yapmayı uygun bulduk. Yani kadın, normal hayız müddetinin hatırlıyabilirse onu esas alacaktır. Bu müddetin, Hanefîlere göre 3 ile 10 gün arasında değiştiğini belirtmiş idik. Hatırlayamazsa -ki böylelerine fıkhen mütehayyire denir- ailesindeki, kendi yaşındaki emsallerine göre takdir edecektir. Resûlullah bu takdirde telmîhan 6-7 demiş olmalıdır. Hanefîler mütehayyire´nin zann-ı galible hareket edeceğini, daha da olmazsa ihtiyaten azami müddet olan 10 günü esas alıp, kendini her ay on gün hayızlı addedeceğini söyler.
3- “Allah´ın ilminde…” ifadesi ile senin altı gün mü yedi gün mü hayızlı olduğunu Allah bilir. Bu müddet seninle Allah arasındadır, O senin ne miktar tayin edeceğini bilir” veya “Allah´ın hükmünde yani sana emrettiğim Allah´ın hükmüyledir”, “Allah sana kadınlarının âdetini bildirmektedir: Altı veya yedidir” şeklinde farklı ma´nâların kasdedilmiş olduğuna şârihler dikkat çekmiştir.
4- Hiç kesilmeyen kanamaya (istihâzeye) maruz kalan kadına Resûlullah iki yol tavsiye etmektedir ki, kadın bunlardan birini tercihte muhayyerdir:
1) Her ayda muayyen günlerde kendini hayızlı addedip diğer günlerde temiz bilmek ve temizlik günlerinde önceki hadiste açıklandığı şekilde, kendini özürlü addederek özürlülerin tabi olacağı şartlara göre namazını kılıp, orucunu tutmaktır.
2) Kendini her gün, bazı kayıtlarla, ibadet yapacak şekilde temiz addetmektir: Yani öğle ile ikindiyi, ikindinin ilk vakti girerken; akşamla yatısıyı da yatsının ilk vakti girerken birleştirerek gusül üzerine kılmaktır. Bu şıkta meşakkat fazladır. Çünkü günde üç kere yıkanma mevzu bahistir:
1) Sabah namazı için yıkanmak,
2) Öğle-ikindi namazları için yıkanmak,
3) Akşamyatsı namazları için yıkanmak.
Bu tarzda ayrıca ayın her gününde namaz kılmak durumu da mevcuttur. Meşekkati fazla olduğu için Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm -veya Hamne radıyallahu anhâ- bu tarzın “daha hoş” olduğunu söylemiştir. Çünkü ücreti fazladır. Ücret meşakkat nisbetinde artar.
Hadisin ma´nâsı yukarıda açıkladığımız şekilde olmakla birlikte, bu ma´nâ üzere amelde bazı tereddütler hasıl olmuştur. Hanefîler âdet görmeye başlayan müstehâze için, Hz. Âişe´den Müslim´de gelen ve 3851 numarada kaydedilen hadiste geçen اَمْكُنِ قَدْرَمَا كَانَتْ تَحْبِسُكِ حَيْضَتُكِ ثُمَّ اَغْتَسِلِى emr-i nebevîsini esas kılmıştır. Yani önceki âdet müddetini esas alıp ona göre amel edecektir. Mütehayyire ise zann-ı galible hayız müddetini tesbit edecektir, zann-ı galibte bulunamazsa ihtiyatı esas alır ve azami hayız müddeti olan 10 güne göre kendini hayızlı bilir. Yeni hayız görmeye başlayan bir kız aynı zamanda istihâzeye de maruz olursa, hayızla istihâze kanını ayırdedebiliyorsa, kendi hayız müddetini bu yolla tesbit eder. Zira hadiste: “Kan, hayız kanı ise bu siyahtır, renginden bilinir” buyurulmuştur. Âdetini tefrik edemeyecek durumda olan için sadedinde olduğumuz Hamne hadisinde belirtilen 6-7 ile amel eder, zira bu kadınların çoğunluğunun durumunu dile getirmektedir diyen de olmuştur. Şâfiî hazretleri, böyle durumdaki kızın -şek ile namazın terki caiz olmaz kaziyesinden hareketle- hayız müddetinin en azı olan bir gece ve gündüzü esas alıp, ondan sonrasını temiz addetmesi, yıkanıp namazlarını kılması gereğine hükmetmiştir.[593]
ـ3856 ـ7ـ وعن أسماء بنت عميس رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ إنَّ فَاطِمَةَ بِنْتِ أبِى حُبَيْشٍ اسْتُحِيضتْ مُنْذُ كَذَا وَكَذَا فَلَمْ تُصَلِّ. فقَالَ: سُبْحَانَ اللّهِ! هذَا مِنَ الشَّيْطَانِ، لِتَجْلِسْ فى مِرْكَنٍ. فَإذَا رَاَتْ صُفَرَةً فَوْقَ المَاءِ فَلْتَغْتَسِلْ لِلظُّهْرِ وَالْعَصْرِ غُسًْ وَاحِداً، وتَغْتَسِلْ لِلْمَغْرِبِ وَالْعِشَاءِ غُسًْ وَاحِداً، وَتَغْتَسِلْ لِلْظُّهْرِ وَالْعَصْرِ غُسًْ وَاحِداً، واَغْتَسِلْ لِلْمَغْرِبِ وَالْعِشَاءِ غُسًْ وَاحِداً، وَتَغْتَسِلْ لِلْفَجْرِ غُسًْ وَاحِداً، وَتَوضَّأْ فِيمَا بَيْنَ ذلِكَ. قالَ ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما لَمّا اشْتَدّ علَيْهَا الغُسْلُ أمَرَهَا أنْ تَجْمَعَ بَيْنَ الصََّتَيْنِ[. أخرجه أبو داود .
7. (3856)- Esma Bintu Umeys radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ey Allah´ın Resûlü! dedim. Fatıma Bintu Ebî Hubeyş, şu şu kadar zamandan beri kanama geçiriyor, namazı bıraktı!” (Bu sözün üzerine Aleyhissalâtu vesselâm):
“Sübhanallah! (hiç namaz bırakılır mı ) Bu şeytandan (bir oyun. Kapılmamalıydı. Söyleyin ona), bir leğene (su koyup içine) otursun. Eğer suyun üstünde (kanamadan hâsıl olan) bir sarılık görürse, öğle ve ikindi için tek bir gusül yapsın; akşam ve yatsı için de tek bir gusül yapsın. Sabah için de ayrı bir gusül yapsın. Bu arada (kılacağı namazlar için) abdest alsın” buyurdular.” İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ der ki: “(Her namaz için) gusletmek, kadıncağıza zor gelmeye başlayınca iki namazın arasını birleştirmeyi emretmişti.”[594]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kanaması olan Fatıma Bintu Ebî Hubeyş´in, içerisinde su bulunan bir leğene oturmasını söylemesinin sebebi, kanamanın hayız kanaması mı, istihaze kanaması mı olduğunu tefrik etmesi içindir. Çünkü, kan suyun üzerinde sarı renk hâsıl ederse bu müstehâze kanıdır. Başkaca bir renk ise da hayızdır.
Bu muamele, kanamanın mahiyetini tesbit içindir. Yıkanma işi bu suyun içinde olmaz. Zira su artık necis olmuştur, leğenin dışında yıkanmalı veya o suyu döktükten sonra leğeni temizlik âdâbına uygun olarak bu maksadla kullanmalıdır.
2- “Bu arada abdest alsın”dan maksad, mesela öğle ile ikinde için yıkanmışsa, “ikindi namazını kılmaya ayrıca abdest alsın” demektir. Akşamla yatsı için yıkanmışsa, “yatsı namazını kılmazdan önce abdest alsın” demektir. Bu meseledeki mezheplerin görüş farklılıklarını daha önce belirtmiştik (3854. hadis).[595]
ـ3857 ـ8ـ وعن أم سلمة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]إنَّ امْرَأةً كَانَتْ تَهْرَاقُ الدِّمَاءَ عَلى عَهْدِ رَسُولِ اللّهِ #. فَاسْتَفْتَتْ لَهَا أُمُّ سَلَمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها النَّبىَّ #، فقَالَ: لِتَنْظُرْ عَدَدَ ا‘يَّامِ وَاللَّيَالِى الَّتِى كَانَتْ تَحِيضُ فِيهَا مِنَ الشَّهْرِ قَبْلَ أنْ يُصِيبَهَا الَّذِى أصَابَهَا فَلْتَتْرُكِ الصََّةَ قَدْرَ ذلِكَ مِنَ الشَّهْرِ، فَإذَا خَلَّقتْ ذلِكَ فَلْتَغْتَسِلْ، ثُمَّ لَتَسْتَثفِرْ بَثَوْبٍ ثُمَّ لِتُصَلِّ[. أخرجه ا‘ربعة إ الترمذي .
8. (3857)- Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında bir kadının kanaması vardı. Ümmü Seleme radıyallahu anhâ, onun adına, hükmü, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm´dan soruverdi. Resûlullah:
“İstihâze kanı başlamazdan önce, bir ay içerisinde, kaç gün ve gece hayız kanı gelmekte olduğuna baksın, her ay o kadar müddette namazı terketsin. Bu zaman çıkınca hemen yıkansın ve (fercine pamuk koyup) bir bezle sargı yaparak namazını kılsın.”[596]
AÇIKLAMA:
1- en-Nihâye´de istisfâr için şu açıklama yapılır: “Kadının, pamuk tıkadıktan sonra, fercini genişce bir bezle sarıp bezin iki ucu üst üste kavuşunca ortasından bir şeyle bağlamasıdır. Böylece kanın akmasına mani olur.”
2- Bu hüküm, özür (istihâze) kanı başlamazdan önce ayın hangi günlerinde hayız gördüğünü bilen kadının hükmüdür. O müddet boyunca kendini hayızlı bilir, müddet dolunca yıkanır ve artık kanamaya rağmen temiz sayılır. Şu farkla ki her vakit için abdest tazeleyecektir, tıpkı diğer özür sahipleri gibi.
3- Bu hadisi esas alan bazı âlimler: “Âdet görmekte olan bir kadın, istihâze kanamasına dûçar olunca, bu kanama sırasında, âdet kanamasını temyiz edebilse de edemese de, temyizi âdetine tevafuk etse de etmese de, eski âdet durumuna göre hareket eder” diye hüküm vermiştir.[597]
ـ3858 ـ9ـ وعن سُمَىٍّ مولى بن أبي بكر بن عبدالرحمن: ]إنَّ القَعْقَاعَ وَزَيْدَ بنَ أسْلَمٍ أرْسََهُ إلى سَعِيد بنِ المُسَيِّبِ رَحِمَهُ اللّهُ. يَسْألُهُ: كَيْفَ تَغْتَسِلُ المُسْتَحَاضَةُ؟ قالَ: تَغْتَسِلُ مِنْ ظُهْرٍ إلى ظُهْرٍ وَتَتَوضَّأُ لِكُلِّ صََةٍ فَإنْ غَلَبَها الدّمُ اسْتَثْفَرَتْ بِثَوْبٍ[. أخرجه أبو داود.قال: وكذلك: روى عن ابن عمر وأنس رَضِيَ اللّهُ عَنْهم، وهو قال سالم بن عبداللّه والحسن وعطاء رحمهم اللّه.وقال مالك: أظن حديث ابن المسيب من طهر إلى طهر، إنما هو من ظهر إلى ظهر ولكن الوهم دخل فيه.ورواه المسور بن عبدالملك فقال فيه: من طهر إلى طهر. فقلبها الناس من ظهر إلى ظهر. قلت: ذكر القاضى عياض أن رواية المعجمة صحيحة. واللّه أعلم .
9. (3858)- Sümeyy Mevla İbnu Ebî Bekr İbni Abdirrahman anlatıyor: “Ka´ka ve Zeyd İbnu Eslem, beni, Saîd İbnu Meseyyeb rahimehullah´a gönderip müstehâzenin nasıl yıkanacağını sordular. Saîd şöyle açıkladı: “Müstehâze, öğleden öğleye yıkanır ve her namaz için abdest alır. Şayet kan galebe çalacak olursa bir bezle sargı yapar.”[598]
(Ebu Dâvud) der ki: “İbnu Ömer ve Enes radıyallahu anhüm´den de bu şekilde (yani “öğleden öğleye yıkanır” diye) rivayet edildi. Bu, aynı zamanda Sâlim İbnu Abdillah, Hasan Basrî ve Atâ rahimehumullah´ın görüşüdür.”
İmam Mâlik dedi ki: “Zannım o ki, İbnu Müseyyeb´in hadisi “temizlik vaktinden temizlik vaktine” olacaktı: “öğle vaktinden öğle vaktine” şeklinde gelmiştir. Herhalde buna bir vehim karışmış.”
Bu hadisi el-Misver İbnu Abdilmelik de rivayet etmiştir. Onun rivayetinde de “temizlik vaktinden temizlik vaktine” şeklinde gelmiştir. Şu halde râviler bunu “öğleden öğleye” diye çevirmiş olmalı. Derim ki:[599] “Kadi İyaz´ın zikrine göre, مِنْ ظُهْرٍ إلى ظُهْرٍ şeklinde noktalı rivayet sahihtir. Doğruyu Allah bilir.”[600]
AÇIKLAMA:
Bu rivayete göre, İbnu Müseyyeb, müstahâze´nin öğleden öğleye yıkanacağına fetva vermiştir. Hatta, Ebu Dâvud, Abdullah İbnu Ömer ve Enes Hazretlerinden de bu şekilde rivayet olduğunu, Hasan Basrî, Sâlim, Atâ gibi tâbiîn büyüklerinin de bu görüşte olduklarını kaydeder.
Ancak ne var ki, İmam Mâlik bu rivayette bir tashif olacağı kanaatindedir. İmla noktasız olarak مِنْ طُهْرٍ إلى طُهْرٍ şeklinde olmalıdır. Bu durumda ma´nâ, müstehaze´nin temizlik vaktinden temizlik vaktine yıkanacağını ifade eder. Bu ise hayzın inkıta vakti demektir. Yani yıkanma öğleden öğleye değil, hayız kanamasının kesilme anında yapılıp müteakip kesilmesi anına kadar yapılmayacaktır, tıpkı, müstehâze olmayan normal kadındaki gibi. Hattâbî de İmam Mâlik´in görüşüne katılır ve: “Çünkü, müstehâzenin öğleden öğleye yıkanmasının bir ma´nâsı yoktur” der. İlaveten hiçbir fakihin böyle bir kavline rastlamadığını belirtir ve doğrusunun مِنْ طُهْرٍ إلى طُهْرٍ
olması gerektiğini te´yid eder.
Münakaşaya dahil olan Ebu Bekr İbnu´l Arabî, Hattâbî´ye katılmaz ve der ki: “Onun istib´adı doğru değildir. Çünkü, müstehâze olan kadından, sebep olduğu meşakkat sebebiyle her namazda yıkanmak düşecek olursa, hiç olsun günde bir sefer, öğlenin sıcak vaktinde yıkanır, bu da temizlik için uygundur.”[601]
ـ3859 ـ10ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]المُسْتَحَاضةُ إذَا انْقَضَى حَيْضُهَا اغْتَسلَتْ كُلَّ يَوْمٍ وَاتّخَذَتْ صُوفَةً فِيهَا سَمْنٌ أوْزَيْتٌ[. أخرجه أبو داود .
10. (3859)- Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Müstehâze, hayız müddeti sona erince her gün yıkanır. Üzerine tereyağı veya zeytinyağı sürülmüş bir yün kullanır.”[602]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, bir önceki rivayette gelen “öğle” kaydını kaldırmaktadır. Yani, istihâzesi olan kadın her gün yıkanmalı, ancak hangi saatte yıkanacağı hususunda bağlayıcı bir kayıt mevcut değildir. Hz. Ali radıyallahu anh´ın şahsî fetvası olduğu anlaşılan bu rivayette, müstahâze olan kadınlara bir başka tavsiye daha yapılmaktadır: Ferclerinin üzerine tereyağı veya zeytinyağı sürülmüş bir yün parçası bağlamak. Şârihler, yağın, kanamaya sebep olan damarı yumuşatarak kanamayı durduracağını belirtirler.[603]
ـ3860 ـ11ـ وعن عبداللّه بن سفيان قال: ]سَألتُ امْرَأةٌْ ابنَ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فقَالَتْ: إنِّى أقْبَلْتُ أُرِيدُ أن أُطُوفَ بِالْبَيْتِ، حَتّى إذَا كُنْتُ عِنْدَ بَابِ الْمَسْجِدِ هَرَقَتِ الدِّمَاءُ فَرَجَعْتُ حَتّى ذَهَبَ ذلِكَ عَنِّى. ثُمَّ اغْتَسَلْتُ حتّى إذَا كُنْتُ عِنْدَ بَابِ الْمَسْجِدِ هَرَقَتِ الدِّمَاءُ ثُمَّ جِئْتُ فكذلِكَ فقَالَ: إنَّمَا ذلِكَ رَكْضَةٌ مِنَ الشَّيْطَانِ فَاغْتَسِلِى ثُمَّ اسْتَثْفِرِى بِثَوْبٍ، ثُمَّ طُوفى[. أخرجه مالك .
11. (3860)- Abdullah İbnu Süfyan rahimehullah anlatıyor: “Bir kadın, İbnu Ömer radıyallahu anhümâ´ya şöyle sordu: “Kabe´yi ziyaret maksadıyla gelmiştim. Tam Mescid-i Haram´ın kapısına geldiğim sırada kanamam başladı ve derhal geri dönüp, kanama duruncaya kadar bekledim. Sonra yıkandım. Tekrar tavaf için geldiğimde, kapının yanında yine kan geldi. Aynı şekilde geri döndüm, size geldim.” Abdullah şu cevabı verdi: “Bu şeytandan gelen bir zarardır. Bu durumda yıkan. Pamuk tıkayarak bir bez bağla, sonra da tavafını yap!”[604]
AÇIKLAMA:
Burada kadının sual sormasına sebep olan kanama hadisesi, ay hali kanaması değildir. Şârihler, kanamanın, geri dönüp bekleme, yıkanıp ikinci sefer ziyarete gelme hadiselerinin aynı gün içerisinde cereyan etmiş olacağını belirtirler. Nitekim bu çeşit âdet dışı kanamalar, hadislerde hep رَكْضَةٌ مِنَ الشَّيْطَانِ diye şeytandan gelen bir zarar olarak ifade edilmişlerdir. Rekza, kelime olarak darbe, tekme gibi ma´nâlara gelir. Kanamanın şeytan darbesi olarak tavsifi, ibadete mani olması sebebiyledir. Ayrıca, bunun ibadeti ibtal edeceğine dair verdiği vesvese sebebiyle de şaytana nisbet edildiği söylenmiştir.
İbnu Abdilberr, Abdullah İbnu Ömer´in “yıkan” fetvasını, kanamanın ne hayız kanı olduğu ne de müstehâze´nin Ka´be´yi ziyareti için yıkanmasının vacib olduğu kanaatine binaen vermediğini, bilakis onun “Ka´be´yi ziyaretten önce yıkanmak mendubtur” kanaatini taşıdığını, kadına olan “yıkan, sonra da tavafını yap!” emrini buna binaen verdiğini belirtir.[605]
ـ3861 ـ12ـ وعن عكرمة قال: ]كانَت أُمُّ حَبِيبَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها تُسْتَحَاضُ، وَكَان زَوْجُهَا يَغْشَاهَا. وَمِثْلُهُ عَنْ حَمْنَةَ بنت جحش رَضِيَ اللّهُ عَنْها[. أخرجه أبو داود .
12. (3861)- İkrime rahimehullah anlatıyor: “Ümmü Habîbe radıyallahu anhâ müstehaze idi. Kocası ona temasta bulunurdu. Aynı hal Hamne Bintu Cahş radıyallahu anhâ için de mevzubahis idi.”[606]
ـ3862 ـ13ـ وعن أم عطية رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالَتْ: ]كُنَّا َ نَعُدُّ الْكُدْرَةَ والصُّفْرَةَ بَعْدَ الطُّهْرِ شَيْئاً[. أخرجه أبو داود والنسائي .
13. (3862)- Ümmü Atiyye radıyallahu anhâ anlatıyor: “(Hayız müddetimiz dolup) temizlik dönemi başladıktan sonra görülen bulanık ve sarı akıntıyı ciddiye almazdık..”[607]
AÇIKLAMA:
1- Dârimî´nin rivayetinde “…yıkandıktan sonra” denmiştir.
2- Hattâbî der ki: “Ulema, temizlikten sonra gelen akıntı hususunda ihtilaf etmiştir.”
* Hz. Ali´den rivayete göre: “Bu, hayız değildir, onun için namaz terkedilmez, abdestini alır, namazını kılar” demiştir. Süfyan Sevrî ve Evzâî´ nin görüşü de budur.
* Saîd İbnu´l-Müseyyeb: “Kadın böyle bir şey gördü mü, yıkanır sonra namaz kılar” demiştir. Ahmed İbnu Hanbel de bu kanaattedir.
* Ebu Hanîfe´nin “Hayızdan ve kanın kesilmesinden sonra, kadın bir veya iki gün sarı ve bulanık akıntı görürse ve bu on günü aşmazsa, bu hayızdan kaynaklanır, saf beyaz akıntıyı görünceye kadar yıkanmaz” dediği nakledilmiştir.
* Bu mevzuda Şâfiî´ler farklı görüşler ileri sürmüştür. Mezhebin Ashab´ından meşhur olan görüş şöyledir: “Kadın, eğer âdet kanının kesilmesini müteakip onbeş gün geçmeden sarılık veya bulanıklık görürse bu hayız kanıdır.” Bazıları: “Âdet günlerinde bunu gördü ise hayızdır, âdet günlerinin dışında gördü ise, itibar etmemelidir.” der. Ancak, bu hal yeni hayız görmeye başlayan kızın başına gelmiş ve ilk defa kan görürken sarılık veya bulanıklık görmüş ise, bu halde -fakihlerin çoğuna göre- kız henüz âdet görmeye başlamış sayılmaz. Bu görüş Hz. Âişe ve Atâ´dan da rivayet edilmiştir. Şâfiî´nin Ashabından bazısı da: “Hayza yeni başlayacak olan kızın gördüğü bulanıklık ve sarılığın hükmü hayız hükmüdür” demiştir.[608]
ـ3863 ـ14ـ وعن مرجانة موة عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ النِّسَاءُ يَبْعَثْنَ إلى عَائِشَةَ بِالدُّرْجَةِ فِيهَا الْكَرْسُفُ، فِىهِ الصُّفْرَةُ مِنْ دَمِ الحَيْضِ يَسْألْنَهَا عَنِ الصََّةِ فَتَقُولُ: َ تَعْجَلْنَ حَتّى تَرَيْنَ الْقُصَّةَ الْبَيْضَاءَ تَعْنِى الطُّهْرَ[. أخرجه البخاري في ترجمة، ومالك.»القُصةُ«: اَلْجَصُّ، والمعنى أن تخرج الخرقة التي تحتشى بها المرأة بيضاء نقية، وقيل إن القصة كالخيط ا‘بيض تخرج بعد انقطاع الدم كله .
14. (3863)- Mercâne Mevla Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Kadınlar Hz. Âişe radıyallahu anhâ´ya içerisinde pamuk bulunan bez (veya kap) gönderirlerdi. Bu pamuklar hayız kanıyla sarı lekeler taşırdı. (Bu safhada) namaz kılınıp kılınmayacağını sorarlardı.
Hz. Âişe radıyallahu anhâ: “Beyaz akıntıyı görünceye kadar acele etmeyin!” diye cevap verirdi. Beyaz akıntıdan temizliği kastederdi.”[609]
AÇIKLAMA:
1- Burada, hayız hallerinin sona erip ermediğinde tereddüde düşen hanımların başvurdukları değişik bir yol görmekteyiz: Akıntılarını tutmak üzere bağladıkları pamuğu Hz. Âişe radıyallahu anhâ´ya göndererek, akıntının pamuk üzerindeki renginden, bunun hayız akıntısı olup olmadığını teşhis ettirmek.
Hz. Âişe, akıntı lekeli ve renkli olduğu müddetce namaza başlanılmasında acele etmemelerini söylüyor.
2- Rivayetten, müslüman kadınların hayız hallerini takipte eskiden beri pamuk kullandıkları görülmektedir. Beyazlığı ve rutubeti emici vasfı sebebiyle pamuk pratik olmalıdır. Ufak bir leke pamuk beyazlığında kendini hemen göstereceğinden hayız akıntılarının teşhis ve tahlilinde eskiden beri birinci derecede müracaat vasıtası yapılmıştır.
İmam Mâlik: “Beyaz akıntı hususunda kadınlara sordum. Gördüm ki, bu onlar nezdinde malum bir şeydir, akıntıyı temizliğe erince görmektedirler” der.[610]
ـ3864 ـ15ـ وعن ابنة زيد بن ثابت ]أنَّهُ بَلَغَهَا: أنَّ نِسَاءَكُنَّ يَدْعِينَ بِالْمَصَابِيحِ مِنْ جَوْفِ اللَّيْلِ يَنْظُرْنَ إلى الطُّهْرِ، فقَالَتْ: مَا كَانَ النِّسَاءُ يَصْنَعْنَ هذَا، وَعَابَتْ عَلَيْهِنَّ[. أخرجه البخاري في ترجمة، ومالك .
15. (3864)- Zeyd İbnu Sâbit´in kızından nakledildiğine göre, kulağına, bir kısım kadınların gece yarısı, temizliklerini kontrol için, lamba getirtir oldukları haberi ulaşır. O, bu davranıştan dolayı kadınları ayıplar ve: “(Sahabe) kadınları böyle yapmazlardı!” der.[611]
AÇIKLAMA:
1- Rivayet sahibi Zeyd İbnu Sâbit´in kızının isim belli değildir. Radıyallahu anh´ın Hasene, Amra, Ümmü Külsûm vs. birçok kızı mevcuttur. Ancak bu rivayetin hangisine ait olduğu kesin olarak bilinememektedir. İbnu Hacer, Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhümâ´nın oğlu Sâlim´in zevcesi olan Ümmü Külsûm´e ait olabileceğini ima eder, “Ondan başkasının rivayetine hiç rastlamadım” der. Ancak Suyûtî, Ümmü Sa´d olduğunu cezmen söyler.
2- Zeyd İbnu Sâbit´in kızının, temizliklerini kontrol için gece yarısı lamba getirten kadınları ayıplayışının sebebi -şârihlere göre- gereksiz bir külfete girmeleridir. İmam Mâlik´e göre, “Kadınlara düşen, temizliklerine, uyuyacakları zaman veya sabah namazına kalktıkları zaman bakmaktır, gecenin yarısında değil.” İbnu Battal ve bir kısım Ulemaya göre gece yarısı kontrol etme işi, dinde zorluk ve usanma getirir, bu ise mezmumdur. İbnu Abdilberr gece yarısının namaz vakti olmadığına da dikkat çeker.
Ancak İbnu Hacer, gece yarısının yatsı namazının vakti olduğunu belirttikten sonra, bu ayıplamada bir başka sebep arar: “Muhtemelen, kontrolün gece yapılması sebebiyledir. Çünkü gecede halis beyazlık, diğer renklerden tam ayırdedilemez. Dolayısıyle, gece kontrolde bulunan kadınlar, temizlenmedikleri halde, kendilerini temizlenmiş sayabilirler ve temizlikten önce namaz kılarlar.”[612]
ـ3865 ـ16ـ وعن أم سلمة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كانَتِ النُّفَسَاءُ عَلى عَهْدِ رَسُولِ اللّهِ # تَقْعُدُ بَعْدَ نِفَاسِهَا أرْبَعِينَ يَوْماً وَأرْبَعِينَ لَيْلَةً، وَكُنَّا نَطْلِى عَلى وُجُوهِنَا الْوَرْسَ تَعْنِى مِنَ الْكَلفِ[. أخرجه أبو داود والترمذي .
16. (3865)- Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm devrinde, nifas olan kadınlar nifaslarından sonra kırk gün kırk gece otururlardı. Biz yüzlerimize vers -yani kelef alarak- sürerdik…”[613]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste, nifasla doğum kastedilmektedir. Nifastan sonra kırk gün oturmak´tan maksad, o esnada temiz sayılmamaları, temizken yapılması helal olan şeylerden uzak kalmalarıdır. Oruç tutmamak, namaz kılmamak gibi. Tirmizî, Sahabe, Tâbiîn ve daha sonra gelen selef Ulemasının, doğumdan sonra kadının tam kırk gün oruç tutmayıp, namaz kılmayacağında icma ettiklerini belirtir.
Nifas, doğumdan sonra gelen kandır. Bu kan kırk gün devam eder. Daha önceden kesilmesi halinde yıkanıp namaz ve oruca başlayabilir. Kırk günden sonra gelecek kanı, âlimlerin çoğu istihâze kanı addeder. Mezhebimizce de esas olan bu görüştür.
2- Hadisin ikinci kısmında, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm devrinde kadınların kendi aralarında veya evlerinde kocalarına karşı bazı güzellik maddeleri süründükleri görülmektedir.
*Vers, boyamada kullanılan sarı bir bitki. Kadınlar yüzlerine kırmızılık kazandırarak güzelleşmek için kullanırlarmış. Bitki Yemen´de yetişir.
* Kelef, kızılla siyah arası bir renktir. Bu renk yüze sürülür. Yüzün rengine siyah ve kızıla çalan (esmerimsi) bir renk kazandırmaktadır. Rivayet, kadınların bu rengi elde etmede vers´i kullandıklarını ifade etmektedir.[614]
HAYIZ HALİNDE TEMİZLİK
Hayız hali, kadınların temizliğe son derece titiz olmaları gereken bir devredir. Dinimiz bu sebeple mesele üzerinde ısrarla durmuş, pek çok teferruâta yer vermiştir. Biz, kitabımızın yer verdiği hadisler ve onların gerektirdiği açıklamalar çerçevesinde meselenin tebellür etmesine çalıştık. Ancak açıklamaları, geçmiş asırlarda hayız dönemi temizliğinin nasıl yapılması, hayız devresine giren kadınlarımızın nelere dikkat etmesi gerektiğiyle ilgili hususları, bu sahanın mütehassısı bir müslüman hekimden aynen aktarmayı uygun görüyoruz. Alacağımız pasaj, ta´lîmî (didaktik) bir maksadla hazırlandığı için okuyan, kolayca anlayabilecektir.[615]
(CEMİYET VE TEMİZLİK YÖNÜNDEN) AYBAŞI
Soru: “Memleketimizde genç kızlar, umumiyetle hangi yaşta aybaşı görmeğe başlarlar ”
Cevap: “12-13 yaşları arasında.”
Soru: “Genç bir kızın aybaşı görmeye başlayacağı, dış görünüşünden anlaşılabilir mi ”
Cevap: “Dikkatli ve anlayışlı bir anne, kızının vücudundaki belli yerlerin serpilmeye başlamasından, onun aybaşı görmeye başlayacağını anlayabilir.”
Soru: “12 yaşına yaklaşan bir kıza sahip olan bilgili ve anlayışlı bir anneye, bu devrede düşen en mühim vazife nedir ”
Cevap: “Böyle bir devrede, bilgili ve anlayışlı bir anneye düşen en mühim vazife, kızını aybaşı mevzuunda aydınlatmaktır. Bunun için de, kızıyla bir arkadaş gibi konuşup, ona günün birinde idrar yolundan biraz kan geldiğini göreceğini, bunun gayet normal bir hadise olduğunu, bundan korkmaması gerektiğini; çünkü anne olacak her genç kızda belli bir yaşdan itibaren bunun görüldüğünü ve görüleceğini; bunun adına renkli yani aybaşı dendiğini; bunun, gebelik ve lohusalık durumları hariç, 45-50 yaşına kadar muntazaman ve her ay görüleceğini; çünkü Allah´ımızın kadınları bu hilkatte ve bu fıtratta yarattığını; bunda, nice ilâhî gayeler bulunduğunu ve aybaşılı devrede temizliğe bilhassa dikkat edilmesi gerektiğini söylemesi lazımdır.”
Soru: “Anne bu vazifesini yapmazsa ne olur ”
Cevap: “Cahilliğini, veya kızına karşı olan şefkatsizliğini isbat etmiş olur. Aynı zamanda kızının, hayatta çekingen, içli, kızgın, hiddetli ve soluk benizli olmasına sebep olmuş olur.”
Soru: “Ya anne, kızına öğüt verecek derecede bilgili değilse ne yapsın ”
Cevap: “Yüce Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde: “İlim istemek -bilgili olmak- müslüman olan her erkek ve kadın için farzdır” buyurdular. Bu hadis-i şerife göre, müslüman her anne için, bu bilgileri öğrenmek mecburidir. Fakat burada belirtmek yerinde olur ki, bu hususta kabahatin çoğu, annelere, kız çocuklarına faydalı bilgileri öğretmeyen, onlara bu imkanları vermeyen ve hatta onları okur yazar bile edemeyen; üstelik onların giyimlerine, iffetlerine, ibadetlerine sataşan, vatan ve millet sevgisinden mahrum okul kaçkınlarının; veya gönlü ve midesi komünizme, kapitalizme, faizci putperest izmlere bağlı diplomalı hainlerin ve ahbesciler grubunundur.”
Soru: “Aybaşı denince akla ilk gelecek nedir ”
Cevap: “Temizlik.”
Soru: “Neden temizlik ”
Cevap: “Çünkü bir kadının sıhhatli, huzurlu ve neş´eli olması, maddî bakımdan, aybaşı günlerinde riayet edeceği temizlik derecesine ve dolayısıyle aybaşısının her ayın belli günlerinde başlayıp bitmesine, aybaşı kanının normal mikdarda ve ağrısız olarak gelmesine, yani normal bir aybaşı görmesine bağlıdır.”
Soru: “Yani kadınlar için temizlik mevzuu, erkeklerinkinden daha mı mühimdir ”
Cevap: “Çok daha mühimdir.”
Soru: “Kadınlar için temizlik mevzuu neden çok daha mühimdir ”
Cevap: “Çünki aybaşı, gebelik, doğum ve lohusalık gibi fizyolojik olaylar, hormonal faaliyetler, kadınların, temizlik konusunda çok daha dikkatli ve titiz olmalarını gerektirir.
– Ayrıca, Kadınlarda cinsi organların bulunduğu yerin hususiyeti, yani iki abdest yolu arasında bulunması,
– Buradaki akıntılar ve döküntüler ile,
– Bu bölgede bol miktarda bulunan yağ bezlerinin meydana getirdiği ifrazlar,
– Bu bölgeye mahsus tüyler,
– Aybaşı halinde ve bundan sonraki günlerde sızıntı ve akıntıların çoğalması,
– Aybaşı kanının kendisine mahsus ağır kokusu.
– Gene aybaşı günlerinde kadınların vücutlarından, ter ve nefeslerinden, kasık aralarından, göğüs altlarından (Menotoksin) adı verilen zehirli bir kokunun etrafa yayılması… gibi sebepler; kadınların temizliğe ne derece ehemmiyet vermeleri gerektiğini anlatır sanırım.”
Soru: “Aybaşı günlerinde kadınların ter ve nefeslerinden etrafa zehirli bir koku mu yayılır ”
Cevap: “Evet; o günlerde her kadının ter ve nefesinden, etrafa -az veya çok- böyle zehirli bir koku yayılır. Hatta bu, bazan o derece şiddetli olabilir ki, mayaların üremesini durdurabilir, çiçekleri soldurabilir, sirke ve konserveleri bozabilir. Nitekim bazı uyanık kadınlar, bunun farkına vardıkları için, aybaşı günlerinde çiçek bakımı ile; maya, sirke ve konserve gibi işlerle yakından meşgul olmazlar.”
Soru: “Temizliğin kadın için fevkalade olan önemini anlamış olduk. Peki kadın, bu temizliği nasıl yapmalıdır.”
Cevap: “Her kadın ve genç kız, bu temizlik için:
– Tülbendden kesilip dikilmiş yumuşak bir bezi, veya bir deniz süngerini, bir de iyi kaliteli bir sabunu, el altında bulundurmalıdır.
– Gerek normal ve gerekse aybaşılı günlerinde günde en az bir defa ılık sabunlu su ile tülbendi veya deniz süngerini ıslatarak kasık aralarını yıkayıp kurulamalıdır.
– Ayrıca geceleri yatarken dişlerini temizlemeli, ve ayaklarını -bilhassa ayak parmaklarının arasını- sabunla yıkamalıdır.
– Her kadın ve her genç kız, normal günlerinde -hiç olmazsa- gün aşırı, aybaşılı günlerinde ise hergün, mutlaka ılık su ile yıkanmalıdır. Ve bu yıkanma esnasında, kasık aralarını, göğüs ve koltuk altlarını, parmak aralarını, gene sabunlu bezle yıkamalıdır.
Temizliği böylesine yapmayan bir kadın, sosyetenin hangi koluna mensup olursa olsun, mesleği ne olursa olsun, isterse milyoner olsun, istediği kadar güzel ve giyimli bulunsun, isterse dudakları rujlu, tırnakları ojeli, gözleri rimelli olsun; piyasanın bütün parfüm ve deodorantlarını kullansın, ve istediği kadar naylonlar giysin, sırtında vizon kürk taşısın; kolunda, boğazında isterse piyasanın bütün altın ve pırlantalarını göstersin; değil mi ki gereken temizliği yapmamıştır, kim olursa olsun, böyle bir kadın mutlaka kirli ve mutlaka pistir.
Saçını berbere şu kadar liraya yapdırdığını iftiharla anlatan ve bunun bozulmaması için aybaşı günlerinde yıkanmaktan ve temizlenmekten kaçınan, gerektiği anda boy abdesti almaya yanaşmayan nice kadınlar vardır ki; onulmaz dertlerle hastahane köşelerinde inim inim inlemişler, rahim veya meme kanserine tutularak hayattan göçüp gitmişlerdir.
Kadın ve erkek bütün insanlar, bekledikleri ve özledikleri huzur ve sıhhate, ancak imanla, ibadetle ve temizlikle kavuşabilirler.”
Soru: “Bir kadın, aybaşı günlerinde yıkanıp temizlenirken, neden sıcak ve soğuk su değil de, ılık su kullanmalıdır ”
Cevap: “Çünkü soğuk su ile yıkanırsa, aybaşı sebebiyle vücudunun ne de olsa yorgun ve halsiz olduğu bir devrede kendisini üşütmüş olur ki, bu hal, bir çok tehlikeli hastalıklara yol açar.
Kasık arası temizliğini soğuk su ile yaparsa, hem bu bölgeyi üşüterek mikropların faaliyetini artırmış olur; hem de soğuk su bazı hassas kadın ve kızlarda aybaşının vaktinden önce ve âni kesilmesine sebep olur.”
Soru: “Sıcak suyun mahzuru nedir ”
Cevap: “Aybaşı kanının artmasına sebeb oluşudur.”
Soru: “Aybaşılı bir kadın, hangi cins bezleri tutunmalıdır ”
Cevap: “Aybaşılı bir kadının tutunacağı bezler:
– Gayet yumuşak, mesela tülbendden kesilip dikilmiş,
– Mutlaka ütülenmiş,
– Kolaylıkla değiştirilebilen bezler olmalıdır.”
Soru: “Bu iş için pamuk kullanmayı tavsiye eder misiniz ”
Cevap: “Düşük kaliteli ve kaba elyaflı pamukların kullanılmasını tavsiye etmem; çünkü bu nevi pamuklar kanamayı artırırlar.
Fakat; eczahanelerde satılan rule halinde veya dışı steril yani mikropsuz gazlı bezle sarılı hususi pamuklar var ki, bunların kullanılmasını her bakımdan tavsiye ederim. Çünki bu sayede hem ütü, hem de yıkama külfetinden kurtulunmuş olur. Gerektiği zaman bu pamuktan bir bez büyüklüğünde kesilerek kilotun içine yerleştirilir. Kirlenince de çekip atılır.”
Soru: “Parasından çekinmeyenler için aybaşı günlerinde kullanılmak üzere kilot ve bez olarak bilhassa neleri tavsiye edersiniz ”
Cevap: “Bunlar için kilot olarak tuhafiye mağazalarında satılan ve hususi surette aybaşı günleri için yapılmış olan özel kilotu; bez olarak da eczahanelerde bulunan ve gene bu iş için yapılmış olan (Pak Band)ı tavsiye ederim.
Bir defa alınan kilot, seneler senesi kullanılacak sağlamlıktadır. Fakat pak band, bazı aileler için fiatlı gelebilir. Çünki her bez, bir defa kullanılacaktır.
Bunun için en iyisi, manifaturacılarda pek ucuza satılan tülbentden birkaç metre alıp ütüleyerek el altında hazır bulundurmalıdır.
Gerekince rule pamuktan bir bez büyüklüğünde, yani 5-6 cm. kadar bir makasla kesip, üzerine ütülenmiş tülbentden bir parça keserek kılıf şeklinde sarılmalı ve normal iç donunun içine veya hususi yerine yerleştirmelidir.
Kirlenen kılıfların yıkanıp ütülenerek tekrar kullanılması da mümkündür. Bu sayede masraf yalnız pamuk masrafından ibaret kalır.”
Soru: “Ne de olsa bu bir masraf değil midir ”
Cevap: “Sıhhat ve temizlik yönünden, sayılamayacak kadar faydalar sağlayan şu tavsiyemiz, herhalde büyük bir masraf sayılmaz.
Hem, kızlarına binlerce liralık çeyiz hazırlamadan çekinmeyen ve bazı Anadolu vilayetlerinde olduğu gibi dünürlük işlerinde hayvan satarcasına pazarlığa girişen bu hareketleriyle, nice gençlerin kötü yollara gitmelerine sebebiyet veren anne ve babalar;
Nişan ve düğün merasimlerini; lüks gazinolarda, meşhur otellerde bir gecede binlerce lira sarfiyle alkol buharları arasında yapanlar veya buna özenenler ve böylece ilâhî bir gaye ve ma´na taşıyan evlilik hayatını ve bunun saadetini, sarhoş çığlıkları arasında hemen ilk gününden lekeleyip kirletenler;
Kızlarının ve ailelerinin sıhhatleriyle ilgili şu tavsiyeler için, nasıl olur da israftır diyebilirler ”
Soru: “Aybaşılı bir kadın için başka tavsiyeleriniz var mıdır ”
Cevap: “Ilık su ile her gün bir defa yıkanan, ılık sabunlu tülbent veya süngerle günde en az bir defa kasık arasını temizleyip kurulayan bir kadın, ayrıca ev içinde güzel kokular da sürünmelidir.”
Soru: “Bunun için bir esans söyleyebilir misiniz ”
Cevap: “Bu bir zevk mes´elesidir; hatta bu esansı çamaşırların arasında da bulundurmalıdır.”
Soru: “Yukarıda bahsettiğiniz temizlik, yalnız evli kadınlar için midir Yoksa evli olmayan genç kızlar da bu temizliği aynı şekilde yapmaya mecbur mudurlar ”
Cevap: “Elbette mecburdurlar. Bilhassa genç kızların bu temizliğe küçük yaştan alışmış olmaları, onların hayatları boyunca sıhhatli olmalarını sağlar.
Bazı kızlar, annelerinin de yanlış öğütlerine uyarak, kızlık zarının zedeleneceği düşüncesiyle kasık aralarını temizlemekten korkarlar; ve hatta kızlık zarının eriyeceğini sanarak limon ve sirke gibi şeyleri yemekten çekinirler. Bütün bunlar, boş ve yanlış düşüncelerdir. Cinsel organların yapısını bilmemenin neticesidir.
Bahsedildiği şekilde ılık sabunlu tülbent veya süngerle kasık arasını temizlemekte genç kızlar için hiçbir tehlike yoktur.”
Soru: “Aybaşı günlerinde kadınlar ve genç kızlar, başka nelere dikkat etmelidirler ”
Cevap: “Her türlü yorgunluktan sakınmalıdırlar. En güzel elbiselerini giyip, bilhassa tuvaletlerine emek çekmelidirler. Günlerini daima dualı ve neş´eli geçirmelidirler. Annelerinden ve akrabalarından aybaşı günlerini, sıkıntılı ve sinirlilikle geçirenleri örnek almamalıdırlar.
Sancıları varsa, kanamaları normalden çok veya az ise, hülasa şikâyetleri mevcut ise, hiç vakit geçirmeden bir doktora müracaat etmelidirler.
Soğuk duşlardan, kendilerini ve bilhassa ayaklarını üşütmekten, uzun yol yürümekten, ata ve bisiklete binmekten, ayaklı dikiş makinesi kullanmaktan, ağır yük kaldırmaktan, uykusuzluktan sakınmalıdırlar.
Fena koku neşreden yiyeceklerden çekinmelidirler.
Genç kızlar bilhassa bu günlerinde; annelerine, babalarına ve kardeşlerine hürmet ve sevgide kusur etmemelidirler.
Evli kadınlar da kocalarına ve dolayısiyle erkekler de eşlerine, böyle günlerde daha fazla bir sevgi ve anlayış göstermelidirler. Çünkü bir çok aile buhranları, kadınların aybaşılı günlerinde, eşlerin karşılıklı anlayışsızlıkları ve yersiz davranışları yüzünden olmaktadır.”
Soru: “Vücudun belli yerlerindeki tüylerin giderilmesi nasıl olur ”
Cevap: “Bunun için, ya tıraş bıçağı, ya mikropsuz özel -yapışkan- sökücü maddeler, yahut da tahâret pudrası kullanılır. Tıraş bıçağı kullanılacaksa, bunun için iyi markalı bir tıraş bıçağı, tıraş makinesine yerleştirildikten sonra 3 dakika kadar çok sıcak bir su içinde tutulup mikropları kırılır. Soğuyunca kullanılır.
Diğerleri için de, kutularındaki tarifeye uymak doğru olur.”[616]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/309.
[2] Mânevi kirlerin çeşitleri ve bunlardan temizlenme yolları hakkında bütün ahlâk kitapları açıklamalarda bulunmaktadır. Bu konuda bilhassa İhyâ´nın Acâibu´l-Kalb, Riyâdatu´n-Nefs, Âfetu´l-Lisân, Zemmü´l-Gadab ve´l-Hıkd ve´l-Hased, Zemmü´l-Kibr ve´l-Ucb… Zemmü´l-Gurûr bölümleri yeterli açıklamalarda bulunur (İhyâ 3 ve 4. ciltler).
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/309-314.
[4] Muvatta, Tahâret: 12, (1, 22); Ebû Dâvud, Tahâret: 41, (83); Tirmizî, Tahâret: 52, (69); Nesâî, Miyah: 5, (1, 176); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/315.
[5] Kelimenin aslı اَلْبَطّ Kâmus´ta kaz diye açıklanır. Ördekle iltibası da mevzubahistir. Müncid,ördekle ) اِوَزَّ ( olmadığını, boyun ve bacakları kısa bir su kuşu olduğunu belirtir.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/315-317.
[7] Ebû Dâvud, Tahâret: 34, (66); Tirmizî, Tahâret: 49, (66); Nesâî, Miyâh: 2, (1, 174).
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/317.
[9] Resûlullah´ın bir duası şöyledir: “Ey Allah´ım, bana eşyanın gerçek hakîkatını göster.”
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/318-319.
[11] Ebû Dâvud, Tahâret: 33 (63, 64, 65); Tirmizî, Tahâret: 50, (67); Nesâî, Miyah: 3, (1, 175); İbnu Mâce, Tahâret: 75, (517, 518); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/320.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/320.
[13] Yukarıda belirtildiği üzere kulle´de mübhem bir miktara delâlet etmesi sebebiyle, İbnu Hacer´in belirttiği üzere, çok suyun tayininde Şâfiîler dokuz farklı görüş ileri sürmüşlerdir.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/320-321.
[15] Buhârî, Vudû: 68, Müslim, Tahâret: 95, (282); Ebû Dâvud, Tahâret: 36, (69, 70); Tirmizî, Tahâret: 51, (68); Nesâî, Tahâret: 46, (1, 49), Gusl: 1, (1, 197); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/322.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/322.
[17] Müslim, Tahâret: 97, (283); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/322.
[18] İmam Züfer, abdestli insan, abdestini bozmadan ikinci bir abdest daha alacak olsa, bu suya mâ-i müsta´mel demez. Su hem temiz, hem temizleyicidir.
[19] Çünkü mâ-i müsta´mel necîs addedilmiştir. Su vücuddan ayrılınca müsta´mel sayıldığına göre, ayrılan kısım necistir. İki külleden az olan suya necis bir şey karışınca necîs olur. Necis su ile cenabetten temizlenemez.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/323-325.
[21] Muvatta, Tahâret: 14, (1, 23, 24); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/325.
[22] Dinimizin küllî kaidelerindendir: “Şekk ile yakîn zâil olmaz.”
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/325-326.
[24] Ebû Dâvud, Tahâret: 40, (81); Nesâî, Tahâret: 147, (1, 130); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/326.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/326-327.
[26] Tirmizî, Tahâret: 48, (65); Ebû Dâvud, Tahâret: 35, (68); İbnu Mâce, Tahâret: 33, (370, 371); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/327.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/327-328.
[28] Buhârî, Salât: 17, Vudû: 40, 93, 94, Ezân: 18, 19, Libâs: 3, 42; Müslim, Salât: 249-253 (503); Nesâî, Tahâret: 103, (1, 87); Ebû Dâvud, Salât: 102, (688); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/328.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/328.
[30] Muvatta, Tahâret: 86, (1, 52); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/329.
[31] Buhârî, Gusl: 2, 9; Müslim, Hayz: 40, 45, (319, 321); Ebû Dâvud, Tahâret: 39, (77), 97, (237), 102, (257); Nesâî, 130, 144, 145, 146, 148, Gusl: 12, (1, 203); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/329.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/329.
[33] Buhârî Vüdû: 43; Muvatta, Tahâret: 15, (1, 24); Ebû Dâvud, Tahâret: 39, (79, 80); Nesâî, Tahâret: 52, (1, 57); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/330.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/330.
[35] Ebû Dâvud, Tahâret: 42, (84); Tirmizî, Tahâret: 65, (88); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/330.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/330-331.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/331-333.
[38] Buhârî, Vüdû: 59; Müslim,Tahâret: 103, (287); Muvatta, Tahâret: 110, (1, 64); Ebû Dâvud, Tahâret: 139, (374); Tirmizî, Tahâret: 54, (71); Nesâî, Tahâret: 189, (1, 157); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/335.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/335-336.
[40] Ebû Dâvud, Tahâret: 137, (375); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/336.
[41] Buhârî, Vudû: 57, 58, Edeb: 35; Müslim, Tahâret: 99, (284); Nesâî, Tahâret: 45, (1, 48); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/337.
[42] Hattâbî, bol su dökülme şartını koyar ve yıkantının temiz olmasını, “içerisinde pisliğin renk veya kokusunun zâhir olmaması” şartına bağlar.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/337-338.
[44] Buhârî, Vudû: 58; Ebû Dâvud, Tahâret: 138, (380); Tirmizî, Tahâret: 112, (147); Nesâî, Tahâret: 45, (1,48, 49); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/340.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/340.
[46] Ebû Dâvud, Tahâret: 138, (381); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/341.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/341.
[48] Ebû Dâvud, Edeb: 42, (4885); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/341.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/341-342.
[50] Muvatta, Tahâret: 16, (1, 24); Ebû Dâvud, Tahâret: 140, (383); Tirmizî, Tahâret: 109, (143); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/342.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/342.
[52] Ebû Dâvud, Tahâret: 140, (384); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/343.
[53] Ebû Dâvud, Tahâret: 141, (385, 386); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/343.
[54] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/343-344.
[55] Rezîn tahric etmiştir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/344.
[56] Buhârî, Vudû: 64, 65; Müslim, Tahâret: 108, (289); Ebû Dâvud, Tahâret: 136, (371, 372, 373); Tirmizî, Tahâret: 85, 86, (117, 118); Nesâî, Tahâret: 187, 188, (1, 156); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/345.
[57] Müslim, Tahâret: 105, 109, (288, 290); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/345-346.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/346-347.
[59] Muvatta, Tahâret: 83, (1, 50); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/347.
[60] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/348.
[61] Tirmizî, Tahâret: 86, (117); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/348.
[62] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/348.
[63] Buhârî, Hayz: 9, Vudû: 63; Müslim, Tahâret: 110, (291); Muvatta, Tahâret: 103, (1, 60, 61); Ebû Dâvud, Tahâret: 132, (360, 361, 362); Tirmizî, Tahâret: 104, (138); Nesâî, Tahâret: 185, (1, 155); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/349.
[64] Buhârî, Hayz: 11; Ebû Dâvud, Tahâret: 132, (352, 364); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/349.
[65] Buhârî, Hayz: 9; Ebû Dâvud, Tahâret: 107, (269), 132, (357), 142, (388); Nesâî, Tahâret: 179, (1, 150, 151); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/350.
[66] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/350.
[67] Buhârî, Vudû: 33; Müslim, Tahâret: 97, (279); Muvatta, Tahâret: 35, (1, 34); Ebû Dâvud, Tahâret: 37, (71, 72, 73); Tirmizî, Tahâret: 68, (91); Nesâî, Miyâh: 7, (1, 176, 177); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/351.
[68] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/351.
[69] Buhârî, Vudû: 33; Ebû Dâvud, Tahâret: 139, (382); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/352.
[70] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/352.
[71] Muvatta, Tahâret: 13, (1, 23); Ebû Dâvud, 38, (75); Tirmizî, Tahâret: 69, (92); Nesâî, Tahâret: 54, (1, 55); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/352-353.
[72] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/353.
[73] Ebû Dâvud, Tahâret: 38, (76); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/353.
[74] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/354.
[75] Buhârî, Vudû: 67, Zebâih: 34; Muvatta İsti´zân: 20, (2, 971, 972); Ebû Dâvud, Et´ime: 48, (3841, 3843); Tirmizî, Et´ime: 8, (1799); Nesâî, Fera´ ve´l-Atîre: 15, (7, 178); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/354.
[76] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/354.
[77] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/354-355.
[78] Ebû Dâvud, Tahâret: 73, (185); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/355.
[79] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/355.
[80] Müslim, Hayz: 106, (366); Muvatta, Sayd: 17, (2, 498); Ebû Dâvud, Libâs: 41, (4123); Tirmizî, Libâs: 7, (1723); Nesâî, Fera ve´l-Atîre: 9, (7, 173.)
[81] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/356.
[82] Buhârî, Büyû: 101, Zekât: 61, Zebâih: 30; Müslim, Hayz: 100, 103, 104, (363, 364, 365); Muvatta, Sayd: 16, (2, 98); Ebû Dâvud, Libâs: 41, (4120, 4121); Tirmizî, Libâs: 7, (1727); Nesâî, Fera´ ve´l-Atîre: 9, (7, 171, 172); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/357.
[83] Muvatta, Sayd: 18, (2, 498); Ebû Dâvud, Libâs: 41, (4124); Nesâî, Fera ve´l-Atîre: 9, (7, 174); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/357.
[84] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/357-358.
[85] Buhârî, Eymân: 21; Nesâî, Fera´ ve´l-Atîre: 9, (7, 173); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/359.
[86] Buhârî, Eymân: 21; Nesâî, Fera´ ve´l-Atîre: 9, (7, 173).
[87] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/359.
[88] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/359.
[89] Ebû Dâvud, Libâs: 43, (4132); Tirmizî, Libâs: 37, (1771); Nesâî, Fera´ ve´l-Atîre: 12, (7, 176); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/360.
[90] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/360.
[91] Ebû Dâvud, Tahâret: 2, (3); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/362.
[92] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/362.
[93] Ebû Dâvud, Tahâret: 1, (1); Tirmizî, Tahâret: 16, (20); Nesâî, Tahâret: 16, (1, 18, 19); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/363.
[94] Müslim, Tahâret: 68, (269); Ebû Dâvud, Tahâret: 14, (25); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/363.
[95] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/363.
[96] Ebû Dâvud, Tahâret: 14, (26); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/363.
[97] Ebû Dâvud, Tahâret: 16, (29); Nesâî, Tahâret: 30, (1, 33, 34); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/364.
[98] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/364.
[99] Ebû Dâvud, Tahâret: 15 (27); Tirmizî, Tahâret: 17, (21); Nesâî, Tahâret: 32, (1, 34).
[100] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/364.
[101] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/364-365.
[102] Ebû Dâvud, Tahâret: 13, (24); Nesâî, Tahâret: 28, (1, 31); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/365.
[103] Buhârî, Vudû: 11, Salât: 29; Müslim, Tahâret: 59, (264); Ebû Dâvud, Tahâret: 4, (9); Tirmizî, Tahâret: 6, (8); Nesâî, Tahâret: 19, 20, 21, (1, 21, 22, 23); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/365.
[104] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/365-366.
[105] Muvatta, Kıble: 1, (1, 193); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/366.
[106] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/366.
[107] Ebû Dâvud, Tahâret: 4, (11); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/366-367.
[108] Birinci ciltte Ahmed İbnu Hanbel´i tanıtırken belirttiğimiz üzere hadîse aşırı bağlılığı sebebiyle, her rivâyete uygun görüş beyan etmek onun umûmî vasfıdır. Bir mesele ile alâkalı rivâyet adedince kendisinden görüş nakledildiğine sıkça rastlanır. Burada, onun bu durumunun tipik örneğini görmekteyiz: Âlimlerin, dört noktada hülâsa edilen farklı görüşlerinin her biriyle ilgili bir görüş Ahmed İbnu Hanbel´den rivâyet edilmektedir (rahimehullah).
[109] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/367-368.
[110] Buhârî, Vudû: 12, 14, Humus: 4; Müslim, Tahâret: 62, (266); Muvatta, Kıble: 3, (1, 193, 194); Ebû Dâvud, Tahâret: 5, (12); Tirmizî, Tahâret: 7, (11); Nesâî, Tahâret: 22, (1, 23); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/368.
[111] Müslim, Tahâret: 61, (266); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/368.
[112] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/369.
[113] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/369.
[114] Buhârî, Vudû: 62, 60, 61, Mezâlim: 27; Müslim, Tahâret: 73, 74, (273); Ebû Dâvud, Tahâret: 12, (23); Tirmizî, Tahâret: 9, (13); Nesâî, Tahâret: 24, (3, 25); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/369-370.
[115] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/370-371.
[116] Muvatta, Tahâret: 112, (1, 65); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/372.
[117] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/372.
[118] Tirmizî, Tahâret 8, (12).
[119] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/372.
[120] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/372.
[121] Tirmizî, Tahâret: 8, (12); Nesâî, Tahâret: 25, (1, 26); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/373.
[122] Müslim, Hayz: 79, (342); Ebû Dâvud, Cihâd: 47, (2549); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/373.
[123] Ebû Dâvud, Tahâret: 11, (22); Nesâî, Tahâret: 26, (1, 26-28); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/373-374.
[124] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/374.
[125] Ebû Dâvud, Tahâret: 7, (15); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/375.
[126] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/375.
[127] Ebû Dâvud, Tahâret: 6, (14); Tirmizî, Tahâret: 10, (14); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/375.
[128] Ebû Dâvud, Tahâret: 19, (35); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/376.
[129] Bu hususta teferruat için 3. cilt, 190. sayfaya bakılsın.
[130] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/376-377.
[131] Ebû Dâvud, Tahâret: 1, (2); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/377.
[132] Müslim, Tahâret: 57, (262); Tirmizî, Tahâret: 12, (16); Ebû Dâvud, Tahâret: 4, (7); Nesâî, Tahâret: 37, 42, (1, 38, 39, 43); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/378.
[133] Müslim, Tahâret: 24, (239); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/378.
[134] Buhârî, Vudû: 18, 19, 25; Müslim, Tahâret: 63, (267); Ebû Dâvud, Tahâret: 18, (31); Tirmizî, Tahâret: 11, (15); Nesâî, Tahâret: 23, 42, (1, 25, 43); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/378.
[135] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/379.
[136] Rezîn tahriç etmiştir. İbnu Mâce, Tahâret: 15, (311); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/380.
[137] Ebû Dâvud, Tahâret: 10, (19); Tirmizî, Libâs: 16, (1746); Nesâî, Zînet: 54, (8, 178); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/380.
[138] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/380.
[139] Ebû Dâvud, Tahâret: 3, (4); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/380.
[140] Ebû Dâvud, Tahâret: 3, (6); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/380.
[141] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/381.
[142] Buhârî, Vudû: 16, 15, 17, 56, Salât: 93; Müslim, Tahâret: 70, (271); Ebû Dâvud, Tahâret: 23, (43); Nesâî, Tahâret: 41, (1, 42); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/382.
[143] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/382-383.
[144] Nesâî, Tahâret: 43, (1, 45); İbnu Mâce, Tahâret: 29, (358); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/383.
[145] Ebû Dâvud, Tahâret: 64, (166, 167, 168); Nesâî, Tahâret: 102, (1, 86); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/383.
[146] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/383-384.
[147] Tirmizî, Tahâret: 38, (50); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/384.
[148] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/384.
[149] Ebû Dâvud, Tahâret: 22, (42); İbnu Mâce, Tahâret: 20, (327); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/384-385.
[150] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/385.
[151] Rezîn tahric etmiştir. İbnu Kesir Tefsiri, 3, 456; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/385.
[152] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/385.
[153] Ebû Dâvud, Tahâret: 21, (40); Nesâî, Tahâret: 40, (1, 41, 42); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/386.
[154] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/386.
[155] Buhârî, Vudû: 20; Tirmizî, Tahâret: 13, (17); Nesâî, Tahâret: 38, (1, 39, 40); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/386.
[156] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/386-387.
[157] Tirmizî, Tahâret: 14, (18); Nesâî, Tahâret: 35, (1, 37); Ebû Dâvud, Tahâret: 20, (39); Müslim, Salât: 50, (450); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/387.
[158] Ebû Dâvud, Tahâret: 20, (36); Nesâî, Zînet: 12, (8, 135); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/388.
[159] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/388.
[160] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/388-389.
[161] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/389.
[162] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/389-390.
[163] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/390-391.
[164] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/391.
[165] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/391.
[166] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/391-392.
[167] Müslim, Tahâret: 41, (251); Muvatta, Sefer: 55, (1, 161); Tirmizî, Tahâret: 39, (52); Nesâî, Tahâret: 106; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/394.
[168] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/394-395.
[169] Ebû Dâvud, Tahâret: 65, (169); Tirmizî, Tahâret: 41, (55); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/395-396.
[170] Müslim, Tahâret: 32, (244); Muvatta, Tahâret: 31, (1, 32); Tirmizî, Tahâret: 2, (2); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/396.
[171] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/396.
[172] Buhârî, Vudû: 25; Müslim, Tahâret: 8, (229); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/397.
[173] Müslim, Müsâfirîn: 294, (832); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/397-398.
[174] Muvatta, Tahâret: 30, (1, 31); Nesâî, Tahâret: 35, (1, 74); İbnu Mâce, Tahâret: 6, (283); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/398.
[175] Müslim, Müsâfirin: 294, (832); Nesâî, Tahâret: 108, (1, 91, 92).
[176] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/399.
[177] Gölgenin mızrağa ağması, mızrağın gölgesinin yere düşmemesi demektir. Zeval vakti denen tam öğle vaktinde güneş dik vurduğu için gölge yapmaz. Bu vakit, öğlenin kerâhet vaktidir.
[178] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/399-401.
[179] Tirmizî, Tahâret: 44, (59); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/401.
[180] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/401-402.
[181] Rezîn tahric etmiştir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/402.
[182] Buhârî, Vudû: 24, 28, Savm: 27; Müslim, Tahâret: 3, 4, (226); Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (106); Nesâî, Tahâret: 27, 28, 93, (1); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/403.
[183] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/403-404.
[184] Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (108); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/404.
[185] Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (109).
[186] Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (110); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/404.
[187] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/404-405.
[188] Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (111); Tirmizî, Tahâret: 37, (48); Nesâî, Tahâret: 75, (1, 68); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/405.
[189] Nesâî, Tahâret: 76, (1, 68-69); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/405.
[190] Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (117).
[191] Nesâî, Tahâret: 76, (1, 68); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/406-407.
[192] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/407-408.
[193] Buhârî, Vudû: 38, Müslim, Tahâret: 18, 19, (235, 236); Muvatta, Tahâret: 1, (1, 18); Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (118, 119, 120); Tirmizî, Tahâret: 27, 36, (35, 47); Nesâî, Tahâret: 80, 81, 82, (1, 71, 72); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/408-409.
[194] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/409.
[195] Buhârî, Vudû: 23.
[196] Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (121).
[197] Ebû Dâvud, Tahâret: 123; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/410.
[198] Ebû Dâvud, Tahâret: 51, (135); Nesâî, Tahâret: 105, (1, 88); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/410.
[199] Ebû Dâvud, Tahâret: 51, (135).
[200] Nesâî, Tahâret: 105, (1, 88); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/410-411.
[201] Buhârî, Vudû: 22; Ebû Dâvud, Tahâret: 53, (1, 38); Nesâî, Tahâret: 84, 85, (1, 73, 74); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/411.
[202] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/411.
[203] Buhârî, Vudû: 7; Ebû Dâvud, Tahâret: 52, (137); Nesâî, Tahâret: 84, 85, (1, 73, 74); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/412.
[204] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/412.
[205] Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (126); Tirmizî, Tahâret: 25, (33); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/413.
[206] Ebû Dâvud, Tahâret: 50 (128); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/413.
[207] Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (129).
[208] Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (130); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/413.
[209] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/413.
[210] Tirmizî, Tahâret: 29, (37); Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (134).
[211] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/414.
[212] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/414-415.
[213] Müslim, Tahâret: 31, (243); Ebû Dâvud, Tahâret: 67, (171); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/415.
[214] Ebû Dâvud, Tahâret: 173; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/416.
[215] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/416.
[216] Buhârî, İlm: 3, 30, Vudû: 27, 29; Müslim, Tahâret: 25-28, (240-242); Muvatta, Tahâret: 5, (1, 19); Ebû Dâvud, Tahâret: 46, (97); Nesâî, Tahâret: 89, (1, 77, 78); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/417.
[217] Müslim, Tahâret: 26, (241); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/417.
[218] Tirmizî, Tahâret: 31, (41); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/417.
[219] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/417-419.
[220] Muvatta, Tahâret: 38, (1, 35); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/419.
[221] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/420.
[222] Ebû Dâvud, Tahâret: 57, (147); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/420.
[223] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/420.
[224] Tirmizî, Tahâret: 35, (45, 46); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/421.
[225] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/421.
[226] Rezîn tahric etmiştir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/421.
[227] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/421.
[228] Buhârî, Cuma: 8, Temenni: 9; Müslim, Tahâret: 42, (252); Muvatta, Tahâret: 115, (1, 66); Ebû Dâvud, Tahâret: 115, (46); Tirmizî, Tahâret: 18, (22); Nesâî, Tahâret: 7, (1, 12).
[229] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/422.
[230] Ebû Dâvud, Tahâret: 25, (47); Tirmizî, Tahâret: 18, (23); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/422.
[231] Tirmizî, Tahâret: 18, (23); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/423.
[232] Buhârî, Cuma: 8, (2, 212), Vudû: 73, Teheccüd: 9; Müslim, Tahâret: 45, (254); Ebû Dâvud, Tahâret: 30, (55); Nesâî, Tahâret: 2, (1, 8) Bu metin Sahîheyn´e aittir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/423.
[233] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/423.
[234] Nesâî, Tahâret: 5, (1, 10); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/424.
[235] Buhârî, Vudû: 73; Müslim, Tahâret: 46, (255); Ebû Dâvud, Tahâret: 26, (49); Nesâî, Tahâret: 3, (1, 9); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/424.
[236] Buhârî, Vudû: 74; Müslim, Rü´ya: 19, (2271). Hadisi, Buhârî muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir, Müslim ise senetli olarak kaydetmiştir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/424.
[237] Ebû Dâvud, Tahâret: 28, (52); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/424.
[238] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/425-427.
[239] Buhârî, Vudû: 26; Müslim, Tahâret: 87, (278); Muvatta, Tahâret: 9, (1, 21); Ebû Dâvud, Tahâret: 49, (103, 104, 105); Tirmizî, Tahâret: 19, (24); Nesâî, Tahâret: 1, (1, 6, 7); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/427.
[240] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/427-429.
[241] Buhârî, Vudû: 25; Müslim, Tahâret: 20, 22, (237); Muvatta, Tahâret: 2, 3, (1,19); Ebû Dâvud, Tahâret: 55, (140); Nesâî, Tahâret: 70, 72, (1, 66, 67); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/429.
[242] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/429-430.
[243] Müslim, Tahâret: 20, (237).
[244] Müslim, Tahâret: 21, (237); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/430.
[245] Buhârî, Bed´ül-Halk: 11, (6, 243); Müslim, Tahâret: 23, (238); Nesâî, Tahâret: 73, (1, 67); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/430.
[246] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/430-431.
[247] Tirmizî, Tahâret: 22, (28); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/431.
[248] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/431-432.
[249] Ebû Dâvud, Tahâret: 54, (139); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/432.
[250] Nesâî, Tahâret: 74, (1,67); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/432.
[251] Tirmizî, Tahâret: 23, (31); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/432.
[252] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/432-433.
[253] Ebû Dâvud, Tahâret: 56, (145); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/433.
[254] Tirmizî, Tahâret: 30, (40); Ebû Dâvud, Tahâret: 58, (148); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/433.
[255] Ebû Dâvud, Tahâret: 55, (142, 143, 144); Tirmizî, Tahâret: 30, (38); Nesâî, Tahâret: 71, 92, (1, 66, 79); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/434.
[256] Ebû Dâvud, Tahâret: 50, (131); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/434.
[257] Muvatta, Tahâret: 37, (1, 34); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/434.
[258] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/434-435.
[259] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/435.
[260] Buhârî, Vudû: 3; Müslim, Tahâret: 34, 35, 40, (246, 250); Nesâî,Tahâret: 110, (1, 94, 95); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/435.
[261] Tahcîl, asıl olarak hacl´den gelir. Hacl ayağa takılan halhal´dır, Muhaccel, ayaklarında beyazlık olan at´a denir.
[262] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/435-436.
[263] Buhârî, Vudû: 47; Müslim, Hayz: 51, (325); Ebû Dâvud, Tahâret: 44, (95); Tirmizî, Salât: 425, (609); Nesâî, Tahâret: 59, (1, 57, 58); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/437.
[264] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/437.
[265] Müslim, Hayz: 52, (326); Tirmizî, Tahâret: 42, (56); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/438.
[266] Ebû Dâvud, Tahâret: 44, (94); Nesâî, Tahâret: 59, (1, 58).
[267] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/438.
[268] Ebû Dâvud, Tahâret: 47, (100); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/438.
[269] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/438.
[270] Tirmizî, Tahâret: 43, (57); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/439.
[271] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/439.
[272] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/439-441.
[273] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/441-443.
[274] Tirmizî, Tahâret: 40, (53); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/443.
[275] Tirmizî, Tahâret: 40, (54); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/443.
[276] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/443-444.
[277] Ebû Dâvud, Tahâret: 48, (101); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/444.
[278] Tirmizî, Tahâret: 20, (25); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/444.
[279] Rezîn tahric etmiştir. Feyzu´l-Kadîr, 6, 128); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/444.
[280] Rezîn tahric etmiştir. İbnu´s-Sünnî Amelü´l-Yevm ve´l-Leyl: 5, 10); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/445.
[281] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/445.
[282] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/447.
[283] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/447.
[284] Müslim, Hayz: 99, (362); Tirmizî, Tahâret: 56, (74, 75); Ebû Dâvud, Tahâret: 68, (177); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/448.
[285] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/448.
[286] Buhârî, Vudû: 4, 34, Büyû: 5; Müslim, Hayz: 98, (361); Ebû Dâvud, Tahâret: 68, (176); Nesâî, Tahâret: 116, (1, 99); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/448.
[287] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/448-449.
[288] Ebû Dâvud, Salât: 193, (1005); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/449.
[289] Tirmizî, Radâ: 12, (1164-1166); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/449-450.
[290] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/450.
[291] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/451.
[292] Buhârî, Gusl: 13, İlm: 51, Vudû: 34; Müslim, Hayz: 17, (303); Muvatta, Tahâret: 53, (140); Tirmizî, Tahâret: 83, (114); Nesâî, Tahâret: 112, (1, 96, 97), Gusl: 28, (1, 213); Ebû Dâvud, Tahâret: 93, (206, 207, 208, 209); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/451.
[293] Ebû Dâvud, Tahâret: 83, (206); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/452.
[294] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/452.
[295] Ebû Dâvud, Tahâret: 83, (210); Tirmizî, Tahâret: 84, (115); İbnu Mâce, Tahâret: 70, (506); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/453.
[296] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/453.
[297] Ebû Dâvud, Tahâret: 83, (211); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/454.
[298] Muvatta, Tahâret: 54, (1, 41); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/454.
[299] Ebû Dâvud, Savm: 32, (2381); Tirmizî, Tahâret: 63, (87); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/454.
[300] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/454-455.
[301] Muvatta, Tahâret: 51, (1,39-40); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/455.
[302] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/455-456.
[303] Ebû Dâvud, Tahâret: 79, (198); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/456-457.
[304] Bediuzzaman, burada atıfta bulunduğu hâletini bir başka yerde biraz daha açar ve der ki: “Bir zaman kalbime geldi, niçin Muhyiddîn-i Arabî gibi hârika zatlar Sahâbelere yetişemiyorlar Sonra namaz için سُبْحانَ رَبَّيَ اَْعْلَى derken şu kelimenin mânâsı inkişâf etti. Tam manasıyla değil fakat bir parça hakîkatı göründü. Kalben dedim: Keşke bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha iyi idi. Namazdan sonra anladım ki, o hâtıra ve o hal, Sahabelerin ibadetteki derecelerine yetişilmediğine bir irşaddır. Evet, Kur´an-ı Hakim´in envârıyla hâsıl olan O inkilâb-ı azîm-i ictimâîde, ezdat (zıtlar) birbirinden çıkıp ayrılırken, şerler bütün tevâibiyle (kendine tâbi olan şeylerle) zulümâtıyla ve teferruatıyla ve hayır ve kemâlât bütün envarıyla ve netâiciyle karşı karşıya gelip bir vaziyette ve müheyyic bir zamanda, her zikir ve tesbih bütün manasının tabâkâtını turfanda ve tarâvetli ve taze ve genç bir surette ifade ettiği gibi, o inkılâb-ı azîmin tarrakası (gürültüsü) altında olan insanların bütün hissiyatını, letâif-i mâneviyesini uyandırmış, hatta vehim, hayal ve sır gibi duygular hüşyâr ve müteyakkız bir surette o zikir, o tesbihlerdeki müteaddit manaları kendi zeveklerine göre alır.. emer. İşte, şu hikmete binâen bütün hissiyatları uyanık ve letaifleri hüşyar olan sahabeler envar-ı ımâniyye ve tesbihiyye câmi olan kelimat-ı mübârekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün mânasiyle söyler ve bütün letaifiyle hisse alırdı.”
[305] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/457-460.
[306] Ebû Dâvud, Tahâret: 69, (178, 179, 180); Tirmizî, Tahâret: 63, (86); Nesâî, Tahâret: 121, (1, 104); İbnu Mâce, Tahâret: 69, (502); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/461.
[307] Muvatta, Tahâret: 64, (1, 43); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/461.
[308] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/461-462.
[309] Buhârî, Gusl: 29, Müslim, Hayz: 85, (346); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/462.
[310] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/463.
[311] Ebû Dâvud, Tahâret: 71, (182, 183); Tirmizî, Tahâret: 62, (85); Nesâî, Tahâret: 120, (1, 101). Bu metin Tirmizî´nindir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/463.
[312] Tirmizî, Tahâret: 61, (82, 83, 84); Muvatta, Tahâret: 58, (1, 42); Ebû Dâvud, Tahâret: 70, (181); Nesâî, Tahâret: 118, (1, 100); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/464.
[313] Muvatta, Tahâret: 59, (1, 42); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/464.
[314] Muvatta, Tahâret: 60, (1, 42, 43); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/464.
[315] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/464-465.
[316] Müslim, Hayz: 125, (376); Ebû Dâvud, Tahâret: 80, (200); Tirmizî, Tahâret: 58, (78); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/466.
[317] Muvatta; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/466.
[318] Ebû Dâvud, Tahâret 80, (203); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/466.
[319] Tirmizî, Tahâret: 57, (77); Ebû Dâvud, Tahâret: 80, (202); Nesâî, Ezân: 41, (2, 30); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/467.
[320] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/467-469.
[321] Buhârî, Ezân: 51, 39, 46, 47, 67, 68, 70, Vüdû: 45, Hibe: 14, Farzu´l-Hums: 4, Enbiya: 19, Megazî: 83, Tıbb 21, Îtisâm:. 5; Müslim, Salât: 90, (418); Nesâî, İmamet: 40, (2, 101, 102).
[322] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/470.
[323] Buhârî, Vudû: 37, İlm: 24, Küsuf: 10, 11, Sehv: 9, Itk: 3, İ´tisam: 2; Müslim, Küsuf: 11 (905); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/470-471.
[324] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/471.
[325] Müslim, Hayz: 90, (352); Nesâî, Tahâret: 122, (1, 105, 106); Tirmizî, Tahâret: 58, (79); Ebû Dâvud, Tahâret: 76, (194). Bu, Müslim´in lafzıdır. Müslim´de Hz. Âişe´den de buna benzer bir rivayet mevcuttur; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/472.
[326] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/472-473.
[327] Buhârî, Vudû: 50, Et´ime: 18; Müslim, Hayz: 91, (354); Muvatta, Tahâret: 91, (1, 25); Ebû Dâvud, Tahâret: 75, (187); Nesâî, Tahâret: 123, (1, 108).
[328] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/474.
[329] Buhârî Vudû: 50, Ezan: 43, Cihad: 92, Etime: 20, 26; Müslim, Tahâret: 92, (355); Tirmizî, Et´ime: 33, (1837); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/474.
[330] Muvatta, Tahâret: 25, (1, 27); Tirmizî, Tahâret: 59, (80); Ebû Dâvud, Tahâret: 75, (191, 192); Nesâî, Tahâret: 23, (1,108). Bu Tirmizî´nin lafzıdır.
[331] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/474-475.
[332] Ebû Dâvud, Tahâret: 75, (193); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/475.
[333] Buhârî, Vudû: 51, 54, Cihâd: 123, Megazî: 35, 38, Et´ime: 7, 9, 51; Muvatta, Tahâret: 20, (1, 26); Nesâî, Tahâret: 124, (1, 108, 109); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/476.
[334] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/476.
[335] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/476.
[336] Müslim, Hayz: 97, (360); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/477.
[337] Ebû Dâvud, Tahâret: 72, (184); Tirmizî, Tahâret: 60, (81); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/477-478.
[338] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/478-479.
[339] Ebû Dâvud, Tahâret: 81, (204); İbnu Mâce, İkâmet: 67, (1041); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/480.
[340] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/480.
[341] Ebû Dâvud, Libas: 28, (4086); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/481.
[342] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/481-482.
[343] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/483.
[344] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/483-484.
[345] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/484.
[346] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/484.
[347] Buhârî, Vudû: 48, 35, 49, Salât: 7, 25, Cihâd: 90, Megâzî: 80, Libâs: 10, 11; Müslim, Tahâret: 77, 79, 81, 82, (274); Muvatta, Tahâret: 42, (1, 36); Ebû Dâvud, Tahâret: 59, (149, 150, 151); Tirmizî, Tahâret: 72, (97, 98, 99, 100); Nesâî, Tahâret: 96, 97, 100, 87, (1, 82, 83, 84, 76); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/484.
[348] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/484-487.
[349] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/487.
[350] Müslim, Tahâret: 84, (275); Ebû Dâvud, Tahâret: 59, (153); Tirmizî, Tahâret: 75, (101); Nesâî, Tahâret: 86, 96 (1, 75, 81); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/487-488.
[351] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/488.
[352] Tirmizî, Tahâret: 75, (102); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/488.
[353] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/488-489.
[354] Buhârî, Salât: 25; Müslim, Tahâret: 73, (272); Tirmizî, Tahâret: 70, (93); Nesâî, Tahâret: 96, (1, 81).
[355] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/489.
[356] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/489-490.
[357] Ebû Dâvud, Tahâret: 59, (154); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/490.
[358] Müslim, Tahâret: 86, (277); Ebû Dâvud, Tahâret: 66, (172); Tirmizî, Tahâret: 45, (61); Nesâî, Tahâret: 101, (1, 86). Tirmizî ve Nesâî´nin rivayetinde mesh´in zikri geçmez; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/490.
[359] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/490-491.
[360] Ebû Dâvud, Tahâret: 61, (159); Tirmizî, Tahâret: 74, (99).
[361] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/492.
[362] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/492-493.
[363] Ebû Dâvud, Tahâret: 62, (160); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/493.
[364] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/494.
[365] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/494.
[366] Tirmizî 72, 73, (97, 98); Ebu Dâvud, Tahâret: 63, (161, 165); Nesâî, Tahâret: 63, (1, 62); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/494.
[367] Ebu Dâvud, Tahâret: 62, (162); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/494.
[368] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/495.
[369] Ebu Dâvud, Tahâret: 63, (162, 163, 164); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/495.
[370] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/495-496.
[371] Müslim Tahâret: 85, (276); Nesâî, Tahâret: 99, (1, 84); İbnu Mâce, Tahâret: 86, (552); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/496.
[372] Tirmizî, Tahâret: 71, (96), Da´avât: 102, (3529, 3530); Nesâî, Tahâret: 98, (1, 83, 84); İbnu Mâce, Tahâret: 86, (554); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/496.
[373] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/496-497.
[374] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/497.
[375] Ebû Dâvud, Tahâret: 60, (158); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/497.
[376] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/497-498.
[377] Ebû Dâvud, Tahâret: 60, (157); Tirmizî, Tahâret: 71, (95); İbnu Mâce, Tahâret: 86, (553); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/498.
[378] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/498.
[379] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/499-500.
[380] Buhârî, Teyemmüm: 2, Fedailu´l-Ashab: 5, 30, Tefsir, Nisâ: 10, Mâide: 3, Nikâh: 65, 125, Libas: 52, Hudud: 39; Müslim, Hayz: 108, (367); Muvatta, Tahâret: 89, (1, 53, 54); Ebû Dâvud, Tahâret: 123, (317); Nesâî, Tahâret: 194, (1, 163, 164); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/500-501.
[381] İfk hadisesi 4. ciltte 120-132. sayfalarda açıklanmıştır (718 numaralı hadis).
[382] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/501-503.
[383] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/504.
[384] Ebû Dâvud, Tahâret: 123, (318, 319, 320); Nesâî, Tahâret: 196, 197, 198, (1, 166-168); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/505.
[385] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/505.
[386] Buhârî, Teyemmüm: 7, 4, 5, 8; Müslim, Hayz: 110 (368); Ebû Dâvud, Tahâret: 123 (321); Nesâî, Tahâret: 202, (1, 170); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/506-507.
[387] Müslim, Tahâret: 110, (368); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/507.
[388] Buhârî, Teyemmüm: 6; Müslim, Hayz: 111, (368); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/507.
[389] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/508.
[390] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/508.
[391] Buhârî, Teyemmüm: 4, 5, 7, 8; Müslim, Hayz: 112 (368); Ebû Dâvud, Tahâret: 123, (318, 319, 322, 323, 324, 325, 326, 327, 328); Nesâî; Tahâret: 196, 199, 200, (1, 165-170); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/509.
[392] Nemli veya yanık toprak ile yer cinsinden olmayan bir şey ile karışık olup o şeye gâlip bulunan toprak ile teyemmüm olabilir. Kurumadıkça çamur ile teyemmüm olunmaz. Külle, demir, altın, bakır gibi eriyerek şekil değiştirmiş madenlerle, incilerle, camlarla, kumaş ve hayvan derileriyle teyemmüm olmaz. Çünkü bunlar yer cinsinden sayılmaz. Ancak üzerlerinde toz varsa olur. İmam Şafi´î´ye göre teyemmüm sadece toprakla yapılır. İmam Mâlik´e göre, otlar, ağaçlar ve kar ile de caiz olur.
[393] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/509-511.
[394] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/512.
[395] Buhârî, Teyemmüm: 6, 8, Menâkıb: 25, Müslim, Mesâcid: 317, (682); Nesâî, Tahâret: 203, (1, 171); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/512.
[396] Ebû Dâvud, Tahâret: 125, (332, 333); Tirmizî, Tahâret: 92, (124); Nesâî, Tahâret: 204, (1, 171); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/513.
[397] Rivayet farklılıklarını birleştirerek veriyoruz.
[398] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/513-514.
[399] Tirmizî, Tahâret: 110, (145); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/514.
[400] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/514.
[401] Nesâî, Tahâret: 205, (1, 172); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/515.
[402] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/515.
[403] Ebû Dâvud, Tahâret: 127, (337); İbnu Mâce, Tahâret: 93, (572); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/515.
[404] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/515-517.
[405] Ebu Dâvud, Tahâret: 126, (334, 335); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/517.
[406] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/517-518.
[407] Ebû Dâvud, Tahâret: 128, (338, 339); Nesâî, Gusl: 27 (1, 213); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/518.
[408] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/519.
[409] Buhârî, Teyemmüm: 3, [önceki rivayet bab başlığında muallak (senetsiz) olarak zikredilmiştir]; Muvatta, Tahâret: 90, (1, 56); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/519.
[410] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/519-521.
[411] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/523.
[412] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/523.
[413] Buhârî, Gusl: 28; Müslim, Hayz: 87, (348); Muvatta, Tahâret: 71, (1, 45, 46); Ebû Dâvud, Tahâret: 84, (216) Nesâî, Tahâret: 129, (1, 110, 111); İbnu Mâce, Tahâret: 111, (610); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/524.
[414] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/524.
[415] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/525.
[416] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/525.
[417] Buhârî, Vudû: 34; Müslim, Hayz: 81-83, (343-345); Ebû Dâvud, Tahâret: 84, (217); Nesaî, Tahâret: 132, (1,115); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/525.
[418] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/525-526.
[419] Ebû Dâvud, Tahâret: 84, (214, 215); Tirmizî, Tahâret: 81, (110, 111); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/526.
[420] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/526.
[421] Ebû Dâvud, Tahâret: 95, (236); Tirmizî, Tahâret: 82, (113); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/527.
[422] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/527.
[423] Teribet Yeminike: Sağ elin topraklansın demektir. Ancak, hayret makamında bir tabirdir. Ağır bir beddua sayılmaz. Dilimizdeki Allah hayrını versin tabiri bu makamda kullanılır.
[424] Müslim, Hayz: 33, (314); Muvatta, Tahâret: 84, (1, 51); Ebû Dâvud, Tahâret: 96, (237); Nesâî, Tahâret: 131, (1, 112,113); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/527-528.
[425] Müslim, Hayz: 30, (311); Buhârî, Menâkıbu´l-Ensâr: 49; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/528.
[426] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/528-529.
[427] Bugünün tıbbı, çocuğun cinsiyetine tesir eden faktörler meselesinde kesin bir şey söylememekte, doğumda erkek nisbetinin çokluğunu “tabiî bir kanun” olarak kabûl etmekte ve harplerden sonra bu nisbetin arttığını belirtmektedir. (Bak. T. R. Kazancıgil, Kadında Kısırlık İ. Ü. Tıp Fak. Yayını İstanbul, 1958 s. 19.)
[428] Ebû Dâvud, Tahâret: 98, (248); Tirmizî, Tahâret: 78, (106); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/531.
[429] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/531.
[430] Ebû Dâvud, Tahâret: 98, (249); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/531.
[431] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/532.
[432] Ebû Dâvud, Tahâret: 100, (255); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/532.
[433] Hıtmî ve üşnân, bilhassa baş temizliğinde kullanılan bir ot çeşidi.
[434] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/532-534.
[435] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/534.
[436] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/534.
[437] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/534.
[438] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/535.
[439] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/535.
[440] Buhârî, Gusl: 1, 15, 19; Müslim, Hayz: 35, (316); Muvatta, Tahâret: 67, (1, 44); 80, (1, 45); Ebû Dâvud, Tahâret: 98, (240, 241, 242, 243, 244), 100, (253); Nesâî, Tahâret: 152, 153, 155, 156, 157, (1, 132-135); Tirmizî, Tahâret: 76, (104); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/535.
[441] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/535-536.
[442] Buhârî, Gusl: 1, 5, 7, 8, 10, 11, 16, 18, 21; Müslim, Hayz: 4, (317); Ebû Dâvud, Tahâret: 98 (245); Tirmizî, Tahâret: 76, (103); Nesâî, Tahâret: 161, (1, 137); Gusl: 15, (1, 204); 22, (1, 208); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/537.
[443] Nesâî, Gusl: 18, (1, 205, 206); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/537.
[444] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/537-538.
[445] Müslim, Hayz: 58, (330); Ebû Dâvud, Tahâret: 100, (251, 252); Tirmizî, Tahâret: 77, (105); Nesâî, Tahâret: 150, (1, 131); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/538.
[446] Müslim, Hayz: 59, (331); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/539.
[447] Buhârî, Gusl: 12, 24, Nikâh: 4, 102; Ebû Dâvud, Tahâret: 75, (218); Tirmizî, Tahâret: 106, (140); Nesâî, Tahâret: 170 (1, 143); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/539.
[448] Ebû Dâvud, Tahâret: 86, (219); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/539.
[449] Müslim, Hayz: 27, (308); Ebû Dâvud, Tahâret: 86, (220); Tirmizî, Tahâret: 107, (141); Nesâî, Tahâret: 107, (1, 142); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/540.
[450] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/540-541.
[451] Tirmizî, Tahâret: 79, (107), Nesâî, Tahâret: 162, (1, 137); Ebû Dâvud, Tahâret: 99, (250); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/541.
[452] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/541.
[453] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/541.
[454] Buhârî, Gusl: 2; Müslim, Hayz: 41, 42, (319, 320); Muvatta, Tahâret: 68, (1, 44, 45); Ebû Dâvud, Tahâret: 97, (238); Nesâî, Tahâret: 144, (1, 127); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/542.
[455] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/542-543.
[456] Buhârî, Gusl: 3, 4; Nesâî, Tahâret: 144, (1, 128), (İbnu Hacer, bu rivayetin Müslim´de bulunmadığını söyler); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/544.
[457] Nesâî, Tahâret: 47, (98, 99); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/544.
[458] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/544.
[459] Ebû Dâvud, Hamâm: 2; Nesâî, Gusl: 7, (1, 200); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/544.
[460] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/544.
[461] Nesâî, Tahâret: 143, (1, 126); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/545.
[462] Müslim, Hayz: 70, (336); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/545.
[463] Nesâî, Tahâret: 162, (1, 138); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/545.
[464] Ebû Dâvud, Tahâret: 98, (247); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/545.
[465] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/546.
[466] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/546.
[467] Ebû Dâvud, Tahâret: 101, (256); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/547.
[468] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/547-548.
[469] Ebû Dâvud, Tahâret: 100, (254); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/548.
[470] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/548.
[471] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/548.
[472] Ebû Dâvud, Tahâret: 91, (229); Tirmizî, Tahâret: 111, (146); Nesâî, Tahâret: 171, (1, 144); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/548-549.
[473] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/549.
[474] Rezin tahric etmiştir. [Buhârî bab başlığında muallak olarak kaydetmiştir [Buhârî, (Hayz 7); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/550.
[475] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/550.
[476] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/550.
[477] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/550-551.
[478] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/551.
[479] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/552.
[480] Buhârî, Gusl: 27, 25; Müslim, Hayz: 21, (305, 307); Muvatta, Tahâret: 77, (1, 47, 48); Ebû Dâvud, Tahâret: 88, 90 (222, 223, 224, 226, 228); Salât 343, (1437); Tirmizî, Tahâret: 87, (118, 119); Nesâî, Tahâret: 163, 164, 165, 166 (1, 138-139), Gusl: 4, 5, (1, 199); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/552.
[481] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/552-553.
[482] Buhârî, Gusl: 27, 25; Müslim Hayz: 25, (306); Muvatta, Tahâret: 76, (1, 47); Ebû Dâvud, Tahâret: 87 (221); Nesâî, Tahâret: 167, (1, 140); Tirmizî, Tahâret: 88, (120). Bu metin Sahîheyn´e aittir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/553.
[483] Muvatta, Tahâret: 78, (1, 48); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/553.
[484] Buhârî, Gusl: 23, 24; Müslim, Hayz: 115, (371); Ebû Dâvud, Tahâret: 97, (231); Tirmizî, Tahâret: 89, (121); Nesâî, Tahâret: 172, (1, 145, 146); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/554.
[485] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/554-555.
[486] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/555.
[487] Müslim, Hayz: 116, (372); Ebû Dâvud, Tahâret: 92, (230); Nesâî,Tahâret: 172, (1, 145); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/556.
[488] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/5.
[489] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/5.
[490] Buhârî, Gusl: 17, Ezan: 24, 25; Müslim, Mesâcid: 157, (605); Muvatta, Tahâret: 79, (1, 48); Ebu Dâvud, Tahâret: 94, (234, 235); Nesâî, İmamet: 14, (2, 81, 82); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/6.
[491] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/6-7.
[492] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/7.
[493] Muvatta, Tahâret: 80, 81, 82, (1, 49); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/7.
[494] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/7-8.
[495] Buhârî, Hayz: 13, 14, İ´tisam: 24; Müslim, Hayz: 60, 61, (332); Ebu Dâvud, Tahâret: 122, (314, 315, 316); Nesâî, Tahâret: 159, (1, 135-137); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/9.
[496] Bu Sahîheyn´in metnidir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/9.
[497] Müslim, Hayz: 61, (332); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/10-11.
[498] Ebu Dâvud, Tahâret: 122, (313); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/12.
[499] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/12.
[500] Buhârî, Cuma: 2, 3, 12, Ezan: 161; Şehâdât: 18; Müslim, Cuma: 5, (846); Muvatta, Cuma: 4, (1, 102); Ebu Dâvud, Tahâret: 129, (341); Nesâî, Cuma: 6, 8, (3, 92-93); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/13.
[501] Muvatta, Cuma: 2, (1, 101); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/13.
[502] Tirmizî, Salat: 381, (525); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/13.
[503] Muvatta, Tahâret: 113, (1, 65-66); İbnu Mâce, İkametu´s-Salât: 83, (1098). (İbnu Mâce´de rivayet mevsuldür); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/14.
[504] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/14-15.
[505] Buhârî, Cuma: 4; Müslim, Cuma: 3, (845); Muvatta, Cuma: 3, (1, 101, 102); Ebu Dâvud, Tahâret: 129, (340); Tirmizî, Salât: 255, (493); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/15.
[506] 3042-3052 numaralı hadislere bakın.
[507] Cuma guslü vâcip değil diyenler bu hadisi delil gösterir. Ancak vâcip diyenler Hz. Osman´ın sabahleyin gusletmiş olabileceğini söylerler ve delil olarak “Hz. Osman radıyallahu anh´ın her gün guslettiğini” ifade eden rivayetleri gösterirler. Zira bazı rivayetler onun hergün mutlaka guslettiğini beyan etmektedir. اِنَّ عُثْمَانَ لَمْ يَكُنْ يَمْضِى عَلَيْهِ يَوْمٌ حَتَّى يُفِضُ عَلَيْهِ الْمَاءَ
[508] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/15-18.
[509] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/18-19.
[510] Ebu Dâvud, Tahâret: 130, (353); Buhârî, Cuma: 6; Müslim, Cuma: 8, (848); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/19.
[511] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/19-20.
[512] Ebu Dâvud, Tahâret: 130, (354); Tirmizî, Salât: 357, (497); Nesâî, Cuma: 9, (3, 94); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/21.
[513] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/21.
[514] Muvatta, Cuma: 17, (1, 110); Ebu Dâvud, Salât: 219, (1078); İbnu Mâce, İkametu´s-Salât: 83, (1095); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/22.
[515] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/22.
[516] Muvatta, Cuma: 17, (1, 110); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/22.
[517] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/22.
[518] Muvatta, Iydeyn: 2, (1, 177); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/23.
[519] Nesâî, Cuma: 8, (3, 93); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/23.
[520] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/24.
[521] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/25.
[522] Buhârî, Cenâiz: 12, 8, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17; Müslim, Cenâiz: 36, (939); Muvatta, Cenâiz: 2, (1, 222); Ebu Dâvud, Cenâiz: 33, (3142, 3143, 3144, 3145, 3146); Tirmizî, Cenâiz: 15, (990); Nesâî, Cenâiz: 28, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, (4, 28-32); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/25.
[523] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/25-27.
[524] Nesâî, Cenâiz: 29, (4, 29); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/27.
[525] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/27.
[526] Ebu Dâvud, Cenâiz: 39, (3161); Tirmizî, Cenâiz: 17, (993); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/28.
[527] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/28-29.
[528] Ebu Dâvud, Cenaiz: 70, (3214); Nesâî, Tahâret: 128, (1, 110), Cenâiz: 84, (4, 79); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/29-30.
[529] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/30.
[530] Ebu Dâvud, Cenâiz: 39, (3160); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/30.
[531] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/30-31.
[532] Buhârî, Cenâiz: 8. Bab başlığında senetsiz olarak rivayet etmiştir. Muvatta, Tahâret: 18, (1, 25); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/31.
[533] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/31-32.
[534] Muvatta, Cenâiz: 3, (1, 223); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/32.
[535] Ebu Dâvud, Taharet: 131, (355); Tirmizî, Salât: 429, (605); Nesâî, Tahâret: 127, (1, 109).
[536] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/33.
[537] Ebu Dâvud, Tahâret: 131, (356); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/33.
[538] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/34-35.
[539] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/36.
[540] Ebu Dâvud, Hammâm: 1, (4009, 4010); Tirmizî, Edeb: 43, (2803, 2804); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/36.
[541] Ebu Dâvud, Hammâm: 1, (4011); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/37.
[542] Tirmizî, Edeb: 43, (2802); Nesâî, Gusl: 2, (1, 198); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/37.
[543] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/37-38.
[544] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/40-41.
[545] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/42-43.
[546] Müslim, Hayz: 16, (302); Ebu Dâvud, Nikah: 47, (2165); Tirmizî, Tefsir, Bakara: (2981); Nesâî, Tahâret: 181, (1, 152); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/43.
[547] Tirmizî, Tahâret: 102, (135); İbnu Mâce, Tahâret: 122, (639); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/44.
[548] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/44-45.
[549] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/45.
[550] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/46.
[551] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/46.
[552] Buhârî, Hayz: 5; Müslim, Hayz: 1, 4, (293, 295); Muvatta, Tahâret: 95, (1, 58); Ebu Dâvud Tahâret: 107, (267, 268, 273); Tirmizî, Tahâret: 99, (132); Nesâî, Hayz: 12, 13, (1, 189); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/47.
[553] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/47-48.
[554] Muvatta, Tahâret: 93, (1, 57); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/48.
[555] Rezîn tahric etti. (Ebu Dâvud, Tahâret: 83, (212, 213); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/48.
[556] Ebu Dâvud, Tahâret: 107, (272); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/49.
[557] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/49.
[558] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/49.
[559] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/49.
[560] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/50.
[561] Tirmizî, Tahâret: 103, (136, 137); Ebu Dâvud, Tahâret: 106, (264, 265, 266); Nesâî, Tahâret: 182, (1, 153); İbnu Mâce, Tahâret: 123, (640); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/50.
[562] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/50-51.
[563] Buhârî, Hayz: 2, İ´tikaf: 2, 3, 4, 19, Libâs: 76; Müslim, Hayz: 10, (297); Muvatta, Tahâret: 102, (1, 60); Ebu Dâvud, Savm: 79, (2467, 2469); Tirmizî, Savm: 80, (804); Nesâî, Hayz: 20, (1, 193); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/51.
[564] Buhârî, Hayz: 13, Tevhid: 52; Ebu Dâvud, Tahâret: 103, (260); Nesâî, Hayz: 16, (1, 191); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/51-52.
[565] Müslim, Hayz: 11, (298); Ebu Dâvud, Tahâret: 104, (261); Tirmizî, Tahâret: 101, (134); Nesâî, Hayz: 18, (1, 192); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/52.
[566] Nesâî, Hayz: 19, (1, 192); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/52.
[567] Muvatta, Tahâret: 88, (1, 52); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/53.
[568] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/53-54.
[569] Buhârî Hayz: 4, 21, 22, Savm: 24; Müslim, Hayz: 5, (296); Nesâî, Tahâret: 179, (1, 149, 150); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/54.
[570] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/54-55.
[571] Ebu Dâvud, Tahâret: 107, (270); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/55-56.
[572] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/56.
[573] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/56.
[574] Müslim, Hayz: 14, (300); Ebu Dâvud, Tahâret: 103, (259); Nesâî, Tahâret: 177, (1, 148); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/57.
[575] Tirmizî, Tahâret: 100, (133); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/57.
[576] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/57-58.
[577] Buhârî, Hayz: 20; Müslim, Hayz: 67, (335); Ebu Dâvud, Tahâret: 105, (262, 263); Tirmizî, Taharet: 97, (130); Savm: 68, (787); Nesâî, Hayz: 17, (1, 191, 192), Savm: 64, (4, 191); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/58.
[578] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/58-59.
[579] Ebu Dâvud, Tahâret: 121, (312); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/59.
[580] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/60.
[581] Muvatta, Tahâret: 100, (1, 60). İmam Mâlik bu rivayeti belâğ (senetsiz) olarak kaydetmiştir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/60.
[582] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/60-61.
[583] Tirmizî, Tahâret: 98, (131); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/61.
[584] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/61-62.
[585] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/63.
[586] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/63.
[587] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/63-64.
[588] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/64.
[589] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/64.
[590] Buhârî, Hayz: 26; Müslim, Hayz: 64, 66, (334); Ebu Dâvud, Tahâret: 111, (288, 289, 290, 291); Tirmizî, Tahâret: 96, (129); Nesâî, Hayz: 2, 3, 4, (1, 181, 182); 64.
[591] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/65-66.
[592] Ebu Dâvud, Tahâret: 1100, (287); Tirmizî, Tahâret: 95, (125); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/67-68.
[593] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/68-70.
[594] Ebu Dâvud, Tahâret: 116, (296); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/70.
[595] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/70-71.
[596] Muvatta, Tahâret: 105, (1, 62); Ebu Dâvud, Tahâret: 108, (274, 275, 276, 277, 278); Nesâî, Hayz: (1, 182); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/71.
[597] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/71-72.
[598] Ebu Dâvud, Tahâret: 114, (301).
[599] Bu sözün sahibi Teysir müellifi İbnu Deybe´dir.
[600] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/72-73.
[601] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/73.
[602] Ebu Dâvûd, Tahâret: 115, (302); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/74.
[603] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/74.
[604] Muvatta, Hacc: 124, (1, 371); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/74.
[605] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/75.
[606] Ebu Dâvud, Tahâret: 120, (309); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/75.
[607] Ebu Dâvud, Tahâret: 119, (307, 308); Nesâî, Hayz: 7, (1, 186, 187); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/75.
[608] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/75-76.
[609] Muvatta, Tahâret: 97, (1, 59); Buhârî, bunu bab başlığında senetsiz olarak kaydetmiştir (Hayz 19); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/76-77.
[610] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/77.
[611] Muvatta, Tahâret: 98, (1, 59). Bunu Buhârî bab başlığı olarak (senetsiz) kaydetmiştir. (Hayz 19); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/77.
[612] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/77-78.
[613] Ebu Dâvud, Tahâret: 121, (311); Tirmizî, Tahâret: 105, (139); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/78.
[614] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/78-79.
[615] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/79.
[616] Bu parça, Konyamızın muhterem doktorlarından, Dahiliye mütehassısı Dr. Ail Kemal Belviranlı´nın İslam Prensipleri kitabından alınmıştır. Yazı aynı ta´lîmî üslûbla, soru-cevap şeklinde aybaşı halinin dîni yönlerini açıklayarak devam eder; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/79-85.