SADAKA VE NAFAKA BÖLÜMÜ
UMUMÎ AÇIKLAMA
EN HAYIRLI SADAKA
BİRİNCİ FASIL
SADAKA VE NAFAKANIN FAZİLETİ
NAFAKA
İKİNCİ FASIL
TASADDUK VE İNFAKA TEŞVÎK
ÜÇÜNCÜ FASIL
SADAKANIN AHKÂMI
SADAKA VE NAFAKA BÖLÜMÜ
(Bu bölümde ûç fasıl vardır) .
BİRİNCİ FASIL
SADAKA VE NAFAKANIN FAZİLETLERİ
İKİNCİ FASIL
SADAKA VE NAFAKAYA TEŞVİK
ÜÇÜNCÜ FASIL
SADAKANIN AHKÂMI
UMUMÎ AÇIKLAMA
Sadaka, İslam kitabiyatında birçok mânalarda kullanılan bir kelimedir. Lügat olarak sıdk (doğruluk) kökünden gelir, Allah´a karşı kulluğumuzda sıdk ve sadâkat mânası taşır. Sadaka vermek demek olan “tasadduk” da taharri-i sıdk mânasını tazammun eder.
Sadaka, dinî bir tabir olarak birçok mânada kullanılmıştır: Bir nevi vergi demek olan zekât, sadaka-ı fıtr, nafile olarak yapılan her çeşit maddi bağışlar…
Sadaka, dinî bir tabir olması sebebiyle bir hayır amelinin dinen sadaka sayılabilmesi için üç vasıf beraber olmalıdır:
* Fakr: Yani muhtaç olana verilmelidir.
* Allah için olmalıdır: İnsaniyet, iyi vatandaşlık gibi duygularla yapılan bağışlar dinî sadaka olmaz.
* Temlîk, verilen kimsenin mülkü kılmak demektir. Sadaka ya vacibtir, ya nâfile. Vâcib kısmı zekat, öşür, sadaka-ı fıtr gibi çeşitlere ayrılır.
Kur´an-ı Kerim, farz ve nâfile bütün çeşitlerine şamil olarak, nerelere sadaka verileceğini belirtmiştir. Bunlar cem´an sekiz kısımdır:
“Sadakalar ancak şunlar içindir: Fukara, mesâkin, onun üzerine me´mur olanlar, müellefetülkulub, köleler hakkında, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmışlar… Allah tarafından kat´î olarak böyle farz kılındı. Allah alimdir, hakîmdir” (Tevbe, 60).
Burada dikkatimizi çeken husus, öncelikle farz zekatın kastedildiği, bu âyette sayılan sekiz kısımdan zekat üzerine çalışanlarla müellefe-i kulûb hariç hepsi muhtaç ve fakirleri teşkil etmektedir. Bazı âlimler, İslam devlet gelirlerinin öncelikle bu esasta harcanması gerektiğini söylemiştir. Zekatın fukara ile olan bu akasındandır ki, sadakanın sıhhatinde fakire verme şartı istikrar etmiştir. Bir hadislerinde Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm: “Ben sadakayı zenginlerinizden alıp fakirlerinize vermeye gönderildim” buyurur.
Allah için yapılan her bir hayır amel sadaka olunca, hadislerde farklı şekillerde bu kelimeye yer verildiği görülür. Ebu Zerr hazretleri sadaka yapmaya gücü yetmeyenler hakkında sorunca: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Başkalarına fenalık yapmaktan korun, zira bu, kendi nefsine yaptığın bir sadakadır” buyurur.
Yolculukta dört rekatlık namazın iki rek´ate indirilmesinden hayrete düşen Hz. Ömer´i ikna için Aleyhissalâtu vesselâm: “Bu Allah´ın yaptığı bir sadakadır. O´nun sadakasını kabul edin.”
Bir hadiste: “Her ma´ruf (iyi kabul edilen) sadakadır denmiştir.
Şu halde: Pek değişik hayırlar “sadaka” olarak tanıtılmıştır:
İki kişi arasında adalet yapman sadakadır. Bir kimseye hayvanına binmede veya yükünü üzerine koymada yardım etmen sadakadır. Güzel bir söz sadakadır. Namaza giderken attığın her adım sadakadır. Yoldan eza veren şeyi kaldırman sadakadır.”
“…Her bir tesbih sadakadır, her bir tekbir sadakadır, her bir tahmîd sadakadır, her bir tehlil sadakadır. Emr-i bi´l-ma´ruf sadakadır, nehy-i ani´l-münker sadakadır.”
اِنَّ بِكُلِّ تَسْبِيحَةٍ صَدَقَةٌ وَكُلُّ تَكْبِيرَةٍ صَدَقَةٌ وَكُلُّ تَحْمِيدَةٍ صَدَقَةٌ وَكُلُّ تَهْلِيلَةٍ صَدَقَةٌ وَامْرٌ بِالْمَعْرُوفِ صَدَقَةٌ وَنَهْىٌ عَنْ مُنْكَرٍ صَدَقَةٌ.مَا مِنْ امْرِءٍ تَكُونُ لَهُ صََةٌ بِلَيْلٍ فَغَلَبَهُ عَلَيْهَا نَوْمٌ اَّ كَتَبَ اللّهُ لَهُ اجْرَ صََتِهِ وَكَانَ نَوْمُهُ صَدَقَةً عَلَيْهِ.
“Gece namazı kılan bir kimseye (bir gün) uykusu galib gelir namaza kalkamazsa, Allah namaz sevabını yine de yazar, uykusu da sadaka yerine geçer.”
EN HAYIRLI SADAKA
“En faziletli en üstün sadaka, müslüman kişinin ilim öğrenmesi, sonra da müslüman kardeşine öğretmesidir.” [1]
BİRİNCİ FASIL
SADAKA VE NAFAKANIN FAZİLETİ
ـ3249 ـ1 -عن أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَا تَصَدَّقَ أَحَدٌ بِصَدَقَةٍ مِنْ طَيِّبٍ، وََ يَقْبَلُ اللّهُ إَِّ الطَّيِّبَ، إَّ أَخَذَهَا الرَّحْمَنِ بِيَمِينِهِ وَكِلْتَا يَدَيْهِ يَمِينٌ، وَإِنْ كَانَتْ تَمْرَةً. فَتَرْبُو فِي كَفِّ الرَّحْمَنِ حَتَّى تَكُونَ أَعَظَمَ مِنَ الْجَبَلِ كَمَا يُرَبِّى أَحَكُمْ فَلُوَّهُ أَوْ فَصِيلَهُ[. أخرجه الستة إ أبا دَاوُد.قَوْلِهِ-فتربو-أى تكثر وتزيد.وَكَفُّ الرَّحْمَنِ-هنا محل قبول الصدقة التي توضع فيه، وإ ف كف اللّه و جارحة؛ تَعَالَى اللّه عما يَقُولُ الظالمون والمجسمون عموا كبيرا.وَالْفَلُوُّ الْمُهْر أو ما يولد. وَالْفَصِيلُ الْمُهر أول ما يولد.وَالْفَصِيلَ. ولد الناقة إِلَى أن يفصل عن أمه .
1. (3249)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Temiz şeylerinden kim ne tasadduk ederse -ki Allah sadece temizi kabul eder- Rahmân onu sağ eliyle alır -ki O´nun her iki eli de sağdır- bu sadaka bir tek hurma bile olsa, O, Rahmân´ın avucunda dağdan daha iri oluncaya kadar büyür, tıpkı sizin bir tayı veya bir boduğu büyütmeniz gibi (O da sadakanızı büyütür).”[2]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, Allah Teâlâ Hazretlerinin temiz ve helal kazançtan yapılan hayırları kabul edeceğini belirtmektedir. Kurtubî, Allah´ın haram kazançtan yapılan sadakaları kabul etmeyişini, “Çünkü o mal, tasadduk edene ait değildir. Kendine ait olmayan malda tasarruftan kişi yasaklanmıştır. Halbuki, burada tasadduk eden kimse, yasağa rağmen hareket etmiş olmaktadır. Allah bunu ondan kabul edecek olsa muhal bir durum ortaya çıkar. Bu iş aynı anda hem yasaklanmış hem emredilmiş olur.”
2- “Sağ elle alması” meselesine gelince: Önce şunu belirtelim, Allah´a el nisbet edilmesi bir teşbihten ibârettir. Allah hiçbir şeye benzemez. O´nun bizim gibi eli, ayağı olması mevzubahis olamaz. Ancak, İlâhî ve Rabbânî hakikatleri insanların anlayabilmeleri için, insanların me´lûfu oldukları tabirlerle ifade etmek vazgeçilmesi imkansız bir zarurettir. Âyet ve hadislerde buna sıkça rastlanır. Kelimelerin âlem-i şehadetle ilgili zâhirî mânalarında takılıp kalarak Allah´ı insana benzetmek, kelâmın maksudu olan mânayı aramamak büyük hata olur. Geçmişte birkısım insanlar bu hataya düşerek hem gereksiz münakaşalara ve hem de itikadi bozukluk ve sapmalara sebep olmuşlardır.
Tirmizî, Ehl-i Sünnet âlimlerinin: “Bu çeşit hadislere inanırız ancak teşbih tevehhüm etmeyiz, keyfiyeti hakkında da bir şey söylemeyiz” dediklerini kaydeder.
Mâzirî bu sözdeki hakiki maksadı şöyle açıklar: “Bu ve benzeri hadislerde, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Arapların kitapta alıştıkları üslûba uygun olarak ifâde-i meramda bulunmaktadır, maksadı, anlamalarını sağlamaktır. Sağ el tabiriyle sadakanın makbuliyetini kinaye etmiştir, terbiye (büyütme) tabiriyle de sevabın artırılmasını kinaye etmiştir.”
Kadı İyaz da şunu söyler: “Razı olunan şey sağ elle karşılanıp onunla alınması sebebiyle, benzer durumlarda hep aynı ifadeye yer verilir ve makbuliyet, sağ el ile istiare edilir.”
Bazıları: “Sağ el ile kabul ciheti ifade edilir, çünkü sol el bunun zıddıdır.”
Bazıları: “Murâd, kendisine sadaka verilen sağ eldir. Bunu mülk ve tahsis izafetiyle Allah´a izafe etmiştir, çünkü bu sadakayı alan kimsenin sağ eline Allah rızası için koymuştur.”
Bazıları: “Bundan maksad süratle kabul edildiğini ifade etmektir” demiştir.
Zeyn İbnu´l- Münir´in yorumu da şöyle: “Rıza ve kabul´ün “sağ elle almak”la kinaye edilmesi, ma´kul mânaların zihinde tesbitini yapmak, ruhlarda, maddi şeylerin anlaşılması seviyesinde anlaşılmasını sağlamaktır. Bir başka ifadeyle, böylece kişi, sadakasının kabul edileceği hususunda şekke düşmez, nasıl ki, bir şeyin sağ elle alındığını gözleriyle gören kimsenin bundan şekke düşmediği gibi. Ancak buradaki alma, alışa geldiğimiz alma, onu alan da insanî bir uzuv değildir.”
3- Sadakanın artmasını ifade eden tabirler muhtelif rivayetlerde farklı kelimelerle ifade edilmiştir: “(Tek hurma tanesi) dağdan daha büyük olur”; “Kıyamet günü… Uhud dağından daha büyük…”, “Tek lokma Uhud dağı kadar olur.” Bazı rivayetlere, Resulullah´ın sözünü te´yiden Kur´an´dan şu ayet-i kerime ilave edilmiştir: “Allah ribayı eksiltir, sadakaları artırır” (Bakara 276).
4- Sadakanın artmasını ifade ederken deve ve at yavrularının (boduk ve tay) zikrinde de âlimler incelik görürler: Bunlar en büyük hayvanlardır, artmanın ziyade olacağına işaret vardır. Ayrıca, sadaka amelin ürünüdür, ürün (yavru) ise en ziyade terbiyeye, itinaya muhtaçtır. İtina ve alâka güzel olursa en mükemmel şekilde büyür. Öyleyse, insanoğlunun ameli de böyledir. Hususen sadaka kişi helal kazancından, kazancının iyisinden Allah yolunda tasadduk ederse, onun terbiyesi (yani büyütülüp artırılması) ile bizzat Allah ilgilenecek, bir hurma dânesini dağ kadar büyütecek demektir.[3]
ـ2 ـ21 -وَعَنْه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: بَيْنَا رَجُلٌ فِي فََةٍ مِنَ ا‘َرْضِ إِذْ سَمِعَ صَوْتًا فِي سَحَابَةِ اسْقِ حَدِيقَةَ فَُنٍ. فَتَنَحَّى ذَلِكَ السَّحَابُ فَأَفْرَغَ مَاءَهُ فِي حَرَّةٍ فَإِذَا شَرْجَةٌ مِنْ تِلْكَ الشِّرَاجِ قَدِ اسْتَوْعَبَتْ ذَلِكَ الْمَاءَ. فَتَتَبَّعَ الْمَاءَ فَإِذَا رَجُلٌ قَائِمٌ فِي حَدِيقَةٍ يُحَوِّلُ الْمَاءَ بِمِسْحَاتِهِ. فَقَالَ لَهُ: يَا عَبْدُ اللّهِ، مَا اسْمُكَ لِمَ ؟ قَالَ فَُنٌ، اِسْمُ الَّذِي سَمِعَ فِي السَّحَابَةِ. فَقَالَ لَهُ: يَا عَبْدَ اللّهِ، لِمَ سَألْتَنِي عَنْ اسْمِي؟ قَالَ: سَمِعْتُ صَوْتًا فِي السَّحَابِ الَّذِي هَذَا مَاؤُهُ يَقُولُ: اِسْقِ حَدِيقَةَ فَُنٍ، ِسْمِكَ. فَمَا تَصْنَعُ فِيهَا؟ قَالَ: أَمَّا إِذْ قُلْتَ هَذَا فَإِنِّي أنْظُرُ إِلَى مَا يَخْرُجُ مِنْهَا فَأتَصَدَّقُ بِثُلِثِهِ.وَآكُلُ أَنَا وَعِيَالِي ثُلُثَهُ، وَأرُدَّ فِيهَا ثُلُثَهُ[. أخرجه مسلم.»الحَرَّةُ« بفتح الحاء: ا‘رض ذات الحجارة السوداء.»وَالشَّرْجَةُ« واحدة الشراج وهى مسايل الماء إِلَى السهل من ا‘رض.»وَالمِسْحَاةُ« المجرفة من الحديد .
2. (3250)- Yine Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir adam boş bir arazide giderken bulut içinden gelen bir ses işitti: “Falancanın bahçesini sula!” diyordu. O bulut uzaklaşarak suyunu bir ketire (kayalığa) boşalttı. Derken oradaki sel yollarından biri bu suların tamamını akıtmaya başladı. Adam da suyun istikametini takiben yürüdü. Bir müddet sonra, suyu bahçesine çevirmek üzere elinde bir kürek, çalışan bir adam gördü. Ona:
“Ey Allah´ın kulu ismin ne ” diye sordu.
“Falan!” dedi. Bu isim, adamın buluttan işittiği isimdi. Bu sefer o sordu:
“Ey Allah´ın kulu, peki sen benim adımı niye sordun ”
“Ben sana şu suyu getiren buluttan bir ses işitmiştim, senin ismini söyleyerek “Falanın bahçesini sula!” diyordu. Sen bahçede ne yapıyorsun ”
“Madem ki sordun söyleyeyim. Ben bu bahçeden çıkan mahsule nezaret ederim. Ondan çıkan mahsulün üçte birini tasadduk ederim. Üçte birini ben ve ailem yeriz, üçte birini de bahçeye iâde ederim” dedi.”[4]
ـ3251 ـ3 -وَعَنْه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: سَبَقَ دِرْهَمٌ مَائَةَ أَلْفِ دِرْهَمٍ. قِيلَ: وَكَيْفَ ذَلِكَ يَا رَسُولَ للّهِ؟ قَالَ: كَانَ لِرَجُلٍ دِرْهَمَانِ فَتَصَدَّقَ بِأَجْوَدِهِمَا وَانْطَلَقَ آخِرُ إِلَى عُرْضِ مَالِهِ فَأَخْرَجَ مِنْهُ مِائَةَ أَلْفِ دِرْهَمٍ فَتَصَدَّقَ بِهَا[. أخرجه النسائي.»عُرْضُ الشَّيْءِ«. جانبه وناحيته .
3. (3251)- Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Bir dirhem, yüzbin dirhemi geçmiştir.”
“Bu nasıl olur, ey Allah´ın Resulü ” diye sordular. Şu cevabı verdi.
“Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan daha iyisini tasadduk etti, Diğeri ise, malının yanına varıp, malından yüzbin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.”[5]
AÇIKLAMA:
Hadis, bağışlanan malın Allah yanındaki kıymeti, onun azlığına çokluğuna bakmadığını, bağışlayanın haline ve niyyetine baktığını göstermektedir. Hadiste bir dirhem veren, malının yarısını vermiş olmaktadır. Ayrıca o, ancak kavîlerin bağışta bulunabileceği bir halde vermiş olmaktadır. Böylece bunun ücreti, himmeti nisbetinde olacaktır. Halbuki zengin olan kişi, malının yarısını vermiş değildir. Ayrıca hiç kimsenin bağışta bulunamayacağı bir halde de değildir. Yani normal olarak herkesin bağış yapacağı bir haldedir. Ve yine muhtemeldir ki, bu fakirin bağışı, zenginin bu çok parayı bağışlamasına da sebep olmuştur. Bu durumda, fakirin ücreti, zengininkini geçer. Çünkü sebep olması bakımından zenginin ücretini aynen bir misliyle almıştır. Buna kendi koyduğu tek dirhem dâhil olunca zengini geçmiş olmaktadır. Gerçi hadiste bu te´vili destekleyen bir karine mevcut değildir. Çünkü tek dirhemi veren fakirin önce davrandığı, zenginin buna bakarak hamiyete geldiği ve fedakârlıkta bulunduğunu söylememize imkan verecek bir ifade yoktur. Ancak, fakirin koyduğu tek dirhemin sevabını bu derece artıran husus, niyetindeki hulûsiyetten gelebilir. “Yarabbi, imkânım olsaydı senin yolunda daha ziyâde tasaddukta bulunurdum. Sen, uğrunda bütün malların, canların feda edileceği yegâne Rabbimizsin. Senin yolunda harcananın boşa olmadığına, onu binlerle yüzbinlerle katlayarak mükâfatlandıracağına inanıyorum, ben kulundan bunu kabul buyur ey Rabbim!” diyerek yapılan az bağışın, “Kimsenin yapamadığı kadar bağış yapmaktayım” havası içinde çok bağış yapandan, Allah indinde daha makbul olacağını kavramak zor olmaz. Esasen hadiste de; “Mü´minin niyyeti amelinden daha hayırlıdır” buyrulmuştur.[6]
ـ3252 ـ4 -وَعَنْ اِبْنِ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: ]أَنَّهُ جَاءَهُ سَائِلٌ: فَقَالَ لَهُ اِبْنُ عَبَّاسٍ: أَتَشْهَدُ أَنْ َ إِلَهَ إَِّ اللّهُ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: فَتَصُومُ وَتُصَلِّي؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: سَأَلْتُ وَلِلسَّائِلِ حَقٌّ، إِنَّهُ يَحِقُّ عَلَيْنَا أَنْ نَصِلَكَ. فَأَعْطَاهُ ثَوْبًا وَقَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَكْسُو مُسْلِمًا ثَوْبًا إَِّ كَانَ فِي حِفْظِ اللّهِ تَعَالَى مَا دَامَ عَلَيْهِ مِنْهُ خِرْقَةٌ[. أخرجه الترمذي .
4. (3252)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´ın anlattığına göre, kendisine bir dilenci gelmiş o da dilenciye sormuştur:
“Allah´tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhissalâtu vesselâm´ın O´nun elçisi olduğuna şehadet ediyor musun.”, Adam, “Evet!” deyince tekrar sormuştur: “Oruç tutuyor musun ” Adam tekrar “Evet!” demiştir. Bunun üzerine İbnu Abbâs:
“Sen istedin. İsteyenin bir hakkı vardır. Bizim de isteyene vermek, üzerimize vazifedir” der ve ona bir elbise verir. Sonra ilaveten der ki:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı işittim şöyle demişti: “Bir müslümana elbise giydiren her müslüman mutlaka Allah´ın hıfzı altındadır, ta o giydirdiğinden bir parça onun üzerinde bulundukça.”[7]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, müslümanları giydirmeye teşvik etmektedir. Hatta hadiste gelen “müslüman” kaydı ve buna ilaveten Hz. İbnu Abbâs´ın dilenciyi imanı açısından imtihan etmiş olması, gayr-ı müslimin giydirilmesinde burada vaadedilen sevabın olmayacağı hükmünün çıkarılmasına yol açmıştır.
2- Hadis ayrıca, yeni ve sağlam giyecek vermeye de teşvik etmiş olmâktadır. Zira elbise ne kadar dayanırsa fakirin üzerinde o kadar uzun müddet kalır. Hadis ise, elbise eskiyinceye kadar yani kullanıldığı müddetçe, bağışı yapana dünyevî ve uhrevî himaye-i İlâhi vaadetmektedir.
3- Bu hadis, fakirlik mi üstün, zenginlik mi ihtilafında “zenginlik” diyenlere delil sunmaktadır. Çünkü, fayda ve ihsan Allah´ın sıfatlarındandır. Allah Teâla Hazretleri kendi sıfatlarından biriyle muttasıf olanları sever. Zenginlik ve cömertlik sıfatını da, Zat-ı akdeslerinin sıfatı olduğuna göre, zenginlik ve cûd´u sevecektir.
4- İbnu Abbâs´ı “İsteyenin bir hakkı vardır” demeye sevkeden husus şu âyet-i kerime olabilir: “Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır” (Zariyat 19). Mamafif bu husus bazı hadislerde de ele alınmıştır. Ahmed İbnu Hanbel ve Ebu Dâvud´da rivayet edilen bir hadiste, “İsteyen, at üzerinde gelse bile ona bir hak vardır.”
Sâil´i, İbnu´l- Esir, “Dilenen, isteyen” diye tarif eder. Mahrum´u İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) ve Mücâhid: “Beytü´l-maldan (şu veya bu şekilde) herhangi bir pay almayan, geçimini sağladığı bir geliri veya mesleği olmayan fakir kimse” olarak tavsif eder. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ): “Kazancı ihtiyacını karşılayamayan fakir” diye tarif etmiştir. Dahhâk: “Malını (sel, yangın, âfet gibi bir sebeple) kaybeden kimse” diye tarif ederken, Zührî de: “İnsanlara ihtiyacını açmayan, onlardan hiçbir şey istemeyen kimsedir” demiştir.
İslam âlimleri, dilencilik yaparak nefsini alçaltan kimseyi sû-i zanla karşılamamak, güler yüz, tatlı söz ve ikramla karşılamak gerektiğine hükmetmişlerdir. Hattâbî, “Dilenen, at üzerinde bile gelse ona bir hak vardır” hadisinde dilenciler hakkında hüsn-ü zan edilmesinin “emredildiğini” belirtir; “onları tasdik imkanı varken tekzible karşılamamak icabettiğine” dikkat çeker. Hadisin: “Dilencinin görünüşü seni şüpheye atsa bile, ata binerek gelmiş olsa bile onu mahrum bırakma” diye emrettiğini söyler ve ilave eder: “Zira, bazan kişinin atı olur ama, geride bıraktığı âilesi ve borcu da olur ve içinde bulunduğu bu şartlar sadaka almasını câiz kılar. Bazan da adam yolcudur, memleketinde zengin olsa bile sadaka alması câizdir.” İbnu´l-Esir gâzi ve borçluların da sadaka almalarının câiz olduğunu belirtir.
Hülasa âlimler, çeşitli meşru sebepler göstererek, kapıya gelenlerin boş çevrilmemesi gerektiği sonucuna varırlar. Ancak, fakir diye sadakadan verilen kimsenin fakir olmadığının ortaya çıkması halinde alınacak tavır hususunda ihtilaf edilmiştir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed, Hasan Basri, verenden sadaka borcu düşer demişlerdir. Sevrî ve iki görüşünden birinde Şâfiî ve Ebu Yusuf sadaka borcunun düşmeyeceğini söylemişlerdir.[8]
ـ3253 ـ5 -وَعَنْ أَبِي سَعِيدِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: ]أَنَّ أَعْرَابِيًّا قَالَ يَا رَسُولَ للّهِ: أَخْبِرْنِي عَنِ الْهِجْرَةِ. فَقَالَ: وَيْحَكَ إِنَّ شَأْنَهَا شَدِيدٌ، فَهَلْ لَكَ مِنْ إِبِلٍ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: فَتُعْطِي صَدَقَتَهَا؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: فَهَلْ تَمْنَحُ مِنْهَا؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: فَتَحْلُبُهَا يَوْمَ وِرْدَهَا؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: فَاعْمَلْ مِنْ وَرَاءِ الْبِحَارِ فَإَِّن اللّهَ لَنْ يَتْرُكَ مِنْ عَمَلِكَ شَيْئًا[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
5. (3253)- Ebu Sa´id (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir bedevi gelerek: “Ey Allah´ın Resûlü! Bana hicretten haber ver!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Vah sana! O ağır bir iştir. Senin develerin var mı ” dedi. Adam, “Evet!” deyince:
“Zekatlarını veriyor musun ” diye sordu. Adam yine “Evet!” deyince:
“Öyleyse sen o uzaklarda kal ve çalış, zira Allah senin amelinden hiçbir şeyi eksiltmeyecektir” buyurdu.”[9]
AÇIKLAMA:
1- Resulullah´a yapılan bu müracaat Mekke Fethi´nden sonra olmalıdır. Çünkü ondan önce hicret, her mü´mine farz-ı ayn mesabesinde idi. Hicretle ilgili bölümde genişçe tahlil edeceğimiz üzere (5779. hadisten sonraki tahlil) hem müslümanların azınlık kalarak azılı düşmanlar içerisinde eriyip gitmemeleri, hem de Medine´de zayıf durumda olan İslam Devletinin güçlenmesi için, her yeni müslüman, her ne zorluk olursa olsun, Medine´ye hicret etmek zorunda idi. Buradaki hadis, bedevînin işinin başında kalmasını, bu takdirde amelinden hiçbir şey eksiltilmeyeceğini tavsiye etmektedir. Bu tavsiye, şartların değiştiğini, herkesin dilediği yerde İslam´ı yaşayabilecek hale geldiğini ifade eder.
2- Hadiste develerin zekatı meselesi de geçmektedir. Ancak bu husus zekâtla ilgili bölümde tahlil edildiği için burada meseleye girmeyeceğiz.[10]
ـ3254 ـ6 -وَعَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الصَّدَقَةُ تُطْفِئُ غَضَبَ الرَّبِّ وَتَدْفَعُ مِيتَةَ السُّوءِ[. أخرجه والترمذي .
6. (3254)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sadaka Rabbin öfkesini söndürür ve kötü ölü mü bertaraf eder.”[11] (Tirmizî, Zekât 28, (664).]
AÇIKLAMA:
Hadiste, kulların isyanları karşısında gadaba gelen Cenâb-ı Hakk´ın öfke ve gadabını, sadakanın gidereceği ifade edilmektedir. Kötü ölümden murad, Resulullah´ın istiâzede bulunduğu ölüm tarzlarıdır: Göçük altında kalmak, kayalıktan düşmek, boğulmak, yanmak, ölüm anında şeytanın çarpması, savaştan kaçarken öldürülmek gibi… Bazı âlimler de bundan muradın “âni gelen ölüm” olduğunu “asılmak gibi herkese teşhir edilen ölüm” olduğunu söylemiştir.[12]
NAFAKA
ـ3255 ـ1 -عن أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا مِنْ يَوْمٍ يُصْبِحُ فِيهِ الْعِبَادُ إَِّ وَمَلَكَانِ يَنْزَِنِ مِنَ السَّمَاءِ يَقُولُ أَحَدُهُمَا: اَللَّهُمَّ أَعْطِ مُنْفِقًا خَلْفًا؛ وَيَقُولُ اŒخَرُ: اَللَهُمَ اَعْطِ مُمْسِكًا تَلَفًا[. أخرجه الشيخان.وفي أخرى: ]يَقُولُ اللّهُ تَعَالَى: يَا اِبْنَ آدَمَ أَنْفِقْ أُنْفِقْ عَلَيْكَ[ .
1. (3255)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kulların sabaha erdiği her günde iki melek semadan iner ve bunlardan biri şöyle dua eder: “Ey İlahımız! İnfak edene halef (devam) ver.” Diğeri de şöyle dua eder:
“Ey İlahımız! Cimriye de telef ver.”[13]
Bir başka rivayette: “Allah Tealâ Hazretleri şöyle der: “Ey Âdemoğlu Sen infak et, ben de sana infak edeyim” şeklinde gelmiştir.[14]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin bir başka veçhinde Resulullah şöyle buyurmuşlardır: “Güneşin doğduğu her günde, güneşin iki tarafında iki melek, cin ve ins hariç Allah´ın bütün mahlukâtının işiteceği bir şekilde şöyle bağırırlar: “Ey insanlar! Rabbinize gelin. Bilin ki az ve yeterli olanı, çok ve oyalayıcı olandan daha hayırlıdır!” Güneş batarken de iki tarafındaki iki melekten biri: “İnfak edene halef (devam, karşılık) ver”; diğeri de: “Ey İlahımız cimriye de telef ver” diye dua eder.”
2- Nevevî, burada teşvik edilen infakın tâat yolunda, aileye, misâfire harcananlarla, Allah rızası için yapılan tetavvuât nev´inden yapılan harcamalar olduğunu belirtir. Kurtubî ise: “Buraya her çeşit vâcib ve mendub harcamalar girer, mendub harcamalardan kaçınan bu duaya mazhar olamaz. Ancak kime mezmum olan cimrilik galebe eder de, üzerindeki hakkın edasından kaçınırsa veya eda etse bile bunu gönül hoşluğu ile yapmazsa bedduaya mazhar olur” der.[15]
ـ3256 ـ2 -وَعَنْ أَبِي ذرّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَا مِنْ عَبْدٍ مُسْلِمٍ يُنْفِقُ مِنْ كُلِّ مَالٍ لَهُ زَوْجَيْنِ فِي سَبِيلِ اللّهِ تَعَالَى إَِّ اسْتَقْبَلَتْهُ حَجَبَةُ الْجَنَّةِ كُلُّهُمْ يَدْعُوهُ إِلَى مَا عِنْدَهُ. قِيلَ: وَكَيْفَ ذَلِكَ قَالَ: إِنْ كَانَ إِبًِ فَبَعِيرَيْنِ وَإِنْ كَانَ بَقَرًا فَبَقَرَتَيْنِ[. أخرجه النسائي .
2. (3256)- Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Müslüman olan bir kul, sahib olduğu her bir maldan Allah yolunda bir çiftini infak ederse, cennetin kapıcıları onu mutlaka karşılar ve her biri kendi beklediği kapıdan girmesi için dâvet eder.”
“Bu nasıl olur ” diye sorulmuştu, şöyle cevap verdi:
“Diyelim ki malı deve cinsindendir, iki deve; sığır cinsindendir, iki sığır (infak eder).”[16]
AÇIKLAMA:
Önceki rivayette Allah rızası için harcanan az da olsa, ehemmiyet ve değerinin fazla olduğunu ifade ediyordu. Bu hadis, Allah rızası için yapılacak büyük harcamaların ne kadar değerli bir amel olduğunu ifade etmektedir. Sadedinde olduğumuz hadiste mâlik olunan malların her birinden birer çift bağışa teşvik edilmektedir. Az malı olanlar, yarısından ibâret olan bir dinarı veya bir keçiyi kolayca bağışlayabilir. Ama çok malı olanlar mallarının yüzde birini bile teşkil etmeyen bir çift sığır veya deveyi vermekte daha bir zorluğa düşer, karar veremez. Resulullah bu hadiste bu çeşit bağışlarla nefsin cimriliğinin kırılmasına teşvik buyurmaktadır.[17]
ـ3257 ـ3 -وَعَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: دِينَارٌ أَنْفَقَتْهُ فِي سَبِيلِ اللّهِ، وَدِينَارٌ أَنْفَقْتَهُ فِي رَقَبَةٍ، وَدِينَارٌ تَصَدَّقْتَ بِهِ عَلَى مِسْكِينٍ، وَدِينَارٌ أَنْفَقْتَهُ عَلَى أَهْلِكَ! أَعْظَمُهَا أَجْرًا الَّذِي أَنْفَقْتَهُ عَلَى أَهْلِكَ[. أخرجه مسلم .
3. (3257)- Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir dinar var Allah yolunda harcadın, bir dinar var köle azad etmede harcadın, bir dinar var fakirler için tasadduk ettin, yine bir dinar var onu da ailen için harcadın. İşte (hep hayırda harcanan) bu dinarların sana en çok sevap getirecek olanı ehlin için harcadığındır.”[18]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, aile efradına harcamaya teşvikte bulunmaktadır. Esasen aile ihtiyaç içinde kıvranırken dışarıya harcamak câiz değildir. Aileye harcamak bir bakıma farzın îfasıdır, diğer harcamalar mendubtur. Elbette farz amelin sevabı ile nafile amelin sevabı bir değildir. Başkaları için harcamak, ihtiyaçtan artan üzerinden yapılmalıdır. Nitekim âyet-i kerime´de, “Sana ne infak edeceklerini sorarlar. De ki: “Artanı…” (Bakara, 219) buyurulmaktadır. Burada “artan” ihtiyaç fazlasıdır. “Aile için harcamak farz nev´indendir” dedik, çünkü kişiye aile efradının nafakasını karşılaması onun üzerindeki mükellefiyetlerden biridir. Hanımı, çocukları, muhtaç iseler yaşlı anne-babasının nafakaları buraya girer. Nafaka deyince giyecek, yiyecek; mesken gibi zaruri ihtiyaçları anlamamız gerekir. Aslında bunların da kesin bir sınırı yoktur. Dinimiz, mevki ve içtimâî muhite göre emsali esas alır. Örfün değerlerine ver verir. Şu halde israfa, lükse gitmemek, vasatı esas almak prensip kılınarak aileye harcayıp, başka hayırlara da para ayırmalıdır. Aksi takdirde, kendi seviyemizin şartlarını esas almadığımız, imkânları iyi olanlara göre hayat standardı tutturmaya çalıştığımız takdirde bu hadisten de aldığımız fetva ile, hayır hasenata ayıracak tek kuruşumuzun olmadığı zehâbına düşebiliriz, bu yanlış olur.[19]
ـ3258 ـ4 -وَعَنْ أَبِي مسعود البدرى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولَ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ الْمُسْلِمَ إِذَا انْفَقَ عَلَى أَهْلِهِ نَفَقَةً وَهُوَ يَحْتَسِبُهَا كَانَتْ لَهُ صَدَقَةً[. أخرجه
الخمسة إ أبا دَاوُد .
4. (3258)- Ebu Mes´ud el-Bedrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Müslüman kişi, ailesinin nafakası için harcar ve bundan sevap umarsa bu ona sadaka olur.”[20]
AÇIKLAMA:
1- Aile için harcamaların “sadaka” olacağı birçok rivayette gelmiştir. Bazı rivayetlerde “ihtisâb (sevap ummak)” kaydı yoktur. Ama bu kaydın olması maksada bir başka canlılık, aile için harcamaya bir başka şuur katıyor. Zira fıtrî ve tabiî olarak büyük çoğunluğuyla bütün insanlık, ailesi için harcar. İnanan kimsenin bunu bir ibadet şuuruyla yapması, bu harcamaya bir başka ehemmiyet ve hasbîlik katacaktır. Mühelleb´in bir açıklaması burada kayda değer: “Ailenin nafakası kişi üzerine vâcibtir. Bû hususta ulemâ icma eder. Şâri bu farz´ı sadaka olarak tesmiye etmiştir. Tâ ki, farz vazifeyi yerine getirmenin sevâbı olmadığı zannına düşülmesin. Zira herkes bilir ki sadaka vermede sevap var. Şârî, aile için harcamanın da sadaka vermek gibi olduğunu haber vermektedir. Tâ ki sevap için ailelerini ihmal ederek başkalarına harcamasınlar. Bunda önce farz olan harcamaya teşvik var. Bu yapıldıktan sonra nâfile olan harcama yapılır.”
2- Hadisdeki “nafaka” kelimesinin üzerinde de durmak gerekir. Nafaka zaruri ihtiyaçları ifade ettiğine göre, bu vasfı taşımayan lüks ve fuzûli harcamalar sadaka sayılmayabilecektir. İsraf imkânlarının çok arttığı ve insanların ideolojik, görünmez güçlerle şuurlu ve sistemli bir şekilde çeşitli vasıtalarla israfa itildikleri günümüz şartlarında müslümanların bu noktada şuurlu olması gerekir. Aksi takdirde, zaten çeşitli sinsî dalavereler ve tuzaklarla soyulan müslüman, eline geçen sınırlı imkânlarını “ailemin ihtiyaçlarına harcıyorum” diyerek zaruri nafakanın dışındaki lüks harcamalarda tüketir ve hayır yolunda harcamaya gelince, “kazancım nafakama yetmiyor ki!..” diyebilir. Bunu diyen büyük hasârete düşer. Halbuki zaruri nafaka üzerinde düşünecek olsa ister mesken ve tefrişi, ister elbise ve zinetler ve isterse yiyecek ve içeceklerde, tasarruf edecek lüzumsuz harcamalar bulabilir.[21]
ـ5 ـ29 -وَعَنْ اِبْنِ مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ:]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ وَسَّعَ عَلَى عِيَالِهِ يَوْمَ عَاشُورَاءَ وَسَّعَ اللّهُ عَلَيْهِ سَائرَ سَنَتِهِ. قَالَ سُفْيَانُ: إِنَّا قَدْ جَرَّبْنَاهُ فَوَجَدْنَاهُ كَذَلِكَ[. أخرجه رزين .
5. (3259)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim ailesine Aşure günü geniş (cömert) davranırsa Allah da ona senenin geri kalan günlerinde geniş davranır.” Süfyan Sevrî der ki: “Biz bunu denedik ve öyle bulduk.”[22]
AÇIKLAMA:
1- Aşûra günü Muharrem´in onuncu günüdür. Bu gün hakkında geniş bilgi daha önce geçti (3149-3152).
2- Münâvî, geniş davranmayı “nafaka´da” diye kayıtlar ve böylece israf yapılmamasına dikkat çekmiş olur.
3- Münavî, “O günde Hz. Nuh aleyhisselâm´ın ve yanındakilerin, Tûfan´dan kurtulmuş olarak ilk defa karaya indiklerini, selamet ve bereket içinde, ailelerinin geçimliklerini hazırlamakla emrolunduklarını, böylece bu günün, geçim vazifelerinde bir genişlik ve bolluk günü olduğunu, bu bolluğa her sene katılmanın bir sünnet kılındığını” -eslâftan naklen- belirtir. O gündeki bolluk ve bereketin tecrübeyle sabit olduğunu birçokları söylemiştir. Hz. Câbir (radıyallahu anh) bunlardan biridir. İbnu Uyeyne: “Biz bunu elli veya altmış yıl denedik” diyerek te´yid etmiştir.[23]
İKİNCİ FASIL
TASADDUK VE İNFAKA TEŞVÎK
ـ3260 ـ1 -عن حارثة بن وهب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: تَصَدَّقُوا: فَيُوشِكُ الرَّجُلُ أَنْ يَمْشِىَ بِصَدَقَةٍ. فَيَقُولُ الَّذِي يُعْطَاهَا: لَوْ جِئْتَنَا بِهَا بِاَمْسِ قَبِلْتُهَا. فَأَمَّا اŒنَ فََ حَاجَةَ لِى فِيهَا! فََ يَجِدُ مَنْ يَقْبَلُهَا مِنْهُ[. أخرجه الشيخان النسائي .
1. (3260)- Hârise İbnu Vehb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sadaka verin. Kişinin eline parayı alıp sadaka olarak vermek üzere çıktığı ve fakat kendisine bağışta bulunulan kimsenin “Bunu dün getirmiş olsaydın kabul ederdim, ama şu anda ona ihtiyacım yok” diye cevap vereceği ve böylece sadakasını kabul edecek bir kimseyi bulamadan sadakası elinde olduğu halde geri döneceği zaman yakındır.”[24]
ـ3261 ـ2 -وَعَنْ أَبِي مُوسَى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَيَأْتِيَنَّ عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ يَطُوفُ الرَّجُلُ فِيهِ بِالصَّدَقَةِ مِنَ الذَّهَبِ فََ يَجِدُ أَحَدًا يَأْخُذُهَا مِنْهُ، وَتَرَى الرَّجُلَ الْوَاحِدَ يَتْبَعُهُ أَرْبَعُونَ امْرَأَةً يَلُذْنَ بِهِ مِنْ قِلَّةِ الرِّجَالِ وَكَثْرَةِ النِّسَاءِ[. أخرجه الشيخان .
2. (3261)- Ebu Mûsa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Muhakkak ki insanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit kişi altından sadaka ile (çarşı pazar) dolaşır da bunu kendisinden sadaka olarak kabul edecek tek kişi bulamaz. O zaman, tek bir erkeğe kırk tane kadının tâbi olduğunu ve kadınların çokluğu ve erkeklerin azlığı sebebiyle ona sığındıklarını görürsün.”[25]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisler, âhir zamanda bolluğun artacağını, öyle ki zekat kabul edecek kimsenin kalmayacağını haber vermektedir. Hadîste zekat malı olarak altın kelimesinin zikri, mânayı te´kid içindir. Çünkü insanlar arasında tedavül eden kıymetli eşyaların en değerlisi, taşınma ve saklanması en kolay olanı altındır. İnsanlar sunulan altına bile istiğna gösterirlerse, gözleri, gönülleri son derece doymuş demektir. Bu da o devirde bolluğun fevkalâde artacağını ifâde eder. Bu mâna birçok hadislerde ifâde edilmiştir. Aynî´ye göre, bu hal fitnelerin artması ve insanlar arasında öldürme hadiselerinin çoğalmasıyla hâsıl olur. Elli kadının bir erkeğe sığınmaya çalışmaları da aynı devrenin vasıfları olarak zikredilmiş olması da bu mânayı te´yid eder. Zira fitnelerde daha ziyade erkekler hayatını kaybeder. Geriye kalan zevceler, yakınlarının himâyeye muhtaç kadın ve kızları epeyce bir yekûn tutar. Hadisler, bu hâlin Kıyamete yakın vâki olacağını, bu esnâda bolluğun, sadaka kabul edecek kimse kalmayacak derecede artacağını belirtir. Bazı hadisler, bu bolluğun Hz. İsâ´nın zuhur edip, Deccal´ı öldürmesinden sonra vukua geleceğine işaret eder.
Mezkur bolluğa temas eden hadîslerden Müslim´de kaydedilen bir rivayet şöyle:
“Aranızda mal çoğalmadıkça Kıyamet kopmaz. Mal o kadar artacak ki, mal sahibi aceb sadakamı kim alır diye endişeyle fakir arayacak. Sadaka vermek üzere biri çağrılacak olsa, “ihtiyacım yok!” diye cevap verecek.”
Bir başka hadis, Arabistan çöllerinde nehirler akıp, çayırlıklar hâsıl olacağını haber verir.
Bütün bu hadisler, ilerleyen teknik vasıtalar sebebiyle mi, yoksa sağlanacak olan sulh-ü umumî sebebiyle mi, yoksa bazı şârihlerin söylediği üzere, Kıyâmetin yaklaştığını anlayan insanların mal hırsını bırakmaları sebebiyle mi, her ne ise Kıyamete yakın, bolluk ve bereketin artacağını haber vermektedir. İbnu´t-Tîn der ki: “Bu hâl, Hz. İsa´nın inmesinden sonra, arz bereketini çıkardığı, bir narla bir âilenin doyduğu, yeryüzünde tek kâfirin kalmadığı zamanda husûle gelecektir.”
Sadedinde olduğumuz hadis, bu bolluğun, hiç beklenmedik bir tarzda sür´atle gelebileceğine dikkat çekerek, sadaka verme fırsatlarını değerlendirmeyi emretmektedir.[26]
ـ3 ـ32 -وَعَنْ علي رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: بَادِرُوا بِالصَّدَقَةِ فَإِنَّ الْبََءَ َ يَتَخَطَّاهَا[. أخرجه رزين .
3. (3262)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sadaka vermede acele edin. Çünkü belâ sadakanın önüne geçemez.”[27]
AÇIKLAMA:
Bu hadîste belâ ile sadaka, yarış yapan iki ata benzetilmiştir. İlâhî kanun, sadaka atını, belâ atının geçemiyeceği hükmüne bağlamıştır. Yani, kişi belâ henüz gelmemişken sadaka verebilirse, artık belâ gelmeyecek demektir.[28]
ـ3263 ـ4 -وَعَنْ أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَمَّا خَلَقَ اللّهُ ا‘َرْضَ جَعَلَتْ تَمِيدُ وَتَتَكَفَّأُ فَأَرْسَاهَا بِالْجِبَالِ فَاسْتَقَرَّتْ. فَتَعَجَّبَ الْمََئِكَةُ مِنْ شِدَّةِ الْجِبَالِ. فَقَالَتْ: يَا رَبَّنَا هَلْ خَلَقْتَ خَلْقًا أَشَدَّ مِنَ الْجِبَالِ؟ قَالَ: نَعَمْ، الْحَدِيدَ. قَالُوا: فَهَلْ خَلَقْتَ خَلْقًا أَشَدَّ مِنَ الْحَدِيدِ؟ قَالَ: نَعَمْ، النَّارَ. قَالُوا: فَهَلْ خَلَقْتَ خَلْقًا أَشَدَّ مِنَ النَّارِ؟ قَالَ: نَعَمْ. الْمَاءَ. قَالُوا: فَهَلْ خَلَقْتَ خَلْقًا أَشَدَّ مِنَ الْمَاءِ؟ قَالَ: نَعَمِ، الرِّيحَ. قَالُوا: فَهَلْ خَلَقْتَ خَلْقًا أَشَدَّ مِنَ الرِّيحِ؟ قَالَ: نَعَمْ، اِبْنَ آدَمَ إِذَا تَصَدَّقَ بِصَدَقَةٍ بِيَمِينِهِ فَأَخْفَاهَا عَنْ شِمَالِهِ[. أخرجه والترمذي.مَادَتِ ا‘َرْضُ تميد: إِذَا تحركت واضطربت .
4. (3263)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah arzı yarattığı zaman, arz sallanmaya (tıpkı bir hurma ağacı gibi sağa sola) yalpalar yapmaya başladı, bunun üzerine dağlarla onu sabitleştirdi ve böylece arz istikrarını buldu. Melekler dağların şiddetine hayrette kaldılar.
“Ey Rabbimiz, dediler, dağlardan daha şiddetli bir mahluk yarattın mı ”
“Evet, buyurdu. Demiri yarattım.”
“Demirden daha şiddetli bir şey yarattın mı ” dediler. Hak Teâla:
“Evet, dedi. Ateşi yarattım.”
“Ateşten daha ağır bir şey yarattın mı ” diye yine sordular. Hak Teâla:
“Evet, dedi, suyu yarattım!”
“Sudan daha şiddetli bir şey yarattın mı ” dediler. Hak Teâla tekrar cevap verdi:
“Evet, rüzgârı yarattım.”
“Rüzgârdan daha şiddetli bir şey yarattın mı ” diye yine sordular. Hak Teâla:
“Evet insanoğlunu yarattım” dedi ve devam etti: “Eğer o, sağ eliyle sadaka verir, sol eli görmeyecek kadar gizlerse (daha şiddetlidir).”[29]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste, insanın, sayılanların hepsinden daha güçlü olduğu neticesi çıkmaktadır. Bu gücün de sadakayı gizli verme şartına bağlanması, sadakada gizliliğin ehemmiyetini belirtir.
Bazı şârihler hadisle ilgili olarak şu açıklamayı sunar: “İnsanoğlunun sadaka vermesi, rüzgar ve diğer zikredilenlerin hepsinden daha şiddetlidir. Çünkü burada nefse muhalefet, tabiat ve şeytanı kahretme var. Yukarıda zikri geçenlerden hiçbirinden bu hal husûle gelmez.” Veya şu da söylenebilir: “Madem ki insanın sadakası Allah´ın gazabını söndürmektedir ve Allah´ın gazabına şiddet ve zorlukta hiçbir şey mukabil olamaz, eğer bir kimseye Allah´ın azabının rüzgârla inmesi taraf-ı İlâhiden kararlaştırılsa, o da bu sırada bir fakire gizlice sadaka verecek olsa, mezkur azabı bu sadaka giderir, böylece rüzgardan daha şiddetli olmuş olur.”
Tîbî de şöyle demiştir: “İnsanoğlunun cibilliyetinde arzın tabiatından olan tutmak (kabz) ve cimrilik vardır. Keza istilâ ve şöhretini intişar ettirme arzusu da onun cibilliyetindendir ve bu iki vasıf ateş ve rüzgârın tabiatında da vardır. Öyleyse, insanoğlu vermek suretiyle arzî cibilliyetine, gizlice yapmak suretiyle de ateş ve rüzgâra ait cibilliyetine muhalefet ederse, bunların hepsinden daha şiddetli (güçlü) olmuş olur.”[30]
ـ3264 ـ5 -وَعَنْ اِبْنِ عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ َوَهُوَ عَلَى الْمِنْبَرِ وَذَكَرَ الصَّدَقَةَ وَالتَّعَفُّفَ عَنِ الْمَسْئَلَةِ، الْيَدُ الْعُلْيَا خَيْرٌ مِنَ الْيَدِ السُّفْلَي وَالْعُلْيَا هَيَ الْمُنْفِقَةُ وَالسُّفْلَي هِيَ السَّائِلَةُ[. أخرجه الستة إ الترمذي .
5. (3264)- İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) minberde, sadakadan ve dilenmeye tevessül etmemekten bahsettiği sırada:
“Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır!” buyurdu. “Üstteki” infak eden, “alttaki” de dilenen demektir.”[31]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada vermeye teşvik ederken dilenmekten caydırmaktadır. Bunu yaparken kinayeye başvurmuştur. Veren kimseyi yukarı el (veya üstteki el), alan, yani dilenen kimseyi de aşağı el (veya alttaki el) tabirleri ile kinaye etmiştir.
Hadîsin sonunda yer alan “Üstteki” infak eden, alttaki de dilenen demektir” açıklamasının İbnu Ömer´e ait olduğunu şârihler belirtir.[32]
ـ3265 ـ6 -وَعَنْ عدي بن حاتم رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اِتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةِ[ .
6. (3265)- Adiyy İbnu Hatim (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyun” buyurdu.”[33]
ـ3266 ـ7 -وفي رواية: ]مَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمْ أَنْ يَسْتَتِرَ مِنَ النَّاِر وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ فَلْيَفْعَلْ[. أخرجه الشيخان النسائي .
7. (3266)- Bir rivayette de: “Sizden kim, bir yarım hurma ile de olsa ateşten korunabilirse, bunu yapsın” buyurmuştur.”[34]
ـ3267 ـ8 -وَعَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قِيلَ يَارَسُولَ للّهِ، أَيُّ الصَّدَقَةِ أَفْضَلُ؟ قَالَ: جُهْدُ الْمُقِلِّ، وَابْدَأْ بِمَنْ تَعُولُ[. أخرجه أَبُو دَاوُد.»الْجُهْدُ« بالضم: الوسع والطاقة من المقل الَّذِي ماله قليل فهو يعطي بقدر ماله .
8- (3267)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir gün: “Ey Allah´ın Resûlü! dendi, hangi sadaka daha üstündür ”
“Fakirin cömertliğidir. Sen bakımıyla mükellef olduklarından başla.”[35]
AÇIKLAMA:
Bu hadîs, kişinin ailesine harcadığı şeylerin de sadaka ve hatta daha üstün bir sadaka olduğunu belirtiyor. Ayrıca fakirin cömert davranmasının, zenginin cömertliğinden üstün olduğunu belirtiyor. Öyleyse, tasadduk etmek için zengin olacağı zamanı beklemek veya o işin zenginlere has bir fazilet olduğunu söylemenin yanlışlığına da dikkat çekiyor. Kişi sadaka hususunda her fırsatı değerlendirmeli, az da olsa tasadduk etmeli, hatta bu azm, Allah indinde, zenginin vereceği çoktan daha kıymetli olacağı belirtilmektedir.[36]
ـ3268 ـ9 -وَعَنْ سَعِيدِ بن المسيب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]اَتَى سَعْدُ بنُ عُبَادَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ رَسُولَ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: أَىُّ الصَّدَقَةِ أَعْجَبُ إِلَيْكَ؟ قَالَ: الْمَاءُ[. أخرجه أَبُو دَاوُد .
9. (3268)- Said İbnu´l Müseyyeb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Sa´d İbnu Ubâde (radıyallahu anh), Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek sordu:
“Senin hoşuna giden sadaka hangisidir ”
“Su!” cevabını verdi.”[37]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “su”yu en üstün sadaka ilân etmesi, iki muhtemel sebebe bağlanmıştır:
* Suyun o devirde Medine´de azlığı.
* En ziyade ihtiyaç duyulan madde oluşu…
Su temin edip dağıtma hususunda yapılan bu teşvik, İslam âleminde sebîl adı altında insan ve hayvanlara su te´min hizmetlerinin gelişip müesseseleşmesine sebep olmuştur. Yollara, kırlara, çarşılara, dağ başlarına kısacası canlıların uğrak yerlerine çeşmeler, sarnıçlar, kuyular te´sis edilmiş, bunların inşası sadaka-i câriye addedilmiştir. Bu maksadla yapılan eserler bazan bir sanat, bazan bir târih âbidesi olarak yurdumuzun her tarafını tezyin etmektedir.
Bir çift kelâmı, canlıların susuzluğunu gideren yüzbinlerle hayır müessesesine vesile olan Resûl´ün makamı ne yücedir! Ya Rabb! Ahiretteki susuzluğumuzun giderilmesinde de O´nun şefaatini bize yâr eyle![38]
ـ3269 ـ10 -وَعَنْ زيد بن أسلم رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَعْطُوا السَّائِلَ وَلَوْ جَاءَ عَلَى فَرَسٍ[. أخرجه مالك .
10. (3269)- Zeyd İbni Eslem (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Dilenci at üzerinde de gelse ona sadaka verin.”[39]
ـ3270 ـ11 -و‘بي دَاوُد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: ]لِلسَّائِلِ حَقٌّ وَلَوْ جَاءَ عَلَى فَرَسٍ[ .
11. (3270)- Ebu Dâvud´daki bir rivayette: “Dilenci için bir hak vardır, at üzerinde gelse bile” buyurmuştur.”[40]
AÇIKLAMA:
Açıklaması 3252 numaralı hadîste geçti.
ـ3271 ـ12 -وَعَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَا نَقَصَ مَالٌ مِنْ صَدَقَةٍ، وَمَا زَادَ اللّهُ عَبْدًا بِعَفْوٍ إَِّ عِزًّا، وََ تَوَاضَعَ عَبْدٌ للّهِ إَِّ رَفَعَهُ اللّهُ[. أخرجه مسلم ومالك الترمذي .
12. (3271)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
* “Mal sadaka ile eksilmez.”
* “Allah affı sebebiyle kulun izzetini artırır.”
* “Allah için mütevazî olan bir kimseyi Allah yüceltir.”[41]
ـ3272 ـ13 -وَعَنْ جَابِرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]أَمَرَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ كُلِّ جَادٍّ عَشْرَةَ أَوْسُقٍ مِنَ التَّمْرِ بِقِنْوٍ يُعَلَّقُ فِي الْمَسْجِدِ لِلمَسَاكِينِ[. أخرجه أَبُو دَاوُد .
13. (3272)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), hurma mahsulünden her on vask miktara, fakirler için, bir salkım hurmanın mescide asılmasını emretti.”[42]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) henüz fetihler başlamadan önce, fakirlerin ve hususan Suffa´da kalanların rızıklarını te´min için bir kısım tedbirler almıştı. Bu tedbirlerden birini burada görmekteyiz: Mescide hurma salkımı astırmak… Devamlı mescidde bulundurulan bu salkımlardan ihtiyaç sâhipleri değnekleri ile bir miktar hurma düşürür ve onları yiyerek açlığını giderirdi.[43] Müteakip hadîste görüleceği üzere bu hurma salkımlarının bazan kalitesizlerine rastlanmış, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kalitelisinin asılması için dikkatleri çekmiştir.
Hattâbî bu sadakanın farz olan ve zekat denen sadaka olmadığını, mendub nev´inden sadaka olduğunu belirtir.
Hadîs, her on vask miktarı hurma mahsulü için bir hurma salkımının fakirlerin istifadesi için mescide asılmasını, Aleyhissalatu vesselamın emrettiğini göstermektedir.[44]
ـ3273 ـ14 -وَعَنْ عوف بن مالك رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]خَرَجَ النَّبِيّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يَوْمًا وَبِيَدِهِ عَصًا، وَقَدْ عَلَّقَ رَجُلٌ قِنْوَ حَشَفٍ فَجَعَلَ يَطْعُنُ فِيهِ وَيَقُولُ: لَوْ شَاءَ رَبُّ هَذِهِ الصَّدَقَةِ تَصَدَّقَ بِأَطْيَبَ مِنْ هَذَا إِنَّ رَبَّ هَذِهِ الصَّدَقَةِ يَأْكُلُ حَشَفًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ[. أخرجه أَبُو دَاوُد النسائي.»القِنْو« العذق بما فِيهِ الرطب .
14. (3273)- Avf İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), birgün elinde âsası olduğu halde çıktı. Adamın biri çürüklü bir hurma salkımı asmış idi. Aleyhissalatu vesselam salkıma değneğini dürtüyor ve:
“Bu sadakanın sâhibi, keşke bundan daha iyisini tasadduk etmek isteseydi. Bu sadakanın sâhibi, Kıyamet günü çürük hurma yiyecek” diyordu.”[45]
ـ3274 ـ15 -وَعَنْ جرير رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]أَتَى النَّبِيّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَوْمٌ حُفَاةٌ عُرَاةٌ مُجْتَابِى النِّمَارِ أَوِ الْعَبَاءِ مُتَقَلِّدِي السُّيُوفِ عاَمَّتُهُمْ مِنْ مُضَرَ. فَتَمَعَّرَ وَجْهُ رَسُولِ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِمَا رَأى بِهِمْ مِنَ الْفَاقَةِ، فَدَخَلَ ثُمَّ خَرَجَ. فَأمَرَ بًَِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَأَذَّنَ وَأَقَامَ فَصَلَّى؛ ثُمَّ خَطَبَ فَقَالَ: يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا اŒية؛ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا. وَاŒيَةَ الَّتِي فِي الْحَشْرِ اتَّقُوا اللّهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍ. تَصَدَّقَ رَجُلٍ مِنْ دِينَارِهِ، مِنْ دِرْهَمِهِ، مِنْ ثَوْبِهِ، مِنْ صَاعٍ بُرِّهِ، مِنْ صَاعِ تَمْرِهِ، حَتَّى قَالَ: وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ؛ فَجَاءَ رَجُلٌ مِنَ ا‘َنْصَارِ بِصُرَّةٍ كَادَتْ كَفُّهُ تَعْجِزُ عَنْهَا! بَلْ قَدْ عَجَزَتْ. ثُمَّ تَتَابَعَ النَّاسُ حَتَّى رَأَيْتُ كَوْمَيْنِ مِنْ ثِيَابٍ وَطَعَامٍ حَتَّى رَأَيْتُ وَجْهَ رَسُولَ للّهِ يَتَهَلَّلُ كَأَنَّهُ مُذْهَبَةٌ. فَقَالَ: مَنْ سَنَّ فِي ا“ِسَْمِ سُنَّةً حَسَنَةً فَلَهُ أَجْرُهَا وَأَجْرُ مَنْ
عَمِلَ بِهَا بَعْدَهُ
مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أُجُورِهِمْ شَىْءٌ؛ وَمَنْ سَنَّ فِي ا“ِسَْمِ سُنَّةً سَيِّئَةً كَانَ عَلَيْهِ وِزْرُهَا وَوِزْرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا مِنْ بَعْدِهِ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أَوْزَارِهِمْ شَىْءٌ[. أخرجه مسلم والنسائي.قوله »مُجْتَابِي النَّمَارُ« أي بسيها، والنمار جمع نمرة وهى شملة مخطّطة من مآزر ا‘عراب.»تمعَّرَ« أي تغير وتلون من الغضب .
15. (3274)- Hz. Cerir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a üstü başı yok, ayakları çıplak, sadece kaplan postu gibi çizgili bedei peştamalı -veya abalarına- sarınmış, kılıçları boyunlarında asılı oldukları halde hepsi de Mudarlı olan bir grup geldi. Onların bu fakir ve sefil halini görmekten Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yüzü değişti. Odasına girdi, tekrar geri geldi. Hz. Bilâl´e ezan okumasını söyledi. O da ezan okudu, sonra ikamet getirdi. Namaz kılındı.
Aleyhissalatu vesselam namazdan sonra cemaate hitabetti ve:
“Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratıp, ondan zevcesini halk eden ve ikisinden de pek çok erkek ve kadın var eden Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah´ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir” (Nisâ 1) ayetini okudu. Bundan sonra Haşir sûresindeki şu âyeti okudu:
“Ey insanlar, Allah´tan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah´tan korkun, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır” (Haşr 18). Resulullah sözüne devamla: “Kişi dinarından, dirheminden, giyeceğinden, bir sa´ buğdayından, bir sa´ hurmasından tasaddukta bulunsun. Hiçbir şeyi olmayan, yarım hurma da olsa mutlaka bir bağışta bulunmaya gayret etsin” buyurdu. Derken Ensâr´dan bir zât, nerdeyse taşıyamayacağı kadar ağır bir bohça ile geldi. Sonra halk sökün ediverdi (herkes bir şey getirmeye başladı). Öyle ki, az sonra biri yiyecek, diğeri giyecek maddesinden müteşekkil iki yığının meydana geldiğini gördüm. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) memnun kalmıştı, yüzünün yaldızlanmış gibi parladığını gördüm. Şöyle buyurdular:
“İslam´da kim bir hayırlı yol açarsa, ona bu hayrın ecri ile, kendisinden sonra o hayrı işleyenlerin ecrinin bir misli verilir. Bu, onların ecrinden hiçbir şey eksiltmez de. Kim de İslâm´da kötü bir yol açarsa, ona bunun günahı ile, kendinden sonra onu işleyenlerin günahı da verilir. Bu da onların günahından hiçbir eksilmeye sebep olmaz.”[46]
AÇIKLAMA:
1- Hadîs Resulullah´ın ihtiyaç içinde olanlara, onlar ihtiyaç arzetmeden yardıma koşmasına örnek olmaktadır. Zira, huzur-u Nebevi´ye gelen bedevîlerin halinden fakirlikleri okunuyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), onlardan bir yardım talebi vaki olmadan en müessir bir üslupla müslümanları yardıma davet etmiştir.
2- Yapılan yardımlardan Aleyhissalatu vesselam son derece memnun kalmış, bu hal, görünüşüne bile aksetmiştir. Ancak, en ziyade yardım etme işini başlatandan memnun olmuş, onun zor taşıyacağı bir bohça ile gelmesi, diğerlerinin de yardım için koşmalarında müessir olmuştur. Efendimizin, “İslam´da kim hayırlı bir yol açarsa…” ifadesi ilk defa bohça getiren bu zatla ilgilidir. Onun, diğerlerine sebep ve örnek olması yönüyle, o anda yapılan bütün yardımlardan hâsıl olan sevaba da iştirak edeceğini, ancak onun iştirakinin, öbürlerinin sevabından bir eksilmeye sebep olmayacağını anlıyoruz.
Efendimiz, kötülüğe öncülük yapanların da aynı şekilde, sonradan aynı yolda giderek kötülük yapanların günâhına iştirak edeceğini belirtiyor. Nitekim bir başka hadiste, Hz. Âdem aleyhisselâm´ın oğlu Kâbil´e -yeryüzünde haksız yere ilk kan döken insan olması hasebiyle- Kıyamete kadar dökülecek olan her haksız kanın günahından bir mislinin yazılacağı belirtilmiştir.
Hadîs, iyi çığırlar açmaya, hayır müesseseleri kurmaya, insanların istifade edeceği yeni keşifler, buluşlar yapmaya fevkalâde teşvik ettiği gibi; kötü işler yapmaktan, faydasız, zararlı icadlar ortaya koymaktan da fevkalâde zecr etmektedir.
3- Va´z ve nasihatlerde en müessir yolu aramak, maksadı, imkân nisbetinde âyetlerle ifâde etmek müstehab olmaktadır. Zira Aleyhissalatu vesselam iki ayrı âyetle sözlerini takviye buyurmuşlardır.[47]
ـ3275 ـ16 -وَعَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: قَالَ رَجُلٌ ‘َتَصَدَّقَنَّ اللَّيْلَةَ بِصَدَقَةٍ. فَخَرَجَ بِصَدَقَتِهِ فَوَضَعَهَا فِي يَدِ سَارِقٍ. فَأصْبَحُوا يَتَحَدَّثُونَ تُصَدِّقَ اللَّيْلَةَ عَلَى سَارِقٍ. فَقَالَ: اَللَّهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ، عَلَى سَارِقٍ. ‘َتَصَدَّقَنَّ بِصَدَقَةٍ. فَخَرَجَ بِصَدَقَتِهِ فَوَضَعَهَا فِي يَدِ زَانِيَةٍ. فَأَصْبَحُوا يَتَحَدَّثُونَ: تُصَدِّقُ اللَّيْلَةَ عَلَى زَانِيَةٍ. فَقَالَ: اَللَّهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ عَلَى سَارِقٍ وَزَانِيَةٍ ‘َ تَصَدَّقَهٍ بِصَدَقَةٍ. فَخَرَجَ بِصَدَقَتِهِ فوضقه
فِي بد غني، فأصبحوا يتحدثون: تصدق الليلة عَلَى غني. فَقَالَ: اَللَّهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ عَلَى سَارِقٍ وَزَانِيَةٍ وَغَنِّي، فَأُتِي فَقِيلَ لَهُ: أَمَّا صَدَقَتُكَ فَقَدْ قُبِلَتْ، أَمَّا السَّارِقُ فَلَعَلَّهُ أَنْ يَسْتَعِفَّ عَنْ سَرِقَتِهِ، وَأَمَّا الزَّانِيَةُ فَلَعَلَّهَا أَنْ تَسْتَعِفَّ عَنْ زِنَاهَا، وَأَمَّا الْغَنِىُّ فَلَعَلَّهُ أَنْ يَعْتَبِرَ فَيُنْفَقُ مِمَّا أَعْطَاهُ اللّهُ تَعَالَى[. أخرجه الشيخان و النسائي .
16. (3275)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir adam: “Bu gece mutlaka bir sadaka vereceğim!” deyip, sadakasıyla çıktı. Fakat (farkına varmadan) onu bir hırsızın avucuna sıkıştırdı. Sabah olunca herkes:
“Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş!” diye dedikodu yaptı. Adam:
“Ya Rabbi bir hırsıza sadaka verdiğim için sana hamdediyorum” dedi ve ilâve etti: “Ancak mutlaka bir sadaka daha vereceğim!”
Yine sadakasıyla çıktı. (Gece karanlığında bu sefer de) bir zaniyenin avucuna sıkıştırdı. Sabahleyin herkes:
“Bu gece bir zâniyeye sadaka verilmiş!” diye dedikodu yaptı. Adam:
“Allah´ım bir hırsız ve zâniyeye sadaka verdiğim için sana hamdolsun! Ancak yine de bir sadakada bulunacağım!” dedi. Sadakasıyla birlikte sokağa çıktı. (Karanlıkta) bu sefer de bir zenginin eline sıkıştırdı. Sabahleyin herkes:
“Bu gece bir zengine sadaka verilmiş!” diye dedikodu yaptı. Adam:
“Allah´ım, bir hırsız, bir zâniyeye ve bir zengine sadaka verdiğim için sana hamdediyorum!” dedi. (Bilahare rüyasında ona gelip şöyle denildi):
“Senin sadakaların kabul edildi. Şöyle ki: (İhlasla yani Allah rızası için vermen sebebiyle) hırsızın hırsızlıktan vazgeçip iffete gelinesi, zâniyenin zinadan vazgeçmesi, zenginin ibret alıp Allah´ın kendine verdiklerinden tasadduk etmesi umulur.”[48]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste sadaka veren şahsın ismi belli değildir. Ancak Ahmed İbnu Hanbel´de gelen zayıf bir rivayette Benî İsrâil´den olduğu tasrih edilmiştir.
2- Bir rivâyette adam “Bu gece sadaka vereceğim” der ve üç ayrı yerde aynı şeyi tekrar eder. Yani, adam sadakayı karanlıkta, yani gizlice verme azmindedir.
Bu durumdan anlaşılıyor ki hırsız, zâniye, zengin gibi sadaka verilmesi münâsi olmayan kimselere vermiş olması kasdî değil, bilakis bir yanılmadır.
3- Adamın Allah´a hamdetmesi, İbnu Hacer´e göre: “Allah´ım, hamd bana değil, sanadır, çünkü sadakam müstehak olmayanın eline kondu, ama bu sadak benim değil, senin iradenle yapıldığı için hamd sanadır, çünkü Allah´ın iradesinin tamamı güzeldir, hoştur.” Ancak Tîbî bu hamdi, İbnu Hacer´in tatminkar bulmadığı bir başka zâviyeden açıklar: “Adam müstehak olana sadaka vermeyi azmetmiş olmasına rağmen (yanlışlıkla) zâniyenin eline koymuş olmakla beraber, yine de hamdediyor, zira durumu zâniyeden daha kötü olan birine de tasaaduk edebilirdi, sadakasını öyle birine vermemiş olduğu için hamdetmiştir veya şu da söylenebilir: Adam hamd´i tesbih yerine söylemiştir, çünkü insanı taaccüb, ve hayrete sevkeden bir şey meydana gelince kişi, Allah´ı tâzim için Sübhânallah! der, aynı durumda tesbîh yerine tahmidde bulunmak da Arap örfünde cârîdir. Herkes, adamın fiilinden taaccüb edince, kendisi de taaccüb etmiş ve “Allah´ım, zâniyeye (sadaka vermiş olmaktan) sana hamdederim” demiştir.
İbnu Hacer, “her ikisini de kabul edilebilir bulmadığını” belirttiği bu tevilleri kaydettikten sonra şunu söyler: “Adam sadakasını (ihlasla) verdikten sonra gerisini Allah´a bıraktı, ve Allah´ın yaptığından râzı oldu. Sonra da o hâle hamdetti. Çünkü o verdikten sonra bütün hallerde O´na hamdedilir. Allah´tan başkasına hoş olmayan şey sebebiyle hamdedilmez. Nitekim Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hoşuna gitmeyen şeyler için de: “Ey Allah´ım, her hal için hamd sanadır” dediği sahih rivâyetlerde gelmiştir.
4- Adama gelen kimdi, nasıl gelmişti hususu da çok açık değildir. Bazı rivâyetler rüyada gelindiğini tasrih etmiş ise de âlimler “rü´yada gördü”, “hâtif bir melekten işitti”; “bir peygamber haber verdi”, “âlimler böyle fetva verdiler” gibi farklı tahminler yürütmüşlerdir.
5- Hadisten Çıkan Bazı Hükümler:
* Sadaka, o devirde, sadece hayır ehlinden olan ihtiyaç sâhiplerine aitti. Bu sebepledir ki, sadakanın zikredilen üç sınıfa verilmiş olmasından hayrete düşüp dedikodusunu yaptılar.
* Hadîs, hâlis niyetle yapılan sadakanın, liyakatlisini bulmasa bile Allah nazarında makbul olduğunu göstermektedir. Ancak fakihlerhususta ne evet ne de hayıra delalet etmiyor. İmam-ı A´zam, İmam Muhammed, Hasan Basrî, İbrahim Nehâî rahimehümullah fakir zannı ile zekât verilen kimsenin sonradan zengin olduğu anlaşılacak olsa, verenden zekat borcunun düşeceğine ve yeniden zekât vermek gerekmediğine hükmederler. İmam Şâfi´î Süfyan-ı Sevrî, Ebu Yûsuf, Hasan İbnu Sâlih gibi bazıları, bunun zekatın yerine geçemeyeceğini yeniden zekât vermesi gerekeceğini söylemişlerdir. “Çünkü derler, adam içtihadında yanılmış ve zekâtını yerine verememiştir. Şu halde yanında su olduğunu unutarak teyemmümle namazını kılan kimse, suyu hatırladığı zaman namazını iade ettiği gibi bu da zekâtını iâde etmelidir.”
* Yerini bulmayan sadakanın tekrarı müstehabtır.
* Sadaka ihlâsla ve gizlice verilirse fazileti büyüktür.
* Fâsık kimselere sadaka vermek haram değilse de mekruhtur. Bir kısım âlimler: “Sadaka için sâlih kimseler aranmalıdır, hâli iyi olmayanlara verilirken hâlini düzeltmesi şart koşulmalıdır.” Demiştir. Böyle birinin “namaz kılarım”, “oruç tutarım”, “kötülüğü terkederim” demesi kâfidir, (tahkik edilmez) demişlerdir.
* Fakir olan hırsız ve fâhişeye zekât vermek câizdir. Ancak zekât ve sadaka alan kimsenin de kendine dikkat edip, kötü hallerinden vazgeçmesi, zenginin de zekât ve sadaka kabul etmemesi gerekir.
* Hüküm vermede zâhir esastır, nefsü´l-emir araştırılmaz. Hilafi anlaşılıncaya kadar zâhire göre verilen hüküm mûteberdir.[49]
ÜÇÜNCÜ FASIL
SADAKANIN AHKÂMI
ـ3276 ـ1 -عن أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَيْرُ الصَّدَقَةِ مَا كَانَ عَنْ ظَهْرِ غَنِيٍّ، وَابْدَأْ بِمَنْ تَعُولُ[. أخرجه البخاري وأَبُو دَاوُد والنسائي .
1. (3276)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sadakanın en hayırlısı zenginlik halinde verilendir. Nafakasını vermek zorunda olduklarından başla.”[50]
AÇIKLAMA:
1- Burada ifadedeki nefiyden murad hakikat değil, kemaldir. Yani mana şöyledir: “Kâmil ve mükemmel sadaka ancak zenginlik halinde verilendir.” Bir başka ifadeyle sadaka veren kimsenin kendisi veya bakmak zorunda oldukları, muhtaç durumda olmamalı veya ne kendisini ne de onları muhtaçlar sırasına indirecek şekilde her şeyini tasadduk etmemelidir. Diğer teberrular da hep bu esasa dahildir. Keza elindeki malına bedel borcu olan kimsenin de sadaka vermesi câiz addedilmemiştir.
2- Bu çeşit hadîslerde ehl ve iyâl kelimeleri geçmektedir. Aralarında terâdüf olmakla birlikte farklılık olduğu da kabul edilmiştir. Şöyle ki:
Ehl daha ziyade zevce ve akârib (yakınlar) mânasına kullanılır.
İyâl ise, zevce ve hizmetçiler mânasına gelir.
Kişi, ehl ve iyâlin nafakasını vermekle mükelleftir. Şu halde, kişi harcamayı önce aile halkının nafakasına yapacaktır. ulemâ, aileye bakma işinin farziyetinde icma eder. Ancak takdirinde ihtilaf husûle gelmiştir.
“Nafakasını vermek zorunda olduklarından başla” emrinde ehem yani daha ehemmiyetli olana öncelik verme prensibi gözükmektedir. Öncelik hakkı dâima şer´î emirlerdedir. Çünkü ilahî emirdir, hem dünyaya hem de âhirete bakar.
3- Hadisle ilgili olarak Nevevi der ki: “Bu sadaka, bütün malını tasadduk etmekten daha hayırlıdır. Çünkü, malının tamamını bağışlayan kimse, bilahare çoğunlukla pişman olmaktadır. Hele muhtaç duruma düştümü kesinlikle pişmanlık geçirmekte ve bağışlamamış olmayı temenni etmektedir. Halbuki, bağıştan sonra, kendisini başkasına muhtaç kılmayacak şekilde malının bir kısmını bağışlamayan kimse, bağışından hiçbir zaman pişman olmaz, bilakis onunla memnuniyet ve sürûr duyar. ulemâ, malının tamamını tasadduk hususunda ihtilaf etmiştir. Bizim mezhebimize (Şâfiî) göre, borcu olmayan, (bağışın getireceği) darlık ve fakirliğe sabredemiyecek horantası bulunmayan kimse için müstehabtır. Bu şartlara tam olarak sahip olmayan kimsenin, bütün malını bağışlaması mekruhtur.”
Kadı İyaz, “Ülemânın cumhuru ve her taraftaki imamların, kişinin bütün malını bağışlamasını caiz gördüğünü, ancak bazılarının: “Bu durumda bütün bağışı geri iade edilir” dediğini ve bu görüşün Hz. Ömer (radıyallahu anh)´den rivayet edildiğini, Şam ulemâsının: “Bu durumda üçte biri kabul edilir” dediğini, bazılarının: “Yarıyı aşarsa fazlası reddedilir dediğini ve bu görüşün de Mekhûl´den rivayet edildiğini” kaydeder.
Ebu Cafer et-Taberi de şunu söylemiştir: “Hepsini bağış câiz ise de, müstehap olanı, buna yer vermemesi ve üçte birin bağışıyla yetinmesidir.”[51]
ـ3277 ـ2 -وَعَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]أَمَرَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمًا بِالصَّدَقَةِ فَقَالَ رَجُلٌ: يَا رَسُولَ للّهِِ، عِنْدِي دِينَارٌ؟ قَالَ: تَصَدَّقْ بِهِ عَلَى نَفْسِكَ. قَالَ: عنْدِي آخَرُ؟ قَالَ: تَصَدَّقْ بِهِ عَلَى وَلَدِكَ. قَالَ: عِنْدِي آخَرُ. قَالَ: تَصَدَّقْ بِهِ عَلَى زَوْجِكَ. قَالَ: عِنْدِي آخَرُ. قَالَ: تَصَدَّقْ بِهِ عَلَى خَادِمِكَ. قَالَ: عِنْدِي آخَرُ قَالَ: أَنْتَ أَبْصَرُ بِهِ[. أخرجه أَبُو دَاوُد والنسائي .
2. (3277)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün sadaka (nafaka) vermeyi emretmişti. Bir adam:
“Ey Allah´ın Resûlü, dedi yanımda bir dinarım var!”
“Onu kendine tasadduk et (kendi nafakan için harca)!” buyurdu. Adam:
“Yanımda bir dinar daha var(sa) ” dedi. Aleyhissalatu vesselam:
“Onu da çocuklarına tasadduk et” buyurdular. Adam tekrar:
“Bir başka dinarım daha var(sa) ” deyince:
“Onu da zevcene tasadduk et” emrettiler. Adam bu sefer:
“Başka bir dinarım daha var(sa) ” dedi. Aleyhissalatu vesselam:
“Onu da hizmetçine tasadduk et!” deyince, adam tekrar atıldı:
“Bir başka dinarım daha var(sa) ” Aleyhissalatu vesselam:
“Onun nereye verileceğini sen daha iyi bilirsin” cevabını verdi.”[52]
AÇIKLAMA:
Burada, aile fertlerinin, ihtiyaç yönünden aralarındaki hiyerarşi gözükmektedir. Başta kişinin kendisi gelmektedir. Evladın, zevceden önce gelmesini Tîbî; “Çocuklar nafakaya zevceden daha muhtaçtır, çünkü zevce boşanma hâlinde bir başkasıyla evlenebilir” diye izah eder. Hattâbî ise şu açıklamayı yapar: “Eğer düşünecek olursan, bu tertipte, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kişiye evlâ ve yakın oluşlarını esas aldığını görürsün. Nitekim önce kendine, sonra da çocuğuna tasadduk etmeyi emretti. Çocuk kendisinin bir parçası durumundadır. Babayı zâyi edecek olsa, helâk olur ve kendisine infakta babanın yerini tutacak birini bulamaz. Üçüncü sırada zevceyi zikretti ve bunu evlâddan sonraya aldı. Zira, erkek, kadına infak edecek para bulamasa kocasıyla boşandırılır, bu halde ona yeni zevce veya nafakasını vermesi gereken bir zî-rahm (yakını) el atabilir. En sonunda köleyi zikretti, çünkü nafakasından aciz kalsa onu satabilir ve kölenin nafakası, onu satın alan ve ona mâlik olana terettüp eder. Hadisin sonundaki, “Sen daha iyi bilirsin” sözü “Geri kalan paranı istersen tasadduk edersin, istersen tasarruf edersin” demektir.”
Hattâbî devamla der ki: “Bundan kıyasla bazı alimler şu hükümlere ulaşmışlardır:
* Erkek, kadın için de sadaka-i fıtır vermelidir.
* Yiyeceğinden bir sa´dan fazla artan kimseye, çocuğuna bedel sadaka vermesi gerekir. Çünkü çocuğun hakkı zevceninkinden önce gelir.
* Çocuğun nafakası, nesebten gelen ba´ziyyet (bir parçası olma) sebebiyle vacib olur.
* Kadının nafakası ise, “istifade”nin karşılığı olarak vacib olur.
* Karı-koca arasındaki hukuk, boşanma ile ortadan kalkabilir, neseb ise ebediyen kalkmaz.”
Hattâbî, “bu hadiste geçen sadaka kelimesinin nafaka mânasında olduğunu da” söyler ki, tercüme sırasında buna dikkat çektik.[53]
ـ3278 ـ3 -وَعَنْ أَبِي سَعِيدِ الخدرى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]دَخَلَ الرَّجُلٌ الْمَسْجِدَ بِهَيْئَةٍ بَذَّةٍ وَالنَّبِيُّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْمُرُ بِالصَّدَقَةِ. فَتَصَدَّقَ النَّاسُ فَأَعْطَاهُ النَّبِيُّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثَوْبَيْنِ. ثُمَّ قَالَ: تَصَدَّقُوا! فَطَرَحَ الرَّجُلُ أَحَدَ ثَوْبَيْهِ. فَقَالَ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَتَرَوْنَ إِلَى هَذَا
الَّذِي رَأَيْتُهُ بِهَيْئَةِ بِذَّةٍ فَأَعْطَيْتُهُ ثَوْبَيْنِ. ثُمَّ قُلْتُ: تَصَدَّقُوا. فَطَرَحَ أَحَدَ ثَوْبَيْهِ. خُذْ ثَوْبَكَ وَانْتَهَرَهُ[. أخرجه أَبُو دَاوُد والنسائي .
3. (3278)- Hz. Ebu Saîdi´l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sadaka vermeyi emrettiği sırada mescide, düşük kıyafetli bir adam girdi. Halk bağışta bulundu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama iki parça giyecek verdi. Sonra halka tekrar:
“Sadaka verin!” diye hitabetti. Derken o adam üzerindeki iki parçalık elbisesinin bir parçasını çıkarıp (sadaka olarak) attı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Benim kılık kıyâfetini düşük görerek iki parça giyecek verdiğim şu adamı siz de görüyor musunuz “Sadaka verin!” dediğim zaman, kendisine az önce verdiğim iki parçadan birini çıkarıp (sadaka olarak) attı.” (Resulullah adama yönelip:) “Elbiseni al!” dedi ve adamı (niye böyle yapıyorsun diye) azarladı.”[54]
ـ3279 ـ4 -وَعَنْ جَابِرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]جَاءَ رَجُلٌ بِمِثْلِ بَيْضَةٍ مِنْ ذَهَبٍ فَقَالَ: يَا رَسُولَ للّهِ! أَصَبْتُ هَذِهِ مِنْ مَعْدِنٍ فَخُذْهَا فَهِيَ صَدَقَةٌ، مَا أَمْلِكُ غَيْرَهَا. فَأَعْرَضَ عَنْهُ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. ثُمَّ أَتَاهُ مِنْ قَبْلِ رُكْنِهِ ا‘َيْمَنِ. فَقَالَ: مِثْلَ ذَلِكَ. فَأَعْرَضَ عَنْهُ فَأَتَاهُ مِنْ قَبْلِ رُكْنِهِ ا‘َيْسَرِ. فَقَالَ: مِثْلَ ذَلِكَ. فَأَعْرَضَ عَنْهُ ثُمَّ أَتَاهُ مِنْ خَلْفِهِ. فَقَالَ: مِثْلَ ذَلِكَ. فَأَخَذَهَا صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَحَذَفَهُ بِهَا فَلَوْ أَصَابَتْهُ ‘َوْجَعَتْهُ؛ وَقَالَ يَأْتِي أَحَدُكُمْ بِمَا يَمْلِكُ فَيَقُولُ: هَذِهِ صَدَقَةٌ؟ ثُمَّ يَقْعُدُ يَتَكَفَّفُ النَّاسَ. خَيْرُ الصَّدَقَةِ مَا كَانَ عَنْ ظَهْرِ غَنِىٍّ[. أخرجه أَبُو دَاوُد.»يتكَفَّفُ النَّاس«. يسألهم ويطلب منهم ما يأخذ ببطن كفه .
4. (3279)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Adamın biri yumurta büyüklüğünde bir altın getirip:
“Ey Allah´ın Resûlü, şunu bir mâdende ele geçirdim, bunu alın, tasadduk ediyorum! Bundan başka birşeyim de yok” dedi. Aleyhissalâtu vesselam (memnuniyetsizliğini ifâde için ondan yüzünü çevirdi. Sonra adam Resûlullah´ın sağ tarafından yaklaşıp aynı şeyleri söyledi. Efendimiz yine adamdan yüzünü çevirdi. Adam bu sefer sol tarafından yaklaştı, aynı şeyleri söyledi. Resulullah yine adamdan yüzünü çevirdi, sonra adam arka cihetinden yine yaklaşıp önceki sözlerini aynen tekrar etti. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam onu aldı ve adama attı. Eğer değseydi canını yakacaktı. Buyurdular ki:
“Biriniz bütün sahib olduğu serveti getirip: “Bunu sadaka olarak veriyorum” diyor ve sonra da oturup halka avuç açıyor! Hayır. Sadakanın hayırlısı zenginlikten sonrakidir.”[55]
AÇIKLAMA:
Bu rivâyette, bütün servetini tasadduk etmek isteyen bir zâta karşı Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın tavrını görmekteyiz: Bu bağışı kabul etmemek…. Aleyhissalatu vesselam´ın bu tavrına başka örnekler de var. Sözgelimi, hasta yatarken, kendisini ziyarete gelen Resulullah´a, Sa´d İbnu Ebî Vakkâs (radıyallahu anh) servetinin tamamının Allah yolunda harcanması için vasiyet etmek arzusunu açar. Aleyhissalatu vesselam bunu uygun bulmaz: varislerini insanlara el açan fakirler olarak bırakma, zenginler olarak bırak. Bu senin için daha hayırlı” der.
Kişinin bütün servetini bir kerede bağışlamasını hoş karşılayan rivâyetler de mevcut. Meselâ Hz. Ebu Bekir örneği meşhurdur. O´nun bir seferinde bütün malını bağışlamasını yadırgamamış, “Ailene ne bıraktın ” sorusuna Hz. Ebu Bekir´in “Allah ve Resûlünü!” cevabını hoş karşılamıştır. Hattâbî, Resulullah´ın bu davranışını, “onun niyetindeki doğruluğu ve yakınîndeki kuvveti bildiği ve toptan bağışını reddettiği şahıs hakkında düştüğü, “fitneye dûçâr olur” endişesine “onun hakkında düşmediği için” diye açıklar.
Bu farklı vak´aları göz önüne alan bazı şârihler hadiste geçen “Zenginlikten sonraki…” tabirini Hz. Ebu Bekir misalinde olduğu üzere kalbî zenginlik veya başka misalde olduğu üzere maddî zenginlik olarak anlamıştır.
Sindî der ki: “Eğer sadaka, verildikten sonra, sahibini dilenmekten müstağnî kılacak bir zenginlik bırakıyorsa, -bu zenginlik “kalb kuvveti” şeklinde de olabilir”; geriye kalan “bir miktar servetin varlığı” şeklinde de olabilir- bu sadaka güzeldir. Bilakis sahibini, tasadduktan sonra, güçlük içinde bırakacak ve muhtaç hale düşürecek olursa böylesi bağış câiz olmaz.”[56]
ـ3280 ـ5 -وَعَنْ عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَت: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا أَنْفَقَتِ الْمَرأَةُ مِنْ طَعَامِ بَيْتِهَا غَيْرَ مُفْسِدَةٍ فَلَهَا أَجْرُهَا بِمَا أَنْفَقَتْ وَلِلزَّوْجِ بِمَا اكْتَسَبَ
وَلِلْخَازِنِ مِثْلُ ذَلِكَ َ يَنْقِصُ بَعْضُهُمْ مِنْ أَجْرِ بَعْضِ شَيْئًا[. أخرجه الخمسة .
5. (3280)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Eğer kadın, evin yiyeceğinden zarar vermeyecek şekilde infak ederse, kadın infâk ettiği için, erkek de kazandığı için sevaba kavuşurlar, malı koruyan vekilharc için de aynı şekilde sevab vardır. Bunlardan birinin sevabı diğerinin sevabından hiçbir şey noksanlaştırmaz.”[57]
AÇIKLAMA:
1- Yukarıdaki hadis, ilk nazarda evin reisi durumunda olan erkeğin kazancından verilecek sadakanın hükmünü açıklıyor gözükmekte ve kadının bazı kayıtlarla vermesi halinde, hem kendisine ve hem de kocasına sevap kazandıracağını göstermektedir.
Ancak âlimler, burada infak ile sadece “sadaka”nın kastedildiğinde ittifak etmezler. Teferruatı İbnu´l-Arabî´den takip edelim: “Selef ûlemâsı, kocasının malından kadının infakı meselesinde ihtilaf etmiştir. Bazıları: “Bu câizdir, ancak maldan eksilme hissedilmeyecek kadar az bir miktarda olmalıdır” demiştir. Bazıları bu cevazı, “kocanın icmâlî bir tarzda da olsa vereceği izin” şartına bağlamıştır. Mamafih, bu izin meselesi, cemiyetin âdetine de hamledilebilir, (yani kadınların vermesi âdetten ise, erkekler de bunu biliyorlarsa, ayrıca bir de izin gerekmeyebilir, örfen bu izin var kabul edilir. Nitekim denmiştir ki: Hicaz ahâlisinin âdetinde kocaların kadınlarına ve hizmetçilerine misafirleri ağırlamaları, fakirlere, dilencilere, komşulara bağışta bulunmaları için izin vermek câri idi. Resulullah, ümmetini bu güzel âdete teşvik etmiş olmaktadır). “Zarar vermemek” kaydında hepsi ittifak eder, (bundan maksat israf etmemek, lüzumsuz aşırı harcamalara yer vermemektir. Bu takdirde sevabtan mahrum kalınacaktır). Bazıları: “Kadın, köle ve vekilharc´in infakından kastedilen şey (muhtaçlara, dilencilere yapılan sadaka değil), mal sâhibinin horantasına onların ihtiyaçları için yapılan harcamadır, bunun ev sahibine zarar verecek şekilde ölçüsüz olmaması gerekir” demiştir. Bazıları kadınla hizmetçiyi bir tutmamış: “Kadının, kocanın malında hakkı vardır, evin nezâretine yetkilidir, dolayısıyla hizmetçinin aksine, onun tasaddukta bulunması câizdir, ama hizmetçi (veya köle) efendisinin malında tasarruf yetkisi yoktur, onun hakkında izin şarttır” demiştir. Ancak bu görüş, “kadın, hakkını ayırdıktan sonra bundan tasaddukta bulunsa bu kendine aittir, yetkisindedir, fakat hakkı olmayan şeyden tasadduk edecek olursa mesele aslına rücû eder” denilerek tenkid edilmiştir.”
2- Şu hususu da belirtmek gerekir: Buradaki hadis, kocanın malından “zarar vermeyecek şekilde” infak etmeyi şart koşmaktadır. Müteakiben görüleceği üzere, diğer bir kısım hadîsler de kocanın iznini şart koşmaktadır. Âlimler, bu iki şarta riâyet edilmeden yapılacak infaklardan sevap hâsıl olmayacağını ve hatta bunun haram olacağını belirtirler.
Nevevî şöyle der: “Kadın, kocasından sarih bir izin olmaksızın veya örfte câri bir izin bulunmaksızın infak edecek olursa, bu ona helâl olmaz, sevab da getirmez, bilakis günaha girer.”
3- Hadîs, ayrıca emânette emin olmanın, cömert ruhlu olmanın, hayır işlerini gönül rızası ile yapmanın, hayır işlerine yardımcı ve teşvikçi olmanın gereğine ve faziletine dikkat çekmektedir.[58]
ـ3281 ـ6 -وَعَنْ أَبِي أمامة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: َ تُنْفِقُ الْمَرأَةُ مِنْ بَيْتِ زَوْجِهَا إَِّ بِإِذْنِهِ. قِيلَ يَا رَسُولَ للّهِ: وََ الطَّعَامَ؟ قَالَ: ذَلِكَ أَفْضَلُ أَمْوَالِنَا[. أخرجه والترمذي .
6. (3281)- Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Kadın kocasının evinden, onun izni olmadan infak edemez!” buyurmuştu ki sordular:
“Ey Allah´ın Resulü! yiyecek de mi veremez ”
“Evet buyurdular, o, mallarımızın en kıymetlisidir.”[59]
ـ3282 ـ7 -وَعَنْ اِبْنِ عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: َ يَجُوزُ ِمْرَأَةٍ عَطِيَّةُ إَِّ بِإِذْنِ زَوْجِهَا[ .
7. (3282)- Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Kadının ihsanda bulunması, ancak kocasının izniyle câizdir!” buyurdular.”[60]
ـ3283 ـ8 -وفي رواية: ]َ يَجُوزُ ِمْرَأَةٍ أمْرٌ فِي مَالِهَا إِذَا مَلَكَ زَوْجُهَا عِصْمَتَهَا[. أخرجه أَبُو دَاوُد و النسائي .
8. (3283)- Bir rivayette şöyle buyurmuştur: “Koca, kadının ismetine (nikâhına) sahipse, kadının kendi malında da tasarrufu câiz olmaz.”[61]
AÇIKLAMA:
1- Yukarıda kaydedilen üç hadîsin üçü de evden kadının infak yetkisini mevzubahis etmekte ve bunu kocanın iznine bağlamaktadır. Hadîslerin zâhiri mutlak olduğu için, yasak, miktarla cinsle kayıtlı değildir, az da olabilir, çok da; yiyecek de olabilir, giyecek veya bir başka şey de… Birinci hadiste olduğu üzere, belki de işe yarayacak en az miktar yiyecekten olabileceği için “Yiyecek de mi… ” diye soruya mevzu olmuştur. Efendimiz “o, mallarımızın en kıymetlisidir” diyerek ondan da verilebilecek en az miktarı dahi “izn´e bağlamış olmaktadır.
Hadisin zâhiri bu olmakla beraber, ulemâ yasağın şiddetini, farklı şartlara göre tahfif etmiştir.
Aynî der ki: “Bu yasağın hükmü:
* Çeşitli beldelerin âdetine;
* Kocaların bu husustaki müsâmaha ve rıza durumuna;
* Verilen malın az veya çokluğuna, kıymet durumuna;
* Verilen şeyin, dayanıklı veya hemen çürüyüp bozulacak cinsten oluşuna vs.´ye göre değişir.”
2- Kadının kendi malı olursa. Üçüncü hadîsin zâhiri, kadının kendine has malı üzerindeki tasarrufunu da kocanın iznine bağlamaktadır[62]. Ancak bu hususta ulemâ ihtilaf etmiştir. Neylü´l-Evtâr´ın kaydına göre:
* Leys: “Kocanın izni olmadan, kadın kendi malından da infak edemez, bu yasak mutlaktır, ehemmiyetsiz bir miktar hâriç, tamamında tasarruf yetkisi olmadığı gibi, üçte birinde de tasarruf yetkisi yoktur, kadın reşid olsa da olmasa da hüküm böyledir…” demiştir.
* İmam Mâlik ve Tâvus: “Kadın, kendi malından üçte bir miktarında tasarruf yetkisine sahiptir, daha fazlasına yetkisi yoktur, kocasının izni şarttır” demiştir.
* Cumhur ise, mutlak surette câiz olduğu, kadın sefih değilse malında tasarruf için kocasından izin almaya gerek olmadığı görüşüne zâhib olmuştur. İbnu Hacer, cumhurun gerek Kur´an´dan ve gerekse sünnetten bir çok delile dayandığını belirtir.
Hattâbî der ki: “Bu, fukahanın çoğunun yanında iyi geçinmeleri için kocanın da gönlünü yapma mânasında anlaşılmıştır, (değilse, kadın kendi malından tasarruf edebilmek için kocadan izin almaya mecburdur, mânasında değil. İmam Mâlik; “Kadının bu babtaki tasarrufu kocadan izin çıkmadıkça reddedilir” demiştir. Onun bu hükmü, henüz reşid olmamış kadınla ilgili olabilir. Nitekim Resulullah´ın kadınlara, “Sadaka verin!” demesi ve bunun üzerine kadınların kocalarından izin almadan, yüzük, küpe, bilezik neleri varsa Hz. Bilâl´in eteğine atmaları sahih rivayetlerle sabittir.”
3- Hadiste, “koca kadının ismetine sahipse” denmektedir. Buradaki ismetten maksad nikâh´dır. Nitekim Kur´an-ı Kerim´de, “Kâfir zevcelerinizi (nikâhınız altında) tutmayın” ayetinde, عِصمِile nikâhlı kadınlar kastedilmiş olmaktadır.[63]
ـ3284 ـ9 -وَعَنْ أَبِي مُوسَى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الْخَازِنُ الْمُسْلِمُ ا‘َمِينُ الَّذِي يُعْطِي مَا أُمِرَ بِهِ طَيِّبَةً بِهِ نَفْسِهِ أَحَدُ الْمُتَصَدِّقِيِنَ[. أخرجه الشيخان .
9. (3284)- Ebu Musâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Müslüman emin vekilharc, kendisine emredilen malı, gönül hoşluğu ile verdiği taktirde tasadduk edenlerden biri olur (ve sevaba iştirak eder).”[64]
AÇIKLAMA:
1- Hadîsin Buharî´deki veçhi bazı ziyadeler ihtiva eder: “Mal sâhibinin emrini eksiksiz tam olarak, gönül hoşluğu ile icra ederek kendisine emredilen şeyi, söylenen kimseye aynen veren müslüman, emin vekilharc, (sevabta), bağışta bulunan iki kişiden biri olur.”
2- Hadîs sadaka sevabına iştirak için, vekilharc´ta bazı şartlar aramaktadır:
* Önce müslüman olması şartını koşmaktadır, çünkü gayr-i müslim, müslüman niyetiyle hareket edemez.
* Emîn olma şartını da koşmuştur, çünkü hâin, günahkârdır, sevaba iştirak edemez.
* Bir diğer şart emredilen miktara uymaktır, fazlası da, noksanı da ihânet sınıfına girer.
* Son bir şart gönül hoşluğudur, tâ ki amelinin mahiyetini niyetiyle bozmasın, İslâm´da niyet, âdetleri ibâdetlere çevirecek kadar ehemmiyetlidir. Niyeti kaybederse sevabtan mahrum kalır.[65]
ـ3285 ـ10 -وَعَنْ عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]حَمَلْتُ عَلَى فَرَسٍ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَأضَاعَهُ الَّذِي عِنْدَهُ
فَأرَدْتُ أَنْ أَشْتَرِيهُ وَظَنَنْتُ أَنَّهُ يَبِيعُهُ بِرُخْصِ. فَسَأَلْتُ النَّبِيّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: َ تَشْتَرِهِ وََ تَعُدْ فِي صَدَقَتِكَ، وَإِنْ أَعْطَاكَهُ بِدِرْهَمٍ. فَإِنَّ الْعَائِدَ فِي صَدَقَتِهِ كَالْعَائِدِ فِي قَيْئِهِ[. أخرجه الستة.وفي رواية المالك: كَالْكَلْبِ يَعُودُ فِي قَيْئِهِ .
10. (3285)- Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Allah yolunda bir at tasadduk etmiş idim. Ona sâhip olan kişi, hayvanın bakımını ihmal etti. Bunun üzerine atı satın almak istedim. Biraz ucuza satar diye düşünüyordum. Önce Resulullah aleyhissalâtu vesselâm´a bir sorayım dedim.
“Sakın ha! buyurdu, ne onu satın al ne de sadakana dön, hatta onu sana bir dirheme verse bile. Zira sadakasına dönen, kustuğuna dönen gibidir!.” buyurdular.”[66]
Muvatta´nın bir rivayetinde şu ziyade vardır: “…(Sadakasına dönen) kusmuğuna dönen köpek gibidir.”[67]
AÇIKLAMA:
1- “Ben Allah yolunda bir at tasadduk etmiştim” diye yapılan tercümenin kelimelere bağlı tercümesi şöyledir: “Ben, Allah yolunda bir ata adam bindirdim.” Bu ifadeden maksad, rivayetin devamından anlaşıldığı üzere bağış ve tasaddukdur.
2- İbnu Sa´d´ın kaydına göre, bu atın adı Verd´dir. Temîmu´d-Dârî (radıyallahu anh) Resul-i Ekrem aleyhissalatu vesselam´a hediye etmiş, Aleyhissalatu vesselam da Hz. Ömer´e bağışlamıştı. Hz. Ömer´in bağışladığı zâtın ismi bilinmiyor.
3- Bazı şârihler atın vakıf olduğunu söylemiştir, ancak Resulullah´ın “Sadakandan dönme” ifadesi, bunun vakıf değil, hibe olduğuna delil kılınmıştır.
4- Allah yolunda tabiri de farklı yorumlara sebep olmuştur. Yani “Allah rızası için” anlaşılabileceği gibi, “cihad´da kullanılmak” veya “hacc´da kullanılmak için” mânasına da anlaşılabilir. Rivayetin metni herhangi bir ihtimali kuvvetlendirmiyor.
5- Bu hadisten hareketle bazı âlimler, “tasadduk edilen şeyi geri almak haramdır, akit batıldır” demiştir. Bunlar bu hükmü, “kusmuğa dönmek” teşbihinden çıkarırlar. “Çünkü derler, kusmuk haramdır.” Ancak bazıları Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu teşbihe, yasak olan fiilî istikrah yani nefret ettirmek için yer verdiğini söylemiş ve: “Sadakanın geri alınması haram değil mekruhtur, akit de bâtıl değil sahihtir” diye hükmetmiştir. Bu görüşte olanlar, Kûfe ûlemâsı, Şâfiî, Mâlik başta olmak üzere cumhurdur. Hasan Basrî, ve İbnu Sîrîn gibi bazıları da sadaka başkasının eline geçtikten sonra normal fiyatıyla satın alınmasında bir beis görmemiştir. Bunlar Resulullah´ın yasaklamasını, rivayette de görüldüğü üzere Hz. Ömer´in ucuz fiyata satın almak istemesine hamlederler…
6- Bu hadisin hükmü kefâret, nezir, zıhâr vs. sadakalarına da teşmil edilmiştir. Ancak verâset yoluyla geri gelirse kerâhet olmadığı söylenmiştir. Zâhirîler buna da mekruh demiştir.
Buharî´nin bir rivayeti, İbnu Ömer´in, tasadduk ettiği bir şeyi satın alacak olsa tekrar tasadduk ettiğini belirtir.
7- Hadisten şu hükümler çıkarılmıştır:
* Sadakayı geri almak mekruhtur.
* Cihada her vasıta ile yardımcı olmak, gazveye destek vermek faziletli amellerdendir.
* Allah yolunda “bindirmek”, temlik etmek demektir.
* Bindirilen kimse, bağışlananı satabilir, parasından istifade edebilir.[68]
ـ3286 ـ11 -وَعَنْ اِبْنِ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما ]أَنَّ رَجًُ قَالَ: يَا رَسُولَ للّهِ، أَنَّ أُمِّي تُوَفِّيَتْ. أَيَنْفَعُهَا أَنْ أَتَصَدَّقَ عَنْهَا؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: إِنَّ لِي مِخْرَافًا، فَأَنَا أُشْهِدُكَ أَنِّي قَدْ تَصَدَّقْتُ بِهِ عَنْهَا[. أخرجه الخمسة إ مسلما. »المخراف« الحديقة .
11. (3286)- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Bir adam gelerek:
“Ey Allah´ın Resulü, annem vefat etti. Ben onun için tasaddukta bulunsam ona faydası olur mu ” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam:
“Evet!” deyince, adam:
“Benim bir meyveliğim var. Sizi şâhid kılıyorum, onu annem için tasadduk ediyorum!”dedi.”[69]
ـ3287 ـ12 -وَعَنْ سعد بن عبادة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ للّهِ إِنَّ أُمِّي مَاتَتْ. فَأيُّ الصَّدَقَةِ أَفْضَلُ؟ قَالَ: الْمَاءُ. فَحَفَرَ بِئْرًا وَقَالَ: هَذِهِ ‘ُمِّ سَعْدٍ[.
أخرجه أَبُو دَاوُد والنسائي .
12. (3287)- Sa´d İbnu Ubâde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah´ın Resûlü dedim, annem vefat etti, (onun adına) yapacağım sadakanın hangisi efdaldir ”
“Su!” buyurdular. Bu cevap üzerine Sa´d bir kuyu kazdı ve “Bu kuyu Sa´d´ın annesi için” dedi.”[70]
AÇIKLAMA:
1- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “su”yu en efdal sadaka olarak tavsifi iki sebebe bağlanmıştır.
* Su, o devirde Medine´de azdır ve bu sebeple kıymetlidir.
* İnsanların yaşayabilmek için en çok muhtaç oldukları şeylerden biri sudur. Gerek dinî ve gerekse dünyevî hususlarda su en başta gelen temel ihtiyaçlar arasında yer alır. Öyle ise onun kıymeti, Medine gibi sıcak bir beldede daha da artacaktır. Bu hadîsin hükmünü bugün bile aynen koruduğunu söyleyebiliriz.
2- Sa´d, rivâyetinin sonunda kendisini üçüncü bir şahıs gibi zikretmekte, “kuyu kazdım” demeyip kuyu kazdı demekte, annem demeyip “… Sa´d´ın annesi..” demekte… Bu üslup değişikliği yanlış anlamaya meydan vermemelidir.
3- Son iki rivayet, ölü adına hayır yapılabileceğini gösteren delillerdir. Nesâi´nin bir rivâyetinde Sa´d önce vefat eden annesi adına sadaka verip veremiyeceğini sorar. Cevap müsbet olunca hangi sadakanın efdal olduğunu sorâr. Bunun üzerine, “Su!” cevabını alır.[71]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/16-17.
[2] Buharî, Zekat: 8; Müslim, Zekât: 63, (1014); Muvatta, Sadakât: 1, (2, 995); Tirmizî, Zekât: 28, (661); Nesâî, Zekât: 48, (5, 57); İbnu Mâce, 28, (1842); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/18.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/18-20.
[4] Müslim, Zühd: 45, (2984); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/21.
[5] Nesâî, Zekât: 49, (5, 59); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/21.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/21-22.
[7] Tirmizî, Kıyamet: 42, (2485); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/22-23.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/23-24.
[9] Buharî, Zekât: 36, Edeb: 95; Müslim, İmaret: 87, (1865); Ebu Dâvud, Cihâd: 1, (2477); Nesâî, Bey´a: 11, (7, 144); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/24.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/24-25.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/25.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/25.
[13] Buharî, Zekât: 28; Müslim, Zekât: 57, (1010).
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/25.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/26.
[16] Nesâî, Cihâd: 45, (6, 48-49); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/26.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/26-27.
[18] Müslim, Zekât: 39, (995); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/27.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/27.
[20] Buharî, Nafakât: 1, İman: 41; Müslim, Zekât: 48, (1002); Nesâî, Zekât: 60, (5, 69); Tirmizî, Birr: 42, ( 1966); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/28.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/28.
[22] Rezin tahric etmiştir. (Cami´üs-Sağîr (Şerhi Feyzu´l- Kadir´de mevcuttur) 6, 235); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/29.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/29.
[24] Buharî, Fiten: 24, Zekât: 9; Müslim, Zekât: 58, (101.1); Nesâî, Zekât: 64, (5,77); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/30.
[25] Buharî, Zekât: 9; Müslim, Zekât: 59, (1012); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/30.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/30-31.
[27] Rezîn tahriç etmiştir. (Câmi´u´s-Sagîr şerhi Feyzu´l-Kâdir´de mevcuttur) 3, 195); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/32.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/32.
[29] Tirmizî, Tefsir, Muavvizateyn: 2, (3366); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/32-33.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/33.
[31] Buharî, Zekât: 18; Müslim, Zekât: 94, (1033); Muvatta, Sadaka: 8, (2, 998); Ebu Dâvud, Zekât: 28, (1648); Nesâî, Zekât: 52, (5, 61); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/33.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/34.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/34.
[34] Buharî, Zekât: 10, 9, Menâkıb: 25, Edeb 34, Rikâk: 49, 51, Tevhîd: 24, 36; Müslim, Zekât: 66-67, (1016); Nesâî, 63, (5, 74-75); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/34.
[35] Ebu Dâvud, Zekât: 40, (1677); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/34.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/34-35.
[37] Ebu Dâvud, Zekât: 41, (1679-1680); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/35.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/35.
[39] Muvatta, Sadaka: 3, (2, 992); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/35.
[40] Ebu Dâvud, Zekât: 33, (1665); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/35-36.
[41] Müslim, Birr: 69 (2588); Tirmîzî, Birr: 82, (2030); Muvatta, Sadaka: 12, (2, 1000); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/36.
[42] Ebu Dâvud, Zekât: 32, (1662); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/36.
[43] Birinci cilt 446.sayfada daha geniş bilgi var.
[44] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/36-37.
[45] Ebu Dâvud, Zekât: 16 (1608); Nesâî, Zekât: 27, (5, 43, 44); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/37.
[46] Müslim, Zekât: 69, (1017); Nesâî, Zekât: 64, (5, 75-76); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/38-39.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/39.
[48] Buharî, Zekât: 14; Müslim, Zekât: 78, (1022); Nesâî, Zekât: 47, (5, 55-56); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/40.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/40-42.
[50] Buharî, Zekât: 18; Nafakat: 2; Ebu Dâvud, Zekât: 39, (1676); Nesâî, Zekât: 53, (5,62); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/43.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/43-44.
[52] Ebu Dâvud, Zekât: 45, (1691); Nesâî, Zekât: 54, (5, 62); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/44-45.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/45.
[54] Ebu Dâvud, Zekât: 39, (1575); Nesâî, Cuma: 26, (3, 106), Zekât: 59, (5, 63); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/46.
[55] Ebu Dâvud, Zekât: 39, (1673); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/46-47.
[56] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/47.
[57] Buharî, Zekât: 26, 17, 25, Büyû´: 12; Müslim, Zekât. 80, (1024); Ebu Dâvud, Zekât: 44, (1685); Tirmizî, Zekât: 34, (671, 672); Nesâî, Zekât: 57, (5, 65); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/48.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/48-49.
[59] Tirmizî, Zekât: 34, (670); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/49.
[60] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/49.
[61] Ebu Dâvud, Büyû: 86, (3546, 3547); Nesâî, Zekât: 58, (5, 65, 66); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/49.
[62] Bazı âlimler, bu hadiste de erkeğin malının kastedildiğini, malı kadına nisbetin-onun tasarrufunda bulunması sebebiyle mecaz olduğunu, böylece nehyin tahrîm ifâde ettiğini söylemiştir. Ancak İslam dini, kadına erkekten ayrı ve müstakil mülk edinme hakkı tanıması haysiyyetiyle, hadiste kadının şahsî malının kastedilmesi de mâkuldür ve çoğunlukla ulemâ öyle anlamış ve görüleceği üzere o paralelde hüküm getirmiştir.
[63] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/50-51.
[64] Buharî, Zekât: 25; Müslim, Zekât: 79, (1023); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/51.
[65] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/51.
[66] Buhârî, Zekât: 59, Vesâya: 31, Cihâd: 119, 137; Müslim, Hibât: 3, (1621); Muvatta, Zekât: 50, (1, 282); Ebu Dâvud, Zekât: 9, (1793); Tirmizî, Zekât: 23, (668); Nesâî, Zekât: 100, (5, 108, 109).
[67] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/52.
[68] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/52-53.
[69] Buharî, Vesâyâ: 15, 20, 26, Ebu Dâvud, Vesâyâ: 15, (2882); Tirmizî, Zekât: 33, (669); Nesâî, Vesâyâ. 8, (6, 252, 253); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/53.
[70] Ebu Dâvud, Zekât: 42, (1679, 1680, 1681); Nesâî, Vesâyâ: 9, (6, 254, 255); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/54.
[71] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/54. –