(Bu bölümde dokuz bab vardır)
BİRİNCİ BAB
SULARIN AHKÂMI
İKİNCİ BAB
NECASETİN İZALESİ
(Bu bab beş fasıldır)
BİRİNCİ FASIL
BÜYÜK VE KÜÇÜK ABDESTLE İLGİLİ MESELELER
İKİNCİ FASIL
MENİ HAKKINDADIR
ÜÇÜNCÜ FASIL
HAYIZ KANI
DÖRDÜNCÜ FASIL
KÖPEK VE DİGER HAYVANLAR
BEŞİNCİ FASIL
DERİLER
ÜÇÜNCÜ BAB
(Bu babta iki fasıl var)
BİRİNCİ FASIL
İSTİNCANIN ÂDÂBI
İKİNCİ FASIL
İSTİNCADA KULLANILAN MADDELER
DÖRDÜNCÜ BAB
ABDEST HAKKINDA
(Bu babta üç fasıl var)
BİRİNCİ FASIL
ABDESTİN FAZİLETLERİ
İKİNCİ FASIL
ABDESTİN SIFATI
ÜÇÜNCÜ FASIL
ABDESTİN SÜNNETLERİ: DOKUZDUR
1- Misvak
2- İki Elin Yıkanması
3- Sümkürme, Ağız ve Burnu Yıkama
4- Sakal ve Parmakları Hilalleme
5- Kulakları Meshetme
6- Abdesti Eksiksiz Yapmak
7- Suyun Miktarı
8- Mendil
9- Dua ve Besmele
BEŞİNCİ BAB
ABDESTİ BOZAN ŞEYLER
1- Ön ve Arka vs. Yollardan Bir Şeyin Çıkması: Dört Çeşittir
Yel Çıkması
Mezî Akması
Kusmuk
Kan
2- KADINA VE FERCE DEGMEK (Meshetmek)
Kadına Değmek
Zekere Değmek
3- UYKU, BAYGINLIK VE KENDİNDEN GEÇME
4- ATEŞTEN PİŞENİ YEMEK
Abdest
Abdesti Terk Hakkında
5- DEVE ETİ
6- MÜTEFERRİK HADİSLER
ALTINCI BAB
MESTLER ÜZERİNE MESHETMEK
YEDİNCİ BAB
TEYEMMÜM
SEKİZİNCİ BAB
GUSÜL HAKKINDADIR
(Altı Fasıldır)
BİRİNCİ FASIL
CENABETTEN GUSÜL
İKİNCİ FASIL
HAYIZLI VE NİFASLININ GUSLÜ
ÜÇÜNCÜ FASIL
CUMA VE BAYRAMLARDA YIKANMA
DÖRDÜNCÜ FASIL
CENAZE YIKAMAK VE BUNDAN YIKANMAK
BEŞİNCİ FASIL
MÜSLÜMAN OLANIN YIKANMASI
ALTINCI FASIL
HAMAM HAKKINDA
DOKUZUNCU BAB
(Hayız Hakkında İki Fasıl Var)
BİRİNCİ FASIL
HAYIZLILARLA İLGİLİ AHKÂM
UMÛMÎ AÇIKLAMA
İslâm, bütün beşerî sistemler ve diğer dinî nizamlar arasında temizliğe en çok yer veren bir dindir. Bütün ibadetler ve her çeşit dinî hayat temizlik üzerine kurulur. Hadis ve Fıkıh kitapları önce temizlik bahisleriyle başlar. İslam´ın yarısı temizlik kabul edilir. Bu bahis, beden temizliğinden çevre temizliğine kadar çok değişik sahalara temas eder. Konunun ehemmiyeti ve dağınıklığı sebebiyle hadislere geçmezden önce, bu umumî açıklama kısmında İslam´da temizliğin yeri ve ehemmiyeti hakkında derli toplu bir tahlil sunacağız. Burada bazılarına mealen ve özetleyerek temas ettiğimiz hadisler bilâhare metinleriyle ve tam olarak gelecektir.[1]
İSLAM VE TEMİZLİK
Temizlik, gerek maddî gerek manevî olsun bir müslümanın mutlaka riayet etmesi gereken bir husustur. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) “Temizlik imanın yarısıdır”, “Namazın anahtarı temizliktir” gibi beyanlarıyla temizliksiz dînî hayatın, dindârlığın mümkün olamayacağını mü´minlerin vicdanına yerleştirmeye çalışmıştır. İman-İslâm kelimelerinin aynılık ve gayrılığı üzerinde âlimlerin yaptığı münakaşa bir tarafa, bizzat sahih hadislerde gelmiş olan: “Allah´a iman nedir biliyor musunuz (…) (açıklayayım, Allah´a iman) Allah´tan başka tanrı olmadığına ve Muhammed´in Allah´ın elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, ganimetten beşte birini vermektir” ifadesi nazara alınmış olsa bile çoğu kere imanla dinin kastedildiği, böylece “temizlik”in dinin, dinî hayatın yarısını, hem de ikinci yarının tahakkuku için şart olan evvelki yarıyı teşkil ettiğini anlarız. Tabiîdir ki bu durum, müslüman nazarında temizliğin ehemmiyetini fevkalâde artırmış oluyor, zira maddî manevî bütün amellerin makbul ve muteber olması bunun varlığına bağlanmıştır. Nitekim hadiste: “Temizlik olmayınca namaz kabul edilmez” denmektedir.
Aslında kabul edilmesi için koşulan temizlik şartı namaza has değildir. Allah için yapılan her bir şeyin kabul edilmesi, onun temiz olmasına bağlıdır. “İbadet riya ile kirlenirse makbul değildir.” “Sadaka, zekât meşru yoldan kazanılmış helâl maldan değilse makbul değil”, “Yenip içilen şeyler, alınan gıdalar temiz değilse yapılan duaların, edilen ibadetlerin hiçbirisi makbul değil”, “Allah temizdir ve sadece temiz olanı kabul eder.” “Sözün temiz olanı, amelin salih olanı O´na yükselir.” (Fâtır, 10; Bakara 264; Mâûn 6.]
Şu halde kişi müslüman olabilmek, Allah´a layık olabilmek için pek çok yönlerden, maddeten ve mânen temiz olmak zorundadır.
Burada temizlik şartı mutlaktır. Maddî temizlik veya manevî temizlik diye tahsise imkân yoktur. Zira önce de söylediğimiz gibi İslâm ceset ve ruhu ayrı ayrı mütâlaa ederek, birini tafdil diğerini ihmâl etmiyor, ikisinin de terbiye ve kemâlini istiyor, ikisinin de terbiyesinde temizliği ilk şart kılıyor. Ruhu kirleten şirk, kibir, ucub, yalan, gıybet, haset, gadab, dedikodu, mâlâyânî şeylerle iştigal, haram nazar, fısk, gaflet, kötü söz, yeis, fahr, israf, cimrilik, merhametsizlik… gibi mânevi kirlerden[2] şiddetle nehyedildiği gibi, ibadete mâni bir kısım maddî pisliklerden de haber verip bunlardan da uzak durmayı emretmektedir.
Hattâ Kur´ân-ı Kerim´in bazı âyetleri, birçok dinî emirlerin, “temizlik”in gerçekleşmesi için konulmuş olduğunu ifade etmektedir. Meselâ namaz kılmak için şart olan gusül, abdest veya (hîn-i hâcette ikisinin yerini tutmak üzere) teyemmüm gibi vasıtalarla temizlik yapılmasını emreden âyetten sonra: “Allah (bu emirle) size bir güçlük dilemez, fakat sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister” (Mâide 6) dendiği gibi, zekâtla ilgili olarak da “Onların mallarından bir zekât al ki onunla kendilerini temizlemiş, tezkiye etmiş olasın” (Tevbe 103) denmektedir. Hz. Peygamberin: “Her şey için bir zekât (temizleyici) vardır, cesedin zekâtı da oruçtur” sözü, orucun da bir başka temizlik için konduğunu ifade etmektedir. Bilindiği üzere, zekât lügatte nemâ (artma) ma´nâsına geldiği gibi tathir (temizleme) ma´nâsına da gelmekte ve şer´î örfte iki ma´nâda birlikte kullanılmaktadır.
Bu ifadeler az önce söylediklerimizin zıddına, insana farz kılınan amellerden esas maksadın “insanı hakîkî temizliğe kavuşturmak” olduğunu göstermektedir. Yani temizlik, dinde hem vasıta hem gâye olmaktadır.
İslâm´da temizliğe birinci plânda verilen bu ehemmiyetin bir ifadesi olarak hemen hemen bütün hadis ve fıkıh kitapları, taharetle ilgili bölüme en başta yer verirler, ondan sonra diğer bölümlere geçerler. Meselâ Kütüb-i Sitte´nin, Buhârî dışında kalan beş kitabı böyledir. Buhârî en başa Kitâbu´l-İmân´ı koymuştur.
Gazalî, İslâm´ın mü´minlerden taleb ettiği maddî ve manevî temizliği dört mertebeye ayırır:
1- Zâhir´in temizliği: Bu hadesten, necâsetten ve fuzûliyattan temizliktir.
2- İnsan âzâlarının (cevârih) bir kısım cürüm ve günahlardan temizliği.
3- Kalbin mezmum ahlâklardan, takbih edilen düşüklüklerden (rezâil) temizlenmesi.
4- Sırrın Allah´tan başka herşeyden temizlenmesi -ki bu Enbiyâ ve Sıddîkin´e has bir temizlik mertebesidir.-
İslâm´ın temizlik anlayışının sahip olduğu bu genişlik ve şümûlü belirttikten sonra hemen ilâve edelim ki biz burada daha ziyade bedenî terbiyeye taalluk eden “zâhir”in temizliği üzerinde duracağız.
Sünnette gelen beyanlara bakınca zâhirin temizliği deyince sadece insan bedeninin temizliği söz konusu değildir. Elbisenin, meskenin ve hatta yaşanan muhit ve çevrenin de temizliği söz konusudur. Zirâ insan bu söylenenlerin hepsiyle birlikte gerçek bütünlüğünü bulmaktadır ve bunların her birisi insan üzerinde te´sir icra etmektedir. Bu sebeple bir müslümanın içinde yaşadığı fizik ve sosyal çevrenin de maddî ve manevî yönlerden kendi akîde iklimine uygun olması, imân şartlarına göre tanzim edilmiş bulunması gerekmektedir. Biz burada bunlardan en mühimleri olan beden ve elbise temizliği ile mesken ve muhit temizliğine temâs edeceğiz.
Beden (Ve Elbise) Temizliği: Biri hades denen ve gözle görülmeyen hükmi pislikten, diğeri de gözle görülen ve necâset denen maddî pislikten olmak üzere iki ayrı temizliği gerçekleştirmektir. Hades denen hükmî pislik sadece insan vücudu için mevzubahistir. İki çeşittir, birincisi cinsî münasebet veya ihtilâmla hâsıl olur, bundan temizlenmek için bütün vücudun yıkanması gerekir. Diğeri abdesti bozan hallerle hâsıl olur ve vücudun her an dışarı ile teması olan el, yüz, kol ve ayakların yıkanmasını gerektirir. Bu temizlikler olmayınca namaz kılınamaz.
Bütün vücudun yıkanması, sâdece büyük hades (cünüplük) şartına bağlı değildir. Bunun dışında normal olarak bir müslümanın haftada en az bir defa yıkanması gerekmektedir. Hz. Peygamber: “Sizden cumaya gelen yıkansın” demekle kalmaz, “Cuma günü yıkanmak bülûğa ermiş herkese vacibtir” diyerek tekid eder. Hz. Ali ve Hz. Osman gibi Ashab´tan bazılarının cünüp olmadığı halde, soğuk bile olsa her gün yıkandıkları belirtilir.
Gerek abdest ve gerekse guslün nâkıs olmaması “Allah´ın emrettiği şekilde” mükemmel olması gerekmektedir. Her ne kadar abdest âzâlarının ikişer ve hatta birer defa yıkanması yeterli ise de mükemmel olması için, hiç bir kuruluk kalmayacak şekilde üçer defa yıkanması lazımdır. Hz. Peygamber alelacele abdest alıp ökçelerini iyi yıkamayan kimseyi görünce “yazık ateşte yanacak olan ökçelere, (abdesti tam al)” diye uyarmış, tırnak kadar kuru yer bırakan kimseyi “abdestini tam alması için” geri çevirmiş, ihmâli mümkün olan parmak araları için de: “Su ile ovulmazsa Kıyamet günü Allah ateşle ovacaktır” diye dikkat çekmiştir. Abdest bozulmadıkça aynı abdestle birkaç vaktin namazını kılmak caiz ise de her vakit için yeni bir abdest teşvik edilmiş, Selef bunu “nur üstüne nur (nûrun alâ nûr)” olarak tavsif etmiştir. Hz. Peygamber´in Mekke´ nin fethedildiği güne kadar her namaz için ayrı abdest aldığı, o gün aynı abdestle beş vakti kıldığı belirtilmiştir.
Hz. Peygamber günlük temizliğin mecburî vasıtası olan abdeste teşvik olarak, müslümanların Kıyamet günü adest uzuvlarında zuhur edecek nurdan bir parlaklıkla diğer ümmetler arasında temayüz edeceğini belirtmekten başka, abdest alan kimse uzuvlarını yıkadıkça o uzuvlarla işlenmiş olan günahların, (onlarda bulunması muhtemel maddî kirler gibi) su ile akıp gideceğini, böylece günahlardan arınmış olarak çıkacağını, abdestin iki vakit arasında işlenen günahlara kefâret olacağını belirtir.
Sünnet, bilhassa el ve ağız gibi hıfzıssıhha noktasından ehemmiyet taşıyan uzuvların yıkanmasını, sadece namaz vakitlerine hasretmemiştir. Uykudan kalkıldığı zaman, abdest almazdan önce, ilk iş ellerin yıkanması gerektiğine dikkat çeker ve: “El nerede geceledi bilemezsiniz” der. Kezâ (el ve) parmakların yıkanmasında mübâlağalı davranarak iyice yıkanması, aksi takdirde (Kıyamet günü) ateşle yakılacağı bildirilir. Bu meyânda istincadan sonra ve gusül esnasında pislikler yıkandıktan sonra temizliğin tam olabilmesi için ayrıca toprağa sürtülmesi gerekmektedir.
Yemekten evvel ve sonraki yıkamalardan başka, süt gibi yağlı herhangi bir şey (yenilip) içilecek olsa arkadan “yağlı olduğu için” yıkanması icâbetmektedir. Bilhassa yatma esnasında ellerin mutlaka temiz olması istenmektedir. Yatmadan önce, abdest alıp ayaklar da dahil bütün abdest uzuvlarının yıkanmasını tavsiye etmekten başka, bilhassa ellerin mutlaka yıkanması gerektiğini belirtmek için Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Elinde bulaşık kokusu olduğu halde yıkamadan uyuyan kimseye herhangi bir rahatsızlık isabet ederse, kendisinden başkasında kabahat aramasın.”
Ağız temizliğinde mühim bir husus misvaktır. Hz. Peygamber her abdest alışında misvak kullanmakla yetinmez, bu vakitler dışında da sık sık misvak kullanırdı. “Ben dişlerimi o kadar misvaklarım ki (bazan) ön dişlerim sökülecek diye korkarım” diyen Hz. Peygamber´in namaz için evden her çıkışında misvak kullandığı, eve her girişinde ilk yaptığı şeyinde dişlerini misvaklamak olduğu, kezâ herhangi bir sebeple gece uyandığı zaman da dişlerini misvakladığı belirtilir. Misvakın ehemmiyetini belirtmek için “Eğer ümmetime müşkilat çıkarmış olmaktan (korkmasaydım) her namazda misvak emrederdim”; “Misvak kullanın! Zirâ o, ağız için temizlik vesilesi, Rabbülâlemîn içinde rıza ve hoşnutluk sebebidir. Cebrâil her gelişinde bana misvak tavsiye etti. O kadar ki bana ve ümmetime farz kılınacak diye korktum” buyurur. Yine aynı maksatla: “Kirâmen kâtibîn meleklerini, sahibi bulundukları kimseyi, dişlerinin arasında yemek kırıntısı olduğu halde namaza durur görmek kadar hiç bir şey rahatsız etmez” der ve misvak kullanılarak kılınan namazın misvaksız kılınana nazaran 70 defa üstün olduğunu söyler.
Beden ve elbise temizliğinin diğer bir şartı istincâ ve istibrâdır. Yani gerek büyük abdest gerekse küçük abdest bozduktan sonra bunların bedene ve elbiseye bulaşmasına meydan vermemektir. Bu maksadla def-i hacetten sonra su kullanmak gerekmektedir. Su olmadığı takdirde taşla en az üç kere silmek şarttır.Hz. Peygamber´in önce taş, sonra da su kullanmak suretiyle her ikisiyle temizlik yaptığı, helâda su kullandığı gibi, helâdan çıktıktan sonra da mutlaka her defasında ellerini yıkadığı Hz. Enes ve Hz. Âişe tarafından bildirilmektedir. Büyük abdestten sonraki temizliği su ile yapmanın ehemmiyetine bir âyetle Kur´an-ı Kerim de işaret ederek teşvikte bulunur. Mezkûr âyet Medine yakınında bulunan Kuba köyü hakkında gelmiştir ve şöyle der:
“(…) Orada (pisliklerden) iyice temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da böyle çok temizlenenleri sever” (Tevbe, 108). Bu âyet üzerine Hz. Peygamber, Kubalılara Allah tarafından övülen temizliklerinin ne olduğunu sorunca, helâda su kullandıklarını söylerler.
Hz. Peygamber ehemmiyet verilmeyip ihmâl edilmesi mümkün olan idrar bulaşmalarına ayrı bir ağırlık vererek dikkati çekmekte, ehemmiyetini nazara arzetmektedir: “Sidikten temizlenin. Zira kabir azabının çoğu sidik yüzündendir.” Diğer bazı hadislerde de kabir azabının sidik ve gıybet yüzünden olduğu belirtilir ki böylece idrar bulaşmaları bizzat Kur´an-ı Kerim´de “ölmüş kardeşinin etini yemek” olarak tavsif edilen gıybet kadar kötülenmiş, aynı derekede olduğu ifade edilmiş oluyor. Ayakta küçük abdest bozulabileceğine dair rivayetler mevcut ise de, sıçramalardan emin olunmayan hallerde oturarak yapılması gerektiği anlaşılmaktadır.
Beden temizliği konusunda Hz. Peygamber gusül, abdest, istincâ, istibrâ, misvak gibi buraya kadar belirtmiş olduğumuz temizliklerin yapılmasını emretmekle kalmaz, başka hususlara da temas eder. Bu meyanda bıyıkların, tırnakların kesilmesi, koltuk altı ve etek traşlarının yapılmasını da emretmiş, bu fazlalıkların atılmasında en çok kırk günün geçilmemesini istemiştir.
Sağ ve Sol Ellerin Kullanılışı: Sünnetin temizlik hususundaki hassasiyetinin bir başka tezahürü sağ ve sol ellerin yapacağı işlerde kendini gösterir. Zira ayakkabı, elbise giyme, baş tarama, temizlik vs. bütün işlerde “sağdan başlamayı” prensip edinen Hz. Peygamber, pisliklerin temizlenmesi, zaruret halinde temiz olmayan bir şeye dokunma gibi kirletici işlerin daima sol elle yapılmasını; yemek yemek, yiyeceklere dokunmak gibi temiz olması istenen işlerin de dâima sağ elle yapılmasını emretmektedir. Bu cümleden olarak istincânın, abdest alırken burun temizliğinin gusül esnasında vücuttaki pis yerlerin ve vücuda bulaşan pisliklerin temizlenmesinin daima sol elle yapılması prensip kılınmış, küçük abdest bozma sırasında bile sağ elle zekere dokunulmaması emredilmiştir.
Buna karşılık yemeğin sağ elle yenmesi emredilmiştir. Hz. Peygamber´in bu hususa verdiği ehemmiyeti göstermek için soluyla yiyen bir kimseye “Sağınla ye” dediği zaman, berikisi kibirlenerek “sağımla yiyemiyorum” deyince, “yiyemez ol” diye beddua etmiş olmasını hatırlatmamız kâfidir.
Mekân ve Çevre Temizliği: Namaz kılınan ve zikir yapılan yerler de her çeşit necâsetten uzak olmalıdır. Pis kokulardan meleklerin hoşlanmadığı ve pislik bulunan yerlere meleklerin girmediği belirtilir. “Necaset sebebiyle” mezbele, mezbaha, hamam … da namaz” yasaklanmıştır. Bu cümleden olarak necis ilan edilmiş olan köpeğin bulunduğu eve, bekletilmiş idrârın bulunduğu eve (rahmet) meleklerinin girmeyeceği haber verilmiştir. Kezâ meskenin bir parçası olan gusül yapılan yerinde temiz tutulması istenmiş, bilhassa küçük abdest bozulmaması emredilmiştir.
Diğer bir kısım rivayetler beden ve meskenden başka, çevrenin de temiz tutulmasını emretmektedir. Bu cümleden olarak Müslim´in bir tahricinde Hz. Peygamber: “Lânete uğrayanlar olmayın” der. Yanındakiler bunların kim olduğunu sorunca: “Herkesin gelip geçtiği yolla, gölgelendikleri (kuytu) yerlere abdest bozanlar” cevabını verir. Bir başka rivayette lânet vesilesi olan bu yerlere bir üçüncüsü ilave edilmektedir: “Su yolları” Yani buralara da abdest bozulması yasaklanmıştır. Bazı rivayetlerde “meyveli ağacın altı” da aynı yasağa dahil edilmiştir. Hemen belirtelim ki şârihlerin de belirttiği gibi kirletilmesi yasaklanan gölgeden murad, sadece ağaç gölgesi değil, halkın dinlenme ve tenezzüh için oturdukları bütün gölgelere şâmildir. Yine bir kısım rivayetlerde, kirlendiği takdirde temizlenme ümidi olmayan “durgun suya abdest bozulması” da yasaklanmıştır.
Rivayetlerin bir kısmında lâneti gerektiren husus, abdest bozmakla kayıtlanmayıp “eza vermek” şeklinde ifade edilmiştir: “Müslümanları yollarında rahatsız edenlere, lanetleri vacib olmuştur” gibi. Bilhassa rahatsızlık veren her şeyin kastedildiği “ezâ”nın uğrak yerlerinden kaldırılmasına ayrı bir ehemmiyet verilmiştir. Bu durumda herkesin istifadesine açık yerlerin şu veya bu şekilde rahatsız edici atıklar, lüzumsuz eşyalar, döküntüler vs. ile kirletilmemesi istenmektedir.
Şu halde “Müslümanları yollarında rahatsız edenlere, lanetleri vacib olmuştur” tehdidinin şümûlüne çevre kirletenlerin hepsi dahildir. Hatta bir kısım hayvanların toprakta açmış olduğu deliklere akıtmanın yasaklandığına dair rivayetler de nazara alınırsa, sünnetin sadece insanları değil, hayvanları bile rahatsız edici çevre kirletmelerinden kaçınılmasını emrettiği anlaşılır.[3]
BİRİNCİ BAB
SULARIN AHKÂMI
ـ3493 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَ رَجُلٌ إلى رَسولِ اللّهِ # فقَالَ: إنَّا نَرْكَبُ الْبَحْرَ وَنَحْمِلُ مَعَنَا الْقَلِيلَ مِنَ المَاءِ. فإنْ تَوَضَّأنَا بِهِ عَطِشْنَا أفَنَتَوضَّأ بِمَاءِ الْبَحْرِ؟ فقَالَ: هُوَ الطَّهُورُ مَاؤُهُ الحِلُّ مَيْتَتُهُ[. أخرجه ا‘ربعة .
1. (3493)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelip:
“Ey Allah´ın Resûlü! Biz gemiye binip, beraberimizde az bir su alabiliyoruz. Abdestlerimizi bu su ile alsak susuz kalacağız. Deniz suyu ile abdest alabilirmiyiz ” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Evet, denizin suyu temizdir, meytesi de helâldir” cevabını verdi.”[4]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bu soruyu soran sahâbînin adı hususunda farklı rivayetler vardır. Bizce isim ehemmiyet taşımaz. Mühim olan hadisteki fıkıhtır. Ahmed, Hâkim ve Beyhakî tarafından tahric edilen bir rivayet, bu sorunun balıkçılar tarafından sorulduğunu ifade eder. Arabistan kıyılarında, o devirlerde icrâ edilen balıkçılık hakkında açıklayıcı bazı teferruatı da ihtiva etmesi yönüyle ehemmiyetli olan rivayeti aktarıyoruz: “Biz, bir gün Resûlullah´ın yanında idik. Bir balık avcısı gelerek sordu:
“Ey Allah´ın Resûlü! Biz balık avı için denize açılırız. Beraberimize bazı kapkacak alırız. Gemiye binerken karaya yakın bir yerde avlanıp dönmeyi düşünürüz. Bazan böyle yakında balık buluruz, bazan da bulamayız. Öyle olur ki, başlangıçta aklımızda olmayan uzaklıklara açılmış oluruz. Bu uzaklıkta ihtilam olan veya abdest alan oluyor. Beraberimizdeki su ile yıkanacak veya abdest alacak olsak bizi susuzluk helâk edebilir. Bu endişeyle deniz suyunu yıkanma veya abdest almada kullanmamıza ne dersiniz ”
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu soru karşısında deniz suyu için tahûr tabirini kullanır. Tahûr, hem temiz hem temizleyici ma´nâsına gelen mastar-isimdir. Kendisiyle temizlik yapılan şey demektir. Âyet-i kerimede de yağmur suyu tahûr diye isimlendirilmiştir. “Ölü bir yeri diriltmek ve yarattığımız nice hayvan ve insanları sulamak için gökten tertemiz su indirmişizdir.” (Furkan 49).
2- Meyte: Şer´an yenmesini helâl kılacak bir tarzla olmaksızın ölen hayvandır. Kur´an meyteyi haram kılmıştır (Bakara 173). Burada, denize ait olan meytenin helâl olduğu belirtilmektedir. Âlimler bu hadiste kastedilen meyte´yi şöyle tarif ederler: “Sadece denizde yaşayan hayvanlardan denizde ölmüş olanıdır, “mutlak olarak denizde ölen” hayvan değildir. Zira, lügat açısından deniz meytesi deyince sadece denizde yaşayan hayvanın meytesi anlaşılır.”
Daha önce de temas ettik. Balık dışındaki deniz mahluklarının yenip yenmeyeceği hususunda âlimler ihtilaf etmiştir.
* Hanefîler, “balık dışındaki mahluklar haramdır” der.
* Ahmed İbnu Hanbel, “Kurbağa ve timsah dışındaki her şey yenir”der.
* Mâlik ve İbnu Ebî Leyla, “Denizde ne varsa yenir” der.
* Şâfiîlerde farklı görüşler var:
** İbnu Hacer der ki: “Bütün çeşitleriyle balığın helal olduğu hususunda ülemâ ihtilaf etmez. Ancak şeklen karada yaşayanlara benzeyen deniz mahlukları hususunda ihtilaf edildi. Söz gelimi insana, köpeğe, domuza, yılana benzeyen deniz hayvanları var!” Hanefîlerin ve Şâfiîlerden bir kısmının görüşüne göre balıktan başkası yenmez, haramdır. Şâfiî mezhebinin resmi görüşüne göre ise deniz mahlukları mutlak olarak helaldir. Bu aynı zamanda Mâlikîlerin de görüşüdür, ancak bunlar bir rivayette domuzu istisna ederler. Bu görüşte olanlar Kur´an´da geçen “Deniz avı ve onu yemek size de yolculara da helâl kılınmıştır” (Mâide 96) âyetini delil getirirler.
** Şâfiîlerden bir grup âlim: “Karadaki benzeri helâl olan helâl, haram olan haramdır” demiş, ayrıca hem karada hem denizde yaşayanları da hükümden hariç tutmuşlardır. Bunlar iki çeşittir:
1) Etlerinin yenmesi hususunda yasak gelenler: Mesela kurbağa gibi. Bunu Ahmed İbnu Hanbel de -hakkında gelen öldürme yasağı sebebiyle- istisna eder. Timsah da -deniz hayvanı olmasına rağmen- istisna edilenlerdendir. Çünkü kesici (köpek) dişleriyle saldırmaktadır. Tuzlu denizlerdeki köpek balığı, yılan, akreb, yengeç, kaplumbağa da insan tabiatının iğrenç bulması ve onlardan gelebilecek zehir sebebiyle müstesnalar arasında tutulmuşlardır.
2) Hakkında bir mânî vârid olmayanlar. Bunlar tezkiye yani şeriatın derpîş ettiği kesim şartıyla helâldir, kaz[5] ve su kuşu gibi.
Bu bahse giren bazı ilave açıklamalar 3478 numarada geçti.[6]
ـ3494 ـ2ـ وعن أبي سعيد الخدرى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قِيلَ يَا رَسُولَ اللّهِ إنَّا نَسْتَقِى لَكَ المَاءَ مِنَ بِئْرِ بُضَاعَةَ، وَتُلْقَى فِيهَا لُحُومُ الْكَِبِ، وَخِرَقُ المَحَائِضِ، وَعِذَرُ النَّاسِ؟ فقَالَ: إنَّ المَاءَ طَهُورُ َ يُنَجِّسُهُ شَىْءٌ[. أخرجه أصحاب السنن.وهذا لفظ أبي داود، وقال: »سَمِعْتُ قُتَيْبَةَ بْنَ سَعِيدٍ قالَ: سَألْتُ قَيِّمَ بِئْرِ بُضَاعَةَ عَنْ عُمْقِهَا. قال: أكْثَرُ مَا يَكُونُ المَاءُ فِيهَا إلى الْعَانَةِ. قُلْتُ. فإذَا نَقَصَ؟ قالَ: دُونَ الْعَوْرَةِ. قالَ: أبو داود: قَدَّرْتُ أنَا بِئْرَ بُضَاعُةَ بِرِدَائِى، مَدَدْتُهُ عَلَيْهَا ثُمَّ ذَرَعْتُهُ فإذَا عُرْضُهَا سِتَّةُ اَذْرُعٍ؛ وَسَألْتُ الَّذِى فَتَحَ لِى بَابَ الْبُسْتَانِ، هَلْ غُيِّرَ بِنَاؤُهَا عَمَّا كَانَتْ عَلَيْهِ؟ قال: . وَرَأيْتُ فيهَا مَاءً مُتَغَيِّرَ اللَّوْنِ« .
2. (3494)- Ebû Saîdi´l-Hudrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a:
“Ey Allah´ın Resûlü! Biz senin için Budâ´a kuyusundan su alıyoruz. Halbuki onun içerisine (ölmüş) köpeklerin leşleri, kadınların hayız bezleri, insan pislikleri atılıyor, (ne yapalım, su almaya devam edelim mi )” diye sordular. Şu cevabı verdi:
“Su temizdir, onu hiçbir şey kirletmez.”[7]
Bu, Ebû Dâvud´un metnidir. Ebû Dâvud der ki: “Kuteybe İbnu Saîd´i işittim. Dedi ki: “Budâ´a kuyusunun kayyimine derinliğini sordum. Suyun en çok olduğu durumda kasıklara kadar çıkar” dedi. “Azaldığı zaman ” dedim, “Avret mahallinin (dizinin) altına düşer” dedi. Ebû Dâvud der ki: “Budâ´a kuyusunu ridam ile bizzat takdir ettim. Üzerine ridâmı gerdim. Sonra ridâmı ölçtüm. Kuyunun genişliği altı zira idi. Bahçenin kapısını bana açan kimseye: “Kuyunun süregelen yapısı hiç değiştirildi mi ” diye sordum. Bana “Hayır!” dedi. Kuyunun içindeki suyun rengini değişmiş gördüm.”[8]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Tirmizî´de “Su temizdir, onu hiçbir şey kirletmez” başlığını taşıyan bir babta, Ebû Dâvud ve Nesâî´de “Budâ´a kuyusu hakkında” ismini taşıyan bir babta kaydedilir.
Budâ´a kuyusu´nu şârihler, Medine´de meşhur bir kuyu olarak açıklarlar. Türbüştî: “Budâ´a Medine´de Benî Sâ´ide´nin ikâmet ettiği yer (dâr)” der ve bunların Hazreç kabilesine mensup bir kol olduğunu belirtir. Tahâvî, Vâhidî´nin bir rivayetine dayanarak “Budâ´a´nın Medine bahçelerine su götüren bir su yolu olduğunu, dolayısıyla Budâa´nın suyunun durgun değil akarsu olduğunu” söylemiştir. Ancak başta İbnu Hacer, olmak üzere muhakkik âlimler bunu merdud bulurlar. Su yolu olsa “kuyu” denmezdi üstelik burası Hicaz ahalisince mâruf bir kuyu diye cevap verirler.
Tîbî, kuyuya pis şeylerin atılmasıyla ilgili haberi şöyle açıklar: “Kuyu, bir kısım köylülerin inmesi muhtemel vadilerden gelen sel yataklarının geçtiği bir noktada idi. Vadilere gelen köylüler, zikri geçen pislikleri konakladıkları yerlerin etrafına atıyorlardı. Yağmurların hasıl ettiği seller bunları sürükleyip kuyuya atıyordu. Bu durumu, râvi, dinleyenlerce insanların dinî zaafları sebebiyle kuyuya bizzat attıkları vehmine düşecekleri bir üslubla anlatmış olmalıdır. Böyle bir davranış, müslüman bir vicdanın asla tecviz etmeyeceği bir şeydir. Öyleyse, en faziletli bir asırda, insanların en müberrâ ve en temizini teşkil eden kimselerden bu davranışı nasıl bekleriz ”
Biz şunu ilave etmek isteriz: Temizliğe son derece kıymet veren, Umumî Açıklama kısmıda da belirtildiği üzere- maddî ve manevî yapısı temizlik üzerine bina edilen müslüman şöyle dursun, temizlik meselesi, hayatında bu kadar sistematize edilmemiş sıradan bir gayr-i müslim kişi, bir sağduyu sahibi insanın tabiatı köpek ölüsü, kadınların aybaşı bezi gibi kerih şeylerin atıldığı kuyudan su alıp içmeyi kabul eder mi Rivayet sırasında ravilerin bazı teferruatı atmış olması da ihtimalden uzak değildir. Yani Budâ´a Kuyusu, cahiliye devrinde, belirtilen durumlara maruz kalmış öyle bir geçmişi bulunan bir kuyudur da sonradan bazı ıslah ve temizleme ameliyesi geçirmiş olarak kullanıma açılmıştır vs. Ancak râviler rivayet sırasında bu çeşit teferruatı tayyetmişlerdir. Nitekim, yukarıda kaydettiğimiz üzere Türbüştî de buna yakın bir ihtimâle yer vermektedir.
Ayrıca şunu da bilmemiz gerek: Budâ´a Kuyusu suyu bol olan bir kuyudur. Suyu iki kulle´den fazladır. İçerisine düşen pislik, renk, koku ve tadını değiştirmedikçe pis sayılmaz. İslâm´ın akar su ile, miktarca iki kulleyi aşan durgun su hakkında hükmü budur. Şah Veliyullah ed-Dehlevî, Hüccetullahu´l-Bâliğa´da şu açıklamayı sunar:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “Su temizdir, onu hiçbir şey kirletmez” hadisinin ma´nâsı şudur: “Madenler, pislikle karşılaşınca kirlenmez (yani asliyeti bozulmaz). İçerisinden pis şey ayıklanıp atıldı mı, eğer asli vasıfları (ki suyun asli vasıfları renk, koku, tad ve akıcılığıdır) değişmemişse bozulmaz. Hiç, Budâ´a kuyusunun içerisinde pisliklerin istikrar kesbetmiş olduğu ihtimaline yer verilebilir mi, bu mümkün mü Zirâ insanoğlu, tabiatı icabı bu çeşit pisliklerden kaçınmayı kendisine değişmez bir âdet kılmıştır. Öyleyse, Resûlullah´ın böylesi pis bir yerden su alması olacak şey değil. Gerçek şu olmalıdır: “Kuyuya, kasıdlı olmaksızın bazı pislikler düşmüş olabilir, nitekim zamanımızda da kuyular bu durumda değil midir (Zaman zaman pislik düşme hadiseleri olmaktadır.) Ama görülünce bunlar çıkarılmaktadır. İslam geldiği vakit, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a o kuyunun, kendi nazarlarındaki temizliğinden ayrı olarak (eski haline atıf yaparak) şeriat nazarındaki temizlik durumunu sordular. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara: “Su temizdir, onu hiçbir şey kirletmez” diye cevap verdi. Yani sizin nezdinizdeki pislik dışında, başka bir pislik onu kirletmez.”
Şah Veliyullah´ın açıklaması, suyun tabiatının temiz olduğu, suda onu pisleten necasetten eser olmadığı takdirde, suyun alındığı kuyuya bir zamanlar pislik düşmüş olmasından dolayı şeriatın o suya “pistir” diye bir hüküm koymayacağı prensibini nazar-ı dikkate arzediyor.
Bu hususun anlaşılması için şunu da hatırlatalım: Günümüzde büyük şehirlerin su sıkıntısını çözmede başvurulan yollardan biri, şehirde kullanılıp kanalizasyonlarla atılan suların bir kısım tasfiye muamelelerinden geçirilerek tekrar kullanılır ve içilir hale getirilmesidir. Bunların denemesi yapılmış, lağım sularından her çeşit zararlı maddeler ayıklanıp mikrobik maddeler dezenfekte edildikten sonra su içilebilir hale getirilmiştir. Şayet su, içerisinde karışan pisliklerle asliyetini bozsa idi, bu netice elde edilemezdi. Şu halde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “Su temizdir; onu hiçbir şey kirletmez” ifadesi, ancak vahy-i ilahî ile konuşabilen, eşyanın sırrı kendisine açılmış, eşyanın hakikatını olduğu gibi gören, bilen,[9] makam-ı nübüvvete mazhar bir zatın mu´ciznümâ bir sözüdür. Böyle bir hakikatı, böyle bir kesinlikle, Aleyhissalâtu vesselâm´ın içinde bulunduğu içtimâî şartlarda bir başka kimsenin söylemesi mümkün değildir.
Zamanımızın gelişen tekniği bu sözün doğruluğunu ispatlamıştır: Su, içerisine karışan pis maddeler sebebiyle kirlenir, ama aslî tabiatı bozulmaz. O tabiat daima temizdir. İçerisine sonradan giren maddeler tasfiye edilip suyun içerisinden ayıklandı mı geriye “pislik tutmayan temiz su” kalır. Esasen tabiatta bu yapılmaktadır. Kirlenen suyun kirliliği tabiatta temizlenmemiş olsaydı, yeryüzünde, dünya kurulalıdan beri kirlenen sular sebebiyle bugün temiz su kalır mıydı [10]
ـ3495 ـ3ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]سَمِعْتُ رَسولَ اللّهِ # وَهُوَ يُسْأَلُ عَنِ المَاءِ يَكُونُ في الْفََةِ مِنَ ا‘رْضِ وَمَا يَنُوبُهُ مِنَ الدَّوَابِّ وَالسِّبَاعِ. فقَالَ: إذَا كَانَ المَاءُ قُلَّتَيْنِ لَمْ يَحْمِلِ الخَبَثَ[. أخرجه أصحاب السنن.»يَنُوبُهُ«: يتردّد إليه من دابة وسبع .
3. (3495)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı dinledim. Kendisine çöl bir arazide bulunan bir sudan ve ona uğrayan hayvan ve vahşilerden soruluyordu. Şöyle cevap verdi:
“Eğer su iki kulle miktarında olursa pislik taşımaz!”[11]
AÇIKLAMA:
Burada Resûlullah´a tenha arazide bulunan ve vahşi, yırtıcı hayvanların sırayla uğrayıp susuzluklarını giderdikleri sudan sorulmaktadır. Hadiste söylenmemiş ise de ma´nâdan şu husus da anlaşılmaktadır: Su, boş ve tenha arazide olması haysiyetiyle buraya gelen vahşilerin suya salyalarını salmaları, içine abdest bozmaları, ayaklarıyla girmeleri vs. hepsi dahildir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), suyun miktarı iki kulle olduğu takdirde onun temiz sayılması gerektiğini söylüyor. Bir başka ifade ile su belli bir miktarı aşıyorsa veya akar vaziyette ise, içine düşen pis ve zararlı maddeleri tasfiye etme, temizleme hususiyetine sahip demektir. Suyun içindeki bir kısım mikroorganizmalar bu tasfiye ve temizleme işini yapıyor demektir.[12]
KULLE NEDİR
Kulle´yi lügatçiler ve şârihler büyük küp diye tarif ederler. Hatta Mücâhid´in, Kulletân´ı, Cerretân diye tarif ettiği belirtilir. Yani kulle´yi, cerre (küp) olarak açıklamış “büyük” kaydını koymamıştır. Bazı açıklamalar kulle´yi “250 rıtl ve daha fazla miktarda su alan küp” diye tarif eder. Ancak bu, müştereken benimsenmiş bir miktar değildir.
Şu halde hadis iki kulle miktarında suyun kirlenme şartını belirtmektedir. Şâfiîler bu hadisi esas alırlar. Onlara göre, suyun miktarı iki kulle ise, bu su, kokusu veya tadı veya rengi bozulmadıkça, ondan vahşi hayvan su içse veya içerisine pislik düşse yine de temiz sayılır. Eğer su, iki kulleden az ise ona düşen pislik, renk, tad ve kokudan herhangi bir değişiklik yapmasa da pistir.
Hanefîler suyun temizini pisinden ayırmada daha ziyade reye dayanan farklı tahdidlerde bulunmuşlardır. Bu meyanda kulleteyn´den çok, havz-ı kebîr (büyük havuz) tabirine yer verirler. Hanefîlerde büyük havuz tabiri durgun sularla ilgili olarak kullanılır. Büyük havuzun tavsifinde oniki ayrı tarife yer verilmiştir.[13]
Biz bu teferruata girmeden, en ziyade benimseneni kaydedeceğiz. Sathı (yüzeyi), yüz arşın kare genişliğinde olan havuz, büyük havuzdur. Havuz, kare şeklinde ise her bir kenarı on arşın olmalıdır, yuvarlak ise, çevresinin otuzaltı arşın olması gerekir. Ayrıca bu havuzdaki suyun derinliği, su avuçlanınca dibi açılmayacak kadar olmalıdır. Şâfiîlerin esas aldığı kulle hadisi sıhhat yönüyle daha sahih ise de, Tahâvî´nin dikkat çektiği üzere, kulle´nin herkesçe maruf bir miktarı olmadığı, örfen küpün büyüğüne de küçüğüne de kulle dendiği için, hadisle miktar tayini mümkün görülmemiş ve bu yüzden Hanefîlerce bu hadis esas alınmamıştır.
Su akıyor ise, azlığına çokluğuna bakılmaz. Bir saman çöpünü taşıyacak kadar bir akmaya sahipse, temizlik ve kirlilikte, büyük havuz gibi mütâlaa olunur. Yani koku, renk, tad gibi üç aslî vasıftan biri, içine düşen pislik sebebiyle değişmemişse o su temiz sayılır.
Son olarak şunu söyleyelim: Şeriat-ı garrâmızın koyduğu bu prensipler, insanda mevcut fıtrî ve tabiî temyiz imkânlarına dayanır. Günümüzün tekniği suyun faydalı ve zararlı olma vasıflarını tesbitte bir kısım ölçme aletleri geliştirmiştir. Bütün bu teknik gelişmelere rağmen dinin koyduğu ölçüler değerini kaybetmez, zira insanoğlu beraberinde ölçüm âletleri taşıyamaz. Dağda, kırda, gezinti mahallerinde, yolculuk sırasında her an su problemiyle değişik şekillerde karşılaşabiliriz. Temiz ve pis su hakkında dinimizin koyduğu esasları bilmek bir kısım yanlışlıkları ve riskleri asgariye düşürür. Unutmayalım ki, bugün tekniğin hâlâ girmediği nice köy ve hattâ kasabalarımız var. Buralarda temiz ve pis su mevzuunda dinimizin ölçülerinin bilinmesi gereklidir.
Şu hususu da kaydedelim ki, temizliği hususunda hiçbir şüphe olmayan su varken, şeriatın aradığı zevâhire göre temiz sayılması gerekmesine rağmen içimizde kuşku duyduğumuz suyu kullanmamız gerekmez. Aksi takdirde şeriatın aradığı şartlar yeterlidir. Bu şartları haiz olmayan sulardan kaçınılmalıdır. İçmede de, temizlikte de kullanılamaz.
Su ile ilgili bir kısım ilâve açıklamalar müteakip hadislerde gelecek.[14]
ـ3496 ـ4ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رسولُ اللّه #: َ يَبُولَنَّ
أحَدُكُمْ في المَاءِ الدَّائِمِ الَّذِي َ يَجْرِى ثُمَّ يَغْتَسِلُ فِيهِ[. أخرجه الخمسة وهذا لفظ الشيخين .
4. (3496)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyuruyorlar ki: “Sakın sizden kimse, durgun suya akıtmasın, bilahare onda yıkanır.”[15]
AÇIKLAMA:
1- Hadis durgun suyu insan idrarının pisleteceğini ifade etmektedir. Âlimler, durgun suyun pislenmesinde insan sidiği ile diğer hayvanların sidiği arasında hüküm itibariyle fark olmadığını belirtirler.
2- Hadisteki “durgun su”dan maksad miktarı az olan yani büyük havuz derecesine ulaşamayan sudur. Az su ile çok suyun miktarları nelerdir Bu husus, önceki hadiste açıklandığı üzere, ulemâ arasında ihtilaflıdır. Şârihler bu ihtilafın Şâri (aleyhisselâm)´ın tesâhülunden ileri gelmediğini, Resûlullah´ın ümmete genişlik ve ruhsat olsun diye kasden miktar tayinini açık yapmadığını belirtirler.
3- Hadisin bazı vecihlerinde فِيه yerine منْه geçmektedir. منْه olunca ma´nâ akıntıları suyun içine girerek değil, o sudan alarak yıkanma yasağını ön plana getirir. Yani her iki kullanış da, içerisine akıtılan su ile yıkanmayı gerek girerek ve gerekse alarak yasaklamaktadır. Ancak arada ufak bir fark var. Şöyle ki: فِيه olan hadis girerek yıkanmayı nassan yasaklarken, alarak yıkanmayı istinbatla yasaklar. مِنْه olan hadis, bilakis, alarak yıkanmayı nassan, girerek yıkanmayı istinbâten yasaklar.
4- İmam Mâlik´ten bir rivayete göre, suyun vasıflarının değişmediği hallerde bu yasak tenzihîdir, diğer imamlar bunu “çok” hakkında söylerler. Kurtubî, azçok ayırımı yapmadan, seddü´zzerî´a kaidesince tahrime hamletmenin de mümkün olduğunu söyler, “Çünkü, der, akıtma, suyun kirlenmesine müncer olur.”[16]
ـ3497 ـ5ـ ولمسلم في أخرى: ]َ يَغْتَسِلُ أحَدُكُمْ في المَاءِ الدَّائِمِ وَهُوَ جُنُبٌ. قَالُوا: كَيْفَ يَفْعَلُ يَا أبَا هُرَيْرَةَ؟ قالَ يَتَنَاوَلُهُ تَنَاوًُ[ .
5. (3497)- Müslim´in bir diğer rivayetinde (yine Ebû Hüreyre şöyle rivayet etmiştir:) “Sizden hiç kimse, cünübken durgun suyun içinde yıkanmasın.”
Ebû Hüreyre´ye sordular: “Peki nasıl yıkanacak, Ey Ebû Hüreyre ” O: “Sudan alıp alıp yıkanacak!” diye cevap verdi.”[17]
AÇIKLAMA:
1- Burada durgun suda, cünübken yıkanılması yasaklanmaktadır. Bazı âlimler, bu hadisten hareketle kullanılmış suyun (mâ-i müstâmel) pis olduğuna hükmetmiştir. Bunlara göre: “Önceki hadiste bevl etmek yasaklanmakta idi, bunda ise yıkanmak. Öyle ise her ikisi de suyu necis kılmaktadır. Bu sebeple ikisinden de yasaklandı, her iki yasak da haram ifade eder.” Ancak bu görüşe itiraz edilmiş; yıkanmanın, suyu kirleteceği için değil, suyun temizleyicilik vasfının korunması için yıkanma yasağının yapıldığı söylenmiştir. Zira mâ-i müsta´mel temizdir, fakat temizleyici değildir.
Ebû Dâvud´un bir rivayeti her iki yasağı yanyana zikreder: “Sizden hiç kimse durgun suya akıtmasın, durgun suda cenabetlikten yıkanmasın.” Şu halde, Ebû Hüreyre´nin açıklaması, yıkanmanın âdâbını gösterdiği gibi hikmetini de kısmen açıklar: Avuç avuç veya bir kapla sudan alarak yıkanmak esastır. Böylece suyun içine girilerek yıkanma yasağı, onun temiz kalarak başkalarınca da kullanılmasını sağlamış olmaktadır.
2- Hadisten Çıkarılan Hükme Gelince: Hemen yukarıda belirtildiği üzere, bu hadis, bir kısım âlimlerce mâ-i müsta´mel´in necis olduğu hükmünü vermelerinde delil olmuştur. Ancak bu hususta ittifak değil, ihtilâf edilmiştir.
Önce mâ-i müsta´mel´in ne olduğunu belirtelim. Bu, lügat olarak kullanılmış su demektir. Ancak şer´î açıdan her kullanılmış suya mâ-i müsta´mel denilmez. Bu tabir, bir hadesi yâni hükmî necâseti gidermek, farzı yerine getirmek veya sevap kazanmak için insan bedeninde veya uzvunda kullanılan sudur. Abdest almada, abdest uzuvlarını yıkamada, cenabetlikten temizlenmede, bütün bedeni yıkamada kullanılan su, yemeklerden evvel ve sonra elleri sünnete uymak niyetiyle yıkamada kullanılan, abdestli olduğu halde, bir başka meclise gidince tekrar abdest alınan su[18] hep mâ-i müsta´mel sayılır. Bu suya, mezhebimizden bazı imamlar meselâ İmam-ı A´zam ve Ebû Yusuf necis demiş olmasına rağmen İmam Muhammed tâhir (temiz) demiştir. Hatta İmam-ı A´zam´dan yapılan bir rivayete göre, mâ-i müsta´mel necâset-i galîza´dır, hakiki necâseti temizleyen su ile bunun arasında fark yoktur. Ne var ki, İmam Muhammed de bu suyun temizleyici olmadığını söyler, yâni temizdir, fakat temizleyici değildir. Mezhep fetvası İmam Muhammed merhumun görüşüne göre verilmiştir. Mâ-i müsta´mel´in temiz addedilmesi, sözgelimi abdest sırasında vücuddan ayrılan suyun elbisemize bulaşmasıyla onu tencis etmiş olmaz. Ulemânın ihtilâfı rahmet ve mezhebimizce İmam Muhammed´in görüşü esas ise de mâ-i müsta´mel´den kaçınmak, abdest ve gusül sırasında sıçrantılardan korunmak gerekir. Dinî hayatımızın daha sağlıklı olması için fetvayı değil azîmeti iltizam edip takvaya talip olmamız icab eder. Hem unutmamamız gerekir ki, mezhebimizin imamı Ebû Hanîfe de -bir kavlinde- bunu necaset-i galîza saymıştır, kaydettik.
Şâfiîlerin hükmüne gelince, Nevevî, hadisle ilgili olarak şu açıklamayı sunar: “Mezhebimiz ve diğer mezheplerin ulemâsı, az da olsa çok da olsa durgun suda yıkanmayı mekruh addederler. Aynı şekilde akan bir kaynakta yıkanmak da mekruhtur. el-Buveytî´de İmam Şâfiî der ki: “Cünüb kimsenin, suyu akan veya sabit duran bir kuyuda yıkanmasını kerih görürüm, keza durgun bir suda yıkanmasını da kerih görürüm, bu da az olmuş çok olmuş farketmez.” Gerek mezhebimize mensup gerekse diğer fakihler bu ma´nâya uygun hükme varmışlardır. Şurası muhakkak ki, bu kerahet tenzihîdir, tahrimî değil.
Cünüb kimse durgun suda yıkansa bu su mâ-i müsta´mel olur mu olmaz mı sorusuna gelince: Bu meselede mezhebimizin fakihleri nezdinde ma´ruf olan tafsilat var. Şöyle ki: Eğer su iki kulle veya daha fazla ise, bu su mâ-i müsta´mel olmaz, hatta içinde bir çok kimseler farklı zamanlarda yıkansalar da şayet su iki kulleden az ise, cünüb kişi içine niyetsiz olarak dalıp sonradan suyun altında niyet edecek olsa, cünüblükten çıkar, su da mâ-i müsta´mel olur. Bu kimse meselâ dizlerine kadar suya girip, vücudunun geri kısmını daldırmazdan önce niyet edecek olsa, su derhal vücudun geri kalan kısmına nisbetle mâ-i müstâ´mel olur. Bu durumda, vücudun sâdece niyetten önce suya batan kısmından cünüblük kalkacağında ittifak edilmiştir. Geri kalan kısmından ise, tamamen suya batırmış ise, muhtar ve meşhur görüşe göre yine cünüblük kalkar. Çünkü su, yıkanan kimseye nisbetle, ondan ayrılınca müsta´mel olur.
Mezhebimizin âlimlerinden Ebû Abdillah el-Hıdrî: “(Dizlerine kadar battıktan sonra niyet edip suya batan kimsenin) geri kalan kısmı cünüblükten kurtulmaz” demiştir. Ama mezhepte makbul görüş, öncekidir. Ancak bu hüküm, vücuda değen suyun, vücuddan ayrılmadan bedenin tamamiyle batma haline bakar. Aksi halde batan kısmından su ayrılıp durgun suya karışmasından sonra bedenin geri kalan kısmını batıracak olursa bu takdirde cünüblükten çıkmaz. Bu hususta da ittifak vardır, ihtilâf yoktur.[19] İki kişi birlikte kulleteyn´den az olan bir suya beraber girseler, ikisi birden cünüblükten temizlenmeye niyet etseler, ikisi de temizlenmiş olur ve su da müsta´mel olur. Bu iki kişiden biri daha önce niyet etse, cünüblükten o çıkar ve su diğerine nisbetle müstâmel olur. Diğeri de niyet edecek olsa, artık bu müstâmel su onu temizleyemez. O, mezhebimizin sahih olan görüşüne göre cünüblükten çıkamaz. Şazz bir görüşe göre, o da çıkar. Bu iki kişi dizlerine kadar bu az suya girip niyet etseler, bedenlerinin o miktarından cenabet çıkar su da müstamel olur, geri kısmını yıkasalar cenabetten kurtulmazlar, şazz görüşe göre geri kısmı da kurtulur.
Niyetin araya girmesiyle girmemesi arasındaki farkın anlaşılması için, mâ-i müstamel için bidayette yaptığımız tarifin bilinmesi gerek.[20]
ـ3498 ـ6ـ وعن يحيى بن عبدالرحمن: ]أنَّ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه خَرَجَ في رَكْبٍ فِيهِمْ عَمْروُ بنُ العَاصِ حَتّى وَرَدَا حَوْضاً. فقَالَ عَمْرُو بنُ الْعَاصِ: يَا صَاحِبَ الحَوْضِ، هَلْ تَرِدُ حَوْضَكَ السِّبَاعُ؟ فقَالَ عُمَرُ بنُ الخَطّابِ: يَا صَاحِبَ الحَوْضِ َ تُخْبِرْنَا فَإنَّا نَرِدُ عَلى السِّبَاعِ وَترِدُ عَلَيْنَا، وَإنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: لَهَا مَا أخَذَتْ في بُطُونِهَا وَمَا بَقَى فَهُوَ لَنَا طَهورٌ وَشَرَابٌ[. أخرجه مالك إلى قوله: وترد علينا، وأخرج باقيه رزين .
6. (3498)- Yahya İbnu Abdirrahmân rahimehullah anlatıyor: “Hz. Ö-mer (radıyallâhu anh), içerisinde Amr İbnu´l-Âs´ın da bulunduğu bir grupla yola çıkmıştı. Bir havuza geldiler. Amr İbnu´l-Âs (radıyallâhu anh):
“Ey havuz sahibi, havuzunda vahşi hayvan sulanıyor mu ” diye sordu. Hz. Ömer, hemen araya girip:
“Ey havuz sahibi bize bunu söyleme: Zira biz, vahşinin peşinden su alacağız, o da bizim peşimizden sulanacak. Çünkü ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “Vahşinin karnına aldığı onundur, geri kalan da bize temizdir ve içeceğimizdir” dediğini işittim” dedi.”[21]
AÇIKLAMA:
Burada vahşî hayvanların artığı meselesi mevzubahis. Amr İbnu´l-As bu artığı necis bilmekte, su ihtiyaçlarını önlerine çıkan havuzdan gidermezden önce vahşi hayvanların bu suya banıp banmadıklarını sormaktadır. Tabiî ki hayvanlar banmışsa su kirlidir, ondan istifade edemeyecektir.
Ancak Hz. Ömer (radıyallâhu anh) bu mevzuda farklı bir bilgiye sahip: Vahşilerin artığı suyu kirletmez, içilebilir. Havuz sahibine “…Bize bunu söyleme” demesinin ma´nâsı, Zürkânî´ye göre: “Bizi asıl olan yakîn üzere bırak. Burada asıl olan suyun temiz olmasıdır. Bilmediğimiz takdirde kirliliğine değil, temizliğine hükmedeceğiz. Bize göre kirlenmiş olması bir şekkdir, şekk ise arızîdir, asıl olan yakîni bozmaz.[22] Yani haber versen de vermesen de her iki durum da nazarımızda birdir” demektir. Bu ma´nâya, Hz. Ömer´in müteakip cümlesi delil olmaktadır. Zira orada hükmü kesindir: “Bir vahşinin peşinden su alacağız, o da bizim peşimizden sulanacak: Yani, “Her şeye rağmen sudan alacağız, bâri vahşi buradan sulandı” diyerek içimize rahatsızlık atma demek istemektedir.
Hz. Ömer, bu davranışıyla sünnete muhalif bir harekette bulunmuş olmuyor. Çünkü Resûlullah´tan bu meselede şunu hatırlatmaktadır: “Vahşinin karnına aldığı onundur, geri kalan da bize temizdir ve içeceğimizdir.”
Bu açıklama ve hüküm Mâlikîlere göredir. Onlar, az sayılan temiz suya düşen pislik, onun tad, koku, renk gibi aslî vasıflarından birini değiştirmedikçe, az suyun kirli (necis) sayılmayacağına hükmederler, sadece mekruh addederler. Halbuki diğer mezheplere göre az sayılan (küçük havuz veya iki kulleden az olan) suya tek damlalık necis bir şey de düşse pis sayılır. Binaenaleyh, artıklar mevzuunda da hüküm şöyledir: Köpek, kurt, aslan, kaplan, domuz gibi yırtıcı hayvanların, vahşi kedilerin artıkları pistir, zaruret olmadıkça ne içilir, ne de temizlikte kullanılır. Bu hayvanların salya ve terleri de necistir, karıştığı, bulaştığı şeyleri aynı şekilde necis kılarlar.[23]
ـ3499 ـ7ـ وعن حميد الحميرى قال: ]لَقِيتُ رَجًُ صَحِبَ النَّبىَّ # أرْبََعَ سِنِينَ كَمَا صَحِبَهُ أبُو هُرَيْرَةَ. قالَ: نَهَى رَسولُ اللّهِ # أنْ تَغْتَسِلَ المَرْأةُ بِفَضْلِ الرَّجُلِ أوْ يَغْتَسِلَ الرَّجُلُ بِفَضْلِ المَرْأةِ، زاد في رواية: وَلْيَغْتَرِفَا جَمِيعاً[. أخرجه أبو داود، واللفظ له، والنسائي .
7. (3499)- Humeyd el-Hımyerî anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a, Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh)´ın yaptığı gibi dört yıl arkadaşlık yapmış bir zatın yanına geldim. Dedi ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), erkeğin artığıyla kadının gusletmesini veya kadının artığıyla erkeğin gusletmesini yasakladı.”
Bir rivayette şu cümleyi ziyade etti: “İkisi birden suya ellerini soksunlar!”[24]
AÇIKLAMA:
Hadis, açık olarak görüldüğü üzere, karıyla kocanın birbirlerinin artığıyla yıkanmalarını men etmektedir. Her ikisi aynı anda sudan almaları halinde caizdir. Ancak, kaptan suyu birisi diğerinden önce alırsa caiz değildir.
Hadisten çıkan hüküm bu olmakla beraber bu babta başka hadisler de var. Bazıları müteakiben görüleceği üzere, kadın ve erkeğin birbirlerinin artığı ile abdest almaları veya gusletmeleri meselesinde farklı görüşler ileri sürülebilmiştir.
Şöyle ki:
1) Kadın ve erkek birbirlerinin artığı ile beraber de, arka arkaya da temizlenebilirler.
2) Birbirlerinin artığı ile temizlenmek mekruhtur.
3) Beraber temizlenirlerse caizdir.
4) Kadın hayız, erkek cünüb değilse temizlik caizdir.
5) Erkeğin artığı ile kadının temizlenmesi caizdir, kadının artığı ile erkeğin temizlenmesi mekruhtur.
6) Temizliğe beraber başladı iseler, aynı kaptan temizlik, her ikisine de caizdir, aynı anda veya peşpeşe su almaları farketmez.
Bu altı farklı görüşten birincisi muhtar olan görüştür. Yani birbirlernin artığı ile kadın ve erkek temizlik yapabilirler. Nitekim 3499, 3500, 3503 numaralı hadisler, bunun örneğini bizzat Resûlullah´tan göstermektedir. Keza 3504 numaradaki hadis bu tatbikatın Resûlullah devrinde, Ashab arasında cârî olduğunu göstermektedir.[25]
ـ3500 ـ8ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]اغْتَسَلَ بَعْضُ أزْوَاجِ النَّبىِّ # في جَفْنَةٍ فََجَاءَ رسولُ اللّهِ # ليَغْتَسِلَ مِنْهَا أوْ يَتَوَضَّأ. فَقَالَتْ: إنِّى كُنْتُ جُنُباً. فقَالَ #: إنَّ المَاءَ َ يَجْنُبُ[. أخرجه الترمذي وصححه .
8. (3500)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcelerinden biri bir tekne içerisinden su alarak yıkanmıştı. Aynı teknede yıkanmak veya abdest almak üzere Aleyhissalâtu vesselâm geldi. Zevcesi:
“Ben cünübtüm!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Su cünüb olmaz!” buyurdular.”[26]
AÇIKLAMA:
1- Cenâbet kelimesi asıl itibariyle uzaklık ma´nâsına gelir. Bu sebeple garib yani gurbette olan kimseye de cünüb denir. Münâsebet-i cinsiyede bulunan kimseye cünüb denmesi, Kur´an okumak, namaz kılmak gibi bazı ibadetlerden uzak kalmasından dolayıdır. Cünüb olan kimse ağız, burun ve boğaz dahil bütün vücudu yıkamadan bu uzaklıktan (yasaktan) kurtulamaz.
2- Yukarıda da belirtildiği üzere, aynı kaptaki su ile kadın ve erkeğin gusletmesi veya abdest alması caizdir. Nehyedici hadisin mukaddem, tecviz edenin ise muahhar olduğu, dolayısıyle öncekinin mensuh bulunduğu belirtilmiştir. Hattâbî şu rivayeti kaydeder: “Dört şey cünüb olmaz: Elbise (hayızlının ve cünübün teri ile kirlenmez), insan (cünüb olunca kirlenmez, binaenaleyh cünüb bir kimse ile veya müşrikle müsâfaha edecek olsa kirlenmez), toprak (bir yerde cünüb kimsenin yıkanması ile orası kirlenmez), su (cünüb kimse elini batırmakla veya içinde yıkanmakla kirlenmez).”
3- Bu hadisten şu hüküm de çıkarılmıştır: Cünüb kimse elini yıkamadan su kabına daldırarak su alsa, o su mâ-i müsta´mel sayılmaz. Mamafih yıkanma işinin tekne içinde cereyan etmiş olabileceği ihtimalinden hareketle “mâ-i müsta´mel temizdir” hükmüne giden olmuşsa da, “teknenin içinde yıkanmak âdet değildir, ondan elle su alınmıştır” diye itiraz edilmiştir.[27]
ـ3501 ـ9ـ وعن أبي جحيفة قال: ]خَرَجَ عَلَيْنَا رسولُ اللّهِ # في الْهَاجِرَةِ فَأتِىَ بِوَضُوءِ فَتَوَضَّأ فَجَعَلَ النَّاسُ يَأخُذُونَ مِنْ فَضْلِ وَضُوئِهِ، مَنْ أصَابَ مِنْهُ شَيْئاً يَمْسَحُ بِهِ، وَمَنْ لَمْ يُصَبْ مِنْهُ أخَذَ مِنْ بَلَلِ يَدِ صَاحِبِهِ[. أخرجهُ الخمسة إ الترمذي، واللفظ للشيخين .
9. (3501)- Ebû Cuhayfe (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) öğle vakti yanımıza çıktı. Kendisine abdest suyu getirildi. Abdest aldı. Halk, onun abdest suyundan arta kalanı kapışmaya başladı. Bir parça alabilen, onu (teberrüken) vücuduna sürünüyor idi. Hiç alamayan, arkadaşının elindeki yaşlığa değmeye çalışıyordu.”[28]
AÇIKLAMA:
Ashab, Resulullah´ın abdest suyu ile teberrükte bulunmuştur. Muhtelif rivayetler bunu te´yid eder. Buhârî´nin bir rivayetinde, Ashab´ın bu sudan kapabilmek için aralarında “mukâtele” ettiklerini ifade eder. Tabiî ki gerçek bir kavga mevzubahis değil, ama bir tezâhüm ve itişme mümkündür. Bu artığa yetişemeyenlerin, Resûlullah´ın elindeki su bulaşığıyla teberrük cihetine gitmelerinin belirtilmesi, söylediğimiz hususu teyid eder. Aleyhissalâtu vesselâm traş olduğu zaman saçlarını, terlediği zaman terini toplama gayreti rivayet edilmiştir. Bu rivayetler Ashab´ın Aleyhissalâtu vesselâm´a gösterdiği alâka ve sevginin derecesini anlamamızda yardımcı olur.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu çeşit alâka ve teberrük gayretine müdahale etmemiş, sükûtuyla rıza göstermiştir.[29]
ـ3502 ـ10ـ وعن نافع: أنْ ابنَ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ] بَأسَ أنْ يُغْتَسَلَ بِفَضْلِ المَرأةِ مَا لَمْ تَكُنْ حَائِضاً أوْ جُنُباً[. أخرجه مالك .
10. (3502)- Nâfi anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallâhu anh) dedi ki: “Kadın hayızlı veya cünüb olmadıkça artığıyla yıkanmada bir beis yoktur.”[30]
AÇIKLAMA için 3500 numaralı hadise bakın.
ـ3503 ـ11ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كُنْتُ أغْتَسِلُ أنَا وَالنَّبىُّ # مِنْ إنَاءِ وَاحِدٍ تَخْتَلِفُ أيْدِينَا فِيهِ مِنَ الجَنَابَةِ[.وفي رواية: »مِنْ قَدَحِ يُقَالُ لَهُ الْفَرْقُ. قالَ سُفُيَانُ: وَالْفَرَقُ ثََثَةُ آصُعٍ«. أخرجه الخمسة إ الترمذي، وهذا لفظ الشيخين.»الْفَرَقُ«: بفتح الراء وسكونها: قدح يسع ستة عشر رطً.»وَالصَّاعُ«: مكيال يسع أربعة أمداد. »وَالمُدُّ«: رطل وثلث بالعراقي .
11. (3503)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Ben ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tek bir kaptan su alarak cenabetten yıkanıyorduk ve ellerimiz kabın içine beraber girip çıkıyordu.
Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: “…Farak denen bir kaptan.” Süfyân der ki: “Bir farak, dört sa´ hacminde (bir ölçek) dir.”[31]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, farklı şekillerde rivayet edilmiştir. Bir vechinde Hz. Âişe: “Ben ve Resûlullah aynı kaptan su alarak yıkanırdık. Bazan O, benden önce davranır (sudan alırdı) bazan da ben, O´ndan önce davranır (sudan alır)dım. Ben önce alınca: “Bana da bırak!” derdi. O önce alınca da ben, “Bana da bırak!” derdim.”
2- Farak, Onaltı rıtl hacminde bir ölçek.
3- Daha fazla açıklama için 3500 numaralı hadise bakılsın.[32]
ـ3504 ـ12ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كَانَ الرِّجَالُ وَالنِّسَاءُ يَتَوَضّأونَ في زَمَانِ رسولِ اللّهِ # جَمِيعاً مِنْ إنَاءِ وَاحِدٍ[.
أخرجه البخاري ومالك، وأبو داود والنسائي.
12. (3504)- İbnu Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında erkekler ve kadınlar beraberce bir kaptan abdest alıyor idiler.”[33]
AÇIKLAMA:
Şârihler, abdest sırasında kadın ve erkeklerin aynı kabın etrafında abdest alma hadisesinin örtünme emrinden önceye ait olduğunu belirtirler. “Örtünmenin farz kılınmasından sonra kadın ve erkekler ayrılmıştır, beraber abdest almaları mevzubahis olamaz” derler. Böyle bir beraberliğin karıkoca ile mahremlere tecviz edilebileceği de ayrıca belirtilmiştir.[34]
ـ3505 ـ13ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ لِى رسولُ اللّهِ # لَيْلَةَ الجِنِّ مَا فِي إدَاوَتِكَ؟ قُلْتُ: نَبِيذٌ. قالَ: ثَمَرَةٌ طَيِّبَةٌ وَمَاءٌ طَهُورٌ، فَتَوَضَّأ مِنْهُ[. أخرجه أبو داود، واللفظ له والترمذي. »ا“داوَةَ«: المطهرة، وهى إناء من جلد كالسطيحة ونحوها .
13. (3505)- İbnu Mes´ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Cin gecesinde bana:
“Kabında ne var ” diye sordular. Ben: “Nebîz!” dedim.
“Güzel bir meyve, temiz bir sudur” buyurdular. Sonra da onunla abdest aldılar.”[35]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Resûlullah´ın cinlerle buluştuğu gecede, nebîz denen hurma şırası ile abdest aldığını ifade etmektedir.
2- Nebîz: Hurma, üzüm, buğday, bal, arpa gibi hammaddeden yapılan bir şıradır. Bu maddeler suyun içinde ıslatılmak suretiyle elde edilir. Bu şıra tahammür etmediği takdirde temizdir. Ancak temizleyici değildir. Bu sebeple ulemâ nebîzin temizlikte ve dolayısıyla abdest ve gusülde kullanılmayacağına hükmetmiştir. Su, renk, koku, tad, akıcılık gibi kendine has vasıflarından birini haricî bir maddenin karışması ile kaybederse, bu ikinci madde temiz dahi olsa mutlak su olmaktan çıkar, mukayyed su olur. Mukayyed su temiz dahi olsa temizleyici değildir. Sadedinde olduğumuz hadiste nebîzin temiz olduğunda şüphe mevzubahis değil, ancak temizleyici değildir, abdestte kullanılamaz.
Rivayetin senedinde yer alan Ebû Zeyd sebebiyle hadisin zayıf olduğu belirtilir. Ayrıca senedde kopukluk da var. İbnu Hibbân, Ebû Zeyd´ den ülemânın tek bir hadis rivayet ettiklerini; bu hadisin de Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas´a muhalefet ettiğini söyler. Ebû Hanîfe: “Nebîzden başka su olmazsa, nebîzle abdest alınabilir” demiştir. Ebû Yusuf bu durumda, “teyemmüm”e hükmeder. İmam Muhammed, “Her ikisi de” der. Ebû Hanîfe´nin Ebû Yusuf´un görüşüne rücû ettiği de rivayet edilmiştir.
Aynî, Ebû Bekr er-Râzî´den naklen, bu üç görüşün de üç ayrı rivayet halinde Ebû Hanîfe´den mervî olduğunu, bunlar arasında “Nebîzle, niyet şartıyla abdest alıp teyemmümü terk” rivayetinin meşhur olduğunu belirtir.
Ebû Dâvud´un rivayetinde nebîzle abdest almayı -başka su olmasa dahi- İmâm Şâfiî ve Ahmed ve İshâk rahimehumullah hazerâtının reddettiklerini, İshak´ın “Kişi böyle bir durumda nebîzle abdest alacak olsa arkadan bir de teyemmüm etse bence daha uygun olur” dediğini kaydeder.
Nebîzle abdest olmayacağını kesin bir dille ifade edenler “…Bu durumlarda su bulamazsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin…” (Nisâ 43) âyetine istinad ederler. İbnu´l-Arabî nebîzin su sayılmayacağını çünkü içerisine, ıslatılan maddeden tad, renk gibi hususiyetlerin geçtiğini belirtir. Tirmizî, nebîzle abdesti reddedenlerin Kur´an´ın ruhuna daha yakın ve daha isabetli olduklarını belirtir. Tahâvî de, sadedinde olduğumuz İbnu Mes´ud hadisinin zayıflığını belirttikten sonra “Ne seferde, ne hazerde nebîz ile abdest alınamayacağına” hükmeder.
İbnu´l-Arabî, “Su ile teyemmüm arasına başka bir şey koymayı, Kur´an´ın az yukarda kaydettiğimiz sarih hükmünün bir nevi neshi olacağını, halbuki Kur´an´ın bir âyetini, yine Kur´an´ın bir başka âyetinin veya mütevatir bir hadisin neshedebileceğini sahih bile olsa haber-i vâhidle Kur´an´ın neshi mümkün değilken böyle zayıf bir hadisle Kur´an´ı neshetmenin mümkün olamayacağını” söyler.
Bu hususta mevzunun leh ve aleyhinde başka mütalaalar da dermeyan edilmiştir. Hepsini vermeye gerek görmüyoruz. Şu kadarını söyleyelim ki, bütün bu açıklamalar İmam-ı Azam´ın “su olmadığı durumda nebîzle abdest alınır” fetvasını cerhe yönelmiştir.[36]
SU HAKKINDA SON SÖZ
ON VASIF VE KORUNMA TEDBİRLERİ
Sadece insan değil, bütün canlılar açısından, suyun arzettiği hayatî ehemmiyet, tâ ilk çağlardan beri insanların dikkatini çekmiştir. Bundandır ki eski hikmet, hayatın dört ana unsurundan biri olarak suyu görmüştür. Toprak, Ateş, Hava, Su. Kur´ân-ı Kerim de bir âyetinde: “Biz her şeyi sudan canlı kıldık” (Enbiya 30) buyurur. İbn-u Kayyîm, et-Tıbbu´n-Nebevî adlı kitabında geçmiş nesillerin su hakkındaki telâkkilerini şöyle hülâsa eder: “Su, hayatın (ana) maddesidir, içeceklerin de efendisi. Kainatı teşkil eden unsurlardan biridir, daha doğrusu aslî unsurudur. Zira semavat onun buharından arz da köpüğünden yaratıldı. Allah her şeyi onunla hayattâr ve canlı kıldı.”
İnsan için suyun ehemmiyeti, sadece içeceğimiz olmasından veya yiyeceklerimizin hazırlanmasındaki rolünden ileri gelmez; sıhhatimiz için zarurî olan temizlik vasıtasıdır da… Öyle ise suyun hem temizliğe, hem de içilmeye elverişli olması, bu maksadlarla bazı vasıfları taşıması gerekmektedir. Bizden önce yaşayan insanlar, suyun “cevdet” yâni “iyi” olması için onda on vasıf aramışlardır.
1- Renk: Su, saf olmalı, her çeşit renklilikten ârî bulunmalıdır.
2- Koku: Su kokusuz olmalıdır.
3- Tad: Tadı hoş olmalı, Fırat ve Nil nehirlerinin tadında olmalıdır.
4- Ağırlık: Hafif ve akıcı olmalıdır.
5- Mecrası: Suyun aktığı yatak temiz olmalıdır.
6- Menba: Su, uzak bir menbadan gelmelidir.
7- Güneş ve rüzgar isabet etmelidir. Menba uzak olmadığı takdirde güneş ve rüzgar te´sir icra edemez.
8- Kıvam: Suyun kıvamı akıcı olmalıdır.
9- Miktar: Su çok olmalıdır. Bu takdirde karışan yabancı maddeleri dışarı atar.
10- Mansab: Akış istikameti kuzeyden güneye veya batıdan doğuya doğru olmalıdır.
Bu açıklamaları kaydeden kaynağımız ilâve eder: “Sayılan vasıflar kâmil ma´nâda, şu dört nehirde bulunur: Nil, Fırat, Ceyhan, Seyhan.”
Şu halde suyun sağlığımıza elverişli olması, kirlenmelerinden korunması için dinimiz, bazı tahdidler koymuş, tedbirler emretmiş olmalıdır.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), hadislerinde suların kirletilmesi meselesini de ele alarak bir kısım beyanlarda bulunur. Bazan çevre ile ilgili olarak yukarıda kaydettiğimiz yasaklar meyanında bazanda müstakillen bu meseleyi ele alır. Hz. Muaz ve Hz. Câbir (radıyallâhu anhümâ) tarafından iki ayrı tarîkten nakledilen bir hadiste, “gölge ve yol” ile birlikte “mevârid” yani su mecraları da zikredilerek, büyük abdest bozulması yasaklanır. İbnu Ömer (radıyallâhu anh)´in rivayetinde Resûlullah nehir kenarlarına büyük abdest bozmayı yasaklar.
Hz. Câbir (radıyallâhu anh)´den gelen bir rivayet akarsuya küçük abdest bozmayı yasaklar.
Yine Hz. Câbir ve Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) tarafından rivayet edilen hadislerde istifade edilecek olan durgun suya bevl edilmesi yasaklanmaktadır.
Bazan “istifade edilecek” kaydı olmaksızın, mutlak şekilde birikmiş su” ya bevl edilmemesi emredilmiştir.
Suların kirlenmelerden korunması ile ilgili nebevî alâkadan bahsederken, kuyularla ilgili olarak Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ den vârid olan tâlimata da dikkat çekmemiz gerekir. Zira bunlardan bir kısmı kuyu sularının pislikten korunmasına râcidir. Bu tâlimâtlardan birine göre, eskiden kalma kuyuların etrafında (yarı çapı) elli, yeni açılan kuyuların etrafında ise, yirmibeş zirâ´lık bir dairenin harim olarak boş bırakılması gerekmektedir.
Bir diğer talimât da, hayvan ağıllarının kuyuya kırk zirâdan daha yakına yapılmamasını emreder.[37]
İKİNCİ BAB
NECASETİN İZALESİ
(Bu babta beş fasıl var)
*
BİRİNCİ FASIL
BÜYÜK VE KÜÇÜK ABDESTLE İLGİLİ MESELELER
*
İKİNCİ FASIL
MENİ İLE İLGİLİ MESELELER
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
HAYIZ KANI İLE İLGİLİ MESELELER
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
KÖPEK VE DİGER HAYVANLAR
*
BEŞİNCİ FASIL
DERİLER
BİRİNCİ FASIL
BÜYÜK VE KÜÇÜK ABDESTLE İLGİLİ MES´ELELER
ـ3506 ـ1ـ عن أمّ قيس بنت محصن رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّهَا أتَتْ بِابنٍ لهَا صَغِيرٍ لَمْ يَأكُلِ الطَّعَامَ إلى رسولِ اللّهِ # فَأجْلَسَهُ في حِجْرِهِ فَبَالَ عَلى ثَوْبِهِ فَدَعَا بِمَاءٍ فَنَضَحَهُ وَلَمْ يَغْسِلْهُ[.وفي رواية: »فَرَّشَهُ«. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين.»النَّضْحُ«: رش الماء على الشئ، و يبلغ الغسل .
1. (3506)- Ümmü Kays Bintu Mihsan (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Ben, henüz yemek yemeyen küçük bir oğlumla Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gitmiştim. Varınca, çocuğu kucağına oturttu. Derken çocuk elbisesine akıttı. Su getirtip elbisesini serpti, fakat yıkamadı.”
Bir rivayette: “…çiledi” denmiştir.[38]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, çocukların sidiğinin, büyüklerinkinden farklı mütâlaa edildiğini göstermektedir. Çünkü sidik necasettir, bulaştığı yerin yıkanarak temizlenmesi gereklidir, aksi takdirde namaz sahih olmaz. Bazı rivayetlerde kız çocuklarının sidiklerinin de büyüklerinki gibi yıkanması gerektiği, oğlan çocuklarının sidiğine su çilemenin yeterli olacağı ifade edilmiştir.
2- Hadis, henüz anne sütüyle beslenen, onun dışında başka bir şey yeyip içmeyen oğlan çocuklarının idrarlarının necaset-i galîza sayılmayacağını; yıkamaksızın, üzerine su serpmekleçilemekle- temizlenmiş addolunacağını ifade etmektedir. Ancak başka nasslar muvacehesinde ulemâ bu meselede üç farklı görüş benimsemiştir.
1) Şâfiî´ye göre bu hadis esastır: Erkek çocukların sidiğine su çilemek yeterlidir, temiz sayılır. Hz. Ali, Atâ, Hasan Basrî, Zührî, Ahmed, İshak ve İbnu Vehb gibi birçok âlim hep böyle hükmetmişlerdir.
2) Kız ve erkek her iki çocuk için de su çilenmesi yeterlidir. Bu, Evzâî´nin görüşüdür. İmam Mâlik ve Şâfiî´den de bu görüş rivayet edilmiştir. İbnu´l-Arabî bunu, erkek ve kız çocuklarının karnına hiç bir şey girmemek şartıyla akıtmaları kaydıyla nakleder. Nitekim bazı âlimler, çocuğun yeni doğmuş ve henüz hiçbir şey yememiş bir çocuk olacağı ihtimalini belirtirler. Zira yeni doğan çocukların tahnîk için Resûlullah´a getirilmeleri adetti.
3) Kız ve erkek çocuğu, idrarlarının yıkanması hususunda eşittirler ve temizlik, yıkanmadan hâsıl olmaz. Hanefîler ve Mâlikîler bu görüştedir. İbnu Dakîki´l-Îd: “Bu görüşte kıyasa gittiler. Onlar, hadiste geçen “yıkanmadı” tabiriyle “yıkamada mübâlağaya yer vermedi” demek istediğini söylerler” der.[39]
ـ3507 ـ2ـ وعن لبابة بنت الحارث قالت: ]كَانَ الحَسَنُ بنُ عَلِىِّ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فِي حِجْرِ رَسُولِ اللّهِ # فَبَالَ عَلى ثَوبِهِ، فَقُلْتُ يَا رسُولَ اللّهِ: الْبِسْ ثَوْباً، وَأعْطِنِى إزَارَكَ حَتَّى أغْسِلَهُ. قالَ: إنَّمَا يُغْسَلُ مِنْ بَوْلِ ا‘ُنْثى وَيُنْضَحُ مِنْ بَوْلِ الذِّكْرِ[. أخرجه أبو داود .
2. (3507)- Lübâbe Bintu´l-Hâris anlatıyor: “Hz. Ali´nin oğlu Hasan (radıyallâhu anhümâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kucağında idi, elbisesine akıttı. Ben atılıp:
“Ey Allah´ın Resûlü (yeni) bir elbise giy. İzârını da bana ver yıkayayım!” dedim. Cevaben:
“Kız çocuğun idrarı olsa yıkanırdı; ancak erkek çocuğun idrarı su çilemek suretiyle temizlenir!” buyurdular.”[40]
ـ3508 ـ3ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]بَيْنَا نَحْنُ فِي المَسْجِدِ مَعَ رَسولِ اللّهِ # إذْ جَاءَ أعْرَابِىٌّ، فقَامَ يَبُولُ فِي المَسْجِدِ، فقَالَ أصْحَابُ رَسولِ اللّهِ #: مَهْ مَهْ، فقَالَ رسُولُ اللّهِ #: َ تَزْرِمُوهُ دَعُوهُ، فَتَرَكُوهُ حَتّى بَالَ، ثُمَّ إنَّ رَسولَ اللّهِ # دَعَاهُ، فَقَالَ لَهُ: إنَّ هذِهِ المَسَاجِدَ َ تَصْلُحُ لِشَىْءٍ منْ هذَا الْبَوْلِ وَالْقَذَرِ: إنَّمَا هِىَ لِذِكْرِ اللّهِ تَعالى، والصََّةِ وَقِرَاءَةِ الْقُرآنِ، وَأمَرَ رَجًُ مِنَ الْقَوْمِ فَجَاءَ بِدَلوٍ مِنْ مَاءٍ فَشَنَّهُ عَلَيْهِ[ .
أخرجه الشيخان، وهذا لفظهما، والنسائي.»َ تَزْرِمُوهُ« بتقديم الزاى على الراء: تقطعوا عليه بوله.وقوله »فَشَنَّهُ عَلَيْهِ« بالمهملة: أى صبه عليه، وبالمعجمة: فرّقه عليه من جميع جهاته، ورشه عليه .
3. (3508)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte mescidde otururken bir bedevi çıkageldi. Durup mescidin içine akıtmaya başladı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashab´ı kalkıp:
“Dur! dur!” diyerek [üzerine yürümeye] kalktılar ki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müdâhale etti:
“Kestirmeyin, bırakın tamamlasın.” Ashab müdâhale etmedi, adam da ihtiyacını tamamladı. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), adamı yanına çağırdı ve:
“Bu mescidler, idrar ve pislik bırakma yeri değildir. Allah´ın zikredildiği yerlerdir. Buralarda namaz kılınır. Kur´an okunur” dedi. Sonra cemaatten birine bir kova su getirmesini emretti. Kova gelince sidiğin üzerine boşalttı.”[41]
AÇIKLAMA:
1- Bedevî (Arap): Bâdiye´de yani çölde yaşayan demektir. Bunun Arap veya Acem olması şart değildir. Şehirde yaşamayan ma´nâsına gelir. Bunlar hayat şartları icabı, şehir hayatında incelip gelişen bir kısım âdâb-ı muâşeret ve görgü kaidelerinden mahrumdurlar. Şehirlilerce kaba karşılanan davranışları vardır. Bu onların eksikliğinden veya terbiyesizliklerinden ileri gelmez, bilakis içinde yaşadıkları cemaatte bu değerlerin yokluğundan ileri gelir. Bu sebeple Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bedevîlere karşı son derece anlayışlı davranmış, kasda mebni olmayan, onların alışkanlıklarından gelen kabalıkları, eksiklikleri, mülâyemetle karşılayıp tatlılıkla öğretme yoluna gitmiştir. Hadisin İbnu Mâce ve İbnu Hibbân´da gelen vechinde, Resulullah´ın bu davranışından bedevînin ne kadar memnun kaldığını öğrenmekteyiz. Bedevî der ki: “Resulullah -ki ona annem babam feda olsun- kalktı, beni ne azarladı, ne de kötü söz söyledi…”
Sadedinde olduğumuz hadiste, söylediğimiz bu hususa çarpıcı bir örnek görmekteyiz. Bir bedevi kalkıp mescidin içine akıtmaya kalkıyor. Cemaatin bedce olan müdâhalesine mâni olan Resûlullah, işini görüp bitirinceye kadar ona müsaade ediyor. Sonra çağırıp, mabedlerin pislik bırakma yeri değil, ibadet yeri olduğunu öğretiyor. Bu bir ceza, azarlama değil, tamamen bir öğretim faaliyetidir.
İbnu Hacer, iki sebepten dolayı, akıtmasının sonuna kadar serbest bırakmış olacağını söyler:
* Zaten akıtmaya başlamıştı ve mescidin bir kısmı kirlenmişti. Müdahale, kirliliği artırabilirdi. Zira kesmemesi halinde elbisesini, bedenini mescidin başka bir yerini kirletmeyeceğinden emin olunamazdı.
* Kesmesi halinde bu, adama zararlı olurdu.
2- Bu bedevînin Akra İbnu Hâbis, Zü´l-Huveyrisa, Uyeyne İbnu Hısn gibi bedevî asıllılardan biri olma ihtimali üzerinde durulmuştur. Ancak hiçbiri hakkında kesin bir hükme gidilememiştir.
3- Hadisin başka vecihlerinde cemaatin bed bir müdâhalede bulunduğunu ve hatta üzerine yürüdüğünü görmekteyiz. Ancak, Aleyhissalâtu vesselâm bunu önlüyor. Hatta Buhârî´nin bir rivayetinde halka:
“Sizler suhuletli (ve nezaketli) davranmakla vazifelisiniz, kabalık (ve zorluk çıkarmak)la değil” hitabında bulunur. Nitekim rivayetler, Resûlullah´ın her nereye bir vazifeli gönderse: يَسِّرُوا وََ تُعَسِّرُوا diye tenbihatta bulunduğunu belirtir. Tatlılık ve müsamaha hem peygamberin hemde peygamber adına tebliğ yapacakların müşterek vasıfları olduğu için, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) muhataplarına بُعِثْتُمْ “gönderildiniz” demiştir. Halbuki ba´s “gönderilmek”, aslında sadece peygamberin vasfıdır.
4- Hadis bize şu hususu göstermektedir: Nezafet o ana kadar yeterli ölçüde Ashab´ın ruhunda yeretmiş, benimsenmişti. Bu sebeple hemen bedevînin üzerine atıldılar.
5- Hadis emr-i bi´lma´ruf ve´nnehy-i ani´lmünkerin de Ashabca ne derece benimsendiğini göstermektedir.
6- Resulullah Ashab´a “Bedeviye niye müdahale ediyorsunuz ” dememiş, durmalarını söylemiştir. Aslında, Ashab bir fenalığa müdâhale ederek yerinde bir iş yapmıştır. Ancak Resulullah iki mefsedetten (fenalıktan) birini, daha doğrusu hafifini tercih etmiştir. Az önce belirttiğimiz üzere, müdâhale edilseydi daha fazla fenalık husule gelecekti. Böylece maslahatın küçüğü terkedilerek daha büyüğü kazanılmış olmaktadır. Bu her zaman cârî olan bir prensiptir.
7- Resûlullah, hemen su dökülmesini emretmekle, fenalığın (mefsedet) telafisinde acele davranma prensibini vaz´etmiş olmaktadır.
8- Necasetin temizlenmesinde en iyi vasıta sudur. Zira güneş ve rüzgarın tesiriyle kuruması yeterli olsaydı, su dökülmesini emretmezdi.
9- Su Dökerek Temizlikle İlgili Çıkarılan Hükümler:
İbnu Hacer derki: “Toprak üzerine düşen necaset yıkantısı temizdir.[42] Buna, düşmeyen de dahildir. Zira necasetten yıkanan yerde kalan yaşlılık da necaset yıkantısı durumundadır. Oradan toprak taşındığına dair bir rivayet gelmediğine göre, anlaşılır ki, o yaşlığın temizliği hususundaki hüküm kesinlik kazanmıştır. O temiz olunca, ondan ayrılanda aynı şekilde temiz hükmüne sahip olur, zira arada bir fark yok. Buradan, toprak tarafından emilme şartının konmadığı da istidlâl edilir. Zira, böyle bir şart olsaydı, yerin temizliği, kurumasına mütevakkıf olurdu. Aynı şekilde, elbisenin sıkılması da şart koşulamaz, çünkü (elbisede kalanla akan arasında) fark yoktur. Muvaffık, Muğnî´de bu husustaki ihtilâfı hikâye ettikten sonra der ki: “Evla olanı, mutlak olarak temizliğine hükmetmektir. Zirâ Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (yerin temizliği için) bedevinin idrarı üzerine su dökmekten başka bir şart koşmadı.”
10- Cahil kimseye rıfkla muamele etmeli ve ona bilmediği şeyi sertlik göstermeden öğretmelidir. Bu husus, bilhassa kazanılması istenen kişi hakkında ayrı bir ehemmiyet kazanır.
11- Hadis, mescidlere saygı göstermek ve onları temiz tutmak gereğine parmak basar.Hatta bazı rivayetlerin zâhiri, mescidlerin sadece namaz, Kur´an ve zikir dışında hiçbir maksadla kullanılmamasını ifade eder. Ancak ümmet bu hasr, bu sınırlama ile amel edilmeyeceği hususunda icma etmiştir. İbnu Hacer der ki: “Bu zikredilenler veya onların ma´nâsında olanlar dışında bir şeyin mescidde yapılması evlâ olana muhaliftir” der.
12- Yeryüzü, üzerine su dökülerek temizlenir. Bir de oyulmasına gerek yoktur. Hanefîler pislenen yerin oyulmasını da şart koşar. Ancak yer yumuşaksa, dökülen suyu hemen emiyorsa pis yerin oyulmasına gerek yok derler. Eğer yer sertse, suyu emmiyorsa, temizlenmesi için o pis yerin oyulup atılmasını şart koşarlar.
İbnu Hacer, Hanefîlerin bu hükümde biri mevsul, ikisi mürsel üç hadise dayandıklarını söyledikten sonra mevsul olanın da sened yönüyle zayıf olduğunu belirtir.[43]
ـ3509 ـ4ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ أعْرَابِيّاً دَخَلَ المَسْجِدَ، وَرَسُولُ اللّهِ # جَالِسٌ فَصَلى رَكْعَتَيْنِ، ثُمَّ قالَ: اللَّهُمَّ ارْحَمْنِى وَمُحَمّداً، وََ تَرْحَمْ مَعَنَا أحَداً، فقَالَ النَّبىُّ #: لَقَدْ تَحَجَّرْتَ وَاسِعاً، ثُمَّ لَمْ يَلْبَثْ أنْ بَالَ فِي المَسْجِدِ فَأسْرَعَ إلَيْهِ النّاسُ، فَنَهَاهُمْ رسولُ اللّهِ وقال: إنَّمَا بُعِثْتُمْ مُيَسِّرِينَ وَلَمْ تُبعَثُوا مُعَسِّرِينَ، صُبُّوا عَلَيْهِ سَجَْ مِنْ مَاءٍ، أوْ قالَ ذَنُوباً مِنْ مَاءٍ[. أخرجه الخمسة إ مسلماً، وهذا لفظ أبي داود والترمذي رحمهما اللّه.
4. (3509)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mescidde otururken, bir bedevi girip iki rek´at namaz kıldı. Sonra da şöyle dua etmeye başladı: “Allah´ım, bana da, Muhammed´e de rahmet et. Bizden başka kimseye rahmet etme!”
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) atılıp:
“Geniş alanı daralttın!” dedi. Derken adam hemen kalkıp mescidin içine akıtmaya başladı. Halk da hemencecik üzerine yürüdü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onları yasaklayıp:
“Kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz, zorlaştırıcılar olarak gönderilmediniz. Üzerine bir kova su dökün!” ferman buyurdular.”[44]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste geçen vak´a önceki hadistekinin tıpkısıdır. Bu sebeple temizlikle ilgili kısımların açıklamasını önceki hadisin açıklamasına bırakıyoruz. Burada fazla olarak, mescide gelen bedevinin iki rekat namaz kıldığı, arkadan da sadece kendisi ve Resûlullah için Allah´tan rahmet taleb eden bir duada bulunduğu, Resûlullah´ın o çeşitten bir duada bulunmayı uygun görmeyerek müdahale ettiği kaydedilmektedir.
Hattâbî, تَحَجَّرْتَ kelimesinin حَجْر hacr´dan geldiğini belirtir. Hacr: Dilimize de hukukî bir tâbir olarak giren bu kelime, yasak koymak, malından tasarrufta bulunma yetkisini almak ma´nâsına gelir. Öyleyse Resûlullah, bedeviye: “Sen Allah´ın herkese şâmil olan rahmetini kendinle bana tahsis ederek genişi daralttın” demek istemiştir. Böylece anlaşılıyor ki, namazdan sonra yapılan duada kişi kendisi ve yakınları için Allah´tan rahmet, mağfiret isterken, diğer mü´minler için de istemelidir. İslâmî duânın edebi bunu gerektirmektedir.[45]
ـ3510 ـ5ـ و‘بي داود في أخرى: ]خُذُوا مَا بَالَ عَلَيْهِ مِنَ التُّرَابِ، فَألْقُوهُ وَأهْرِيقُوا عَلى مَكَانِهِ المَاءَ[. قالَ أبُو دَاوُدَ: وَهذِهِ الرِّوَايَةَ مُرْسَلَةٌ ‘نَّ ابْنَ مَعْقِلٍ لَمْ يُدْرِكْ النبىَّ #.»تَحَجَّرْتَ وَاسِعاً« أى ضيقت السعة.وَ»الذَّنُوبُ« الدلو العظيمة .
وكذلك »السَّجْلُ« و يسمى سجً إ إذا كان فيه ماء .
5. (3510)- Ebû Dâvud´un diğer bir rivayetinde şöyle denmiştir: “Üzerine akıttığı toprağı alın ve onu atın, yerine su dökün!”
Ebû Dâvud derki: “Bu rivayet mürseldir. Çünkü İbnu Ma´kıl, Resûlullahla karşılaşmadı.”[46]
AÇIKLAMA:
Bu rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mescidin içinde bedevinin akıtarak kirlettiği yerin oyularak pis toprağının başka bir yere atılmasını emretmiş, kalan yere de tekrar su dökülmesini ferman buyurmuştur.
Bu hadis mürseldir; çünkü İbnu Ma´kıl Resûlullah´la karşılaşmamıştır.[47]
ـ3511 ـ6ـ وعن أبي عبداللّه الجشمى قال حدثنا جندب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جاءَ أعْرَابِىُّ فَأنَاخَ رَاحِلَتَهُ ثمَّ عَقَلَهَا، ثُمَّ دَخَلَ المَسْجِدَ فَصَلّى خَلْفَ رَسُولِ اللّهِ #، فَلمَّا سَلَّمَ رسولُ اللّهِ # أتَى ا‘عْرَابِىُّ رَاحِلَتَهُ فأطْلَقَهَا، ثُمَّ رَكِبَ، ثُمَّ نَادَى: اللَّهُمَّ ارْحَمْنِى وَمُحَمّداً، وَ تُشْرِكْ مَعَنَا فِي رَحْمَتِنَا أحَداً، فقَالَ رسولُ اللّهِ #: مَنْ تَرَوْنَ أضَلَّ هذَا أوْ بَعِيرُهُ؟ ألَمْ تَسْمَعُوا إلى مَا قالَ؟ قَالُوا: بَلَى[. أخرجه أبو داود .
6. (3511)- Ebû Abdullah el-Cüşemî anlatıyor: “Bize Cündüp radıyallahu anh anlattı ve dedi ki: “Bir bedevi geldi. Devesini önce ıhtırdı, sonra bağladı. En sonra mescide girip Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın arkasında namaz kıldı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) selam verince, bedevi bineğinin yanına gelerek bağını çözüp, üzerine bindi. Sonra da seslice şöyle duada bulundu:
“Allahım, bana ve Muhammed´e rahmet et. Rahmetimizde bir başkasını bize ortak kılma!” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müdâhale edip:
“Bunu mu, yoksa devesini mi, hangisini daha şaşkın görüyorsunuz Ne söylediğini duymadınız mı ” buyurdular. Oradakiler: “Evet! duyduk” dediler.”[48]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet de öncekiler gibi, bedevi ile ilgili. Belki de mescide akıtandan başka bir bedevinin hikayesi. Çünkü bu, Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından yadırganıp âdâb dışı bulunan duayı, devesine bindikten sonra yapmıştır.
Resûlullah, adam hakkında, câhilâne yaptığı duası sebebiyle “Bunu mu, yoksa devesini mi, hangisini daha şaşkın görüyorsunuz ” diyerek yaptığı duayı alenen reddetmiştir. Hattâbî edall´i “echel” diye açıklar. Echel, câhil ma´nâsına gelir. Biz “şaşkın” diye tercümeyi daha uygun bulduk, zirâ dalâlette şaşırma ma´nâsı daha galip. Hattâbî, Allah´ın rahmetini daraltmayı cehaletle tevil eder. Ancak, bunun bir şaşkınlık olduğu da rahatça söylenebilir.
Resûlullah en sonda: “Onun ne söylediğini duymadınız mı ” diyerek, hakkında kullandığı tahkiri bu sebeple hakettiğine dikkat çekmiştir.[49]
ـ3512 ـ7ـ وعن أمّ سلمة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّهَا قالَتْ لَهَا امْرَأةٌ إنِّى أُطِيلُ ذَيْلِى، وَأمْشِى في المَكَانِ الْقَذِرِ، فقَالَتْ أُمُّ سَلَمَةَ: قالَ رسُولُ اللّهِ #: يُطَهِّرُهُ مَا بَعْدَهُ[. أخرجه ا‘ربعة إ النسائي .
7. (3512)- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın bana: “Ben eteğimin zeylini fazla uzatıyorum ve pis yerlerde de yürüyorum (Bu hususta ne dersiniz )” diye sordu. Bende ona Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın:
“(Pis yerlere değen eteği) ondan sonrası temizler” dediğini söyledim.”[50]
AÇIKLAMA:
Eza, rahatsızlık veren herşey demektir. Taş, toprak, çerçöp, diken, herhangi bir pislik bulaşığı vs.
Zeyl, kelime olarak kuyruk, uç kısım, çıkıntı, ilâve gibi ma´nâlara gelir. Burada entarinin yere bakan kısmı. Zeyl denmesi için yere değmesi şart değil. Sadedinde olduğumuz rivayette, yere değecek kadar uzun tutulan kadın elbisesi mevzubahistir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) pis bir yere değerek kirlenen zeylin, arkadan temiz yere değmek suretiyle temizlendiğini ifade etmektedir. Ümmü Seleme´ye meseleyi soran kadın, yere değen eteğinin kirlenmiş sayılıp sayılmayacağı hususunda tereddüde düşmüş olmalı. İmam Şâfiî: “Yere değen eteğin temiz sayılması için yerin kuru olması gerekir” der. Aksi takdirde, yaş bir pislik çamaşıra bulaşıp kalacak olursa, onun temiz sayılmaması gerektiğini, yaş bir yere değerse onun bir başka yere değmesiyle temizlenmesi mümkün olmaz, yıkanması gerekir, der. Ahmed İbnu Hanbel de hadiste bevl bulaşan bir eteğin bir başka yere değerek temizleneceğinin kastedilmediğini, kirli bir yerden geçerken oraya değen eteğin temiz bir yerden geçildiği takdirde oraya değmesiyle temizleneceğinin kastedildiğini belirtir. İmam Mâlik bundan: “Toprağın bir yeri bir başka yerini temizler. Bir kimse önce kirli bir yere bassa, sonra da kuru temiz bir yere bassa, bu ikinci yerin öncekinin pisliğini temizleyeceğini” anlar. Hattâbî bu nakillerden sonra, “Bevl gibi bir necâset, elbise veya bedene bulaşacak olsa ancak su ile yıkamakla temizlenebileceği hususunda ümmetin icma ettiğini” belirtir.[51]
ـ3513 ـ8ـ و‘بي داود في أخرى: ]أنَّ امْرأةً مِنْ بَنِى عَبْدِ ا‘شْهَلِ قالَتْ: قُلْتُ يَارسُولَ اللّهِ: إنَّ لَنَا طَرِيقاً إلى المَسْجِدِ مُنْتِنَةً، فَكَيْفَ نَفْعَلُ إذَا مُطِرْنَا؟ فقالَ: ألَيْسَ بَعْدَهَا طَرِيقٌ هِىَ أطْيَبُ مِنْهَا؟ قُلْتُ: بَلى. قالَ: فهذِهِ بهِذِهِ[ .
8. (3513)- Ebû Dâvud´un bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir: “Benî Abdul-Eşhel´den bir kadın anlatıyor:
“Ey Allah´ın Resûlü dedim. Bizim mescide giden yolumuz pis kokulu (topraktır). Yağmur yağınca ne yapalım ”
“Sizinkinden sonra, ondan daha temiz bir yol yok mu ” diye sordu. “Evet!” deyince:
“İşte bu öbürünü telafi eder, (temizler)!” buyurdu.”[52]
ـ3514 ـ9ـ وله في أخرى عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسولُ اللّهِ #: إذَا وَطِئَ أحَدُكُمْ بِنَعْلِهِ ا‘ذَى، فإنَّ التُّرَابَ لَهُ طَهُورٌ[ .
9. (3514)- Yine Ebû Dâvud´da Ebû Hüreyre´den bir rivayet şöyle: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden biri, ayakkabısıyla bir pisliğe basarsa, bilesiniz, toprak onu temizler.”[53]
AÇIKLAMA:
Bu iki rivayet, pis yoldan geçildiği veya pis bir şeye basıldığı takdirde, temiz bir yerden geçme hâlinde, ayakkabının bu temiz yerlere değerek temizleneceğini ifade ediyor, yeter ki ayakkabı üzerinde pislik eseri gözükmesin.
Hattâbî, Meâlim´de, Evzâî´nin bu meselelerde ikinci hadisin zâhirini esas aldığını, “Ayakkabı veya meste bulaşan pisliğin temizlenmesi için, toprağa sürtülmesinin yeterli olacağını, onunla namaz kılınabileceğini söylediğini” kaydeder. İbrahim Nehâî´nin bu durumda, ayakkabı veya mestte pislikten ne bir koku ve ne de bir eser kalmadığı hususunda emin oluncaya kadar silmeye devam ettiği rivayet edilmiştir.
İmam Şâfiî bu meselede şöyle demiştir: “Necasetler ister yerde, ister elbise veya ayakkabıda olsun su ile yıkanmadıkça çıkmaz.”
Bagavî der ki: “Ulemâ, çoğunluk itibariyle bu hadisin zahiriyle hükmetmiş ve: “Bir ayakkabı veya mestin ekseriyetine bir pislik bulaşsa, toprakla ovulup necasetin çoğunlukla çıkarılması halinde temizdir, onunla namaz kılınabilir” demiştir. Şâfiî´nin eski görüşü de budur. Yeni görüşünde su ile yıkanmasını şart koşar.”
Bazı fakihler, ayakkabının sert olması sebebiyle pisliği emmiyeceği, dolayısıyla hükmün yaş ve kuru her iki pisliğe şâmil olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Hadisin zâhiri de mutlak olup, her ikisini de içine almaktadır.[54]
ـ3515 ـ10ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]إذَا مَرَّ ثَوْبُكَ، أوْ وَطِئْتَ قَذَاراً رَطْباً فَاغْسِلْهُ، وَإنْ كَانَ يَابِساً فََ عَلَيْكَ[. أخرجه رزين .
10. (3515)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) diyor ki: “Elbisen yaş bir pisliğe değdi ise veya öylesi bir necâsete ayakkabınla bastı isen, o pisliği su ile yıka. Pislik kuru ise, bir beis yok.”[55]
AÇIKLAMA:
Rivayet hüküm itibariyle öncekilere benzemektedir.
İKİNCİ FASIL
MENİ HAKKINDA
ـ3516 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كنْتُ أغْسِلُ الجَنَابَةَ مِنْ ثَوْبِ رَسولِ اللّهِ # فَيَخْرُجُ إلى الصََّةِ، وَإنَّ بُقَعَ المَاءِ في ثَوْبِهِ[. أخرجه الخمسة، وهذا لفظ الشيخين .
1. (3516)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın elbisesine bulaşan meniyi yıkıyordum. O, elbisesinde ıslak kısım (kurumamış) olduğu halde namaza giderdi.”[56]
ـ3517 ـ2ـ ولمسلم في أخرى: ]أنَّ رَجًُ نَزَلَ بِعَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها، فَأصْبَحَ يَغْسِلُ ثَوْبَهُ، فقَالَتْ عَائِشَةُ: إنَّمَا كَانَ يُجْزِيكَ أنْ تَغْسِلَ مَكَانَهُ، فإنْ لَمْ تَرَهُ نَضَحْتَ حَوْلَهُ، لَقَدْ رَأيْتُنِى أفْرُكُهُ مِنْ ثَوْبِ رسولِ اللّهِ # فَرْكاً فَيُصَلِّى فِيهِ[.وفي أخرى: ]وَلَقَدْ رَأيْتُنى، وَإنِّى ‘حُكُّهُ مِنْ ثَوْبِ رسولِ اللّهِ # يَابِساً بِظُفْرِى[ .
2. (3517)- Müslim´in bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: “Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´ya bir zât misafir oldu. Adam sabahleyin, elbisesini yıkamaya başladı. Hz. Âişe ona:
“Sana, (meni) bulaşan yeri [gördüysen] orasını yıkaman kâfi idi, göremediğin takdirde etrafını yıkardın. Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın elbisesinden (meni bulaşığını) ovalamak suretiyle çıkardığımı biliyorum. O, (bir de yıkamaksızın) onun içinde namaz kılardı.”
Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: “İyi biliyorum kurumuş meni bulaşığını Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın çamaşırından tırnağımla kazıyarak çıkarıyordum.”[57]
AÇIKLAMA:
1- Elbiseye meni bulaştığı takdirde onun nasıl temizleneceğini bu iki rivayet göstermektedir:
* Bulaştığı yerin yıkanması… Bu henüz kurumamış olma haliyle ilgilidir. Elbisenin bulaşık kısmının su ile yıkanması yeterlidir.
* Ovalamak suretiyle… Bu kurumuş olma halinde temizleme usulüdür. Ovalamada bulaşık kısım, su kullanılmadan çamaşır kendi kendine sürtülerek meni eserinin küçük parçacıklar halinde dökülmesini sağlamaktan ibarettir. Hz. Âişe, kuru bulaşığın ovalama yerine tırnakla kazınması suretiyle de çıkarılabileceğini belirtmektedir.
2- Ovalama veya kazıma suretiyle meninin temizleme kolaylığı, meninin necislik durumu hakkındaki anlayıştan gelir. Âlimler meni necis midir değil midir, münakaşa etmiştir.
* Hanefîlerle, Mâlikîlere göre necistir. Ancak Ebû Hanîfe merhum, meninin kuru olması halinde elbisenin ovalanmasını temizlik için yeterli gördüğü halde İmam Mâlik, yaş da olsa kuruda olsa mutlaka yıkanması gerektiğini söyler. Meninin necis olduğunu söylemekle beraber, yıkanmadan namaz kılınmış olduğu takdirde namazın iadesinin gerekmiyeceğini söyleyen âlim de çıkmıştır: Leys ve Hasan İbnu Hayy gibi.
* Şâfiîlere ve Hanbelîlere göre meni temizdir. Dâvud-u Zâhirî´nin de böyle hükmettiği bilinmektedir. Ashab´tan Hz. Ali, Sa´d İbnu Ebî Vakkas, Abdullah İbnu Ömer ve Hz. Âişe (radıyallahu anhüm)´ün de bu görüşte olduğu rivayet edilmiştir.
Şunu hemen belirtmek isteriz: Meniye necis diyenler, onun yıkandığını gösteren hadisleri esas almışlardır. Necis değil diyenler de ovalamakla temizleneceğini ifade eden hadisleri esas almışlardır. Şeriat-ı garrâmız ruhsat ve kolaylık dinidir. Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) bu meselede de ruhsat murad etmiş olmalı ki, ihtaflı beyanlarda bulunmuştur.
* Nevevî, hayvan menisinin hükmü hakkında da açıklamada bulunur:
** Köpek, domuz ve onların menisinden doğan hayvanların menisi kesinlikle necistir.Diğer hayvanların menisi hakkında üç görüş var:
*** Eti yensin yenmesin bu hayvanların menisi temizdir.
*** Hepsi necistir.
*** Eti yenenlerin menisi temiz, yenmeyenlerinki necistir.
3- Âlimler hadisten şu hükmü de çıkarmışlardır: Kadınlar, kocaların elbisesini yıkamak gibi kadını ilgilendiren hizmetleri yaparlar. Bu, sünnete uyan âdâb ve iyi geçimin de yoludur.
4- Önder durumundaki büyüklerin hususi halleri ve hattâ istihya duyulan meseleleri, ibret alınması, örnek tutulması maksadıyla başkalarına anlatılabilir. Ashab, bu mülâhaza ile Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la ilgili pekçok teferruatı anlatmaktan çekinmemiştir.[58]
ـ3518 ـ3ـ وعن يحيى بن عبدالرحمن بن حاطب: ]أنَّهُ اعْتَمَر مَعَ عُمَرَ بنِ الخَطَّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه في رَكْبٍ فِيهِمْ عَمْرُو بنُ العَاصِ، وَإنَّ عُمَرَ عَرَّسَ بِبَعْضِ الطَّرِيقِ قَرِيباً مِنْ بَعْضِ الْمِيَاهِ، فَاحْتَلَمَ عُمَرُ بنُ الخَطَّابِ، وَقَدْ كَادَ أنْ يُصْبِحَ فَلَمْ يَجِدْ مَعَ الرَّكَبِ مَاءً فَرَكِبَ حَتّى جَاءَ المَاءَ، فَجَعَلَ يَغْسِلُ مَا رَأى مِنْ ذلِكَ احْتَِمِ حَتّى أسْفَرَ، فقَالَ لَهُ عَمْرُو بنُ الْعَاصِ: أصْبَحْتَ، وَمَعَنَا ثِيَابٌ، فَدَعْ ثَوْبَكَ يُغْسَلُ، فقَالَ عُمَرُ: وا عَجَباً لَكَ يَا ابنَ الْعَاصِ، لَئِنْ كُنْتَ تَجِدُ ثِياباً أفَكُلُّ النَّاسِ يَجِدُ ثِيَاباً؟ واللّهِ لَوْ فَعَلْتُهَا لَكَانَتْ سُنَّةً، بَلْ أغْسِلُ مَا رَأيْتُ وَأنْضَحُ مَا لَمْ أرَهُ[. أخرجه مالك .
3. (3518)- Yahya İbnu Abdirrahman İbni Hâtıb´ın anlattığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh)´la -içerisinde Amr İbnu´l-Âs (radıyallahu anh)´ın da bulunduğu bir cemaatle birlikte umre yapmıştır- sefer esnasında su kaynaklarından birine yakın olan bir yolda Hz. Ömer, sabaha doğru mola verdi. (Herkes gibi kendisi de yattı. Bu esnada) ihtimal oldu. Sabah olunca kafilede, (yıkanması için yeterli) su bulunamadı. Hayvanını binip (yakınındaki) suya kadar geldi. Derhal bu ihtilâmdan kalan meni bulaşığını yıkamaya başladı. Derken ortalık ağardı. Amr İbni´l-Âs (radıyallahu anh), Hz. Ömer´e:
“Sabah oldu. Yanımızda temiz elbise var, şu elbiseni (yıkamayı) bırak, bilahare yıkanır” dedi. Ancak Hz. Ömer kendisine:
“Ey İbnu´l-Âs, hayret doğrusu! Yani sen elbise buldun diye herkes elbise mi bulacak Allah´a yemin olsun ben senin söylediğini yapsam bu bir sünnet olur. Hayır, ben gördüğüm (meniyi) yıkarım ve görmediğime de su çiler (temizlenmiş addeder)im!”dedi.”[59]
AÇIKLAMA:
Hadiste Hz. Ömer´in elbisesi üzerinde görülen meni bulaşığını yıkamakta olduğu, görülmeyen kısımları da terkettiği anlaşılmaktadır. Amr İbnu´l-Âs: “Sabah vakti oldu, yanımızda yedek temiz çamaşır var, sana ondan verelim giy, elbisenin tamamı bilahare yıkansın!” teklifinde bulunur.
Ancak Ebû´l-Velid el-Bâcî´nin belirttiği üzere, Resûlullah´ın “Size benim sünnetime, benden sonra da Hülafa-i Râşidîn´in sünnetine uymak düşer” hadisinin ümmette hâsıl ettiği tesir sebebiyle gönüllerde tuttuğu makamın derecesini iyi bilen Hz. Ömer, fevkalâde bir şuur ve ferasetle bu teklifi kabul etmiyor ve ümmete böyle bir durumda uyması gereken pratik ve kolay yol ne ise onu gösteriyor: “Gözle görülen meni bulaşığını yıkayıp geri tarafa da su çilemek suretiyle temizliğine hükmetmek…”
Ebû´l-Velid el-Bâcî, bu hadise dayanarak Mâlikî mezhebinde “su çileme” işinin vacib olduğunu belirtir: “Çünkü der, vakit daralmışken, halka hemen namaz kıldırma işi varken, bunu tehir etmek, ancak namaza mani vacib bir iş sebebiyle olur.” Ebû Hanîfe ve Şâfiî rahimehümullah: “Şüpheye dayanılarak su çilemek gerekmez, görülmeyen bulaşık, yok farzedilir, çamaşırının geri kalan kısmının temizliğine hükmedilir” demişlerdir.[60]
ـ3519 ـ4ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]إنَّمَا المَنِىُّ بِمَنْزِلَةِ المُخَاطِ فَامِطْهُ عَنْكَ وَلَوْ بِإذْخِرَةٍ[. أخرجه الترمذي بغير إسناد .
4. (3519)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) buyurmuştur ki: “Meni, sümük menzilesindendir. Öyleyse bunu kendinden, izhir otuyla da olsa sil at!”[61]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayeti, Tirmizî sened vermeksizin ta´lik olarak, bir başka hadisi açıklarken kaydetmiştir. Hadis, bu rivayette mevkuf yani İbnu Abbâs´ın şahsî fetvası gibi gözükmektedir. Ancak, Atâ´dan gelen bir rivayette hadisin merfu yani Hz. Peygamberin sözü olduğu tasrih edilmiştir.
2- İzhir, Mekke ve Medine´de yetişen kokulu bir ottur. Temizlik işlerinde yaygın şekilde kullanılmıştır.
Meni bulaşığının hükmüyle ilgili ulemânın görüşünü önceki rivayetlerde açıkladık.[62]
İÇİNCİ FASIL
HAYIZ KANI
ـ3520 ـ1ـ عن أسماء بنت أبي بكر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قالت: ]جَاءَتِ امْرَأةٌ إلى النبىِّ # فقَالَتْ: إحْدَانَا يُصِيبُ ثَوْبُهَا مِنْ دَمِ الحَيْضَةِ، كَيْفَ تَصْنَعُ بِهِ؟ قالَ: تَحُتُّهُ، ثُمَّ تَقْرُصُهُ بِالْمَاءِ، ثُمَّ تَنْضَحُهُ، ثُمَّ تُصَلِّى فِيهِ[. أخرجه الستة .
1. (3520)- Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Bir kadın (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek:
“(Ey Allah´ın Resûlü!) Birimizin çamaşırına hayız kanı bulaşınca ne yapmalıdır ” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Önce kazır, sonra parmak ucuyla bulaşan yeri yıkar, sonra da [kan görülmeyen yere] su çiler” buyurdu.”[63]
ـ3521 ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]مَا كَانَ “حْدَانَا إَّ ثَوْبٌ وَاحِدٌ تَحَيَّضُ فِيهِ، فإذَا أصَابَهُ شَىْءٌ مِنْ دَمٍ قَالَتْ بِرِيقِهَا فَمَصَعَتْهُ بِظُفْرِهَا[. أخرجه البخاري، وهذا لفظه، وأبو داود. وله في أخرى: ]فَتَقُصُّهُ بِرِيقِهَا[ .
2. (3521)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “[Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevceleri olan] bizlerden her birinin, içinde hayız olduğu bir tek elbisesi vardı. Ona hayız kanı değecek olsa, onu tükrüğü ile ıslatır, sonra onu tırnağı ile ovalar (yıkar)dı” dedi.”[64]
ـ3522 ـ3ـ وفي أخرى للبخارى قالت: ]كَانَتْ إحْدَانَا تَحَيَّضُ، ثُمَّ تَقْرُصُ الدَّمَ مِنْ ثَوْبِهَا عِنْدَ طُهْرِهَا فَتَغْسِلُهُ، وَتَنْضَحُ سَائِرَهُ ثُمَّ تُصَلِّى فِيهِ[.»المَصْعُ« التحريك والفرك، وهو المراد بالقصّ كما في رواية أبي داود.
3. (3522)- Buhârî´nin bir diğer rivayeti şöyle: “(Hz. Âişe) dedi ki: “Bizden biri hayız olur, sonra temizlenince, (bulaşma) kanı, elbisesinden kazır ve elbisenin geri kısmına su serper sonra da içinde namaz kılardı.”[65]
AÇIKLAMA:
1- Hayız kanı, yıkanması vacib olan necasetlerdendir. Bu kanın diğer kanlardan veya necasetten necislik yönüyle bir farkı yoktur. Bu hususta icma edilmiştir. Ancak, yıkanmasının kolay olması için önceden kazınması, ovulması müstehabtır.
2- Âlimler her çeşit necasetin temizlenmesinde yegâne vasıtanın temiz su olduğunu söylemiştir. Ancak Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf bütün temiz mâyilerin necaseti çıkarılabileceğini söylemiştir. Onların bu hükümdeki delillerinden biri 3521 numaralı hadistir. Orada kanın tükrükle ıslatılması zikredilmektedir. “Tükrük temiz olmasaydı elbise daha da kirlenirdi” denmiştir.
3- Kan lekesi temizlendikten sonra elbisenin geri kalan kısmına su çileme meselesine bazı âlimler itiraz etmişlerdir: “(Kanın bulaşıp bulaşmadığı hususunda) şüpheye düşülen elbiseye su çilemek hiç bir fayda sağlamaz. Çünkü şayet temizse, bir çilemeye hâcet yok. Eğer kirlenmiş ise böyle bir çileme ile zaten temizlenmez.”
Şu halde bu hadisler, hayız kanının elbiseye bulaşması halinde, bulaşık kısmın yıkanmasıyla elbisenin temiz olacağını, yıkanan yerin ıslaklığı kurumadan o elbisenin içinde namaz kılınabileceğini belirtmektedir.[66]
DÖRDÜNCÜ FASIL
KÖPEK VE DİĞER HAYVANLAR HAKKINDA
ـ3523 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسُولَ اللّهِ # قالَ: طَهُورُ إنَاءِ أحِدِكُمْ إذَا وَلَغَ فيهِ الْكَلْبُ أنْ يَغْسِلَهُ سَبْعَ مَرَّاتٍ أُوَهُنَّ بِالتُّرَابِ[. أخرجه الستة، واللفظ لمسلم .
1. (3523)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdularki: “Bir kaba, köpek banmışsa onun temizlenmesi, yedi kere su ile yıkanmasına bağlıdır, hatta bunların ilki toprakla olmalıdır.”[67]
AÇIKLAMA:
Şâfiî, Ahmed ve Cumhur, bu hadise dayanarak köpek bir kaptaki suyu içtiği takdirde, o kabın yedi kere yıkanmasının vacib olduğuna hükmetmiştir. Ebû Hanîfe, başka delili esas alarak üç kere yıkamanın yeterli olduğuna hükmeder. Nevevî, toprakla yıkamanın ma´nâsını “Suyu bulandıracak miktarda toprağın suya katılmasıdır” diye açıklar. “Suyu toprağa katmak veya toprağı suya atmak, yahut da yerden topraklı su almak arasında fark görülmemiştir. Fakat necaset değen yerin toprakla meshedilmesi yeterli bulunmamıştır” der.
Hadiste, az suya düşen bir pislik, suyun vasıflarını değiştirmese de kirleneceğine delil görülmüştür. Çünkü köpeğin içmesi sırasında akan salyası suyun vasıflarını değiştirmez.[68]
ـ3524 ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كَانَتِ الْكَِبُ تُقْبِلُ وَتُدْبِرُ في المَسْجِدِ في زَمَانِ رَسولِ اللّهِ #، فَلَمْ يَكُونُوا يَرُشُّونَ شَيْئاً مِنْ ذلِكَ[. أخرجه البخاري، وهذا لفظه، وأبو داود.والمراد بقوله »تُقْبِلُ وَتُدْبِرُ« عبورها في المسجد حيث لم يكن أبواب من غير تلويث ببول ونحوه.
2. (3524)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Köpekler Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde mescidin içinde gidip gelirlerdi. Bu sebeple mescidi yıkamak için içine su serpmezlerdi.”[69]
AÇIKLAMA:
1- Yukarıda kaydedilen metin, hadisin Buhârî´deki vechidir. Ebû Dâvud´un metninde تَبُولُ ziyadesi de var, yani köpeklerin “siğdiği” de belirtilir.
2- Şu halde mescidde köpek dolaşıyor, gidiyor geliyor, akıtıyor, fakat yıkanmıyor. Ebû Dâvud bu hadisi “Kuruyunca toprağın temiz olması” adını taşıyan bir babta kaydeder. Şârihler: “Bu hadiste, toprağa bir pislik değer, sonra bu pislik güneş veya rüzgârla kurur ve yerinde pisliğe ait bir iz kalmazsa o taprağın temiz olacağına dair delil vardır; çünkü su serpilmemesi toprağın kurumuş olmasına ve temizlenmesine delildir” derler.
Hattâbî, bu halin nâdiren vuku bulmuş olabileceğini belirtir: “Mescidlere köpeklerin rastgele girerek kudsiyetini ihlâl etmeleri caiz değildir. O zaman, mescidde köpeklerin girip çıkmasına mani olacak kapı yoktu” der.
3- Ulemâ, kurumakla toprağın temizlenmesi meselesinde ihtilâf etmiştir:
* Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed rahimehumullah: “Güneş, topraktan necâseti temizler, yeter ki necasetten eser gözükmesin” demiştir.
* Ebû Kılâbe: “Toprağın kuruması, temizliğidir” der.
* Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel: “Toprağa necaset değmişse bunu sadece su temizler” der.
Bazı âlimler, bu hususta daha önce geçmiş olan (3508) hadisleri de göz önüne alarak necâset değen toprağın temizlenmesinde iki yol var derler: “Biri üzerine su dökmek, diğeri de rüzgâr veya güneşte kurumasıdır.”[70]
ـ3525 ـ3ـ وعن كبشة بنت كعب بن مالك، وكانت تحت ابن أبي قتادة: ]أنَّ أبا قَتَادَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه دَخَلَ عَلَيْهَا فَسَكَبَتْ لَهُ وَضُوءاً، فَجَاءَتْ هِرَّةٌ تَشْرَبُ مِنْهُ، فَأصْغَى لَهَا ا“نَاءَ حَتَّى شَرِبَتْ. قالَتْ: فَرَآنِى أنْظُرُ إلَيْهِ، فقَالَ: أتَعْجَبِينَ يَا ابْنَةَ أخِى؟ قَالَتْ: فَقُلْتُ: نَعَمْ، فقَالَ: إنَّ رَسُولَ اللّهِ # قالَ: إنَّهَا لَيْسَتْ بِنَجَسٍ، إنَّمَا هِىَ مِنَ الطَّوَّافِينَ عَلَيْكُمْ أوِ الطَّوَّافَاتِ[. أخرجه ا‘ربعة .
3. (3525)- Kebşe Bintu Ka´b İbnu Mâlik -ki, İbnu Ebî Katâde´nin nikâhı altında idi- anlatıyor: “Ebû Katâde (radıyallahu anh) yanıma girdi. Kendisine abdest suyu hazırladım. Bu sırada, sudan içmek üzere bir kedi geldi. Ebû Katâde kabı uzattı, kedi içti.”
Kebşe sözlerine devamla der ki: “Ebû Katâde kendisine bakmakta olduğumu gördü ve:
“Ey kardeşimin kızı, buna hayret mi ediyorsun ” dedi. Bende:
“Evet!” demiş bulundum. Bunun üzerine:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Kedi necis değildir. Kedi sizin etrafınızda çokça dolaşır” buyurdular” dedi.”[71]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, kedilerin esas itibariyle necis olmalarına rağmen, evde ev halkı ile haşirneşir olmaları, her tarafı suhuletle dolaşmaları, gelip sık sık sürtünmeleri sebebiyle onlardan kaçınma zorluğu, kap kacağı koruma imkânsızlığı gibi bir kısım durumlardan ötürü, onlara karşı korunma hususunda ruhsat tanındığını ifade etmektedir.
2- Hadiste kedilere karşı rıfkla muâmele etmek gerektiği, onlara karşı iyi muamelenin mükâfaatının umulabileceği irşad buyrulmaktadır.[72]
ـ3526 ـ4ـ وعن داود بن صالح بن دينار النمار عن أمه: ]أنَّ مَوَْتَهَا أرْسلَتْهَا بِهَرِيِسَةِ إلى عَائِشَة رَضِيَ اللّهُ عَنْها. قَالَتْ: فوَجَدْتُهَا تُصَلِّى، فَأشَارَتْ إلَىَّ أنْ ضَعِيهَا، فَجَاءَتْ هِرَّةٌ فَأكَلَتْ مِنْهَا، فَلَمَّا انْصَرَفَتْ عَائِشَةُ مِنْ صََتِهَا أكَلَتْ مِنْ حَيْثُ أَكَلَتِ الهِرَّةُ، وَقَالَتْ: إنَّ رَسُولَ اللّهِ # قالَ: إنَّهَا لَيْسَتْ بِنَجَسٍ إنَّمَا هِىَ مِنَ الطَّوَّافِينَ عَلَيْكُمْ، وَإنِّى رَأيْتُ رسولَ اللّهِ # يَتَوضّأ بِفَضْلِهَا[. أخرجه أبو داود .
4. (3526)- Dâvud İbnu Sâlih İbni Dinâr et-Temmâr, annesinden anlatıyor: “Efendim beni, Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´ya bir miktar yemekle gönderdi. Gelince Hz.Âişe´yi namaz kılıyor buldum. Bana, elimdekini koymamı işâret etti. (Ben de bıraktım). Ancak bir kedi gelerek üzerinden yedi.
Hz. Âişe (radıyallahu anhâ), namazından çıkınca, kedinin yediği yerden yemeği (bir miktar) yedi. Sonra da şu açıklamayı yaptı: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Kedi necis değildir, o sizi çokça dolaşan birisidir” demişti. Ben ayrıca Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kedinin artığıyla abdest aldığını gördüm.”[73]
AÇIKLAMA:
1- Gönderilen yemek herîsedir. Herîse, dövülmüş buğday ve etten yapılan bir yemek çeşididir.
2- Hadis, namazda işarette bulunmanın câiz olduğunu da göstermektedir. Buna cevaz ifade eden başka örnekler, rivayetlerde gelmiştir.
3- Hattâbî der ki: “Hadisten çıkan hükümlerden biri, kedinin zât itibariyle temiz olduğudur. Öyleyse artığı temizdir; içilebilir, abdest alınabilir, bunlarda bir kerahet yoktur. Hadis yine delâlet eder ki: Zâtı tâhir olan her vahşinin -ister yerde yürüyen ister kuş nevinden olsun- eti yenmese bile artığı temizdir.” Tirmizî´ninde açıklamasına göre, kedinin artığının temiz olması, Sahabe, Tâbiîn ve Etbâuttâbiîn ulemâsından ekseriyetinin müşterek görüşleridir. Şâfiî, Ahmed, İshak bunlardandır. Ebû Yusuf, İmam Muhammed de bu görüştedirler.
Ebû Hanîfe ise, kedinin herhangi bir vahşi gibi necis olduğunu, ancak tahfif edildiğini, dolayısıyla artığının haram değil mekruh olduğunu söyler. O, bu meselede Ahmed İbnu Hanbel ve Dârakutnî´nin tahriç ettikleri “Kedi vahşi hayvandır” hadisine dayanır.[74]
ـ3527 ـ5ـ وعن ميمونة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سُئِلَ رَسُولُ اللّهِ # عَنْ فَأرَةٍ سَقَطَتْ في سَمْنٍ، فقَالَ: ألْقُوهَا وَمَا حَوْلَهَا، وَكُلُوا سَمْنَكُمْ[. أخرجه الستة إ مسلماً، وهذا لفظ البخاري .
5. (3527)- Meymûne (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a yağa düşen fareden soruldu. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Onu ve etrafındaki kısmı atın, yağınızı yiyin!” buyurdu.”[75]
ـ3528 ـ6ـ وفي رواية ‘بي داود عن أبي هريرة: ]فَإنْ كَانَ جَامِداً فَألْقُوهَا وَمَا حَوْلَهَا، وَإنْ كَانَ مَائِعاً فََ تَقْرَبُوهُ[ .
6. (3528)- Ebû Dâvud´un Ebû Hüreyre´den kaydettiği bir rivayette şöyle gelmiştir: “(Eğer yağ) donmuşsa fareyi ve etrafındaki yağı kaldırıp atın, yağ sıvı ise, artık ona yemek niyetiyle) yaklaşmayın.”[76]
AÇIKLAMA:
Nesâî´nin bir rivayetinde bu yağın donmuş olduğu tasrih edilir. Ulemâ, donmuş yağa herhangi bir necâset düşerse, o kısmın atılmasıyla geri kalan kısmın yenileceğini söylemiştir. “Ancak derler, yağa düşen pislikten yağın geri kalan kısmına herhangi bir eser, bir parça sirâyet etmediğinden emin olmak gerekir. Böyle bir sirâyet endişesi varsa, emâre görülürse tamamı atılır.”
Yağ sıvı ise, hükümde ihtilâf edilmiştir.
* Cumhur, necâsetin değmesiyle yağın tamamiyle kirleneceğine hükmeder. Zührî, Evzâî, Ahmed gibi bazıları muhalefet etmiştir. Ahmed İbnu Hanbel mâyi bir şeye pislik düştüğü takdirde, (tad, koku, renk gibi) bir değişiklik olursa kirleneceğini söylemiştir. İmam Mâlik´ten de buna yakın bir rivayette bulunulmuştur.
* Ebû Hanîfe, “Böyle bir mâyinin yenilmesi içilmesi caiz değildir, satışı ve kandilde yakılması câizdir” demiştir.
* Şâfiî hazretleri, “Yenmesi de satılması da câiz değildir, kandilde yakılabilir” demiştir.[77]
ـ3529 ـ7ـ وفي أخرى له عن أبي سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # مَرَّ بِغَُمٍ يَسْلُخُ شَاةً وَمَا يُحْسِنُ، فقَالَ لَهُ رَسُولُ اللّهِ #: تَنَحَّ حَتّى أُرِيكَ، فَأدْخَلَ يَدَهُ بَيْنَ الجِلْدِ وَاللَّحْمِ فَدَخَسَ بِهَا حَتَّى دَخَلَتْ إلى ا“بْطِ، ثُمَّ مَضى فَصَلّى لِلنَّاسِ وَلَمْ يَتَوَضَّأ[.زاد في رواية: »يَعْنِى لَمْ يَمَسَّ مَاءً«.»الدَّخَسُ« بخاء معجمة: الدس .
7. (3529)- Yine Ebû Dâvud´da Ebû Saîd (radıyallahu anh)´tan kaydedilen bir rivayette denir ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir koyunu beceriksizce yüzmekte olan bir köleye uğramıştı. Ona:
“Çekil de sana göstereyim!” dedi. Derhal elini deri ile et arasına soktu. Elini, bütün kolu koltuğa kadar derinin altında kalacak şekilde ilerletti. Sonra gidip abdest almadan halka namaz kıldırdı.”
Bir rivayette, “Yani suya değmedi” ziyadesi vardır.[78]
AÇIKLAMA:
Burada abdest almadan, “elini yıkamadan” demektir. Nitekim bir rivayette gelen ziyade bu hususu tasrih etmektedir. Sadedinde olduğumuz hadis, pişmemiş ete elin değmesi halinde yıkama mecburiyeti olup olmadığını belirtme sadedinde vârid olmuştur. Görüldüğü üzere, taze ete değmekle el yıkama zarureti hâsıl olmuyor.[79]
BEŞİNCİ FASIL
DERİLER HAKKINDA
ـ3530 ـ1ـ عن مرثد بن عبداللّه اليزنى قال: ]رَأيْتُ عَلى ابْنِ وَعْلَةَ السَّبَائِىِّ فَرْواً فَمَسَسْتُهُ، فقَالَ: مَالَكَ تَمَسُّهُ، قَدْ سَألْتُ ابنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما؟ فَقُلْتُ لَهُ: إنَّا نَكُونُ بِالْمَغْربِ، وَمَعَنَا الْبَرْبرُ وَالمَجُوسُ نُوْتَى بِالْكَبْشِ وَقَدْ ذَبَحُوهُ، وَنَحْنُ َ نَأكُلُ ذَبَائِحَهُمْ، وَيَأتُونَنَا بِالسِّقَاءِ يَجْعَلُونَ فِيهِ الْوَدَكَ، فقَالَ ابنُ عَبَّاسِ: قَدْ سَألْنَا رسولَ اللّهِ # عَنْ ذلِكَ فَقَالَ: دِبَاغُهُ طَهُورُهُ[. أخرجه الستة إ البخاري، وهذا لفظ مسلم.وفي رواية للنسائى: »وَلَهُمْ قِرَبٌ يَكُونُ فِيهَا اللَّبَنُ وَالمَاءُ وَذَكَرَ نَحْوَهُ«.»الْوَدَكُ«: دسم اللحم .
1. (3530)- Mersed İbnu Abdillah el-Yezenî anlatıyor: “İbnu Va´le es-Sebâî´nin üzerinde bir kürk gördüm ve elimle dokundum. Bana:
“Kürke niye elini değdin “dedi. Ben bu hususta İbnu Abbâs (radıyallahu anh)´ya sordum ve dedim ki: “Biz Mağrib´te yaşıyoruz. Bizimle birlikte Berberîler ve Mecusîler de var. Onlar bize kestikleri koyunu getiriyorlar. Kestiklerini yemiyoruz. Bize, içerisine iç yağı konmuş deriden mâmul dağarcık getiriyorlar (bunu kabul edelim mi) ” İbnu Abbâs cevaben dedi ki:
“Bundan biz de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a sormuştuk: “Derinin debbağlanması onun temizliğidir” buyurdular.”[80]
Nesâî´nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “Onların, içerisinde süt ve su bulunan kırbaları (deriden mamul su kapları) var…” gerisi yukarıdaki gibi..[81]
ـ3531 ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # مَرَّ بِشَاةٍ مَيْتَةٍ
فقَالَ: هََّ انْتَفَعْتُمْ بِإهَابِهَا؟ قَالُوا: إنَّهَا مَيْتَةٌ. قالَ: إنَّمَا حُرَّمَ أكْلُهَا[.وفي أخرى: »هََّ أخَذْتُمْ إهَابَهَا فَدَبَغْتُمُوهُ فَانْتَفَعْتُمْ بِهِ«. أخرجه الستة إ أبا داود، وهذا لفظ الشيخين.»ا“هَابُ«: الجلد قبل الدباغ .
2. (3531)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ölmüş (ve terkedilmiş) bir koyuna rastlamıştı.
“Bunun derisinden faydalanmıyor musunuz ” buyurdular. Oradakiler:
“Ama bu meytedir (leşdir, istifâdesi caiz değildir)”dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Meytenin yenmesi haramdır!” buyurdular.”
Bir başka rivayette: “Bunun derisini alıp, debbağlayarak istifâde etmiyor musunuz ” demiştir.[82]
ـ3532 ـ3ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سُئِلَ رسولُ اللّهِ # عَنْ ذَكَاةِ المَيْتَةِ، فَقَالَ: ذَكَاةُ المَيْتَةِ دِبَاغُهَا[. أخرجه ا‘ربعة إ الترمذي، وهذا لفظ النسائي، جعل الدباغ بمنزلة الذبح ‘ن المذبوح طاهر .
3. (3532)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a meytenin zekâtından (kendiliğinden ölen hayvanın derisinin nasıl temiz kılınacağından) sorulmuştu.
“Meytenin zekâtı (temiz kılınması) onun debbağlanmasıdır” diye cevap verdi.”[83]
AÇIKLAMA:
1- Kaydettiğimiz bu hadisler, İslâmî usule uymadan öldürülen veya kendiliğinden ölen hayvanların, etlerinin yenilmesi haram olsa da derilerinden istifâde edilebileceğini ifade eder. Bu çeşit hayvanların derilerinin debbağlanması, o hayvanın tezkiyesi hükmüne geçmektedir. Tezkiye, hayvanın şerî usule göre kesilmesi, böylece etinin temiz kılınması demektir. Normalde tezkiye edilmeyen hayvanın eti gibi derisi de temiz değildir. Ancak, derisi debbağlanıp işlendi mi, tezkiye edilmiş olmakta ve kullanılması helâl hâle gelmektedir.
2- Ancak, ulemânın debbağlama ile derinin tezkiyesi meselesinde farklı görüşler ileri sürdüğünü bilelim:
1) Şâfiî´ye göre köpek ve hınzır dışındaki bütün hayvan meytelerinin derileri debbağlanmak suretiyle temizlenir. Derinin içi de dışı da temizdir, kuru veya mâyi her çeşit eşya ve yiyecek maddesi, içine konabilir. Eti yenen yenmeyen hayvan derisi arasında da bir fark yoktur. Hz. Ali ve Abdullah İbnu Mes´ud´un da bu görüşte olduğu rivâyet edilmiştir.
2) Debbağlama deriyi temizlemez. Ömer İbnu´l-Hattâb, oğlu Abdullah, Hz. Âişe (radıyallahu anhüm ecmâîn) bu görüştedirler. Ahmed İbnu Hanbel´in iki rivayetinden meşhur olanı böyle olduğu gibi, İmam Mâlik´ ten gelen iki rivayetten biri de böyledir.
3) Debbağlamakla eti yenen hayvanların meytelerinin derisi temizlenir, yenmeyenlerinki temizlenmez. Evzâî, İbnu´l-Mübârek, Ebû Sevr, İshak İbnu Râhûye bu görüştedir.
4) Hınzır dışında bütün meytelerin derileri, debbağlamakla temizlenir. Bu Ebû Hanîfe´nin görüşüdür.
5) Bütün derilerin dışı temizlenir, fakat içi temizlenmez. Dolayısıyla kurularda kullanılır, ıslak ve yaş şeylerde kullanılmazlar. Üstünde namaz kılınır, içinde kılınmaz. İmam Mâlik´in meşhur görüşü budur.
6) Herşey, köpek ve hınzır dahil hem içiyle hem dışıyla temizlenir. Ebû Dâvud-u Zâhirî´nin ve diğer Zâhirîlerin görüşüdür. Ebû Yusuf´un da böyle söylediği hikaye edilmiştir.
7) Meytenin derisinden, debbağlanmadan da istifade edilebilir. Onların hem yaş, hem kuru her çeşit eşya koymada kullanılması caizdir. Bu da Zührî´nin görüşüdür. Nevevî, bu görüşün şazz olduğunu, iltifat edilmemesi gerektiğini söyler.
3- Bâzı hadislerde debbağlama ameliyesi kesme yerine konulmuştur (3532). Çünkü debbağlanınca, deri kesilmiş gibi temiz olmaktadır.
4- Bu hadislerde, sünnetle Kur´an´ın tahsis edileceğine delil bulunmuştur. Çünkü meytenin haram olduğunu bildiren حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ (Mâide 3) âyeti meytenin her parçasına şâmildir: Et, deri, yün vs… Hadis, âyetin yasağını “yeme”ye tahsis etmiştir.[84]
ـ3533 ـ4ـ وعن سودة بنت زمعة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]مَاتَتْ لَنَا شَاةٌ فَدَبَغْنَا مَسْكهَا ثُمَّ مَازِلْنَا نَنْبِذُ فيهِ حَتّى صَارَ شَنّاً[. أخرجه البخاري والنسائي.»المَسْكُ« بفتح الميم: الجلد. »وَالشَّنُّ«: القربة البالية.
4. (3533)- Sevde Bintu Zem´a (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bizim bir koyunumuz öldü. Derisini debbağladık. Sonra eskiyinceye kadar içerisinde nebîz yaptık.”[85]
ـ3534 ـ5ـ وعن عبداللّه بن عكيم رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # كَتَبَ إلى جُهَيْنَةَ قَبْلَ مَوْتِهِ بِشَهْرٍ: َ تَنْتَفِعُوا مِنَ المَيْتَةِ بِإهَابٍ وََ عَصَبٍ[. أخرجه أصحاب السنن. وفي رواية الترمذي: »قَبْلَ مَوْتِهِ بِشَهْرَيْنِ« .
5. (3534)- Abdullah İbnu Ukeym (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ölümünden bir ay önce Cüheyne kabilesine şöyle yazdı:
“Meytenin ne deri ne de sinirinden istifâde etmeyin.”[86]
Tirmizî´nin rivayetinde: “Ölümünden iki ay önce…” şeklinde gelmiştir.[87]
AÇIKLAMA:
Hadis, önceki rivayetlerle teâruz halindedir. Buna göre, debbağlamakla da meytenin derisi temizlenmez ve kullanılamaz. Ancak hadis, ulemâ tarafından muzdarib bulunduğu için amel edilemeyecek kadar zayıf addedilmiş ve böylece amel dışı tutulmuştur. Bir ara Ahmed İbnu Hanbel´in, hadiste geçen “Ölümünden iki ay önce” tabirine bakarak: “Resûl-i Ekrem´in en son verdiği emrin bu olduğu anlaşılmaktadır” diyerek, bunun hükmünü esas aldığı, ancak bir müddet sonra, hadisteki ızdırab sebebiyle onun da terkettiği, rivayetlerde gelmiştir.
Ancak bazı tahkikler, hadisteki ızdırab iddiasının vârid olmadığını ortaya koymuştur. Bu durumda hadisi amel dışı bırakan husus, sıhhatce kendisinden üstün olan rivayetlere muhalefeti gösterilmiştir. Fakat, teâruzun giderilmesinde lügavî tahlil esas alınmıştır. Şöyle ki:
Hadiste geçen ve deri ma´nâsına gelen ihâb´ın, debbağlanmamış deri için kullanıldığı belirtilmiştir. Deri debbağlandıktan sonra ihâb diye isimlenmez, kırba veya şenn gibi isimler alır.
İbnu Hacer bu hadisteki yasağı, köpek ve domuz derisine veya derinin içine hamlederek veya hadisin râvisi olan Abdullah İbnu Ukeym´in, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sağlığında bir yaşında bir çocuk olduğunu söyleyerek müşkili halletmeye çalışanları makul bulmaz.[88]
ـ3535 ـ6ـ وعن أُسامة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسولَ اللّهِ # نَهَى عَنْ جُلُودِ السِّبَاعِ[.
6. (3535)- Hz. Üsâme (radıyallahu anh) der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yırtıcı hayvanların derilerini kullanmayı yasakladı.”[89]
AÇIKLAMA:
Bu ve bu babta gelen başka hadisler, yırtıcı hayvanların -ki öncelikle arslan ve kaplan kastedilmektedir- derilerinin kullanılmasını yasaklamaktadır. Ulemâ nehye istidlâl etmiştir. Ancak yasağın hikmeti hususunda farklı mütâlaalar ileri sürülmüştür.
* Beyhakî der ki: “Yasaklama, deri üzerinde varlığını devam ettiren kıllar sebebiyledir. Çünkü debbağlamanın kıla bir tesiri olmaz.”
* “Nehyin, debbağlanmamış yırtıcı derisiyle alâkalı olması da muhtemeldir. Çünkü debbağlanmayan yırtıcı derisi pistir veya yasak, bu derilerin müsrif ve kibirli insanların minderi olmasındandır.”[90]
ÜÇÜNCÜ BAB
İSTİNCA HAKKINDA
(Bu babta iki fasıl var)
*
BİRİNCİ FASIL
İSTİNCANIN ÂDÂBI
*
İKİNCİ FASIL
İSTİNCADA KULLANILAN CİSİMLER
BİRİNCİ FASIL
İSTİNCANIN ÂDÂBI
ـ3536 ـ1ـ عن أبي موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ مَعَ النَّبىِّ # ذَاتَ يَوْمٍ فَأرَادَ أنْ يَبُولَ فَأتى دَمِثاً في أصْلِ جِدَارٍ فَبَالَ، ثُمَّ قالَ: إذَا أرَادَ أحَدُكُمْ أنْ يَبُولَ فَلْيَرْتَدْ لِبَوْلِهِ[. أخرجه أبو داود. »الدَّمِثُ«: الموضع اللين الذي فيه رمل.»وَاِرْتِيَادُ«: التطلب، واختيار الموضع .
1. (3536)- Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la birlikte idim. Aleyhissalâtu vesselâm küçük abdest bozmak ihtiyacını duymuştu. Hemen bir duvarın dibine, kumlu toprak bulunan bir noktaya gelip abdest bozdular. Sonra da:
“Sizden biri, küçük abdest bozmak isteyince bevli için uygun bir yer arasın!” buyurdular.”[91]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, küçük abdest bozmak için, yumuşak bir yer aramanın gereğine dikkat çekiyor. Zirâ idrar sert yere değince sıçrayıp üstbaşı kirletebilir. Hadiste Resûlullah´ın, “demis” denen idrarı gelince hemen emici yumuşak topraklı bir yer araştırdığı belirtilmektedir.[92]
ـ3537 ـ2ـ وعن المغيرة بن شعبة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رَسولُ اللّهِ # إذَا أتَى لِحَاجَتِهِ أبْعَدَ في المَذْهَبِ[. أخرجه أصحاب السنن، وصححه الترمذي .
2. (3537)- Mugîre İbnu Şu´be (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kazayı hâcet için gidince, yoldan uzak olurdu.”[93]
ـ3538 ـ3ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: اتَّقُوا الَعِنَيْنِ. قالُوا: وَمَا الََّعِنَانِ؟ قالَ: الَّذِي يَتَخَلَّى في طَرِيقِ النَّاسِ، أوْ ظِلِّهِمْ[.
أخرجه مسلم، وهذا لفظه، وأبو داود .
3. (3538)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “İki lânetten korkun!” buyurdular. Ashab:
“İki lânet de nedir ” diye sorunca, açıkladılar:
“İnsanların yollarına abdest bozanla, gölgelerine abdest bozanlardır!”[94]
AÇIKLAMA:
Bu sonuncu hadis, halkın lânetine sebep olan iki davranışa dikkat çekmektedir. Gelip geçtikleri yerlerle, gölgelendikleri yerlerin kirletilmesi. Bunların, halkı rahatsız edici kirletmelerden uzak tutulması gerekmektedir. Hususan abdest bozmaktan kaçınılmalıdır.
Hadis lâin yani “lânet edenden sakının” buyurmaktadır. Sonra bunlar kimdir diye sorulunca: “Yola ve gölgeye abdest bozan…”diye açıklanmaktadır. Yâni lânet edici bizzat abdest bozan olmaktadır. Denir ki: “Buralara abdest bozana halkın küfredip, lânet okuması âdettendir. Öyleyse halkın bu lânetine, kendisi sebep olduğu için sanki kendisi lânet etmiş gibi ifâde edilmiştir.”
Şu hususu da belirtelim ki, burada zikredilen yasak, her bir yol, her bir gölge için değildir. İnsanların gelip geçtiği yol, oturup dinledikleri, kaylûle yaptıkları, zaman zaman iltica ettikleri gölgelerdir. Çünkü nâdir durumlarda geçilen yollarla pek seyrek uğranılan gölgeler yasağa girmemelidir.[95]
ـ3539 ـ4ـ وله في أُخرى عن معاذ: ]اتَّقُوا المََعِنَ الثََّثَ: الْبَرَازَ في المَوَارِدِ، قارِعَةِ الطَّرِيقِ، والظّلِّ[. »الْبَرَازُ« بفتح الباء: موضع قضاء الحاجة .
4. (3539)- Yine Ebû Dâvud, Hz. Muâz (radıyallahu anh)´tan şu rivayeti kaydetmiştir: “Lanete sebep olan üç yere abdest bozmaktan kaçının: Su yollarına, işlek yollara ve gölgeliklere.”[96]
Açıklama önceki hadiste yapıldı.
ـ3540 ـ5ـ وعن عبداللّه بن سرجس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهَى رَسُولُ اللّهِ # عَنْ أنْ يُبَالَ في الجُحْرِ. قِيلَ لِقَتَادَةَ: وَمَا يُكْرَهُ مِنَ الْبَوْلِ في الجُحْرِ؟ قالَ: كَانَ يُقَالُ إنَّهَا مَسَاكِنُ الجِنِّ[. أخرجه أبو داود والنسائي.
5. (3540)- Abdullah İbnu Sercis (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (yer üzerindeki haşerat) deliklerine akıtmayı yasakladı.”
Katâde´ye: “Bu deliklere akıtmak niye mekruh kılındı ” diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
“Bunların cinlere ait meskenler olduğu söyleniyordu.”[97]
AÇIKLAMA:
Cuhr, arazide görülen zararlı haşere delikleridir. Yerin içerisinde onlara ait yuvalar vardır. Geceleri ve kış mevsimlerinde oralara girip barınırlar. Buralara abdest bozmak, rahatsız edilen o hayvanlardan bazı zararların gelme ihtimâlini artırdığı gibi, o hayvanlarında huzursuz edilmesine sebep olur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), alemlere rahmettir, birçok emirlerinde hem insanlara hem de başka mahlukat ve hayvanlara rahmet olacak esaslar vazetmiştir. Bu hadiste ifade edilen yasağın hayvanlara da bir rahmet olduğunu söyleyebiliriz.[98]
ـ3541 ـ6ـ وعن عبداللّه بن مغفل رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: َ يَبُولَنَّ أحَدُكُمْ في مُسْتَحَمِّهِ فَإنَّ عَامَّةَ الْوَسْوَاسِ مِنْهُ[. أخرجه أصحاب السنن.وزاد أبو داود: »ثُمَّ يَغْتَسِلُ فِيهِ« .
6. (3541)- Abdullah İbnu Mugaffel (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden kimse hamam yaptığı yere akıtmasın. Zira vesveselerin çoğu bu yüzden hâsıl olur.”[99]
Ebû Dâvud´un rivayetinde şu ziyade var: “…sonra dönüp içinde yıkanacaktır.”[100]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste, yıkanılacak yere akıtılması yasaklanmaktadır. Yasak mutlak gelmiş ise de bir kısım âlimler, bu yasağın, yıkanılacak yerin durumuna bağlı olduğunu belirtirler. Yâni yıkanma yeri yumuşaksa ve idrara geçit sağlayacak bir menfez de yoksa bu durumda, yer idrarı emecek ve pisliği orada sabit tutacaktır. Bu durumda akıtmak yasaktır. Aksine yer sert olsa ve üzerinden idrar akıp gitse veya pis suyun cereyanını sağlayacak bir menfez bulunsa bu durumda akıtma yasağı yoktur. Nevevî: “Yerin sert olup sıçrantı değmesi ihtimali olursa yasaktır; bir menfezin bulunması gibi bir sebeple sıçrantının değmesinden endişe edilmezse yasak da yoktur” derler.
Bâzı âlimler Nevevî´nin, az önce ulemâdan kaydettiğimiz mülâhazaya ters düştüğüne dikkat çekmiştir. Zirâ ulemâ yasağı yumuşak yere hamlederken, Nevevî sert yere hamletmiştir. Bâzı âlimler meseleyi şöyle halleder: “Yasağı yerin yumuşak veya sert olmasına hamletmek yanlıştır. En doğrusu yıkanma yerine akıtmamaktır. Çünkü bir çok vesveseler bundan hâsıl olmaktadır. Öyleyse yıkanma mahalleri ne hal üzere olursa olsun mutlak olarak akıtma işinden kaçınmalıdır.”[101]
ـ3542 ـ7ـ وعن أُميمة بنت رُقية رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ لِرَسُولِ اللّهِ # قَدَحٌ مِنْ عَيْدَانَ تَحْتَ سَرِيرِهِ يََبُولُ فِيهِ مِنَ اللَّيْلِ[. أخرجه أبو داود والنسائي .
7. (3542)- Ümeyme Bintu Rukiyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın karyolasının altında bulundurduğu hurma kütüğünden bir çanağı vardı. Geceleyin ona küçük abdest bozardı.”[102]
ـ3543 ـ8ـ وعن أبي أيوب رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النَّبىَّ # قالَ: إذَا أَتَيْتُمُ الْغَائِطَ فََ تَسْتَقْبِلُوا الْقِبْلَةَ وََ تَسْتَدْبِرُوهَا، ولكِنْ شَرِّقُوا أوْ غَرِّبُوا[.قال أبو أيوب: فلما قدمنا الشام وجدنا مراحيض قد بنيت قبل القبلة فننحرف عنها ونستغفر اللّه. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين .
8. (3543)- Ebû Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Helâya gittiğiniz vakit, (abdest bozarken) kıbleye ne önünüzü ne de arkanızı dönmeyin. Fakat yüzünüzü doğuya ve batıya dönderin.”
Ebû Eyyub der ki: “Şam´a gelince helâların yönlerinin hep kıble cihetine inşa edildiğini gördük. Onları (kullanırken yönünü yan çeviriyor, ayrıca Allah´tan mağfiret de diliyorduk.”[103]
AÇIKLAMA:
Burada meskenle inancın bağıntısını gösteren bir numûne ile karşı karşıyayız. Her kültürün kendine has meskeni ve bu meskenin temel hususiyetleri vardır. İslâm meskeninin bir hususiyeti, helâların yön itibariyle insanın ön veya arka fercinin kıbleye gelmiyecek şekilde olmasıdır. Bu bir İslâmî edebtir.
Hadiste geçen “Yüzünüzü doğuya ve batıya dönderin” emri Medine halkıyla ilgilidir. Ama kıblesi doğu veya batı cihetinde olan kimselerin, “doğu”ya ve “batı”ya yönelmemeleri gerekir.
Bazı âlimler, 3545 numarada kaydedilecek hadisi esas alarak, kıbleye yönelme yasağının bilhassa önü açık geniş araziler için mevzubahis olduğunu; kapalı ve dar yerlerde o kadar mühim olmadığını belirtirler.[104]
ـ3544 ـ9ـ وفي رواية لمالك: ]أنَّ أبَا أيُّوبَ قالَ وَهُوَ بِمِصْرَ: واللّهِ مَا أدْرِى كَيْفَ أصْنَعُ بِهذِهِ الْكَرَايِيسِ، وَقَدْ قالَ رَسولُ اللّهِ #: إذَا ذَهبَ أحَدُكُمْ لِغَائِطٍ، أوْ بَوْلٍ فََ يَسْتَقْبِلِ الْقِبْلَةَ، وََ يَسْتَدْبِرُهَا بِفَرْجِهِ[.قوله »شَرِّقُو أوْ غَرِّبُوا«: أمر ‘هل المدينة، ولمن قبلته على ذلك السمت، فأما من كانت قبلته إلى الشرق، أو الغرب ف يستقبلهما.»وَالمَرَاحِيضُ«: جمع مرحاض: وهو المغتسل، وموضع قضاء الحاجة.»وَالْكَرَايِيسُ«: بِياءين معجمتين بنقطتين من تحت جمع كرياس، وهو الكنيف المشرف عل سطح بقناة إلى ا‘رض، فإذا كان أسفل فليس بكرياس .
9. (3544)- İmam Mâlik´in bir rivayeti şöyledir: “Ebû Eyyub (radıyallahu anh) Mısır´da iken demiştir ki: “Vallahi bu kiryas denen kenefleri nasıl kullanacağımı bilemiyorum. Zira Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Biriniz büyük veya küçük abdest bozunca kıbleye yönelmesin, arka fercini de çevirmesin” demişti.”[105]
AÇIKLAMA:
Kiryâs: Mısır´da İslâmî fetihten önce yerden yüksek şekilde inşa edilmiş helâya denir. Yer seviyesinde helâlara kiryâs denmez. Ebû Eyyub´un sözünden bunların istikâmetinin kıbleye baktığı anlaşılmaktadır.[106]
ـ3545 ـ10ـ وعن مروان ا‘صغر قال: ]رَأيْتُ ابنَ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما أنَاخَ رَاحِلَتَهُ مُسْتَقْبِلَ الْقِبْلَةِ، ثُمَّ جَلَسَ يَبُولُ إلَيْهَا، فَقُلْتُ لَهُ: يَا أبَا عَبْدِالرَّحْمنِ ألَيْسَ قَدْ نُهِىَ عَنْ هذَا؟ قالَ: بَلَى إنَّمَا نُهِى عَنْ ذلِكَ في الْفَضَاءِ، فإذَا كَانَ بَيْنَكَ، وَبَيْنَ الْقِبْلَةِ شَىْءٌ يَسْتُرُكَ فََ بَأسَ[. أخرجه أبو داود .
10. (3545)- Mervân el-Asgar anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´yı devesini kıble istikametine ıhtırmış, sonra onun duldasına çömelip deveye doğru yönelerek akıtıyorken gördüm. Kendisine:
“Ey Ebû Abdirrahmân, bu tarz akıtmaktan nehyedilmedik mi ” dedim.
“Evet, ama bundan, açık arazide nehyedildik. Seninle kıble arasında sana perde olan birşey varsa bu durumda akıtmanda bir beis yok!” dedi.”[107]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, abdest bozma sırasında ön veya arkayı kıbleye çevirme yasağının açık araziye mahsus olduğunu ifade etmektedir.
Hemen belirtelim ki bu mesele ülemâ arasında çeşitli münâkaşalara sebep olmuştur. Öyle ki, Hz. Câbir´den gelen bir hadise dayanarak kapalı yerde ön kısmın da kıbleye dönebileceğini söyleyenler olmuştur. Dayandıkları delillerin münakaşasına girmeden, ulemânın bu hususta ileri sürdüğü görüşleri hülasa edeceğiz.
1) Bir rivayette Ebû Hanîfe ve Ahmed İbnu Hanbel´e göre, kıbleye karşı abdest bozmak açık arazide ve evde câiz değil fakat kıbleye arkasını dönerek abdest bozmak kırda da evde de caizdir. Ancak İbnu Hacer, bu iki imamdan meşhur görüşün “kırda da, evde de kıbleye karşı abdest bozmanın mutlak haram olduğu”dur der. Şâfiîlerden Ebû Sevr, Mâlikîlerden İbnu´l-Arabî, Zâhirîlerden İbnu Hazm da bu görüşü tercih etmişlerdir.
2) İmam Mâlik ve Şâfiî hazretlerine göre, açık arazide kıbleye karşı kazayı hâcet haramdır, evlerde değildir. Abbas İbnu Abdilmuttalib, Abdullah İbnu Ömer, İshak İbnu Râhûye, Şa´bî ve bir rivayette Ahmed İbnu Hanbel de böyle hükmetmişlerdir.
3) Ebû Eyyub el-Ensârî, Mücâhid, İbrahim Nehâî, Süfyân-ı Sevrî, Ebû Sevr -bir rivayette Ahmed İbnu Hanbel´e göre- kırda ve evde kıbleye karşı abdest bozmak câiz değildir.
4) Urve İbnu´z-Zübeyr, İmam Mâlik, -bir rivayette Ahmed İbnu Hanbel´e[108] göre, kırda ve evde kıbleye karşı abdest bozmak câizdir.
Şârihler bu mesele hakkında üç farklı görüş daha kaydederler:
1) Ebû Yusuf, sadece evlerde Ka´be´ye arkasını dönerek abdest bozmayı caiz görür.
2) İbnu Sîrîn ve Nehâî´ye göre Ka´be´ye olsun, Kudüs´teki Mescid-i Aksa´ya olsun ön veya arkayı dönerek abdest bozmak mutlak surette haramdır.
3) Ebû Avâne´ye göre, Ka´be´ye önünü veya arkasını dönerek abdest bozmak yalnız Medinelilerle, Medine hizasında yaşayanlara haramdır. Ka´be´nin şarkında veya garbında yaşayanlara haram değildir.
NOT: Zamanımızda mesken planlamasını yapan birçok mühendisimiz maalasef planlamalarda İslâmî değerleri göz önüne almamaktadırlar. Müslümanlar bu yüzden kazayı hâcet sırasında sıkıntıyı düşmektedirler. Asıl olan bu değerlerin korunmasında hassas olmak ise de, ulemânın ihtilâfını bilmede de fayda var. İhtilâf bizim için rahmettir. Fiilimiz bu müçtehid imamlarımızdan birinin görüşüne uydu mu, bizim için bir rahatlama, bir kurtuluş mevzubahistir. Bu sebeple mühim olan görüşlerin hepsini yazdık.
Her şeye rağmen, sünnette uygun olmayan helâların kullanımıyla ilgili hadiseyi rivayet eden Ebû Eyyub el-Ensarî Hazretlerinin bir sünneti bize de rehber olmalıdır. Der ki: “Şam´a geldiğimizde, helaları hep kıble istikametinde inşa edilmiş bulduk. Biz kullanırken yan dönüyor, ayrıca Allah´a istiğfarda bulunuyorduk.”
İnancımıza uymayan helaları normal karşılamıyacağız, elden geldikçe İslâmlaştırarak kullanacağız ve de, Allah´a istifar edeceğiz. Tâ ki, inancımıza tersliklerin şuurunda olalım, şuurumuzu canlı tutalım, gafletle zaman içinde normal görmeye başlamayalım![109]
ـ3546 ـ11ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]ارْتَقَيْتُ فَوقَ بَيْتَ حَفْصَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها لِبَعْضِ حَاجَتِى، فَرَأيْتُ رسولَ اللّهِ # يَقضَى مُسْتَقْبِلَ الشَّامِ مُسْتَدْبِرُ الْقِبْلَةِ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين .
11. (3546)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Bir ihtiyacım için, (bir gün kız kardeşim Hz.) Hafsa (radıyallahu anhâ)´nın evinin damına çıkmıştım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı, yüzünü Şam´a, arkasını da kıbleye çevirmiş olarak kazayı hâcet yapıyor gördüm.”[110]
ـ3547 ـ12ـ ولمسلم في أخرى: ]قالَ عَبْدُاللّهِ يَقُولُ نَاسٌ: إذَا قَعَدْتَ لِحَاجَتِكَ، فََ تَقْعُدْ مُسْتَقْبِلَ الْقِبْلَةِ، وََ بَيْتِ المَقْدِسِ، لَقَدْ رَقَيْتُ عَلى ظَهْرِ بَيْتِ حَفْصَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها وذكَرَ الحَدِيثَ[ .
12. (3547)- Müslim´in bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: “Abdullah anlatıyor: “Halk: “Kazayı hâcet için çömelince ne kıbleye karşı ne de Mescid-i Aksa´ya yönelme” demektedir. Halbuki ben, bir işim için Hafsa (radıyallahu anhâ)´nın evinin damına çıkmıştım…” Gerisi aynen devam eder.[111]
AÇIKLAMA:
3545 numarada açıklandığı üzere, bu rivayet, abdest bozma sırasında, müslümanların ilk kıblesi ve Resûlullah´ın Mi´rac sırasında göğe yükselme mahalli ve de mecma-i enbiya olan Kudüs istikametinde yönelmeyi de yasaklayan rivayete muhalefet etmektedir. Bu rivayet sebebiyledir ki, cumhur, “Kazayı hâcet sırasında Kudüs´e yönelinmez” diye bir hüküm vermemişlerdir. Buna haram diyen sadece İbnu Sîrîn ve İbrahim Nehâî´dir, rahimehumallah.[112]
ـ3548 ـ13ـ وعن حُذيفة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ مَعَ النّبىِّ # فَانْتَهى إلى سُبَاطَةِ قَوْمٍ فَبَالَ قائماً[ .
13. (3548)- Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber idim. Bir kavmin küllüğüne gelince durup, ayakta küçük abdest bozdu.”[113]
ـ3549 ـ14ـ وفي رواية عن أبي وائل قال: ]كانَ أبُو مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ يُشَدِّدُ في الْبَوْلِ، وَيَبُولُ في قارُورَةٍ وَيَقُول: إنَّ بَنِى إسْرَائِيلَ كَانَ إذَا أصَابَ جِلْدَ أحَدِهِمْ بَوْلٌ قَرَضَهُ بِالْمَقَارِيضِ، فقَالَ حُذَيْفَةُ: وَدِدْتُ أنَّ صَاحِبَكُمْ َ يُشَدِّدُ هذَا التَّشْدِيدَ، لَقَدْ رَأيْتَنِى أنَا وَرسُولُ اللّهِ # نَتَمَاشى، فَأتى سُبَاطَةَ قَوْمٍ خَلْفَ حَائِطٍ، فقَامَ كَمَا يَقُومُ أحَدُكُمْ فبَالَ، فَانْتَبَذْتُ مِنْهُ فَأشَارَ إلىَّ فَجِئْتُ فَقُمْتُ عِنْدَ عَقِبِهِ حَتّى فَرَغَ[. أخرجه الخمسة: وهذا لفظ الشيخين. »السُّبَاطَة«: الكناسة والزبالة.قال الخطابى. وسبب بوله # قائماً مرض اضطره إليه.»وَاِنْتِبَاذُ«: انفراد واعتزال ناحية: وإدناؤه إليه ليستتر به عن المارّة .
14. (3549)- Ebû Vâil´den gelen bir rivayet şöyle: “Ebû Musa (radıyallahu anh) küçük abdest hususunda çok titiz davranır (üzerine sıçrantı değmemesi için azami gayreti gösterirdi. O kadar ki) küçük abdestini bir şişe içerisine bozar ve: “Benî İsrâil´den birinin bedenine sidik değecek olsa, adam kirlenen derisini bıçakla kazırdı” derdi.
(Bunu işiten) Huzeyfe (radıyallahu anh) dedi ki: “Arkadaşınızın titizliği bu kadar ileri götürmemesini tercih ederim. Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la bir beraberliğimizi hatırlıyorum. Beraber yürüyorduk. Derken bir kavmin bir duvar gerisindeki küllüğüne rastladık. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), tıpkı sizden birinin ayakta bevletmesi gibi durup ayakta bevletti. Ben bu esnada kendilerinden uzaklaşmak istedim. Bana yakın durmamı işaret buyurdu. Geri gelip, hemen arkasında dikilip abdestini bozuncaya kadar bekledim.”[114]
AÇIKLAMA:
1- Müteakip bazı rivayetlerde görüleceği üzere, küçük abdesti erkeklerin ayakta bozması hoş karşılanmamış, çömelerek yapmaları tavsiye edilmiştir. Ancak bunun bir vecibe ifade etmediğini, daha güzele irşad eden bir tavsiye olduğunu gösteren rivayetlerde var. İşte sadedinde olduğumuz rivayet bunlardan biridir. Zirâ, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın da ayakta abdest bozduğunu haber vermektedir.
Meseleyi tahlil eden İbnu Hacer, o devirde, Arap örfünde erkeklerin ayakta bevletmelerinin esas olduğunu belirtir. Zira bazı rivayetler, Resûlullah´ın çömelerek abdest bozmasının, görenler tarafından çarpıcı bulunduğunu ifade eder. Meselâ Adurrahman İbnu Hasene´nin rivayetinde şu ifade yer alır: “…Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çömelerek bevletti. Biz: “Resûlullah´a bakın, kadınların bevlettiği gibi bevletmektedir” dedik…” İbnu Mâce´nin bir rivayetinde şu ifadeye yer verilmiştir: “Arapların âdeti ayakta bevletmekti.” Keza sadedinde olduğumuz Huzeyfe hadisinde de: “…Tıpkı sizden birinin ayakta bevletmesi gibi durup ayakta bevletti…” denmektedir.
Şu halde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu umumi âdete, çömelerek bevletmede daha fazla tesettür bulunduğu ve idrar bulaşma ihtimali asgariye düştüğü için muhalefet etmiş ve çömelerek küçük abdest bozmuştur. Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) de: “Kur´an kendisine inmeye başladığı günden beri, ayakta bevletmedi” der.
2- Hadiste geçen sübâte, küllük, çöplük, mezbelelik gibi değişik kelimelerle karşılanabilir. Bir kısım ailelerin çöplerini, küllerini müştereken attıkları yere denir. Umumiyetle evlere yakın bir yerde bulunur. Buradaki yığın, çerçöp ve külden ibaret olduğu için, tabiatı yumuşaktır, idrarın sıçramasına, elbiseyi kirletmesine meydan vermez.
3- Hadiste, Resûlullah abdestini bozmaya başlayınca Huzeyfe´nin oradan uzaklaştığını; ancak Resûlullah´ın onu yanına çağırdığını görmekteyiz. İbnu Hacer, onu yakınında tutmada Aleyhissalâtu vesselâm´ın iki maksad gütmüş olabileceğini belirtir:
1) Bu halde, müşâhedesini önlemek.
2) İhtiyaç halinde çağırınca sesini duyurmak veya işaret edince işaretini görmesi.
4- İbnu Hacer: “Burada abdest bozarken konuşmaya cevaz hükmü mevcut değildir” der. Bazı rivayetlerde “Yaklaş” dedi” şeklindeki ifade, diğer bir kısım rivayetlerde “yaklaş diye işaret etti” diye gelmiştir. Nitekim sadedinde olduğumuz rivayette de böyledir.
5- Resûlullah´ın, burada âdetine muhalif olarak işlek yoldan uzaklaşmamış olması bâzı yorumlara sebep olmuştur:
* Resûlullah, müslümanların işleriyle meşgul olduğu için meclis uzamış, abdesti sıkışmış olabilir. Huzeyfe´yi arkasında durdurarak gelip geçeceklere karşı perde yapmıştır, önünde zâten duvar olduğu belirtilmiştir.
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bazı hallerde yoldan uzaklaşmaksızın da abdest bozulabileceğini, bunun cevazını göstermek için böyle yapmıştır.
Ayrıca, bu fiil küçük abdestle ilgili, büyükle değil. Küçük abdest az bir açılma ile bozulabilir, büyük abdest için uzaklaşmak, daha dikkatli olmak gerekir, zira daha ziyade açılmak mevzubahistir. Şurası da açıktır ki, yoldan uzaklaşmanın asıl maksadı tesettürdür. Bu ise, küçük abdestte mâniaya yaklaşmak ve eteği salmakla sağlanabilir.
Şunu da kaydedelim ki, Resûlullah´ın Huzeyfe´yi yanına çağırıp arkasında, kendisine sırtını dönmüş olarak durdurmaktaki gayesi onunla tesettür etmektir. Taberânî´nin bir rivayetinde, Huzeyfe´ye: “Ey Huzeyfe bana perde ol!” emretmiştir.
6- İbnu Hacer, hadisten çıkarılan bazı faidelere de dikkat çeker:
* İki mefsedetden daha şiddetlisi hafifiyle defedilir.
* İki maslahatın her ikisini temin mümkün olmazsa, en büyük olanı gerçekleştirilir.
* Ümmetin maslahatı için oturmalarını uzatıyor, Ashab´a yaptığı çeşitli ziyaretleri çokça yapıyordu. Bu durumlarda bevl ihtiyacı zuhur edince normal vakitlerdeki âdeti üzere uzaklara gidip ümmetin maslahatıyla ilgili alakalarını geciktirmemiştir, tâ ki bundan hâsıl olacak zararlar önlenmiş olsun. Böylece, iki işten daha mühim olana dikkat edip, Huzeyfe´yi kendine yaklaştırarak yoldan geçeceklere karşı perde yapmadaki maslahatı, onu kendinden uzak tutmadaki maslahata takdim etti. Zirâ her ikisini birleştirmek mümkün değildi.[115]
ـ3550 ـ15ـ وعن نافع قال: ]رَأيْتُ ابنُ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما يَبُولُ قَائِماً[. أخرجه مالك.
15. (3550)- Nâfi rahimehullah anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anh)´ı ayakta bevlederken gördüm.”[116]
ـ3551 ـ16ـ وعن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَآنِى النَّبىُّ # أبُولُ قَائِماً: فقَالَ يَا عُمَرَ: َ تَبُلْ قَائِماً: فَمَا بُلْتُ قَائِماً بَعْدَ[ .
16. (3551)- Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben ayakta abdest bozarken, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni gördü ve:
“Ey Ömer, ayakta akıtma” buyurdu. Ondan sonra hiç ayakta akıtmadım.”[117]
ـ3552 ـ17ـ وروى عبيد اللّه عن نافع عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال َعُمَرُ: مَا بُلْتُ قائماً مُنْذُ أسْلَمْتُ[. أخرجه الترمذي، وقال هذا أصح عن عمر، وضعف الرواية ا‘ولى. قال: ومعنى النهى عن البول قائماً على التأديب على التحريم.قال وقد روى عن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: »إنَّ مِنَ الجَفَاءِ أنْ يَبُولَ الرَّجُلُ قائِماً«.»الجَفَاءُ«: خف البر واللطف .
17. (3552)- Ubeydullah, Nâfi´den, o da Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)´dan anlattığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh): “Ben müslüman olduğum zamandan beri ayakta abdest bozmadım!” demiştir.”[118]
Tirmizî: “Bu, Hz. Ömer´den daha sıhhatli olan rivayettir. Önceki rivayet zayıftır” der. Keza ilaveten der ki: “Ayakta abdest bozma yasağı tedib içindir, tahrim için değil.” Yine der ki: “İbnu Mes´ud (radıyallahu anh)´tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kişinin ayakta akıtması, nefsine karşı işlediği bir kabalıktır.”[119]
AÇIKLAMA:
Ayakta abdest bozma meselesi de medar-ı bahs olan mevzulardan biridir. Yukarıdaki rivayetlerin bir kısmı tecviz ederken, bir kısmı yasaklamaktadır. Tirmizî´nin açıklaması da mevzuyu aydınlatacak mahiyettedir. Tahrim ifade eden kesin bir yasaklama mevzubahis değildir. İbnu Hacer der ki: “Hz. Ali, Hz. Ömer, Zeyd İbnu Sâbit ve diğer bir kısım sahabîlerden ayakta abdest bozduklarına dair rivayetler gelmiştir. Bu rivayetler, ayakta bevletmenin kerâhetsiz câiz olduğunu gösterir, yeter ki sıçrantıdan emin olunsun.” Ayakta bevl hussunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan kesin bir yasak vârid ve sâbit olmadığı belirtilmiştir.[120]
ـ3553 ـ18ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها ]أنَّهَا كَانَتْ تَقُولُ: مَنْ حَدَّثَكُمْ أنَّ النّبىَّ # كَانَ يَبُولُ قاَئِماً فََ تُصَدِّقُوهُ، مَا كَانَ يَبُولُ إَّ قاعِداً[. أخرجه الترمذي والنسائي .
18. (3553)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)´dan rivayete göre şöyle derdi: “Size kim, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı ayakta bevlettiğini söylerse, sakın onu tasdik etmeyin. O, daima çömelerek abdest bozardı.”[121]
ـ3554 ـ19ـ وعن عبداللّه بن جعفر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]أرْدَفَنِى رَسولُ اللّهِ # ذَاتَ يَوْمٍ خَلْفَهُ فَأسَرَّ إلىَّ حَدِيثاً َ أُحَدِّثُ بِهِ أحَداً من النّاسِ، وَكانَ أحَبَّ مَا اسْتَتَرَ بِهِ رسولُ اللّهِ # لِحَاجِتِهِ هَدَفٌ أوْ حَائِشُ نَخْلٍ[. أخرجه مسلم.»الهَدَفُ«: هنا المرتفع.»وَالَحائِشُ«: الحائط من النخل .
19. (3554)- Abdullah İbnu Câfer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni, bineğinin terkine bindirdi. Bana halktan kimseye söylemiyeceğim bir sözü sır olarak söyledi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kazayı hâcet için perdelendiği şeylerin O´na en hoş geleni ya bir tümsek veya bir hurma kümesiydi.”[122]
ـ3555 ـ20ـ وعن عبدالرحمن بن حسنة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]خَرَجَ عَلَيْنَا رسولُ اللّهِ #، وَفي يَدِهِ كَهَيْئَةِ الدَّرَقَةِ فَوَضَعَهَا، ثُمَّ جَلَسَ خَلْفَهَا، فَبَالَ إلَيْهَا، فقَالَ بَعْضُ الْقَوْمِ: انْظُرُوا يَبُولُ كَما تَبُولُ المَرْأةُ، فَسَمِعَهُ، فقَالَ: أمَا عَلِمْتَ مَا أصَابَ صَاحِبَ بَنِى إسْرَائِيلَ؟ كَانُوا إذَا أصَابَهُمْ شَىْءٌ مِنَ الْبَوْلِ قَرَضُوهُ بِالْمَقَارِيضِ فَنَهَاهُمْ صَاحِبُهُمْ فَعُذِّبَ في قَبْرِهِ[. أخرجه أبو داود والنسائي .
20. (3555)- Abdurrahman İbnu Hasene (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) , elinde kalkan gibi bir şey olduğu halde bize doğru geldi ve onu yere bıraktı. Sonra onun gerisine çömelip ona doğru küçük abdest bozdu. Yanımızdakilerden biri: “(Resûlulah´a) bakın tıpkı kadınlar gibi abdest bozuyor” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm bu sözü işitmişti:
“Benî İsrail´in arkadaşının başına geleni işitmedin mi” dedi ve devam etti: “Onlara idrar bulaşınca, bıçakla idrarın değdiği yeri kazıyorlardı. Arkadaşları onları bu tatbikattan yasakladı. Bu adam, yasaklaması sebebiyle kabrinde azaba uğradı.”[123]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, çömelerek abdest bozmaya teşvik eden rivayetlerden biridir. Ayrıca abdesti çömelerek bozmadaki maksad da açıklık kazanmaktadır: Sıçrantıdan üst başın korunması…
2- Hadis, farklı vecihlerde gelmiştir. Bazı rivayetlerde sıçrantının bedene değmesi, bazılarında ise elbiseye değmesi mevzubahistir. Bu farklılıktan çıkan sonuç şudur: “Eğer bedene değmişse, bıçakla bedenin yani derinin kazınması; elbise ise, elbisenin kesilip atılması mevzubahistir.” Bazı âlimler “maksad elbisedir” demiş ise de diğer bir kısmı, zâhiri esas alarak: “Beden de soyulmuş olabilir ve bu İsrailoğullarına yüklenen “tahammülü aşan yüklerden (ısr) biridir” demiştir. Ancak en sıhhatli rivayet olan Buhârî´nin rivayetinde beden değil, elbise mevzubahistir.
3- Rivayet, sıçrantıdan kaçınma hususunda Benî İsrail şeriatının koyduğu ağır yükü kaldıran kimsenin, bu davranışı sebebiyle kabirde azaba uğratıldığını ifade ediyor. Resûlullah bu hikaye ile, sıçrantıdan kaçınmanın ehemmiyetini zihinlerde tesbit etmek istemiş, bu meselede titizlik göstermeyen müslümanlarında aynı âkibete uğrayabileceğine dikkat çekmiştir.
4- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), İslâm´ın bir çok hakikatını, farklı üsluplarla tekrar tekrar tebliğ etmiş olmaktadır. Bu, zihinlerde yer etmesi bakımından daha müessir bir tebliğ metodu olmaktadır. Böylece dînî bir hakikat, mücerredlikten çıkıp müşahhaslaşmış, daha iyi kavranır, hissedilebilir hale gelmiş olmaktadır.[124]
ـ3556 ـ21ـ وعن أبي سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّه # يَقُولُ: َ يَخْرُجُ الرَّجَُنِ يَضْرِبَانِ الْغَائِطَ كَاشِفَيْنِ عَنْ عَوْرَتِهِمَا يَتَحَدَّثَانِ، فَإنَّ اللّهَ تَعالى يَمْقُتُ على ذلِكَ[. أخرجه أبو داود.»يَضْرِبَانِ« أى يقصدان الخء.
ومعنى »يَمْقُتُ« يبغض .
21. (3556)- Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı işittim, şöyle demişti: “İki kişi beraberce helaya gidip, avretleri açık kazayı hâcet ederken konuşmasınlar. Zira Allah Teâla Hazretleri, bu hale gadab eder.”[125]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, abdest bozma esnasında konuşmayı yasaklamaktadır. Hadiste iki erkek zikredilmiştir. İki kadın veya kadın-erkek için de aynı yasak mevzubahistir. Hatta bir kadınla bir erkeğin bu vaziyette bulunmaları çok daha kabih bir durum ortaya koyar. Hadis, İbnu Hibbân´da şöyle gelmiştir:
“İki kişi helaya birbirlerinin avretlerini görecek şekilde kurulup konuşmasınlar. Zira bu duruma Allah gadab eder.”
Hadisin üslûbu, Allah´ın sadece “konuşma” sebebiyle değil, konuşma dahil, duruş vaziyeti sebebiyle de gadab ettiğini ifade etmektedir.[126]
ـ3557 ـ22ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ النَّبىُّ # إذَا أرَادَ الحَاجََةَ لَمْ يَرْفَعْ ثَوْبَهُ حَتَّى يَدْنُو مِنَ ا‘رْضِ[. أخرجه أبو داود والترمذي، وهذا لفظه .
22. (3557)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kazayı hâcette bulunmak istediği zaman yere yaklaşıncaya kadar elbisesini kaldırmazdı.”[127]
ـ3558 ـ23ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النبىَّ # قالَ: مَنِ اكْتَحَلَ فَلْيُوتِرْ. مَنْ فَعَلَ فَقَدْ أحْسَنَ وَمَنْ َ فََ حَرجَ، وَمَنْ اسْتَجْمَرَ فَلْيُوتِرْ، مَنْ فَعَلَ فَقَدْ أحْسَنَ وَمَنْ َ فََ حَرَجَ، وَمَنْ أكَلَ فَمَا تَخَلَّلَ فَلْيَلْفِظْ وَمَا َكَ بِلِسَانِهِ فَلْيَبْتَلِعْ مَنْ فَعَلَ فَقَدْ أحْسَنَ وَمَنْ َ فََ حَرجَ، وَمَنْ أتَى الْغَائِطِ فَلْيَسْتَتِرْ، فَإنْ لَمْ يَجِدْ إَّ أنْ يَجْمَعَ كَثِيباً مِنْ رَمْلٍ فَلْيَسْتَدْبِرْهُ، فَإنَّ الشَّيْطَانَ يَلْعَبُ بِمَقَاعِدِ بَنِى آدَمَ، مَنْ فَعَلَ فَقَدْ أحْسنَ وَمَنْ َ فََ حَرَجَ[. أخرجه أبو داود.»اسْتِجْمَارُ« استنجاء بالجمار، وهى الحجارة الصغار.
»فَلْيَلْفِظْ« أى فليرمه من فيه.و»َكَ« الشئ يلوكه: إذا أداره في فيه. وَ»الْكَثِيبُ« ما اجتمع من الرمل مرتفعاً .
23. (3558)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim gözüne sürme çekerse teklesin. Bu sözümü kim tutarsa işi en güzel şekilde yapmış olur, tutmayana bir mahzur yok. Kim abdest bozduktan sonra taş kullanarak temizlenirse teklesin. Kim böyle yaparsa güzel yapar, kim de yapmazsa bir mahzur yok. Kim yemek yer ve dişlerinin arasından bir şey çıkarırsa onu dışarı atsın, kim de diliyle çıkarmışsa onu yesin. Kim bu söylediğimi yaparsa güzel yapar, kim de yapmazsa bir mahzur yok. Kim helâya giderse (imkân nisbetinde) tesettürde bulunsun, (kuytu bir yer) bulamazsa, hiç olmazsa kum (taş vs.,den) bir tümsek yapıp ona arkasını dönsün, zira şeytan, insanoğlunun makadlarıyla (oturak kısmıyla) oynar. Kim bunu yaparsa en güzelini yapmış olur, yapamayana bir beis yok.”[128]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada, günlük hayatımızı ilgilendiren bazı âdâbı belirtmektedir. Yapacağımız işlerin en güzel şekli belirtilmekte, ancak bu şekle uymanın bir vecibe olmadığı, uyulmadığı takdirde bir günah bulunmayacağı belirtilmektedir. Böylece bu rivayetten de anlıyoruz ki, Resûlullah´ın sünnetlerinden bir kısmına uymak bir vecibe değildir, terki bir günah gerektirmiyor. Ama uyulması, o âdi işimizi “sevaba vesile olan bir sünnet” derecesine çıkarıyor. Sadedinde olduğumuz hadisteki “tekleme” örneklerinde olduğu gibi.. Söz gelimi gözüne sürme çeken, sürmedanlığın iğnesini gözünden geçirirken sayıyı tek tutacak şekilde dikkatli olursa hem işini görmüş, hem de bir sünnet icra etmiş olur. Keza istinca da öyle. Burada asıl olan temizliktir. Temizliğin tam olduğu hususunda gönlün mutmain olmasıdır. Ama tek ile sona erdirmek mümkündür, böylece bir sünnet de yerine getirilmiş olur.
Mü´min böylece, sünnete uyma gayretiyle her bir günlük işinde ve davranışlarında, ölçüsüz, şuursuz, gelişigüzel iş yapma yerine, dikkatli ve şuurlu olma alışkanlığını kazanır, âdetleri de ibadete dönüşmüş olur, kazancı büyük olur.
2- Yemekten sonra dişlerin arasından dille çıkarılanın yutulması câiz bulunurken, başka bir şeyle çıkarılanın dışarı atılmasındaki hikmeti bazı şârihler “bu esnada kanatılmış olabilir” diye yoruma bağlamıştır. Şüphesiz bu bir ihtimal. Ancak, sırf bununla izah eksik kalır. Madem ki Resûlullah sebep beyan etmemiş, kanama mevzubahis olmasa da atılması esastır, ancak şartlara göre atılmamasında da bir beis yoktur.
3- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest bozacağımız zaman etraftan bakanların görmeyeceği şekilde kuytu bir bir yer aramamızı ısrarla tavsiye etmektedir. Hiç bir şey bulamazsak, mevcut imkanlarla (bu taştır, kumdur, otdur, çalı çırpıdır vs.) bir tümsek yapıp ona arkamızı vererek tesettüre riayet etmemizi tavsiye ediyor. Bu hususun önceki meselelerde olduğu gibi, “yapamazsanız bir mahzur yoktur” nevinden olmadığını, dinî açıdan ciddi olduğunu ihsas için şeytana atıf yapmıştır. Ancak, içinde bulunulan şartlar gereği yapılamayacak olursa, söz gelimi çöldebelde şartlar elvermeyebilir, bu durumda mahzur olmadığı da belirtilmiştir. Usulcüler açısından haram hükümlerin beyanında şeytan, cehennem, küfür gibi mefhumlara atıf yapılır. Şu halde abdest bozarken tesettüre imkânlar ölçüsünde azamî derecede riâyet bir vecibedir, ihtiyarî değildir. Şârihler, sütresiz olunca, rüzgârın esme durumunda, idrarı alıp elbiseye, bedene değdireceğini, insanların nazarlarının avret mahallerine düşeceğini, bütün bunların şeytanın bir oynaması olduğunu belirtirler.
4- Hadisin daha iyi anlaşılması için şu husus da bilinmelidir. Cahiliye devri Arap geleneğinde helâ yoktu. İslâm´ın başında da bu geleneğe uyulmuş, kazayı hâcet için Medine´nin dışındaki tenhalara gidilmiştir. Bazı rivayetlerde kadınların gruplar halinde akşamdan akşama oralara gittikleri belirtilir. Tesettür âyeti gelip, kadınların dışarı çıkmaları tahdid edilince, evlere yakın yerlerde helâlar inşa edilmiştir. Resûlullah´ın hücre-i saadetlerine de helâ yapılmıştır.[129]
Şu halde, Resûlullah´ın hitaplarının öncelikle o cemiyetin insanına olduğunu düşünüp bunlardan prensip çıkaracağız. Aksi takdirde günümüz şartlarında şehirde yaşayan bir insan için bu tavsiyeler ma´nâsız kalabilir. Ama köylerde, kırlarda yaşayanlar için, şehir şartları dışında kalan insanlar için, hadislerin mesajı hala bâki ve geçerlidir.[130]
ـ3559 ـ24ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنّ النبىّ # كَانَ إذَا أرَادَ الْبَرَازَ انْطَلقَ حَتّى َ يَرَاهُ أحَدٌ[. أخرجه أبو داود .
24. (3559)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest bozmak isteyince hiç kimsenin göremeyeceği kadar uzaklara giderdi.”[131]
ـ3560 ـ25ـ وعن سلمان رَضِيَ اللّهُ عَنْه ]وقال له المشركون: إنَّا نَرَى صَاحِبَكُمْ
يُعَلِّمُكُمْ حَتَّى الخِرَاءَةَ. قال: أجَلْ، لَقَدْ نَهَانَا أنْ يَسْتَنْجِىَ أحَدُنَا بِيَمِينِهِ، أوْ يَسْتَقْبِلَ الْقِبْلَةَ بِغَائِطٍ أوْ بَوْلٍ، ونهى عَنِ الرَّوْثَةِ وَالعِظَامِ، وقالَ: َ يَسْتَنْجِى أحَدُكُمْ بِدُونِ ثََثَةِ أحْجَارٍ[. أخرجه الخمسة إ البخاري، واللفظ لمسلم .
25. (3560)- Hz. Selmân (radıyallahu anh)´ın anlattığına göre, müşrikler kendisine: “Sizin arkadaşınızın (Aleyhissalâtu vesselâm) sizlere helâda abdest bozmayı bile öğrettiğini görüyoruz” demişlerdir. O da onlara şöyle cevap vermiştir:
“Evet, doğrudur. Resûlümüz (aleyhissalâtu vesselâm), bizi sağ elimizle istinca yapmaktan nehyetti, büyük veya küçük abdest bozarken, kıbleye yönelmektende nehyetti. Abdest bozduktan sonra istinca ederken kurumuş hayvan mayısını veya kemiği kullanmamızı da nehyetti ve dedi ki:
“Sizden kimse, üç taştan daha azı ile istinca etmesin.”[132]
ـ3561 ـ26ـ وله في رواية عن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: إذَا اسْتَجْمَرَ أحَدُكُمْ فَلْيُوتِرْ[.قال الخطابى »الخِرَاءَةُ« مكسورة الخاء ممدودة ا‘لف: التخلى والقعود للحاجة. قال: وأكثر الرواة يفتحون الخاء، و يمدون ا‘لف، وقال الجوهرى في الصحاح: الخراءة بالفتح والمد .
26. (3561)- Yine Müslim´de Hz. Câbir´den gelen bir rivayet şöyle:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Biriniz istincada taş kullanırsa teklesin.”[133]
ـ3562 ـ27ـ وعن أبي قتادة رَضِيَ اللّهُ عَنْه ]أنَّ النبىَّ # قالَ: إذَا بَالَ أحَدُكُمْ فََ يَأخُذْ ذَكَرَهُ بِيَمِينِه، وََ يَسْتَنْجِ بِيَمِينِهِ، وََ يَتَنَفَّسْ في ا“نَاءِ[. أخرجه الخمسة، واللفظ للبخارى .
27. (3562)- Ebû Katâde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Biriniz bevlederken zekerini sağ eliyle tutmasın, sağ eliyle istinca etmesin, (su içerken) kabın içine solumasın.”[134]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, sağ ele tekrîmen, onunla bazı kirli işlerin yapılmasını yasaklamaktadır: Bevl esnasında tenasül organını tutmak, istinca yapmak, yâni avret mahallinin temizliğinde sağ eli kullanmak… Sağ el, daha ziyade temizlik gerektiren işlerde kullanılmak üzere kirletici kullanışlardan uzak tutulmuştur. Çeşitli rivayetler, Resûlullah´ın sağ elini yeme-içme, elbise verme ve alma gibi işlerde kullandığını belirtir. Temizleme işlerinde de sol elini kullanırdı. İhtiyacı olmadan sağ elle bu yasaklanan şeyleri yapmak Şâfiîlere göre tenzîhen, Hanbelîlelere ve Zâhirîlere göre de tahrîmen mekruhtur.
2- Kabın içine soluma meselesine gelince: Başka hadislerde suyun en az üç solukta içilmesi esastır. Bu durumda kaba soluma şöyle olabilir: Ağzını kaba dayayınca üç ayrı solukta içer ama kabı ağzından ayırmaz ve mecbur kalarak kabın içine solur. Şu halde bu, yasaklanmış olmaktadır. Öyle ise hadis, suyun üç ayrı fâsılada içilirken acele etmeden, her fâsılada kabın ağızdan uzaklaştırılıp, soluk alıp vererek içilmesini irşad buyurmuş olmaktadır.[135]
ـ3563 ـ28ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَتْ يَدُ رَسولِ اللّهِ # الْيُمْنَى لِطَهُورِهِ وَطَعَامِهِ، وَكَانَتْ يَدَهُ الْيُسْرَى لِخََئِهِ، وَمَا كَانَ مِنْ أذىً[. أخرجه أبو داود .
يَقُولُ: مَا مَسَسْتُ ذَكَرِى بِيَمِينِى مُنْذُ بَايَعْتُ بِهَا رسولَ اللّهِ # وَأسْلَمْتُ[. فسر ذلك بأنه لم يستنج بها. أخرجه رزين .
29. (3564)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Osman (radıyallahu anh)´ı işittim. Diyordu ki: “Resûlullah´a biatta kullandığım sağ elle, müslüman olduğum o günden beri zekerime hiç değmedim.”
Bu söz, “O, sağ eliyle hiç istincada bulunmamıştır” şeklinde tefsir edilmiştir.[136]
ـ3565 ـ30ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسولَ اللّهِ # كَانَ إذَا دَخَلَ الخََءَ وَضَعَ خَاتَمَهُ[. أخرجه أبو داود .
30. (3565)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâya girince yüzüğünü çıkarırdı.”[137]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın helâya girerken yüzüğünü parmağından çıkarması üzerindeki yazı sebebiyle olabilir. Çünkü yüzüğün üzerinde “Muhammed Resulullah” yazılı idi.[138]
ـ3566 ـ31ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النبىَّ # كَانَ إذَا دَخَلَ الخََءَ قال: اللَّهُمَّ إنِّى أعُوذُ بِكَ مِنَ الخُبْثِ وَالخَبَائِثِ[. أخرجه أبو داود .
31. (3566)- Yine Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâya girince: “Allahümme innî eûzü bike mine´lhubsi ve´lhabâis, (Ya Rabbi! Pislikten ve pislenmekten sana sığınırım)” derdi.”[139]
ـ3567 ـ32ـ وزاد في رواية: ]إنَّ هذِهِ الحُشُوشَ مُحْتضَرَةٌ، فَإذَا أتَى أحَدُكُمْ الخََءَ فَلْيَقُلْ: أعُوذُ بِاللّهِ مِنَ الخُبْثِ وَالخَبَائِثِ[ .
32. (3567)- Bir rivayette şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurmuştur ki: “Şu kenefler, (cin ve şeytanların) hazır bulundukları yerlerdir. Öyleyse biriniz helâya girince: “Eûzu billahi mine´lhubsi ve´lhabâis” (Pislikten ve pislenmekten Allah´a sığınırım) desin.”[140]
AÇIKLAMA:
Huşş, esas itibariyle hurma kümesi demektir. Evlerde helâ yapılmazdan önce bunların gölgesinde kazayı hâcet yapıldığı için huşş, helâ veya kenef ma´nâsında kullanılmıştır.[141]
İKİNCİ FASIL
İSTİNCADA KULLANILAN ŞEYLER
ـ3568 ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رسولُ اللّه # إذَا خَرَجَ لِحَاجَتِهِ تَبِعْتُهُ أنَا وَغَُمٌ مِنّاً مَعَنَا إدَاوَةٌ مِنْ مَاء يَعْنِى يَسْتَنْجَى بِهِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي، وهذا لفظ الشيخين .
1. (3568)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kazayı hâceti için çıktığı zaman ben ve bizden (Ensardan) bir gulam (oğlan), O´nu takip ederdik. Beraberimizde, istinca etmesi için su kabı olurdu.”[142]
AÇIKLAMA:
1- Abdest bozduktan sonra yapılan temizliğe istinca denir. Bunun su ile olması efdaldir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın üç taşla kaba temizliği yaptıktan sonra ayrıca su ile yıkandığı bir çok rivayetlerde gelmiştir. Sadedinde olduğumuz rivayet bunlardan biridir. Gerek küçük ve gerekse büyük abdestten sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın su kullandığını teyid eden çok sayıda rivayet var, müteakiben bir kısmı kaydedilecektir. Şu halde sünnete ve hem de sağlığa en uygun olanı önce taşla temizleyip, sonra su ile güzelce yıkamaktır. Günümüz şehir hayatında taş mümkün değildir. Ancak bu maksadla hazırlanmış kâğıtlar onun yerini tutar. Başka kağıtlardan kaçınmalıdır.
2- Şunu da hemen belirtelim: İstincada su kullanmak bir vecibe değildir, istihbabtır. Hatta su kullanmayan sahâbîler de mevcuttur. İbnu Hacer bazılarını kaydeder:
* Huzeyfe İbnu´l-Yemân (radıyallahu anh), kendisine su ile istincadan sorulduğu vakit: “Elden pis koku çıkmaz” cevabını vermiştir.
* Nafi, Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)´in su ile istinca etmediğini” söylemiştir.
* İbnu´z-Zübeyr (radıyallahu anh): “Biz su ile istinca etmezdik” demiştir.
* İmam Mâlik, Resûlullah´ın su ile istincasını inkâr etmiştir.
Bütün bunlara rağmen, bizzat Buhârî ve Müslim´de, Resûlullah´ın istincada su kullandığı sahih rivayetlerde gelmiştir. Bunları İmam Mâlik görmemiş olabilir.
3- Hadiste geçen gulâm, daha ziyade oğlan çocuğu demektir. Sütten kesilme ile yedi yaş arasındaki oğlan çocukları… Ancak mecaz olarak büyüklere de gulâm dendiği olur. İbnu Mes´ud, Mekke´de koyun güderken Resûlullah ona: “Sen bilgili bir gulâmsın!” demiştir. Bu kelime bazan köle ma´nâsında da kullanılır. Başka rivayetler, buradaki gulâmın İbnu Mes´ud olduğunu ifade eder. Bu durumda Hz. Enes´in “Bizden” kelimesi, “sahâbe”den veya Resulullah´ın hizmetçileri´nden, diye anlaşılması muvafık düşecek. Bazı rivayetlerde gelen “Ensâr´dan” tasrihi ile bu durum arasındaki tezad, “Ensâr kelimesinin bütün sahâbilere ıtlakı câizdir” diye tevil edilmiştir.
4- Bazı rivayetlerde, Hz. Enes´in, su kabı ile birlikte bir de değnek (aneze) aldığı belirtilir. Bu, ne işe yarıyordu Üzerine elbisesini koyarak sütre yapmak, zararlı haşerelere karşı korumak, yeri deşeleyip yumuşatmak, istincadan sonra abdest alınca kılınacak namaz için sütre yapmak gibi farklı izâhlar yapılmıştır. Sonuncu ihtimali İbnu Hacer daha kavî bulur. Zira Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), abdest tazeleyince umumiyetle iki rek´at nâfile namaz kılardı.[143]
ـ3569 ـ2ـ وعن جرير رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ مَعَ النَّبىِّ # فَأتَى الخََءَ فَقَضَى حَاجَتَهُ، ثُمَّ قالَ يا جَرِيرُ: هَاتِ طَهُوراً، فَأتَيْتُهُ بِالْمَاءِ فَاسْتَنْجَى، وَقالَ بِيَدِهِ فَدَلكَ بِهَا ا‘رْضَ[. أخرجه النسائي .
2. (3569)- Cerîr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte idim. Helâya gitti ve kazayı hâcette bulundu sonra: “Ey Câbir suyu getir!” diye ferman etti. Ben de suyu götürdüm, eliyle istinca etti. Sonra elini yere sürttü.”[144]
ـ3570 ـ3ـ وَعَنْ سفيان بن الحكم أو الحكم بن سفيان الثقفى قال: ]كَانَ النّبىُّ # إذَ بَالَ يَتَوَضّأُ[. أخرجه أبو داود وهذا لفظه والنسائي .
3. (3570)- Süfyan İbnu´l-Hakem veya Hakem İbnu Süfyan es-Sakafî anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bevledince abdest alır ve (istincada) su kullanırdı.”[145]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen intidâh´tan maksadın, su ile istinca olduğu belirtilmiştir. Çoğunlukla âdet taşla istinca yapmaktı, su ile değil. Resûlullah farklı davranınca rivayete sebep olmuştur.
Ayrıca buradaki intidâh´tan, istibra denen idrar sızıntısının kesildiğine kanaat getirdikten sonra, tekrar sızıntı mı geldi diye düşülecek vesveseyi bertaraf etmek kaydıyla ferc üzerine su serpe işi de anlaşılmıştır. Nevevî, cumhurun bu kanatte olduğunu, hadisten bu ikinci ma´nâyı anladıklarını belirtir. Yani abdest aldıktan sonra, bilahare sızıntı mı vâki oldu diye bir vesveseye düşmemek gayesiyle çamaşırın ferce değecek kısmına bir miktar su serpilmelidir. Bu, erkeklere has bir meseledir. Zira kadınlar bir müddet bekleyince onlarda idrar sızıntısı hemen kesilir. Erkeklerde ise şahsa, şartlara ve hatta yaşa tâbi olarak az veya çok bir müddet sonrada sızıntı gelebilir. Az miktarda da olsa bu sızıntı abdesti bozar. Şu halde bazı ahvâlde, insan sızıntı geldi diye vesveseye düşebilmektedir. Resûlullah bu vesveseyi önlemek için intidâh denen, abdestten sonra ferc cihetine su serpmeyi sünnet kılmıştır.[146]
ـ3571 ـ4ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النّبىَّ # قالَ: جَاءنِى جِبْرِيلُ عَلَيهِ السَّمُ، فقََالَ: يَا مُحَمّدُ إذَا تَوَضّأْتَ فَانْتَضِحْ[. أخرجه الترمذي.»انْتِضَاحُ« رشّ الماء على الثوب بعد الوضوء لئ يعرض للمتوضئ أنه قد خرج من ذكره بلل، وقيل: المراد به استنجاء بالماء، وكانوا يستنجون بالحجارة غالباً .
4. (3571)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) anlatıyor: “Bana Cibrîl aleyhisselâm geldi ve:
“Ey Muhammed, abdest aldınmı intidâhda bulun!” diye emretti” dedi.”[147]
AÇIKLAMA:
İntidâh -yukarıda da açıklandığı üzere- abdestten sonra elbiseye su serpmektir, maksad abdest alan kimsenin, zekerinden yaşlık geldiğine dair vesveseye düşmesini önlemektir. Mamafih bundan maksadın su ile istinca yapmak olduğu da söylenmiştir, çünkü o zaman Araplar çoğunlukla taşla istinca ederlerdi.[148]
ـ3572 ـ5ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]بَالَ رسولُ اللّهِ # فقَامَ عُمَرُ خَلْفَهُ بِكُوزِ مَاءٍ، فقَالَ: مَا هذَا يَا عُمَرُ؟ فَقَالَ: مَاءٌ تَتَوضّأُ بِِهِ، فقَالَ: مَا أُمِرْتُ كُلَّمَا بُلْتُ أنْ أتَوَضّأ، وَلَوْ فَعَلْتُ لَكَانَتْ سُنَّةً[. أخرجه أبو داود .
5. (3572)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bevletti. Hz. Ömer de arkasında, elinde su kabı olduğu halde durdu. Resûlullah onu görünce:
“Bu da ne, ey Ömer ” buyurdular. Hz. Ömer: “Sudur, yıkanırsın!” dedi. Resûlullah:
“Ben her bevledişimde abdest almakla emrolunmadım, bunu yapacak olsam bu, (ümmete vacib) bir sünnet olur” buyurdular.”[149]
AÇIKLAMA:
Bu rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın küçük abdest bozduktan sonra zaman zaman su kullanmadığını görmekteyiz. Her seferinde su kullanmış olsaydı, abdest bozmalardan sonra su kullanmak vacib olurdu. Ümmet ise her zaman su bulup, su ile istinca yapmada müşkilâta maruz kalırdı.
Hadiste geçen tevaddu, abdest almak ma´nâsında olmamalı; yıkamak, yıkanmak, su kullanmak, istinca etmek gibi ma´nâlarda anlaşılmalıdır.
Keza sünnet kelimesi de, vâcib olan amel ma´nâsında anlaşılmalıdır.[150]
ـ3573 ـ6ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ ‘هْلِ قُبَاءَ: إنَّ اللّهَ قَدْ أحْسَنَ الثَّنَاءَ عَلَيْكُمْ في الطُّهُورِ، فَمَا ذلكَ؟ قَالُوا: نَجْمَعُ في اسْتِنْجَاءِ بَيْنَ احْجَارِ وَالمَاءِ[. أخرجه رزين .
6. (3573)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kuba ahalisine:
“Allah, temizlik hususunda sizi övmektedir. Bu neden ileri geliyor ” diye sordular. Onlar:
“Biz dediler, istincada taşla suyu birleştiriyoruz: (önce taşla silip arkadan da su ile yıkıyoruz).”[151]
AÇIKLAMA:
Tevbe sûresinin 108. âyeti, o zaman için Medine´nin banliyösü durumunda olan Kuba köyü ahalisi hakkında nâzil olmuştu. Âyet meâlen şöyledir: “…Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah arınmak isteyenleri sever.”
İşte bu âyet üzerine, yukarıdaki rivayette görüldüğü üzere, Resûlullah, “bu övgünün sebebi nedir ” diye Kubalılara sormuştur. Onlar da, abdest bozunca önce taşla temizlenip arkadan su ile tahâretlendiklerini söylerler.[152]
ـ3574 ـ7ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # قالَ: إذَا ذَهَبَ أحَدُكُمْ إلى الْغَائِطِ فَلْيَذْهَبْ مَعَهُ بِثََثَةِ أحْجَارٍ يَسْتَطِيبُ بِهِنَّ، فَإنَّهَا تُجْزِئُهُ[. أخرجه أبو داود والنسائي.
7. (3574)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Biriniz helâya giderken beraberinde üç tane de taş götürüp onlarla temizliğini yapsın. Bunlar ona yeterlidir.”[153]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, istinca için üç taşın kifayet edeceğini belirtmektedir. Üç taş kullandıktan sonra bâki kalan bulaşık ma´füvvdür, yani şer´an affedilmiştir, namaza mâni değildir. Taştan sonra su da kulanmak müstahsen ve hatta müstehab ise de vacib değildir, suyun kullanılmaması şerî nokta-i nazardan bir kusur sayılmaz. Selef ulemâsının ekseriyeti taş kullanmanın yeterli olacağını ittifakla söylemiştir. Sevrî, İbnu´l-Mübârek, Şâfiî, Ahmed ve İshak böyle hükmetmişlerdir.
Hadis, istincanın üç taşla olması gerektiğine delildir.[154]
ـ3575 ـ8ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَى النبىُّ # الْغَائِطَ فَأمَرَنِى أنْ آتِيَهُ بِثََثَةِ أحْجَارٍ فَوَجَدْتُ حَجَرَيْن وَالْتَمَسْتُ الثَّالِثَ فَلَمْ أجِدْهُ، فََأخَذْتُ رَوْثَةً فأتَيْتُهُ بِهَا، فَأخَذَ الحَجَرَيْنِ، وَألْقَى الرَّوْثَةَ، وَقَالَ: إنَّهَا رِكْسٌ[. أخرجه البخاري وهذا لفظه والترمذي والنسائي، وقال: الركس: طعام الجن.»الرَّكْسُ« شبيه بالرجيع .
8. (3575)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest bozmaya çıkmıştı. Bana üç taş bulmamı söyledi. İkisini buldum, üçüncü taşı aradım fakat bulamadım. Onun yerine bir kurumuş mayıs aldım ve onu getirdim. Taşları aldı, mayısı attı ve:
“Bu necistir!” buyurdu.”[155]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen revs´i mayıs olarak çevirdik, fışkı veya gübre de denebilir. Lügatler eşek, katır ve at gübrelerine revs dendiğini belirtirler. Hattâ hadisin bir vechinde bunun eşek mayısı olduğu tasrih edilmiştir.
2- Hadisten Tahâvî, tahâretlenmede taşın illa da üç adet olmasının zarurî olmadığını istidlâl eder, çünkü Aleyhissalâtu vesselâm iki taşı da kabul buyurmuştur.
3- Riks kelimesi, Nesâî´de “cinlerin gıdası” diye açıklanmış ise de İbnu Hacer bunu garipser. Riskin pislik ma´nâsında olduğunu belirtir.
Müteakip rivayette de görüleceği üzere hayvan mayısı, kemik ve kömürün taharette kullanılamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Bu mesele üzerine başka rivayetler de gelmiştir.[156]
ـ3576 ـ9ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَمَّا قَدِمَ وَفْدُ الجِنِّ عَلى رسولِ اللّه # قالُوا: يَا رسولَ اللّهِ أنه أُمَّتَكَ أنْ يَسْتَنْجُوا بِعَظْمٍ، أوْ رَوْثٍ أوْ حَمَمَةٍ، فَإنَّ اللّهَ جَعَلَ لَنَا فِيهَا رِزْقاً، فَنَهَانَا رَسُولُ اللّهِ # عَنْ ذلِكَ[. أخرجه أصحاب السنن، وهذا لفظ أبي داود.و»اَلْحَمَمَةُ« الفحمة .
9. (3576)- Yine İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Cinlerin heyeti Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelince:
“Ey Allah´ın Resûlü! Ümmetini kemikle, mayısla veya kömürle istinca yapmaktan nehyet. Zirâ, Allah onlarda bize bir rızk yarattı!” dediler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizi, onları tahârette kullanmaktan menetti.”[157]
ـ3577 ـ10ـ وعن رويفع رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال لِى رَسولُ اللّهِ # يَا رُوَيْفِعُ: لَعَلَّ الحَيَاةَ سَتَطُولُ بِكَ بَعْدِى، فَأخْبِرِ النَّاسَ أنَّهُ مَنْ عَقَدَ لِحْيَتَهُ، أوْ تَقَلّدَ وَتراً، أوِ اسْتَنْجى بِرَجِيعِ دَابّةٍ أوْ عَظْمٍ، فإنَّ مُحَمَّداً مِنْهُ بَرِئٌ[. أخرجه أبو داود والنسائي واللفظ له.»عَقَدَ لِحْيَتَهُ« أى عالجها حتى تتعقد وتتجعد، من قولهم جاء فن عاقداً عنقه إذا لواها. وقيل إن ا‘عاجم كانت تفعل ذلك فنهوا عن التشبه بهم.»تَقَلّدَ وَتَراً« كانوا يفعلون ذلك ويزعمون أنها ترد العين، وتدفع عنهم المكاره فنهوا عنه.و»الرَّجِيعُ« الروث والعذرة.
10. (3577)- Rüveyfi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
“Ey Rüveyfi´ dedi, umarım benden sonra çok yaşayacaksın. İnsanlara haber ver ki, kim sakalını kıvırcık kılar, (atın boynuna) kiriş takar, bir hayvan mayısı veya kemikle istincada bulunursa bilsin ki Muhammed ondan berîdir.”[158]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), burada bazı yasaklarda bulunmaktadır:
1- Sakalın kıvırcık kılınması, hususî muameleden geçirerek salık ve düzgün halinin bozularak kıvırcık bir mahiyet kazandırılmasıdır. Bazıları savaşlarda sakalları bağlamanın adet olduğunu; ancak Resûlullah´ın, bunu salmalarını emrettiğini söyler. İbnu´l-Esîr, sakala kıvırcık şekil kazandırma işini, kibir maksadıyla ve dikkat çekmek, taaccüp uyandırmak için yaptıklarını söyler. Bu sakal modasının Acemlere ait olduğu, onlara benzeme hâsıl olmaması için bu yasağın konduğu da söylenmiştir.
2- Atların boynuna yay takmak da yasaklanmaktadır. Bu yasak, hayvanın boğulma tehlikesiyle karşılaşması veya onların, yayı göz değmesine karşı koymak, bazı uğursuzlukları defetmek düşüncesiyle takmış olmaları sebebiyle konmuştur. Zira, İslam´da bu çeşit inançlara yer yoktur. Hayvanların koşma durumlarında boyunlarındaki yayın nasıl bir tehlike arzedeceği açıktır. Resûlullah hayvanların boyunlarına takılan kirişlerin kesilmesini ayrıca emretmiştir.
3- Hayvan mayısı veya kemikle istinca da yasaklanmaktadır. Bunlarında sıhhat yönünden bir kısım riski beraberinde getirdikleri söylenebilir. Ancak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), onların cinlerin yiyeceklerini teşkil ettiklerini söyleyerek yasağın sebebini beyan etmiştir.[159]
YAKIN VE UZAK ÇEVRENİN TEMİZLİGİ:
Günümüzde ciddi tehlikeler arzeden çevre kirlenmesi meselesine de temizlik bahsinde hususî bir başlıkla yer vermemiz münasibtir. Bugün “çevreciler”in üzerinde durduğu meselelerden hiç biri İslâmî kaynaklarda ihmal edilmiş değildir. Ancak bunlar, günümüzde olduğu gibi müstakil bir “çevre kirlenmesi” başlığı altında değil, değişik bahislerde dağınık olarak gelir. İslam´ın âyet ve hadislerle temas ettiği çevre meselelerinin birçoğunu “İslam´da Çevre Sağlığı” adlı müstakil bir çalışmamızda bir arada göstermeye çalıştık. Aşağıda “yakın ve uzak çevrenin temizliği” ile ilgili bazı meseleleri topluca vereceğiz. Kaydedilecek hadislerden bir kısmının, daha önce, Arapça metinleriyle geçtiğini de belirtelim.
İslam dini, temizliği imanın şartlarından biri kılmıştır. İbadetlerin kabul edilmesinin ilk şartı, maddî ve manevî temizlik olduğu gibi, imanda kemâlin şartı da temizliktir: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir hadislerinde: “Temizlik imanın yarısıdır” buyurur.
Burada ehemmiyeti belirtilen temizlik, mutlaktır. Yani hem maddî, hem manevî temizlikler buna dahildir. Konumuz açısından maddî temizliği açıklamamız gerekirse, bunun başlıca dört kısımda ele alındığı görülür:
1- Beden temizliği.
2- Elbise temizliği
3- Mekân temizliği,
4- Gıda temizliği.
Bu dört kalem maddî temizliğe riayet edilmediği takdirde ibadetlerin kabul edilmeyeceği hadislerde beyan edilmiştir.
Biz burada, öbür kalemleri bir tarafa bırakarak mekân temizliği üzerine duracağız.[160]
MEKAN TEMİZLİGİ:
Mekân temizliği deyince, her müslümanın iyi bildiği bir husus, namaz kılınan yerin maddi yönden de temiz olması gereğidir. Herhangi bir maddî necasetle kirlenmiş bulunan yerde namaz kılınmadığı gibi, umumiyet itibariyle pis olan yerlerde Allah´ın zikri de yasaklanmıştır. Hadislerde “mezbele, hamam, mezbaha, makbere, deve ağılı” hususen belirtilir, buralarda ibadet yapılamaz.
Ev temizliğinde ısrar eden Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), necis olduğu beyan edilen köpeğin, bekletilmiş idrarın bulunduğu eve rahmet meleklerinin girmeyeceğini belirterek, bu çeşit mekân ve havayı kirletici şeylerden evin korunmasını emretmiş oluyor. Cemaate gelenin, sarmısak, soğan gibi başkalarını rahatsız edici kerih kokulardan da kaçınmasını emreden Hz. Peygamber bu vesile ile, insanları rahatsız eden her şeyin, melekleri de rahatsız ettiğini belirtir.
Şu halde mü´min, insanları rahatsız eden her çeşit durumlardan kaçınarak, çevresinde bunlara imkân vermemesi gerekmektedir.
Herkese açık olan yerlerin her yönden temizliği ayrı bir ehemmiyet taşır. Bu sebeple Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), uzak kabilelere bile yolladığı tamimlerle “mescidlerin temiz tutulmasını” tenbih eder. Mescid-i Nebevî´nin temizliğinde hassasiyet gösteren Ümmü Mihcen´e gösterilen hususi alaka bu vesile ile kayda değer: Ümmü Mihcen öldüğü zaman, kendisine haber verilmeden defnedilmiş olduğunu duyunca, duruma üzülür ve telâfi için, cemaati toplayarak yeniden “cenaze namazı” kıldırır.[161]
AVLU VE MEYDANLARIN TEMİZLİGİ:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), sadece beden ve ev temizliği üzerinde durmaz. Âlimlerce, “evin dışa uzantısı” kabul edilerek ayrılmaz bir parçası bilinmiş olan “avlular”ın temiz tutulmasına da ayrıca dikkat çeker: Bezzâr´ın Müsned´inde yer alan bir rivayette şöyle buyurur:
“Allah pâk ve nazîftir, pâklık ve nezâfeti sever; kerîm ve cömerttir, kerem ve cömertliği sever. Öyle ise, avlularınızı ve boş sahalarınızı temiz tutun. Yahudilere de benzemeyin onlar çöplerini evlerde toplarlar.”[162]
MESÎRE (PİKNİK) YERLERİNİN TEMİZLİGİ:
Çevre sağlığı deyince hatıra gelen mühim mevzulardan biri “mesîre”dir. Buna yenilerde piknik denmektedir. Mesîreye çıkmak, günümüzde bilhassa şehirlerde yaşayanlar için normal hayatın bir parçası, hem de kolay kolay vazgeçilemeyen, nerdeyse zarurî bir parçası halini almış durumdadır. Hafta sonlarında, bir haftalık çalışma hayatının sıkıntılarına karşı bir ferahlama, bir dinlenme fırsatı elde etmek üzere, imkan nisbetinde kırlara, suyu, havası ve manzarası daha değişik, daha sakin yerlere gidilmektedir.
Mesîre yerlerinde en ziyade aranan husus güzellik, temizlik ve sukûnettir. Ancak ne var ki, çoğu kere buraların daha önce gelenler tarafından çeşitli artıklarla kirletilmiş, koku ve manzarasının bozulmuş olduğunu üzülerek görürüz. Bilhassa yatıp yuvarlanarak oynamayı seven çocuk taifesi için tehlikeli bir hal arzeden şişe kırıklarından hâlî bir köşeyi beyhûde arar dururuz.
Hz. Peygamber´in hadislerinde uzak çevrenin de her çeşit rahatsızlık verici kirletmelerden korunmasıyla ilgili emirler gelmiştir. Müslim´in bir rivayetinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurur: “Lânete uğramışlardan olmaktan sakının!” Ashab: “Bunlar da kim, ey Allah´ın Resûlü ” diye sorunca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) açıklar:
“Halkın gelip geçtiği yolla, gölgelendikleri (kuytu) yerlerde abdest bozanlardır.”
Bazı rivayetlerde “halkın gölgelendiği” kaydı konmaksızın “meyveli ağaçların diplerine” abdest bozmak da yasaklanmıştır.
Şârihlerin de belirttiği gibi, kirletilmesi yasaklanan gölgeden murad, sadece meyveli ağaçların gölgesi değildir. Halkın tenezzüh ve dinlenmek için oturduğu bütün gölgeler yasağa dahildir. Ağaç gölgesi, duvar gölgesi, kaya vs.gölgesi hepsi birdir. Yeter ki, insanların şu veya bu maksadla iltica ve istifadeleri bilinir ve görülür olsun. Ayrıca bir mü´min hadiste ifade edilen yasağı sadece “abdest bozma” olarak anlamaz, her çeşit kirlenmelere teşmîl eder. Zira o devir için şişe, konserve kutusu, kağıt paket artığı gibi kirleticiler mevzubahis değildi. Diğer yandan, gelip geçene rahatsızlık veren bir diken, bir dal parçasının tek kelime ile “eza”nın bertaraf edilmesinin ehemmiyeti ifade edilmiştir. Bu çeşit hadislerin ma´nâyı muhaliflerini arayacak olursak, mesîre yerlerini insanlara -ve hatta hayvanlara- rahatsızlık verecek şeylerle kirletmenin dinen ne kadar büyük bir hata olduğunu anlarız.[163]
YOLLARIN TEMİZLİGİ:
Hadislerde yollarla ilgili talimat daha çok yer alır. Yolların genişliğinden inşâsına, temiz tutulmasına, başkalarını rahatsız edecek işgallerden korunmasına kadar pek çok teferruata Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) temas etmiştir. Biz bunlardan sadece, mevzumuzu ilgilendirenlere kısaca temas edeceğiz:
Hadiste ısrarla üzerinde durulan hususlardan bilhassa yolların temizliği ve muhafazası, konumuzu yakından ilgilendirir. Bir hadiste, rahatsızlık veren şeylerin -ki ezâ diye ifade edilir- yollardan kaldırılması “imandan bir şube” olarak tavsif edilmiştir:
“İman yetmiş küsur şubedir. En üst şubesi “lâ ilâhe illâllah” sözü, en aşağısı da yoldan “ezâ”yı (rahatsız edici şeyi) kaldırmaktır. Hayâ da imandan bir şubedir.” Bu hadis farklı tariklerle birçok hadis kitaplarında yer alır.
Yine bazı hadis kitaplarında yer alan bir rivayette; “yoldan “ezâ”yı kaldırmak, “sadaka” olarak tarif edilir. Bu sadakanın ehemmiyetini belirtmek için Hz. Peygamber aynı değerde olan başka “sadaka”ları da zikreder: “İki kişi arasında adaletli iş yapmak”, “hayvanını yüklemede bir kimseye yardımcı olmak”, “güzel söz”, “namaz için atılacak her adım” gibi.
Bir hadislerinde, yolda rastladığı bir ağaç dalını, insanlara zarar veriyor diye kesip kaldıran kimsenin, bu ameli sebebiyle cennete gittiğini haber veren Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir başka hadislerinde şöyle buyurur:
“Ümmetimin iyi ve kötü bütün amelleri bana arzedilip gösterildi. İyi amelleri arasında, yoldan atılmış olan “ezâ”yı da gördüm. Kötü amelleri arasında ise, (herkesin gözüne çarpan) yere gömülmemiş tükrük de vardı.”
Yine Müslim´de kaydedilen bir rivayette Hz. Peygamber´in, kendisini (cennete götürecek) faydalı bir amel soran kimseye, şu cevabı verdiğini görmekteyiz: “Müslümanların yolundan “ezâ”yı kaldır.”[164]
EZÂ NEDİR
Yukarıda kaydedilen hadislerde dikkatimizi çeken bir husus ezâ kelimesidir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yoldan temizlenecek şeyin cinsini belirterek “taş”, “diken”, “pislik” vs. demiyor, hepsinin yerine geçecek “ezâ” kelimesini kullanıyor. Bu kelime lügat açısından büyük olmayan zarar ve ayıp (kusur) ma´nâsına gelir. Ancak yukarıdaki hadislerde bununla yoldan gelip geçenlere rahatsızlık veren her şey kastedilmektedir. Bu kelime Kur´an ve hadiste “rahatsızlık veren” şeyler hakkında sıkça kullanılmıştır.[165]
YOLU KİRLETENLERE LÂNET:
Yoldan “ezâ”yı temizlemek ne kadar ehemmiyetli, ne kadar değerli sevaplı bir amel ise, onu kirletmek de o kadar kötü ve mezmum bir amel olmaktadır. Yukarıda kaydedilen hadislerde bu ma´nâ mevcuttur. Ancak, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), “kirletilmesi” için de müslümanları uyarmıştır. “Müslümanları yollarında rahatsız edenlere, onların lânetleri vacib olmuştur.” Müteâkip açıklamalarımız, “ezâ”nın sadece kirletmelerden ileri gelmeyip, haksız işgallerden de ileri gelebileceğini gösterecektir.
Yol dâhil her yerde, her durumda her halde mü´minleri rahatsız edici şeylerden, yâni “ezâ”dan ümmetini uzaklaştırmak maksadıyla Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Allah mü´mine eziyet edilmesini sevmez.”
Bir mü´min, elbette bilerek Rabbinin hoşlanmadığı şeyleri yapmaz. Yapsa ısrar etmez, tevbe edip terkeder.[166]
DÖRDÜNCÜ BAB
ABDEST HAKKINDADIR
(Bu babta üç fasıl var)
*
BİRİNCİ FASIL
ABDESTİN FAZÎLETLERİ
*
İKİNCİ FASIL
ABDESTİN SIFATI
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
ABDESTİN SÜNNETLERİ
BİRİNCİ FASIL
ABDESTİN FAZÎLETLERİ
ـ3578 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: أَ أدُلُّكُمْ عَلى مَا يَمْحُو اللّهُ بِهِ الخَطَايَا، وَيَرْفَعُ بِهِ الدَّرَجَاتِ؟ قالُوا: بَلى يَا رَسولَ اللّهِ. قالَ: إسْبَاغُ الوُضُوءِ عَلى المَكَارِهِ، وَكَثْرَةُ الخُطَا إلى المَسَاجِدِ، وَانْتِظَارُ الصََّةِ بَعْدَ الصََّةِ، فذلكُمُ الرِّبَاط، فذلِكُمُ الرِّبَاطُ، فذلِكُمْ الرِّبَاطُ[. أخرجه مسلم ومالك والترمذي والنسائي.قوله »عَلى المَكَارِهِ« معناه أن يتوضأ مع البرد الشديد والعلل التي يتأذى معها بمسّ الماء وما أشبه ذلك من ا‘سباب الشاقة.وقوله »فذلِكُمُ الرِّبَاطُ« شبه ا‘عمال المذكورة بمرابطة المجاهدين ونزّلها منزلتها .
1. (3578)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Alah´ın hataları silmeye ve dereceleri yükseltmeye vesile kıldığı şeyleri size söylemiyeyim mi ”
“Evet ey Allah´ın Resûlü, söyleyin!” dediler. Bunun üzerine saydı:
“Zahmetine rağmen abdesti tam almak. Mescide çok adım atmak. (Bir namazdan sonra diğer) Namazı beklemek. İşte bu ribâttır, işte bu ribâttır, işte bu ribâttır.”[167]
AÇIKLAMA:
Ribât, lügat olarak nefsi hapsetmek ma´nâsına gelir. Ancak, kendisini cihada vermek suretiyle Allah yoluna hapsedenler için bu tabir kullanılır, böyle kimselere murâbıt denir. Abdestini tam alıp namazlarını mescidde kılan ve birini kılınca diğer namazın gelmesini bekleyen kimse de kendini ruhen, kalben Allah yoluna bağlamış gibidir. Bir nevi murâbıttır.
Şüphesiz bu, sulh döneminde böyledir. Savaş, cihad sırasında mücâhid olmak gerekir, onun yerini hiçbir şey tutmaz.[168]
ـ3579 ـ2ـ وعن عقبة بن عامر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَتْ عَلَيْنَا رَعَايَةُ ا“بِلِ، فَجَاءَتْ نَوْبَتِى أرْعَاهَا فَرَوَّحْتُهَا بِعَشِىٍّ، فأدْرَكْتُ رَسُولَ اللّهِ # قَائِماً يُحَدِّثُ النَّاسَ، وَأدْرَكْتُ مِنْ قَوْلِهِ: مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَتَوَضّأُ فَيُحْسِنُ وُضُوءَهُ، ثُمَّ يَقُومُ فَيُصَلِّى رَكْعَتَيْنِ يُقْبِلُ عَلَيْهِمَا بِقَلْبِهِ وَوَجْهِهِ إَّ وَجَبَتْ لَهُ الجَنَّهُ، فَقُلْتُ: مَا أجْوَدَ هذَا فإذَا قَائِلٌ يَقولُ بَيْنَ يَدَىَّ: الَّتِى قَبْلَهَا أجْوَدُ، فَنَظَرْتُ فإذَا هُوَ عُمَرُ ابنُ الخَطَّابِ، فقَالَ: إنِّى قَدْ رَأيْتُكَ جِئْتَ آنِفاً قالَ: مَا مِنْكُمْ مِنْ أحَدٍ يَتَوضَّأُ فَيُبْلِغُ أوْ فَيَسْبِغَ الْوُضُوءَ، ثُمَّ يَقُولُ: أشْهَدُ أنْ َ إلَهَ إَّ اللّهُ وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ، وَأشْهَدُ أنَّ مُحَمّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُ إَّ فُتِّحَتْ لَهُ أبْوَابُ الجَنَّةِ الثَّمَانِيَةُ يَدْخُلُ مِنْ أيِّهَا شَاءَ[. أخرجه الخمسة إ البخاري، وهذا لفظ مسلم.وفي رواية أبي داود: ]فَيُحْسِنُ الْوُضُوءَ[.وعند الترمذي بعد قوله ورسوله: ]اللَّهُمَّ اجْعَلْنِى مِنَ التَّوَّابِينَ وَاجْعَلْنِى مِنَ المُتَطَهِّرِينَ[ .
2. (3579)- Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Üzerimizde develeri gütme işi vardı, (bunu sırayla yapıyorduk.) (Bir gün) gütme nöbeti bana gelmişti. Günün sonunda develeri kıra ben çıkarıyordum. (Bir gün, nöbetimden dönüşte) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a geldim, ayakta halka hitabediyordu. Söylediklerinden şu sözlere yetiştim:
“Güzelce abdest alıp, sonra iki rekat namaz kılan ve namaza bütün ruhu ve benliği ile yönelen hiç kimse yoktur ki kendisine cennet vâcib olmasın!”
(Bunları işitince kendimi tutamayıp): “Bu ne güzel!” dedim. (Bu sözüm üzerine) önümde duran birisi:
“Az önce söylediği daha da güzeldi!” dedi. (Bu da kim diye) baktım. Meğer Ömer İbnu´l-Hattâb´mış. O, sözüne devam etti:
“Seni gördüm, daha yeni geldin. Sen gelmezden önce şöyle demişti: “Sizden kim abdestini alır ve bunu en güzel şekilde yapar, sonra da: “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Resûlühü. (Şehâdet ederimki Allah´tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki Muhammed Allah´ın kulu ve Resûlüdür)” derse, kendisine cennetin sekiz kapısı da açılır; hangisinden isterse oradan cennete girer.”
Ebû Dâvud´un rivayetinde “abdesti güzel yaparsa…” denmiştir.
Tirmizî´nin rivayetinde “…resûlühü (Allah´ın …Resûlü)” kelimesinden sonra “Allah´ım, beni tevbe edenlerden kıl, temizlenenlerden kıl” duası da vardır.[169]
ـ3580 ـ3ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّه # قالَ: إذَا تَوَضَّأ الْعَبْدُ المُسْلِمُ أوِ المُؤْمِنُ، فَغَسَلَ وَجْهَهُ خَرَجَ مِنْ وَجْهِهِ كُلُّ خَطِيئةٍ نَظَرَ إلَيْهَا بِعَيْنِهِ مَعَ المَاءِ، أوْ مَعَ آخِرِ قَطْرِ المَاءِ، وَإذَا غَسَلَ يَدَيْهِ خَرَجَ مِنْ يَدَيْهِ كُلُّ خَطِيئَةٍ بَطَشَتْهَا يَدَاهُ مَعَ المَاءِ، أوْ مَعَ آخِرِ قَطْرِ المَاءِ، فإذَا غَسَلَ رِجْلَيْهِ خَرَجَتْ كُلُّ خَطِىئَةِ مَشَتْهَا رِجَْهُ مَعَ المَاءِ، أوْ مَعَ آخِرِ قَطْرِ المَاءِ حَتَّى يَخْرُجَ نَقِيّاً مِنَ الذُّنُوبِ[. أخرجه مسلم، وهذا لفظه ، ومالك والترمذي .
3. (3580)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: Mü´min -veya müslüman- bir kul abdest aldı mı yüzünü yıkayınca, gözüyle bakarak işlediği bütün günahlar su ile -veya suyun son damlasıyla- yüzünden dökülür iner. Ellerini yıkayınca elleriyle işlediği hatalar su ile birlikte- veya suyun son damlasıyla- ellerinden dökülür iner. Ayaklarını yıkayınca da ayaklarıyla giderek işlediği bütün günahları su ile- veya suyun son damlasıyla- dökülür iner. (Öyle ki abdest tamamlanınca) günahlardan arınmış olarak tertemiz çıkar.”[170]
ـ3581 ـ4ـ وعن عثمان رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: مَنْ تَوَضّأ فَأحْسَنَ الْوُضُوءَ خَرَجَتْ خَطَايَاهُ مِنْ جَسَدِهِ حَتّى تَخْرُجَ مِنْ تَحْتَ أظْفَارِهِ[ .
4. (3581)- Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim abdest alır ve abdestini güzel yaparsa hataları vücudundan tırnak diplerine varıncaya kadar çıkar dökülür.”[171]
ـ3582 ـ5ـ وفي رواية: ]أنَّ عُثْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه تَوَضّأ، ثم قال: رَأيْتُ رَسُولَ اللّهِ # تَوَضّأ نَحْوَ وُضُوئى هذا ثُمَّ قال: مَنْ تَوَضّأ هكذا غُفِرَ له مَا تَقَدّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَكَانَتْ صََتُهُ وَمَشْيُهُ إلى المَسْجِدِ نَافِلَةً[. أخرجه الشيخان .
5. (3582)- Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: “Hz. Osman (radıyallahu anh) abdest aldı ve dedi ki:
“Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şu benim abdestim gibi abdest aldığını, sonra da şöyle söylediğini gördüm: “Kim bu şekilde abdest alırsa geçmiş günahları affedilir, namazı ve mescide kadar yürümesi de nafile (ibadet) olur.”[172]
ـ3583 ـ6ـ وعن عمرو بن عبسة السلمى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: مَا مِنْكُمْ مِنْ رَجُلٍ يُقَرِّبُ وُضُوءَهُ فَيَتَمَضْمَضُ وَيَسْتَنْثِرُ إَّ خَرَّتْ خَطَايَاهُ مِنْ وَجْهِهِ وَفِيهِ وَخَيَاشِيمِهِ، ثُمَّ إذَا غَسَلَ وَجْهَهُ كَمَا أمْرَهُ اللّهُ إَّ خَرَّتْ خَطَايَا وَجْهِهِ مِنْ أطْرَافِ لِحْيَتِهِ مَعَ المَاءِ، ثُمَّ يَغْسِلُ يَدَيْهِ إلى المِرْفَقَيْنِ إَّ خَرّتْ خَطَايَا يَدَيْهِ مِنْ أنَامِلِه مَعَ المَاءِ، ثُمَّ يَمْسَحُ رَأسَهُ إَّ خَرَّتْ خَطَايَا رَأسِهِ مِنْ أطْرَافِ شَعَرِهِ مَعَ المَاءِ، ثُمَّ يَغْسِلُ رِجْلَيْهِ إلى الْكَعْبَيْنِ إَّ خَرَّتْ خَطَايَا رِجْلَيْهِ مِنْ أنَامِلِهِ مَعَ المَاءِ فإنْ هُوَ قَامَ فَصَلّى فَحَمِدَ اللّهَ وَأثْنَى عَلَيْهِ، وَمَجَّدَهُ بِالَّذِى هُوَ لَهُ أهْلٌ، وَفَرَّغَ قَلْبَهُ للّهِ إَّ انْصَرَفَ مِنْ خَطِيئَتِهِ كَيَوْمَ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ[. أخرجه مسلم .
6. (3583)- Amr İbnu Abese es-Sülemî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Sizden kim abdest suyunu hazırlar, mazmaza ve istinşakta bulunur (ağzına ve burnuna su çeker) ve sümkürürse, mutlaka yüzünden, ağzından, burnundan hataları dökülür. Sonra Allah´ın emrettiği şekilde yüzünü yıkarsa, sakalın(ın bittiği mahallin) etrafından su ile birlikte yüzü ile işlediği günahlar dökülür. Sonra dirseklere kadar kollarını yıkayınca, ellerinin günahları su ile birlikte parmak uçlarından dökülür gider. Sonra başını meshedince, başının günahları saçın etrafından su ile birlikte akar gider. Sonra topuklarına kadar ayaklarını yıkayınca, ayaklarının günahları, parmak uçlarından su ile birlikte akar gider. Sonra kalkıp namaz kılar, Allah´a hamd ve senâda bulunur. Ona layık şekilde tazimini gösterir ve kalbinden Allah´tan başkasını(n korku ve muhabbetini) çıkarırsa, annesinden doğduğu gündeki gibi bütün günahlarından arınır.”[173]
ـ3584 ـ7ـ وعن عبداللّه الصنابحى رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسولَ اللّهِ # قالَ: إذَا تَوَضّأ الْعَبْدُ المُؤْمِنُ فَمَضْمَضَ خَرََجَتْ الخَطَايَا مِنْ فيهِ، فإذَا اسْتَنْثَرَ خَرَجَتِ الخَطَايَا مِنْ أنْفِهِ، فإذَا غَسَلَ وَجْهَهُ خَرَجَتْ الخَطَايَا مِنْ وَجْهِهِ حَتّى تَخْرُجَ مِنْ تَحْتِ أشْفَارِ عَيْنَيْهِ، فإذَا غَسَلَ يَدَيْهِ خَرَجَتِ الخَطَايَا مِنْ يَدَيْهِ حَتّى تَخْرُجَ مِنْ تَحْتِ أظْفَارِ يَدَيْهِ، فإذَا مَسَحَ بِرَأسِهِ خَرَجَتِ الخَطَايَا مِنْ رَأسِهِ حَتّى تَخْرُجَ مِنْ أُذَنَيْهِ، فَإذَا غَسَلَ رِجْلَيْهِ خَرَجَتِ الخَطَايَا مِنْ رِجْلَيْهِ حَتّى تَخْرُجَ مِنْ تَحْتِ أظْفَارِ رِجْلَيْهِ، ثُمَّ كَانَ مَشْيُهُ إلى المَسْجِدِ وَصََتُهُ نَافِلَةً لَهُ[. أخرجه مالك والنسائي .
7. (3584)- Abdullah es-Sünâbihî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mü´min kul abdest aldıkta mazmaza yaptı mı (ağzını yıkadı mı) günahlar ağzından çıkar. (Burnunu sümkürdü mü) günahlar burnundan çıkar, yüzünü yıkadı mı günahlar göz kapaklarının altına varıncaya kadar yüzünden çıkar. Ellerini yıkadı mı günahlar tırnak diplerine varıncaya kadar ellerinden çıkar. Başını meshetti mi, günahlar kulaklarına varıncaya kadar başından çıkar. Ayaklarını yıkadı mı, günahlar ayak tırnaklarının altına varıncaya kadar ayaklarından çıkar. Sonra mescide kadar yürümesi ve kılacağı namaz nafile (bir ibadet) olur.”[174]
ـ3585 ـ8ـ وعن أبي أمامة الباهلى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ عَمْرَو بنَ عَبْسَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَقُولُ: قُلْتُ لِرَسولِ اللّهِ # كَيْفَ الْوُضُوءُ؟ قالَ: أمَّا الْوُضُوءُ، فَإنَّكَ إذَا تَوَضَّأتَ فَغَسَلْتَ كَفَّيْكَ فَأنْقَيْتَهَا، وَغَسَلْتَ وَجْهَكَ وَيَدَيْكَ إلى المِرْفَقَيْنِ، وَمَسَحْتَ رَأسَكَ، وَغَسَلْتَ رِجْلَيْكَ إلى الْكَعْبَيْنِ اِغْتَسَلْتَ مِنْ عَامَّةِ خَطَايَاكَ، فإنْ أنْتَ وَضَعْتَ وَجْهَكَ للّهِ عَزَّ وَجَلَّ خَرَجْتَ مِنْ خَطَايَاكَ كَيَوْمَ
وَلَدَتْكَ أُمُّكَ. قالَ أبُو أُمَامَةَ: فَقُلْتُ يَا عَمْرُو بنُ عَبْسَةَ: انْظُرْ مَا تَقُولُ: أكُلُّ هذَا يُعْطى في مَجْلِس وَاحدٍ؟ فقَالَ: أمَا واللّهِ لَقَدْ كَبُرَتْ سِنِّى، ودَنَا أجَلِى، وَمَا بِى مِنْ فَقْرٍ فَأكْذبَ عَلى رسولِ اللّهِ # وَلَقَدْ سَمِعَتْهُ أُذُنَاىَ وَوَعَاهُ قلبى مِنْ رسولِ اللّهِ #[. أخرجه مسلم والنسائي.وهذا لفظ النسائي، وهو طرف حديث طويل يتضمن إسم عمرو بن عبسة، وسيجئ إن شاء اللّه تعالى في كتاب الفضائل من حرف الفاء .
8. (3585)- Ebû Ümâme el-Bâhilî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Amr İbnu Abese (radıyallahu anh)´ı dinledim, diyor ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a: “Abdest nasıl alınır ” diye sordum. Şöyle açıkladı:
“Abdest mi Abdest alınca şöyle yaparsın: Önce iki avucunu tertemiz yıkarsın. Sonra yüzünü ve dirseklerine kadar ellerini yıkarsın. Başını meshedersin, sonra da topuklarına kadar ayaklarını yıkarsın. (Bunları tamamladın mı) bütün günahlarından arınmış olursun. Bir de yüzünü Aziz ve Celil olan Allah için (secdeye) koyarsan, anandan doğduğun gün gibi, hatalarından çıkmış olursun.”
Ebû Ümâme der ki: “Ey Amr İbnu Abese dedim, ne söylediğine dikkat et! Bu söylediklerinin hepsi bir defasında veriliyor mu ”
“Vallahi dedi, bilesin ki artık yaşım ilerledi, ecelim yaklaştı. (Allah´tan ölümden çok korkar bir haldeyim), ne ihtiyacım var ki, Allah Resûlü hakkında yalan söyleyeyim! Andolsun söylediklerim, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan kulaklarımın işitip, hafızamın da zabtettiklerinden başkası değildir.”[175]
Bu hadis, Nesâî´nin metninden alınmadır. Amr İbnu Abese (radıyallahu anh)´ın müslüman oluşunu anlatan uzunca bir hadisin son kısmıdır. Hadisi tam olarak, Fazîletliler Bölümü´nde kaydedeceğiz.[176]
AÇIKLAMA:
1- Müellifimiz, Amr İbnu Abese´nin müslüman oluşuyla ilgili menkibe´yi Fazîletliler bölümünde kaydetmeyi vaadettiği halde, o bölüme baktığımız zaman Amr İbnu Abese (radıyallahu anh)´la ilgili bir bab koymadığını görüyoruz. Gözden kaçmış olduğu anlaşılıyor. Biz, burada mevzubahis olan hadisin Müslim´deki vechinin burada yer almayan kısmının tercümesini aşağıya koymayı uygun bulduk:
“Ebû Ümame anlatıyor: “Amr İbnu Abese es-Sülemî şunu anlattı:
“Ben cahiliye devrinde bütün insanların dalâlette olduğunu ve asla doğru yolda olmadıklarını biliyordum. Zira insanlar putlara taparlardı. Derken işittim ki, Mekke´de bir zat çıkmış, bazı haberlerde bulunuyormuş. Derhal deveme atlayıp O´na geldim. Bir de gördüm ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gizlenmiş, (henüz açıktan tebliğde bulunmuyor). Kavmi de O´nun aleyhinde pek cür´etkâr. Bunun üzerine O´na acıyıp Mekke´de yanına gittim. Kendisine: “Sen nesin ” dedim.
“Ben peygamberim!” diye cevap verdi. Ben tekrar sordum:
“Peygamber ne demektir ”
“Beni Allah gönderdi!” dedi. Kendisine:
“Peki seni ne ile gönderdi ” dedim.
“Beni sıla-i rahm ile, putları kırmakla, Allah´ı bir bilip hiçbir ortak koşmamakla gönderdi” dedi. Ben tekrar:
“Bu işte seninle olan kimler var ” dedim.
“Bir hür ve bir köle!” cevabını verdi. O gün için, iman edenlerden Resûlullah´la beraber olanlar Hz. Ebû Bekr ve Hz. Bilâl idi, (radıyallahu anhümâ).
“Sana ben de uyuyorum!” dedim. Bunun üzerine (aleyhissalâtu vesselâm):
“Bugün için söylediğini yapamazsın. Halimi ve insanların halini görmüyor musun Fakat şimdilik ailene dön. Benim ortaya çıktığımı işittin mi bana gel” buyurdular. Ben de aileme döndüm.
Resûlullah Medine´ye geldiğinde ben hâlâ ailemde idim. Ben ondan haberler soruyor (gelişmeleri takip ediyordum). Medine´ye gelince de halka sormuştum. Derken, o sıralarda Yesrib ahalisinden bir grup Medineli yanıma geldi.
“Medine´ye gelmiş olan şu adam ne yaptı ” diye sordum.
“İnsanlar süratle ona koşuyor. Kendi kavmi O´nu öldürmek istedi, ancak bunda muvaffak olamadılar” diye cevap verdiler. Kalkıp Medine´ye geldim, doğru huzuruna çıktım. “Ey Allah´ın Resûlü dedim, beni hatırladınız mı ”
“Evet! Sen bana Mekke´de gelen zât değil misin!” buyurdular. Ben:
“Evet!” deyip sözlerime devamla:
“Ey Allah´ın Resûlü! Allah´ın sana öğrettiği ve benim meçhulüm olan şeylerden haber ver, bana meselâ namazdan bahset!” dedim. Şu açıklamayı lütfettiler:
“Sabah namazını kıl, sonra güneş doğup yükselinceye kadar namazdan uzak dur. Zira güneş bu doğma anında şeytanın iki boynuzu arasında doğar ve bu esnada kâfirler ona secde ederler. Sonra gölge mızrağa ağıncaya kadar namaz kıl.[177] Zira namaz meşhuddur (melekler şâhid olurlar), mahzurdur (melekler kılınırken hazır bulunurlar). Sonra tekrar namaz kılmaktan vazgeç, zira bu sırada cehennem kaynatılır. Gölge öne geçti mi tekrar namaz kıl, zira namaz meşhuddur, mahzurdur. Onu ikindiyi kılıncaya kadar kılmaya devam et. Sonra tekrar güneş batıncaya kadar namaz kılmaktan vazgeç, zira güneş şeytanın iki boynuzu arasından batar ve bu sırada kâfirler ona secde ederler!”
Ben tekrar:
“Ey Allah´ın Resûlü! Ya abdest Bana ondanda açıklamada bulunsanız!” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm buyurdular:
“Sizden kim abdest suyunu hazırlar…”
Hadisin devamı, yukarıda 3583 numarada kaydettiğimiz şekilde devam eder, burada tekrar yazmaya gerek görmüyoruz.
2- Hadiste geçen “güneşin şeytanın iki boynuzu arasında doğması” tabiri ile ilgili açıklama daha önce 2418 numaralı hadiste geçti.
3- Keza meşhud ve mahzur tabirleri de 2419 numaralı hadiste açıklandı.[178]
ـ3586 ـ9ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: مَنْ تَوَضّأ عَلى طُهْرِ كَتَبَ اللّهُ لَهُ بِهِ عَشْرَ حَسَنَاتٍ[. أخرجه الترمذي .
9. (3586)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim abdestli olduğu halde abdest tazelerse, Allah bu sebeple kendisine on (misli) sevab yazar.”[179]
AÇIKLAMA:
Burada, abdestli olduğu halde abdest almak kastediliyor. Böylece Resûlullah daima abdestli bulunmaya teşvik etmiş olmaktadır.
On sevabtan maksad, abdest almanın sevabının on katıdır. Zira sıkça geçtiği üzere, Rabbimiz Teâlâ Hazretleri Kur´ân-ı Kerîm´de, her bir hayır amelin on misliyle değerlendirileceği müjdesini vermektedir: مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أمْثَالِهَا Ancak şunu da belirtelim: On misli sevab asgari miktardır. Kur´an´da sevabın yediyüz misli, otuzbin misli ve hatta hesapsız misli de )بِغَيْرِ حِسَابٍ( vaadedilmiştir.
Abdest üzerine abdestin, israf olmaması için önceki abdestle bir namaz kılınmış veya meclis değişmiş olmalıdır. Buna riâyet edilmezse abdest üzerine abdest israf olacağından mekruh addedilmiştir. Abdest üzerine abdesti, nûrun ala nûr diye tavsif eden rivayetin merfû (Resûlullah´ın sözü) olmadığı belirtilmiştir.[180]
ـ3587 ـ10ـ وعن أبي سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قال: مَنْ تَوَضّأ فقَالَ: سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ أسْتَغْفِرُكَ وَأتُوبُ إلَيْكَ. كُتِبَ في رَقٍّ، ثُمَّ طُبِعَ بِطَابِعٍ، ثُمَّ رُفِعَ تَحْتَ الْعَرْشِ فَلَمْ يُكْسَرْ إلى يَوْمِ الْقِيَامَةِ[. أخرجه رزين .
10. (3587)- Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim abdest alıp: “Sübhâneke Allahümme ve bihamdike estağfiruke ve etûbu ileyke. (Rabbim seni tenzîh ederim, Allah´ım hamdim sanadır, senden bağışlanmak isterim, tevbem de sanadır)” derse, bu bir kâğıda yazılır, sonra bir mühür üzerine nakşedilir, sonra da Arş´ın altına kaldırılır ve Kıyamete kadar (mühür) kırılmaz.”[181]
İKİNCİ FASIL
ABDESTİN SIFATI
ـ3588 ـ1ـ عن حمران مولى عثمان: ]أنَّ عُثْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه دَعَا بِمَاءٍ فَأفْرَغَ عَلى كَفيْهِ ثََثَ مَرَّاتٍ فَغَسَلَهُمَا، ثُمَّ ادْخَلَ يَمِينَهُ في ا“نَاءِ فَمَضْمَضَ واسْتَنْثَرَ، ثُمَّ غَسَلَ وَجْهَهُ ثََثاً وَيَدَيْهِ إلى المِرْفَقَيْنِ ثَثَ مَرَّاتٍ، ثُمَّ مَسَحَ بِرَأسِهِ، ثُمَّ غَسَلَ رِجْلَيْهِ ثََثَ مَرَّاتٍ إلى الكَعْبَيْنِ، ثُمَّ قالَ: رَأيْتُ رسولَ اللّهِ # تَوَضَّأ نَحْوَ وُضُوئِى هذَا، ثُمَّ قَالَ: مَنْ تَوَضّأ نَحْوَ وُضُوئِى هذَا، ثُمَّ صَلّى رَكْعَتَيْنِ َ يُحَدِّثُ فِيهِمَا نَفْسَهُ غفِرَ لَهُ مَا تَقَدّمَ مِنْ ذَنْبِهِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي، وهذا لفظ الشيخين .
1. (3588)- Humrân Mevlâ Osman anlatıyor: “Hz. Osman (radıyallahu anh) su istemişti. (Getirdim. Aldı ve) üç kere ellerine dökerek yıkadı. Sonra sağ elini kaba sokup mazmaza ve istinşakta bulundu (ağzına ve burnuna su alıp yıkadı). Sonra üç kere yüzünü, arkasından da dirseklerine kadar üç kere ellerini yıkadı. Sonra başına meshetti, sonra da topuklarına kadar ayaklarını üçer sefer yıkadı ve:
“Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı, şu abdestim gibi abdest alırken gördüm” dedi. Abdesti bitince de şöyle demişti:
“Kim şu abdestim gibi abdest alır, arkasından iki rek´at namaz kılar ve namazda kendi kendine (dünyevî bir şey) konuşmazsa geçmiş günahları affedilir.”[182]
AÇIKLAMA:
Hattâbî, kişinin namazda nefsine konuşmasını vesvese olarak değerlendirir. Öyle ise nefsine konuşmaması, imkân nisbetinde vesveseye yer vermemesidir. Bâzı âlimler, “kendi kendine konuşma”yı, kişinin namazda irâdî olarak namazın edebine yakışmayacak dünyevî şeyler düşünmesi, zihnini böyle şeylerle meşgul etmesi olarak yorumlar. Esâsen, irâdî olmaksızın zihinden geçen hâtırât bu ümmetten affedilmiştir, onların sorumluluğu yoktur. Şu halde irâdî olarak namaz edebine uygun hâlâtın muhâfazasına çalışılacaktır. O vakit hadiste vaadedilen feyze mazhar olunur inşaallah.[183]
ـ3589 ـ2ـ ولمسلم في أخرى عن ابن أبي مليكة قال: ]سُئِلَ عُثْمَانُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه عَنِ الوُضُوءِ فَدَعَا بِمَاءٍ فَأُتِىَ بِمِيضأةٍ، فَأصْغَى عَلى يَدِهِ الْيُمْنِى، ثُمَّ أدْخَلَهَا في ا“نَاءِ فَمَضْمَضَ ثََثاً، وَاسْتَنْثَرَ ثََثاً، وَذَكَرُ نَحْو مَا تَقَدّمَ، وَفِيهِ: ثُمَّ أدْخَلَ يَدَهُ فَأخَذَ مَاءً فَمَسَحَ رَأسَهُ وَأُذُنَيْهِ فَغَسَلَ بُطُونَهُمَا وظُهُورَهُمَا مَرَّةً وَاحِدَةً[ .
2. (3589)- Ebû Dâvud´un İbnu Müleyke´den kaydettiği bir başka rivayette şöyle gelmiştir: “Hz. Osman (radıyallahu anh)´tan abdest hakkında (nasıl alınacağı) sorulmuştu. Hemen su istedi ve derhal bir abdest kabı getirildi. Kaptan önce sağ eli üzerine su döktü (ve onu yıkadı), sonra sağ elini kaba batırdı, üç kere mazmaza, üç kere istinşakta bulundu… [önceki hadiste geçtiği üzere zikretti. Hadiste şu ziyâde var]: “Sonra elini daldırıp su aldı ve başına, kulaklarına meshetti, kulaklarının iç ve dışlarını birer kere meshetti.”[184]
ـ3590 ـ3ـ وله في أخرى: ]فَأفْرَغَ بِيَدِهِ الْيُمْنَى عَلى الْيُسْرَى، ثُمَّ غَسَلَهُمَا إلى الْكُوعَيْنِ[. وله في أخرى: »وَمَسَحَ رَأسَهُ ثَثاً« .
3. (3590)- Yine Ebû Dâvud´un bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: “Sağ eliyle sol eli üzerine su döktü, sonra her ikisini de bileklere kadar yıkadı.”[185]
Yine Ebû Dâvud´un bir diğer rivayetinde “Başını üç kere meshetti” denmiştir.[186]
AÇIKLAMA:
1- 3589 numaralı hadis´i Teysîr müellifi Müslim´in rivayeti olarak göstermektedir. Ancak gerek tercümede gerekse kaynak kısmında gösterdiğimiz üzere rivayet Ebû Dâvud´dadır, Müslim´de değil. Bu bir zühuldür.
2- Yine 3589 numaralı hadisin sonunda kulağını meshetti ifadesinin Arabî aslı, kulağını yıkadı şeklinde ifade edilmiştir. Ancak, şârihlerinde anladığı üzere mesh olarak anlamak gereklidir. Abdestte kulağın yıkanması mevzubahis değildir.
3- 3590 numarada kaydedilen “Başını üç sefer meshetti” ifadesi Hz. Osman´ın abdest tarzının bir ihtisarıdır. Yani diğer uzuvları nasıl yıkadığını anlatmıyor, zira bu bilinmektedir. Ancak başı üç sefer meshetmesi değişik bir tarz. Bu sebeple sadece onun farklı yönünü zikretmiş olmakta. Böylece başa da birkaç sefer ıslak elle değmenin bir mahzuru olmadığı anlaşılmaktadır.[187]
ـ3591 ـ4ـ وعن عبد خير قال: ]أتَانَا عَلِيٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه وقَدْ صَلّى فَدَعَا بِطَهُورٍ، فَقُلْنَا: مَا يَصْنَعُ بِالطَّهُورِ وَقَدْ صَلّى؟ مَا يُرِيدُ إَّ لِيُعَلِّمَنَا، فَأتِىَ بِإنَاءِ فِيهِ مَاءٌ وَطَسْتٌ، فَأفْرَغَ مِنَ ا“نَاءِ عَلى يَمِينِهِ فَغَسَلَ يَدَيْهِ ثََثاً، ثُمَّ تَمَضْمَضَ وَاسْتَنْشَقَ ثَثاً، فَمَضْمَضَ وَنَثَرَ مِنَ الكَفِّ الَّذِى يَأخُذُ فِيهِ، ثُمَّ غَسَلَ وَجْهَهُ ثَثاً، وَغَسَلَ يَدَهُ الْيُمْنى ثَثاً، وَغَسَلَ يَدَهُ الشِّمَالَ ثَثاً، ثُمَّ جَعَلَ يَدَهُ في ا“نَاءِ فَمَسَحَ بِرَأسِهِ مَرَّةً وَاحِدَةً، ثُمَّ غَسَلَ رِجْلَهُ الْيُمْنى ثَثاً، وَرِجْلَهُ الْيُسْرى ثَثاً، ثُمَّ قال: مَنْ سَرَّهُ أنْ يَعْلَمَ وُضُوءَ رَسولِ اللّهِ # فَهُوَ هذَا[. أخرجه أصحاب السنن، واللفظ ‘بي داود والنسائي .
4. (3591)- Abdu Hayr anlatıyor: “Hz.Ali (radıyallahu anh) bize geldi ve namaz kıldı. (Namazdan sonra abdest) suyu istedi.
“Suyu ne yapacak, namazı kıldı ya! Herhalde bize öğretmek istiyor!” dedik. İçinde su olan bir kapla bir leğen getirildi. Kaptan sağ eline su döktü. Üç defa ellerini yıkadı. Sonra üç kere mazmaza ve istinşakta bulundu. Mazmaza ve istinşakı su aldığı eliyle yaptı. Sonra üç kere yüzünü yıkadı, sağ elini üç kere yıkadı, üç kere sol elini yıkadı. Sonra elini kaba batırdı, bir kere başını meshetti. Sonra üç kere sağ ayağını yıkadı, üç kere sol ayağını yıkadı. Sonra: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın abdestini bilmek kimin hoşuna giderse, işte o böyledir!” dedi.”[188]
ـ3592 ـ5ـ وفي أخرى للنسائى: ]فَمَسَحَ بِرَأسِهِ، وَأشَارَ شُعْبَةُ مَرَّةً مِنْ نَاصِيَتِهِ إلى مُؤخَّرِ رَأسِهِ، ثُمَّ قالَ: َ أدْرِى أرَدَّهُمَا أمْ َ[ .
5. (3592)- Nesâî´nin bir diğer rivayeti şöyledir: “…Başını meshetti.” -Şu´be, bir defasında alnından başının gerisine kadar (eliyle) işaret etti- sonra dedi ki: “Ellerini tekrar geri getirip getirmediğini bilmiyorum.”[189]
ـ3593 ـ6ـ و‘بي داود في أخرى عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]دَخَلَ عَلَيَّ عَلِيٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، وَقَدْ أهْرَاقَ المَاءَ فَدَعَا بِوَضُوءِ فَأتَيْنَاهُ بِتَوْرٍ فِيهِ مَاءٌ، فقَالَ يَا ابنَ عَبَّاسٍ: أَ أُرِيكَ كَيْفَ كَانَ يَتَوضّأُ رَسولُ اللّهِ #؟ قُلْتُ: بَلَى. قَالَ: فَأصْغى ا“نَاءَ عَلى يَدَيْهِ فَغَسَلَهَا، ثُمَّ أدْخَلَ يَدَهُ الْيُمنى فَأفْرَغَ بِهَا عَلى ا‘خرى، ثُمَّ غَسَلَ كَفَيْهِ ثُمَّ تَمَضْمَضَ وَاسْتَنْثَرَ، ثُمَّ أدْخَلَ يَدَيْهِ في ا“نَاءِ جَمِيعاً فأخذَ بِهِمَا حَفْنَةً مِنْ مَاءٍ فَضَرَبَ بِهَا عَلى وَجْهِهِ، ثُمَّ ألْقََمَ إبْهَامَيْهِ مَا أقْبَلَ مِنْ أُذُنَيْهِ، ثُمَّ الثَّانِيَةَ، ثُمَّ الثَّالِثَةَ مِثْلَ ذلِكَ، ثُمَّ أخَذَ بِيَدِهِ الْيُمْنى قَبْضَةً مِنْ مَاءٍ فَصَبَّهَا عَلى نَاصِيتِهِ فَتَرَكَهَا تَسِيلُ عَلى وَجْهِهِ، ثُمَّ غَسَلَ ذِرَاعَيْهِ إلى المِرْفَقَيْنِ ثَثاً ثثاً، وَمَسَحَ رَأسَهُ وَظُهُورَ أُذُنَيْهِ، ثُمَّ أدْخَلَ يَدَيْهِ جَمِيعاً في ا“نَاءِ، فَأخذَ حَفْنَةً مِنْ مَاءٍ فَضَرَبَ بِهَا عَلى رِجْلِهِ، وَفِيهَا النَّعْلُ فَغََسَلَهَا بِهَا، ثُمَّ ا‘خْرَى مِثْلَ ذلِكَ. قالَ: قُلْتُ: وَفي النَّعْلَيْنِ؟ قالَ: وفي النّعْلَيْنِ[.وللنسائى في أخرى: »ثمّ تَمَضْمَضَ وَاسْتَنْشَقَ بِكَفِّ وَاحد ثَثَ مَرّاتٍ« .
6. (3593)- Ebû Dâvud´da, İbnu Abbâs´tan yapılan bir diğer rivayet şöyledir: “Ali (radıyallahu anh) yanıma girdi. Su dökmüş (küçük abdest bozmuş) idi. Abdest suyu istedi. İçinde su olan bir kap getirdik. Bana:
“Ey İbnu Abbâs! Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın nasıl abdest aldığını sana göstereyim mi “dedi. Ben de: “Evet göster!” dedim. Bunun üzerine su kabını elleri üzerine eğdi ve ellerini yıkadı. Sonra sağ elini kaba soktu, onunla diğeri üzerine su döktü, sonra iki avucunu yıkadı. Sonra mazmaza ve istinşakta bulundu. Sonra iki elini birden kaba soktu. İkisiyle birlikte su avuçlayıp yüzüne çarptı. Sonra başparmaklarını kulaklarının ön kısmına soktu. Sonra ikinci, üçüncü sefer aynı şeyleri tekrar etti. Sonra sağ eliyle bir avuç su aldı ve bunu alnına döktü ve yüzü üzerinde akmaya bıraktı. Sonra dirseklerine kadar kollarını üçer kere yıkadı. Başını ve kulaklarının arkasını meshetti. Sonra tekrar her iki elini beraberce kaba soktu. Bir avuç su alıp onu pabuç içinde olan (sağ) ayağına vurdu ve o su ile ayağını yıkadı. Sonra aynı muameleyi diğer ayağına, (sola) yaptı.”
(Abdullah el-Havlanî) der ki: “(İbnu Abbâs´a) sordum: “Ayaklar ayakkabı içinde olduğu halde mi ”
“Evet dedi, ayakkabı içinde olduğu halde.” Ben tekrar sordum:
“Ayakkabı içinde mi ”
“Evet! dedi, ayakkabı içinde!” Ben tekrar sordum: “Ayakkabı içinde mi ”
“Evet! dedi, ayakkabı içinde.”[190]
Nesâî´nin bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir. “…Sonra bir avuç su ile üçer defa mazmaza ve istinşakta bulundu.”[191]
AÇIKLAMA:
Hz. Ali (radıyallahu anh)´ın burada gördüğümüz abdest tarifinde bir-iki noktaya dikkat çekmemiz gerekmektedir:
1- Yüzü yıkarken, avuçlanan suyun yüze vurularak yüzün yıkanması esastır. Bu, müstehab addedilmiştir. Ancak, Şâfiî´lere göre, suyu yüze vurmamak abdestin mendublarından biridir.
2- Kulağın iç kısmı yâni yüze bakan kısmı yüzden sayılmakta ve yüzle birlikte yıkanmaktadır. Baş parmakların kulağa sokulmasının ma´nâsı budur. Ancak bu husus münakaşalıdır. Bâzı âlimler bu ibâreyi “baş parmağını kulakla favori arasında kalan tüysüz yere (beyazlığa) koydu” diye anlamıştır. Nitekim bu anlayışta olan Mâverdî, kulakla sakalın üst uzantısı arasındaki bu beyazlığı da yüzden saymıştır. Esasen Şâfiî mezhebinin kabulü de böyledir. İmam Mâlik: “Kulakla sakal arasında kalan beyazlık yüzden değil”der.
Keza kulağın dış kısmı da başla birlikte meshedilmelidir. Hasan İbnu Sâlih, Şa´bî, Zührî böyle hükmederler. Dâvud-u Zâhirî de kulakların yüzden olduğuna ve yıkanmaları gerektiğine hükmeder.
Geri kalan ülemâ, kulağı baştan kabul eder ve başla birlikte meshedilmesine hükmeder.
3- Yüzün yıkanmasından alna dördüncü sefer su dökülmesi, ülemânın icmaına aykırı bir durumdur. Bu, izahı zor bir müşkildir. Üç sefer yıkama sırasında su ulaşmayan bir yer kalmış olabilir, burayı tamamlamak üzere buna yer vermiş olabilir diye bir te´vile gidilmiştir. Bazı âlimler de: “Abdest alan kimseye yüzü yıkadıktan sonra alnına bir miktar su koyup akıtması müstehabtır” diye hükmetmiştir. Diğer taraftan Hz. Hasan´dan gelen bir rivayette, Resûlullah´ın abdestini alıp tamamladıktan sonra bir miktar suyu alnında, secde ettiği yere akıttığını belirtmiştir. Bu iki rivayet arasında farklılık var: Hz. Ali abdest esnasında yapmakta, Resûlullah ise abdesti tamamladıktan sonra.
4- Bu hadis, Hz. Ali´nin ayağında ayakkabı olduğu halde ayaklarını yıkadığını ifade etmektedir. Şârihler: Ayaklar her ne kadar ayakkabı içinde olsa da dökülen suyun ayakların altına da üstüne de ulaşmış olmasının mümkün olduğunu belirtirler ve delil olarak rivayette: “O su ile ayağını yıkadı” denmiş olmasını gösterirler.
Râfizîler bu hadisi esas alarak ayağın meshedilmesinin vacib olduğunu söylemiştir. Bazıları da, yine buna dayanarak: “Kişi muhayyerdir, dilerse yıkar, dilerse mesheder” demiştir. Ancak ulemâ: “Ayakların yıkanmasından bahseden bundan çok daha kuvvetli deliller varken bununla amel edilemez” demiş, ayrıca az yukarıda kaydettiğimiz üzere, bizzat rivayet, bu suyun ayağın altına ve üstüne ulaştığını ifade etmektedir. Ayrıca Hz. Ali´den gelen bir başka rivayette Hz. Ali “Bu, hades vâki olmayan (yani abdesti henüz bozulmamış olan) kimsenin abdestidir: هذا وُضُوءُُ مَنْ لَمْ يُحْدِثْ demiştir.
Ayakkabının içinde ayağın yıkanması ve dolayısıyla bu hadiste “ayağın meshedilmesi”nin kastedilmediği hususu 3599 numaralı hadiste daha geniş olarak açıklanacaktır.
5- Hadisin sonunda Abdullah el-Havlanî´nin “Ayaklar ayakkabı içinde olduğu halde mi “diye üç kere sorması ayakkabının içinde ayak yıkama işinin hayret uyandırmasından ileri gelmiştir. Şunu da belirtelim ki, bazı şârihler soru sahibinin Abdullah el-Havlânî değil, İbnu Abbâs olduğunu ve soruyu cevaplayanın da İbnu Abbâs olmayıp Hz. Ali olduğunu söylemiştir (Allâhu a´lem).
6- Bu hadisin zayıf olduğu, başta Buhârî, olmak üzere bazı âlimlerce belirtilmiştir.[192]
ـ3594 ـ7ـ وعن عبداللّه بن زيد بن عاصم ا‘نصارى رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]وَقِيلَ لَهُ تَوَضّأ لَنَا وُضُوءَ رسولِ اللّهِ #، فَدَعَا بِإنَاءِ فَفَعَلَ نَحْوَ مَا تَقَدَّمَ، وَفِيهِ: فَمَسَحَ بِرَأسِهِ، فَأقْبَلَ بِيَدَيْهِ وَأدْبَرَ، بَدَأ بِمُقَدَّمِ رَأسِهِ، ثُمَّ ذَهَبَ بِهِمَا إلى قَفَاهُ ثُمَّ رَدَّهُمَا حَتَّى رَجَعَ إلى المَكَانِ الَّذِى بَدَأ مِنْهُ، ثُمَّ غَسَلَ رِجْلَيْهِ[. أخرجه الستة.وفي رواية لمسلم: »وَمَسَحَ بِرَأسِهِ ثَثاً« .
7. (3594)- Abdullah İbnu Zeyd İbni Âsım İbni´l-Ensârî (radıyallahu anh)´ın anlattığına göre, kendisine:
“Bizim için, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın abdestiyle bir abdest al (da görelim)!” diye talepte bulunuldu. O, hemen bir kap [su] isteyip, önceki hadiste anlatılan şekilde abdest aldı. Abdest alışını anlatan rivayette şu farklı açıklama var:
“Başını meshettikte ellerini (saçları üstünde) ileri ve geri doğru yürüttü. (Şöyle ki: Mesh ameliyesine) başın ön kısmından başladı ellerini enseye doğru götürdü. Sonra, başladığı yere kadar geri getirdi. Sonra ayaklarını yıkadı.”[193]
Müslim´in bir rivayetinde şöyle denmiştir: “Başını üç kere meshetti.”
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisi Buhârî “Başın tamamını meshetme” adını verdiği bir babta kaydeder. Her ne kadar Teysîr´e alınan vechinde başın tamamının meshini ifade eden sarih bir tabir yok ise de, bazı vecihlerinde ثُمَّ مَسَحَ رَأْسَهُ كَلَّهُ denilerek tamamının meshi ifade edilmiştir. Mamafih sadedinde olduğumuz vechinde meshe, başın ön kısmından “iki elle başlayıp enseye kadar gidilmesinin zikredilmesi, tamamının meshine delâlet etmektedir. Ayrıca âyet-i kerîmenin “Başlarınızı meshedin” (Mâide 6) diye mutlak emretmesi de meshin, başın tamamına şâmil olması hususunda bâzı âlimlere kanaat vermiştir. İmam Mâlik, İbnu Uleyye ve bir rivayette Ahmed İbnu Hanbel bunlardandır. İmam Şâfiî, “Âyetin, başın tamamını da, bir kısmını da kasdetme ihtimali vardır” der. Hadisten gelen delile dayanarak “bir kısmının kastedilme” ihtimalini tercih eder. Hanefî ülemâsı da “bir kısmın meshi”ni esas alır. Ancak “bu kısım”ın miktarı hususunda Şâfiî´ler ve Hanefîler farklı görüşlere ulaşırlar. Şâfiî´lere göre ıslak elle saçın tek teline dokunmak yeterlidir.Hanefîler başın dörtte birini kabul ederler.
2- Hadiste meshin önden arkaya mı, arkadan öne mi olacağı çok sarih değildir. Her iki ihtimali destekleyen yorumlar ve hatta rivayetler yapılmışsa da rivayetlerin mecmuundan önden arkaya doğru olma ihtimalinin daha kavî olduğu anlaşılmıştır. “Önden arkaya yapılır, sonra tekrar öne getirilir” diyenler iki ayrı görüşü birleştirmiş olurlar. Biz tercümeyi, bazı ilave kelimelerle önden arkaya anlaşılacak şekilde netleştirerek yaptık. Âlimlerin tahlillerini vermeyi gereksiz görüyoruz.[194]
ـ3595 ـ8ـ وللبخارى رحمه اللّه: ]أنَّ النّبىَّ # تَوَضّأ مَرَّتَيْنِ مَرَّتَيْنِ[.وفي رواية ‘بي داود عن المقدام »بن معدى كرب«: »ثُمَّ مَسَحَ بِرَأسِهِ وَأُذُنَيْهِ ظَاهِرِهِمَا وَبَاطِنِهِمَا«.وفي أخرى: »وَمَسَحَ بِأُذُنَيْهِ ظَاهِرِهِمَا وَبَاطِنِهِمَا، وَأدْخَلَ أصَابِعَهُ في صِمَاخِىْ أُذُنَيْهِ«.»وَالصِّمَاخُ«: ثقب ا‘ذن.
8. (3595)- Buhârî rahimehullah´ın bir rivayetinde şöyle denmiştir:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (abdest uzuvlarını) ikişer kere yıkayarak abdest aldı.”[195]
Ebû Dâvud´un bir rivayetinde, Mikdâm İbnu Ma´dikerb´den şu kaydedilir: “Sonra başını, içiyle ve dışıyla iki kulağını meshetti.”[196]
Yine, Ebû Dâvud´un bir başka rivayetinde şöyle denmiştir: “Kulaklarını içleriyle dışlarıyla meshetti, parmaklarını kulaklarının deliklerine soktu.”[197]
ـ3596 ـ9ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]جَاءَ أعْرَابِىٌّ إلى رسولِ اللّهِ # يَسْألُ عَنِ الْوُضُوءِ، فَأرَاهُ ثَثاً ثَثاً، ثُمَّ قالَ: هكذَا الوُضُوءُ، فَمَنْ زَادَ عَلى هذَا أسَاءَ وَتَعَدَّى وَظَلَمَ[. أخرجه أبو داود والنسائي، وهذا لفظه .
9. (3596)- Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir bedevi gelerek, abdestten sordu. Resûlullah ona uzuvların üçer kere yıkanmasını gösterdi. Sonra da:
“Abdest işte böyle alınır! Kim buna bir ziyâdede bulunursa, fena bir iş yapmış olur, haddi aşar ve zulmeder” buyurdu.”[198]
Bu metin Nesâî´ye aittir.
ـ3597 ـ10ـ وفي رواية أبي داود: ]ثُمَّ مَسَحَ بِرَأسِهِ، وَأدْخَلَ إصْبَعَيْهِ السَّبَّاحَتَيْنِ في أُذُنَيْهِ، وَمسَحَ بِإبْهَامَيْهِ عَلى ظَاهِر أُذُنَيْهِ، وَبِالسَّبَّاحَتَيْنِ بَاطِنَ أُذُنَيْهِ وفِيهَا: هكذَا الْوُضُوءُ، مَنْ زَادَ عَلى هذَا أوْ نَقَصَ فَقَدْ أسَاءَ وَظَلَمْ، أوْ ظَلَمَ وَأسَاءَ[ .
10. (3597)- Ebû Dâvud´un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “…Sonra başını meshetti. Şehadet parmaklarını kulaklarına soktu. Başparmaklarıyla kulaklarının dışlarını meshetti. Şehadet parmaklarıyla kulakların içini meshetti…” Rivâyetin sonunda şu ifade var:
“Abdest işte böyledir. Kim buna ziyadede bulunur veya bundan eksiltme yaparsa kötü bir iş yapmış ve zulmetmiş olur -yahut zulmetmiş ve kötü bir iş yapmış olur-“[199]
Nesâî´nin rivayetinde özetle şöyle denmiştir: “…Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir bedevi geldi ve ondan abdest hakkında sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdestin alınışını, uzuvları üçer sefer yıkayarak gösterdi, sonra şöyle söyledi: “Abdest işte böyledir. Kim buna ziyâdede bulunursa kötü bir iş yapmış, haddi aşmış ve de zulmetmiş olur.”[200]
ـ3598 ـ11ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]تَوَضّأ رسولُ اللّهِ # مَرّةً مَرّةً[. أخرجه البخاري، وهذا لفظه، وأبو داود والنسائي .
11. (3598)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) uzuvlarını birer kere yıkayarak abdest aldı.”[201]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayetler, Resûlullah´ın abdesti farklı şekillerde aldığını göstermektedir: Bazan uzuvları üçer sefer yıkamış, bazan ikişer, bazan da birer. İçinde bulunduğu şartların bunda tesiri olduğu muhakkak. Ancak, abdest uzuvlarının yıkanmasında kesin bir standart olmadığını ve dolayısıyle üçer, ikişer ve hatta birer kere yıkamanın câiz olduğunu göstermek için, rivayetlerde görüldüğü üzere, farklı şekillerde abdest almıştır. Gerçi bu şerî cevazı, Aleyhissalâtu vesselâm şifâhî olarak da duyurabilirdi, ama fiilen göstermenin ayrı bir müessiriyeti var. Suyun az, vaktin dar olduğu bazı şartlarda, Resûlullah´ın bu sünnetine, şeriatımızın bu ruhsatına müslümanlar her zaman mürâcaat edebilirler.
2- Abdestin nasıl alınacağını soran bedeviye Resûlullah´ın cevabı şifahî olmayıp fiilî olması, yâni Aleyhissalâtu vesselâm´ın abdest alarak bizzat göstermesi, öğretmede imkân nisbetinde göze hitabetmenin müessiriyetine bir işarettir. Nazarî bilgiye nazaran pratik ve amelî müşâhede metodu, hem öğretme kolaylığı ve hem de tesirli olma avantajı taşımaktadır. Öğretimde imkân nisbetinde bu yoldan istifade edilmelidir.[202]
ـ3599 ـ12ـ وفي رواية أبي داود عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]أتُحِبُّونَ أنْ أُرِيكُمْ كَيْفَ كَانَ رسولُ اللّهِ # يَتَوضّأ، فدَعَا بإنَاءِ فِيهِ ماءٌ فَاغْتَرَفَ غَرْفَةً بِيَدِهِ الْيُمْنى فَتَمَضْمَضَ وَاسْتَنْشَقَ، ثُمَّ أخَذَ أُخْرى فَجَمَعَ بِهَا يَديْهِ، ثُمَّ غَسَلَ وَجْهَهُ ثُمّ أخذ اُخْرَى فَغسَلَ بِهَا يَدَهُ الْيُمْنى، ثُمّ أخَذَ أُخْرى فَغَسلَ بِهَا يَدَهُ
الْيُسْرَى، ثُمّ قَبَضَ قَبْضَةَ مِنَ المَاءِ، ثُمّ نَفَضَ يَدَهُ، ثُمّ مَسَحَ رَأسَهُ وَأُذُنَيْهِ، ثُمّ قَبَضَ قَبْضَةً أُخْرى مِنَ المَاءِ فَرَشّ عَلى رِجْلِهِ الْيُمْنى وَفِيهَا النّعْلُ، ثُمَّ مَسَحَهَا بِيَدَيْهِ، يَدٌ فَوْقَ الْقَدْمِ، وََيَدٌ تَحْتَ النّعْلِ، ثُمّ صَنَعَ بِالْيُسْرى مِثْلَ ذلِكَ[ .
12. (3599)- Ebû Dâvud´un bir rivayetinde İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) şöyle der: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın nasıl abdest aldığını size göstermemi ister misiniz ”
İçinde su olan bir kab istedi, sağ eliyle bir avuç su aldı, mazmaza ve istinşak yaptı, sonra bir avuç daha aldı, bununla iki elini birleştirip (iki eliyle) yüzünü yıkadı. Sonra bir avuç daha aldı bununla sağ elini yıkadı. Sonra bir avuç daha aldı, bununla sol elini yıkadı. Sonra bir avuç su daha aldı, sonra elini çırptı, sonra başını ve kulaklarını meshetti. Sonra bir kabza su daha aldı sağ ayağının üzerine serpti, ayağından nalın olduğu halde, sonra onu iki eliyle meshetti, elin biri ayağın üstünde, diğeri de nalının altında. Sonra aynı şeyi sol ayağa yaptı.”[203]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, abdest uzuvlarının birer avuç su ile yıkanışına örnek olmaktadır. Mazmaza ve istinşakta, her ikisi için bir avuç su kullanılmıştır.
2- Burada, nalın içinde olan ayağına bir avuç su dökmesi, ayağın alt kısmını yıkamadığı ma´nâsına alınmamıştır. İbnu Hacer: “İki eliyle meshetti demek, suyun ayağın tamamını ihata etmesini kolaylaştırmaktır” der. Nitekim Buhârî, “Nalın İçindeki Ayakların Yıkanması” diye isimlendirdiği babta, Abdullah İbnu Ömer´in bu mevzuyu aydınlatan bir rivayetini kaydeder. Buna göre, Aleyhissalâtu vesselâm, tüysüz nalınlar giymekte ve onlar ayağında olduğu halde (yani nalınlarını ayağından çıkarmadan) abdest almakta ve ayaklarını da öylece yıkamaktadır.
Buradaki meshetti tabirini, şârihler delketti yani ovdu diye anlarlar. Şu halde, suyun ayağın tamamına ulaşması için eliyle yardımcı olmuştur.
3593 numaralı hadiste de belirtildiği gibi bu hadis, bazı izahlara tabi tutulmuşsa da sahih rivayetlere muhalefeti sebebiyle şazz ve dolayısıyla amel edilemeyecek kadar zayıf addedilmiştir.[204]
ـ3600 ـ13ـ وفي أخرى ‘بي داود والترمذي عن الرّبيع بنت معوذ بن عفران رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]فَغَسَلَ كَفَّيْهِ ثَثاً، ووَضّأ وَجْهَهُ ثَثاً، ومَضْمَضَ وَاسْتَنْشَقَ مَرّةً،
وَوَضّأ يَدَيْهِ ثَثاً ثثاً، وَمَسَحَ بِرَأسِهِ مَرَّتَيْنِ بَدَأ بِمُؤَخَّرٍ رَأسِهِ، ثُمَّ بِمُقَدَّمِهِ، وَبِأذُنَيْهِ كِلْتَيْهِمَا، ظُهُورِهِمَا وَبُطُونِهِمَا، وَوَضَّأ رِجْلَيْهِ ثَثاً ثَثاً[ .
13. (3600)- Ebû Dâvud ve Tirmizî´nin bir başka rivayetinde Rübeyyi Bintu Muavvız İbni Afrâ (radıyallahu anhâ) der ki: “…avuçlarını üç kere yıkadı, yüzünü üç kere yıkadı, bir kere mazmaza ve istinşak yaptı. Ellerini üçer üçer yıkadı. Başını iki kere meshetti. Başının gerisinden başladı, sonra önünden. İki kulağını da (meshetti) içlerini de, dışlarını da. Ayaklarını da üçer üçer yıkadı.”[205]
ـ3601 ـ14ـ وفي أخرى: ]فَمَسَحَ الرَّأسَ كُلَّهُ مِنْ قَرْنِ الشَّعْرِ كُلَّ نَاحِيَةٍ لِمُنْصَبِّ الشَّعْرِ َ يُحَرِّكُ الشَّعْرَ عَنْ هَيْئَتِهِ[ .
14. (3601)- Bir diğer rivayette: “Başın tamamını meshetti. Bunu, başın tepesinden başlayıp saçın döküldüğü her tarafa ulaşacak şekilde saçın şeklini bozmadan icra etti” denmiştir.[206]
ـ3602 ـ15ـ وفي أخرى: ]فَمَسَحَ رَأسَهُ، وَمَسَحَ مَا أقْبَلَ مِنْهُ وَمَا أدْبَرَ، وَصُدْغَيْهِ وَأُذُنَيْهِ مَرَّةً وَاحِدَةً[. وفي أخرى: ]مَسَحَ بِرَأسِهِ مِنْ فَضْلِ مَاءٍ كَانَ في يَدِهِ[ .
15. (3602)- Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: “…Başını meshetti, başın öne gelen kısmını da, arkaya gelen kısmını da, şakaklarını da, kulaklarını da birer birer meshetti.”[207]
Bir diğer rivayette: “Elinde arta kalan su ile başını meshetti” denmiştir.[208]
AÇIKLAMA:
Kaydedilen son üç rivayet ve onların ilâveleri, Resûlullah´ın, abdesti değişik şekillerde aldığını göstermektedir. Bunların hepsi, abdest alma tarzında ruhsattır, kolaylıktır. Söz gelimi 3600´de, uzuvlar üçer kere yıkanırken, mazmaza ve istinşak birer kere, başın meshi geriden öne doğru olmak üzere iki kere yapılır. 3601´de meshin, başın tepe noktasından aşağıya doğru, saçın düzeni hiç bozulmayacak tarzda ve tamamını içine alacak şekilde yapıldığı; 3602´de başın tamamına şâmil bu meshin elde arta kalan ıslaklıkla yapıldığı, yeni bir su alma cihetine gidilmediği belirtilir.[209]
ـ3603 ـ16ـ وعن أبي أمامة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]تَوَضّأ رسولُ اللّهِ # فَغَسَلَ وَجْهَهُ ثَثاً، وَيَدَيْهِ ثَثاً، وَمَسَحَ رَأسَهُ ثَثاً وَقالَ: ا‘ذُنَانِ مِنَ الرَّأسِ[.قال حماد: أدرى ا‘ذنان من الرأس من قول أبي أمامة أم من قول رسولِ اللّهِ #؟ أخرجه أبو داود والترمذي وضعفه، وهذا لفظه.وعند أبي داود قال: »وَكَانَ يَمْسَحُ المَأقيْنِ: يَعْنِى الخُفَّيْنِ، وقالَ فِيهِ أيْضاً: ا‘ذُنَانِ مِنَ الرَّأسِ« .
16. (3603)- Ebû Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest aldı ve bunu, yüzünü üç, ellerini üç sefer yıkayarak, “Kulaklar baştandır” deyip başını da üç sefer meshederek yaptı.”
Hammâd der ki: “Birrivayette geçen “Kulaklar baştandır” ibaresi, Ebû Ümâme´nin sözü mü yoksa Resûlullah´ın sözü mü bilemiyorum.”[210]
Bu metin Tirmizî´nindir. Ebû Dâvud´da şu ifade de yer alır: “Göz pınarlarını da meshederdi.” O rivayette: “Kulaklar baştandır” da demiştir.[211]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet başın üç ayrı sefer meshedildiğni söylemekten başka “kulağın baştan sayıldığını” ifade etmektedir. Yani kulaklar yüzün devamı değil, başın bir parçasıdır. Bu tasrihin şu pratik neticesi var: Yüzden sayıldığı takdirde abdest sırasında yüzün tabi olduğu ahkâma tabi olması ve dolayısıyla “yıkanması” gerekir. Baştan sayılınca da başın tabi olduğu ahkâma yani meshe tâbi olması gerekir. Burada, “kulağın baştan olduğu” tasrih edilmiş, ancak bu ifade, râvilerden Ebû Ümâme´nin bir derci mi yoksa Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sözü mü olduğu hususunda şüphe edildiği belirtiliyor. Râvilerin zaman zaman hadislere açıklayıcı cümle ve kelimeleri rivayet sırasında ilâve ettiklerini usul bahislerinde görülür. Bu işe derc, bu çeşit hadislere de müdrec hadis denir. Burada olduğu gibi, derc ihtimali olan hadisler zayıf kabul edilmiştir.
2- Kulağın baştan mı, yüzden mi olduğu meselesi ihtilâflıdır. Umumiyetle baştan kabul edilir ve onların yıkanması değil, baş için ıslatılan aynı elle, bir defada başla birlikte meshi esas alınır. Bu sebeple, meshedilmeyecek olsalar abdestin bütünlüğüne halel gelmez, sâdece abdestin sünnetlerinden biri terkedilmiş olur. Kulağın baştan olduğu görüşü, Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve Ahmed İbnu Hanbel (radıyallahu anhüm)´ün müşterek tercihleridir. Resûlullah´ın ashabından ehl-i ilm´in çoğu, Süfyân-ı Sevrî, İbnu´l-Mübârek, İshak İbnu Râhûye gibi Tâbi´înden birçokları hep aynı görüşte olmuştur. Bâzı âlimler de: “Kulağın ön kısmı yüzden, arka kısmı baştandır” demiştir. İbnu Hacer, “Kulaklar baştandır” hadisinin sekiz ayrı rivayette geldiğini gösterdikten sonra, bu rivayetlerden her birinin, müstakil olarak değerlendirince zayıf olduklarına hükmedileceğini belirtir.
3- Hadiste yer verilen bir diğer husus göz pınarlarının meshedilmesidir. Göz pınarı diye tercüme ettiğimiz ma´k kelimesi lügatçiler açısından gözün burna yakın ucunu ifade eder. Ancak şârihler, gözün kulağa bakan ucunun da bu kelimeyle ifade edildiğine dikkat çekerler. Türkçemizde de bu her iki tarafı ayrı ayrı ifade edecek kesin kelimelerimiz yok. Sadece göz pınarı tabirimiz var, bu da yerine göre her iki ucu da ifâde etmek için kullanılabilmektedir. Bir de, göz ucuyla bakmak tâbirinde kullanılan göz ucuyla terkibimiz var ise de kullanılışta diğerinden kesin bir ayrılık taşımaz.
Tîbî, göz pınarlarının meshedilmesini, suyun oraları yıkamasında mübalağayı sağlamak içindir, çünkü göz, sürme vs. kalıntısından, çapakdan hâli olmaz. Bunlar akıp göz kenarlarında kururlar. Öyle ise bu çeşit katı maddelerin birikme yeri olan göz pınarlarının abdest sırasında hususi bir itinâ ile temizlenmesi gerekmektedir. Mezhebimize göre çapak lar, suyun alta geçmesine de mânidir. Hem abdest hem de gusül için bir kısım ciddi mahzurlara da sebep olabilirler. Öyleyse hadîs, bunların bertaraf edilmesi için göz pınarlarının meshedilmesini sünnet kılmıştır.[212]
ـ3604 ـ17ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أخْبَرَنِى عُمَرُ بنُ الخَطَّابِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه أنَّ رَجًُ جَاءَ إلى رَسُولِ اللّهِ # وَقَدْ تَوَضّأ وَتَرَكَ عَلى قَدَمَيْهِ مِثْلَ مَوْضِعِ الظُّفْرِ، فَقَالَ لَهُ رسولُ اللّهِ #: ارجِعْ فَأحْسِنِ الْوُضُوءَ. قالَ: فَرَجَعَ فَتَوَضّأ، ثُمَّ صَلّى[. أخرجه مسلم وأبو داود .
17. (3604)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallahu anh) şunu söyledi: “Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelmişti. Bunun abdest almış fakat ayaklarının üzerinde tırnak kadar bir yeri yıkamadan bırakmış olduğunu gördü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), adama derhal müdâhale etti:
“Git abdestini güzel kıl!” Adam gidip yeniden abdest aldı, sonra namazını kıldı.”[213]
ـ3605 ـ18ـ و‘بي داود في أخرى، عن بعض أصحاب رَسُولِ اللّهِ #: ]أنَّ النَّبىَّ
# رأى رَجًُ يُصَلّى في ظَهْرِ قَدَمِهِ لُمْعَةٌ قَدْرُ الدَّرْهَم لَمْ يُصِبْهَا المَاءُ فَأمَرَهُ أنْ يُعِيدَ الوُضُوءَ وَالصََّةَ[ .
18. (3605)- Ebû Dâvud´un bir diğer rivayetinde Resûlullah´ın ashabından biri şöyle anlatır: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ayağının sırtında dirhem büyüklüğünde bir kısma su değmemiş olduğu halde namaz kılmakta olduğunu görmüştü, derhal abdesti ve namazı iade etmesini emretti.”[214]
AÇIKLAMA:
Bu iki hadis, abdest sırasında cahillik veya dikkatsizlik sebebiyle yıkanması gereken yerlere suyun ulaşmaması halinde, o kuru kalan yer çok küçükde olsa, abdestin sahih olmayacağını gösterir. Ülemâ bunda ihtilâf etmez.
Ancak, eksikliğin tamamlanması için sadece o uzvun yıkanması yeterli mi, yoksa abdest yeniden alınmalı mı meselesinde ihtilâf edilmiştir. Ebû Hanîfe birinci hadisteki “…güzel kıl” emrini esas alarak, sadece o uzvun yıkanmasını yeterli bulur. “Güzel kıl” emri, eksiği tamamlamakla yerine gelir. Aleyhissalâtu vesselâm abdesti iade etmeyi emretmedi” der. Ebû Hanîfe, abdestte uzuvların peşpeşe yıkanmasını vâcib görmez. Ancak bir kısım âlimler uzuvların yıkanmasının peşpeşe olmasını vâcib görmüştür. Bunlar “Resûlullah sadece o uzvun yıkanmasını emretmedi, “Abdestini güzel yap!” dedi, yâni yeniden al dedi…” şeklinde te´vil yaparlar. Kadı İyaz bu görüştedir.
İmam Şâfiî, kavl-i cedidinde, âyet-i kerimede zikredilen emri esas almış: “Allah âzâların yıkanmasını farz kılmıştır. Kim onları yıkarsa emri yerine getirmiş olur. İster peş peşe yapsın, isterse araya fasıla koysun farketmez” demiştir. Buna İbnu Ömer´in bir tatbikatını delil göstermiştir: Buhârî, İbnu Ömer´in ayaklarını, diğer uzuvları kuruduktan sonra yıkadığını rivayet eder. İbnu´l-Müseyyib, Atâ ve bir grup fakihde böyle hükmetmiştir.
İmam Mâlik ve Rebî´a: “Kim bunu kasden yaparsa abdesti iâde eder. Kim de unutarak yaparsa bir şey gerekmez” derler. İmam Mâlik´ten: “A-radaki fâsıla yakınsa kalan uzvu yıkayarak abdestini tamamlar, fazla zaman geçmişse yeni baştan abdest alır” dediği de rivayet edilmiştir.
Katâde ve Evzâî: “Yıkananlar kurudu ise iâde eder” demişlerdir. Ancak kurumayı mi´yar almak gerektiğine dâir delil olmadığı belirtilmiştir. Tahâvî: “Abdest uzvunun kuruması abdesti bozan bir hades değildir, nitekim abdest uzuvlarının hepsinin kurumasıyla abdestin bozulduğuna hükmedilmez” demiştir.
Âlimler, bu münakaşayı yaparken, zayıf olması sebebiyle ikinci hadisi (3605) delil kılmazlar. Halbuki hadiste -ayaktaki kuruluk sebebiyle- hem abdestin hem de namazın “iadesi” sarih olarak emredilmektedir.[215]
ـ3606 ـ19ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]تَخَلَّفَ عَنَّا النَّبىُّ # في سَفْرَةٍ سَافَرْنَاهَا فَأدْرَكَنَا وَقَدْ أرْهَقَتْنَا الصََّةُ وَنَحْنُ نَتَوَضَّأُ، فَجَعَلْنَا نَمْسَحُ عَلى أرْجُلِنَا، فنَادَى بِأعْلَى صَوْتِهِ: وَيْلٌ لِ‘عْقَابِ مِنَ النَّارِ مَرَّتَيْنِ أوْ ثَثاً[. أخرجه الخمسة إ الترمذي، وهذا لفظ الشيخين .
19. (3606)- İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Beraber olduğumuz bir sefer sırasında, bir ara Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizden geride kaldı, sonra tekrar kavuştu. Bu sırada namaz vakti girmişti. Bizler de abdest alıyor, ayaklarımıza meshediyorduk. (Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)) yüksek sesle nidâ etti:
“Ökçelerin ateşte vay hâline!” Bunu iki veya üç kere tekrarladı.”[216]
ـ3607 ـ20ـ ولمسلم في أخرى: ]تَعَجَّلَ قَوْمٌ عِنْدَ الْعَصْرِ فَتَوضئُوا وَهُمْ عِجَالٌ فَانْتَهَيْنَا إلَيْهِمْ، وَأعْقَابُهُمْ تَلُوحُ لَمْ يَمَسَّهَا المَاءُ، فقَالَ النَّبىُّ #: وَيْلٌ لِ‘عْقَابِ مِنَ النَّارِ، أسْبِغُوا الْوُضُوءَ[ .
20. (3607)- Müslim´in bir diğer rivayetinde şöyle denir: “Halk ikindi namazı sırasında acele etti ve bir kısmı alelacele abdest aldı. Biz onlara ulaştık. Ökçelerine su değmemiş, parlıyordu. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
“Ökçelerin ateşte vay hâline! Abdesti tam alın!” buyurdular.”[217]
ـ3608 ـ21ـ قال الترمذي: ]وَقَدْ رُوِى عَنِ النَّبىِّ #: وَيْلٌ لِ‘عْقَابِ وِبُطُونِ ا‘قْدَامِ مِنَ النَّارِ[ .
21. (3608)- Tirmizî derki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan şöyle rivayet edildi:
“Ökçe ve ayak çukurlarının ateşte vay haline.”[218]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste abdest alırken, abdest uzuvlarının dikkatlice yıkanması, kuru, su değmemiş bir nokta bırakılmaması gerektiği ifâde edilmiştir. Âlimler, ökçe zikredilmiş olmakla birlikte bu hususta (yani iyi yıkanmamakta) ökçeye iştirak eden bütün abdest uzuvlarının aynı tehdide dahil olduğunu belirtirler. Ökçenin zikri onların kuru kalmış olmasının görülmesinden ileri gelir.
2- Ökçenin zikriyle ilgili olarak şunu da söyleyebiliriz: Resûlullah, abdest uzuvlarının yıkanmasında gösterilmesi gereken titizliğe, en ziyade ihmâle uğraması muhtemel olan uzvu nazara vererek dikkat çekmiştir. Yani, kolda veya yüzde kuru yer kalacak olsa kola da veyl, yüze de veyl olacaktır, fark yoktur.
3- Vay haline diye tercüme ettiğimiz veyl kelimesinin ma´nâsı hususunda şârihler ihtilâf eder. İbnu Hacer, en makbul görüşün “cehennemdeki bir vadinin adı” olduğunu söyler. İbnu Huzeyme der ki: “Eğer meshetmek, (ayaktaki hadesi bertaraf etmeye yönelik) gayeyi hâsıl etseydi ateşle korkutulmaması gerekirdi.” İbnu Huzeyme, bu sözüyle Şiilerin kitaplarında, bu mevzuda gelen muhalefete cevap vermiş olmaktadır. Onlar âyette gelen: “..Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi, -başlarınızı meshedip- topuk kemiklerine kadar ayaklarınızı yıkayın” (Mâide 6) âyetinin kıraatinin zahirini esas alıp (ayaklarınızı) lafzını (başlarınızı) kelimesine atfederek ayakların da baş gibi meshedileceğine hükmederler. Zamanımızda Sünnîler arasında enaniyeti kavî, ilmi sığ, Selefe saygı ve teslimiyeti zayıf veya hiç yok bazıları da bir nevi teşeyyü sirayetinin tezâhürü olarak, ayağa meshetmek suretiyle abdest alınacağı iddiasında bulunmaktadır. Halbuki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ ın ne şekilde abdest aldığını bildiren rivayetler mütevâtirdir. Çıplak ayağa mesh vermek diye bir mesele mevzubahis değildir. Gerçi 3599 numaralı hadiste ayakkabısını çıkarmadan ayağına su serpmek suretiyle ayağını yıkaması, mesh verme durumunu hatırlatmakta ise de, orada izahı yapıldığı üzere, ülemâ hem o rivâyeti zayıf addetmiş hem de, onun mesh ma´nâsına gelmiyeceğini göstermiştir.
O rivayetin ayağa mesh vermeyi ifade ettiğini kabul edecek olsak bile, sadedinde olduğumuz hadis, ökçedeki kuruluğa, daha önceki hadisler ayak üzerinde kalan dirhem büyüklüğündeki kuruluğa müsaade etmemektedir. Şu halde ortada bir teâruz var demektir. Deliller teâruz edince işimize geleni değil, objektif kıstaslarla kavî olanları, çoğunluk tarafından rivâyet edilenleri tercih etmek gerekmektedir. Ehl-i sünnet ulemâsı mütekaddim ve müteahhiriyle bu meselde ihtilaf etmemiş, “ayakların yıkanması” hususunda icma etmiştir. Ayaklara meshetmek yeterlidir iddiası, Resûlullah´ın “Sonradan ihdas edilenler bid´attir, bid´atler dalâlettir, dalâlet ise ateştedir” tehdidine giren bir durumdur. Cenâb-ı Hakk´tan ümmet-i merhûme´yi bu çeşit dalâletlere düşmekten korunmasını niyaz ederiz.
Bu mevzuyu İbnu Hacer şöyle özetler: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın abdestinin sıfatıyla ilgili mütevatir rivayetler O´nun ayaklarını yıkadığını gösterir. Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) Allah´ın emrini açıklamakla vazifelidir(mübeyyin). İbnu Huzeyme ve başkalarının Amr İbnu Abese´den rivayet ettikleri abdestin fazileti ile ilgili uzun bir hadiste şöyle denir: “…Sonra da, Allah´ın kendisine emrettiği şekilde ayaklarını yıkardı…” Bu meselede Ashab´ın hiçbirinden muhâlefet sabit değildir. Sadece Hz. Ali, İbnu Abbâs ve Hz.Enes (radıyallahu anhüm)´ün farklı görüşleri olmuştur. Ancak bilâhare onlar da görüşlerinden rücû etmişlerdir, bu husus da rivayetlerle sâbittir. Abdurrahman İbnu Ebî Leyla der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashab´ı ayakların yıkanmasında icma etmiştir.”
Şunu da ilâve etmede fayda var: Ayakların abdestte yıkanmaması İslâm´ın temel esprisine de zıt düşer. Zîrâ, abdest uzuvları içinde en ziyade kirlenmeye ve -vücudun ağırlığı yüklendiği için- çokça terleyip pis kokular neşretmeye en müsait olanı ayaktır. Abdest sırasında ayakların yıkanmayıp meshle geçiştirilmesi, mescidleri kısa zamanda girilmez hâle getirir. Halbuki abdestin gayesi temizliktir, pis kokuları asgariye düşürmektir. Abdest cemaat halinde kılınması esas olan namazlarda günde beş vakit bir araya gelecek olan insanları, birbirlerini rahatsız etmeyecek şartlara sokar. Ayağın yıkanmasının terki, bu gâyeyi önler. Zamanımızda, ayakların yıkanması esas olduğu halde, mescidlerde çoğu kere en ziyade rahatsızlık duyulan husus ayak kokusudur.
Sünnete, farza aykırı bir anlayışla ayaklara meshetmeyi müdafaa edenlerin dedikleri olduğu takdirde, bir müddet sonra câmilere ayakkabılarla girilmesini teklif etmeleri kaçınılmaz olacaktır, el-ıyazu billah!
4- Hadisten şu faideler de çıkarılmıştır:
* Câhil kendi hâline bırakılmaz, öğretilir.
* Menfi fiil inkâr edilirken ses yükseltilir.
* İyi anlaşılması için mesele tekrar edilir.[219]
ـ3609 ـ22ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّهُ سُئِلَ عَنِ المَسْحِ عَلى الْعِمَامَةِ فقَالَ: َ حَتَّى يُمْسَحَ الشَّعْرُ بِالْمَاءِ[. أخرجه مالك .
22. (3609)- Hz. Câbir (radıyallahu anh)´tan anlatıldığına göre, kendisine sarık üzerine meshetmekten sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
“Hayır, olmaz, su ile saça değilmelidir!”[220]
ـ3610 ـ23ـ وعن ثوبان رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]بَعَثَ رسولُ اللّهِ # سَرِيَّةً فَأصَابَهُمْ الْبَرْدُ، فَلَمَّا قَدِمُوا عَلى رسولِ اللّهِ # أمَرَهُمْ أنْ يَمْسَحُوا عَلى الْعَصَائِبِ وَالتَّسَاخِينَ[. أخرجه أبو داود .
»الْعَصَائِبُ«: العمائم ‘ن الرأس يعصب بها.و»التَّسَاخِينُ«: الخفاف واحد لها .
23. (3610)- Hz. Sevbân (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seriyye göndermişti. Askerler soğukla karşılaşıp üşüdüler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a döndükleri zaman, onlara sarıklarının ve mestlerinin üzerine meshetmelerini emretti.”[221]
ـ3611 ـ24ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَأيْتُ رَسولَ اللّهِ # يَتَوَضَّأُ وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ قِطْرِيَّةٌ فَأدْخَلَ يَدَهُ تَحْتَ الْعِمَامَةِ فَمَسَحَ بِمُقَدَّمِ رَأسِهِ وَلَمْ يَنْقُضِ الْعِمَامَةَ[. أخرجه أبو داود.»الِْقطْرىُّ«: ثوب أحمر له أعم، وفيه بعض الخشونة، وقيل البرود القطرية: حلل جياد تحمل من قبل البحرين. قال ا‘زهرى: وفي البحرين قرية يقال لها قطرية .
24. (3611)- Hz.Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı abdest alırken gördüm. Üzerinde çizgili kırmızı bir sarık vardı. Elini sarığın altına soktu, başının ön kısmını meshetti, sarığını çözmedi.”[222]
AÇIKLAMA:
1- Kaydettiğimiz bu üç rivayet, sarık üzerine meshetmekle ilgilidir. Bu mevzuda cevaz ifade eden ve etmeyen başka rivayetler de var. Bazıları sarığın üzerine meshetmenin caiz olduğunu söylemiştir. Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Enes (radıyallahu anhüm), Tâbiîn ve Etba´ut tâbiînden Evzâî, Ahmed İbnu Hanbel, İshâk İbnu Râhûye, Ebû Sevr gibi bazıları da sarığa meshin yeterli olacağını söylemiştir.
Sarık üzerine meshin yeterli olmayacağını söyleyenler de var: Ebû Hanîfe, Süfyân-ı Sevrî, İmam Mâlik, İbnu´l-Mubârek, Şâfiî gibi, cumhurun görüşü budur.
2- Hadiste geçen kıtrî, bir kumaş çeşididir. Sertçe, üzerinde bazı çizgi ve alâmetler olan kırmızı renkli bir kumaş. Bahreyn´de Kıtr denen bir karyede imâl edildiği için kıtrî denmiştir.
3- Hadisten hareketle kırmızı renkli kumaşın sarık olara kullanılabileceğine hükmedilmiştir. Ancak hadis zayıftır.
4- Abdest alma sırasında başta sarık kalabilir. Abdest alırken başlarındaki sarıklarını atan müvesvislere, hadis cevaz hususunda delildir.[223]
ـ3612 ـ25ـ وعن ثابت بن أبي صفية قال: ]قُلْتُ ‘بي جَعْفَرٍ وَهُوَ مُحَمَّدٌ الْبَاقِرُ: حَدَّثََكَ جَابِرٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه أنَّ النَّبىَّ # تَوَضَّأ مَرَّةً مَرَّةً، وَمَرَّتَيْنِ مَرَّتَيْنِ، وَثثاً ثثاً؟ قالَ: نَعَمْ[.وفي رواية: »مَرَّةً مَرَّةً. قال: نَعَمْ« أخرجه الترمذي .
25. (3612)- Sâbit İbnu Ebî Safiyye anlatıyor: “Ebû Cafer´e -ki Muhammed el-Bâkır´dır- dedim ki: “Hz. Câbir (radıyallahu anh), sana Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın uzuvlarını birer birer, ikişer ikişer ve üçer üçer yıkayarak abdest aldığını söyledi mi ”
Bu soruma: “Evet!” diye cevap verdi.”
Bir rivayette de: “Birer birer yıkayarak abdest aldı mı “diye sordum; “Evet!” diye cevap verdi” şeklinde gelmiştir.[224]
ـ3613 ـ26ـ وعن عبداللّه بن زيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النَّبىَّ # تَوَضّأ مَرَّتَيْنِ مرَّتَيْنِ، وقالَ: هُوَ نُورٌ عَلى نُورٍ[ .
26. (3613)- Abdullah İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ikişer ikişer yıkayarak abdest aldı ve: “Bu, nur üzerine nurdur” buyurdu.”[225]
ـ3614 ـ27ـ وعن عثمان رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسولَ اللّهِ # تَوََضّأ ثَثاً ثَثاً، وَقالَ: هذَا وُضُوئِى وَوُضُوءُ ا‘نْبِيَاءِ مِنْ قَبْلِى، وَوُضُوءُ إبْرَاهِىمَ عَلَيْهِ السََّمُ[. أخرجهما ريزن .
27. (3614)- Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), uzuvlarını üçer üçer yıkayarak abdest aldı ve şöyle buyurdu:
“Bu benim ve benden önceki diğer peygamberlerin ve İbrahim aleyhisselâm´ın abdestidir.”[226]
AÇIKLAMA:
Buraya kaydettiğimiz üç rivayet Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın farklı zamanlarda abdest uzuvlarını birer, ikişer, üçer kere yıkayarak abdest aldığını ifade etmektedir. Hatta bazı rivayetler, bazı uzuvlarını üç yıkarken, diğer bazılarını iki ve bir yıkayarak karma bir şekilde abdest aldığını göstermektedir.[227]
ÜÇÜNCÜ FASIL
ABDESTİN SÜNNETLERİ
(Bunlar dokuzdur)
BİRİNCİ SÜNNET:
MİSVAK
ـ3615 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَوَْ أنْ أشُقَّ عَلى أُمَّتِى ‘مَرْتُهُمْ بِالسِّوَاكِ عِنْدَ كُلِّ صََةٍ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين.وفي رواية مالك: »مَعَ كُلِّ وُضُوءِ« .
1. (3615)- Ebû Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Eğer ümmetim üzerine zahmet vermeyecek olsaydım, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim.”[228]
Bu metin Sahiheyn´in metnidir.
Muvatta´nın rivâyetinde: “…her abdestte.” denmiştir.[229]
ـ3616 ـ2ـ و‘بي داود والترمذي عن زيد بن خالد الجهنى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّهِ # يَقُولُ: لَوَْ أنْ أشُقَّ عَلى أُمَّتِى ‘مَرْتُهُمْ بِالسِّوَاكِ عِنْدَ كُلِّ صََةٍ، وَ‘خَّرْتُ صََةَ الْعِشَاءِ إلى ثُلُثِ اللَّيْلِ[ .
2. (3616)- Ebû Dâvud ve Tirmizî´nin Zeyd İbnu Hâlil el-Cühenî (radıyallahu anh)´tan kaydettikleri rivâyet şöyledir:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şöyle söylediğini işittim: “Ümmetime zahmet vermeyecek olsam, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim ve yatsı namazını da gecenin üçte birine kadar te´hir ederdim.”[230]
ـ3617 ـ3ـ زاد الترمذي قال: ]فَكَانَ زَيْدُ بنُ خَالِد يَشْهَدُ الصََّةَ وَسِوَاكُهُ عَلى أُذُنِهِ مَوْضِعَ الْقَلَمِ مِنْ أُذُنِ الْكَاتِبِ َ يَقُومُ إلى الصََّةِ إَّ اسْتَنَّ، ثُمَّ يَرُدُّهُ إلى مَوْضِعِهِ[ .
3. (3617)- Tirmizî şu ziyâdede bulundu: “Zeyd İbnu Hâlid, namaza geldiği zaman misvağı kulağının üstünde olurdu, tıpkı kâtibin, kulağı üstündeki kalemi gibi. Misvaklanmadan namaza durmazdı. Misvaklandıktan sonra yine yerine koyardı.”[231]
ـ3618 ـ4ـ وعن حذيفة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رسولُ اللّهِ # إذَا قَامَ مِنَ اللَّيْلِ يَشُوصُ فَاهُ بِالسِّوَاكِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي.وهذا لفظ الشيخين »يَشُوصَُ«: أى يدلك .
4. (3618)- Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) gece (namaza) kalktığı vakit ağzını misvakla ovalardı.”[232]
ـ3619 ـ5ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كانَ رَسُولُ اللّه # يُوضَعُ لَهُ وَضُوؤُهُ وَسِوَاكُهُ، فإذَا قَامَ مِنَ اللَّيْلِ تَخَلَّى، ثُمَّ اسْتَاكَ[ .
5. (3619)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın abdest suyu ve misvâkı (akşamdan hazırlanıp yanına) konulurdu. Gece kalkınca abdest bozar, sonra misvaklanırdı.”[233]
ـ3620 ـ6ـ وفي أخرى: ]كَانَ َ يَرْقُدُ مِنْ لَيْلٍ وََ نَهَارٍ فَيَسْتَيْقِظُ إَّ تَسَوّكَ قَبْلَ أنْ يَتَوضَّأَ[. أخرجه مسلم وأبو داود، واللفظ له والنسائي .
7. (3621)- Yine Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Misvak ağız için temizlik vasıtasıdır. Rab Teâlâ için de rıza vesîlesidir.”[234]
ـ3622 ـ8ـ وعن أبي موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَيْتُ رسولَ اللّهِ #، وَهُوَ يَسْتَنُّ بِسِوَاكٍ في يَدِهِ يَقُولُ: اعْ اعْ، وَالسِّوَاكُ في فِيهِ كَأنَّهُ يَتَهَوّعُ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي، وهذا لفظ البخاري. »التَّهَوُّعُ«: التقيؤ .
8. (3622)- Hz. Ebû Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a uğramıştım. Elindeki bir misvakla dişlerini misvaklıyordu ve ü, ü diye bir ses çıkarıyordu, misvak ağzındaydı, sanki kusuyor gibiydi.”[235]
ـ3623 ـ9ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنّ النَّبىَّ # قالَ: أرَانى في المَنَامِ أسْتَاكُ بِسِوَاكٍ، فَجَاءَنِى رَجَُنِ أحَدُهُمَا أكْبَرُ مِنَ اخَرَ فَنَاوَلْتُ ا‘صْغَرَ مِنْهُمَا، فَقيلَ لِى: كَبِّرْ، فَدَفَعْتُهُ إلى ا‘كْبَرِ مَنْهُمَا[. أخرجه الشيخان .
9. (3623)- İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Rüyamda gördüm ki, bir misvakla dişlerimi misvaklıyorum. İki kişi yanıma geldi, biri diğerinden büyüktü. Elimdeki misvakı onlardan küçük olana uzattım. Bana: “(Büyüğü) büyükle!” dendi. Bunun üzerine misvağı büyük olana verdim.”[236]
ـ3624 ـ10ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ رسولُ اللّهِ # يُعْطِىنِى السِّوَاكَ ‘غْسِلَهُ فأبْدَأُ بِهِ فأسْتَاكَ، ثُمَّ أغْسِلَهُ فأدْفَعُهُ إلَيْهِ[. أخرجه أبو داود .
10. (3624)- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana misvağını yıkamam için verirdi. (Teberrük için, yıkamazdan) önce kendim kullanırdım, sonra yıkayıp ona verirdim”[237]
AÇIKLAMA:
1- Beden temizliğinde Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm)´ın ehemmiyet verdiği hususlardan biri de diş temizliğidir. Sünnete göre, dişleri temizlemenin en pratik ve en müessir vâsıtası misvaktır. Sünnete uygun olan misvâk, erâk ağacından yapılan çubuklardan ibârettir; ince lifleri, kendine has kokusu vardır. Kullanılacak çubuğun müstehab şekli şöyledir. Kullanan kişinin serçe parmağı kalınlığında, karışı uzunluğunda ve kuru olmalıdır. Ucu suda ıslatılınca yumuşar.
Su değmeden dişlere vurulur, sürtme işi yukarıdan aşağı değil enlemesine yapılır. Sadece dişlere değil, diş etlerine, dile ve hatta damağa da misvak yapılır, üç su verilir. Hadîsler, misvaklarken, çubuğun sertçe kullanılmasını tavsiye eder. Müstehab olan her abdest alışta, yatarken, yataktan kalkınca kullanılmasıdır. Misvaktan gâye sadece dişlerdeki kırıntıların, artıkların temizliği değildir.
2- Âlimler misvakın pek çok faydasını sayarlar. Bazılarını şöyle hatırlatabiliriz:
* Resûlullah´ın mühim bir sünneti yerine gelmiş olur.
* Allah´ın rızasına vesîledir.
* Ağız temizliğini sağlar.
* Dişleri parlatır, diş etlerini kırmızı kılar.
* Ağız sağlığını sağlar, ağız kokusunu giderir.
* Dişlerin sağlamlığını artırır, diş taşlarını önler.
* Diş etlerini kuvvetlendirir.
* Diş çürümelerini önler.
* Zekâyı artırır.
* Sesi güzelleştirir, konuşmayı kolaylaştırır.
* Göze kuvvet verir.
* Son nefeste kelime-i şehâdeti hatırlattırır.
* İhtiyarlığı geciktirir.
* Mideyi takviye edip, mide hastalıklarını önler.
* Hazmın kolaylaşmasını sağlar.
* Can çekişmeyi kolaylaştırır.
* Bedenin rutubetini keser.
* Sevabı artırarak ömrü bereketli kılar.
Pek çok hastalığın sindirim sistemi ve bilhassa mideden kaynaklandığı göz önüne alınınca mide sağlınığına fevkalâde te´sir edecek olan ağız temizliği ve onun yegane vâsıtası misvakın faydaları saymakla bitmez. Sadece “Mideyi takviye etmesi´nin hâsıl edeceği neticeler bütün organlarımıza, dolayısıyla hayatımızın seyrine müessirdir.
3- Resûlullah misvakın olmadığı durumlarda parmakla da olsa dişlerin ovulmasını tavsiye etmiştir. Fakihlerimiz, erâk ağacından yapılanı sünnete muvafık bulur ise de başkaca sert ağaçtan da misvak yapılabileceğini söylemiş ve hatta bezle de dişlerin ovulabileceğini belirtmiştir. Bazı yörelerimizde geven kökünden bile misvak yapılmaktadır. Erâk ağacından yapılanın yerini tutmasa da naylon fırçalar da kullanılabilir. Şu halde dinimiz diş temizliğini esas almış olmakta, bunun en güzel vasıtasının da erâk ağacından imâl edilen misvakın olduğunu söylemekte, fakat “illa da bu ağaçtan mamul olanla” diye bir ısrarda bulunmamaktadır. Dindar doktorlarımızın tavsiye ve rehberliğinde imkânımız dâhilinde olan vâsıtalarla behemahal dişlerimizi temiz tutmalıyız.
Resûlullah´tan ağız temizliği ile alakalı olarak kitaplarımızın kaydettiği bazı tavsiyeler:
“Ağızlarınız Kur´an yoludur, onları misvak ile temizleyin.”
“Misvak kullandıktan sonra kılınan bir namaz, misvak kullanmadan kılınan namazdan sevab yönüyle yetmişbeş kat üstündür.”
“Niye sararmış dişlerinizle yanıma giriyorsunuz Dişlerinizi misvaklayın.”
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) gece gündüz, mukim ve sefer halinde misvak kullanmayı hiç ihmâl etmemiştir. Buhârî´nin bir rivayeti, ölüm döşeğinde iken bile misvakı ihmâl etmediğini belirtir. Ashab-ı Kiram da misvaka gereken ehemmiyeti vermiştir. Rivâyetler, kulaklarının arkasında misvak taşıdıkları halde yola çıktıklarını belirtir.
4- Aynî, misvakın sünnet-i müekkede olduğunu, mendubiyeti husûsunda icmâ vâki olduğunu; Evzâî”nin: “O, abdestin yarısıdır” dediğini kaydeder.
5- Misvak hususunda ulemânın ihtilafı var: Bu neyin sünnetidir
* Bazıları, “Abdestin sünnetidir” demiştir.
* Bazıları, “Namazın sünnetidir” demiştir.
* Bazıları, “Dinin sünnetidir” demiştir.
Ebû Hanîfe rahimehullah “Dinin sünnetidir” diyenlerdendir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) pekçok kereler abdeste mukârin olmaksızın da misvak kullandığı için, misvağı, dinin sünneti olarak değerlendiren görüş daha kuvvetli ve isabetli gözükmektedir. Hidâye´de müstehab olduğu ifâde edilir. İmam Şâfiî de böyle hükmetmiştir. İbnu Hazm: “O, sünnettir, her namazda yapılabilirse efdaldir. Cuma günü ise gerekli bir farzdır” der. Ehl-i Zâhirin “vacib” dediği, İshak İbnu Râhûye´nin: “O vâcibtir, kişi kasden terkederse namaz bâtıldır” dediği rivâyet edilmiştir. Nevevî, İshak´tan yapılan bu rivâyeti yanlış bulur.[238]
ABDESTİN İKİNCİ SÜNNETİ:
ELLERİN YIKANMASI
ـ3625 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النَّبىَّ # قالَ: إذَا اسْتَيْقَظَ أحَدُكُمْ مِنْ مَنَامِهِ فََ يَغْمِسْ يَدَهُ في ا“نَاءِ حَتّى يَغْسِلَهَا ثَثاً، فإنّّهَُ َ يَدْرِى أيْنَ بَاتَتْ يَدُهُ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ مسلم.وفي رواية ‘بي داود: »فإنَّهُ يَدْرِى أينَ كَانَتْ تَطُوفُ يَدُهُ« .
1. (3625)- Hz. Ebû Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulllah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Uykudan uyanınca, sizden hiç kimse, üç sefer yıkamadıkça ellerini kaba banmasın. Çünkü o, ellerin geceyi (vücudunun neresinde) geçirdiğini bilemez.”[239]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyet Buhârî´de biraz farkla şöyle gelmiştir. “.Biriniz uykusundan uyandığı vakit, abdest suyuna batırmazdan önce elini üç kere yıkasın, çünkü ellerin nerede gecelediğini bilemezsiniz.”
İbnu Huzeyme´nin rivâyetinde: “.kabına veya abdest suyuna.” denmiştir. Şu halde kastedilen şey abdest için hazırlanan su veya onun konduğu kaptır. Gusül için hazırlanan kaplar -ve kıyasla bütün su kapları- aynı hükme tâbidir.
2- Hadîs, gece uykusundan uyanınca ellerin yıkanmasını âmirdir. Gündüz uykusu da kaylûle adı ile meşrû olmasına rağmen betahsis gecenin zikri, gâlib duruma göredir. Uyumanın asıl vakti gecedir ve gece uykusu daha uzundur.
3- Cumhur, bu emri mendub olarak değerlendirmiştir. Ancak Ahmet İbnu Hanbel “gece uykusu”ndan uyanınca vâcib olduğunu söyler, gündüz için müstehab der. Şayet yıkamadan batıracak olsa ekseriyet suyun necis sayılmayacağında ittifak ederken; İshâk, Dâvud ve Taberî, “Necîs olur” demiştir. Bunlar, böyle bir suyun dökülmesiyle ilgili hadîste gelen emri esas almıştır, ancak cumhur, o hadîsin zayıf olduğunu söyler. Cumhûru, bu emri vâcibe hamletmekten uzaklaştıran karîne, hadîsteki şekk uyandıran durumdur. Zirâ bir emre şekk ârız oldumu vücûbu ortadan kaldırır. Burada el´in temiz olması asıldır, geceleyin kirlenmiş olması muhtemeldir. Beyzavî der ki: “Hadîste, bu emrin verilmesinin sebebi necâset ihtimâlidir. Zirâ Şârî (aleyhissalâtu vesselâm), bir hüküm zikreder, arkadan da bir illet kaydederse bu hükmün, o sebep için verildiğine delil olur.”
Uyuyanın elinin kirlenmiş olması ihtimali yıkanmasını gerektirirse, uyanık kimsenin eline pislik bulaşmış olabileceğine dair bir şekke düşmesi de elinin yıkanması husûsunda aynı hükmü getirir.
Ebû Avâne, bu hadîsin hükmünün vâcib olmadığına bir başka delil gösterir: İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ´nın bir rivâyetine göre Aleyhissalâtu vesselâm uyanınca doğrudan gidip duvarda asılı bulunan kabın (şenn) suyu ile abdest almıştır.
4- Hadîste geçen sizden biri tâbirinden hareketle bu hükmün Resûlullah´tan başkasıyla ilgili olduğu söylenmiş ise de, uyanıklık (yakaza) halinde abdestten önce ellerini yıkadığına dair sahîh rivâyetlerde gelen sünneti ile cevap verilmiştir. Öyleyse uykudan sonra müstehab olması evladır. Resûlullah´ın, bazan terki “bunun cevâzını beyan içindir´ denmiştir.
5- Şunu da kaydedelim ki, bâzı âlimler: “Bu taabbüdî bir emirdir, elin pislenmesi husûsunda şekke düşene de düşmeyene de, uyanık olana da, uykudan kalkana da gereklidir” demiştir. Bu durumda elin yıkanması takarrüb ve rızayı İlâhi için yapılmış olacaktır. Bu maksadla yapmak amelin en üstün derecesini teşkil eder.
6- Üç sefer yıkamak´la sınırlamanın gözle görülmeyen pislik için olduğu belirtilmiştir. Gözle görülen pislik varsa elbette ki onun izâlesine kadar yıkamaya devam edilecektir. Mamâfih bazı rivâyetlerde, sayı zikredilmeden yıkama emri de gelmiştir: .yıkayıncaya kadar ellerini abdest suyuna bandırmasın.”
Burada nehiy tenzîhidir. Yaparsa müstehab terkederse mekruhtur. Üçten az yıkandığı takdirde kerâhet kalkmaz, Şâfiî hazretleri böyle hükmetmiştir.
7- Hadîsteki el tabirinden maksat avuç´tur. Kollar girmez. Bu tasrihi şunun için yapıyoruz: Hadîslerde bazan el (yed) ile dirseğe kadar olan kısım kastedilir.
Bütün bu söylenenler, uykudan uyananlar hakkındaki hükümdür. Uyanık olan kimse hakkında da bunu yapmak, Hz. Osman ve Abdullah İbnu Zeyd´den gelen bir rivâyete binâen müstehabtır. Şu farkla ki, uyanık kimsenin bu ön yıkamayı terkedip, doğrudan elini abdest için suya banması mekruh değildir, çünkü bunun hakkında nehiy vârid olmamıştır. Ayrıca Ebû Hüreyre´nin böyle yaptığı ve terkte bir beis görmediği de rivâyet edilmiştir. Keza Hz. Bera ve İbnu Ömer´den de benzeri amel rivâyet edilmiştir.
8- Elin nerede gecelemiş olduğu meselesine gelince: Bundan maksad bedenin neresinde demektir. İmam Şâfiî der ki: “Araplar o zamanda taşla istinca yaparlardı, memleketleri sıcaktı, uyuyunca terlemeleri de muhtemeldir. (Uyurken, terin ve kaşıntının sebebiyle) elini kirli yerlerde veya bir sivilce veya bir hayvan kanı veya bir başka pislik üzerinde dolaştırmış olması muhtemeldir. Bütün bu durumlar, elin kirlenmiş olma ihtimalini artırdığı için uyanınca ilk iş, yıkanmasının gereğini ortaya koyar.”
9- Hadisten Çıkarılan Bazı Faideler:
* Tam güven vereni esas almalıdır.
* İbadette ihtiyatla amel edilmelidir.
* Utandırıcı hususlar anlaşılacak bir üslubla kinaye yoluyla ifade edilmelidir.
* Necâsetin üç kere yıkanması müstehabtır. Zirâ necâset vehmine düşünülünce üç sefer yıkamak emredilirse, necâset görülünce üç sefer yıkanması evla olur.
* Namaz için ruhsat verilen istinca mahallinin kirli olabileceği kabul edilmiştir.
* Uykudan kalkınca elleri yıkamak gerekir.
* “Erkek uzvuna değmek abdest gerektirir” diyenlerin görüşüne destek var.
* Az su, “abdest almak niyetiyle” içine el sokulmakla mâ-i müstâmel olmaz.[240]
ABDESTİN ÜÇÜNCÜ SÜNNETİ:
İSTİNSAR, İSTİNŞAK VE MAZMAZA
ـ3626 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسولَ اللّهِ # قالَ: مَنْ تَوَضَّأ فَلْيَسْتَنْثِرْ، وَمَنِ اسْتَجْمَرَ فَلْيُوتِرْ[. أخرجه الستة إ الترمذي، وهذا لفظ البخاري .
1. (3626)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim abdest alırsa istinsarda bulunsun (sümkürsün), kim taşla istinca yaparsa teklesin.”[241]
AÇIKLAMA:
1- İstinsar: Burunda olan bir şeyi şiddetle neşretmek, atmak ma´nâsına gelir ki sümkürmek deriz. Mamafih abdest sırasında burna su çekip dışarı salmak suretiyle burnu temizlemek ma´nâsına gelen istinşak ma´nâsında istinsâr denilmiştir.
Bir başka ifade ile istinşak, suyu burunda hâsıl edilen hava akımıyla burnun üst boşluklarına çekmek, istinsar da çekilen bu suyu şiddetle dışarı atmaktır. İstinşak´tan maksad burnun içini tanzif etmek; istinsar da, bu dahili pisliği su ile dışarı atmaktır.
2- İsticmâr: Büyük abdestten sonra istinca denen temizliği taşla yapmaya isticmâr denmektedir ve bunun 3 veya 5 veya 7 gibi tek sayıda olması tavsiye edilmektedir.
3- Bazı âlimler, bu hadisi esas alarak istinşakın (burnu yıkamanın) sahih olabilmesi için istinsârın yani sümkürmenin şart olduğunu söyleyerek bunun vâcib olduğuna hükmetmiştir: Ahmed İbnu Hanbel, İshâk İbnu Râhûye gibi. Cumhur ise, istinsârın mendub olduğuna hükmeder. Delilleri, Resûlullah´ın bir bedeviye abdesti tarif ederken istinsardan bahsetmediğini gösteren Tirmizî´deki bir rivayettir: “Allah´ın sana emrettiği şekilde abdestini al” der ve âyete havâle eder. Âyette ise istinşak zikri geçmez.[242]
ـ3627 ـ2ـ وفي رواية مسلم: ]إذا تَوَضّأ أحَدُكُمْ فَلْيَجْعَلْ في أنْفِهِ مَاءً، ثُمَّ لْيَنْتَثِرْ[.وفي أخرى: »فَلْيَسْتَنْشِقْ بِمِنْخَرَيْهِ مِنَ المَاءِ، ثُمَّ لْيَنْتَثِرْ« .
2. (3627)- Müslim´in bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “Sizden biri abdest alınca burnuna su çeksin, sonra sümkürsün.”[243]
Bir diğer rivayette: “…Burun deliklerine su çeksin, sonra sümkürsün” şeklindedir.”[244]
ـ3628 ـ3ـ وفي أخرى لهما وللنسائى: ]إذَا اسْتَيْقَظَ أحَدُكُمْ مِنْ مَنَامِهِ فلْيَسْتَنْثِرْ ثَثَ مَرّاتٍ، فإنَّ الشَّيْطَانَ يَبِيتُ عَلى خَيَاشِيمِهِ[ .
3. (3628)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Biriniz uykudan uyandığı zaman üç kere sümkürsün. Zirâ şeytan, burnunun içinde geceler.”[245]
AÇIKLAMA:
Şeytanın burunda gecelemesi, hadisin zâhirine göre her uyuyana mahsus bir durumdur. Ancak, şeytana karşı korunma tedbirlerine başvurmayan kimselere mahsus olması da muhtemeldir. Nitekim bazı hadislerde yatmazdan önce Âyete´l-Kürsî okuyan kimseye şeytanın yaklaşmayacağı zikredilir. Bir hadiste de “Lâilahe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü´lmülkü ve lehü´lhamdü ve hüve alâ külli şey´in kadîr” zikrini günde yüz defa okuyanlara vaadedilen hayırlardan biri de şeytana karşı sığınak (hırz) olmasıdır.
Hadiste geçen ve burnun iç kısmının “şeytana geceleme yeri (yuva) olması” mefhumunu hakikat olarak anlamak isteyen âlimler olmuştur. Bunlar: “Zira derler, burun, vücudun kalbe açılan yollarından biridir. Nitekim vücudda bununla kulaktan başka kalbe açılan menfez yoktur, her taraf kapalıdır. Bir hadiste şeytan kapalı kapıları açamaz denmiş ve esneme esnasında ağızın kapatılması tavsiye edilmiş, sebep olarak da şeytanın girmemesi söylenmiştir. Şu halde bütün bu zikredilenler şeytanın gerçekten burunda gecelediği ma´nâsını te´yid eder.”
Ancak bu ifadeyi bir istiare kabul edip ma´nâyı hakikate değil mecaza hamledenler de olmuştur. Bunlara göre, burnun içinde hâsıl olan pislik şeytana pek muvafık düşer. Çünkü o, bütün pislikleri, kirlilikleri, küfürleri, şerleri sever. Öyleyse istiare yoluyla bunlara şeytan denmiş, orasının şeytana yakışan bir hal aldığı belirtilmek istenmiştir. Öyleyse burnu şeytana lâyık halden kurtarmak gerekir, bu da temizlikle olur. Şu halde burada şeytanın zikri, temizliğe teşvikte müessiriyet kazanmak, o hususta muhatabı ikna içindir.[246]
ـ3629 ـ4ـ وعن عبداللّه بن زيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَأيْتُ رسولَ اللّهِ # مَضْمَضَ وَاسْتَنْشَقَ مِنْ كفِّ وَاحِدٍ فَعَلَ ذلكَ ثَثاً[. أخرجه الترمذي .
4. (3629)- Abdullah İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı bir avuç su ile hem mazmaza hem de istinşak yaparken gördüm, bunu üç kere yapmıştı.”[247]
AÇIKLAMA:
Bu hadisten hareketle bazı âlimler mazmaza ve istinşakın üç avuç su ile yapılacağına hükmetmiştir. Şöyle ki; Bir avuç alıp mazmaza ve istinşâk yapacak, bir avuç daha alıp tekrar mazmaza ve istinşak yapacak, üçüncü avuçla da mazmaza ve istinşak yapacak. Böylece mazmaza ve istinşak her seferinde birleştirilmiş olacaktır. Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel bu görüştedir.
Ebû Hanîfe´ye göre ise mazmaza ile istinşak ayrı ayrı yapılmalıdır: Üç avuç su ile üç kere mazmaza yapılır. Sonra da üç avuç su ile üç kere istinşak yapılır.
Bu hükümde, Ka´b İbnu Amr´ın bir rivayeti esas alınmıştır: “Ka´b der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest aldı. Üç kere mazmaza, üç kere istinşakta bulundu. Herbirinde yeni su aldı.” Hanefîler bu meselede başka rivayetleri de delil olarak göstermişlerdir.
Mazmaza ve istinşakı birleştirme ve ayırma hususundaki ihtilaf câiz değil şeklinde bir ihtilaf değil, efdaliyete müteallik bir ihtilaftır. Nitekim, birleştirmeyi Hanefîler de tecviz ederler.[248]
ـ3630 ـ5ـ وعن طلحة بن مصرّف عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]دَخَلْتُ عَلى رسولِ اللّهِ # وَهُوَ يَتَوَضّأ وَالمَاءُ يَسِيلُ مِنْ وَجْهِهِ وَلِحْيَتِهِ عَلى صَدْرِهِ فَرَأيْتُهُ يَفْصِلُ بَيْنَ المَضْمَضَةِ وَاِسْتِنْشَاقِ[. أخرجه أبو داود .
5. (3630)- Talha İbnu Musarrıf an ebîhi an ceddihî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına girdim, abdest alıyordu. Su, yüzünden ve sakalından göğsüne akıyordu. Mazmaza ve istinşakın arasını da ayırmıştı.”[249]
AÇIKLAMA için önceki hadise bakılmalıdır.
ـ3631 ـ6ـ وعن علىّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّّهُ دَعَا بِوَضُوءِ فَمَضْمَضَ وَاسْتَنْشَقَ وَنَثََرَ بِيَدِهِ الْيُسْرَى، ثُمَّ قال: هكذَا طُهْرُ نَبىِّ اللّهِ #[. أخرجه النسائي .
6. (3631)- Hz.Ali (radıyallahu anh)´tan anlatıldığına göre, su istemiş ve mazmaza ve istinşak yapmış, sol eliyle sümkürmüş sonra da:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın temizliği böyleydi” demiştir.[250]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, abdest alırken sümkürme işinin sol elle olacağını ifade etmektedir.
ABDESTİN DÖRDÜNCÜ SÜNNETİ:
SAKAL VE PARMAKLARI HİLALLEMEK
ـ3632 ـ1ـ عن عثمان بن عفان رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النَّبىَّ # كَانَ يُخَلِّلُ لِحْيَتَهُ[. أخرجه الترمذي وصححه .
1. (3632)- Osmân İbnu Affân (radıyallahu anh)´ın anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sakalını hilâlliyor idi.”[251]
AÇIKLAMA:
Hilallemek veya tahlîl etmek, araya geçirmek ma´nâsına gelir. Sakalın hilâllenmesi, parmakların sakalın arasına sokulmasıdır. Yani suyun, abdest sırasında sakalın dibine nüfuzunu sağlamak için, parmaklarla sakalı taramak, yollar açıp suyun aralara girmesini sağlamaktır. Parmakların hilallenmesi de bir elin parmakları arasına diğer elin parmaklarını sokarak hareket ettirmek, suyun parmak aralarına iyice nüfuzunu ve oraların eksiksiz temizlenmesini sağlamaktır.
Hadis, hilâllemenin meşruiyyetine delâlet eder. Ancak, bunun hükmü hususunda ülemâ ihtilâf etmiştir. Bazıları, hem abdestte hem de gusülde vacib olduğuna hükmetmiştir: Hasan İbnu Sâlih, Ebû Sevr ve Zâhirîler bu görüştedir.
İmam Mâlik, Şâfiî, Sevrî ve Evzâî gibi bir kısım fukaha, sakalı hilâllemenin abdestte vacib olmadığını söylemiştir.
İmam Mâlik ve Medine ulemâsının bir kısmı ise “cenâbet guslünde de vâcib olmadığını” söylemiştir.
Şâfiî, Ebû Hanîfe ve bunların ashabları Sevrî, Evzâî, Leys, Ahmed, İshâk, Ebû Sevr, Dâvud-u Zâhirî, Taberî ve Ehl-i ilmin ekseriyeti, sakalı hilâllemeyi sadece cenâbet guslünde vâcib görmüştür, abdestte görmemiştir.
İbnu´l-Arabî, sakalın hilâllenmesi hususunda İmam Mâlik´ten iki ayrı görüş rivayet edildiğine dikkat çeker: “Birine göre, sakal kesîf dahi olsa vacibtir. Diğerine göre sünnettir, çünkü o, bazan batın hükmüne geçer, gözün içi gibi.”[252]
ـ3633 ـ2ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النَّبىَّ # كَانَ إذَا تَوَضَّأ أخَذَ كَفّاً مِنْ مَاءٍ فَيُدْخِلُهُ تَحْتَ حَنَكِهِ، وَيُخَلِّلُ بِهِ لِحْيَتَهُ وَيَقُولُ: هكَذَا أمَرَنِى رَبِّى عَزَّ وَجَلَّ[. أخرجه أبو داود .
2. (3633)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest alınca bir avuç su alır, onu çenesinin altına tutup onunla sakalını hilâller ve: “Aziz ve Celîl olan Rabbim böyle emretti” derdi.[253]
ـ3634 ـ3ـ وعن المستورد بن شداد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَأيْتُ النَّبىَّ # إذَا تَوَضَّأ يُدَلِّكَ أصَابِعَ رِجْلَيْهِ بِخِنْصَرِهِ[. أخرجه أبو داود والترمذي .
3. (3634)- Müstevrid İbnu Şeddâd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı gördüm. Abdest aldığı zaman ayaklarının parmaklarını serçe parmağı ile hilâlliyordu.”[254]
ـ3635 ـ4ـ وعن لقيط بن صبرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ: أخْبِرْنِى عَنِ الوُضُوءِ. قالَ: أسْبِغِ الْوُضُوءَ، وَخَلَّلَ بَيْنَ ا‘صَابِعِ وَبَالِغْ في اِسْتَنْشَاقِ
إَّ أنْ تَكُونَ صَائِماً[. أخرجه أصحاب السنن.»إسْبَاغُ الْوُضُوءِ«: إتمامه، وإفاضة الماء على ا‘عضاء تاماً كامً، وزيادة على مقدار الواجب .
4. (3635)- Lakît İbnu Sabıra (radıyallahu anh) anlatıyor: “Dedim ki: “Ey Allah´ın Resûlü! Bana abdestten haber ver!” Aleyhissalâtu vesselâm:
“Abdesti tam al, parmaklar arasını hilâlle, istinşak´da mübâlağa yap, oruçlu olursan mübalâğa yapma” buyurdu.”[255]
ABDESTİN BEŞİNCİ SÜNNETİ:
KULAKLARI MESHETMEK
ـ3636 ـ1ـ عن الربيع بنت معوذ رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]تَوَضّأ رَسولُ اللّهِ # فَأدْخَلَ إصْبَعَهُ في جُحْرَىْ أُذُنَيْهِ[. أخرجه أبو داود .
1. (3636)- Rebî´ Bintu Muavviz (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest aldı, (bu esnada) elini kulaklarının hücresine soktu.”[256]
ـ3637 ـ2ـ وعن نافع قال: ]كانَ ابنُ عُمَرَ يَأخُذُ المَاءَ بأُصْبَعَيْهِ ‘ذُنَيْهِ[. أخرجه مالك .
2. (3637)- Nâfi merhum anlatıyor: “İbnu Ömer, kulakları için suyu parmağıyla alırdı.”[257]
ABDESTİN ALTINCI SÜNNETİ:
ABDESTİ TAM ALMAK
ـ3638 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النّبىَّ # قالَ: إنَّ أُمَّتِى يُدْعَوْنَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ غُرّاً مُحَجَّلِينَ مِنَ آثَارِ الْوُضُوءِ، فَمَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمْ أنْ يُطِيلَ غُرَّتَهُ فَلْيَفْعَلْ[ .
1. (3638)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ümmetim Kıyamet günü çağırıldıkları vakit abdestin izi olarak (nurdan) bir parlaklıkları olduğu halde gelirler. Öyleyse kimin imkânı varsa parlaklığını artırsın.”[258]
ـ3639 ـ2ـ وفي أخرى: ]أنَّ أبَا هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه تَوَضّأ فَغَسَلَ وَجْهَهُ وَيَدََيْهِ حَتّى كَادَ يَبْلُغُ المَنْكِبَيْنِ، ثُمّ غَسَلَ رِجْلَيْهِ حَتّى رَفَعَ إلى السَّاقَيْنِ، ثُمّ قال: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: إنَّ أُمَّتِى يَأتُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ غُرّاً، فَذَكَرَ الحَدِيثَ[. أخرجه الشيخان والنسائي، وهذا لفظ الشيخين .
2. (3639)- Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: “Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) abdest aldı, yüzünü yıkadı, ellerini yıkadı ellerini yıkarken nerdeyse omuza kadar yıkıyordu. Sonra ayaklarını yıkadı ve nerdeyse bacaklarına kadar yükseldi. Sonra dedi ki: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, “Ümmetim Kıyamet günü (abdest uzuvlarındaki) parlaklıkla gelir..” Gerisi yukarıdaki gibi devam ediyor.[259]
ـ3640 ـ3ـ ولمسلم في أخرى قال: ]سَمِعْتُ رَسولَ اللّهِ # يَقُولُ: تَبْلُغُ الحِلْيَةُ مِنَ المُؤمِنِ حَيْثُ يَبْلُغُ الوُضُوءُ[.»الْغُرَّةُ وَالتَّحْجِيلُ«: بياض في وجه الفرس وقوائمه، وذلك مما يحسنه ويزينه فاستعاره ل“نسان، وجعل أثر الوضوء في الوجه واليدين والرجلين كالبياض الذي هو للفرس .
3. (3640)- Müslim´in diğer bir rivayetinde şöyle denmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “…Mü´minin zîneti, abdestin yükseldiği yere kadar yükselir..”[260]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada abdestin faziletini beyan etmektedir. Ahirette, abdest sebebiyle müslümanlar hususî bir nurla temayüz edeceklerdir. Bu nur, bazı hayvanların alınlarındaki veya bacaklarındaki beyazlığa benzetilmiştir. Dilimizde sakar veya seki tabir edilen bu beyaz lekelerin Arapçada karşılığı gurre ve tahcil´dir.[261] Gurre, beyazlığa denir. Ayaklarında beyazlığı olan ata da muhaccel denir.
Şu halde Kıyamet günü ellerde ve ayaklarda hâsıl olacak parlaklık tahcîl´le, başta hasıl olacak parlaklık ise gurre ile ifade edilmiştir.
2- Ebû Hüreyre hadisinde bu parlaklıkların yükseltilmesi yâni artırılması tavsiye edilmektedir. Bununla abdest sırasında yıkanması farz yerlerin sınırlarını aşarak yıkamak kastedilmiş olmaktadır. Hatta Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)´ın ayaklarını baldırlarına kadar, kollarını pazu ve omuzlarına kadar yıkadığı belirtilir. Bunun nihaî hududu ihtilaflıdır. Sadedinde olduğumuz hadiste, Ebû Hüreyre kollar için omuzlara kadar, ayaklar için dizlere kadar demiştir. Ancak bazıları, kollarda pazuların, ayaklarda baldırların yarısına kadar olacağını, bu hududun müstehab olduğunu söylemiştir. “Bunun muayyen hududu yoktur, ayakta topukları biraz geçmek, kollarda da dirsekleri biraz geçmek yeterlidir” diyen de olmuştur. Bazı âlimler yaz ve kış şartlarına göre bu hududun daha uzun ve daha kısa tutulabileceğine de işaret etmiştir.
3- Şunu da kaydedelim ki, Ebû Hüreyre hadisindeki: “Kimin imkânı varsa parlaklığını artırsın” ibaresinin Resulullah´ın sözü değil, Ebû Hüreyre´nin sözü olması ihtimaline yer verilmiştir. Bu sebeple fakihler, abdest uzuvlarının “uzatılması” meselesinde ısrarlı olmamışlardır.
4- Halîmî, Ebû Hüreyre hadisiyle istidlal ederek abdestin bu ümmete has bir imtiyaz olduğunu söylemiş, bu hükme, hadiste Resûlullah´ın: “Bu benim ve benden önceki peygamberlerin abdestidir” sözüyle itiraz edenlere: “Rivayette abdest, önceki ümmetlere nisbet edilmiyor, sadece peygamberlere nisbet ediliyor, önceki ümmetlere emredilmemiş olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki hem Hz. Peygamber´e hem de O´nun ümmetine emredilmiştir” diye cevap verilmiştir. Ancak gerek Hz. İbrahim´in zevceleri Hz. Sârâ ve gerekse Benî İsrail´den Cüreyc´le ilgili kıssalarda abdest alma namaz kılma tabirleri geçmektedir. Bunları da dikkate alan muhakkik âlimler: “Bu ümmetin imtiyazı olan husus, gurre ve tahcîl´dir, abdestin aslı değil” demiştir.[262]
ABDESTİN YEDİNCİ SÜNNETİ:
SUYUN MİKTARI
ـ3641 ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كانَ رَسولُ اللّهِ # يَغْتَسِلُ بِالصَّاعِ إلى خَمْسَةِ أمْدَادٍ وَيَتَوَضّأ بِالْمُدِّ[.وفي رواية: »بِخَمْسَةِ مَكاكِيكَ، وَيَتَوضّأ بِمَكُّوكِ«.وفي أخرى: »بِخَمْسَةِ مَكَاكِىَ« أخرجه الخمسة، وهذا لفظ الشيخين .
وفي رواية الترمذي: »أنَّ رَسُولَ اللّهِ # قالَ: يُجْزِى في الْوُضُوءِ رِطَْنِ منْ مَاءٍ«.وعند أبي داود: »وَكَانَ يَتَوضّأ بِإنَاءٍ يَسَعُ رِطْلَيْنِ، وَيَغْتَسِلُ بِالصَّاعِ«.»المَكُّوكُ«: المدّ .
1. (3641)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (miktarca) bir sa´dan beş müdd´e kadar olan su ile yıkanır, bir müdd su ile abdest alırdı.”
Bir başka rivayette: “…beş mekkûk ile yıkanır, bir mekkûk ile de abdest alırdı” denmiştir.
Bir diğer rivayette: “…beş…” denmiştir.
Tirmizî´nin rivayetinde “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Abdest için iki rıtl su kâfidir.”
Ebû Dâvud´un rivayetinde: “…Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) iki rıtl ihtiva eden kapla abdest alır, bir sâ´ ile guslederdi” denmiştir.[263]
AÇIKLAMA:
1- Burada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın abdest ve gusülde kullandığı su miktarı belirtilmektedir. Ancak günümüzde ölçü birimleri ne sâ´dır, ne rıtl, ne de mekkûk. Belirtilen miktarları kavramada bu bir zorluk olduğu gibi, şer´î kitaplarımızda müdd´ün, farklı hacimler ihtivâ eden çeşitlerinden bahsedilmesi, mevzumuzun anlaşılmasında bir başka zorluk ortaya koymaktadır.
Rıtl, müdd ve sâ arasındaki münasebeti ve bunların gram cinsinden miktarını bahsin sonuna bırakarak burada şunu söyleyeceğiz: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, Şâfiîlere göre, abdest suyu 530 gr, yani yarım litreden biraz fazladır. Hanefîlere göre ise bir litre kadardır. Efendimizin gusül için kullandığı su ise, Şâfiîlere göre 2, 120 litre ile 2,650 litredir; Hanefîlere göre ise 4, 24 ile 5, 3 litre arasındadır.
2- Sadedinde olduğumuz hadis, Resûlullah´ın her zaman aynı miktar su ile yıkanmadığını, bazan az, bazan daha fazla su ile yıkandığını göstermektedir. Bu, bir sâ´ ile beş müdd arasında değişmektedir. Şu halde bu hususta kesin bir miktar tayin etmek gereksizdir. İsrafa yer vermemek şartı ile su kullanımında serbest davranılabilir.[264]
ـ3642 ـ2ـ وعن سفينة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كانَ رسولُ اللّهِ # يُغَسِّلُهُ الصّاعُ مِنَ المَاءِ منَ الجَنَابَةِ، وَيُوَضِّيهِ المُدُّ[. أخرجه مسلم والترمذي .
2. (3642)- Sefîne (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı bir sa´ miktarındaki su cenâbetten yıkar, bir müdd su da abdestine yeterdi.”[265]
ـ3643 ـ3ـ وعن أم عمارة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنّ النّبىّ # تَوَضّأ فأُتِىَ بِإنَاءِ فِيهِ مَاءٌ قَدْرُ ثُلُثَىِ المُدِّ[. أخرجه أبو داود والنسائي.وزاد: »قالَ شُعْبَةُ فَأحْفَظُ أنَّهُ غَسَلَ ذِرَاعَيْهِ، وَجَعَلَ يَدْلُكُهُمَا، وَجَعلَ يَمْسَحُ أُذُنَيْهِ بَاطِنَهُمَا، وََ أحْفَظُ أنَّهُ مَسَحَ ظَاهِرَهُمَا[ .
3. (3643)- Ümmü Ammâre (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest aldı. Bu maksadla kendisine içerisinde üçte iki müdd miktarında su bulunan bir kab getirilmişti.”[266]
Nesâî şunu ilâve etmiştir: “Şu´be der ki: “Ben, Aleyhissalâtu vesselâm´ ın kollarını yıkadığını ve onları ovduğunu, kulaklarının iç kısmını meshettiğini öğrendim. Ancak kulakların dışını da meshettiğini bilmiyorum.”[267]
ـ3644 ـ4ـ وعن عبداللّه بن زيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَنَا رَسولُ اللّهِ # فأخْرَجْنَا لَهُ مَاءً في تَوْرٍ مِنْ صُفْرٍ فَتَوَضّأ[. أخرجه أبو داود .
4. (3644)- Abdullah İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bize Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gelmişti. Kendisine bakır kapta su getirdik, onunla abdest aldı.”[268]
AÇIKLAMA:
Bu hadis renkçe altına benzeyen sarı renkteki bakır ve tunçtan mâmul kapların kullanılmasında dinî bir mahzur olmadığını göstermektedir. Sufr hem bakır, hem de tunç ma´nâsına gelir.[269]
ـ3645 ـ5ـ وعن أبيّ بن كعب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسولُ اللّهِ #: إنّ لِلْوُضُوءِ شَيْطَاناً يُقَالُ لَهُ الْوَلْهَانُ فَاتَّقُوا وَسْوَاسَ المَاءِ[.
أخرجه الترمذي.
5. (3645)- Ubeyy İbnu Ka´b (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Abdest (sırasında) vesvese veren bir şeytan vardır. Adı da el-Velehân´dır. Öyleyse suyun vesvesesinden kaçının..”[270]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), abdest alırken vesveseye yer vermemek gerektiğini ders vermektedir. Abdest sırasında bir çok kimsede görülen bir vesvese hâline dikkat çekilmektedir. Nitekim bâzı insanlar abdeste başlar fakat bitiremez, uzuvları yeterince yıkamadığı, hatta yıkamaktan unuttuğu, bazı yerleri kuru bıraktığı, üç kere değil de iki veya bir kere yıkadığı vehimlerine düşer. Ezanla abdest almaya başladığı halde farzın son rek´atine yetişir veya hiç cemaate yetişemez. Bilhassa kış şartlarında uzuvların günde beş kere uzun müddet su ile muamele görmesinden hâsıl olan bazı çatlamalar, kanamalar, hastalıklar da araya girer. Bunları sıkça çevremizde görürüz. Bu çeşit müvesvislere “Mikroptan korunmak” gibi bir başka ad altında namazlaniyazla ilgisi olmayan çevrelerde bile sıkça rastlanmaktadır.
Şu halde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu beşerî zaafa, su şeytanı el-Velehân´ın vesvesesi ismini vererek dikkat çekmektedir. Velehân, “aklın gitmesi, duyulan vecd sebebiyle mütehayyir ve şaşkın kalmak” ma´nâsına gelen bir masdardır. Ancak, Arapçada masdar isim olarak kullanılabilir. Masdardan yapılan isim mübâlağa ifade eder. Bu durumda Velehân “çokça vesvese veren”, “aklı çelen”, “şaşkınlaştıran” ma´ nâsına gelir. “Abdest şeytanı”nın el-Velehân diye isimlendirilmesi, abdest sırasında onun ciddi bir şekilde vesvese vermesinden ileri gelir. Bu sırada nasıl bir vesvese verdiğini yukarıda açıkladık.
2- Ulemâ, bu hadisin abdest sırasında suyu isrâf etmenin yasaklandığına delil olduğunu belirtir.
İslam fukahâsı, nehir kenarında bile olsa abdest alırken su israfının nehyedildiği hususunda icmâ etmiştir.[271]
ABDESTTE SU İSRAFININ YASAK OLMASINDAKİ MA´NÂ
Asırların verdiği ülfetle ehemmiyeti ve gerçek ma´nâsı zihin ve amellerimizden çıkmış bulunan dinimizin mühim müesseselerinden biri, abdest alırken suyu isrâf etme yasağıdır. Bu yasağın ruhunda, her çeşit isrâfın yasaklanması, tâbiatın korunması, sevilmesi, sayılması gibi günümüz insanlığının, bâhusus çevrecilerin ısrarla üzerinde durduğu meseleler mündemiçtir. Asrî önemine binaen, bu yasakla ilgili bir yorumumuzu buraya aynen kaydetmede fayda mülâhaza ediyoruz:
“Atalarımız hayat için ehemmiyetine rağmen bol ve bedâvalığına telmihan suyu bolluk ve kolaylık sembolü yapmışlar; “Su gibi devlet bulasın” sözü, “su kadar kıymetli olan nimetlere, suyun elde edilmesindeki kolaylık ve bollukla ulaşasın” demektir.
Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) sudan pahalı olan eşyada yapılacak israfın fenalığını ifade için, bu pek ucuz olan suda yapılacak israfın kötülüğünü belirtmede ısrar etmiştir: “Abdest alırken az su kullanılmalıdır, fazlası israftır, mekruhtur yani yasaktır.”
Bu yasak, kanaatimizce, tabiatın israftan korunması mes´elesinde İslâm´ın sunduğu en vurucu, en ikna edici örnektir. Çünkü abdest sırasında su israfının mekruh kılınması, suyun az olması, çölde veya yolda bulunulması gibi yasağı “makul kılıcı” bir şarta bağlanmamıştır. Suyun çok bol bulunduğu hallerde de israf mekruhtur. Şöyle ki: “Bir rivayette belirtildiğine göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kendisine abdest hususunda soru soran bir bedeviye, uzuvlarını üçer def´a yıkamak suretiyle abdest almayı fiilen gösterdikten sonra, ilâve eder: “Abdest böyle alınır, kim buna ilâvede bulunursa kötü yapmış, haddi aşmış ve zulmetmiş olur.” Hadiste geçen “zulmetmiş olur” tabiri düşündürücüdür. Şârihlerimizin, “sevabtan mahrum bırakmakla nefsine zulmetmiştir” şeklindeki tavzihleri, tâbirden bizim: “Yersiz kullandığı için eşyaya zulmetmiştir, emânete ihânet ettiği için Mâlik-i Hakîki´ye karşı zulmetmiştir” ma´nâ ve hükümlerini de çıkarmamıza mâni değildir.
Şu hadis bu hususta daha sarihtir: “Sa´d abdest alırken Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) çıkageldi. Onun çok su kullanarak abdest aldığını görünce: “Bu israf da ne ” diye müdâhale etti. Sa´d´ın: “Abdestte israf olur mu ” diye sorması üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı: “Evet, akmakta olan bir nehir kenarında olsanız da!”
Yasağın Tahlîli: Abdestle ilgili olarak gelen israf yasağının ciddiyet ve şümûlünü iyice kavramak için mes´ele üzerine şu tahlili yürütebiliriz:
1- Şurası muhakkak ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) her dinî mes´elede olduğu gibi, burada da ciddi ve mühim bir yasağı beyân etmektedir.
2- Yasak, kazanılması için emek ve zahmet gerektirmeyen, para harcanmayan yâni sırf bedâva olan bir nesne mevzubahis edilerek ifade edilmiştir. Nehirde akan su…
3- Burada israf edilen su, tabiata hiç bir eksiklik getirmiyor, kirlenme ilâve etmiyor, dengeye te´sir etmiyor.
4- Canlılara zarar vermiyor.
5- İsrafa sebeb olan fiil, aslında farz bir fiildir, keyfî bir iş değildir: Namaz için gerekli olan temizlik…
Görünüşe göre, esas maksada bir noksanlık değil, mükemmellik katacak mâhiyettedir: Abdest uzuvlarının çokça yıkanması, temizliği artırıcı olabilir, eksiltici değil.
Şimdi düşünelim: Sayılan bu beş hafifletici şarta rağmen, abdest sırasında nehir suyunun fazla kullanılması kesin bir mekruh, nebevî bir yasak olursa, bu şartlara uymayan bir işteki israf ne derece bir yasak olur Yani işlenen bir israf:
* Elde edilmesi zahmet, masraf veya en azından “zaman kaybı” gerektiren bir eşya da olsa;
* Tabiata eksilme, kirlenme getirse, dengeye te´sir etse;
* Canlılara zarar verse;
* Ma´nâsız, keyfî, zevkî bir maksadla yapılsa;
* Esas maksada ters düşse.
Yiyecek, giyecek ve diğer günlük istihlâk maddelerinde yapılan israflar gibi.
Kırda gezerken gereksiz yere koparılan bir çiçek, kırılan bir ağaç dalı bile, fazla kullanılan abdest suyu hakkında beyân edilen yasağa kıyasla daha büyük bir cinayet olur.
Bu mukayese ile gittiğimiz takdirde odun, kömür, elektrik, benzin, kâğıt, kalem gibi masraf ve emek gerektiren, dünyanın tabiî servetine eksilme getiren, istihlâkı tabiatın kirlenmesine sebeb olan, insanlara zarar veren maddelerde düşülen israfların dinî açıdan değeri daha iyi anlaşılır.
Nehirde akan suyun abdest sırasında israf edilmesinin yasaklığı vicdanda yer etmiş bulunan bir mü´minin, başka çeşit israflar karşısında ruhunun derinliklerinde nasıl titremeler hissedeceği açıktır.
Şu halde, tabiatın makul bir istimali ve israfla heder edilmekten korunması da, herşeyden önce vicdanların iman ile doyurularak, sünnetinde en güzel örnekler bulunan sevgili Peygamberimize intisab ettirilmesine bağlıdır.
Netice olarak şunu söylemek isteriz: Abdestle ilgili olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ve tek başına alındığı takdirde tam anlaşılamayan bu yasağın mühim gayelerinden biri de, her gün mübâşeret ettiğimiz eşyaları, başka bir ifade ile, bize emânet edilmiş bulunan tabiatı kullanırken ölçülü olmayı, günde beş kere mü´min vicdanlara hatırlatma ve iktisadlı olmayı, fiillerine perçinlemektir.
Beş kere abdest, beş kere tabiata saygı ve iktisad dersidir.[272]
SA´, MÜDD, RITL:
Bu ölçü birimlerinin mahiyeti hakkında Tecrid-i Sarih mütercimi merhum Ahmed Naim Bey´in bir tahkihini aynen kaydediyoruz:
SA´: Beş rıtl-ı Bağdâdî ile bir sülüs rıtl 1/3 istiâb eden kaba denir. Bir müdd de bir sâın dörtte biri miktarıdır. Bu şâfiîlerden Nevevî´nin verdiği hesaptır. Ancak bu ölçek pek ihtilaflı olduğundan ihtilâfların derecesini anlamak isteyenler Kamus Tercemesinden müdd, sâ, mekkûk, rıtl kelimelerine mürâcaat edebilirler. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz hazretlerinin muhtelif miktarlarda su ile abdest alıp iğtisal buyurduklarına dair diğer pek çok rivayetler de vardır. Buradaki miktarlar orta yapılı bir kimsenin yıkanacak âzâsı üzerinden akacak suyun en az miktarını gösterir. Bedenin âzâsı üzerinden su akıttıktan sonra bu miktardan da az su ile hades giderilebilir. İsraf dedirtmeyecek ziyadesiyle de caizdir. Medine-i Münevvere´de kullanılan müdd -ki fukahâ arasında “Müdd-ü Nebevî” namıyla maruftur- 1. 1/3 rıtl miktarı alan bir hacim ölçüsüdür. Dört müdd, bir sâ´dır. Ancak müdd ile sâ´ın miktarlarını anlamak, mikyâs tutulan rıtlın ne miktar olduğunu bilmeye bağlıdır. Rıtlın ise Bağdâdîsi, Şâmîsi vardır. Yani birinin küsûru İran, diğerininki Roma ölçüleri olup hesap edilince takribi bir miktar gösteren iki ölçektir. Rıtl-ı Bağdâdî (130), daha doğrusu İmam Nevevî´nin tahkikine göre 128. 4/7 dirhemdir. Esahh olan, ikinci takdiri se de kesirli olduğundan buna 1. 3/7 dirhem; diğer tabirle bir miskâl katarak kesirsiz (130) dirhem itibâr edilmiştir, deniliyor.
1. 1/3 rıtl olan bir Müdd-ü Nebevî bu hesaba göre 171. 3/7 veya (130) dirhem hesabına göre 173. 1/3 dirhem eder ki en doğru hesap ve takdire göre bir dirhem (3.0898) gram ettiğinden bu miktar su 0,530 yâni yarım litreden biraz ziyadece bir şey tutar. Bu miktar bugün sucuların kullandıkları su bardaklarından üçünün aldığı sudan azdır. Bu imam Şâfiî ile Hicaz fukahasının takdîri olup Ebû Hanîfe ile Irak fukahasına göre ise bir müdd, iki rıtl olduğundan abdest suyunun miktarı (1,06) litre eder ki, beş kadehten biraz ziyadecedir.
Rıtl-ı Şâmî: Kâmus Tercümesi´nin rıtl maddesinde beyân edildiğine göre (12) okiyye ve her okiyye (40) dirhem olduğundan bu hesaba göre (480) ve bir müdd (620) dirhem olmak lazım gelirse de yine Kâmus´un mekkûk maddesinde tafsil edildiğine göre bir okiyye 1. 2/3 istâr,bir istâr 4. 1/2 miskal, bir miskâl de 1. 3/7 dirhem olduğundan bir rıtl -yine İmam Nevevî´nin bildirdiği üzere- 128. 4/7 ve bir müdd 171. 3/7 dirhem olmuş olur. Bu hesaba göre okiyye Kamus müterciminin rıtl maddesinde dediği gibi kırk dirhem değil, Hicazlıların takdirine göre 10. 5/7 ve Iraklıların takdirine göre 21. 3/7 dirhem olmuş olur. Meğer ki o maddede dirhem nâmiyle gösterdiği başka ölçü ola.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz hazretlerinin -buradaki rivayete nazaran- abdest suyu işte bu kadar az miktardadır. Gusül için kullandıkları su da -bu rivayete nazaran- dörtten beş müdd kadardır ki, o da 685. 5/7 ve 857. 1/7 dirhem eder ki aşağı yukarı (2,120)´den (2,650) litreye kadar eder. Irak fukahasının müddü iki rıtl itibar ettiklerine göre ise bu miktar takriben (4,24)´den (5,3) litreye kadardır.[273]
ABDESTİN SEKİZİNCİ SÜNNETİ
MENDİL
ـ3646 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كانَ لِرَسُولِ اللّهِ # خِرْقَةٌ يُنَشِّفُ بِهَا بَعْدَ الْوُضُوءِ[. أخرجه الترمذي .
1. (3646)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın abdest aldıktan sonra kurulandığı bir bezi vardı.”[274]
ـ3647 ـ2ـ وعن معاذ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَأيْتُ رَسُولَ اللّهِ # إذَا تَوَضّأ مَسَحَ وَجْهَهُ بِطَرَفِ ثَوْبِهِ[. أخرجه الترمذي .
2. (3647)- Hz. Mu´âz (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı gördüm, abdest alınca elbisesinin bir kenarıyla yüzünü siliyordu.”[275]
AÇIKLAMA:
Bu rivayetler Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın abdest aldıktan sonra yüzünü ve kollarını kurutmak üzere mendil (havlu, bez vs.) kullandığını ifade eder. Ancak Tirmizî, bu babta gelen hadislerin hep zayıf olduğunu söyler ve: “Bu babta Resûlullah´tan hiçbir sahih rivayet gelmedi” der.
Yine Tirmizî´nin bildirdiğine göre, Ashab ve daha sonra gelenlerden bir kısım ilim ehli abdestten sonra kurulanmak için mendil vs. kullanmaya cevaz verirken, diğer bir kısmı ise hiç tecviz etmemiştir. Tecviz etmeyenler, kıyamet günü, abdest suyunun tartılacağını kabul ederler. Zührî “Mendil mekruh addedilmiştir, çünkü abdest suyu (Kıyamet günü) tartılacaktır” demiştir. Bu düşünceye göre, abdest suyu tartılacağına göre onu silerek izâle etmek mekruhtur.
Abdestten sonra kurulanma meselesinin hükmü, görüldüğü şekilde ihtilaflı ise de umumiyetle kurulanmanın cevazına hükmedilmiştir.[276]
ABDESTİN DOKUZUNCU SÜNNETİ:
DUA VE BESMELE
ـ3648 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال َرَسولُ اللّه #: َ صََةَ لِمَنْ َ وُضُوءَ لَهُ، وََ وُضُوءَ لِمَنْ لَمْ يَذْكُرِ اسْمَ اللّهِ عَلَيْهِ[. أخرجه أبو داود .
1. (3648)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular: “Abdesti olmayanın namazı yoktur. Üzerine Allah´ın ismini zikretmeyen kimsenin abdesti de abdest değildir.”[277]
ـ3649 ـ2ـ وعن رباح بن عبدالرحمن بن أبي سفيان بن حويطب عن جدته عن أبيها قال: ]سَمِعْتُ رَسولَ اللّهِ # يَقُولُ: َ وُضُوءَ لِمَنْ لَمْ يَذْكُرِ اسْمَ اللّهِ علَيْهِ[. أخرجه الترمذي .
2. (3649)- Rabâh İbnu Abdirrahman İbnu Ebî Süfyan İbnu Huveytip an ceddetihî an ebîhâ´dan rivayete göre demiştir ki:
“Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı işittim. Diyordu ki: “Üzerine Allah´ın ismini zikretmeyen kişinin abdesti yoktur.”[278]
ـ3650 ـ3ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رَسولَ اللّه # يَقُولُ: مَنْ ذَكَرَ اللّهَ تَعالى أوَّلَ وُضُوئِهِ طَهُرَ جَسَدُهُ كُلُّهُ، وَإذَا لَمْ يَذْكُرِ اسْمَ اللّهِ لَمْ يَطْهُرْ مِنْهُ إَّ مَوْضِعُ الْوُضُوءِ[. أخرجه رزين .
3. (3650)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı işittim. Diyordu ki: “Kim abdestinin başında Allah´ı zikrederse bedeninin tamamı temizlenir. Eğer Allah´ın ismini zikretmezse bu kimsenin sadece abdest uzuvları temizlenir.”[279]
ـ3651 ـ4ـ وعن موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَيْتُ رَسولَ اللّهِ # وَهُوَ يَتَوَضّأ فَسَمِعْتُهُ يقُولُ: اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِى ذَنْبِى، وَوَسِّعْ لِى فِي
دَارِى، وَبَارِكْ لِى فِي رِزْقِى[. أخرجه رزين .
4. (3651)- Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a geldim,abdest alıyordu. Şu duayı okuduğunu işittim: “Allahümma´ğfirlî zenbî ve vassi´lî ve bârik lî fî rızkî (Allah´ım günahımı mağfiret et evimi bana genişlet, rızkımı bana mubârek kıl.”[280]
AÇIKLAMA:
1- Besmele: Allah´ı, “Bismillâhirrahmânirrahîm” diye anmaktır. Tesmiye ise Allah´ı herhangi bir ismiyle anmaktır.
2- Abdest alırken besmele çekmenin hükmü münâkaşa edilmiştir. Ahmed İbnu Hanbel ve Zâhirîler, bunu emreden hadislerden hareketle tesmiyeyi abdest için vacib addetmişler, besmele çekilmeden alınan abdestin abdest sayılmayacağına hükmetmişlerdir. Bunlar, besmeleyi terk işinde unutarak terkle, kasden âmmden terk arasında da fark görmezler. Ancak diğer üç imam ve bir rivayette de Ahmed İbnu Hanbel tesmiyeyi müstehab addederler.
Şah Veliyyullah Dehlevî 3649 numaralı hadisi açıklarken: “Abdestte tesmiyenin rükün veya şart olmasında bu hadis nassdır. Ancak, hadisin “tesmiye olmazsa abdest mükemmel olmaz” ma´nâsında olması da muhtemeldir, ancak böylesi te´villere gönlüm razı olmuyor, çünkü o, lâfza muhâlefet getiren uzak te´villerden olmaktadır” der. Fakat Aliyyü´l-Kâri, bu ifadeyi kemâl´in nefyine hamletmek gerekeceğinde cezmeder: Burada, ehl-i Zâhir´e muhalif olarak, kemal´in nefyine hamledilmiştir. Çünkü İbnu Ömer ve İbnu Mes´ud´dan gelen rivayetlerde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Kim abdest alır ve üzerine Allah´ın ismini zikrederse, bu abdest bütün bedeni için temizlik olur. Kim de abdest alır, üzerine Allah´ın ismini zikretmezse, bu abdest sâdece abdest uzuvları için bir temizlik olur” buyurmuştur. [281]