UMUMÎ AÇIKLAMA:
Sabır lügatta hapis manasına gelir. Arapçada قَتَلَهُ صَبْراً”Onu öldürmek için hapsetti” demektir. Şer´î ıstılah olarak, dinin övdüğü, teşvik ettiği ahlakî bir sıfatı, ruhi bir kemali ifade eder.
Nevevî şu açıklamayı sunar: “Sabr´ın mânası: Nefsi emredilen şeylerde tutmak, hapsetmektir, bu da ibâdetlerin meşakkatlerine tahammül, belalara tahammül ve günah dışındaki zararlara tahammülle gerçekleşir. Sabır, zâhidlerin ve âhiret yoluna sü´lûk edenlerin en mühim esaslarından biridir. Ruhi terbiyeyi ele alan kitapların hepsinde sabır bölümü yer alır.”
Sabırla ilgili âyet çoktur. Kur´an-ı Kerim, insanların âhireti kazanabilmeleri için, hayat boyu imtihan edileceği şeylerden birinin sabır olduğunu ifade eder. Bir ayet şöyle buyurur: “Behemahal sizi biraz korku, biraz açlık ve biraz mal, can ve mahsul eksikliği ile imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele” (Bakara 155); “Sabredenlerin mükâfatları muhakkak hesapsızdır” (Zümer 10);”Her kim sabreder ve suç bağışlarsa, bu hareket arzu edilen en iyi işlerdendir” (şurâ 43); “içinizden mücâhede edenler, sabır gösterenler belli oluncaya kadar elbette sizi imtihan ederiz.” (Muhammed 31).
Hadislere göre sabır üçtür:
Taatte sabır, masiyete ve musibete karşı sabır. Aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurur: Yani: “Sabır üçtür: Musibetlere karşı sabır, taatte (kullukta) sabır, günah işlememekte sabır. Kim, kaldırılıncaya kadar musibete güzelce sabrederse Allah ona üçyüz derece yazar. Her iki derece arasında sema ile arz arasındaki mesafe kadar yücelik vardır. Kim de taatte sabrederse Allah ona altıyüz derece yazar. Her iki derece arasında arzların başladığı hududla, arzların bittiği son nokta arasındaki mesafe kadar yücelik vardır. Kim de masiyete (günaha) karşı sabrederse Allah ona dokuzyüz derece yazar. İki derece arasında arzların hududu ile Arş´a kadar olan mesafe arasındaki yücelik vardır.”
“Sabır imanın yarısıdır, yakîn, imânın ta kendisidir: “Sabır (ve sabrın) mükâfaatını ümid etmek köle azad etmekten daha hayırlıdır. Allah sabır ve ümîd sahiplerini, sorusuz sualsiz cennete koyar. Sabırla iman arasındaki ilgi, bedenle baş arasındaki ilgi gibidir.” “…Namaz nurdur, sadaka bürhandır, sabır ziyâdır, Kur´an hüccettir…” “…Bir kimse sabretmek isterse Allah ona sabır verir. Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir nimet verilmemiştir” “Mü´minin hali hayrete değer doğrusu. Zira her bir işi onun için hayırlıdır. Bu meziyet sadece mü´mine hastır. Çünkü o nimete kavuşsa şükreder, bu ise onun için hayırlıdır. Musibete uğrasa sabreder, bu da onun için hayırlıdır. Bu meziyet sadece mü´mine hastır. Çünkü o nimete kavuşsa, şükreder. Bu ise onun için hayırlıdır. Musibete uğrasa sabreder, bu da onun için hayırlıdır” “Pehlivan, insanları güreşte yenen değildir, bilakis, hiddet anında kendisini zabteden ve iradesine sahip olandır” “Bir kimse öfkesinin icâbını yapmaya kâdir olduğu halde öfkesini yenerse, Allah Teâlâ Kıyamet gününde halkın gözü önünde onu çağırır, huriler içinden istediğini seçmekte muhtar kılar.”[1]
ـ3232 ـ1 -عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]أَتَى النَّبيُّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى امْرَأةٍ تَبْكِي عَلَي صَيِيٍّ لَهَا، فَقَالَ: اتَّقِي اللّهَ وَاصْبِرِي، فَقَالَتْ: وَمَا تُبَالِي بِمُصِيِبَتِي؟ فَلَمَّا ذَهَبَ. قِيلَ لَهَا: إِنَّهُ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَخَذَهَا مِثْلُ الْمَوْتِ، فَأَتَتْ بَابَهُ فَلَمْ تَجِدْ عَلَى بَابِهِ بَوَّابِينَ فَأَتَتْهُ، فَقَالَتْ: يَا رَسُولُ اللّهِ لَمْ أَعْرِفَكَ، فَقَالَ: إِنَّمَا الصَّبْرُ عِنْدَ الصّدْمَةِ ا‘َوَّلَى [. أخرجه الخمسة إ النسائي .
1. (3232)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (ölen) çocuğu için ağlamakta olan bir kadına rastlamıştı:
“Allah´tan kork ve sabret!” buyurdu. Kadın (ızdırabından kendisine hitab edenin kim olduğuna bile bakmadan):
“Benim başıma gelenden sana ne ” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) uzaklaşınca, kadına:
“Bu Resûlullah idi!” dendi. Bunun üzerine, kadın çocuğun ölümü kadar da söylediği sözden dolayı (utanıp) üzüldü. (Özür dilemek için) doğru aleyhissalâtu vesselâm´ın kapısına koştu. Ama kapıda bekleyen kapıcılar görmedi, doğrudan huzuruna çıktı ve:
Ey Allah´ın Resulü, (o yakışıksız sözü) sizi tanımadan sarfettim (bağışlayın!)” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir” buyurdu.”[2]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Buharî´de gelen bir başka veçhinde kadının, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a: “Git başımdan, benim musibetim sana gelmedi” dediği; bir başka veçhinde: “(Nasihat kolaydır çünkü) bana gelen musibetten âzâdesin” dediği kaydedilmiştir.
2- Hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kapıcı kullanmadığını göstermektedir. Kadın bizzat huzura çıkabilmektedir. Resûlullah´ın tevazu hâlini gösteren diğer bir husus, yolda, sokakta dolaşırken peşini takip eden maiyet ekibine yer vermemesidir. Normal olarak melîk ve büyükler haşmet izharı için bir grup maiyetle dolaştıkları halde, Aleyhissalâtu vesselâm tek başına dolaşmakta ve bu sebepledir ki, ağlayan kadın onu tanıyamamaktadır.
Tîbî der ki: “… Kadına: “Bu Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm´dır” denince kadın, içinden korku ve heybet hissetti ve onun da diğer melikler gibi, halkın onlara ulaşmasını engelleyen kapıcı ve koruyucuların olacağını zannetti, ancak gidince tasavvur ettiğinin aksine bir durumla karşılaştı.”
3- “Makbul sabır musibetle karşılaştığın ilk andakidir” sözü, “Kalbe hücum eden ilk duygular sırasında, onun gereklerine uymayıp sebat edilirse işte bu makbul sabırdır, Allah´ın mükâfat vaadettiği sabırdır.
Hattâbî, biraz farkla şöyle der: Sâhibi, şeriatça övülen sabır, musibet aniden geldiği anda ortaya konan sabırdır, bundan sonraki sabır değildir. Çünkü zamanla musibet de unutulur. Bazıları: “Kişi musibet sebebiyle sevaba mazhar olmaz, zira musibet kendi elinde değildir, kişi musibet karşısındaki metanet ve güzel sabrı sebebiyle sevap kazanır” demiştir.
İbnu Battal: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kadına hem helak ve hem de sevaptan mahrum kalma musibetlerinin cem olmamasını arzu ederek müdahale etmiştir” der.
Resûlullah´ın bu sözü hakkında Tîbî şu değerlendirmeyi yapar: “Resûlullah´tan bu söz, kadının “Sizi tanımadım…” demesi üzerine, hikmetli bir üslûbla sâdır olmuştur. Sanki kadına şunu demiştir: “Özür dilemeyi bırak, zira ben Allah için olmayan şeylerde öfkelenmem, sen kendi nefsine bak.”
Zeyn İbnu´l- Münir de şöyle der: “Kendisine yaptığı takva ve sabr tavsiyesine uyarak, üzüntünün sevkiyle sarfettiği sözlerden özür dilemek üzere geldiği zaman, kadına, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) o şekilde cevap vermekle: “Bu sabrın zamanı, hâdisenin olduğu ilk andı, Cenab-ı Hakk´ın sabredenlere vaadettiği sevap da o anda yapılan sabradır” demek istemiştir.”
4- Hadisten Çıkarılan Bazı Fevaid:
* Resûlullah mütevazidir, cahillere karşı rıfkla muamele etmektedir.
* Musibete düşenlere müsamaha etmektedir.
* Özür dileyenin özrünü kabul etmiştir.
* Emr-i bi´l- ma´ruf ve nehy-i ani´l-münker ihmal edilmemektedir.
* Kâdılar, halka karşı kapısını kapamamalı, halkın temasını önleyecek engeller koymamalıdır.
* Kendisine emr-i bi´l-ma´ruf yapılan kimse buna uymalıdır, emredenin kim olduğunu bilmese de.
* Fazla üzüntü, yasaklardan biridir, zira Aleyhissalâtu vesselâm bu üzgün kadına sabır ve takva emretmiştir.
* Bazı can sıkıcı durumların olma ihtimali bulunsa bile emr-i bi´l-ma´ruf yapılmalıdır.
* Söz, niyet edilene tesadüf etmezse bunun hükmü yoktur. Bazı âlimler bu prensipten hareketle: “Amr, Ey Hind sen boşsun dese bu söz Amra´ya rast gelse, Amra boş olmaz” demiştir.
* Kabir ziyareti erkeğe de kadına da câizdir.
* Ziyareti yapılan mezar müslümana veya kâfire ait olmuş farketmez. Bazıları “Kafir kabri ziyaret edilmez” demişse de cumhur bu görüşü reddeder.[3]
ـ3233 ـ2 -وعن سلمة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قالت: ]سَمِعْتُ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: مَا مِنْ مُسْلِمٍ تُصِيبُهُ مُصِيبَةٌ، فَقَالَ مَا امْرَهُ اللّهِ :وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ اللَّهُمَّ أَجُرْنِي فِي مُصِيبَتِي، وَاخْلُفْ لِي خَيْراً مِنْهاَ، إَِّ أَخْلَفَ اللّهُ لَهُ خَيْراً مِنْهَا. قَالَتْ فَلَمَّا مَاتَ أبُو سَلَمَةَ رَسُولُ اللّهِ عَنْهُ قُلْتُ: أَيُُّ الْمُسْلِمِيْنَ خَيْرٌ مِنْ أَبِي سَلَمَةَ ؟ أَوَّلُ بَيْتٍ هَاجَرَ إِلَى رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، ثُمَّ إِنِّي قُلْتُهَا فَأخْلَفَ اللّهُ تَعَالَى لِي رَسُولُ اللّهِ :قَالَتْ: فَأَرْسَلَ إِليَّ رَسُولُ اللّهِ حَاطِبَ بْنَ أَبِي بَلْتَعَةَ يَخْطُبُنِي لَهُ فَقُلْتُ: إِنَّ لِي بِنْتاً وَأنَا غَيُورٌ، فَقَالَ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَمَا ابْنَتُهَا فَنَدْعُو اللّهَ بُغْنِبْهَا، وَأدْعُو اللّهَ تَعَالَى أَنْ يُذْهِبَ بِالْغَيْرَةِ[. أخرجه مسلم وملك، وأبو داود والترمذي .
2. (3233)- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı şunları söylerken işittim:
“Kendisine bir musibet gelen müslüman Allah´ın emrettiği: “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci´ûn, allahümme ecirnî fi musîbetî vahluf lî hayran minhâ: “Biz Allah´ınız ve ancak O´na döneceğiz. Bana bu musibetim için ücret ver. Ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ver” derse Allah o musibeti alır ve mutlaka daha hayırlısını verir.
“Ümm-ü Seleme der ki: “Ebu Seleme (radıyallahu anh) vefat ettiği zaman ben: “Ebu Seleme´den daha hayırlı olan hangi müslüman var Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a ilk hicret eden hâne, onun hânesiydi” dedim. Ben bunu söyledikten sonra Allah, onun yerine bana Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı verdi. Şöyle ki: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bana Hâtîb İbnu Ebî Belte´a´yı göndererek kendisi için beni istetti. Ben: “Benim (küçük) bir kız çocuğum var, ayrıca ben kıskanç bir kadınım. (Resûlullah´ın ise birçok hanımı var, imtizacsızlıktan korkarım)” diye cevap verdim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Kız çocuğuna gelince, Allah´a dua ederiz, onu kendisinden müstağni kılar, kıskançlığı için de Allah´a gidermesini dua ederim” buyurdular.”[4]
AÇIKLAMA:
1- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevce-i pâklerindendir. Adı Hind´dir. Babası Ebu Ümeyye İbnu´l-Muğire´dir. Resûlullah´ın izdivacından önce Ebu Seleme İbnu Abdi´l- Esed ile evli idi. Ondan Seleme, Ömer, Dürre ve Zeyneb adında çocukları oldu.
Ümmü Seleme, Habeşistan´a ilk hicret edenlerdendi, oradan da Medine´ye hicret etti. Resûlullah´la evlenmesi hicretin dördüncü senesine rastlar. Üçüncü yılı da denmiştir. Kocası ve kendisi ilk müslümanlardandı. Bu sebeple inancı uğruna birçok sıkıntılara katlanmıştı. Mekke´den, Medine´ye hicret edecekleri sırada yakınları, Ümmü Seleme´nin kocasıyla hareket etmesine mâni olmuşlar bu sebeple bir yıl kadar kocasından ve çocuklarından ayrı kalmış ve bu esnada mütemâdiyen ağlamıştır. Sonunda merhamete gelen yakınları Medine´ye gitmesine izin verirler. Resûlullah´ın onunla izdivacında, onu, İslam için çektikleri sebebiyle mükâfatlandırma maksadı da görülebilir. Ancak Ümmü Seleme´nin fevkalâde akıllı olduğu, pek isabetli görüşler beyan ettiği belirtilir. Hatta Hudeybiye´de Mekkelilerle, o yıl umre yapmadan geri dönme şartı gibi bazı şartlarla yaptığı antlaşma sebebiyle Resûlullah´a karşı küskün bir havaya giren ve Resûlullah´ın: “Kurbanlarınızı kesin, traş olun, ihramdan çıkın” gibi emirlerine uymak istemeyen Ashab karşısında Ümmü Seleme´nin: “Ya Resûlullah! Sen kurbanını kes, onlar da sana uyarak kurbanlarını kesecektir” tavsiyesi meşhurdur. Zira Resûlullah bu tavsiyeye uyar, kurbanını keser, Ashab da birer birer Resûlullah´ın dediklerini yerine getirirler. Bu hâdise Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)´nin yüksek zeka ve isabetli re´yine örnek olarak gösterilir.
Ümmü Seleme validemiz 59 hicri yılında vefat etmiştir. Ölüm senesi hususunda başka rakamlar da söylenmiştir. Resûlullah´ın en son vefat eden zevcesi Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) olmuştur.
2- Musibete uğrayan kimseye Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadiste, İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci´ûn demeyi ve kaydedilen duayı yapmayı tavsiye buyurmaktadır.
3- Hadisin bazı vecihlerinde, Ebu Seleme´nin öleceği sırada bu duayı okuduğu belirtilir. Hatta Ümmü Seleme´nin: “Ebu Seleme´den daha hayırlı hangi müslüman var ” demesi, nazarında onun yerinin doldurulamayacak bir kıymet taşıdığını ifade eder. Ebu Seleme aynı zamanda, Resûlullah´ın süt kardeşi ve halasının oğludur.
Müslim´in bir rivayetinde Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ): “Ebu Seleme vefat edince Resûlullah´ın bana emrettiği gibi söyledim, sonra Allah bana ondan daha hayırlısını yani Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı ihsan buyurdu” der.
4- Musibet, hadislerde mü´mine eziyet veren her şey diye tarif edilmiştir. Musibet sırasında إنّا للّهِ وَإنّا إلَيْهِ رَاجِعُونَ denmesi, Kur´an-ı Kerîm´in emridir (Bakara 156). Bunu söylemeye istirca denir. Bunu söylemek kaza ve kadere teslimiyet ve rızanın ifadesidir. Zira “Biz Allah´a aidiz ve Allah´a döneceğiz” mânasının içinde, mal ve can herşeyimizin Allah´a ait olduğunu, mülk sahibinin mülkünde dilediği gibi tasarruf yetkisine sahip olduğunu itiraf etmemiz, kabul etmemiz mevzubahistir.
Resûlullah küçük bile olsa her musibet karşısında istirca okumamızı tavsiye etmektedir. Rivayete göre Aleyhissalâtu vesselâm´ın kandili sönünce bile istirca ettiği belirtilmiştir. Hz. Aişe: “Bu bir kandildir” diyerek istirca mucib ciddi bir şey yok demek istemiş, ancak Efendimiz; “Mü´mini rahatsız eden her şey musibettir” demiştir.
Nevevî: “Bu hadiste mendubun, me´murun bih (yani, vacib olmayan, mendub olan şeylerin yapılması da emredilmiştir) olduğuna delil vardır, muhtar olan mezheb de budur. Çünkü Hz. Peygamber´e istirca emredilmiştir” der.[5]
ـ3234 ـ3 -وعن أبي سنان قال: ]دَفَنْتُ ابْنِي سِنَاناً، وَأَبُو طَلْحَةَ الْخَوَْنِيُّ جَالِسٌ عَلَى شَفِيرِ الْقَبْرِ، فَلَمَّا فَرَغتُ قَالَ: أََ أُبَشِّرُكَ؟ قُلْتُ: بَلَى. قَالَ حَدَّثَنِى أبُو مُوسُى ا‘َشْعَرِيُّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِذَا مَاتَ وَلَدُ الْعَبْدِ. قَالَ اللّه لِمَئِكَتِهِ: قبَضَتُمْ وَلَدَ عَبْدِي؟ فيَقُولُونَ: نَعَمْ، فَيَقُولُ: قَبَضَتُمْ ثَمَرَةَ فُؤَادِهِ؟ فيَقُولُونَ: نَعَمْ: فَيَقُولُ: مَاذَا قَالَ عَبْدِي؟ فَيَقُولُونَ حَمِدَكَ وَاسْتَرْجَعَ، فَيَقُولُ: ابْنُوا لِعَبْدِي بَيْتاً في الْجَنَّةِ، وَسَمُّوهُ بَيْتَ الْحَمْدِ[. أخرجه الترمذي .
3. (3234)- Ebu Sinân anlatıyor: “Oğlum Sinan´ı defnettiğimde kabrin kenarında Ebu Talha el-Havlânî oturuyordu. Defin işinden çıkınca bana:
“Sana müjde vermeyeyim mi ” dedi. Ben:
“Tabiî, söyle!” dedim.
“Ebu Musa el-Eş´arî (radıyallahu anh) bana anlattı” diye söze başlayıp Resûlullah´ın şu sözlerini nakletti:
“Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler:
“Kulumun çocuğunu kabzettiniz mi ”
“Evet” derler.
“Yani kalbinin meyvesini elinden mi aldınız ” Melekler yine:
“Evet” derler. Allah tekrar sorar:
“Kulum (bu esnâda) ne dedi ”
“Sana hamdetti ve istircâda bulundu” derler. Bunun üzerine Allah Teâla hazretleri şöyle emreder:
“Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu´l-hamd (hamd evi) diye isimlendirin.”[6]
ـ3235 ـ4 -وعن أبي هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّه صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يقُولُ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ مَنْ أَذْهَبْتُ حَبِيبَتَيْهِ فَصَبَرَ وَاحْتَسَبَ لَمْ أَرْضَ لَهُ ثَواباً دُونَ الجَنَّةِ[. أخرجه الترمذي وصححه.قلت وأخرجه البخاري أيضاً، ولفظه: عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: »سَمِعْتُ النَّبىَّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: إِنَّ اللّهَ تَعَالى قالض إِذَا ابْتَلَيْتُ عَبْدِي بِحَبِيبَتَيْهِ، ثُمَّ صَبَرَ عَوَّضْتُهُ عَنهُماَ الجَنَّةَ: يُرِيدُ عَيْنَيْهِ« وَاللّهُ أعلم .
4. (3235)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah Teâla hazretleri şöyle demiştir: “Ben kimin iki sevdiğini almışsam ve o da sevabını umarak sabretmişse, ona cennet dışında bir mükâfaat vermeye razı olmam.”[7]
Derim ki: “Bu hadisi Buharî de tahric etti. Ondaki ibare şöyle: “Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şöyle söylediğini işittim: “Allah Teâla hazretleri buyurdu ki: “Ben kulumu iki sevdiğiyle imtihan edersem o da sabır gösterir (ve sevap umarsa) onlara bedel cenneti veririm.”[8]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste, kişi sevdiği şeylerin kaybı karşısında sabra çağırılmakta ve bunun sevabının büyük olacağı müjdelenmektedir. Hadislerde mü´minin imtihan olunduğu iki sevgilisinden maksad, gözleridir. Göz´ün “sevgili” olarak tesmiyesi, onların insanda en kıymetli organları teşkil etmelerinden dolayıdır. Gözlerin kaybı, diğer organlara nazaran insanda daha büyük hüsran meydana getirir. Onların elden gitmesiyle, ne görmek istediği hayrı görebilir ne de kaçınmak istediği şerden kaçabilir.
2- Hadisin Tirmizî´deki veçhinde احتسبyani sevap umarsa ziyadesi yer alır. Bunu âlimler mücerred sabretmenin uhrevi faydası olmayacağı şeklinde anlarlar. Sabrın uhrevi mükâfaata sebep olabilmesi için niyet şarttır. Bu da sabrı, “Allah´ın mükâfatlandıracağını düşünerek” yapmakla olur. Allah´ın dünyadaki imtihanı, kula olan garazı, gadabı sebebiyle değildir. Bilakis, Allah sevdiği kuluna bazı kötülükleri ondan defetmek için veya günahlarına kefâret olmak için, yahut da mertebesini yüceltmek için musibetlere müptelâ kılar. Kul bunları rıza ile karşılarsa murad-ı ilahî hâsıl olur. Aksi takdirde onun sabrı şu Selmân hadisindeki sabra benzer: “Mü´min hastalanırsa Allah onun hastalığını ona bir kefâret ve af vesilesi kılar. Fâcir hastalanırsa o da şu deveye benzer: “Sahibi onu bağlamış, sonra da salıvermiştir; niçin bağlandığını, niçin salıverildiğini bilmez.”[9]
ـ3236 ـ5 -وعن ابن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ اللّهَ َ يَرْضَى لِعَبْدِهِ الْمُؤْمِنِ إِذَا ذَهَبَ بِصَفِيَّهِ مِنْ أَهْلِ ا‘َرْضِ فَصَبَرَ وَاحْتَسَبَ بِثَوَابَ دُونَ الجّنَّةِ[. أخرجه النسائى .
5. (3236)- Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mü´min kul, arz ahalisi içindeki has sevdiği (evladı) elinden alındığı zaman sabreder ve mükâfaat umarsa Allah o kulu için cennetten aşağı bir mükâfaata razı olmaz.”[10]
AÇIKLAMA:
1- Burada, evladı elinden alındığı yani öldüğü zaman sabreden mü´minin mükâfaatı dile getirilmektedir. Doğrudan evlad denmeyip, evladın anne veya baba yanındaki sevgi açısından yeri zikredilmektedir: Arz ahalisi içinde en ziyade sevdiği. Mamafih hadis, çocuğu olmayan bir kimsenin çok fazla sevdiği bir yakınını da içine alacak bir mâhiyettedir. Öyle ise evlad kadar sevdiği bir yakınını şu veya bu şekilde kaybeden mü´min, onun mükâfaatını düşünerek sabrederse, onun, bu sabrı karşılıksız kalmayacaktır. Çünkü hadis-i kudsîde “Kulum beni nasıl bilirse ben ona öyle davranırım” buyrulmuştur.[11]
ـ3237 ـ6 -وعن عطاء بن أبي رباح قالَ : ]قَالَ لِي ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمَا: أََ أُرِيكَ امْرَأَةً مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ؟ قُلْتُ: بَلَى. قَالَ: هَذِهِ الْمَرْأةُ السَّوْدَاءُ أَتَتِ النَّيِيَّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ: إِنِّي أُصْرَعُ، وَإنِّي أتَكَشَّفُ فَادْعُ اللّهَ لِي. قَالَ: إِنْ شِئْتِ وَلَكِ الجَنَّةُ، وَإِنْ شِئْتِ دَعَوْتُ اللّهَ تَعَالَ أَنْ يُعَافِيكِ؟ قَالَتْ: أَصْبِرُ فَادْعُ اللّهَ لِي أَنْ َ أَتَكَشَّفَ فَدَعَا لَهَا[. اخرجه الشيخان .
6. (3237)- Atâ İbnu Ebî Rabâh rahimehullah anlatıyor: “İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) bana:
“Sana cennet ehlinden bir kadın göstermeyeyim mi ” dedi. Ben de: “Evet göster!” dedim.
“İşte dedi, şu siyah kadın var ya, o, Resûlullah´a gelip: “Ben saralıyım, (nöbet gelince) üstümü başımı açıyorum, Allah´a benim için dua ediver (hastalıktan kurtulayım)” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm; “Dilersen sabret, sana cennet verilsin, dilersen sana şifa vermesi için Allah´a dua edivereyim” dedi. Kadın: “Öyleyse sabredeceğim, ancak üstümü başımı açmamam için dua ediver” dedi. Resûlullah da ona öyle dua etti.”[12]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, sar´a gibi dünyevi belalara da sabretmek gerektiğini, karşılığında cennet gibi yüksek bir mükâfaat olduğunu göstermektedir.
2- Azimet ve şiddeti ihtiyar, ruhsatla amelden efdaldir, yeter ki takat edeceğinden emin olsun. Ancak tahammül edemeyecekler ruhsatla amel etmelidirler.
3- Hastalıkların hepsini dua ve Allah´a iltica ile tedaviye çalışmak akâkir (yaralamalarla) tedaviye çalışmaktan daha nafi, daha faydalıdır. Bunun te´siri, bedenin buna karşı göstereceği tepki (infiâl), ilacın bedende hâsıl edeceği tesirden daha fazladır. Ancak bunun faydası iki şarta bağlıdır: Biri hastadan gelir. Bu, onun tam bir sıdkla iyileşmeye niyet etmesidir. Diğeri tedavi edene bağlıdır: Kuvvetli bir teveccüh, kalbinde kuvvetli bir takva ve tevekkül bulundurmasıdır” (İbnu Hacer).
4- Tedaviyi terketmenin câiz olduğu da gözükmektedir. Hadisin Buharî´de ki veçhinde şöyle bir ziyade var: “Atâ, Ümmü Züfer´i, o uzun siyah kadını Ka´be´nin örtüsü üzerinde gördüğünü söyledi.” Bu ziyade kısmın açıklanması sadedinde bir kısım rivayetler getirilmiştir. Bunlardan biri Tâvus rahimehullah´a ait. Der ki: “Resûlullah´a tedavi için mecnunlar da getirilirdi. O, bunların göğüslerine vurmak suretiyle tedavi ederdi. Ümmü Züfer denen mecnune bir kadın getirildi. Aleyhissalâtu vesselâm onun da göğsüne vurdu, ama iyileşmedi.” Bu rivayetin bir başka veçhinde şu ziyade var: “Kadın hakkında hayırlı senada bulunuyordu… Resûlullah buyurdu ki: “Hastalığı onu dünyada takip ederse, ahrette onun için hayır vardır.” Bazı rivayetler bu kadının ismini Su´ayra, (Sükayı veya Sükeyra) diye tesbit etmiştir. İbnu Sa´d´ın zikrine göre, bu Hz. Hatîce´ni berberi (mâşıta)dir ve Resûlullah´ı zaman zaman ziyaret eden Hz. Hatîce´nin eski arkadaşlarından biridir.[13]
ـ3238 ـ7 -وعن عطاء بن يسار رضي للّه عنه قَالَ: قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِذَا مَرِضَ الْعَبْدُ بَعَثَ اللّهُ تَعَالَى إِلَيْهِ مَلَكَيْنِ فَقَالَ: انْظُرُوا مَاذَا يَقُولُ لِعُوَّادِه؟ فَإِنْ هُوَ إِذَا جَاءُوهُ حَمِدَ اللّهَ، وَأثْنَى عَلَيْهِ رَفَعَا ذَلِكَ إِلَى اللّهِ وَهُوَ أَعْلَمُ، فَيَقُولُ: لِعَبْدِي عَلَىَّ إِنْ تَوَفَّيْتُهُ أَنْ أُدْخِلَهُ الْجَنَّةَ، وَإِنْ أَنَا شَفَيْتُهُ أَنْ أُبْدِ لَهُ لَحْمًا خَيْرًا مِنْ لَحْمِهِ، وَدَمًا خَيْرًا مِنْ دَمِهِ، وَأَنْ أُكَفِّرَ عَنْهُ سَيِّئَاتهِ.ِ أخرجه مالك .
7. (3238)- Atâ İbnu Yesâr rahimehullah anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kul hastalandığı zaman Allah Teâlâ hazretler ona iki melek gönderir ve onlara: “Gidin bakın, kulum yardımcılarına ne diyor bir dinleyin!” der.
Eğer o kul, melekler geldiği zaman Allah´a hamdediyor ve senalarda bulunuyor ise, onlar bunu, her şeyi en iyi bilmekte olan Allah´a yükseltirler Allah Teâla hazretleri, bunun üzerine şöyle buyurur: “Kulumun ruhunu kabzedersem, onu cennete koymam kulumun benim üzerimdeki hakkı olmuştur. Şâyet şifâ verirsem, onun etini daha hayırlı bir etle, kanını daha hayırlı bir kanla değiştirmem ve günahlarını da affetmem üzerimde hakkı olmuştur.”[14]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, mü´min kul hastalandığı zaman sabredip Allah´a şikâyetçi olma ve hamdederse kazanacağı sevabın büyüklüğünü haber vermektedir. Hadisin üslûbu, bu mükâfatı âdeta kesin bir vaad olarak ifade etmektedir: Bir başka hadiste: إِذَا مَرِضَ الْعَبْدُ خَرَجَ مِنْ ذُنُوبِهِ كَيَوْم وَلَدَتْهُ أُمُّهُ”Kul hastalanınca günahlardan arınır ve anneden yeni doğmuş gibi günahsız olur” buyrulmuştur. Bu hadis, sabır şartını da koşmamaktadır.
Bazı âlimler, bu hadisle sadedinde olduğumuz hadis arasında teâruz görmezler. “Çünkü derler, sadedinde olduğumuz hadis, hadiste zikredilen hususi mükâfâtı sabır ve hamd-ü sena şartına bağlamıştır. Bu sonuncu hadis ise, hastalık sebebiyle günahların affını vaadetmektedir, burada, önceki hadiste vaadedilen hususî mükâfat vaadedilmemektedir.”[15]
ـ3239 ـ8 -وَعَنْ خباب بن ا‘رت رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]شَكَوْنَا إِلَى رَسُولِ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ مُتَوَسِّدٌ بُرْدَةً فِي ظِلِّ الْكَعْبَةِ. فَقُلْنَا: أََ تَسْتَنْصِرُ لَنَا، أََ تَدْعُو لَنَا؟ فَقَالَ: قَدْ كَانَ مِنْ قَبْلكُمْ يُؤْخَذُ الرَّجُلُ فَيُحْفَرُ لَهُ فِي ا‘َرْضِ فَيَجْعَلُ فِيهَا ثُمَّ يُوْتِى بِالْمِنْشَارِ، فَيُوضَعُ عَلَى رَأسِهِ فَيُجْعَلُ نِصْفَيْنِ، وَيُمْشَطُ بِأَمْشَاطِ الْحَدِيدِ مَادُونَ لَحْمِهِ وَعَظْمِهِ، مَا يَصُدُّهُ ذَلِكَ عَنْ دِينِهِ، وَاللّهِ لَيُتَّمِنَّ اللّهُ تَعَالَى هَذَا ا‘َمْرَ حَتَّى يسَيِرَ الرَّاكِبُ مِنْ صَنْعَاءَ إِلَى خَضَرْ مَوْتَ، فََ يُخَافُ إَِّ اللّهَ، وَالذِّئْبَ عَلَى غَنَمِهِ، وَلَكِنَّكُمْ تَسْتَعْجِلُونَ[. أخرجه البخاري و أَبُو دَاوُد والنسائي .
8. (3239)- Habbâb İbnu´l-Eret (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ka´be´nin gölgesinde bir bürdeye yaslanmış otururken, gelip (müşriklerin yaptıklarından) şikâyette bulunduk:
“Bize yardım etmiyor musun, bize dua etmiyor musun ” dedik. Şu cevabı verdi:
“Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah´a kasem olsun Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki, bir yolcu devesine bindi mi San´a´dan kalkıp Hadramevt´e kadar gidecek, Allah´tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.”[16]
ـ9 ـ549 -وَعَنْ أسامة بن زيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قَالَ: ] أَرْسَلَتْ بِنْتُ النَّبِيّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَيْهِ أَنَّ ابْنًا لِي احْتُضِرَ فَاشْهَدْهُ، فَأرْسَلَ يَقْرَأُ السََّمَ وَيَقُولُ: إِنَّ اللّهَ مَا أَخَذَ، وَاللّهِ مَا أَعْطَى، وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِأَجَلٍ مُسَمًّى، فَلْتَصْبِرْ وَلَتَحْتَسِبْ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
9. (3240)- Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kızı (Zeyneb), babasına birisini göndererek “Oğlum ölmek üzere, son nefesini verirken yanında hazır ol” diye rica etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), adamı geri çevirirken:
“Selamımı söyle ve şunu hatırlat: Alan da Allah´tır, veren de Allah´tır. Her şeyin O´nun yanında muayyen bir eceli vardır. Sabretsin ve Allah´ın (sabredenlere vereceği) mükâfatı düşünsün!”[17]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı, ölmekte olan çocuğu için çağıran kızı hangisidir, rivayette belli değil. İbnu Ebi Şeybe´nin Musannaf´ında geçen bir rivayette Hz. Zeyneb (radıyallahu anhâ)´ın olduğunu tasrih eder. Ancak, bazı rivayetlerin sağladığı karineler Hz. Fâtıma´nın olma ihtimalini de ortaya çıkarmıştır. Ölmekte olan çocuğun kim olduğu da çok net değildir. Rivayetlerde bazan “oğlum”, bazan da “kızım” diye geçmektedir. Ebu Dâvud´un rivayetinde “…oğlum veya kızım” şeklinde râvinin şekki ile kaydedilmiştir. İbnu Hacer, bunun Ümâme olduğunu belirtir ve rivayetlerde geçen “oğlum” ifadesinin yanlış olduğunu, doğrusunun “kızım” olması gerektiğine dikkat çeker. Açıklamasına göre, Ümâme şiddetle hastalanmış, Resûlullah gelmiş, halini görünce gözyaşlarını tutamamış ve ağlamıştır. Duası üzerine, şifa bulmuş, Resûlullah´ın vefatından sonra da yaşamıştır. Hz. Ali, Hz. Fâtıma´nın vefatından sonra onunla evlenmiş, şehid edilinceye kadar beraber yaşamışlardır.
2- “Veren de alan da Allah´tır” diye tercüme ettiğimiz ibareyi: “Evladlardan almış oldukları da Allah´ındır, verdikleri de Allah´ındır” şeklinde tercüme etmek de mümkündür.
3- Buharî´nin bir rivayeti, Hz. Zeyneb (radıyallahu anhâ)´in Resûlullah´a ikinci sefer adam göndererek ısrar ettiğini, bir başka rivayette ise Resûlullah´ın, üçüncü sefer yapılan ısrar üzerine kızının evine şeref verdiklerini belirtir. Beraberinde Abdurrahman İbnu Avf´da mevcuttur.
Hz. Zeyneb´in ısrarını İbnu Hacer iki sebeple izah eder:”
1- Câhillerin, kendisi hakkında: “Resûlullah´ın yanında kıymeti yok” şeklinde, yapacakları su-i zannı kırmak için ısrar etmiş olabilir.
2- Allah ona, “Resûlullah´ın yanına gelmesi, içinde bulunduğu bedenini duası ve huzuru bereketiyle gidereceği hususunda ilhamda bulunmuş olabilir. Nitekim bu zannı Allah gerçekleştirmiştir.”
Resûlullah´ın ilk çağırmada gelmemesi için de şu tahminde bulunur: “Zâhir şu ki, Efendimiz, Rabbine teslimiyette mübâlağa maksadıyla önce imtina etmiştir. Yahut da bu çeşit dâvetlere icabetin, düğün davetine icabetteki gibi şart olmadığını göstermek, bu ve benzeri davetlere müsbet cevap vermemenin câiz olduğunu beyan etmek için de gelmemiş olabilir.”
4- Resûlullah Hz. Zeyneb´e gelirken yanında bir grup sahâbî vardır: Ubâdetu´bnu´s-Sâmit, Üsâme İbnu Zeyd, Sa´d İbnu Ubâde, Mu´âz İbnu Cebel, Ubey İbnu Ka´b, Zeyd İbnu Sâbit vs. Hatta Resûlullah çocuğun ızdırabı karşısında ağlayınca Sa´d İbnu Ubâde: “Ya Resûlullah bu da ne ” diyerek taaccübünü ifade eder. Resûlullah da şu cevabı verir:
“Bu, kullarının kalbine Allah tarafından konmuş olan merhamettir. Allah, kullarından merhametli olanlara rahmet kılar.”
5- Hadisten Çıkarılan Bazı Fevaid:
* Muhtazar (ölüm hâlinde) olanın yanına, bereket ve duaları ümid edilenlerin çağırılmaları câizdir.
* Bu maksadla yemin vermek câizdir.
* Tâziye ve geçmiş olsun ziyaretlerine, izin alınmadan gidilebilir. Bu, düğün gibi değildir, düğün ziyafetine katılmak için izin şarttır.
* Yemin verildiği zaman, yemin sahibini kurtarmak maksadıyla gerekeni yapmak müstehabtır.
* Selâmı konuşmadan öne almak müstehabtır.
* Hastaya geçmiş olsun ziyareti yapılır, hasta küçük de olsa, faziletçe düşük de olsa.
* Faziletli kişiler, halktan kopmamalıdırlar, ilk daveti reddetseler bile müteakiben icabet etmelidirler.
* Tâbî durumdakiler, kendilerine müşkil gelen hususları imamdan sormalıdırlar; bu müstehabtır.
* Sual edeb çerçevesinde olmalıdır.
* Allah´ın mahlukatına şefkat ve merhamete insanlar teşvik edilmeli, kalb katılığından korkutulmalıdır.
* Bağırıp çağırmadan ağlamak câizdir.[18]
ـ3241 ـ10 -وَعَنْ أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ] اشْتَكَى اِبْنُ ‘َبِي طَلْحَةَ، فَمَاتَ وَأَبُو طَلْحَةَ خَارِجٌ، وَلَمْ يَعْلَمْهُ. فَلَمَّا رَأَتِ امْرَأُتُه أَنَّهُ قَدْ مَاتَ هَيَّأَتْ شَيْئًا، وَنَحَّتْهُ فِي جَانِبِ الْبَيْتِ، فَلَمَّا جَاءَ أَبُو طَلْحَةَ قَالَ: كَيْفَ الْغَُمُ؟ قَالَتْ: قَدْ هَدَأَتْ نَفْسُهُ، وَأَرْجُو أَنْ يَكُونَ قَدْ اسْتَرَاحَ،
فَظَنَّ أَبُو طَلْحَةَ أَنَّهَا صَادِقَةٌ، ثُمَّ قَرَّبَتْ لَهُ الْعَشَاءَ وَوَطَّأَتْ لَهُ الْفِرَاشَ فَلَمَّا أَصْبَحَ اغْتَسَلَ، فَلَمَّا أَرَادَ أَنْ يَخْرُجَ أَعْلَمْتُهُ بِمَوْتِ الْغَُمِ فَصَلَّى مَعَ النَّبِيّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ أَخْبَرَهُ بِمَا كَانَ مِنْهَا، فَقَالَ النَّبِيّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَعَلَّهُ أَنْ يُبَارِكَ اللّهُ لَكُمَا فِي لَيْلَتِكُمَا، فَجَاءَهُمَا تِسْعَةُ أَوَْدٍ كُلُّهُمْ قَرؤُ الْقُرْآنَ[. أخرجه البخاري .
10. (3241)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ebu Talha´nın bir oğlu hastalandı. Sonunda Ebu Talha evde yokken vefat etti. Çocuğun öldüğünü bilmiyordu. Hanımı, çocuğun öldüğünü görünce, (çocuğun defni için gerekli) hazırlığı yaptı, onu evin bir kenarına koydu. Ebu Talha (akşam olup) eve gelince: “Çocuk nasıl oldu ” diye sordu. Hanımı, “Sükûnete erdi, istirahate kavuşmuş olmasını umarım” (diye yuvarlak bir) cevapta bulundu. Ebu Talha hanımının doğru söylediğini zannetti:
Sonra hanımı, akşam yemeğini getirdi. Yatağını hazırladı. (Sonra kocası için süslendi. Ebu Talha temasta bulundu.) Sabah olunca Ebu Talha gusletti. Evden çıkacağı zaman hanımı çocuğun ölümünü haber verdi. Ebu Talha, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la sabah namazı kıldı. Sonra kadının yaptığını bir bir anlattı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Allah gecenizi hakkınızda mübarek kılmış olsun” buyurdular. Sonra onlara (Allah Teâla Hazretleri) dokuz evlat verdi, hepsi de Kur´an´ı okudular.”[19]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, ölüm karşısında soğukkanlılık ve teslimiyete güzel bir örnek sunmaktadır. Hadiste zikri geçen kadın Ümmü Süleym (radıyallahu anhâ)´dir, Hz. Enes´in annesi. Ölen çocuk da Ebu Talha´nın Ümmü Süleym´den doğan oğlu Ebu Umayr´dır.
2- Hadiste geçen هَيّأتْ شَيْئاًtabirini: “Hanım kocasına yiyecek bir şeyler hazırladı.” “Kocası için süslenip hazırlandı” diye yorumlayanlar da olmuştur. Ancak İbnu Hacer, bazı rivayetlerde gelen karinelere dayanarak çocuğun yıkanma, kefenlenme gibi defin hazırlığını yaptığını anlar.
3- Ümmü Süleym´in ölüm karşısındaki metânet ve kadere olan teslimiyetini belirtmek için, bazı rivayetlerde gelen bir ziyadeyi kaydetmek isteriz: Çocuğun ölümünü ertesi sabah Ebu Talha´ya şöyle haber verir: “Ey Ebu Talha! Bir kimse, bir başkasına malını idâreten verse, sonra âriyetlerini taleb etse, bunu kullanan kimse vermekten imtina edebilir mi ” Ebu Talha, “Hayır!” der. Ümmü Süleym devam eder: “Öyleyse oğlun için Allah´tan ecir bekle!” Ebu Talha kızar ve: “Beni kirlenmeye bıraktın sonra oğlumun ölümünü haber verdin ha!” der. Bir rivayette Ümmü Süleym: “Allah çocuğu bize iâre olarak vermişti, şimdi bizden geri aldı” der.
4- Hadisten Çıkarılan Bazı Faideler:
* Gücü olunca şiddeti benimseyip ruhsatı terketmek evladır.
* Musibetlere karşı teselli müstehabtır.
* Kadın kocası için süslenip nefsini taleb edebilir.
* Resûlullah´ın duasının makbûl olduğu görülmektedir.
* Kim Allah rızası için bir şeyi terkederse Allah onun yerine daha iyisini verir.[20]
ـ11 ـ553 -وَعَنْ القاسم بن مُحَمَّد قَالَ: ]هَلَكَتِ إمْرَأةٌ لِي فَأَتَانِي مُحَمَّدُ بْنُ كَعْبٍ الْقُرْظِيُّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ يُعَزًِينِي بِهَا، وَقَالَ: إِنَّهُ كَانَ فِي بَنِي إِسْرَائِيلَ رَجُلٌ فَقِيهُ عَالِمٌ عَابِدٌ مُجْتَهِدٌ، وَكَانَتْ لَهُ امْرَأةٌ، وَكَانَ بِهَا مُعْجَبًا فَمَاتَتْ، فَرَجَدَ عَلَيْهَا وَجْدًا شَدِيدًا حَتَّى خََ فِي بَيْتٍ وَأَغْلَقَ عَلَى نَفْسِهِ، وَاحْتَجَبَ فَلَمْ يَكُنْ يَدْخُلُ عَلَيْهِ أَحَدٌ، فَسَمِعَتْ بِهِ امْرَأةٌ مِنْ بَنِى إِسْرَائِيلَ فَجَاءَتْهُ فَقَالَتْ: إِنَّ لِي إِلَيْهِ حَاجَةً أَسْتَفْتِيهِ فِيهَا لَيْسَ يَجْزِيَنِي إَِّ أَنْ أُشَافِهَهُ بِهَا، وَلَزِمَتْ بَابَهُ، فَأَخْبِرَ بِهَا فَأَذِنَ لَهَا، فَقَالَتْ: أسْتَفْتِيكَ فِي أَمْرٍ، قَالَ: وَمَا هُوَ؟ قَالَتْ: إِنِّي اسْتَعَرْتُ مِنْ جَارَةٍ لِي حُلِيًّا، فَكُنْتُ أَلْبَسُهُ زَمَانًا، ثُمَّ إِنَّهَا أَرْسَلَتْ تَطْلُبُهُ أَفَأَرُدُّهُ إِلَيْهَا؟ قَالَ: نَعَمْ وَاللّهِ. قَالَتْ: إِنَّهُ قَدْ مَكَثَ عِنْدِي زَمَانًا؟ فَقَالَ: ذَاكَ أَحَقُّ لِرَدِّكِ إِيَّاهُ، فَقَالَتْ لَهُ: يَرْحَمُكَ اللّهُ أَفَتَأْسَفُ عَلَى مَا أَعَارَكَ اللّهُ، ثُمَّ أَخَذَهُ مِنْكَ وَهُوَ أَحَقُّ بِهِ مِنْكَ، فَأَبْصَرَ مَا كَانَ فِيهِ وَنَفَعَهُ اللّهُ بِقَوْلِهَا[. أخرجه مالك .
11. (3242)- Kâsım İbnu Muhammed anlatıyor: “Hanımım vefat etmişti. Bana, Muhammed İbnu Ka´b el-Kurazî, ta´ziye (baş sağlığı dilemek) maksadıyla uğradı. Ve şunu anlattı:
“Benî İsrail´de fakih, âlim, âbid, gayretli bir adam vardı. Onun çok sevdiği bir karısı vefat etmişti. Onun ölümüne adam çok üzüldü, öyle ki, bir odaya çekilip kapıyı arkadan kapattı, yalnızlığa çekildi, kimse yanına giremedi. Onun bu halini, Benî İsrail´den bir kadın işitti. Yanına gelip: “Benim onunla bir meselem var, kendisine bizzat sormam lazım”dedi. Halk oradan çekildi. Kadın kapıda kalıp:
“Mutlaka görüşmem lâzım” dedi. Birisi adama seslendi:
“Burada bir kadın var, senden birşeyler sormak istiyor, “mutlaka bizzat görüşmem lâzım, bizzat sormam lazım” diyor. Herkes gitti kapıda sadece o kadın var ve ayrılmıyor.” İçerdeki adam:
“O´na müsaade edin gelsin” dedi. Kadın yanına girdi. Ve:
“Sana bir şey sormak için geldim” dedi. Adam:
“Nedir o ” deyince, kadın anlattı:
“Ben komşumdan idâreten bir gerdanlık almıştım. Onu bir müddet takındım ve idâreten kullandım. Sonra onu benden geri istediler. Bunu onlara geri vereyim mi ” Adam:
“Evet, vallahi vermelisin!” dedi. Kadın:
“Ama o epey bir zaman benim yanımda kaldı. (Onu çok da sevdim)” dedi. Adam:
“Bu hal senin, kolyeyi onlara iâde etmeni daha çok haklı kılıyor, zira onu iare edeli çok zaman olmuş” demişti(ki, bu cevabı bekleyen kadın) atıldı:
“Allah iyiliğini versin! Sen Allah´ın sana önce iâre edip, sonra senden geri aldığı şeye mi üzülüyorsun O, verdiği şeye senden daha çok hak sahibi değil mi ” dedi. Adam bu nasihat üzerine içinde bulunduğu duruma baktı (ve kendine geldi). Böylece Allah, kadının sözlerinden adamın istifade etmesini sağladı.”[21]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, âlimin de ilim bakımından kendisinden geri olacaklardan nasihat dinleyip istifâde edeceğine delil olmaktadır. Ayrıca, faziletçe üstün kişinin bile zaman zaman hata yapabileceğini, faziletçe geri olanın da bilakis, isabetli kararlar verebileceğini görmekteyiz.
2- Kadının uydurduğu kolye hikâyesi, maksadı ifade için başvurulan bir hiledir. Dinimizin emrettiği yalan sınıfına girmez. Görüldüğü üzere bunda bir aldatma ve buna bağlı bir suistimal mevcut değil, bilakis bir ıslah, bir hayır düşünülmüş ve muvaffak da olunmuştur. Bu düzmece hikaye sebebiyle kadın zemmedilemez, bilakis takdir edilir. Nitekim, önceki hadiste gördüğümüz üzere Ümmü Süleym (radıyallahu anhâ), buna yakın bir temsili Ebu Talha´ya anlatmış, bilahare Ebu Talha, Ümmü Süleym´in söylediklerini ve yaptıklarını Resûlullah´a anlatmış, Resûlullah da gecelerini tebrik etmiştir, Ümmü Süleym´i kınamamıştır.[22]
ـ3243 ـ12 -وَعَنْ أَبِي مُوسَى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: َ أَحَدَ أَصْبَرُ عَلَى أَذىً سَمِعَهُ مِنَ اللّهِ عَزَّ وَجَلَّ، إِنَّهُ لَيُشْرَكُ بِهِ وَيُحْمَلُ لَهُ الْوَلَدُ، وَيُعَافِيهِمْ وَيَرْزُقُهُمْ[. أخرجه الشيخان .
12. (3243)- Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İşittiği şeyin verdiği ezaya azîz ve celil olan Allah´tan daha sabırlı kimse yoktur. Çünkü O´na şirk koşulur, evladlar nisbet edilir. O, yine de onlara âfiyet ve rızık vermeye devam eder.”[23]
ـ3244 ـ13 -وَعَنْ اِبْنِ مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]كَأَنِّي أنْظُرُ إِلَى رَسُولِ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَحْكِي نَبِيًّا مِنَ ا‘َنْبِيَاءٍ عَلَيْهِمْ السََّمُ ضَرَبَهُ قَوْمُهُ فَأدْمُوهُ وَهُوَ يَمْسَحَ الدَّمَ عَنْ وَجْهِهِ وَيَقُولُ: اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِقَوْمِي فَإِنَّهُمْ َ يَعْلَمُونَ[. أخرجه الشيخان .
13. (3244)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben, peygamberlerden (aleyhimüsselam) birinin acıklı bir hikâyesini anlatmış olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı şu anda sanki tekrar seyrediyor gibiyim. Demişti ki: “Kavmi ona şiddetle vurup yaralamıştı. O hem akan kanlarını siliyor, hem de: “Allahım, kavmimi mağfiret et, çünkü onlar bilmiyorlar” demişti.”[24]
AÇIKLAMA:
Hadisin başka vecihlerinde buradaki peygamberin Hz. Nuh aleyhisselâm olduğu tasrih edilmiştir. Bir rivayet şöyle: “Hz. Nuh´a kavmi vurmuş ve bayıltmıştı. O, bilahare ayılınca şöyle dua etti: “Allahım kavmime hidâyet ver, zira bilmiyorlar.” Gerçi yaralama ile bayıltma aynı şey değildir. Binaenaleyh burada kastedilen peygamberin şahsiyetinde bir kapalılık mevcuttur. Hz. Nuh´la ilgili olduğu kabul edilecek olsa bile bunun, bidayetlerle ilgili olması gerekir. Zira, kavminin yola geleceğinden ümid kesen Hz. Nuh bilahare, bizzat Kur´an-ı Kerim´in şehâdetiyle şöyle diyecektir: “Rabbim, yeryüzünde hiç bir inkârcı bırakma!” (Nuh 26).
Resûlullah´ın başından da benzer hadiseler geçmiştir. Uhud Savaşı sırasında yüzünden yara almış, dişi kırılmıştır. Aleyhissalâtu vesselâm, o zaman: “Peygamberlerinin yüzünü yaralayan bir kavmi Allah nasıl iflah eder ” buyurmuş, bunun üzerine şu mealdeki ayet inmiştir: “Allah´ın onların tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir alâkan yoktur. Çünkü onlar zâlimlerdir” (Âl-i İmran 128). Bazı rivayetler Resûlullah´ın hem Ciirrane´de hem de Uhud´da, “Allahım kavmimi mağfiret et, çünkü onlar bilmiyorlar” diye dua ettiğini de belirtirler.[25]
Kurtubî, Resûlullah´la ilgili bu rivayetlerden hareketle, sadedinde olduğumuz hadiste Aleyhissalâtu vesselâm´ın bir başka peygamberi değil, kendisini anlattığını iddia etmiştir. Ancak Nevevî, Resûlullah´ın anlattığı vak´anın daha önce yaşayan bir peygamberle ilgili olduğuna hükmeder. Ayrıca Resûlullah´ın da Uhud´da aynı şeyi yaşadığını kaydeder. İbnu Hacer, Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm´ın Huneyn Savaşı akabinde Ciirrâne´de ganimet taksimi sırasında yaralanıp benzer bir duada bulunduğunu anlattıktan sonra Kurtubî´nin hükmünde yanıldığını belirtir. Dipnotta kaydettiğimiz rivayeti Ahmed İbnu Hanbel´den aktardıktan sonra İbnu Hacer, Kurtubî´yi cevaplandırma sadedinde der ki: “Abdullah´ın bu sözünden, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın da aynı şekilde alnını silmiş olması gerekmez. Zahir olan şu ki: Abdullah, o geçmiş peygamberin sildiği şekilde, Resûlullah´ın da alnını siliş tarzını hikâye etmiştir, böylece Kurtubî´nin zannının yanlış olduğu ortaya çıkar.”[26]
ـ3245 ـ14 -وَعَنْ عَبْدُ الرَّحْمَنِ بن القاسم قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِتُعَزِّ الْمُسْلِمِينَ فِي مَصَائِبِهِمْ الْمُصِيبَةُ بِي[. أخرجه مالك.وفي رواية للترمذي. مَنْ أَصِيبَ بِمُصِيبَةٍ فَلْيَذْكُرْ مُصِيبَتَهُ بِي، فَإِنَّهَا أَعْظَمُ الْمَصَائِبِ .
14. (3245)- Abdurrahman İbnu´l-Kâsım anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Benim (yokluğumdan hâsıl olan) musibet, müslümanları musibetlerinde teselli etmelidir.”[27]
Bir başka rivayette[28] şöyle denmiştir: “Kim bir musibete uğrarsa, benim yokluğum sebebiyle maruz kaldığı musibetini hatırlasın. Çünkü bu, en büyük musibettir.”[29]
AÇIKLAMA:
Hadis, kelime itibariyle: “Benim musibetim, müslümanları, musibetlerinde tâziye etsin” demektedir. Ancak, şârihler buradaki taziyeyi teselli ve sabır olarak anlamışlardır. Öyle ise hadis müslümanlara şöyle seslenmektedir: “Başınıza bir kısım musibetler geldiği zaman bunu büyütmeyin, düşünün ki musibetin büyüğü benim yokluğumla gelmiştir.”
Zürkânî, Resûlullah´ın gitmesiyle gelen musibetin büyüklüğünü şöyle açıklar: “Müslümana gelen her musibet, Resûlullah sebebiyle gelenin gerisindedir (daha hafiftir). Çünkü kişiye gelen her belanın bir karşılığı, telafisi vardır. Ama, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yerini dolduracak, O´nun yokluğu musibetini telafi edecek bir şey yoktur. Ölümü ile semâvî haber kesilen, mü´minler için rahmet, din için doğru olan bir kimsenin ortadan kalkmasından daha büyük bir musibet olur mu ”
Musibetler çoğu kere kişiyi gafletten uyandırır, hatadan, dalaletten çevirir. Bu sebepledir ki bir nevi nimet olmaktadır ve hatta âyet-i kerîme sabretmek kaydıyla musibete düşenlere müjdeler vermektedir: “Kendilerine musibet geldiği zaman sabreden ve “Biz Allah´ınız ve O´na döneceğiz” diyenleri (Allah´ın büyük mükâfatıyla) müjdele” (Bakara 155).[30]
ـ3246 ـ15 -وَعَنْ يَحْيَى بن وثاب عن شيخ من أصحاب النَّبِيّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: قَالَ:]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الْمُسْلِمُ الَّذِي يُخَالِطُ النَّاسَ، وَيَصْبِرُ عَلَى أَذَاهُمْ خَيْرٌ مِنَ الَّذِي َ يُخَالِطُهُمْ، وََ يَصْبِرُ عَلَى أذَاهُمْ[. أخرجه والترمذي .
15. (3246)- Yahyâ İbnu Vessâb, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashabından bir yaşlıdan naklediyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İnsanlara karışıp onların ezalarına katlanan müslüman, onlara karışmayıp, ezâlarına katlanmayandan hayırlıdır.”[31]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, inziva mı daha hayırlı, cemiyete karışmak mı Sualine, kayıtlı olarak: “Cemiyete karışmak” cevabını vermektedir. Ancak hemen belirtelim ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu meselede kesin bir tavrı yoktur. Bazı rivayetlerde inzivayı tavsiye ederken, burada olduğu üzere, bazı rivayetlerde de cemiyete karışmak tavsiye edilir. Demek ki, şartlara ve şahıslara göre verilecek hüküm değişebilecektir ve esas olan da budur. Resûlullah, inzivayı daha ziyade fitne yani dahilî kargaşanın hüküm sürdüğü zamanlarda tavsiye etmektedir.
Ülemânın bu mevzudaki değerlendirmesini geniş olarak 4762. Hadis´te kaydedeceğiz.[32]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/537-538.
[2] Buharî, Cenâiz: 43, 7, 32, Ahkâm: 11; Müslim, Cenâiz: 14, (626); Ebu Dâvud, Cenâiz: 27, (3124); Tirmizî, Cenâiz: 13, (987); Nesâî, Cenâiz: 22, (4, 22); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/539.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/539-541.
[4] Müslim, Cenâiz: 3, (918); Muvatta, Cenâiz: 42, (l, 236); Ebu Dâvud, Cenâiz: 22, (3119); Tirmizî, Da´avât: 88, (3506); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/541-542.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/542-543.
[6] Tirmizî, Cenâiz: 36, (1021); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/543-544.
[7] Tirmizî, Zühd: 58, (2403).
[8] Buradaki “iki sevdiği” ile gözlerini kastediyor.” Doğruyu Allah bilir.” Buharî, Marzâ 7; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/544.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/545.
[10] Nesâî, Cenâiz: 23, (4, 23); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/545.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/545.
[12] Buharî, Marzâ: 6; Müslim, Birr: 54, (2576); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/546.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/546-547.
[14] Muvatta, ayn: 5, (2; 940); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/547.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/547-548.
[16] Buhari, Menâkıbu´l- Ensâr: 29, Menâkıb: 25, İkrâh: 1; Ebu Dâvud, Cihâd: 107, (2649); Nesâî, Zînet: 98, (8, 204); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/548.
[17] Buharî, Cenâiz: 33, Marzâ: 9, Kader: 4, Eymân: 9, Tevhîd: 2, 25; Müslim, Cenâiz: 11, (923); Ebu Dâvud, Cenâiz: 28, (3125); Nesâî, Cenâiz: 22, (4, 21, 22); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/549.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/549-550.
[19] Buharî, Cenâiz: 42, Akîka 1; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/551.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/551-552.
[21] Muvatta, Cenâiz: 43, (1, 237); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/553.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/553-554.
[23] Buharî, Edeb: 71, Tevhîd: 3; Müslim, Sıfâtu´l-Münâfıkîn: 49, (2803); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/554.
[24] Buharî, İstitâbe: 4, Enbiya: 50; Müslim, Cihâd: 105, (1792); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/554.
[25] Ciirrâne´de ganimet taksimi sırasında meydana gelen izdihamda yaralanmış, bunun üzerine Resûlullah: “Allah´ın kavmine gönderdiği bir kulu tekzib ettiler ve yaralandılar. O da hem alnından kanı siliyor hem de; “Rabbim kavmimi mağfiret et, onlar bilmiyorlar” diyordu. Abdullah dedi ki: “Sanki ben Resûlullah (aleyhissalâtü vasselâm)´a bakıyor gibiyim; Hem o adamı anlatıyor, hem de alnını siliyordu.”
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/554-555.
[27] Muvatta, Cenâiz: 41, (1, 236).
[28] Teysir, bu hadisi Tirmizî´ye nisbet ediyor. Ancak orada bulamadık. İbnu Mace´de lafız yönüyle biraz farkla kaydedilmiştir (Cenâiz 55).
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/555-556.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/556.
[31] Tirmizî, Kıyâmet: 56, (2509); İbnu Mace, Fiten: 23, (4032); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/556.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/556-557.