Oruç
ORUÇ BÖLÜMÜ
(Bu bölümde üç bab var)
BİRİNCİ BAB
ORUCUN VE RAMAZAN AYININ FAZİLETİ
İKİNCİ BAB
ORUCUN FARZLARI, SÜNNETLERİ VE AHKÂMI
FASIL
ORUCUN RÜKÜNLERİ
NİYYET
NAFİLE ORUCUN NİYYET
ORUCU BOZAN ŞEYLERDEN KAÇINMAK
ORUÇLUNUN ÖPMESİ VE MÜBAŞERET
UNUTARAK ORUCU BOZMA
ORUCUN ZAMANI
AŞURE ORUCU
RECEB ORUCU
ŞABAN ORUCU
ŞEVVALDEN ALTI GÜN
ZİLHİCCEDEN ON GÜN ORUCU
HAFTANIN GÜNLERİ
EYYAMÜ´L-BÎZ
ORUCUN HARAM OLDUĞU GÜNLER
ORUCUN SÜNNETLERİ
İFTAR VAKTİ
İFTARDA TÂCİL
ÜÇÜNCÜBAB
ORUCU AÇMANIN MÜBAH OLMA ŞARTLARI
ORUCU YEMEYİ GEREKTİREN ŞEYLER
KEFÂRET
BİRİNCİ BAB
ORUCUN VE RAMAZAN AYININ FAZİLETİ
UMUMÎ AÇIKLAMA:
Oruc´un Kur´ânî karşılığı savm ve sıyâm´dır. Lügat olarak masdar olup (yemek, içmek, konuşmak, yürümek gibi şeylerden) kendini tutmak mânasına gelir. Şer´î bir ıstılâh olarak, hususî bir zamanda hususî şeylerden, hususî şartlarla hususî bir tutmak diye tarif edilmiştir. Râgıb el-İsfehânî: “Savm, aslında fiilden kendini tutmaktır, bu sebeple yürümekten kaçınan ata sâim (oruçlu) denmiştir” der. Şerîatte ise, mükellef kimsenin, şafağın sökme anından (fecr), güneşin batma anına kadar, niyete mukarin olarak yemekten ve içmekten vazgeçip, meni getirmek ve kusmaktan imtina etmesine savm denmiştir.
Oruç, Hüseyin Kâzım Kadri´nin açıklamasına göre Azerî lehçesi´nden bize geçmiştir ve Farsça bîze kelimesinden bozmadır.
Dinimiz, orucu İslâm´ın ana rükünlerinden biri yapmıştır. Bedenle yerine getirilen bir ibadettir. Kur´an-ı Kerim, eski milletlere de orucun farz edildiğini bildirir: “Ey iman edenler oruç sizden öncekilere farz edildiği gibi.. size de farz edildi.” Ayette işaret edilen “sizden öncekiler”den maksad sadece yahudi ve hıristiyanlar değildir. Belki Hz. Âdem´den beri yeryüzüne gelen bütün insanlar kastedilmektedir, zira dinler tarihi, hemen hemen bütün dinlerde bir nevi orucun varlığını ortaya çıkarmıştır.
* Resûlullah orucun bedene sıhhat, eve bereket getireceğini haber verir: “Oruç tutun, sıhhat bulun.”
* Birçok hadiste, orucun insanda ruhî terbiye vasıtası olan, en mühim erdemlerden “sabr”a alıştıracağı belirtilir. Bir hadis şöyle: ا”Oruç sabrın yarısıdır.”
* Oruç günahlara karşı bir perde, bir siperdir: “Oruç bir perdedir, mü´minin sığınacağı kalelerden bir´kaledir…”
* Oruç cehenneme karşı da bir perdedir: “Oruç ateşe karşı bir perde, müstahkem bir kaledir”; “Oruç ateşe karşı (sağlam) bir perdedir, yeter ki yalanla, gıybetle kişi onu yırtmamış olsun.”
* Oruç en makbul, en sevaplı bir ibadettir: “Oruçlunun uykusu ibadettir, susması tesbihtir, amelleri misliyle kabul edilir, duası makbuldür, günahı affedilir.” “Oruçta riya yoktur. Allah Teâla Hazretleri buyurur ki: “Oruç benim içindir, onun mükâfaatını ben vereceğim, oruçlu yiyecek ve içeceğini benim için bıraktı.” “Oruçlunun yanında birisi yemek yiyince melekler ona rahmet okurlar, bu hal, öbürü yemesini bitirinceye kadar devam eder.”[1]
ـ3107 ـ1 -عن أبي هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : كُلُّ عَمَلِ ابْنُ آدَمَ يُضَاعَفُ، الْحَسَنَةُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا إِلَى سَبْعِمِائَةِ ضِعْفٍ. قَالَ اللّهُ تَعَالَى: إَِّ الصَّوْمَ فَإِنَّهُ لِى وَأنَا أَجْزِى بِهِ يَدَعُ شَهْوَتَهُ وَطَعَامَهُ مِنْ أَجْلِي: لِلصَّائمِ فَرْحَتَانِ، فَرْحَةٌ عِنْدَ فِطْرِهِ، وَفَرْحةٌ عِنْدَ لِقَاءِ رَبِّهِ، وَلَخُلُوفَ فَمِ الصَّائِمِ أطْيَبُ عِنْدَ اللّهِ مِنْ رِيحِ المِسْكِ[.
1. (3107)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah´ı (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ademoğlunun her ameli katlanır. (Zira Cenab-ı Hakk´ın bu husustaki sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yediyüz misline kadar çıkar. Allah Teâla Hazretleri (bir hadis-kudsîde) şöyle buyurmuştur: “Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, ben de onu (dilediğim gibi) mükâfaatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terketti.”
“Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku (halûf), Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.”[2]
ـ3108 ـ2 -وفي رواية: ]الصِّيَامُ جُنَّةٌ، فَإِذَا كَانَ يَوْمُ صَوْمِ أَحَدِكُمْ فََ يَرفُثْ ، وََ يَصْخَبْ، فَإِنْ شَاتَمَهُ أَحَدٌ، أَوْ قَاتَلَهُ فَلْيَقُلْ إِنِّي صَائِمٌ. إِنِّي صَائِمٌ[.
أخرجه الستة.وقوله »الصَّوْمُ لِي« أي لم يشاركنى فيه أحد، و عبد به غيري، فإن سائر العبادات قد عبدت بـها الكفار آلهتها، فأنا حينئذ أجزيه على قدر اختصـاصه بي، وأنا أتولى الجزاء عليه بنفسي، و أكله إلى أحد غيري.»وَالخُلُوفُ« بضم الخاء : تغير ريح فم الصائم من ترك ا‘كل والشرب.»وَالرَّفَثُ« مخاطبة الرجل المرأة بما يريده منها، و قيل: هو التصريح بذكر الجماع، وهو الحرام في الحج على المحرم، وأما الّرفث في الكم إذا لم يكن مع امرأة ف يحرم لكن يستحب تركه.»وَالصَّخَبُ«: الضجة والجلبة .
2. (3108)- Bir rivayette de şöyle buyrulmuştur: “Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa “ben oruçluyum!” desin (ve ona bulaşmasın).”[3]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, gösterilen kaynaklarda, gerek temas edilen meselelerin miktarı ve gerekse bu meselelerin tertibi yönünden farklı şekillerde gelmiştir. Buharî´nin 9. babtaki rivayeti Teysir´in rivayetiyle daha fazla uygunluk arzeder.
2- Cenab-ı Hakk´ın her bir hayır ameli en az on misliyle kabul etmesine dâir sünneti Kur´an-ı Kerim´le sabittir: “Kim bir hayır yaparsa ona on katı (sevap) verilir…” (En´am 160). Resûlullah bu âyete atıf yapmış olmalıdır.
Hadisin devamında bunun, yediyüz katına kadar çıkacağı belirtilmiştir. Bu rakam da Kur´an´da gelmiştir, ancak bu, “Allah´ın dilemesi” şartına bağlanmıştır: “Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir, Allah´ın lütfu geniştir…” (Bakara 26l).
Hadis, orucun Allah nezdindeki hayır amelleri on misli ile yediyüz misli arasında değişen katlarıyla kabul etme sünnetine girmediğini, yani yediyüz mislinden daha fazla katlarıyla kabul edilecek bir amel olduğunu belirtiyor. Kaf suresinde bu ziyadeye de temas edildiğini söyleyebiliriz: “…Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır…” (Kadr 3).
Burada yapılan bir hayrın Allah tarafından otuzbin katıyla da kabul edileceğinin Kur´anî bir delili mevcuttur. Hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Cenâb-ı Hakk´ın oruçlu hakkında, “Oruç bu kaideden hariçtir… Ben onu dilediğim gibi mükâfatlandıracağım…” dediğini belirttiğine göre, kulun ihlası nisbetinde orucu sebebiyle otuzbin mislinden fazla bir mükâfaata bile mazhar olabileceği söylenebilir, İlahî rahmetten bu umulabilir.
3- Orucun “perde” olmasına gelince: Bazı rivayetlerde “ateşe karşı perdedir” şeklinde daha sarîh gelmiştir. Bazı rivayetlerde ise: “Oruç, birinizin savaştaki zırhınız gibi ateşe karşı zırhınızdır” veya: “Oruç, ateşe karşı kalkandır ve müstahkem bir kaledir.” Bazı rivayetlerde, “Oruç, gıybetle yırtmadığı müddetçe, kişiye bir kalkan, bir sığınaktır” buyrulmuştur.
Hadislerin bazılarında orucun, sahibi için ateşe karşı bir sığınak, (bir perde, bir zırhlı, bir kalkan) olduğu tasrih edilmiş ise de bir kısmında mutlak gelmiştir. Şârihler bu ıtlaktan, başka yorumlara da ulaşmışlardır: İbnu´l-Esir, en-Nihâye´de, orucun sâhibini eza veren şehvetlerden koruduğunu belirterek, oruç tutan kimsede, nefsi kötülüklere sevkeden şehvetlerin kırılacağına dikkat çeker.
Kurtubi´ye göre oruç birkaç açıdan örtüdür:
* Orucun perdeye örtü olması, meşruluğu yönüyledir. Öyle ise oruçluya, orucunu ifsad eden ve sevabını azaltan şeylerden koruması gerekir. Bu hususa, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şu sözü işaret eder: “Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın…”
* Orucun (hâsıl ettiği) fâide yönüyle de ona örtü denmesi murad edilmiş olabilir, bu da sahihtir. Çünkü oruç, nefsin şehvetlerini zayıflatır. Buna Aleyhissalâtu vesselâm´ın şu sözü işaret eder: “…Kulum benim için şehvetini… terketti.”
* Hâsıl olan sevap ve hasenatın katlanması sebebiyle de orucun örtü olması murad edilmiş olabilir, bu da sahihtir.
Kadı İyaz, el-İkmâi´de: “Bunun mânası şudur: “Oruç, günahlara karşı perdedir veya ateşe karşı perdedir veya bunların hepsine karşı perdedir” der.
Nevevî, hepsine karşı perde olmasında cezmeder.
İbnu´l Ârabi der ki: “Oruç, ateşe karşı perdedir, çünkü o, şehvetlerden kişinin kendisini tutmasıdır, ateş ise şehvetlerle kuşatılmıştır. Hâsılı, kişi dünyada şehvetlerden kendini tutarsa, bu onun için âhirette ateşe karşı bir perde olur.”
Şunu da belirtelim ki, Ebu Ubeyde´den gelen bir rivayette, gıybetin oruca zarar vereceği belirtilmiştir. Hz. Aişe´den gelen bir rivayette ise gıybetin orucu bozacağı ifâde edilmiştir. İmam Evzâî bu hadisi esas alarak gıybetle orucun bozulacağına, o gün tutulan orucun kaza edilmesinin gerektiğine hükmetmiştir. Zâhirî fakihlerden İbnu Hazm daha da ileri giderek oruçlu olduğunu bilerek fiilî veya kavlî herhangi bir günaha âmmden tevessül eden oruçlunun orucunun bozulacağına hükmetmiştir. İbnu Hazm´ı bu hükme sevkeden hususun, hadiste gelen “Kötü söz sarfetmesin, (bağırıp çağırmak gibi) cahillik yapmasın” emrinin mutlak olmasıdır. Bir başka hadiste gelmiş olan, Kim yalan söylemeyi, yalanla iş yapmayı bırakmazsa, Allah´ın onun yemesini içmesini terketmesine ihtiyacı yoktur” ifadesi de İbnu Hazm´a delil olmuştur.
Bu meselede cumhur, nehyi tahrime hamletmiş olmakla birlikte, orucun bozulması meselesinde farklı düşünmüştür: Evet cumhura göre, orucun bozulması üç sebepten biri ile meydana gelir: Yemek, içmek ve cima.
İbnu Abdilberr, orucun diğer ibadetlere üstünlüğünü beyan sadedinde şöyle der: “O´nun faziletini anlamada, ateşe karşı örtü olması sana kâfidir.”
Nesâî´nin sahih bir senedle Ebu Ümâme´den kaydına göre:
“Ey Allah´ın Resûlü! dedim, senden alacağım müstesna bir amel emret!” Bana:
“Sana orucu tavsiye ederim, çünkü onun emsâli yoktur!” buyurdu.” Cumhûr´un nezdinde meşhur olan, başka delile binaen namazın tercihidir.
4- Oruçlunun ağız kokusunun, Allah´a misk kokusundan daha hoş gelmesi ifadesi de üzerinde durmaya değer. Halûf, oruç sebebiyle oruçlunun ağzından çıkan kokuya denmiştir. Allah nezdinde kokunun iyiliği kötülüğü mevzubahis olamayacağına göre, bu ifâde ne demektir İhtilaf edilmiş, farklı izahlar ileri sürülmüştür. Bazıları şöyle:
* Bu bir mecazdır, güzel kokuların bize yakınlığını ifâde için böyle bir mecaza başvurulması adet olmuştur. Orucun Allah´a yakınlığını ifâde için, bundan bir istiâre yapılmıştır. Öyleyse mânâ şöyledir: “Oruç Allah nezdinde, misk´in sizin nezdinizdeki iyiliğinden daha iyidir” veya “misk´in size yakınlığından daha çok oruç Allah´a yakındır.”
* Bu ifadeden maksad, bu melekler hakkındadır; yani onlar, oruçlunun ağız kokusundan, sizin misk kokusundan hoşlandığınızdan daha çok hoşlanırlar.
* Misk ve halûf´un Allah nezdindeki hükmü, sizin nezdinizdeki hükümlerinin zıddıdır.
* Allah ona âhirette öyle bir mükâfaat verir ki, o sayede ağzının kokusu misk kokusundan daha hoş bir hâl alır.
* Oruçlu öyle bir mükâfaata nail olur ki, bu misk kokusundan daha hoştur
* Oruçlunun ağız kokusu, zikir ve ilim meclislerinde mûtad olan misk kokusundan daha sevaplıdır.
Bu altı vecihten ortaya çıkan netice, “hoş” mânasının kabul ve rızaya hamlidir. Yani “daha hoş” demekle “Allah´ın kabûlüne ve rızasına daha uygun” denmiş olmaktadır. el-Kâdı Hüseyn´in Ta´lîk´ında naklettiğine göre, “Kıyamet günü, bütün ibadetlerin kendilerine has bir kokuları olacaktır. İşte orada orucun kokusu, diğer ibadetlere nazaran misk kokusu gibi olacaktır.”
Söylenen son üç hususu te´yid eden Kıyâmet günü…” Ziyâdesi, bazı rivayetlerde gelmiştir. Müslim´in rivayeti şöyle: “Oruçlunun ağız kokusu “Kıyamet günü” Allah yanında misk kokusundan daha hoştur.”
Son olarak şunu da kaydedelim: Bazı tabipler bu kokuyu, sıhhat alâmeti görerek hayra yorarlar. Onlara göre vücuddaki fazla maddeler, zayıflamış hücreler, zararlı birikimler açlık sebebiyle vücut tarafından yakılarak temizlenirler Burna hoş gelmeyen bu koku, tabir câizse ileride, kanser dahil çeşitli hastalıklara sebep olabilecek zararlı maddelerin yakılmasından hâsıl olan dumanın kokusudur. Bunların oruçla yakılıp vücuttan atılması, sıhhat kaynağıdır.
5- Hadiste Cenab-ı Hakk´ın, “Oruç benim içindir…” buyurmasındaki maksad nedir Bu hususta münakaşa edilmiş, farklı görüşler ileri sürülmüştür:
* Bazıları: “Oruçta riya olmaz, diğer ibadetlerde olabilir” demiştir. Ebu Ubeyd´in Garib´indeki sözü şöyle: “Biliyoruz ki, hayır amellerin hepsi Allah içindir ve bunların mükâfatını da O verecektir. Allah bilir ya, Rab Teâla, orucu kendine has kıldı, çünkü İbnu Adem oruç tutunca, hâriçte görülen bir fiilde bulunmaz, oruç daha çok içte kalan bir fiildir. Resûlullah, (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “Oruçta riya yoktur” hadisleri de bu hususu te´yid eder. Bu böyledir, çünkü oruç hâriç bütün ameller hareketle vukûa gelir. Oruç ise,
insanlara saklı kalan niyyetle yapılır…”
* Bazıları: “… Orucun sevabını ben veririm…” sözünden maksad “Onun sevabını, ecrinin ne kadar katlanacağını ben bilirim” demektir” diye açıklamıştır. Diğer ibadetlerin sevabına bazı kimselerin muttali olması mümkündür; nitekim âyetlerde haber vermiştir ki on mislinden yediyüz misline kadar ücret verilmektedir. Oruç, bu takdirin dışında tutulmuştur.
* Bazıları: “… Oruç benim içindir…” sözünün manası: “Bana en sevgili, nezdimde en mûteber ibâdet” demektir” demiştir, (bu husus yukarıda açıklandı).
* Bazıları: “Orucun Allah´a izafesi onu teşrif ve tazim gayesini güder, tıpkı Beytullah tabirinde olduğu gibi…” demiştir.
* Bazıları: “şehvetlerden olan yemek vs.´den istiğna Allah´a ait vasıflardandır. Şu halde oruçlu, O´na muvafık sıfatlarla Allah´a yakınlık kazanınca, Allah o sıfatı kendine izafe etmiştir.”Kurtubi der ki: “Kulların amelleri, onların hallerine uygundur, oruç hâriç… Oruç, Hakk´ın sıfatlarına uygun bir sıfattır. Sanki şöyle demiştir: “Oruçlu bana uygun bir sıfatla bana yaklaşmaktadır.”
* Bazıları: “Mâna böyledir. Ancak meleklere izafesi şartıyla… Zira bu mâna meleklerin sıfatıdır” demiştir.
* Bazıları: “Bu, Allah´a hastır, kulların bunda hiçbir nasibleri, hazları yoktur” demiştir.
* Bazıları: “Orucun Allah´a nisbet edilişinin sebebi, oruçla başka şeylere ibadet edilmediği içindir. Halbuki namaz, sadaka, tavaf vs. ile başka şeylere ibadet edile gelmiştir” demiştir. Ancak bazı yıldıza ve heykellere tapanların oruçla da tapındıkları gösterilerek bu iddiaya itiraz edilmiştir.
* Bazıları: “Oruç hâriç, kulların bütün ibadetleri, üzerindeki kul haklarına verilir, oruç hâriç, o verilmez” demiştir. Bu mevzuya giren bir rivayet şöyledir: “Kıyamet günü olunca, Allah kullarını hesaba çeker, üzerindeki kul haklarını amellerinden karşılar, öyle ki oruç hâriç hiçbir şeyi kalmaz. Allah bâki kalan hakları kendinden öder ve orucuna dokunmaz, onunla da kulunu cennete koyar.”
Bu açıklamaya Kurtûbî, bazı karînelere dayanarak itiraz ederse de İbnu Hacer, daha başka karîneler göstererek itiraza hak vermez.[4]
ـ3 ـ425 -وعن رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ صَامَ يَوماً فِي سَبِيلِ اللّهِ تَعَالَى جَعَلَ اللّهُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ النّارِ خَنْدَقاً كَمَا بَيْنَ السَّمَاءِ وَا‘رْضِ[. أخرجه الترمذي.
3. (3109)- Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim Allah Teâla yolunda bir gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar.”[5]
ـ3110 ـ4 -وعن أبى أمامة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ] قُلْتُ يَا رَسُولُ اللّهِ: مُرْنِي بِأَمْرِ يَنْفَعُنِي اللّهُ تَعَالَى بِهِ، فَقَالَ : عَلَيْكَ بِالصَّوْمِ فَإِنَّهُ عَدْلَ لهُ[. أخرجه النسائي .
4. (3110)- Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah´ın Resûlü dedim, bana öyle bir amel emret ki (yaptığım takdirde) Allah beni mükâfatlandırsın.”
“Sana dedi, orucu tavsiye ederim, zira onun bir eşi yoktur.”[6]
ـ3111 ـ5 -وعن سهل بن سعد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ: إنَّ فِي الجَنَّةَ بَاباً يُقَالُ لهُ الرَّيَّانُ َ يَدخُلُهُ إَّ الصَّائِمُونَ ، فَإِذَا دَخَلُوا أُغْلِقَ فََ يَدْخُلُ مِنْهُ أَحَدٌ[. أخرجه الخمسة إ أبا داود. وزاد الترمذي: »وَمنْ دَخَلَهُ َ يَظْمَاُ أبَدَاً« .
5. (3111)- Sehl İbnu Sa´d (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez.”[7]
Tirmizî´nin rivayetinde şu ziyâde var: “Oraya kim girerse ebediyyen susamaz.”[8]
AÇIKLAMA:
Bazı rivayetlerde “Cennetin sekiz kapısı vardır. Bunlardan biri, oruçluların girdiği Reyyân kapısıdır…” şeklinde gelmiştir. Reyyân kelimesinin kökü reyy´dir, kana kana içmek, suya doymak mânasına gelir. Reyyân, suya kanmış, susuzluğu olmayan gibi mânalara gelir.[9]
ـ3112 ـ6 -وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال. ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : منْ فَطَّرَ
صَائِماً كان لهُ مثْلَ أجْرهِ غَيْرَ أنَّهُ َ يَنْقُصُ منْ أجْرِ الصَّائِمِ شَيئْاً [. أخرجه الترمذي .
6. (3112)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksiltme olmaz.”[10]
ـ3113 ـ7 -و عنه رَضِىَ اللّهُ عَنْه: ]قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِذَا دَخَلَ رَمَضَانُ فُتِّحَتْ أَبْوَابُ الجَنَّةِ، وَغُلِّقَتْ أَبْوَابُ النَّارِ، وَسُلْسِلَتِ الشَّيَاطِينُ[. أخرجه الستة إ أبا داود .
7. (3113)- Yine Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.”[11]
AÇIKLAMA:
1- Ramazanda “şeytanların bağlanması”, “Cennet kapılarının açılması”, “Cehennem kapılarının kapanması” gibi mefhumlar çeşitli yorumlara mevzu olmuştur. Biz burada sadece birkaç tanesini kaydedeceğiz:
Kâdı İyaz der ki: “Bunların, zâhirî mânalarında olması, kelimelerin ilk ifâde ettiği hakikat üzere olmaları ihtimalden uzak değildir. Bütün bunlar, ramazan ayının girmesine ve hürmetinin büyüklüğüne ve mü´minlere eziyetten şeytanın men edildiğine bir alâmet, bir işarettir. Keza, sevabın ve affın çokluğuna bir işaret olması da ve şeytanın iğvalarını azaltmasına ve onların zincire vurulmuşa döndüklerine bir işaret olması da muhtemeldir.”
Kâdı İyaz sözlerine devamla der ki: “Bu ikinci ihtimali Müslim´de gelen İbnu şihâb rivayetindeki bir ziyade teyid eder: “…Rahmet kapıları açılır.”
İyaz der ki: “Cennet kapılarının açılmasından maksadın; cennete girmenin sebepleri olan ibadetleri, Allah´ın kullarına açması olması da muhtemeldir. Keza cehennem kapılarının kapanmasından murad da himmetlerin, sahiplerini ateşe atan isyanlardan çevrilmesidir. Şeytanların bağlanmasından murad da onların mü´minleri şaşırtma ve şehvetleri tezyin gibi işlerden âciz bırakılmasıdır.”
Zeyn İbnu´l-Münir der ki: “Birinci görüş (yani zâhirin esas alınması) evladır. Zira sözün zahirî mânasını bırakıp, te´vile gitmeye zorlayan bir zaruret mevcut değildir.”
2- Bazı rivayetlerde sema kapılarının açılması mevzubahistir. Türbüşti, bundan maksadın rahmetin inmesi olduğunu, kapanma halinin giderilmesinden maksadın da kulların amellerinin, bazan ilahi yardımla, bazan da hüsn-ü kabûl ile yükselmesi olduğunu söyler. Devamla der ki: “Cehennem kapılarının kapanması ile de, oruçluların nefislerinin çeşitli kötülüklerin kirlerinden temizlenmesi ve şehvetlerin kırılması sonucu günaha sevkeden sebeplerden kurtulması ifade edilmiştir.”
Kurtubi de, hadisin zahire hamlini tercih ettikten sonra der ki: “şayet: “Nasıl olur da ramazanda şerlerin ve isyanların çokça vukûunu görmekteyiz, eğer şeytanlar bağlansaydı bunlar meydana gelmezdi ” denilecek olursa cevabımız şöyle olur: “Evet, orucu şartlarına uyarak ve âdabına riâyet ederek tutanlarda bu söylenen kötülükler çok az görülür. Bağlananlar ise şeytanların bir kısmıdır, hepsi değildir. Nitekim bu husus bazı rivayetlerde gelmiştir. Mamafih hadisten maksad, ramazanda kötülüklerin azalmasını ifadedir. Bu azalma ise müşâhede ile tesbit edilen bir gerçektir. Zira şerler bu ayda diğer aylara nazaran çok azalır. Esasen, hepsinin bağlanmasından şer veya günahın zuhur etmeyeceği neticesi de çıkarılamaz. Çünkü bunların şeytanlardan başka sebepleri de var: Kötü nefisler, çirkin âdetler, insî şeytanlar gibi…”
Bazı âlimler, ramazanda şeytanların bağlanmasını şu şekilde te´vil etmiştir: “Bu, mükelleften özrün kaldırıldığına bir işarettir. Sanki ona şöyle denmektedir: “şeytanlar sana artık zarar yapamayacaklar, ne ibâdetleri terk, ne de kötülükleri işlemede onları bahane edip kendine sebep gösteremezsin.”[12]
ـ3114 ـ8 -وفي اخرى للنسائى : ]وَيُنَادِى مُنَادٍ كُلِّ لَيْلَةً : يَا بَاغِىَ الْخَيْرَ هَلُمَّ، وَيَا بَاغِىَ الشَّرِّ أقْصَرْ[ .
8. (3114)- Nesâî´nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “Bir münâdi, her gece şöyle nida edip bağırır: “Ey hayır isteyen, gel! Ey şer isteyen kendini şerden tut!”[13]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin baş kısmı Teysîr´de hazfedilmiş. Aslı şöyle: “Ramazan ayında sema kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, her bir âsi (mârid) şeytan zincire vurulur ve bir münadi her gece şöyle nida edip bağırır: “Ey hayır arayan gel! Ey şer arayan, kendini şerden tut!”
2- “Ey hayır arayan gel!…” cümlesinin mânası: “Ey hayır arayan, hayırlı işi yapmaya koş, işte sana hayır yapacak an. Zira bu vakitte az bir amel sebebiyle sana çok mükâfat verilecektir. Ey bâtıl arayan kişi, sen de bu işten vazgeç, kendini tut, zira şu anlar tevbe zamanıdır.”[14]
ـ3115 ـ9 -وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ] سُئِلَ قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أيُّ الصَّوْمِ أَفْضَلُ بَعْدَ رَمَضَانَ ؟ قَالَ: شَعْبَانَ لِتَعبَانَ رَمَضَانَ، وَأىُّ الصَّدَقَةِ أَفْضَلُ؟ قَالَ في رَمَضَانَ[. أخرجه الترمذي .
9. (3115)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Ramazandan sonra hangi oruç efdaldir ” diye sorulmuştu, şu cevabı verdi:
“Ramazanı ta´zim için şa´bân!” Tekrar soruldu:
“Hangi sadaka efdaldir ”
“Ramazanda verilen!” cevabını verdi.”[15]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayette, ramazandan sonra en faziletli orucun şa´ban ayında tutulacak nâfile orucu olduğu ifâde edilmiştir, çünkü başlanmış olan oruca mutabakat (uygunluk) taşır.
Irakî der ki: “Müslim´de gelen Ebu Hüreyre hadisi buna muâraza eder: “Ramazandan sonra en hayırlı oruç, Allah´ın ayı olan Muharrem ayındaki oruçtur.” Ancak (sadedinde olduğumuz) Enes hadisi zayıftır, Ebu Hüreyre hadisi sahihtir, dolayısıyla bu, öncekine takdim edilir.”
Ebu´t-Tayyib es-Sindî, bir başka nokta-i nazardan hareket ederek bu iki hadis arasında teâruz görmez: “Mutlak olarak söylenince, ramazandan sonra muharremin efdal olması, ramazan orucuna ta´zim kasdadilince şa´ban ayında tutulan orucun efdal olması caizdir.”[16]
İKİNCİ BÂB
ORUCUN FARZLARI, SÜNNETLERİ VE AHKÂMI
ـ3116 ـ1 -عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما: ]أَنَّ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَكَرَ رَمَضَانَ فَقَالَ: َ تَصُومُوا حَتَّى تَرَوُا الهـَِل، وََ تُفْطَروا حَتّى تَرَوْهُ، فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَاقْدُرُوا لَهُ [. أخرجه الستة إ الترمذي.وفي رواية للبخاري : »فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَأَكْمَلُوا ثََثَيْنَ«.ولمسلم والنسائي عن أبي هريرة : »فَأنْ غُمَّ علَيْكُمْ فصُومُوا ثَثِينَ يَوْماً«. »غُمَّ عَلَيْكُمْ«. أي غطاه شئ من السحاب، أو غيم أو غيره فلم يظهر .
1. (3116)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ramazanı zikrederek buyurdular ki: “Hilâli görünceye kadar oruç tutmayın, yine (müteakip) hilâli görünceye kadar da yemeyin. Bulut araya girerse ayı takdir edin.”[17]
Buharî´nin bir rivayetinde: “Bulut, görmenize mâni olursa sayıyı otuza tamamlayın” denmiştir.
Müslim ve Nesâî´nin Ebu Hüreyre´den kaydettikleri bir rivayette: “Hava bulutlu ise otuz gün oruç tutun” denmiştir.[18]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin zâhiri, ramazan hilâli gündüz veya gece her ne zaman görülürse oruca başlamayı âmirdir. Ancak âlimler, gece görülmesi halinde ertesi gündüz oruca başlanması gereğine hamlederler.
Bazı âlimler zevâlden önce görülmesi ile sonra görülmesi arasını tefrik ederler.
2- Hadis ramazan orucunu başlatmada da, sona erdirmede de hilâlin görülmesinin vâcib olduğuna hükmetmektedir. Hilâlin şu veya bu sebeple görülememesi halinde takip edilecek yol hakkında bazı farklı görüşler ileri sürülmüştür:
Hilâlin görülmesi beklendiği halde, görülmemesi durumunda tereddüd ortaya çıkar. Şâban ayından mı Ramazan ayından mı olduğu tam kestirilemeyen bugüne yevm-i şekk denir. Resûlullah oruca başlamak için “hilâli görme” yi şart koştuğu için yevm-i şekk´te oruç tutulması mekruh addedilmiştir. Bununla birlikte Ashab´tan bazılarının yevm-i şekk´te oruç tuttuğu da rivayet edilmiştir, Hz. Aişe, kızkardeşi Esmâ, Hz. Ebu Hüreyre, Hz. Amr İbnu´l-As, Hz. Muâviye (radıyallahu anhüm) bunlardandır.
Hava bulutlu olur da hilâl görülmezse Kûfe ulemâsı, İmam Mâlik, Şâfi´î, Evzâî ve Sevrî ve bir kavlinde Ahmed İbnu Hambel´e göre o gün oruç tutmak vacib olmaz.
Ashab´tan İbnu Ömer, bir kavlinde Ahmed İbnu Hanbel ve başka bir kısım âlimlere göre yevm-i şekk´te hava açık olursa -hilâl görülmediği için- oruç tutulmaz, bulutlu olursa tutmak vâcib olur.
Hasan Basri, İbnu Sîrîn, bir rivayette Şa´bî ve bir kavlinde Ahmad İbnu Hanbel ve diğer bazı alimlere göre yevm-i şekk´te oruç tutup tutmamak, imamın kararına bağlıdır: İmam oruç tutarsa halk da tutar, tutmazsa halk da tutmaz. İmam Şâfi´î, yevm-i şekk´te oruca niyet etmeden sabahlamayı, ancak öğleye kadar yememeyi tavsiye eder: “Zevalden önce ramazan olduğu tebeyyün ederse, kişi oruca niyet eder ve devam ettirir, tebeyyün etmezse yer.”
Yevm-i şekk´te nâfile niyetiyle tutulacak oruç hususunda câiz mi, değil mi ihtilaf edilmiştir.
Bazıları kişinin âdeti olan orucu, o güne rastlarsa oruç tutmasında bir beis yoktur demiş, aksi halde nafile bile olsa tutmaması efdaldir demiştir. Bu hüküm ramazandan önceki ilk iki gün hakkında mûteberdir. Ancak ramazandan üç ve daha fazla gün önceden nâfile oruca niyet etmede kerâhet görülmemiştir. Ancak Şâfi´î hazretleri, bu babta yasaklayıcı bir hadise dayanarak “Şâbanın yarısından sonra oruç tutmayı mekruh addetmiştir.
Şâfiî hazretlerine göre ramazan üç yolla sübut bulur:
1- Bizzat hilâli görmek,
2- Adil şehâdet (bir kişi de olabilir),
3- Şâbân ayını otuz güne tamamlamak…
Ebu Hanife, İmam Mâlik, Evzâî, Sevrî gibi cumhuru teşkil eden pek çok âlimin görüşü bu noktada birleşir.[19]
ـ3117 ـ2 -وعن حذيفة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : َ تُقَدِّمُوا الشَّهْرَ حَتَّى
تَرَوُ الهَِلَ، أَوْ تُكْمِلُوا الْعِدَّةَ، ثُمَّ صُومُوا حَتَّى تَرَوُا الْهَِلَ، أَوْ تُكْمِلُوا الْعِدَّةَ. [. أخرجه أبو داود والنسائي.
2. (3117)- Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ramazan ayını, hilâli görmedikçe veya sayıyı ikmal etmedikçe öne alıp başlatmayın. (Hilâli görüp veya sayıyı tamamladıktan; sonra müteakip hilâli görünceye veya sayıyı tamamlayıncaya kadar orucu tutun.”[20]
AÇIKLAMA:
Hadis, ramazan ayının girdiği kesinlik kazanmadan, ayın başladığına hükmederek oruca başlamamayı emretmektedir. “Sayıyı tamamlama”, bulut vs. sebebiyle hilâlin görülmemesi durumuyla ilgilidir. Şu halde ramazan hilâli görülemezse Şâban ayı otuza tamamlanıp, ramazana başlanacaktır.
Keza ramazan ayının sonu da hilâlin görülmesi ile tâyin edilecektir. Hilâl bulut vs. bir sebeple görülemezse ramazan ayı da otuza tamamlanacaktır. Sadedinde olduğumuz hadisten çıkan hüküm bu… Bazı ihtilaflı durumları bahsin sonunda göreceğiz.[21]
ـ3118 ـ3 -وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ رَسَولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتَحَفَّظُ مِنْ شَعْبَانَ مَاَ يَتَحَفَّظُ مِنْ غَيْرِهِ، ثُمَّ يَصُومُ لِرُؤْيَةِ رَمَضَانَ، فَإِنْ غُمَّ عَلَيْهِ عَدَّ ثََثِينَ يَوْماً ثُمَّ صَامَ[. أخرجه أبو داود .
3. (3118)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Şâban ayının günlerini hesapladığı kadar başka bir ayın günlerini hesaplamazdı. Sonra ramazan hilâlini görünce oruca başlardı. Eğer bulut araya girer (hilâli göremez) ise (Şâbanı) otuz gün olarak hesaplar, sonra ramazan orucuna başlardı.”[22]
ـ3119 ـ4 -وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]جَاءَ أَعْرَابِيٌّ إِلَى النّبيِّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: إِنِّي رَأَيْتُ الْهَِلَ. يَعْنِى هَِلَ رَمَضَانَ فَقَالَ : أَتَشْهَدُ أنْ َ ألهَ إَِّ اللّهُ؟ قَالَ: نَعَمْ قَالَ: أَتَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللّهِ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ يَا بَِلُ: أَذِّنْ في النَّاسِ أَنْ يَصُومُوا غَداً [. أخرجه أصحاب السنن .
4. (3119)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Bir Bedevî Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek:
“Ben hilâli yani ramazan hilâlini gördüm!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Allah´tan başka ilâh olmadığına şehâdet getirir misin ” diye sordu. Adam “evet” deyince:
“Muhammed´in Allah Resûlü olduğuna da şehâdet eder misin ” dedi. Adam buna da, “evet!” diye cevap verince, Efendimiz:
“Ey Bilâl! dedi, halka yarın oruç tutmalarını ilân et!”[23]
AÇIKLAMA:
1- Şârihler, bedevînin havanın bulutlu olduğu bir günde müracaat etmiş olacağına dikkat çekerler. Bedevî, çölde yaşayan kimse demektir.
2- Aliyyü´l-Kârî: “Hadiste, rü´yetin sübûtu için ihbarın kifâyet ettiğine ve şehâdet lafzına hâcet olmadığına delil vardır” der.
Hattâbî de şöyle söylemiştir: “Hadiste, ramazan hilâlini görme işini icra eden kimseye, “şehadet”le ilgili hükümlere uymak mecburiyetinde olmayıp ihbar´la ilgili hükümlere uymasının kâfi geleceğine delil vardır” der. Ayrıca ilave eder: “Hadiste keza, “müslüman hakkında aslolan onun adâlet sahibi olmasıdır” diyenlerin görüşlerine de delil mevcuttur. Çünkü Aleyhissalatu vesselam, bedevînin müslüman olup olmadığından başka bir şey sormadı. Onun müslüman olduğunu öğrendikten sonra adalet sahibi midir, doğru sözlü müdür, arâştırmadı.”
Hemen belirtelim ki, kişinin getirdiği haberin makbul olması için, şehadetinin kabul edilmesi için adalet sahibi olması gerekir. Bu da onun sıdkı (doğru sözlülüğü), mürüvveti (insanî, ahlâkî, örfi değerlere bağlılığı) ve ehl-i sünnet akidesinde olmasıyla tahakkuk eder.[24],[25]
ـ3120 ـ5 -وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]تَرَاآى النَّاسُ الهَِلَ فَأَخْبَرْتُ رَسُولُ اللّهِ أَنِّى رَأيْتُهُ، فَصَامَ وَأمَرَ النَّاسَ بِصِيَامِهِ[. أخرجه أبو داود. )ـ52- تيسير الوصولجـ2(
5. (3120)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Halk hilâli görmek için gayret sarfetti. Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gördüğümü (tek başıma) söyledim. Sözüm üzerine oruç tuttu ve halka da oruç tutmalarını emretti.”[26]
ـ3121 ـ6 -وعن حسين بن الحارث الجدلي عن الحارث بن حاطب رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]أَمَرَنَا رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ نَنْسُكَ لِرُوْيَتِهِ، فَإِنْ لَمْ نَرَهُ، وَشَهِدَ شَاهِدًا عَدْلٍ نَسَكْنَا بِشَهَادَتِهِمَا[. أخرجه أبو داود. ))النُّسَكُ(( هنا الصوم .
6. (3121)- Hüseyin İbnu´l-Hâris el-Cedelî, Hâris İbnu Hâtîb (radıyallahu anh)´den anlatıyor: “Hâris dedi ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hilali, görünce oruç tutmamızı emretti, eğer biz göremez de iki âdil şâhid gördükleri hususunda şehâdet ederlerse, onların şehâdetlerine uyarak tutacaktık.”[27]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste “oruç” diye tercüme ettiğimiz kelime nüsük´tür. Nüsük ise ibadet demektir, daha ziyade hacc´la ilgili ibâdetlerde kullanılır. Ancak, sadedin olduğumuz bahis oruç üzerine olduğu ve Ebu Dâvud da, hadisî oruçla ilgili bölüme koyduğu için nüsük´ten muradın oruç olduğu söylenebilir. Mamafih bunu, Hacc olarak da anlayıp: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (zilhicce) hilâlini görünce haccetmemizi emretti…” diye de tercüme etmemiz uygundur.
2- Hadis, hilalin görülmesinin kesinlik kazanması için iki âdil şâhidin gerektiğini beyan etmektedir. Önceki hadisle bunun arasında teâruz mevcuttur. Çünkü orada tek kişinin şehâdetinin hilalin rü´yetinde yeterli olacağı ifade edilmektedir.
Hattâbî der ki: “şevvâl hilâlinin rü´yetinin sübut bulması için iki âdil kişinin şehadetinin makbuliyeti hususunda ihtilaf bilmiyorum. Ancak bir tek kişinin şehadetinde ihtilaf edilmiştir. Çoğunlukla âlimler “iki âdil kişiden azının şehâdeti makbul değildir” derler. Ancak Hz. Ömer´den yapılan rivayete göre o, kurban ve ramazan bayramlarını ilanda tek kişinin şehâdetini kabul etmiştir. Bazı hadisçiler buna meyl ederek “hilalin rü´yeti meselesini, ihbar meselesi zımnında görüp, bu şehâdet meselesine girmez, (şehâdetteki şartlar bunda aranmaz)” demeye meyl etmişlerdir. Öyleyse ramazan ayının hilalini görmede tek kişinin şehadeti makbul olunca şevvâl ayının hilâlini görmede de makbul olur.”
Bu istidlâle şöyle cevap verilmiştir: “Eğer bu, ihbâr nev´inden olsa idi, o meselede şöyle söylemek câiz olurdu: “Falanca bana haber verdi ki, hilali görmüştür.” Hilalin rü´yetini isbatta başkasından yapılan bu hikâye tarzı câiz olmaz. Şu halde, bu isbat işi ihbâr nev´inden değildir. Buna delili de şudur: Hilali gören kimsenin ihbarının makbul olması için: “şehâdet ederim ki, ramazan hilâlini şahsen gördüm” demelidir. Bu muteberdir, çünkü bu meselede âdil olan tek kişi, bir grup âlim nezdinde, yeterlidir. Bu âlimler, İbnu Ömer´in rivayetiyle de ihticac ederler” (3120. hadise bak).
Rü´yet-i hilâl´in sübûtunda tek şâhidin beyanına itibar edenler nezdinde kadın ve erkek müsâvidir.[28]
ـ7 ـ435 -و عن أبي عمير بن أنس عن عمومة له من أصحاب رَسولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ]أَنَّ رَكْبـاً أتَوْا رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَشْهَدُونَ أنَّهُمْ رَأَوُا الهَِلَ بِا‘َمْسِ، فَأمَرَهُمْ أَنْ يُفطِرُوا، وَإِذَا أَصْبَحُوا أَنْ يَغْدُوا إِلَى مُصَّهُمْ[. أخرجه داود والنسائي .
7. (3122)- Ebu Umayr İbnu Enes, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ashabından olan amcalarından naklettiğine göre, bir grup kimse Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a binekleriyle gelip: “Dün hilâli gördük” diye şehâdette bulundular. Bunun üzerine, Efendimiz onlara oruçlarını açmalarını, sabah olunca da musallaya (bayram namazına) gelmelerini emretti.”[29]
AÇIKLAMA:
Bu rivayetin başka vecihlerinden anlaşıldığı üzere, ramazanın otuzuncu günü, Medine´yi kaplayan bulut sebebiyle, hiç kimse hilâli göremez. Bu sebeple herkes oruca niyet eder. Ancak öğleden sonra günün sonlarına doğru gelen bir grup yolcu, bir gün önceden hilâli görmüş olduklarına şehâdette bulunurlar. Resûlullah, bu şehadet üzerine o günü bayram ilan eder ve oruçlarını yemelerini emreder. Ertesi sabah musallaya gelmelerini söylemesi, bayram namazını kılmaları içindir. Yani ramazanın otuzbirinci sabahında namaz kılınmış olacaktır.
Böylece bu hadis, bayramın girdiği, namaz vakti içinde belli olmadığı durumlarda bayram namazının, bayramın ikinci gününde de kılınabileceğine delil olmaktadır. Evzâî, Sevrî, Ahmed, İshak, Ebu Hanîfe, Ebu Yusuf ve Muhammed bu görüştedirler. Bu aynı zamanda Şâfi´î merhumun da kavlidir.
Hadisin zahirine göre, ikinci günde kılınan bu namaz kaza değil, edâdır.
Hattâbî´nin İmam Şâfi´î´den nakline göre, bazı âlimler: “Bayramın girdiği, zevâlden önce bilinirse bayram namazı kılınır, aksi halde ne o gün ne de ertesi günü nâmaz kılınmaz. Çünkü bayram namazı, vakti içinde kılınır, başka vakitte kılınmaz” demiştir.
İmam Mâlik ve Ebu Sevr´in de bu görüşte olduğu belirtilir.
Hattâbî bu görüşleri naklettikten sonra: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sünnetine uymak başkasının sünnetine uymaktan evlâdır. Ebu Umayr hadisi sahihtir, ona uymak vâcibtir” der. Bu sözüyle Hattâbî, “Bayramın, zevalden az önce bilinmesiyle zevalden sonra bilinmesi arasında, Şâfi´î, Mâlik ve Ebu Sevr´in aksine olarak fark yoktur” demek ister. Zira hadiste, onların hilâli sonra gördüklerine delâlet eden bir karine yoktur.[30]
ـ3123 ـ8 -وعن كريب قال: ]اسْتَهَلَّ عَليَّ رَمَضَانُ وَأنَا بِالشَّامِ فَرَأيْتُ الهَِلَ يَوْمَ الجُمُعَةَ، ثُمَّ قَدِّمْتُ الْمَدِينَةَ فِي آخِرِ الشَّهْرِ، فَسَألَنِي ابْنُ عبَّاسِ مَتَى رَأيْتُمُ الهَِلَ؟ قُلْتُ: يَومَ الجُمُعَةَ فَقَالَ : أَنْتَ رَايْتَهُ؟ فَقُلْتُ: نَعَمْ، وَرَآهُ النَّاسُ وَصَامُوا وَصَامَ مُعَاوِيةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَقَالَ: لَكِنَّا رَأيْنَاهُ لَيْلَةَ السَّبْتِ فََ نَزَالُ نَصُومُ حَتَّى نُكَمِّلَ ثََثِينَ، أَوْنَرَاهُ قُلْتُ: أَفََ تَكْتَفِي بِرُؤيَةِ مُعَاوِيةَ وَصِيَامِهِ؟ فَقَالَ: هَكَذَا أَمَرَنَا رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ[. أخرجه الخمسة إ البخاري، وهكذا هو في كتاب الحميدي، يوم الجمعة، وكلهم قالوا ليلة الجمعة وهو الصحيح ، و كذا هو في جامع ا‘صول ليلة الجمعة .
8. (3123)- Küreyb (rahimehullah) anlatıyor: “Ben Şam´da iken ramazan hilali beklenmişti. Hilali bir cum´a günü ben de gördüm. Sonra ayın sonunda Medîne´ye geldim. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ):
“Hilali ne zaman görmüştünüz ” diye sordu. Ben
“Cum´a günü!” dedim. İbnu Abbâs tekrar:
“Sen de hilali gördün mü ” dedi. Ben:
“Evet, hem ben, hem de halk gördü ve herkes oruç tuttu. Hz. Muâviye (radıyallahu anh) de oruç tuttu!” dedim. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ):
“Ama biz hilâli cumartesi gecesi gördük. Öyleyse otuza tamamlayıncaya veya hilali görünceye kadar tutmalıyız!” dedi. Ben:
“Hz. Muâviye´nin görmesiyle ve onun orucuyla iktifa etmiyor musun ” dedim. Cevaben:
“Hayır! Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize böyle emretti” dedi.”[31]
AÇIKLAMA:
1- Görüldüğü üzere, bir iş için Şam´a giden Küreyb, orada ramazan ayına girmiş ve herkesle birlikte hilali cum´a günü görerek oruca başlamıştır. Medine´ye döndüğü zaman ramazan devam etmektedir ve burada oruca bir gün sonra başlanmıştır.
Şam´da bir gün önce başlanmış olan ramazan meselesinde İbnu Abbâs, Şam´a uymaya taraftar olmayıp, “hilali görünceye kadar”; görülmemesi halinde “ramazanı otuza tamamlayıncaya kadar” oruca devam kararı veriyor. “Şam´a niye uymuyorsun ” diye vâki olan suâle: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bu çeşit durumlarda, kendi rü´yetimize uymamızı) böyle amel etmemizi emretti!” şeklinde cevap veriyor.
2- Bu hadis, “Ramazanı başlatma ve sona erdirmede her belde kendi rü´yetine tâbidir, bir başka beldenin rü´yeti onu bağlamaz” diyen âlimlerin dayanağı olmuştur. İbnu Abbâs, Kâsım İbnu Muhammed, Sâlim İbnu Abdillah İbni Ömer, İkrime, İshâk İbnu Râhûye bu hadisin zahiriyle hükmederek “Her beldenin rü´yeti kendine hastır” demişlerdir.
Ancak cumhur denen büyük ekseriyet: “Beldelerden birinde daha önceden hilalin görülüp oruca başlandığına dair haber geldiği takdirde, oraya uyulur, önceden yenen oruç da kaza edilir” hükmüne varmıştır. Ebu Hanîfe ve ashabı, İmam Mâlik, Şâfi´î, Ahmed İbnu Hanbel bu görüştedirler.
3- “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize böyle emretti” sözü ile İbnu Abbâs´ın: “Resûlullah bize, iftar hakkında bir kişinin şehâdetini kabul etmemiz emretti” demek istediği muhtemel olduğu gibi: “…beldemiz ehlinin rü´yetine itimad etmemizi, başka beldelerin rü´yetine itibar etmememizi emretti” demiş olması da muhtemeldir. İhtimal, istidlali bozacağı için, bunlardan biriyle cezmetmeyip kesin hükme gitmek mümkün olmaz. Bu sebeple, bu mevzuda Resûlullah´tan rivayet edilen ve 3116 numarada kaydedilen Buhârî hadisidir: “Hilâli görmedikçe oruca başlamayın, tekrar hilâl görmedikçe de oruca son vermeyin. Bulut görmenize mâni olursa sayıyı otuza tamamlayın.”[32]
ـ3124 ـ9 -وعن أبي هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ النَّبِيُ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الصَّومُ يَومَ تُصُومُونَ وَالفِطْرُ يَوْمَ تُفْطِرونَ، وَا‘َضْحَى يَوْمَ تُضَحُّونَ[. أخرجه أبو داود والترمذي.
9. (3124)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“(Muteber) oruç, (hep beraber) tuttuğunuz gündekidir. (Muteber) iftar, (hep beraber) ettiğiniz gündekidir. (Muteber) kurban (hep beraber) kur´ban kestiğiniz gündekidir.”[33]
AÇIKLAMA:
Tirmizî, hadisin mânasını, bazı ilim ehlinin: “Ramazan orucunun başlama ve bitme günlerinin cemaatle ve insanların çoğunluğu ile yapılması gerekir” diye anladığını belirtir. Mübârekfûrî, Tirmîzi şerhi´nde hadis hakkında şu açıklamaları sunar: “Hattabî bu hadisin mânasını şöyle açar: “İçtihada dayanılarak varılan hükümlerde düşülen hatanın sorumluluğu halktan kaldırılmıştır. Sözgelimi bir kavm, hilâli görme hususunda gayret sarfetmelerine (içtihad) rağmen hilâli göremeseler, bu durumda orucu otuza tamamlamadan bayram yapmazlar. Sonradan ramazanın yirmidokuz gün olduğu nazarlarında kesinlik kazansa, artık onlara ne günah, ne ayıplama hiçbir şey gerekmez, oruçları da iftarları da olmuş bitmiştir.
Arafat´ta vakfe gününde hata yapılsa da hüküm aynıdır, vakfenin iâdesi gerekmez.
Münzirî, Telhîsü´s-Sünen´de der ki: “Dendi ki, bu hadiste yevm-i şekkte ihtiyaten oruç tutulmayıp, herkesin oruç tutuğu günde oruç tutmanın gereğine de işâret vardır.”
Yine dendi ki: “Bu hadiste: “Hilâlin doğuşunu, ayın menzillerinin hesabı yoluyla bilen kimseye, bilmeyenlerden ayrı olarak, bu bilgisine göre oruca başlaması ve ramazanını sona erdirmesi câizdir” diyene red vardır.”
Yine dendi ki: “Tek bir şâhid, hilâli görecek olsa, hâkim de onun şehâdetini muteber addetmese, onun bu şehâdetiyle tutulan oruç ne kendi hakkında muteberdir, ne de onu esas alarak tutan halk hakkında muteberdir.”
Şevkânî der ki: “Bu sonuncu görüşü İmam Muhammed eş-Şeybânî benimseyip dedi ki: “Bir kimsenin kendi yakînine muhalif bile olsa, halkın hükmü ile, ayın hilâlinin görülmesi, o ferd için de, ister oruç ister hacc hususlarında kesinlik kazanır.” Atâ ve Hasan Basri´den de aynı görüş rivayet edilmiştir. Ancak cumhur, bu noktada farklı hükmetmiştir. Derler ki: “Yakîn kesbettiği hususta, kendisine şahsî hükmü ne ise o tahakkuk eder.” Hadisi cumhur, Hattâbi gibi tefsir eder.”
Hadisin mânası hususunda şöyle diyen de olmuştur: “Bu, insanların hiziplere ayrılıp Resûlullah´ın getirdiği hidâyete muhalefet edeceklerini ihbar etmektedir. Bir kısmı hesapla amel edecek ve halktan bir grup bunu benimseyecek; bir grup da onu ve Arafat´ta vakfeyi öne alacaklar ve bunu kendilerine bir şiar kılacaklar ki, Bâtinîler böyle yapmışlardır. Açıktan açığa hakkı iltizam eden bir grup da Resûlullah´ın hidayeti üzerine devam eder. Hadisteki halk (nâs) kelimesinden de murad bunlardır. Bunlar sayıca az bile olsalar sevâd-ı azam´ı (yani uyulması gereken çoğunluğu teşkil ederler.”[34]
ـ3125 ـ10 -وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: الشَّهْرُ كَذَا وَكَذَا وَكَذَا ، وَصَفَّقَ بِيَدَيْهِ مَرَّتَيْنِ بِكُلِّ أصَابِعِهِمَا، وَنَقَصَ فِي الصَّفْقَةِ الثَّالِثَةِ إِبْهَامَ
الْيُمْنَيَ أَوِ الْيُسْرَى [. أخرجه الخمسة إ الترمذى .
10. (3125)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ramazan ayı şöyle, şöyle şöyledir -bu sırada iki elini bütün parmaklarıyla iki sefer çırptı, üçüncü çırpışta sağ veya sol başparmağını yumdu.-“[35]
ـ3126 ـ11 -وفي رواية لمسلم والنسائي : ]إنَّا أُمَّةٌ أُمِّيَّةٌ َ نَكْتُبُ وََ نَحْسُبُ الشَّهْرَ هَكذَا وَهَكَذا ، يَعْنِي مَرَّةً تِسْعاً وَعِشْرِينَ وَمَرَّةً ثََثِينَ[.
11. (3126)- Müslim ve Nesâî´de gelen bir rivayette: “Biz ümmî bir milletiz, ne yazı ne de hesap biliriz. Ay, şöyle şöyledir” dedi. Yani bir defasında yirmidokuz, bir defasında otuz gösterdi” denmiştir.”[36]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah bu iki hadiste, ramazan ayının bazan 29, bazan 30 olduğunu parmaklarıyla göstererek tebliğ buyurmaktadır. Parmaklarıyla göstermenin gerekçesini de ifâde etmiştir: “Biz ümmî bir milletiz, okuma yazma bilmeyiz.
“Ümmî, hadisin de açıkladığı üzere okuma bilmeyen, yazı bilmeyen mânalarına gelir. Kelimenin, “annesinden doğduğu gibi duran, doğduktan sonra okuma yazma öğrenmemiş, doğduğu şekilde câhil kalmış” mânasına geldiği de belirtilmiştir.
İbnu Hacer, hadiste geçen “Biz ümmî bir ümmetiz” sözü ile, bu hadisin söylendiği andaki muhatapların veya Resûlullah´ın kendisinin kastedilmiş olabileceğini belirtir. Ancak bazı âlimler: “Bundan maksad, Arap kavmidir, çünkü yazı bilmezler” demiştir. Nitekim ayet-i kerime´de: “Ümmîler arasından kendilerine ayetlerini okuyan… onlara Kitab´ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O´dur” (Cum´a 2). Ayet-i kerime´de Arapların Ümmîler olarak tavsifi, onlarda okuma yazma bilenlerin nâdir olmasından dolayıdır.[37]
2- İbnu Hacer oruç, bayram, hacc gibi takvime müteallik işlerde hesaba değil, rü´yete itibar edilmesi gerektiğini, hadislerin zâhirlerinden bunun anlaşıldığını belirtir. Ve: “Oruç hakkındaki bu hüküm, -sonradan hesabı bilenler çıkmış olsa bile- devam etmiştir” der. Bu kanaatine delil olarak 3116´da kaydettiğimiz Buhârî hadisinde geçen “Eğer bulut mânî olursa orucunuzu otuza tamamlayın” ibâresini zikreder. “Bulut halinde Resûlullah, “hesap bilenlere sorun!” demiyor” der. Ona göre bundaki hikmet, bulut halinde, mükelleflerin sayı hususunda eşit durumda olmasından ve otuza tamamlama ile herkesten aynı şekilde ihtilafın ve anlaşmazlıkların kalkacağındandır.
Biz İbnu Hacer´in sözünden, onun: “Eğer, havanın bulutlu olması halinde sayıyı değil hesabı esas aldığımız takdirde mü´minler arasında ihtilaf çıkar, çünkü hesap işinde ittifak sağlanmaz” demek istediğini anlamaktayız ki, hal-i hazırda, rü´yet-i hilâl meselesinde İslâm âlemindeki kargaşayı ifade etmektedir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hilâlin doğuşunun, başta güneş, diğer bir kısım yıldızların rağmına olarak, önceden, herkesin ittifak edeceği, şaşmaz bir şekilde hesap edilemeyip takvime bağlanamayacağını gâyb-âşina nübüvvet nazarıyla görmüş, mucizâne bir surette bildirmiştir.[38]
ـ3127 ـ12 -وعن أبى بكرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: شَهْراً عِيدٍ َ يَنْقُصَانِ، وَذُوا الْحِجَّةِ[. أخرجه الخمسة إ النسائى.قيل. أرد بهذا تفضيل العمل في عشر ذى الحجة، وأنه ينقص في ا‘ جر والثواب عن شهر رمضان.
12. (3127)- Ebu Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İki bayram ayı eksilmezler: Bunlar Ramazan ve Zü´l-Hicce aylarıdır.”[39]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisi anlamada âlimler ihtilaf etmiştir. Bir kısmı Ramazan ve Zilhicce aylarının daima otuz gün olduğunu iddia etmiştir. İbnu Hacer: “Bu mevcut müşahedemize de terstir, binaenaleyh merduddur” der. Ayrıca Resûlullah´ın 3116 numarada kaydedilen: “Hilâli görerek (ramazan) orucuna başlayın, hilâli görerek bayram edin, eğer bulut araya girerse otuza tamamlayın” hadisinin de bu merdûd görüşe muhâlefet ettiğini belirtir. “Çünkü der, şayet ramazan ebediyyen otuz olsaydı bu açıklamaya ihtiyaç kalmazdı.”
Ebu´l-Hasen´in anlamasına göre, “Bu aylar, yirmidokuz veya otuz olmasıyla faziletçe bir artışa veya eksikliğe uğramaz.”
* Bazıları: “Bu iki ay birlikte artıp eksilmez. Yani biri yirmidokuzsa diğeri otuzdur, bu muvâzene ebediyyen böyledir” demiştir.
* Bazıları; “Bunlarda yapılan amellerin sevabı yönüyle bunlar noksan olmaz” demiştir.
Bu son iki görüş Selef´ten meşhurdur. Buhari nüshalarında çoğunlukla aynen nakledilmiştir. Buhari: “İkisi de (bir yıl içinde) nâkıs olarak bir araya gelmezler” demiştir. Tirmizî, bunu: “Biri nâkıs ise yani 29 gün ise diğeri otuzdur” diye daha açık olarak ifade eder. Ahmed İbnu Hanbel, İshak İbnu Râhûye böyle anlamışlardır.
* Ahmed İbnu Hanbel: “Ramazan eksikse (29 ise), Zilhicce tamdır, zilhicce eksikse ramazan tamdır (30 gün)” der.
* İshak İbnu Râhuye: “Ay yirmidokuz da olsa tamdır” demiştir: İshak´ın anlayışına göre, her iki ay da aynı yıl içerisinde eksik yani 29´ar gün olarak gelebilir.
* Bazıları: “Otuz veya yirmidokuz olmasında ahkâm yönüyle bir eksiklik hâsıl etmez” demiştir.
* Bazıları: “Nefsülemirde eksiklik yoktur, ancak hilâli görmede mâni çıkar” demiştir.
* Bazıları: “Bunun mânası, kahir ekseriyete göre, bu iki ay aynı yıl içerisinde eksik olarak gelmezler, ikisinin de eksik olmaları hâli pek nâdirdir” demiştir. İbnu Hacer bu görüşün en doğru görüş olduğunu belirtir. Nitekim Tahâvî der ki: “Hadisi zahiriyle almak veya ikisinden birinin noksanlanmasına hamletmek tatminkâr olmaz, müşahedemiz bunu reddeder, çünkü zaman zaman her iki ayın da aynı yıl içerisinde noksan geldiğini görmekteyiz.”
* Zeyn İbnu´l- Münir şöyle demiştir: “Bu söylenenlerin hiç biri itirazdan paçayı kurtaramaz. Bunlardan gerçeğe en yakın olanı şöyle demektir. “Murad şudur: Müşâhede edilen sayı noksanlığı, her iki ayın da büyük bir bayram ayı olması sebebiyle, telâfi olunur. Öyle ise bunların, diğer aylar gibi noksan diye tavsifleri câiz olmaz.” Bu söz de netice itibâriyle İshâk´ın sözünü te´yid eder.
* Beyhâkî der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu iki ayı diğerlerinden ayrı olarak zikretmiştir zira oruç ve hac ahkâmı bunlarla ilgilidir.” Nevevî de buna cezmeder. Ve: “Doğru ve mûtemed görüş budur” der. Bunun mânası şudur: Bu iki ayla ilgili olarak beyan edilen her bir fazilet ve ahkâm, ramazan otuz veya yirmidokuz gün olsa da aynen hâsıl olacaktır, vakfeler dokuzuncu veya bir başka güne tesâdüf etse de aynıdır. Şurası da açıktır ki, bunun şartı, hilâlin aranmasında bir kusur olmamaya bağlıdır.
2- Bu hadisin hâsıl ettiği faide, orucu yirmidokuz gün tutanla, Arafat vakfesini arafe günü dışında yapan kimselerin içine gelen şekli izâle etmesidir. İbnu Hacer der ki: “Bâzıları, sekiz zilhiccede vakfe imkanını müşkil addettiler. Aslında müşkilat mevcut değildir, zira, bazı hallerde iki şâhidin müşâhedesiyle mesela zilhiccenin başı perşembeye rastlamıştır, buna binaen cuma günü vakfeye dururlar. Ancak sonradan bunların yalan şehâdette bulundukları ortaya çıkabilir.”
Tîbî bu mânayı daha açık olarak şöyle beyan eder: “Hadisin zâhiri, bu iki ayın diğer aylarda bulunmayan meziyetle donatıldığını beyan etmektedir. Burada maksat diğer aylarda yapılan ibadetin sevabının eksildiğini bildirmek değildir. Bilakis burada kastedilen şey, bu iki ayda iki bayram bulunması sebebiyle, bunlara terettüp edecek hükümde vukua gelecek hatalarda zorluğu kaldırmaktır, çünkü bayramların günleri hakkında verilecek hükümde hataya düşmek daima mümkündür. Bundan dolayı, Resûlullah “eksilmeyen iki ay” dedikten sonra, “İki bayram ayı” dedi. Bunlar yerine “Ramazan ve Zilhicce” demekle yetinmedi.”
3- Hadiste ramazan ayına “bayram ayı” denmektedir. Halbuki bayram, ramazanın içinde değildir. Bu, bayramın ramazana yakınlığı veya bayram hilâlinin, bazan ramazanın sonunda görülmesi sebebiyledir. Ancak önceki ihtimal kuvvetlidir, Nitekim, Resûlullah bir hadislerinde: “Akşam namazı, gündüzün vitridir” buyurur. Halbuki akşam namazı cehridir ve gece namazlarına dahildir, ve şer´î örfte güneşin batması ile gece başlar. Şu halde Resûlullah´ın, akşamı bu hadiste gündüze dahil etmesi ona yakınlığı sebebiyledir.
4- Hadisten Çıkarılan Bazı Hükümler:
* Bu hadiste, “sevap” daima meşakkatin varlığına bağlı değildir, Allah dilerse, nâkıs ibadeti, tam olana sevapta dâhil edebilir.
* Bazı âlimler buna dayanarak “Ramazanda tek niyet kâfidir, çünkü hadis, ayı bir bütün olarak tek bir ibadet kılmaktadır, öyleyse tek niyet yeterlidir” demişlerdir.
* Bu hadis, yirmidokuz da olsa otuz da olsa, ramazan ayının sevapça eşit olmasını, ay içerisinde işlenen sevaba bir bütün olarak bakılması ile olduğunu, teker teker günlerin tafsiline nazarla olmadığını iktiza eder.[40]
FASIL
ORUCUN RÜKÜNLERİ
NİYYET
ـ3128 ـ1 -عن حفصة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ لَمْ يُجْمِعِ الصَّيَامَ قَبْلَ الْفَجْرِ فََ صِيَامَ لَهُ[. أخرجه أصحاب السنن.
1. (3128)- Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim orucu fecirden önce niyetle (kesin kılmazsa) onun orucu yoktur.”[41]
ـ3129 ـ2 -وعن عائشة وحفصة رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قالتا:] يَصُومُ إَ مَنْ أجْمَعض الصِّيَامَ قَبْلَ الْفَجْرِ[. أخرجه والنسائي .
2. (3129)- Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (radıyallahu anhümâ) buyurdular ki: “Sadece şafaktan önce niyet edenlerin orucu muteberdir.”[42]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Hafsa´nın rivayeti, görüldüğü üzere mevkûf veya merfu olma hususunda muzdariptir. Ancak sîkanın ziyadesi makbuldür kaidesi esas alınarak ref´ine hükmedilmiştir.
2- Kaydettiğimiz iki hadis, orucun muteber olması için niyetin şart olduğunu göstermektedir. Hadis mutlak geldiği için, zâhiri, farz veya nâfile her çeşit namazı içine alır ve fecr-i sâdıktan önce niyet edilmediği takdirde orucun muteber olmayacağını ifade eder. Nitekim İbnu Ömer, Câbir İbnu Zeyd, İmam Mâlik, Müzenî, Dâvud-ı Zâhiri bu görüştedirler. Ancak, geri kalan âlim ve imamlar, nafile orucun, gündüzleyin yapılacak niyetle sahih olacağına hükmetmişlerdir. Onlar bu hükme giderken sadedinde olduğumuz hadisi Hz.Aişe (radıyallahu anhâ)´nın şu rivayeti ile tahsis edip hükmün şümûlünü tahsis ederler. “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana (gündüzleyin) gelir: “Yanında yiyecek bir şey var mı ” diye sorardı. Ben, “yok!” diye cevap verince: “Öyleyse ben oruç tutuyorum!” derdi.”
3- Tirmizî şu açıklamayı kaydeder: “Bir kısım ilim ehline göre ramazan orucunda, veya bunun kazasında veya nezir orucunda geceden niyetini kesin şekilde yapmazsa orucu muteber değildir.”
Hanefilere göre oruca niyetin vakti, güneşin batmasından ertesi günü istîvâ anına (kaba kuşluk) kadar devam eder. İstîvâ anından sonra niyet sahih değildir. Ancak namazın çeşidine göre, bazı tefrikte bulunurlar:
* Farz orucun niyeti güneşin batmasından kaba kuşluğa kadar devam eder.
* Kaza, kefâret ve mutlak nezir oruçları için niyet, güneşin batmasından fecr-i sâdık´a kadardır, daha sonra yapılamaz.
* Nâfile oruçlar için de güneşin batmasından ertesi günü istîvâ zamanına kadar caizdir.
4- Şâfiîlere göre kişi, orucu bozan bir amelde bulunmadığı müddetçe güneşin batmasına kadar nafile oruca niyette bulunabilir.
5- Mâlikîlere göre, nafile orucun da niyet vakti Nısfu´n-Nehâr´a kadar uzatılamaz.[43]
NAFİLE ORUCUN NİYYETİ
ـ3130 ـ1 -عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ رَسُولُ اللّه صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَاتَ يَوْمٍ هَلْ عِنْدَ كُمْ شَىْءٌ ؟ قُلْتُ: َ. قَالَ رَضِىَ اللّهُ عَنْه: فَإِنِّي صَائِمٌ، فَلَمَّا خَرَجَ أَهْدِيَتْ لَنَا هَدِيَّةٌ، أَوْ جَاءَنَا زَوْرٌ، فَلَمَّا رَجَعَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قُلْتُ يَا رَسُولُ اللّهِ: أَهْدِيَتْ لَنَا هَدِيَّةٌ، أَوْ جَاءَنَا زَوْرٌ، وَقَدْ خَبَّأْتُ لَكَ شَيْئاً. قَالَ: مَا هُوَ؟ قُلْتُ: حَيْسٌ. قَالَ: هَاتِيهِ، فَجِئْتُ بِهِ فَأكَلَ، ثُمَّ قَالَ: كُنْتُ أصْبَحْتُ صَائِمَاً [. قال مجاهد رحمه اللّه تعالى : إنما ذلك بمنزلة رجل يخرج الصدقة من ماله، فإن شاء أمضاها، وإن شاء أمسكها. أخرجه الخمسة إ البخاري .
1. (3130)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün bana:
“Yanında (yiyecek), bir şey var mı ” diye sordu.
“Hayır!” demem üzerine: “Ben oruç tutacağım!” buyurdu. Yanımdan çıkınca bize bir hediye geldi -veya bize bir grup misafir geldi.- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) eve geri dönünce:
“Ey Allah´ın Resulü bize bir hediye geldi -veya bize ziyaretçiler geldi- sana yiyecek bir şey hazırladım!” dedim.
“Nedir o ” diye sordu. Ben:
“Hays! (un, yağ, hurmadan yapılan bir yemek)” dedim.
“Getir onu!” buyurdu. Ben de getirdim. Aleyhissalâtu vesselâm onu yedi, sonra:
“Oruçlu olarak sabahlamıştım” buyurdu.”
Mücâhid (rahimehullah) der ki: “Bu, malından sadaka çıkaran adam gibidir, o, dilerse çıkardığı sadakayı verir (yani kararını icra eder), isterse vermekten vazgeçer.”[44]
ـ3131 ـ2 -وعن أم الدر داء قالت : ]كَانَ أَبُو الدَّرْ دَاءِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ يَأتِي نَهَاراً، فَيَقُولُ : عِنْدَ كُمْ طَعَامٌ ؟ فَإِنْ قُلْنَا َ. قَالَ: إِنِّى صَائِمٌ يَوْمِى هَذَا، وَفَعَلَهُ أبُو طَلْحَةَ، وَأَبُو هُرَيرَةَ، وَابنُ عَبَّاسٍ، وَحُذَيفَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ[. أخرجه البَخاري في ترجمة.
2. (3131)- Ümmü´d-Derdâ anlatıyor: “Ebu´d-Derdâ (radıyallahu anh) gündüzleyin gelir: “Yanınızda yiyecek var mı ” diye sorardı. Şâyet biz: “Hayır, yok!” diyecek olsak: “Öyleyse bugün ben oruçluyum!” derdi. Ebu Talha, Ebu Hüreyre, İbnu Abbâs, Huzeyfe (radıyallahu anhüm) hep böyle yaptılar.”[45]
AÇIKLAMA:
1- Yukarıda kaydettiğimiz iki hadis, nâfile oruç için gündüzleyin niyet edilebileceğini ifâde etmektedir, yeter ki imsak vaktinden itibâren yeme, içme, ilaç alma gibi oruca mâni bir amelde bulunulmamış olsun.
Ancak gündüzleyin oruca niyet hususu âlimler arasında ihtilaf edilmiştir. Yukarıdaki Ümmü´d-Derdâ rivayeti İbnu Ebî Şeybe´de senetli olarak gelmiştir ve orada: “Ebu´d-Derdâ, bazan kuşluk vakti bize gelir ve yiyecek bir şey sorardı” denilir. Böylece bu uğrama ve taleplerin öğleden önce olduğunu anlamaktayız. Devamında: “Bazen olurdu bir şey veremezdik. O zaman: “Öyleyse ben bugün oruç tutacağım derdi” denmektedir.
Yine İbnu Ebî Şeybe´de Hz. Enes, Ebu Talha ile ilgili olarak şunu anlatır: “Ebu Talha, ehline gelip: “Yiyecek bir şey var mı ” diye sorar, eğer “hayır!” derlerse o gününü oruçla geçirirdi.”
Hz. Muâz, Hz. İbnu Abbâs, Ebu Hüreyre gibi başka bir kısım sahâbilerden de yemek arayıp bulamayınca oruca niyet ettiklerine dair rivayetler gelmiştir.
Önceki hadis (3130), bizzat Resûlullah´ın da aynı şekilde, yiyecek bulamayınca oruca niyetlendiğini göstermektedir. Nevevî der ki: “Bu hadiste, güneşin zevalinden öncesine kadar nâfile oruca niyet edilebileceğini söyleyen cumhura delil mevcuttur.”
Şâfiîler bu cevazı mutlak görürler. Yani öğleden önce de olur, sonra da.
İmam Mâlik, Leys ve İbnu Ebi Zî´b´e göre ise geceden niyet olmayınca tetavvû oruç câiz olmaz.
2- Önceki hadiste bazı ziyaretçilerin gelmesinin zikrinden maksad, o ziyâretçilerin yiyecek hediye getirmiş olmasını söylemektir. Hz. Peygamber´in, “Yiyecek bir şey var mı ” diye sorması orucunu bozmak istemesi olarak te´vil edilmiştir. Ancak Nevevî bu te´vili tekellüflü bulur.
3- İmam Şâfiî ile ona muvafakat eden ulemâya göre, nâfile oruç bozulabilir, herhangi bir telâfi de gerekmez. Bazı sahabelerle, Ahmed İbnu Hanbel ve İshak İbnu Râhûye´nin görüşleri de buna muvafıktır. Ancak tamamlanması müstehabtır.
Ebu Hanîfe´ye göre, nafile de olsa niyetten sonra oruç bozulmamalıdır, bozacak olursa kaza etmesi gerekir. Mâlik, Hasan Basrî, İbrahim Nehâî ve Mekhûl gibi başka bir kısım âlimler de bu görüştedirler.
İmam-ı Azam´a göre ziyafete çağırılmak, nafile orucu bozmaya meşru bir özürdür.[46]
ORUCU BOZAN ŞEYLERDEN KAÇINMAK
ـ3132 ـ1 -عن أبي هريرة رضي اللّهُ عنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ ذَرَعَهُ الْقَيْءُ فَلَيْسَ عَلَيْهِ قَضَاءُ، وَمَنِ اسْتَقَاءَ عَمْداً فَلْيَقْضِ[. أخرجه أبو داود والترمذي. »ذَرَعَهُ الْقَىْءُ « إذا غلبه من غير استدعاء.
1. (3132)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim kendiliğinden kusacak olursa, üzerine kaza gerekmez. Kim de isteyerek kusarsa orucunu kaza etsin.”[47]
AÇIKLAMA:
1- Hadis kendiliğinden kusan kimsenin, orucunu kaza etmeyeceğini ifade ediyor. Kendiliğinden vukûa gelen kusma hâdisesinde ferdin bir taksiri olmadığı için kaza etmek terettüp etmediği halde, iradî olarak kusana kaza terettüp etmektedir. İbnu´l-Münzir “Bu hususta icma var” der.
Alimler büyük çoğunlukla bu hadisin zahirini esas almıştır. İradî olarak kusana kefaret gerekip gerekmeyeceği münakaşa edilmiştir. Burada da ekseriyet “Kefaret gerekmez” diye hükmetmiştir.
İbnu Abbâs ve İkrime, vücuda giren şeyin orucu iptal edeceğini, çıkanın hiç bir zarar vermeyeceğini söylemişlerdir.[48]
ـ3133 ـ2 -وعن أبى سعيد رضي اللّهُ عنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ثََثٌ َ يُفْطِرْنَ الصَّائِمَ: الْحِجَامَةُ، وَالْقَىْءُ ، وَاِحْتَِمُ [. أخرجه الترمذي .
2. (3133)- Ebu Sa´id (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Üç şey vardır orucu bozmaz: Hacamat olmak (kan aldırmak), kusmak, ihtilam olmak.”[49]
ـ3134 ـ3 -وعن معدان بن طلحة: ]أَنَّ أَبَا الدَرْدَاءِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ حَدّثَهُ : أَنَّ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَاءَ فَأفْطَرَ، وَأَنَّهُ سَأَلَ ثَوْبَانَ رَضِىَ اللّهُ عَنْه عَنْ ذَلِكَ فَقَالَ: صَدَقَ
أَنَا صَبَبْتُ لَهُ وَضُوءَهُ [. أخرجه أبو داود والترمذي .
3. (3134)- Ma´dân İbnu Talha, kendisine Ebu´d-Derdâ (radıyallahu anh)´nın şunu anlattığını söylemiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kustu ve orucunu açtı. Sevbân (radıyallahu anhâ) bu meseleyi sordu. Sevbân:
“Doğru söylemiş, o zaman abdest suyunu ben döktüm” dedi.”[50]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Tirmizî´deki veçhi daha vâzıh olarak şöyle gelmiştir: “Ebu´d-Derdâ anlatıyor: “Resûlullah kustu ve orucunu açtı. Sonra da abdest aldı. Bilahare Dimeşk mescidinde, (Resûlullah´ın azadlısı olan) Sevbân´a rastladım. Bu hâdiseyi ona anlattım. Sevbân:
“Doğru söylemiş, (hâdise öyle cereyan etti ve hattâ) abdest suyunu ben döktüm” dedi.”
2- Hadis, kusmanın abdesti bozacağına delil kılınmıştır. Ancak bazı âlimler, hadisin bu hususta sarih bir delil teşkil edemiyeceğini söylemiştir. Onlara göre, kusmadan sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın abdesti istihbâben veya tesâdüfen alma ihtimali de vardır. Keza tabirinde geçen fe´nin sebep bildiren fe olması muhtemel ise de tâkip yani sıra bildiren fe olma ihtimali de vardır.
Her hâl u kârda Seleften bir çok büyük, kusmanın abdesti bozacağına hükmetmiştir: Zührî, Alkame, Esved, Şâbî, Urve İbnu´z-Zübeyr, Neha´î, Katâde, Hammad, Sevrî, Hasan İbnu Sâlih, Evzâ´î vs. Hanefi görüşe göre ağız dolusu kusulacak olursa abdest bozulur, yeniden alınmalıdır.
İmam Şâfiî ve İmam Mâlik´e göre, kusmak abdesti bozmaz. Cumhur, “kusma kasda makrun olursa orucu bozar” demekte ittifak eder.[51]
ـ3135 ـ4 -وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]إِحْتَجَمَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ مُحْرِمٌ وَاحْتَجَمَ وَهُوَ صَائمٌ[. أخرجه الخمسة إ النسائي.
4. (3135)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ihramlı olduğu halde hacamat oldu. Keza oruçlu iken de hacamat oldu.”[52]
AÇIKLAMA:
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) bu rivayetle hacamat olmanın yani kan aldırmanın orucu bozmayacağına işaret etmektedir. Bu meselede ulemâ ihtilaf etmiş ise de cumhur, mutlak surette kan vermekle orucun bozulmayacağına hükmetmiştir.
Hz. Ali, Atâ, Evzâî, Ahmed, İshak ve Ebu Sevr (rahimehullah): “Hacamat yaptıran da yapan da orucunu bozar” diye hükmetmişlerdir. Bunlara göre oruç bozulursa da kaza gerekir; Atâ ise, “kefaret gerekir” demiştir. Ancak kefarete hükmetmede Atâ yalnız kalır.
Şu hususu da belirtelim ki, iki hadis sonra kaydedileceği üzere, Hz. Peygamber´den sahih bir senedle “Hacamat yapan da yaptıran da orucunu bozmuştur” hadisi de rivayet edilmiştir. Şarihler bu sonuncu hadisin mensuh olduğuna hükmederler. “Zira derler, bu hadisin bazı tariklerinde, Resûlullah´ın bu hadisi Veda Haccı sırasında irâd buyurduğu tasrih edilmiştir. Diğeri ise daha önce yani Mekke fethi sırasında irâd edilmiştir. Öyle ise bunun mensuh olacağı açıktır.”[53]
ـ3136 ـ5 -وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]مَا كُنَّا نَدَعُ الحِجَامَةَ للِصَّائِمِ إَّ لِكَرَاهَةِ الجَهْدِ[. أخرجه البخاري وأبو داود .
5. (3136)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz oruçlunun hacamat olmasını, sâdece bitap düşmesinden korkarak terkettik.”[54]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet dahi, hacamat olmanın orucu bozmayacağını ifade eder. Zira Hz. Enes, oruçlunun “Orucum bozulur” diye değil, “bitap düşerim” korkusuyla hacamat olmaktan kaçındığını belirtmektedir. Oruçlunun kan aldırmasına Resûlullah´ın ruhsatını ifade eden başka rivayetler de mevcuttur.
Kan aldırmanın orucu bozmayacağı esas olmakla beraber, hacamat sebebiyle zayıf düşeceğinden korkulan kimseler hakkında mekruh olduğu belirtilmiştir. Böylece sadedinde olduğumuz hadisle, diğer ruhsat hadisleri cem edilmiş olmaktadır. Bazı âlimlerimiz: “Eğer zayıflama orucun açılmasına sebep olacak bir dereceye ulaşırsa kerâhet artar” demiştir. Şevkânî, “her hâl u kârda oruçlunun hacamat olmaktan kaçınmasının evlâ olacağını…” söyler.[55]
ـ6 ـ451 -وعن ابن أبي ليلى عن رجل صحابي قال: ]نَهَى رَسُولُ اللّه عَنِ الْحِجَامَةِ وَالمُواَصَلَةِ، وَلَمْ يُحَرِّمْهُمَا إِبْقَاءً عَلَى أَصْحَابِي[. أخرجه أبو داود .
6. (3137)- İbnu Ebî Leylâ, Sahâbî bir zâttan naklediyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hacamat olmaktan, muvâsaladan (üst üste bir-kaç gün oruç açmamaktan) yasakladı. Ancak bunları Ashâbına haram kılmadı. (Kendisine: “Ey Allah´ın Resulü, sen sahûra kadar orucu devam ettiriyorsun” denildi de şu cevabı verdi:
“Ben sahûra kadar uzatıyorum, zira Rabbim bana yedirip içirmektedir.”[56]
ـ3138 ـ7 -وعن رافع بن خديج رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : أَفْطَرَ الْحَاجِمُ وَالْمَحْجُومُ[. أخرجه الترمذي وصححه، أخرجه داود عن ثوبان و عن أوس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. ومعنى »أفطَرَ الحاجِمُ وَالمَحْجُومُ« عند من ذهب ألى أن الحجامة تفطر أنهما تعرّضا لفطار. أما المحجوم: فللضعف الذى يلحقه من ذلك ونحوه، وأما الحاجم: ف يأمن وصول شئ من دم المحجوم إلى حلقه فيبلغه، ونحوه ذلك.
7. (3138)- Râfi´ İbnu Hadîc (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Hacamat ettiren de, hacamat eden de orucunu açmıştır.”[57]
AÇIKLAMA:
Bu hadisin zâhirine göre hacamat olan da hacamat yapan da orucunu açmış sayılmaktadır. Ahmed İbnu Hanbel gibi bazı âlimler hadisi zâhirine göre anlayarak, kan aldıranın orucunun bozulacağına hükmetmiştir.
Ancak diğer bir kısım âlimler, bu hadisi şöyle anlamışlardır: “Kan aldırmak orucu bozmaz. Hadisin mânası şudur: Kan alan da aldıran da oruçlarının bozulmasına mâruzdurlar. Yani kan aldıran (mahcüm), bu sebeple zaafa düşer ve orucu bozmak zorunda kalır. Kan alan da, kan aldıranın kanından boğazına bir şeyler kaçabilir, o da yutar veya tadından bir şey boğazına ulaşır. Şu halde her ikisi de oruçlarının bozulması tehlikesiyle başbaşadırlar. Nitekim nefsini tehlikeye atan için “kendini helak etti” denilir. Keza: “Kadı olan bıçaksız olarak kesilmiştir” sözü de kadılığın muhatarası (riski) için söylenir. Öyle ise hadis, kan aldırmanın muhtemel riskine dikkat çekmek için “kan alan da aldıran da orucunu bozmuştur” diye mübalağalı olarak ifadede bulunmuştur” denmiştir.[58]
ـ3139 ـ8 -وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَ رَجُلٌ يَا رَسُولَ اللّهِ: إِنَّ عَيْنِي اشْتَكَتْ فَأكْتَحِلُ، وَأنَا صَائمٌ ؟ قَالَ: نَعَمْ[. أخرجه الترمذي وصححه .
8. (3139)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam gelerek: “Ey Allah´ın Resulü, gözüm ağrıyor, oruçlu olduğum halde sürme çekiyorum (bu, orucumu bozar mı )” diye sordu. Resûlullah: “Hayır (bozmaz)” dedi.”[59]
ـ3140 ـ9 -وعن عبد الرحمن بن النعمان بن معبد بن هوذة عن أبيه عن جده قال: ]أَمَرَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِا“ثْمِدِ المُرَوَّحِ عِنْدَ النَّوْمِ وَقَالَ: لِيَتَّقِهِ الصَّائِمُ[. أخرجه أبو داود. »المُرَوَّحُ« بالحاء المهملة : المطيب بالمسك.
9. (3140)- Abdurrahman İbnu Nu´man İbni Ma´bed İbni Hevze an ebîhi an ceddihi anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) uyku sırasında gözlere miskle karıştırılmış ismid (sürmesi) çekilmesini emir buyurdu ve:
“Oruçlu bundan sakınsın!” dedi.”[60]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis sürmenin orucu bozacağını ifade eder. İbnu Şübrüme ve Abdurrahman İbnu Ebî Leylâ bununla ameli esas almışlardır. Ancak diğer fukahâ ve muhaddisler bunlara muhalefet etmiş ve sürmenin orucu bozmayacağına hükmetmiştir. Çoğunluk, bu hadisin ihticac edilemeyecek kadar zayıf olduğunu söyler. İbnu Ebî Leylâ ve İbnu şübrüme şu hadisi de görüşlerinin delilleri meyanında zikrederler: “Oruç, giren şey için, abdest de çıkan şey için bozulur.” Bu hadis, Buharî´de muallak olarak gelmiştir.
Diğer taraftan, sürmenin orucu bozmayacağına hükmeden cumhûr, sadedinde olduğumuz hadisin zayıf olduğunu söylemekle kalmaz, İbnu Mâce de Hz. Aişe´den gelen ve Aleyhissalâtu vesselâm´ın ramazanda oruçlu iken sürme çektiğini ifade eden hadisi delil olarak gösterir.
2- Hadiste geçen ismid, sürme yapılan taşın ismidir. Mürevvah, misk katılarak kokulandırılmış demektir. Şu halde ismid yalnız sürülmüyor, misk katılarak onun içerisinde kokulu hale getiriliyor.[61]
ÖPME VE MÜBAŞERET
ـ3141 ـ1 -عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]إِنْ كَانَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيُقَبِّلُ بَعْضَ أَزْوَاجِهِ وَهُوَ صَائِمٌ، ثُمَّ ضَحِكَتْ[.
1. (3141)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oruçlu olduğu halde hanımlarından birini öperdi” (Hz. Aişe bunu söyleyip sonra güldü.)[62]
ـ3142 ـ2 -وفي أخرى : ]وَيُبَاشِرُ وَهُوَ صَائِمٌ ، وَكَانَ أَمْلَكَكُمْ “ِرْبِهِ[. أخرجه الستة إ النسائى ، وهذا لفظ الشيخين. »ا“ِرْبُ« بكسر الهمزة، وسكون الراء : الذكر هنا، وبفتحهما: الحاجة، والمراد بها هنا حاجة الجماع.
2. (3142)- Bir başka rivayette şöyle der: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), oruçlu iken mübaşerette bulunurdu. O, nefsine hepinizden çok hâkim idi.”[63]
AÇIKLAMA:
Mübâşeret: Derinin deriye değmesi demektir. El ele tutuşmak bir mübâşerettir. Hadisler, toptan en sonda açıklanacak.[64]
ـ3 ـ454 -وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْه: ]أَنَّ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: يَا رَسُولُ اللّهِ صَنَعْتُ الْيَومَ أَمْرً عَظِيماً، قَبَّلْتُ وَأَنَا صَائِمٌ؟ قَالَ: أَرَأيْتَ لَوْ مَضْمَضتَ بِالْمَاءِ؟ قُلْتُ: َبَأسَ. قالَ: فَمَهْ [. أخرجه أبو داود. وقوله »فَمَهْ« أى فماذا عليه، والهاء للسكت.
3. (3143)- Hz. Câbir anlatıyor: “Hz. Ömer İbnu´l-Hattâb (radıyallahu anhümâ) (bir gün telâşla gelerek):
“Ey Allah´ın Resulü! Bugün ben büyük bir hatada bulundum, oruçlu iken (hanımımı) öptüm!” dedi. Resûlullah da şöyle cevapladı:
“Sen oruçlu iken mazmaza yapmaz mısın (Bu orucunu bozar mı )”
(Ravilerden İsa İbnu Hammâd rivayetinde) der ki: “Dedim ki: “Bunda bir beis yok!” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Öyleyse niye (öpmeden telaşa düşüyorsun )”[65]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet Hz. Ömer´in oruçlu iken hanımını öptüğünü, sonra da büyük bir hata işlemiş olmanın zan ve telâşına düşerek Hz. Peygamber aleyhissalâtu vessalâm´a müracaat ettiğini göstermektedir. Resûlullah, Hz. Ömer´i ikna için, oruçlu iken abdest sırasında ağzına su alıp almadığını sorar ve ağza alınıp sonra geri atılan suyun orucu bozmaması gibi, öpmenin de orucu bozmayacağını belirtir. Bu cevapla Efendimiz: “Ağza su almak, içmenin başlangıcıdır, ama içme demek değildir, öyle de öpmek, cimanın başlangıcıdır, ama cima değildir” demiş olmaktadır.[66]
ـ3144 ـ4 -عن أبي هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَأَلَ رَجُلٌ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنِ الْمُبَاشَرَةِ لِلصَّائِمِ فَرَخَّصَ لَهُ، فَأَتَاهُ آخَرُ فَسَألَهُ فَنَهَاهُ، وَكَانَ الَّذِى رَخَّصَ لَهُ شَيْخاً وَكَبِيـراً، وَالَّذِى نَهَاهُ شَابّاً[. أخرجه أبو داود.
4. (3144)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a oruçlunun hanımıyla mübaşeretinden sordu. Aleyhissalatu vesselâm ruhsat verdi.
Arkadan bir başkası geldi, o da aynı şeyi sordu. Buna mübâşereti yasakladı.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ruhsat tanıdığı kimse yaşlı birisiydi, yasakladığı kimse de gençti.”[67]
ـ3145 ـ5 -وعن نافع : ]أنَّ عَبْدَ اللّهِ بْنَ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُماَ: كَانَ يَنْهَى عَنِ الْقُبْلَةِ الْمُبَاشَرَةِ لِلصَّائِمِ[. أخرجه مالك .
5. (3145)- Nâfî merhum anlatıyor: “Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) oruçluyu öpme ve mübaşeretten men ederdi.”[68]
AÇIKLAMA:
1- Öpme orucu bozar mı, bozmaz mı Bu husus âlimler arasında münâkaşa edilmiştir. Hz. Aişe´den kaydedilen ilk iki rivayette (3141, 3142) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in oruçlu iken hanımlarını öptüğü belirtilmektedir. Ancak Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) ikinci rivayette, Resûlullah´ın nefsine herkesten ziyâde hâkim olduğunu belirterek, oruçlu iken öpmenin riskine dikkat çekmektedir. İbnu Ömer´in bu meseledeki tutumunu aksettiren son rivayet (3145) de öpme ruhsatını kayıtlamaktadır: Yaşlıya câiz, gence değil…
Âlimler rivayetlerdeki bu ihtiyatî kayıtları da nazara alarak meseleyi yumuşak bir üslupla hükme bağlamışlardır. Nevevî şöyle der: “Oruçlunun öpmesi, şehvetini tahrik etmeyene haram değildir. Ancak evlâ olanı, terketmesidir. Mamafih bu ona mekruhtur da denemez. Şâfiî hazretleri: “Oruçlunun öpmesi, hakkında evlâ olana muhâliftir. Gerçi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bunu yaptığı sâbittir, ancak onun, öpme hududunu aşmayacağı hususunda emin olunduğu halde, başkasının aşacağından korkulur. Nitekim Hz. Aişe, ßóÇäó “O nefsine en çok hâkim olanınız idi” demiştir. Şehveti harekete geçen hakkında öpmek, sahih kavle göre haramdır” der.
Kadı İyaz da şöyle demiştir: “Sahabe ve Tâbiînden bazıları öpmenin oruçluya mutlak olarak mübah olduğunu söylemiştir. Ahmed, İshâk ve Dâvud bunlardandır. Mutlak olarak mekruh addedenler de olmuştur, İmam Mâlik bunlardandır. İbnu Abbâs, Ebu Hanîfe, Sevrî, Evzâî ve Şâfiî (rahimehümullah): “Gence mekruh, yaşlıya değil” demişlerdir. Bu, İmam-ı Mâlik´in de bir görüşüdür. İbnu Vehb, İmam Mâlik´in: “Nâfile oruçta mubah, nâfile olmayanda değil” dediğini de nakleder.
Âlimler, öpme, meninin gelmesine sebep olmadıkça orucu bozmayacağı hususunda ihtilaf etmezler. Bu görüşe 3143 numarada kaydedilen hadisle varırlar. Orada görüldüğü üzere Resûlullah, öpmenin orucu bozup bozmayacağı sorulunca: “Abdest sırasında mazmaza yapman (ağzını yıkaman) orucu bozar mı ..” buyurarak: “Hep bilirsiniz ki, içmenin mukaddimesi olan mazmaza orucu bozmaz, bunun gibi, cimanın mukaddimesi olan öpme de orucu bozmaz” demek istemiştir.
Son olarak şunu da kaydedelim: Hattâbî´nin nakline göre, İbnu Mes´ud ve Sa´îd İbnu Müseyyeb, öpene, öptüğü güne mukabil bir gün kaza etmesini söylemişlerdir.[69]
UNUTARAK ORUCU BOZMA
ـ3146 ـ1 -عن أبي هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ نَسِيَ وَهُوَ صَائِمٌ فَأكَلَ، أَوْ شَرِبَ فَلْيُتِمَّ صَوْمَهُ، فَإِنَّمَا أَطْعَمَهُ اللّهُ وَسَقَاهُ[. أخرجه الخمسة إ النسائي.
1. (3146)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Çünkü ona Allah yedirip içirmiştir.”[70]
AÇIKLAMA:
1- Unutularak yendiği takdirde oruçluya terettüp edecek ahkâm hususu, ulemâ arasında ihtilaflıdır. Cumhûr kaza gerekmeyeceğine hükmetmiştir. İmam Mâlik, orucun bozulacağına ve kazanın vâcib olacağına hükmeder. İmam Mâlik´ten meşhur olan görüş bu ise de Mâlikîler arasında mesele üzerine farklı görüşler olmuştur. Bazıları farz ve nâfile orucu tefrik etmiştir. Dâvudî, bu görüşünde imama katılmaz ve hatta: “Mâlik´e bu hadis ulaşmamış olabilir, yahut da hadisi “günah´ın kalkmasıyla” te´vil etmiştir” der. İbnu Dakiku´l-Îd ise imamın kıyasla bu hükme vardığını söyler. “Zira der, burada orucun bir rüknü fevt olmuştur. Bu ise emredilenler durumundadır. Kâideten unutmak, emredilenlerde müessir olmaz. Kazanın vacib olmadığını söyleyenlerin dayanağı Ebu Hüreyre hadisidir. O hadis ise, orucun tamamlanmasını emretmektedir. Şu halde hadis, tamamlananı “oruç” olarak isimlendirmektedir… “İbnu´l-Arabi ise, İmam Mâlik´in, nezdinde muteber bir prensipten hareketle bu hükme vardığını söyler. Prensibine göre: “Haber-i vahid, kaidelere aykırı şekilde gelirse onunla amel edilmez. Hadis, unutanın günaha girmeyeceğini beyan eden veçhiyle ma´mûlûn bih´dir. Ama kaza edilmeyeceği hükmünde amele elverişli olmaz, çünkü orucun rüknünü ihlal etmektedir. Nitekim namazın bir rek´ati unutulsa namaz yenilenir, rüknün eksikliği sıhhate mânidir…” İbnu Hacer, bu mütalâaya katılmaz. Şâri´in, oruca mahsus kaide koyduğunu, bunu namazla kıyaslamaya kalkmanın kaide içinden kaide çıkarmak olacağını, bu yola gidildiği takdirde amele sâlih çok az hadis kalacağını söyler.
2- Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm´ın hadislerinde “unuturak yiyip içme”nin orucu bozmayacağı tasrih edilmiştir. Hasan Basrî ve Mücâhid, “Unuturak hanımıyla cima etmenin” de orucu bozmayacağı tasrih edilmiştir. Hasan-ı Basrî (rahimehullah): “Bu, unutarak yiyip içenin durumundadır” demiştir. Ancak Atâ´nın, soru üzerine: “Bu tamamen unutulamaz, ona kaza gerekir” dediği rivayet edilmiştir. Bu görüşünde Atâ´ya Evzâ´î, Leys, Mâlik ve Ahmed´in (rahimehullah) katıldıkları belirtilir. Şâfiî´nin bir görüşü de budur. Görüldüğü üzere bu zikri geçenler yeme-içme ile cima´yı bir tutmamışlardır. Ahmed İbnu Hanbel´den meşhur görüşe göre, unutarak cima edene kefaret de gerekir.
Şunu da kaydedelim ki, cimâ için de orucun kazası gerekmeyeceğine hükmeden bazı Şâfiîler, bu hükme, hadisin bir veçhindeki ıtlakı delil gösterirler: “Kim ramazan ayında unutarak orucunu açarsa…” Burada orucun “yeme, içme” sebebiyle açılması kayıtlanmamış, orucu bozan bütün sebepler kastedilmiş olmaktadır. Şu halde bazı hadislerde yeme-içme´nin zikri, çoğunlukla bu iki şeyin vukua gelmesinden ve ağlebî durumda bunlardan istiğnanın mümkün olmamasından dolayıdır.
3- Hadiste, Cenab-ı Hakk´ın kullarına olan lütfu, onlara tanıdığı kolaylık görülmektedir. Meşakkat ve zorluğun kullar üzerinden kaldırılmasının örneği de hadiste mevcuttur.
4- Ahmed İbnu Hanbel´in bir rivayetinde hadisin vürûd sebebi de açıklanmaktadır: “Ümmü İshâk adında azadlı bir cariyenin anlatmasına göre, câriye Resûlullah´ın yanında iken, Efendimize getirilen bir kap yemeği beraberce yerler. Kadıncağız oruçlu olduğunu hatırlar. Zülyedeyn, kadına: “Karnın doyduktan sonra mı ” deyince, Aleyhissalâtu vesselâm câriyeye:
“Orucunu tamamla, bu Allah´ın sana gönderdiği bir rızıktır” buyurur:”
İbnu Hacer der ki: “Bir rivayette, az yiyenle çok yiyen arasında fark görmek isteyenlere red vardır.”[71]
ORUCUN ZAMANI
ـ3147 ـ1 -عن أنس رَسُولُ اللّه عنه قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّه صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُفْطُرِ مِنَ الشَّهْرِ حَتَّى نَظُنَّ أنَّهُ َ يَصُومُ مِنْهُ، وَيَصُومُ مِنْهُ حَتّى نَظَنَّ أنَّهُ َ يُفْطِرُ مِنْهُ شَيْئاً، وَكَانَ َ تَشَاءُ أَنْ تَرَاهُ مِنَ اللَّيْلِ مُصَلِّياً إِّ رَأيْتَهُ، وََ تَشَاءُ أَنْ تَرَاهُ نَائِماً إَِّ رَأيْتَهُ[. أخرجه الشيخان والترمذي.
1. (3147)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bazan olurdu bir ay boyu oruç tutmazdı ve o aydan hiç oruç tutmayacağını zannederdik. Bazan da (öylesine ara vermeden) tutardı ki, o aydan hiç bir günü oruçsuz geçirmeyecek zannederdik. Sen onu, geceleyin namaz kılarken görmek istesen mutlaka görürdün. Geceleyin uyur görmek istesen mutlaka görürdün.”[72]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın nafile oruçları nasıl tuttuğunu açıklıyor. Hadiste, bir ay boyu ara vermeden nafile oruç tutmadığı görülmektedir. Ancak bazı aylar da sanki hiç ara vermiyormuşçasına sıkı şekilde nâfile tutmaktadır. Müteakip hadiste görüleceği üzere, bir ayı tam olarak oruçlu geçirme hali ramazana mahsustur, onun dışındaki aylarda bu vâki olmamıştır.
2- Hadisin ikinci kısmında, Resûlullah´ın gece namazlarını ve nâfile oruçlarını belli ve değişmez bir programa göre, gecenin hiç değişmeyen muayyen vaktinde, ve ayin muayyen günlerinde icra etmediğini ifade etmektedir.
İbnu Hacer şu açıklamayı yapar: “Yani, Aleyhissalâtu vesselâm´ın nâfile oruç ve nâfile namazdaki hali muhtelifti. Bazan gecenin evvelinde namaza kalkardı, bazan ortasında, bazan da sonunda; tıpkı, bazen ayın başında, bazan ortasında, bazan da âhirinde oruç tuttuğu gibi. Kim onu, gecenin herhangi bir vaktinde namaz kılarken veya ayın herhangi bir vaktinde oruç tutarken görmek istese ve onu peş peşe tâkip etse, muhakkak ki, gece namazında veya nâfile orucunda görmek istediği şekilde görürdü. Hadis, Efendimizin orucu peş peşe tuttuğunu veya bütün gece namaz kıldığını ifade etmez.”[73]
ـ3148 ـ2 -وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]مَاصَامَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ شَهْراً كَامًِ قَطُّ غَيْرَ رَمَضَانَ [. أخرجهالشَيخان والنسائي.
2. (3148)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ramazan dışında hiçbir ayı tam olarak oruçlu geçirmedi.”[74]
AÇIKLAMA:
Bu hadisin Nesâi´deki veçhi hadisi daha anlaşılır kılmaktadır. Şöyle ki: “İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah öyle (ısrarla peş peşe) oruç tutardı ki (orucu hiç) açmayacak derdik. (Bâzan da öylesine peş peşe) yerdi ki “oruç tutmak istemiyor” derdik. Medîne´ye geleliden beri bir ay boyu tam olarak peş peşe hiç oruç tutmadı.”
Bazı Fevâid:
Yukarıda kaydedilen iki hadiste şu hususlar gözükmektedir:
* Her ay nafile oruç tutmak müstehabtır.
* Nâfile orucun belli bir günü yoktur. Yasaklanan günler dışında her gün oruç tutulabilir.
* Resûlullah savm-ı dehr (yıl orucu) hiç tutmamıştır.
* Hiç bir gece, gece boyu namaz kılmamıştır. Böyle yapışı, daha önce de geçtiği üzere, sonradan gelenler bunu farz zannetmesinler gayesine dayanıyordu. Aksi halde ümmete meşakkat verecek bir sünnet bırakmış olacaktı. Halbuki, kendisine bu meşakkate tahammül edebilecek güç verilmiş idi. Örnek olmak maksadıyla ibâdetlerde vasat bir yol tâkip etmiştir: Hem oruç tuttu, hem yedi, hem gece namazı kıldı, hem de uyudu.[75]
AŞÛRA ORUCU
ـ3149 ـ1 -عن قتادة رَضِىَ اللّهُ عَنْه : ]أنّ النّبىَّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: صِيَامُ عَاشُورَاءَ إِنِّى أَحْتَسِبُ عَلَى اللّهِ أَنْ يَكَفِّرَ السَّنَةَ الَّتِى قَبْلَهُ [. أخرجه الترمذي و صححه .
1. (3149)- Katâde (rahimehullah) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Aşûra orucunun önceki yılın günahlarına kefaret olacağını Allah(ın rahmetin)den umarım.”[76]
AÇIKLAMA:
Aşûra günü, İbnu Düreyd´e göre İslamî bir isimdir ve câhiliye devrinde bilinmemektedir. Ancak İbnu Dıhye bu iddiayı reddeder, bunun câhiliye devrinde mevcudiyetini gösteren deliller zikreder. Bunlardan biri Hz. Aişe´nin rivayetidir. Müteakiben kaydedileceği üzere, Hz. Aişe cahiliye halkının Aşûra orucu tuttuğunu belirtir.
Aşûre günü hangi güne tekabül eder Bu da münâkaşa edilmiştir. Ekseriyete göre, Muharrem´in onuncu günüdür.
Kurtubi der ki: “Aşûra, “âşire”den (onuncu) alınmadır, mübâlağa ve ta´zim ifade eder. Aslında bu, onuncu gece için bir sıfattır. Çünkü o kelime, akd´in ismi olan ´uşr´dan me´huzdur (alınmadır), gün (yevm) kelimesi ona muzaf olmuştur. Yevm-i aşûra denince sânki onuncu gecenin günü kastedilir. Şu kadar ki, bu bir sıfata bedel olunca isim olma hâli ona galebe çaldı, bir de mevsufunu zikretme zahmetine gidilmeyip Leyl kelimesi atıldı ve sadece Aşûra dendi. Bu kelime böylece aşûra günü´ne alem oldu…”
Zeyn İbnu´l-Münîr der ki: “Alimlerin çoğu, “aşûra” yı Muharrem ayının onuncu günü bilir. Bu aynı zamanda iştikak ve tesmiyenin de gereğidir. Aşure´ye, Muharrem´in dokuzuncu günü diyen de olmuştur. Birinci durumda gün, giden geceye muzaftır. İkinci durumda ise, gelecek geceye muzaftır.”
Bazıları: “Dokuzuncu güne aşûra denmesi, develerin içeri alınmasındandır” demiştir. Deveyi sekiz gün boyu otlatıp sonra dokuzuncu gün içeri alırlardı.
Hakem İbnu´l-A´rac anlatıyor: “İbnu Abbâs´a uğradım. O ridasına dayanmış duruyordu.
“Bana Aşûra gününden haber ver!” dedim. Şu cevabı verdi:
“Muharrem hilâlini gördün mü, saymaya başla ve dokuzuncu günü oruçlu olarak sabahla.”
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) o gün oruç tutar mıydı ” dedim.
“Evet!” cevabını verdi.”
Bu rivayetin zâhirine göre, Aşûre günü dokuzuncu gündür.
Müslim´in bir başka rivayeti de bunu te´yid eder: “İbnu Abbâs´tan gelen bir rivayete göre Aleyhissalâtu vesselâm “Önümüzdeki seneye kadar yaşarsam Muharrem´in dokuzuncu gününde oruç tutacağım.” Ve Resûlullah bundan önce vefat etti.”
Bu rivayetin zâhiri, Resûlullah´ın Muharrem´in onunda oruç tuttuğunu, önümüzdeki seneye ulaşırsa dokuzunda tutmaya azmettiğini gösterir. Bunun şu mânaya gelmesi muhtemeldir: Efendimiz sâdece dokuzla yetinmemiş, aksine onu, onuncu güne de izafe etmiştir. Bu izâfe, ihtiyaten olabileceği gibi hıristiyan ve yahudilere muhalefet olsun diye de olabilir. Bu ikinci ihtimal ercah´tır. Müslim´in bazı rivayetleri de bunu te´yid eder. İbnu Abbâs´tan merfu bir rivayette Efendimiz şöyle der: “Aşûra günü oruç tutun, yahudilere muhalefet edin: Aşûradan bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutun.”
İbnu Hacer der ki: “Bu Resûlullah´ın son zamanlarda verdiği bir emirdir. Aleyhissalâtu vesselâm, vahiy gelmeyen hususlarda ehl-i kitaba muvafakat etmeyi severdi. Bu, bilhassa putperetslere muhalefet eden hususlarda böyleydi. Ne zaman ki Mekke fethedildi, İslâm dini her yerde şöhret ve üstünlük elde etti, derhal ehl-i kitaba muhalefeti de ilân etti. Bu meselede de öyle oldu. Önce: “Biz, Hz. Musa´ya sizden daha layık ve ehakkız” diyerek onlara benzemeyi tercih etti. Sonra onlara muhalefeti uygun buldu ve Aşûra´ya bir gün önceden, bir gün de sonradan ilave yapılmasını emretti.”
Bu hususu, Tirmizî´nin bir rivayeti te´yid eder: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize, Muharrem´in onunda aşûra orucu tutmamızı emretti.”
Bazı âlimler demiştir ki: “Resûlullah´ın Müslim´deki: “Eğer önümüzdeki seneye kadar yaşarsam Muharrem´in dokuzunda oruç tutacağım” hadisi iki hususa muhtemeldir:
1- Resûlullah bununla, dokuzuncu geceyi onuncu geceye nakletmeyi düşünmüş olabilir.
2- Dokuzuncu günü, oruçta onuncu güne ilave etmeyi düşünmüş olabilir.
Resûlullah´ın, bunu beyan etmezden önce ölmüş olması sebebiyle, iki günü oruçlu geçirmek ihtiyata muvafık düşer. Durum böyle olunca Aşura orucu üç mertebede olmuş olmaktadır:
* En aşağısı: Sadece Aşure günü oruç tutmak.
* Bir üst derecesi: Aşûra ile birlikte dokuzuncu günde de oruç tutmak.
* En üstünü: “Dokuz ve onbirinci günlerde de oruç tutmak… Doğruyu Allah bilir.” 3158 ve 3259 numaralı hadiste bazı ilave açıklama gelecek.[77]
ـ3150 ـ2 -عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ عَاشُورَاءُ يُصَامُ قَبْلَ رَمَضَانَ. فَلَمَّا نَزَلَ رَمَضَانُ كَانَ مَنْ شَاءَ صَامَ وَمَنْ شَاءَ أفْطَرَ[. أخرجه الستة إ النسائى .
2. (3150)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ramazan (farz olmazdan) önce Aşûra orucu tutuluyordu. Ramazanın farziyeti indikten sonra onu dileyen tuttu, dileyen de tutmadı.”[78]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, Buharî´nin bir rivayetinde daha sarih olarak şöyle yer alır: “Hz. Aişe dedi ki: “Kureyş câhiliye devrinde Aşûra orucu tutuyordu. Bunu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) da tutuyordu. Medine´ye (hicrete) gelince, Aşûra´yı tuttu ve oradaki müslümanlara da tutmalarını emretti. Ramazan orucu farz edilince, Aşûra´yı terketti. Artık dileyen tuttu dileyen tutmadı.”
Bu rivayette üç husus açıkça gözükmektedir:
* Aşûra orucu Mekkelilerce bilinmekte ve tutulmakta ise de Medine´deki Araplarca tutulmamaktadır. Resûlullah´ın emretmesi bu mânaya gelir.
* Resûlullah, ramazan farz edilmezden önce Aşûra´yı nâfile bir amel olarak değil, vâcib olarak tutmaktadır.
* Ramazan orucu farz olunca Aşûra yasaklanmıyor; dileyen nâfile olarak tutmaya devam ediyor.
Başka rivâyetler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın buna devam edenler arasında yer âldığını göstermektedir.
2- Bazı âlimler, bu rivayetten Resûlullah´ın Aşûre´yi emrettiği zamanı da tahmin ederler. Buna göre, hicret rebiyyülevvel ayında vukua geldiğine göre, Aşûra´yı tutma emri, hicretin ikinci senesinin başında sâdır olmuş olmalıdır. Zaten ikinci sene içerisinde Ramazan orucu farz kılınmıştır. Bu duruma göre, Aşûra´yı tutma emri sadece bir seneye mahsus olmaktadır. Ondan sonra dileyenin tutmasına havale edilmiştir. Şu halde, farz edildiğine dair rivayetlerin nefsülemirde sıhhati halinde, bu hadis, mezkur farzın neshedildiğini gösterir. Kadı İyaz, Seleften Bazılarının Aşûra´nın farziyyetinin devam etmekte olduğu kanaatini taşıdıklarını kaydeder. Ancak bu görüşü devam ettiren âlim kalmamıştır.
İbnu Abdilberr, Aşûra´nın artık farz sayılmadığı hususunda ülemânın icma ettiğini belirtir. İcma, onun müstehab olduğu merkezindedir.
Kureyş´in Aşûra orucu tutmasını İbnu Hacer şöyle izah eder: “Onlar bunu, geçmiş bir şeriatten almış olabilirler. Nitekim onlar, o günde ve başka günlerde Ka´be´nin örtüsüne tâzimde bulunuyorlardı.”
İbnu Hacer, İkrime´den nakledilen şu rivayeti işittiğini kaydeder: “İkrime´ye bu hususta sorulunca demiştir ki: “Kureyş, cahiliye devrinde bir günah işledi. Bu onların çok ağırlarına gitti. Onlara, “Aşûra orucu tutun, bu günahınıza kefaret olur” denmiş, (onlar da tutmaya başlamışlar).”[79]
ـ3151 ـ3 -وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَدِمَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَة فَرَأى الْيَهُودَ تَصُومُ يَوْمَ عَاشُورَاءَ فَقَالَ: مَا هَذَا؟ قَالُوا يَوْمٌ صَالِحٌ نَجَّى اللّهُ تَعَالَى فِيهِ بَنِى إِسْرَائِيلَ مِنْ عَدُوِّهِمْ فَصَامَهُ مُوسَى. فَقَالَ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَنَا أَحَقُّ بِمُوسَى مِنْكُمْ فَصَامَهُ وَأمَرِ بِصِيَامِهِ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .
3. (3151)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine´ye gelince, yahudileri Aşûra günü oruç tutar gördü. Onlara:
“Bu da ne, (niçin oruç tutuyorsunuz) ” diye sordu.
“Bu, sâlih (hayırlı) bir gündür. Allah, o günde Benî İsrâil´i düşmanlarından kurtardı. (Şükür olarak) Hz. Musa o gün oruç tuttu” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Ben Musa´ya sizden daha layığım” buyurup o gün oruç tuttu ve müslümanlara da tutmalarını emretti.”[80]
AÇIKLAMA:
Müslim´in bir rivayetinde, Aşûra gününün yahudilerin hangi kurtuluşuna tekabül ettiği belirtilmiştir: Yahudiler Resûlullah´ın suâlini şöyle cevaplandırırlar: “Bu, büyük bir gündür. O günde Allah Hz. Musa ve kavmini kurtardı, Firavun ve kavmini de garkedip suda boğdu.” Bir başka rivayette: “… Biz Allah´a şükür olsun diye bu orucu tutuyoruz” derler.
Ahmed İbnu Hanbel´in, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)´den bir rivayetinde şu ziyâde yer alır: “…Bu gün, Hz. Nuh´un gemisinin Cûdi dağına oturduğu gündür. Hz. Nuh, o gün şükür orucu tuttu.”
Bu rivayet, Resûlullah´ın Medine´ye Aşura esnasında gelmiş olmasını gerektirdiği için zahirde bir müşkilat gözükmektedir. Halbuki Aleyhissalâtu vesselâm, rebiyyülevvel ayında gelmiştir.
Bu müşkili İbnu Hacer şöyle açar: “Burada murad olan, Resûlullah´ın onların Aşûra orucunu tuttuklarını ilk defa bilmesi zamanıdır. Suâl sorma vak´ası ise hicretten sonra olmalıdır. Bu, hicretten önce bunu bildiğini de ifade etmez. Rivayette mahzuf bazı kelimeler var. Şöyle takdir edilebilir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine´ye geldi. Aşûra gününe kadar ikamet etti. O gün yahudileri oruç tutar buldu…”
Bir başka te´vil de şöyle: “Şu da muhtemeldir: O Yahudiler, Aşûra gününü şemsî takvime göre hesab ediyorlardı. Onların hesabınca Aşûra günü, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Medine´ye geldiği güne tesadüf etmiş olabilir.” İbnu Hacer devamla der ki: “Bu, te´vil, müslümanların Hz. Musa aleyhisselâm´a daha evlâ ve daha lâyık olduğunu ortaya koyan hususlardan biridir. Çünkü buna göre, mezkur günü kaybetmiş olmaktadırlar, müslümanlar ise o meselede Allah´ın irşadına mazhardırlar. Ne var ki, hadislerin siyâkı bu te´vili reddeder, önceki te´vile itimad gerekir.”
İbnu Hacer, bu değerlendirmesini, sonradan bulduğu bir rivayetle şöyle cerheder: “Sonra Taberâni´nin el-Mu´cemu´l-Kebîr´inde, önce mezkur ihtimali te´yid eden bir rivayet buldum: Bu rivayet, Zeyd İbnu Sâbit´in tercüme-i hâl´i esnasında geçmektedir. Ebu´z-Zinâd babasından, o da Hârice İbnu Zeyd İbni Sabit´den, o da babası Zeyd´den rivayet ediyor: “Aşura günü, insanların Aşûra dedikleri gün değildir. O gün, Ka´be´nin örtüldüğü gündür. O gün, sene içerisinde dönmekte idi. Bunun gününü (tesbit için) falanca yahudiye gidip soruyorlardı. Tâ ki, o bunlara hesab ediversin. Yahudi ölünce Zeyd İbnu Sâbit´e gelip ondan sordular. “Bu rivayetin senedi hasendir. Şeyhimiz (Nureddin) el-Heysemî, Zevâidu´l-Mesânid´de der ki: “Ben bunun mânasını bilmiyorum.”
Derim ki: “Ben onun mânasını Ebu´r-Reyhân el-Bîrunî´nin, Kitâbu´l-Âsârı´l-Kadîme´sinde buldum. Orada zikrettiği şeyin özeti şudur. “Câhil yahudiler, oruçlarında ve bayramlarında yıldızların hesabına dayanıyorlardı. Onların senesi şemsî idi, kamerî değil.”
Derim ki: “İşte bundan ötürü, Aşûra meselesinde kendisine itimad edecekleri hesap bilen birisine muhtaç oldular.”(50)
İbnu Hacer, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´ın rivayeti ile Hz. Aişe´nin rivayeti arasında ihtilaf görmez. Ona göre, cahiliye Arapları ile yahudilerin Aşûra gününde farklı sebeplerle oruç tutmada birleşmeleri mümkündür. Nitekim Kurtubi der ki: “Kureyş, Aşûra orucunu tutmada geçmiş bir şeriata -mesela Hz. İbrahim´in şerîatına- dayanmış olabilir. Resûlullah´ın orucu da onlara muvafakat icabı olabilir. Nitekim, Haccda böyle olmuştur. Veya, bu hayırlı bir amel olması sebebiyle, Allah o gün oruç tutmasına izin vermiş olabilir. Hicret edince yahudileri de o gün oruç tutar bulunca, bunun sebebini onlara sormuş, kendisi tutup, müslümanlara da tutmaları için emretmiş olabilir. Böyle hareket etmesi, yahudileri kazanmak gayesini de güdebilir, nitekim onları kazanmak maksadıyla bidayette onların kıblelerine yönelmiştir. Başka ihtimaller de vardır.”
İbnu Hacer der ki: “Her hâl u kârda, Aşûra´yı yahudilere uymak için tutmuş değildir. Zira o günün orucunu eskiden beri tutuyordu. Ancak bu ameli, yasaklanmayan hususlarda Ehl-i Kitab´a uygun olmayı sevdiği devreye rastlar.”
Şunu da belirtelim ki, Müslim´in bir rivayetinde Aşûra günü “Yahudi ve Hıristiyanların kutladıkları büyük bir gün” olarak ifade edilir. Bunun hıristiyanlarca da kutlanmasını, âlimler Hz. İsa´nın da o gün oruç tutmuş olabileceği ve bunun Hz. Musa´nın şeriatından neshedilmeyen hükümlerden olabileceği ihtimaliyle izah ederler.[81]
ـ3152 ـ4 -و عن قيس بن سعد بن عبادة رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كُنَّا نَصُومُ عَاشُورَاءَ، وَنُؤَدِّى زَكَاةَ الْفِطْرِ، فَلَمَّا نَزَلَ رَمَضَانُ وَنَزَلَتِ الزّكَاةُ لَمْ نُءْمَرَ بِهِ وَلَمْ نَنْهُ عَنْهُ، وَكُنَّا نَفَعْلُهُ [. أخرجه النسائى .
4. (3152)- Kays İbnu Sa´d İbnu Ubâde (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Biz Aşura günü oruç tutuyor ve sadaka-ı fıtri ödüyorduk. Ramazan orucunun farziyyeti ve zekat emri inince artık onunla emredilmedik, ondan yâsaklanmadık da, biz onu yapıyorduk.”[82],[83]
RECEB ORUCU
ـ3153 ـ1 -عن عبادة بن حنيف قال: ]سَألْتُ سَعِيدَ بْنَ جُبَيْرٍ عَنْ صَومِ رَجَبَ فَقَالَ سَمِعْتُ ابْنَ عبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمَا يَقُولُ: كَانَ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصُومُ حَتَّى نَقُولُ َ يُفْطِرُ، وَيفْطِرُ حَتَّى نَقُولُ َ يَصُومُ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .
1. (3153)- Abbâd İbnu Hanîf anlatıyor: “Sa´îd İbnu Cübeyr (rahimehullah)´e Receb ayındaki oruçtan sordum. Bana şu cevabı verdi:
“İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´ı dinledim, şöyle demişti: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Receb ayında bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki biz, “(Gâliba) hiç yemeyecek (ayın her gününde tutacak)” derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz, “Gâliba) hiç tutmayacak” derdik.”[84]
AÇIKLAMA:
1- Burada hadis Abbâd İbnu Hanif´ten naklediliyor. Bunda bir yanlışlık olsa gerek. Çünkü Müslim ve Ebu Dâvud´daki rivayetlerde Said İbnu Cübeyr´e soruyu yönelten Osman İbnu Hakim el-Ensâri´dir. Hadis Buhari´de biraz vecizdir, receb´in zikri geçmez.
2- Bu hadisle ilgili olarak İmam Nevevî şu açıklamayı sunar: “Zâhir şu ki, Said İbnu Cübeyr bu açıklaması ile şunu istidlâl etmeyi murad etmektedir: “Receb ayında oruç tutmak yasaklanmamıştır, ayrı bir hususiyetle mendub da kılınmamıştır. Aksine o, diğer aylar gibidir. Receb ayında tutulacak oruç için ne yasak ne de teşvik (nedb) edici bir rivayet sâbit değildir. Ancak oruç asıl itibariyle (bütün aylarda) mendub kılınmıştır.” Sünen-i Ebu Dâvud´un bir rivayetinde ise: “Haram aylarında oruç tutmak mendub kılınmıştır. Receb de haram aylarından biridir” denilmiştir.[85]
ŞÂBAN ORUCU
ـ3154 ـ1 -عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصُومُ حَتَّى نَقُولَ َ يُفْطِرُ، وَيَفْطِرُ حَتَّى نَقُولُ َ يَصُومُ، وَمَا رَأَيْتَهُ اسْتَكْمَلَ صِيَامِ شَهْرٍ قَطُّ إَّ رَمَضَانَ وَمَا رَأيْتَهُ فِي شَهْرٍ أَكْثَرَ صِيَاماً مِنْهُ فِي شَعَبَانَ[. أخرجه الستة.
1. (3154)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bazan) oruca öyle devam ederdi ki, “(Bu ay) hiç yemiyecek” derdik. Bazan da öyle devamlı yerdi ki, “(Bu ay) hiç tutmayacak” derdik. Ben, onun ramazan dışında bir ayı tam olarak tuttuğunu görmedim. Herhangi bir ayda Şâban ayında tuttuğundan daha fazla tuttuğunu da görmedim.”[86]
AÇIKLAMA:
1- Burada Hz. Aişe (radıyallahu anhâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ramazan dışında başka bir ayı tam olarak oruç tutarak geçirmediğini beyanla birlikte, Şâban ayında diğer aylardan daha çok oruç tuttuğunu belirtmektedir.
Öte yandan, müteakip hadiste (3155) görüleceği üzere, Ebu Dâvud´un, Tirmizî´nin Sünen´lerinde Ümmü Seleme´den kaydedilen rivayette, Resûlullah´ın Şâban ayını da tam tuttuğunu ifade etmektedir. Bu durumun te´lifinde âlimler ihtilaf eder:
* İbnu Hacer “Yani, Şâban´ın büyük kısmını oruçla geçirirdi” diye anlar. Nitekim, Tirmizî´nin nakline göre İbnu´l-Mübârek: “Bir kimse, ayın yarısından fazlasını oruçlu geçirdiği takdirde: “Ayın tamamını oruçla geçirdi” demek Arapça açısından caizdir; nitekim: “Falan kişi, gecesinin tamamında namaz kıldı” denebilir; halbuki yemek de yemiş ve başka bazı işleriyle de meşgul olmuştur. (Burada verilen hüküm gâlib duruma bakar)” demiştir. Tirmizî der ki: “Sanki, İbnu´l-Mübarek bu açıklamasıyla iki hadisi cem etmiştir.”
* “Hepsi” diyerek “ekseriyet”i kastetme işini -nâdir kullanılması sebebiyle – Tîbî kabul etmek istemez. Der ki: “Hepsi (küll) kelimesi, şümûlü irade ve azla iktifayı defetmede başvurulan bir te´kiddir. Öyle ise, bunun “bir kısmı (bâzısı)” ile tefsiri buna aykırıdır.” Tîbî devamla der ki: “Hadisi şu mânaya hamletmek gerekir: “Efendimiz, Şâban ayını bazan tam olarak oruçlu geçirirdi, bazan da ekseriyetini. Böyle yapardı, tâ ki insanlar bunun da Ramazan gibi farz olduğu vehmine kapılmasınlar.”
* Şöyle anlayan da olmuştur: “Hepsi” kelimesinden murad, Resûlullah´ın bazan ayın başından, bazan ortasından, bazan da sonundan tuttuğunu beyandır. Böylece ayın hiç bir kısmı oruçtan hâlî kalmamış ve keza oruç da, hiçbir kısmına mahsus kılınmamış olmaktadır.”
* Zeyn İbnu´l-Münir de: “Hz. Aişe´nin sözü ya mübâlağaya hamledilip maksadın “ekseriyet” olduğu söylenecek, ya da ikinci sözünün birincisine nazaran müteahhir olduğunu, böylece Resûlullah´ın başlangıçta Şâban´ın çoğu kısmında oruç tuttuğu halde sonradan tamamını oruçla geçirdiğini haber vermiştir” der.
İbnu Hacer, bu te´vilin bir zorlama olduğunu, en doğrusunun birinci te´vil olduğunu ve bunu Hz. Aişe´nin Müslim´de gelen (ve 3154 numarada kaydettiğimiz) şu rivayetinin desteklediğini söyler: “Medine´ye geleliden beri ramazan dışında hiçbir ayı tam olarak oruçla geçirmedi.”
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Şâban ayında niçin daha çok oruç tutmakta idi Bu husus farklı yorumlara sebep olmuştur:
* İbnu Battâl´a göre Efendimiz, her ayda tutmakta olduğu üç günlük oruçları sefer gibi bazı sebeplerle zamanında tutamıyor ve bunlar birikiyordu. İşte bunları toptan Şâban ayında tutuyordu. Bu te´vil de, Taberânî´de gelen bir Hz. Aişe rivayetine dayanmıştır: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her ayda üç gün oruç tutardı. Bazan bunları te´hir eder ve böylece üzerinde bir yıllık oruç birikir, o da Şâbanı oruçlu geçirirdi.” Bu hadis zayıf bulunmuştur.
* Şöyle diyen de olmuştur: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu, Ramazan ayına tazim için yapardı.” Bununla ilgili bir hadis, Tirmizî´de gelmiştir: “Resûlullah´a Ramazandan sonra hangi orucun daha efdal olduğu soruldu da şu cevabı verdi: “Ramazanı ta´zim sebebiyle Şâban.” Bu hadis de zayıftır ve ayrıca Müslim´de gelen bir Ebu Hüreyre hadisine muhaliftir: “Ramazandan sonra en efdal oruç, Muharrem´dir.”
* Şâban´da daha çok oruç tutmasının hikmeti hakkında şu da söylenmiştir: “Resûlullah´ın hanımları, Ramazan ayında tutamadıkları borçlarını Şâban ayında kaza ediyorlardı…” İbnu Hacer bunu da muvafık bulmaz.
* Bundaki hikmet için şu açıklama da yapılmıştır: “Bu ayı, Ramazan ayı takib etmektedir. Ramazan orucu farzdır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Şâban ayındaki orucunu iki ayda tutulan nafile miktarınca artırmakta idi. Sebebi, Ramazan ayında tutamayacağı nâfileleri de böylece telâfi etmek istiyordu.”
* İbnu Hacer, bu babta söylenecek en evlâ sözün şu olduğunu kaydeder: “Bu babda Ebu Dâvud ve Nesâî´de kaydedilen şu hadis, öncekilerden daha sahihtir: “Üsame İbnu Zeyd dedi ki:
“Ey Allah´ın Resulü! dedim, ben sizi hiçbir ayda Şâban´da tuttuğunuz kadar çok oruç tutar göremiyorum (bunun sebebi nedir .)” Aleyhissalâtu vesselâm şöyle açıkladılar:
“Bu, halkın Ramazan´la Receb arasında gaflet ettiği bir aydır. Halbuki bu ay, amellerin Rabbülâlemin´e yükseldiği bir aydır. Ben amelimin, oruçlu olduğum halde yükselmesini istiyorum.” (Bu hadisin metni 3156 numarada gelecek. )
3- Hadiste, Şâban´da oruç tutmanın fazileti anlatılmaktadır. Nevevi, hadiste en hayırlı ayın Muharrem olduğu ifade edildiği halde, Resûlullah´ın bu ayda orucu daha da artırmayışının sebebini şöyle açıklar: “Muhtemelen, Aleyhissalâtu vesselâm bu hususu ömrünün sonunda öğrendi, böylece Muharrem ayında daha çok oruç tutma imkânı bulamadı. Veya, Muharrem aylarında, mesela yolculuk, hastalık gibi özürler ârız olmuş, fazla oruç tutmasına mâni olmuş olabilir.”[87]
ـ3155 ـ2 -وعن أم سلمة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ] ماَ رَأيْتُ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصُومُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ إَِّ شَعْبَانَ وَرَمَضَانَ [. أخرجه أصحاب السنن، واللفظ للترمذي والنسائى.
2. (3155)- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Şâban ve Ramazan dışında iki ayı peş peşe tam olarak oruçla geçirdiğini görmedim.”[88]
AÇIKLAMA:
Tirmizî bu hadisi, “Şâban ayını Ramazan ayı ile birleştirme hususunda gelen rivayet(ler)” adını taşıyan bir babta kaydeder. Hadisin Ebu Dâvud´daki veçhi de şöyle: “Resûlullah, sene içerisinde, Ramazandan başka Şâban hariç hiçbir ayı tam olarak oruçla geçirmezdi. Şâban´ı tam tutar ve Ramazanla birleştirirdi.”
Böylece Resûlullah´ın üst üste iki ayı oruçlu geçirmiş olduğu bu rivayetlerle kesinlik kazanmaktadır. Tirmizî, aynı hükmü ifade etmek üzere Ebu Seleme ve Hz. Aişe´nin de rivayetlerine dikkat çeker ve Hz. Aişe´nin, “Resûlullah´ın Şâban´da tuttuğundan daha fazla orucu bir başka ayda tuttuğunu görmedim, O, Şâban´ın çok azı hariç hepsini, hatta tamamını tutardı” dediğini kaydeder.
Daha fazla açıklama önceki hadiste geçti.[89]
ـ3156 ـ3 -وعن أسامة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَا رَسُولُ اللّهِ لَمْ أَرَكَ تَصُومُ مِنْ شَهْرٍ مِنَ الشُّهُورِ مَا تَصُومُ مِنْ شَعْبَانَ ؟ قَالَ : ذَلِكَ شَهرٌ يَغْفُلُ عَنْهُ النَّاسُ بَيْنَ رَجَبَ وَرَمَضَانَ، وَهُوَ شَهْرٌ تُرْفَعُ فيهِ ا‘َعْمَالَ الِى رَبِّ الْعَالَمِينَ، وَأُحِبُّ أنْ يُرْفَعُ عَمَلِى، وَأَنَا صَائِمٌ[. أخرجه النسائى.
3. (3156)- Hz. Üsâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah´ın Resulü dedim, Şâban ayında tuttuğun kadar başka aylarda oruç tuttuğunu göremiyorum (sebebi nedir )” diye sordum. Şu cevabı verdi:
“Bu, Receb´le Ramazan arasında insanların gaflet ettikleri bir aydır. Halbuki O, amellerin Rabbülâlemin´e yükseltildiği bir aydır. Ben, oruçlu olduğum halde amelimin yükseltilmesini istiyorum.”[90]
AÇIKLAMA için 3154 numaralı hadisin izahına bakılsın.
ŞEVVAL´DEN ALTI GÜN
ـ3157 ـ1 -عن أبوب رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ صَامَ رَمَضَانَ، وَأتْبَعَهُ بِسِتِّ مِنْ شَوَّالٍ كَانَ كَصِيَامِ الدَّهْرِ[. أخرجه مسلم والترمذى .
1. (3157)- Eyub (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim Ramazan orucunu tutar ve ona şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yıl orucu tutmuş olur.”[91]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Ramazan orucundan sonra şevval ayında altı gün daha nâfile tutmayı teşvik etmektedir. Böylece, bir yıllık oruç tutmanın sevabı vaad edilmektedir. Şarihler bunun izahını şöyle yaparlar: “Cenab-ı Hak, Kur´an-ı Kerim´de her bir hayır ameli on misliyle kabul edeceğini bildirmektedir (En´âm 160). Öyle ise Ramazan ayında tutulan oruç on ay yerine geçer. Altı gün on misliyle altmış gün eder. Bu da iki ay demektir, neticede Ramazan ve altı günlük şevvâl orucu tam bir yıla denk gelmektedir.”[92]
ZİLHİCCE´DEN ON GÜN
ـ3158 ـ1 -عن هنيدة بن خالد عن امرأته عن بعض أزواج النبىِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَتْ: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصُومُ تِسْعَ ذِى الحِجَّةِ، وَيَوْمَ عَاشُوَرَاءَ وَثََثَةَ أَيّامٍ مِنْ كُلِّ شَهْرٍ أَوَّلَ اثْنَيْنِ مِنَ الشَّهْرِ وَالخَمِيسَ[. أخرجه داود والنسائى .
1. (3158)- Hüneyde İbnu Hâlid hanımından, o da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcelerinden birinden anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Zilhicce´den dokuz günle Aşûra günü oruç tutardı. Bir de her aydan üç gün, ayın ilk pazartesi ile perşembe günü oruç tutardı.”[93]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, zilhiccenin ilk dokuz gününde oruç tutmanın faziletli ameller arasında olduğunu belirtmektedir. Bazı rivayetlerde “dokuz” değil, “on” denmişti. “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Zilhicce´den) on günü, her aydan üç günü: Pazartesi ve iki perşembeyi oruçlu geçirirdi.”
Diğer taraftan Müslim´de Hz.Aişe´den rivayet edilen bir hadiste, mezkur on günde Resûlullah´ın hiç oruç tutmadığı ifade edilmiştir: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı (Zilhicce´nin ilk) on gününde hiç oruçlu görmedim.”
Nevevî´nin açıklamasına göre, ulemâ şöyle demiştir: “Bu hadis, Zilhicce´nin on gününde oruç tutmanın mekruh olduğunu ilham etmektedir. Buradaki “on”dan murad, Zilhicce´nin evvelinden itibaren dokuz gündür. Bu günlerde oruca teşvik eden rivayetler vardır, öyle ise sadedinde olduğumuz hadis te´vile muhtaçtır. Zira, Zilhicce´nin ilk dokuz gününde oruç tutmak mekruh değil, bilakis şiddetle müstehabtır. Bilhassa dokuzuncu gün, ki Arafe´dir. O gün oruç tutmanın faziletiyle ilgili pekçok hadis var. Buharî´deki bir rivayet şöyle: “Bunlardan yani Zilhicce´nin ilk on gününden daha faziletli sâlih amel günü yoktur.”
Öyle ise Hz. Aişe´nin “Bu on günde oruç tutmadı” sözü te´vile muhtaçtır. Resûlullah´ın ya hastalık, sefer gibi bir sebeple oruç tutmadığına veya oruç tuttuğu halde Hz. Aişe´nin görmediğine hamlolunur. Hz. Aişe´nin görmemesi, Aleyhissalâtu vesselâm´ın oruç tutmadığına delil olmaz. Az ileride 3 numaralı paragrafta Ahmed İbnu Hanbel´den kaydedeceğimiz rivayet de bu te´vili destekler.
2- Aşûra´nın hangi güne tekâbül ettiği ve oruçla karşılanmasının sebebi hususunda ulemanın ihtilafından daha önce bahsettik (3149. hadis). Sahâbî ve Tâbiîn´in cumhuruna göre bu, Zilhicce´nin onuncu günüdür. Ancak dokuz ve onbirinci günü olduğunu söyleyenler de olmuştur. Eba İshâk, bu ihtilafi göz önüne alarak, Aşûra orucunu kaçırmamak için bir evvelinden bir de sonrasından olmak üzere üç gün oruç tutarmış…
Bu güne Aşûre denmesinin sebebi, onun Muharrern´in onuncu günü olmasındandır, zâhir de bunu gösterir. Ancak: “Allah Teâlâ Hazretleri o günde peygamberlerinden on tanesine ikramda bulunduğu için böyle tesmiye edilmiştir” diyen de olmuştur.
3- Rivayetin Nesâî´deki bir veçhinde, Resûlullah´ın her ay tuttuğu üç oruç şöyle açıklanır: “…Her ayın ilk pazartesi ve iki perşembesi…”
Ahmed İbnu Hanbel´in Müsned´inde Hafsa validemizden rivayet edilen şu hadis, sadedinde olduğumuz hadisi takviye eder:
“Dört şey var ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (yaşadığı müddetçe) hiç bırakmadı:
1- Aşûra orucu,
2- (Zilhicce´den) on gün,
3- Her aydan üç gün,
4- Sabah namazından önce iki rek´at..”
Aşûra´yı kutlamayı bid´at telâkki edenler de var. Münâvî şu bilgileri dermeyan eder: “El-Mücellid el-Lügavi der ki: “Aşûra gününde tutulan oruç, o gün kılınan namaz, o günkü infak, kına, sürünme, sürmelenme üzerindeki rivayetler bid´attır. Bunları Hz. Hüseyin (radıyallahu anh)´i katledenler ihdas ettiler. Hanefilerin el-Kunye adlı kitaplarında denir ki: “Aşûra günü sürme çekmeyi terketmek gerekir, çünkü, Ehl-i Beyt´e buğz alâmeti vardır.”[94]
ـ2 ـ474 -وعن القاسم بن محمد قال: ] كَانَتْ عَائِشَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهَا تُصُومُ يَوْمَ عَرَفَةَ، وَلَقَدْ رَأيْتَهَا عَشِيَّةَ عَرَفَةَ يَدْفَعُ ا“مَامُ، ثُمَّ تَقِفُ حَتَّى يَبْيضَّ مَا بَيْنَهَا وَبَيْنَ النّاَسِ مِنَ ا‘رْضِ، ثُمَّ تَدْعُو بِالشَّرَابِ فَتُفْطِرُ[. أخرجه مالك.
2. (3159)- Kâsım İbnu Muhammed (rahimehullah) anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) Arefe günü oruç tutardı. Ben Arefe akşamı imamın (hacc emîrinin, Müzdelife´ye gitmek üzere) hareket ettiği sırada Hz. Aişe´nin yerinde kalarak, halkla kendi arasında bir boşluk açılana kadar bekleyip sonra içecek birşeyler isteyerek iftar yaptığını gördüm.”[95]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet Hz. Aişe´nin Arafat vakfesi sırasında oruç tuttuğunu göstermektedir.
İmam Mâlik, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´nin hacıların hareket etmesini beklemekten maksadının, halkla arasında bir boşluğun hâsıl olması, ve halk tarafından iftardan başka bir şeyinin görülmemesi olduğunu belirtir ve ilave eder: “Bu teehhüründe, ay veya yıldız gibi bir şeyin doğmasını beklemek mevzubahis değildir.”
Abdullah İbnu Zübeyr, Osman İbnu Ebî´l-Âs ve İbnu Râhûye´nin de Arafat´ta oruç tuttukları rivayet edilmiştir.
Katâde: “Duaya mâni olacak zayıflığa meydan vermiyorsa bunda bir beis yoktur” demiştir.
Atâ da: “Arefe kışa rastlayınca oruç tutarım, yaza rastlayınca tutmam” demiştir. Bu sözüyle, yaz sıcağında duaya mâni olacak zayıflık olursa oruç tutmamayı tercih ettiğini kastediyor.
İbnu Abdilberr, İbnu Ömer (radıyallahu anh)´den şunu nakleder: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ebu Bekir, Ömer ve Osman (radıyallahu anhümâ) ile birlikte hacc yaptım. Hiç biri de (o gün) oruç tutmuyordu, ben de tutmuyorum.”[96]
ـ3160 ـ3 -وعن أبى قتفصس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: صِيَامُ يَومِ عَرَفَةَ إِنِّى أَحْتَسِبُ عَلَى اللّهِ تَعَالَى يُكَفِّرَ السَّنَةَ الَّتِى قَبْلُهُ، الَّتِى بَعْدَهُ[. أخرجه الترمذى .
3. (3160)- Ebu Katâde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Arafat günü tutulan orucun, geçen yılın ve gelecek yılın günahlarına kefâret olacağına Allah´ın rahmetinden ümidim var.”[97]
AÇIKLAMA:
1- Nevevî´nin kaydettiğine göre âlimler, burada “Arafat orucu ile affı ümid edilen günahların seğâir (küçük günahlar) olduğunu belirtmiş, “Kişinin seğâiri
yoksa kebâirinin hafifletileceği umulur, kebairi de yoksa derecesi yükseltilir” demişlerdir.
Aliyyü´l-Kârî: Mirkât´ta İmâmul-Harameyn´in: “Bu, seğâir için kefaret olur” dediğini, Kadı İyaz´ın da: “Bu, Ehli´s-Sünne ve´l-Cemâat´in görüşüdür, kebaire ancak tevbe veya Allah´ın rahmeti keffâret olur” dediğini kaydeder.
2- Hadis şöyle bir soruya açıktır: “Kişinin gelecek seneden şimdilik bir günahı yokken, bu oruç ona nasıl kefâret olabilir ..” Bu soruya şöyle bir cevap verilmiştir: “Bunun manası, “Kişiyi, gelecek yıl Allah günah´tan korur” demektir.” Şu da söylenmiştir: “Yeni sene gelince günah işlerse geçmiş senenin kefareti kadar sevab ve rahmet verilir” demektir.”[98]
HAFTANIN GÜNLERİ
ـ3161 ـ1 -عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتَحَرَّى صِيَامَ يَوْمِ اِثْنَيْنِ وَالْخَمِيسِ[. أخرجه الترمذي والنسائى. »التَّحَرّى«: التقصد .
1. (3161)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) pazartesi ve Perşembe günlerinde oruç(la sevap) arardı.”[99]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Resûlullah´ın haftanın iki gününde kasıd ve azimle oruç tuttuğunu göstermektedir. Kasıdla, azimle diyoruz, zira hadiste taharrî kelimesine yer verilmiştir. Bu, daha iyiyi araştırma, ona yönelme, kastetme mânalarına gelir. Bazı âlimler “taharrî, sevap taleb etmek, mübalağa ile ısrarla istemek manasına da gelir” demiştir.
Bu babta Hz. Hafsa, Ebu Katâde ve Üsame İbnu Zeyd´den de rivayetler mevcuttur.[100]
ـ3162 ـ2 -و عن أبي هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]تُعْرَضُ ا‘َعْمَالُ عَلَى اللّهِ تَعَالَى يَومَ اْثنَيْنِ وَالخَمِيسِ، فَأُحِبُّ أَنْ يُعْرِضَ عَمَلِى، وَأَنَا صَائِمٌ[. أخرجه الترمذي.
2. (3162)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ameller Allah Teâla hazretlerine pazartesi ve perşembe günleri arzedilir. Ben, amelimin oruçlu olduğum halde arzedilmesini severim.”[101]
AÇIKLAMA:
İbnu´l-Melek der ki: “Bu hadis, şu hadise muhalif değildir. “Gece ameli, gündüz amelinden önce, gündüz ameli de gece amelinden önce yükseltilir.” Çünkü arzetme ile yükseltme arasında fark mevcuttur. Zira ameller haftalık olarak toplanıp bu iki günde arzedilmektedir. Bir Müslim hadisinde denir ki: İnsanların amelleri, haftada iki sefer, pazartesi ve perşembe günleri arzedilir. Kardeşi ile arasında husumet bulunan kul hâriç her mü´min mağfiret görür. Bunlar sulh yapıncaya kadar, “şu iki (zavallıya) bakın!” denilir.”
İbnu Hacer bu rivayetin, amellerin Şâban ayında yükseltileceğini haber veren hadisle de (3156. hadis) ihtilafa düşmediğini belirtir ve ilaveten der ki: “Çünkü haftalık amellerin ayrıca yükseltilmesi ve yıllık amellerin de toptan yükseltilmesi câizdir.”[102]
EYYÂMU´L-BδZ
ـ3163 ـ1 -عن عبد اللّه بن قتادة بن ملحان القيسي عن أبيه رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْمُرُنَا أَنْ نَصُومَ أَيَّامَ الْبِيضِ ثََثَ عَشْرَةَ وَأرْبَعَ عَشْرَةَ، وَخَمْسَ عَشْرَةَ، وَقَالَ: هُنَّ كَهَيْئَةِ الدَّهْرِ[. أخرجه أبو داود والنسائي .
1. (3163)- Abdullah İbnu Katâde İbni Milhân el-Kaysî, babası (radıyallahu anh)´ndan anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bize eyyam-ı bî´z´de yani ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinde oruç tutmamızı emrederdi ve “Bunlar yıl orucu vaziyetindedir” derdi.”[103]
AÇIKLAMA:
Bî´z kelimesi dilimize de girmiş bulunan beyaz´dan gelir. Kamerî ayın 13. 14. ve 15. geceleri ayın en parlak, en beyaz olduğu safhadır. Ay akşamdan sabaha kadar gökyüzünden ayrılmaz, dünyayı aydınlatır. Bu sebeple o günlere, ayın en aydınlık geceleri mânasında eyyâm-ı bî´z denmiştir. Daha doğru şekliyle geceleri aydınlık olan günler denmesi gerekirken aydınlık, güne izafe edilerek “eyyâmu´l-bî´z” (aydınlık günler) denilmiştir.
İşte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu günlerde oruç tutmayı müstehab addetmiştir. “Bu günlerde tutulacak oruçlar yıl orucu vaziyetindedir” demek de, o günlerde oruç tutulduğu takdirde sanki bütün yıl boyu oruç tutulmuş gibi sevap olur demektir. Bunun da hesabı, daha önce yaptığımız gibidir. Ayet-i kerime (En´am 160) hayırlı amellerin on misliyle mükâfatlandırılacağını haber verdiğine göre, ayda üç gün tutulan oruç, bir ay yerine geçer. Her ayda üç gün tutulunca toplamı yıl orucu olur.[104]
ـ3164 ـ2 -و عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ َ يفْطِرُ أَيَامَ الْبِيضِ فِي حَضَرٍ، وََ سَفَرٍ[. أخرجه النسائى.
2. (3164)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) eyyâmu´l- bî´z´de oruç tutmayı hazerde de seferde de bırakmazdı.”[105]
ـ3165 ـ3 -و عن معاذة العدوية قالت: ]سَأَلْتُ عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهَا أَكَانَ النَبىُّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يَصُومُ مِنْ كُلِّ شَهْرٍ ثََثَةَ أبَّمٍ؟ قَالَتْ: نَعَمْ قُلْتُ : مِنْ أَىِّ أيَّامِ الشَّهْرِ كَانَ يَصُومُ؟ قَالَتْ: لَمْ يَكُنْ يَبَالِى مِنْ أَيِّ ا‘َيَّامِ يُصُومُ[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذي .
3. (3165)- Muâzetu´l-Adeviyye anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´den sordum: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her ay üç gün oruç tutar mıydı ”
“Evet!” diye cevap verdi. Ben tekrar:
“Ayın hangi günlerinde tutardı ” dedim.
“Hangi günde oruç tuttuğuna ehemmiyet vermezdi” diye cevap verdi.”[106]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ay içerisinde üç gün oruç tutmada ısrar ettiğini, ancak bu üç günün muayyen günlerde olmamasına da şuurla dikkat ettiğini göstermektedir. Alimler, ayın belli günlerinde ısrar etmemesini, farz telakki edilmesi endişesiyle izah ederler: “Eğer hep aynı günlerde oruç tutsaydı halk bu günlerde oruç tutmayı farz telâkki ederdi” derler.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın her ay farklı günlerde nafile oruçlar tutmuş olması Ashab ve sonrakilerde farklı telakkiler hâsıl etmiştir:
* Bazı rivayetler bu üç günü eyyâm-ı bî´z olarak tarif eder. Bu günler kamerî ayın 13, 14 ve 15. günleridir.
* Bazılarına göre bunlar 12, 13 ve 14. günleridir.
* Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´den gelen bir rivayette eyyâm-ı bî´z´den murad ayın 12. günü ile ondan sonra gelen iki perşembedir.
* Bu nafile oruçlar, Hasan Basrî´ye göre ayın başında, İbrahim Nehâî´ye göre sonunda tutulmalıdır.
* Hz. Aişe´ye göre bir ay cumartesi, pazar ve pazartesi günleri; müteakip ay salı, çarşamba ve perşembe günleri oruç tutulmalıdır.
* Ümmü Seleme´ye göre müstehab vakit, ayın ilk perşembesi ile onu takip eden pazartesi günleridir.
* Bazılarına göre pazartesi ve perşembe günleri tutmak müstehabtır.
* Her ayın ilk günü ile onuncu ve yirminci günleri oruç tutmanın müstehab olduğunu söyleyen de olmuştur.
* Bir başka görüşe göre her ayın ilk günü ile onbir ve yirmibirinci günlerindeki oruç müstehabtır.[107]
ـ3166 ـ4 -وعن أبى ذر رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ: رَسُولُ اللّه صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ صَامَ مِنْ كُلِّ شَهْرٍ ثََثَةَ أيَّامٍ فَذَلِكَ صِيَامُ الدَّهْرِ، فَأنْزَلَ اللّهُ تَعَالَى تَصَدِيق ذَلِكَ فِي كِتَابِهِ: مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أمْثَالِهَا. اَلْيَوْمُ بِعَشْرَةِ أيّامٍ[. أخرجه الترمذي والنسائى.
4. (3166)- Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim her ayda üç gün oruç tutarsa işte bu, yıl orucu olur. Allah Teâlâ hazretleri bu hususu te´yiden kitabında şu ayeti indirdi: “Kim bir hayır işlerse o kendisinden on misliyle kabul edilir” (En´am 160). Bir gün on misliyle kabul ediliyor.”[108]
ـ3167 ـ5 -وعن عامر بن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : اَلْغَنِيمَةُ الْبَارِدَةُ الصَّوْمُ فِي الشِّتَاءِ[. أخرجه الترمذي .
5. (3167)- Âmir İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Zahmetsiz ganimet kışta tutulan oruçtur.”[109]
AÇIKLAMA:
Kışta tutulan oruç zahmetsiz ganimet´e benzetilmiştir. Çünkü kışta susuzluk duyulmaz. Ayrıca günler kısa olduğu için açlık da çekilmez. Hadis; kelimesi kelimesine tercüme edilince zahmetsiz ganimet değil, soğuk ganimet demek gerekir. Bundan maksad savaşmadan, mukâtele ateşine maruz kalmadan elde edilen ganimettir. Ayrıca Arapçada bârid (soğuk) kelimesi rahatlık, hoşluk gibi mânalarda kullanılır. Soğuk su, soğuk hava bilhassa sıcağın şiddetli olduğu memleketlerde hoşa giden, aranan şeylerdir. Bundan hareketle hoş ve âsûde hayat manasına ayşun bârid (soğuk hayat) tabiri şâyi olmuştur.[110]
ـ3168 ـ6 -وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ لِعَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهَا: هَلْ كَانَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَخْتَصُّ مِنَ ا‘َيَّامِ شَيْئاً؟ قَالَتْ: َ. كَانَ عَمَلُهُ دِيَمَةً، وَأيُّكُم يُطِيقُ ما كَانَ
رسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُطِيقُ[. أخرجه الشيخانَ. »الدِّيمةُ« : المطر الدائم في سكون، تشبه به ا‘عمال الدائمة القصد والرفق .
6. (3168)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´ye: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) herhangi bir güne ayrı bir ehemmiyet verir miydi ” diye sordum.
“Hayır!” dedi ve ilave etti: “O´nun ameli hafif ve devamlı yağan yağmur gibiydi. Hanginiz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın tahammül ettiği şeye dayanabilir “[111]
AÇIKLAMA:
1- Burada Hz. Aişe (radıyallahu anhâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hafta veya ayın herhangi bir gününe hususi bir ehemmiyet atfetmediğini, bütün günleri aynı şekilde değerlendirdiğini ifade ediyor. Halbuki, yine bazı sahâbelerden ve hatta bizzat Hz. Aişe´den rivayet edilen bir kısım hadislerde Resûlullah´ın bazan çok oruç tuttuğunu, bazan az oruç tuttuğunu görmekteyiz. Nitekim 3154 numarada kaydettiğimiz hadiste: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bazan oruca öyle devam ederdi ki, bu ay hiç yemiyecek derdik, bazan da öyle devamlı yerdi ki bu ay hiç tutmayacak derdik” demiştir.
Aradaki ihtilafı kaldırmak için: “Resûlullah´ın, orucu bazan az, bazan çok tutma hali devamlı idi” denmiştir. Şu şekilde bir te´lif de yapılmıştır: “Resûlullah nefsine ibadeti bir vazife yapmış idi, ancak zaman zaman araya bazı sebepler girerek O´nu meşgul etmiş, ibadetinden alıkoymuştur. Fakat meşguliyet kalkınca ibadetine devam etmiştir. Resûlullah´ı farklı durumlarda gören kimseler, farklı rivayetlerde bulunmuşlardır.”
2- كَانَ عَمَلُهُ دِيمَةًtâbiri, üzerine durmaya değer. Dîme, asıl itibariyle sakin sakin devamlı yağan yağmura denmektedir. Sağanak dediğimiz çok yağan yağmur fazla devam etmez. Bol yağmur çoğu kere esintili de olur, sükûnetten uzaktır. Ama hafif yağmur, sâkindir ve devamlıdır. İşte Resûlullah´ın ameli buna benzetilmiştir. Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm خَيْرُ اُمُورِ اَدْوَمُهَا وإنْ قَلّ
“İşlerin ve amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır” diyerek sistemli ve devamlı olan hayırlı amelleri övmüştür. Bir işin az da olsa devamlı olması bir sistemin ifadesidir. Sistem güven verir, netice hasıl eder. Bu sebeple geçici olan çok amele itibar edilmemiş, tavsiye edilmemiştir.[112]
ORUCUN HARAM OLDUĞU GÜNLER
ـ3169 ـ1 -عن أبي سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: َ يَصْلَحُ الصِّيَامُ فِي يَوْمَيْنِ: يَومِ الْفِطْرِ وَيَومِ النَّحْرِ[. أخرجه الخمسة إ النسائى، وَهذا لفظ مسلم .
1. (3169)- Ebu Sa´îd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İki günde oruç câiz olmaz: Fıtır günü (Ramazan bayramının birinci günü) ve Nahr günü.”[113]
AÇIKLAMA:
Resûlullah iki dînî bayramın birinci günlerinde oruç tutmayı yasaklamıştır.
Ancak, bir kimse oruç tutmaya nezretse bu da bayram gününe tesadüf etse, bu nezri yerine getirmesi şart mı diye münakaşa edilmiştir.
Ulemâ bu iki bayram gününde nezir, kefâret, tetavvû, kaza, temettü… her çeşit orucun haram olduğunu söylemekte icmâ etmiştir. İhtilaf edilen husus, bu yasağa rağmen bayram günü oruç tutan kimsenin durumudur:
* Ebu Hanîfe bu orucun “oruç” olduğuna hükmeder ve nezrin mün´akid olduğunu söyler.
Cumhur muhalefet ederek: “Zeyd, “geldiğim gün oruç tutacağım” diye nezretse ve bayram günü gelse bu nezir mün´akid olmaz” der. Hanefiler: “Nezir mün´akid olur, orucu kaza etmesi gerekir” der; bir rivayette “oruç tutması değil, fakir doyurması gerekir” denmiştir. Evzâ´î´ye göre de kaza gerekir, ancak niyyeten bayramı istisna etmişse kaza gerekmez. İmam Mâlik´ten bir rivayete göre kazaya niyet etmişse kaza eder, değilse etmez dediği rivayet edilmiştir.
İbnu Ömer bu meselede sorulunca cevap vermemiş, tevakkuf etmiştir.
Bu meselede ihtilafın aslı: “Nehiy, kendisinden yasaklanan şeyin sıhhatini iktiza eder mi ” sualine dayanır. Ekseriyet: “Hayır!” demiştir. Muhammed İbnu´l-Hasan, “Evet!” der ve: “Bayram günü oruç tutmanın mümkün olacağını, mümkün olunca da sıhhatinin sâbit olacağını” söyler. Ancak, kendisine: “Bu imkân aklîdir, ihtilaf ise şer´î bir şeydedir, şer´an yasaklanan şeyin yapılması şer´an mümkün değildir” diye cevap verilmiştir.
Caiz görmeyenler şöyle bir delil daha getirirler: “Mutlak olarak nâfile olan bir şey, yapılmaktan men edilirse, o artık mün´akid olmaz. çünkü nehyedilen şeyin -tenzihen veya tahrimen haram olmasına bakılmadan- terki madub olur, nâfile ise yapılması matlubtur, öyle ise iki zıd bir araya gelemez.”
Nevevî, bahsi şöyle hülâsâ eder: “ulemâ, bu iki günde nezir, tetavvu, kefâret vs. gibi herhangi bir maksadla oruç tutmanın haram, olduğunu söylemekte icma eder. Bir kimse, o iki günde, müteammiden oruç tutmaya nezredecek olsa, Şâfiî ve cumhur: “Nezri mün´akid olmaz (yani bu nezr yerine getirilmesi gereken bir nezir değildir), kazası da gerekmez” derler. Ebu Hanîfe ise, “nezir mün´akiddir, kazası gerekir” der ve ilave eder: “şayet o iki günde oruç tutarsa, nezrini yerine getirmiş olur.” Ancak bütün ulemâ bu meselede Ebu Hanîfe´ye muhalefet etmiştir.”[114]
ـ3170 ـ2 -و عن عقبة بن عامر رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : يَومُ عَرَفَةَ، وَيَوْمُ النَّحْرِ ، وَيَوْمُ النَّحْرِ، وَأيَّامُ التَّشْرِيقِ عِيدُنَا أَهْلَ ا“ِسَْمِ، وَهِى أَيّامُ أَكْلٍ وَشُرْبٍ[. أخرجه أصحاب السنن، وصححه الترمذي.
2. (3170)- Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri, biz müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme-içme günleridir.”[115]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, burada kısmen bayram tarifi sunmaktadır: Bayram, yeme ve içme günleridir. Bu sebeple de o iki günde oruç tutmak yasaklanmıştır.
2- Bu hadiste teşrik günleri de bayram olarak tavsif edilmektedir. Teşrik günlerine “eyyâmu´l Ma´dûdat” ve “eyyâmu´l-Minâ” da denir. Zilhicce´nin 11, 12 ve 13. günlerine tekâbül eder. Eyyâmu´t-Teşrîk´in ta´yininde bazı ihtilaflar olmuş ise de esahh olan yevm-i nahr´i tâkib eden üç gündür. Teşrîk, kurbanların etlerini güneşte kurutmak, sermek mânasına gelir.
Eyyâmu´t-teşrik´de oruç tutma meselesi ihtilaflıdır. Nevevî der ki: “O günlerde, hiçbir suretle oruç helal olmaz diyenlere bu hadiste delil vardır.” Şâfiî mezhebi´nin iki görüşünden muteber olanı da budur. Ebu Hanîfe, İbnu´l-Münzîr vs. de bu görüştedir. Bir kısım ulemâ: “Herkes için, nafile ve diğer çeşit oruç tutmak câizdir” demiştir. Zübeyr İbnu´l-Avvâm, İbnu Ömer ve İbnu Sîrîn´in de bu görüşte oldukları rivayet edilmiştir. İmam Mâlik, Evzâî, İshâk İbnu Râhuye ve bir görüşünde Şâfi´î: “Teşrik günlerinde oruç, hacc-ı temettü yapanlara -kurbanlık bulamadıkları takdirde- câizdir, başkalarına değildir” demişlerdir. Adı geçenler mezkur hükme giderken Buharî´de Hz. Aişe ve İbnu Ömer´den mevkuf olarak gelen şu hadise istinâd ederler: “Teşrik günlerinde sadece kurbanlık bulamayanlara oruç tutma ruhsatı verilir.”[116]
ـ3171 ـ3 -و عن نبيشة الـهذلي رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أيَّامُ التَّشْرِيقِ أيَّامُ أَكْلٍ وَشُرْبٍ، وَذِكْرِ اللّهِ تَعَالَى[. أخرجه مسلم. »أيَّامُ التَّشِريقِ«: ثثة أيام بعد النحر، سميت بذلك ‘نهم كانوا يشرّقون فيها لحوم ا‘ضاحي في الشمس .
3. (3171)- Nübeyşe el-Hüzelî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Teşrik günleri, yeme-içme ve Allah´a zikretme günleridir.”[117]
AÇIKLAMA:
Burada İslamî bayramın bir vasfını daha görüyoruz: Allah Teâlâ´ya zikir… Bunu İslâmî telâkkide bayram ve tatil anlayışını tesbitte ehemmiyetli bir nokta olarak görüyoruz. Bayram sadece yeme, içme -ve günümüzün telâkkisinde olduğu üzere eğlence- demek değil, aynı zamanda Allah´ın daha ziyâde zikredileceği bir gündür. Bayram, gününü, farz olan mûtad sabah namazının dışında bir ibadetle yani bayram namazı ile başlatmak bu açıdan mânidardır. Nitekim, mü´minin haftalık bayramı olan cum´a günü de hususi bir namaz ve hutbe ile başlar. Öyle ise mü´min Allah´a zikirle başlattığı bayram ve tatil gününü dinî bir muhteva içerisinde geçirmelidir. Yeme, içme, ziyaret gibi diğer davranışları dinî havayı bozmayacak şekilde yürütülmelidir.[118]
ـ4 ـ485 -وعن صلة بن زفر قال: ]كُنَّا عِنْدَ عَمَّارٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْ فِي الْيَوْمِ الَّذِى يُشَكُّ فِيهِ مِنْ شَعْبَانَ أوْ رَمَضَانَ، فَأُتِينَا بِشَاةٍ مَصْلِيَّةٍ، فَتَنَحَّى بَعْضُ الْقَومِ، فَقَالَ: إِنِّي صَائِمٌ فَقَالَ عَمَّارٌ: مَنْ صَامَ هَذَا الْيَوْمَ، فَقَدْ عَصَى أَبَا الْقَاسِمِ[. أخرجه أصحاب السنن و صححه الترمذي.
4. (3172)- Sıla İbnu Züfer anlatıyor: “Biz, şabandan mı, Ramazandan mı olduğu şüphe edilen günde Ammâr (radıyallahu anh)´ın yanında idik. Bize kızartılmış bir koyun getirildi. Cemaatten biri: “Ben oruçluyum” diyerek geri çekildi. Ammâr: “Kim bugün oruç tutarsa, muhakkak olarak Ebu´l-Kâsım aleyhissalâtu vesselâm´a isyan etmiştir” dedi”.[119]
AÇIKLAMA:
1- Buharî bu hadisi muallak olarak kaydetmiştir.
2- Daha önce de kaydedildiği üzere, ulemâ yevm-i şekk´de oruç tutmayı haram olarak tavsif etmiştir. İbnu Hacer, hadisten bu hükme giderken, ulemânın: “Sahâbe kendi hevâsına göre böyle davranmaz, bu hüküm Resûlullah´tan olmalıdır” dediğini belirtir. Şu halde hadis, lafzen mevkuf ise de hükmen merfudur.[120]
ـ3173 ـ5 -و عن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما يرفعه: ]مَنْ صَامَ ا‘َبَدَ فََ صَامَ وََ أَفْطَرَ[. أخرجه النسائي.
5. (3173)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim ebed orucu tutarsa, ne oruç tutmuş, ne iftar etmiştir.”[121]
AÇIKLAMA:
Hadiste savmu´l-ebed tabiriyle ifade edilen ebed orucu ile, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bayram ve teşrik günleri dahil, yılın her gününde tutulan orucu kastetmiş olacağını belirtirler. “Çünkü derler, bu günlerde yedikten sonra yılın geri kalan günlerinde fasılasız oruç tutmak câizdir.”
Ebed orucu tutan hakkında, “orucu da iftarı da yoktur” ifadesi, sevabın düşeceğini ifade eder. Bazı şârihler hadisi şöyle izah ederler: “Sevabının azlığı sebebiyle hiç tutmamış gibidir, açlık ve susuzluğa tahammülü sebebiyle de hiç iftar etmemiş gibidir.” Bazıları: “Hadis, bu oruçtan men etmek gayesini güden bir bedduadır” derken, bazıları da: “Böyle oruç tutan kimseye oruçtan bir nasib kalmaz, çünkü artık onun için oruç bir âdet hâlini almıştır. Yemesi de gerçek bir iftar sayılmaz, o yönden de bir hazzı, nasibi yoktur” demiştir.
Bazıları: “Nehiy, sünnete muhalefet sebebiyle varid olmuştur” demiştir.[122]
ـ3174 ـ6 -وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِذَا انْتَصَفَ شَعْبَانُ فََ تَصُومُوا[. أخرجه أبو داود، وهذا لفظه والترمذي .
6. (3174)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şaban ayı yarılandı mı artık oruç tutmayın.”[123]
ـ3175 ـ7 -وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : َ يتَقَدَّمَنَّ أَحَدُكُمْ رَمَضَانَ بِصَومٍ أَوْ يَومَيْنِ إَِّ أَنْ يَكُونَ رَجًُ كَانَ يَصُوماً صَوْمًا فَلْيَصُمْهُ[. أخرجه الخمسة.
7. (3175)- Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden Kimse, ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamasın. Eğer bir kimse, önceden oruç tutmakta idiyse, orucunu tutsun.”[124]
AÇIKLAMA:
Bu hadis ramazan ayının bir-iki gün öncesinden oruca başlamayı yasaklamaktadır. Âlimler hadisten, yasaklamanın, ramazan olabilir endişesine düşerek “ihtiyat düşüncesiyle” tutulacak oruca râci olduğunu anlarlar. Nitekim hadisin devamında, o günlerde ikiden fazla oruç tutmaya azmetmiş kimsenin önceden başladığı oruçlarını devam ettirerek Ramazan´dan bir-iki gün öncesini de oruçlu geçirebileceğini belirtir. Tirmizî de hadisi kaydettikten sonra: “Ehl-i ilm nezdinde amel bu hadise göredir, kişinin, ramazan olabilir düşüncesiyle, daha ramazan girmeden orucu önceden başlatmasını mekruh addettiler” der. Ayrıca şunu ilave eder: “Ancak, bir kimsenin tutmakta olduğu orucu o günlere denk gelirse, bunu tutmasında âlimler bir beis görmezler.”
Bazıları: “Bir-iki gün önceden oruç tutma yasağındaki hikmet´i: “Yemek suretiyle ramazan için kuvvet kazanmak, böylece oruç ayına daha güçlü, daha canlı girmektir” diye açıklamış ise de İbnu Hacer: “Bu, su götüren bir iddiadır, çünkü hadîse göre, kişi üç veya dört gün önceden oruca başlayacak olsa bu, caizdir” der. Mezkur yasağı: “Farz ile nâfilenin karışma korkusu var” diye izah eden de olmuş ise de: “Nâfileyi adet edinene de cevaz verilmiştir” diyerek buna da itiraz edilmiştir. Bazıları yasağı: “Ramazana hükmetmek, rü´yete yani hilâlin görülmesine bağlanmıştır, kim bir-iki gün önceden başlarsa bu prensibe ta´n etmiş, (aykırı hareket etmiş olur)” diye izah etmiştir. İbnu Hacer: “İtimad edilecek görüş budur” der. Devamla der ki:
“Hadiste beyan edilen istisnanın mânası şudur: Kimin virdi var ise ona ramazanda izin verilmiştir, çünkü ona alışmış ve ülfet peyda etmiştir. Kişinin alıştığı şeyi terketmesi ağır gelir. Şu halde bu, hiç bir şekilde ramazanı karşılamalı demek değildir. Vâcib oldukları için kaza ve nezir oruçları da buna dahil edilir. Bazı âlimler: “Kaza ve nezir oruçları, bunlara vefa göstermenin vâcib olduğunu gösteren kat´i delillerle istisna edilir, kat´î olan zorla iptal olmaz” demiştir.[125]
ـ3176 ـ8 -وعن أيضاً رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهَى رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : عَنْ صَوْمِ يَومٍ عَرَفَةَ بِعَرَفَةَ[. أخرجه أبو داود .
8. (3176)- Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Arefe günü Arafât´da oruç tutmayı yasakladı.”[126]
AÇIKLAMA:
Hattabî, “bu nehyin, vücub ifade eden bir yasaklama olmayıp istihbâb ifade eden yani uyulması müstehab olan bir yasaklama olduğunu” söyler. “Çünkü der, muhrimi (ihramlı kimseyi) bundan nehyetti, tâ ki oruç sebebiyle zayıf düşüp, bu mübarek makamda dua ve tazarrudan geri kalmasın.”
Kim de kuvvetli olur, oruç sebebiyle zaafa düşeceğinden korkulmazsa o gün onun oruç tutmasının efdal olduğu umulur. Nitekim -daha önce de geçtiği üzere- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Arefe gününde tutulan oruç, geçen ve gelecek sene olmak üzere iki yılın günahına kefâret olur” buyurmuştur.
Ulemâ, hacc yapan kimsenin Arefe günü tutacağı oruç hususunda ihtilaf etmiştir. Osman İbnu Ebi´l-As ve İbnu´z-Zübeyr´in bu orucu tuttuğu rivayet edilmiştir. Ahmed İbnu Hanbel: “Buna gücü yetip yapabilen tutar; eğer yerse, o gün kuvvete ihtiyacı vardır” demiştir. İshak da bunu hacıya müstehab bilirdi. Atâ “Kışta tutarım, yazda tutmam” demiştir. İmam Mâlik, Süfyânu´s-Sevrî ve Şafi´î, hacının Arafat´ta yemesini tercih ederler.[127]
ـ3177 ـ9 -وعن رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: َ يَصُومَنَّ أَحَدُكُمْ يَومَ الجُمُعَةِ إَّ أنْ يَصُومَ يَوماً قَبْلَهُ، أوْ يَوْماً بَعْدَهُ[. أخرجه الخمسة إ النسائي، وهذا لفظ البخاري .
9. (3177)- Yine Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden hiç kimse, cum´a günü oruç tutmasın. Ancak bir gün önceden veya sonradan oruç tutuyorsa bu takdirde cum´a günü de oruç tutabilir.”[128]
ـ3178 ـ10 -وفي رواية لمسلم : ]َ تَخُصُّوا لَيْلَةَ الجُمُعَةِ بِقِيَامٍ مِنْ بَيْنٍ اللَّيَالِى، وََ تَخُصُّوا يَومَ الجُمُعَةِ بِصِيَامٍ مِنْ بَينٍ ا‘َيَّامِ اِ‘َّ أَنْ يَكُونَ فِي صَوْمٍ بَصُومُهُ أَحَدُكُمْ[.
10. (3178)- Müslim´in bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “Cum´a gecesini, diğer geceler arasında gece namazına tahsis etmeyin, cum´a gününü de diğer günler arasında oruç günü olarak tayin etmeyin, ancak birinizin tutmakta olduğu oruç arasına denk gelirse o hâriç.”[129]
AÇIKLAMA:
Yukarıdaki iki hadis, cum´a günü oruç tutmaya yasak getirmektedir. Yasak mûtlak olmayıp kayıtlıdır: Tutulacak bir oruç için cum´anın seçilmemesi esastır. Aksi takdirde kaza, nezir veya nâfile niyetiyle başlanmış bulunan muayyen miktar bir oruca devam edilirken cum´aya rastladığı takdirde cum´ayı adamak suretiyle programın bölünmesi gerekmez, bu takdirde cum´a günü de oruç tutulabilir. Cum´ayâ konan oruç yasağı, o günün de mü´minin haftalık bayramı olmasındandır. Bayram, yeme-içme ve ibadet günüdür. Bu hususu Nevevî şöyle açıklar: “Ulemâ dedi ki: “Bu yasaktaki hikmet şudur: Cum´a günü dua, zikir ve ibadet günüdür. Gusûl ve namaza erkenden gidip onu bekleme, hutbeyi dinleme, namazdan sonra “Namazı bitirince yeryüzüne dağılın, Allah´ın fazlından arayın ve Allah´ı çok zikredin” (Cum´a 10) ayeti gereğince Allah´ı çok zikretme gibi cum´aya mahsus işler var. Öyle ise bunların canlılık ve şevk içinde yapılması, usanma ve yorgunluk hissedilmemesi için cuma günü yemek müstehabtır.”
İbnu Hacer de şu açıklamayı yapar: “Hadisin yer verdiği istisnadan, cum´a gününden önce ve sonra oruç tutacak kimseye veya eyyam´l bî´z gibi, oruç tutulması müstehab olan günler cum´aya rastlarsa veya arefe gibi bazı günlerde oruç tutmayı adet edinen kimse, o günün cum´aya rastladığını görürse cum´a günü oruç tutmaya cevaz çıkmaktadır. Keza bir kimse: “Zeyd´in geldiği gün oruç tutacağım” dese, Zeyd de cum´a günü gelse bu durumda da cevaz mevcuttur.”[130]
ـ3179 ـ11 -وعن عبد اللّه بن بسر السلمي عن أخته الصماء رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: َ تَصُومُوا يَومَ السَّبْتِ إَّ فِيَمَا افْتَرَضَ اللّهُ علَيْكُمْ، فَإِنَّ لَمْ بَجٍدْ أَحَدُكُمْ إَّ لِحَاءَ
عِنَبَةٍ، أَوْ عُودَ شَجَرَةٍ فَلْيَمْضُغْهُ[. أخرجه أَبُو داود ، وقال إنه حديث منسوخ، وحسنه الترمذي. »لِحَاءُ الْعِنَبَةِ«. قشرها .
11. (3179)- Abdullah İbnu Büsr es-Sülemî, kızkardeşi es-Sammâ (radıyallahu anhâ)´dan naklediyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Cumartesi günü oruç tutmayın, ancak Allah´ın size farzettiği şeyde o gün oruç tutarsınız. Biriniz yiyecek nev´inden bir şey bulamaz da sadece üzüm (asması) kabuğu veya bir ağaç çöpü bulacak olsa onu ağzında çiğnesin (ve yine de cumartesi günü oruçlu olmasın).”[131]
AÇIKLAMA:
1- Burada da cumartesinin tek başına tutulması yasaklanmaktadır. Âlimler, cum´ada olduğu gibi bunun da münferiden oruçlu geçirilmesinin yasaklanmasındaki hikmeti “yahudilere muhalefet”le açıklarlar. Cumhur, buradaki yasağın da tahrîmî değil tenzihî olduğuna hükmetmiştir. “Allah´ın farzettiği” istisnasına farzlar, nezirler, borçların kazası, kefâret gibi oruçların dâhil olduğu belirtilmiştir. Keza Arefe, Aşûra, eyyâmu´l- bî´z gibi sünnet oruçların, vird dediğimiz ferdî nafile oruçlarımızın rastlaması halinde yine cumartesi günü oruç tutulabileceği âlimlerce belirtilmiş, bunların da mezkur istisnaya dâhil olduğu gösterilmiştir. İbnu´l-Melek zilhicce´nin onu´nu, Dâvudî orucu da bunlara dahil eder ve ilaveten der ki: “Yasaklanan şey, yahudilerin yaptığı üzere, cumartesi günü oruç tutmayı vâcib bilircesine ona ziyâde bir itina ve alâka göstermektir.” Bazı âlimler, bu söylenen tarzda tutulacak cumartesi orucunun tenzîhî bir yasak olmakla kalmayıp tahrimî olacağını söylemiştir.
2- Hadiste geçen لِحَاءَ عِنَبَةٍtâbiri, bir üzüm tanesinin kabuğu mânasına gelir ise de âlimler umumiyetle asma denen üzüm ağacının kabuğundan bir istiâre olduğunu belirtirler. Zaten arkadan da herhangi bir ağacın çöpü zikredilerek, gayenin o gün oruç tutmama gereğini te´kid etmek olduğu belirtilmiştir. Yani: “Yiyecek hiç bir şey bulunmasa bile, ağaç çöpü çiğneyerek oruç bozulmalıdır” denmekte, cumartesi orucundan sakındırılmaktadır.[132]
ORUCUN SÜNNETLERİ
ـ3180 ـ1 -وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: تَسَحَّرُوا فَإِنَّ فِي السَّحُورِ بَرَكَةً[. أخرجه الخمسة إ أبا داود .
1. (3180)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket var.”[133]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada sahura kalkmayı emretmektedir. Âlimler, başka rivayetleri de gözönüne alarak bu emrin vâcib ifade etmediğini, nedb ifade ettiğini söylerler. Hatta, İbnu Hacer´in kaydına göre İbnu´l-Münzir “sahurun mendub oluşunda ulemânın icmâını” nakletmiştir.
Sahura kalkmak veya sahur yemeği yemek, oruç tutacak kimsenin, orucun başlama (imsak) vakti olan fecirden önce bir şeyler yemesidir. Bundan murad çok şeyler yemek değildir. Resûlullah: Bir yudum su ile de olsa sahur yapın” buyurmuştur. İbnu Hacer: “Az miktardaki yiyecek ve içecekle de sahur yapılmış olur” der. Ahmed İbnu Hanbel´in Ebu Saîdi´l-Hudrî (radıyallahu anh)´den kaydettiği bir hadiste Aleyhissalâtu vesselâm: “Sahur berekettir, sakın onu bırakmayın. Bir yudumluk su ile de olsa sahur yapın. Zira Allah ve melekleri, sahur yapanlara rahmet okurlar” buyurmuştur.
2- İbnu Hacer, hadiste, sahur için vaadedilen bereketten muradın ecr ve sevap olduğunu söyler. Sahurun vereceği güçle orucun daha canlı, daha şevkli tutulacağını belirtir. Bazı âlimler bereketten maksadın sahur´un sebep olduğu seher vakti uyanması ve duası olduğunu söylemiştir. Bazı âlimler sahura kalkmakla çok cihetten bereket hâsıl olacağını söyler:
* Sünnete uymak.
* Ehl-i Kitab´a muhâlefet.
* İbadet etmeye sahur yemeği ile güç kazanmak.
* Şevk ve canlılıkta artış.
* Açlığın sebep olacağı ahlâkî düşüklüğün atılması.
* O sırada isteyeceklere, sadaka verme imkânına kavuşmak.
* Dua ve ibadetlerin kabul edilme vakti olan seher vaktinde dua ve zikre sebebiyet.
* Uykudan önce ihmal edenlere oruca niyet etme imkanı… vs.[134]
ـ3181 ـ2 -وعن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : فَصْلُ مَا بَيْنَ صِيَامِنَا وَصِيَامِ أهْلِ الكِتَابِ أكْلَةُ السَّحَرِ[. أخرجه الخمسة إ البخاري .
2. (3181)- Amr İbnu´l-As (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bizim orucumuzla Ehl-i Kitab´ın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir.”[135]
AÇIKLAMA:
Hadiste ehl-i kitapdan yahudi ve hıristiyanlarla müslümanların oruçları arasındaki farkın sahur yemeği olduğu söylenmektedir. Hadisin açıklanması sadedinde Şârih Türbüştî der ki: “Mâna şudur: Sahur yemeği, bizim orucumuzla ehl-i kitab´ın orucu arasında ayırdedici farktır. Çünkü Allah Teâlâ hazretleri İslam´ın başında bize de haram iken sonradan helal kılmış ve sabatı vakti girinceye kadar mübah saymıştır. Halbuki bunu onlara, uyuduktan sonra veya mutlak olarak haram kılmış idi. Şu halde bizim onlara muhalefetimiz, bu nimete karşı şükür yerine geçer.” Aliyyu´l-Kârî, İbnu Hümâm´ın sahur hakkındaki: “Bu, geçmiş peygamberlerin sünnetidir” sözünü, “sahih değildir” diye reddeder.
Hattâbî, hadiste sahura teşvikten başka, İslam dininin kolaylık olup, onda zorluğun bulunmadığına dair delil olduğunu belirtir.[136]
ـ3182 ـ3 -وعن زيد بن ثابت رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]تَسَحَّرْنَا مَعَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ثُمَّ قُمْنَا إِلَى الصََّةِ قِيلَ كَمْ كَانَ بَيْنَ ذَلِكَ؟ قَالَ: قَدْرُ خَمْسِيْنَ آيَةً[. أخرجه الخمسة إ أبا داود .
3. (3182)- Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la birlikte sahur yemeği yedik, sonra namaza kalktık.” Kendisine: “(Yemekle sahur) arasında ne kadar zaman geçti ” diye sorulmuştu, şu cevabı verdi: “Elli âyet (okuyacak) kadar!”[137]
AÇIKLAMA:
1- Burada sahur vaktinin sonu ile, sabah namazı vaktinin başı hakkında soru sorulmuş olmaktadır.
2- Zeyd İbnu Sâbit´in “elli âyet (okuyacak) kadar” şeklindeki tarifini İbnu Hacer şöyle açıklar: “Yani ne uzun ne kısa olmayan orta uzunluktaki (mutavassıt) âyetlerden, ne çok hızlı ne de çok yavaş olmayan orta hızla okunmak kaydıyla…”
Mühelleb ve diğer bazı âlimler der ki: “Bu hadiste bedenî amellerle zaman takdiri vardır. Araplar vakti bu tarzda takdir ederlerdi: “Bir keçi sağımı müddeti”, “Bir deve kesimi müddeti…” gibi. Zeyd İbnu Sâbit bu tarzı bırakarak Kur´an kıraatiyle takdire yer vermiş bulunmakta ve böylece, o vaktin tilâvet yoluyla ibadet yapma vakti olduğuna da dikkat çekmiş olmaktadır…”
İbnu Ebî Cemre bu ifadeyi değerlendirerek, Ashab´ın, zamanlarını hep ibâdetle geçirdiklerine delil bulur.
Hadis, sahurun te´hirine de delildir. Geciktirmede sahur yemeğinin gayesine ulaşması açısından fayda vardır. Âlimler, Resûlullah´ın her işte ümmetine en kolay, en muvafık olanı seçtiği gibi burada da aynı şeyi yaptığını belirtirler: “Sözgelimi derler, hiç sahura kalkmasaydı bu, ümmetinin bir kısmına zor olurdu. Gece yarısında sahura kalksaydı bu da en azından uykunun galebe çaldığı kimselere zor gelir ve sabah namazının terkine götürebilir veya seher vaktinde kalkmak için hususi bir gayret gerektirebilirdi.”
Kurtubî: “Hadiste, yemeği fecir vakti girmezden önce kesmeye delil var” der.[138]
ـ3183 ـ4 -وعن سهل بن رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ أَتَسْحَّرُ فِي أَهْلِي، ثُمَّ تَكُونُ بِي سُرْعَةٌ أَنْ أُدْرِكَ صََةَ الفَجْرِ مَعَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ[. أخرجه البخَاري .
4. (3183)- Sehl İbnu Sa´d (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben ailem içerisinde sahur yemeği yiyordum. Sonra ben, sabah namazını Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la birlikte kılmak için sür´atli yiyordum.”[139]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, sahur yemeğinin şafak sökme anına yakın olarak yenmesine Ashab´tan bir delil olmaktadır. Önceki rivayette de sahurun fecir vaktine kadar uzamamak kaydıyla imkan nisbetinde te´hirinin müstehab olduğu belirtilmişti.
Bu rivâyet sabah namazını Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın karanlıkta ve vaktin başında kıldığına da delil olmaktadır.[140]
ـ3184 ـ5 -وعن زرّ بن حبيش قال: ]قُلْنَا لِحُذَيفَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: أَيَّ سَاعَةٍ تَسَحَّرْتَ مَعَ النَّبىِّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ قَالَ: هُوَ النَّهَارُ إَِّ أَنَّ الشَّمْسَ لَمْ تَطْلُعْ[. أخرجه النسائى .
5. (3184)- Zirr İbnu Hubeyş anlatıyor: “Huzeyfe (radıyallahu anh)´ye: “Sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte hangi vakitte sahur yedin ” diye sorduk. Şu cevabı verdi: “Gündüzdü, ancak güneş doğmamıştı.”[141]
AÇIKLAMA:
Sindî, buradaki nehâr (gündüz) kelimesi ile şer´î nehâr´ın kastedilmiş olacağını,[142] şems (güneş) kelimesi ile de fecr´in kastedilmiş olacağını belirtir. Ve der ki: “(Huzeyfe (radıyallahu anh)´nin maksadı, fecrin doğmasına yakın sahur yediklerini belirtmektir.”
Kurtubî, bir önceki hadisle bu hadis arasında teâruz görür. Çünkü orada fecrin doğmasından önce sahur yemeye son verildiği belirtilirken, burada farklı kelimelere yer verilmektedir. İbnu Hacer şöyle bir açıklama getirir: “Bu iki hadis arasında muâraza yoktur. Hadisler, farklı hallere hamledilir. Bu rivayetlerden birinde (Resûlullah´ın sahura hep böyle) muntazam şekilde devamını gösteren husus yoktur. Böylece anlaşılır ki, Hz. Huzeyfe´nin anlattığı hâdise daha önce vukûa gelmiştir.”
Aynî böylesi bir cevabı tatminkâr bulmaz ve der ki: “Bu cevap yeterli değildir. Kesin cevap, Hâfız Ebu Câfer et-Tahâvî´nin verdiği cevaptır. O, Huzeyfe hadisini rivayetten sonra der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan Huzeyfe´nin yaptığı rivayete muhalif rivayet de gelmiştir. Bunlardan bazılarında Buharî ve Müslim ittifak eder. Mesela biri şudur: َ”Bilâl´in ezanı yeyip içmenize mani olmasın, çünkü o, geceleyin okur, ta ki (sabahın yakın olduğunu bildirerek) namaz kılmakta olanı istirahata göndersin, uyuyanızı da uyandırsın.” Bilâl hadisin şu âyetin nüzûlünden önceye ait olması muhtemeldir: “Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırd edilinceye kadar yiyin için” (Bakara 187). Ebu Bekr er-Râzi, hadisle ilgili olarak özetle şöyle der: “Bu rivayet, âhad hadislerden olmaktan başka, Hz. Huzeyfe´den sübûtu da kesin değildir. Bi´n-netice buna dayanarak Kur´ân´a itiraz etmek câiz olmaz. Ayette “tan yerinde beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırd edilinceye kadar yiyin için” dendiğine göre, fecrin beyazlığı kastedilmiş olan beyaz iplik´in ufuktan zuhurundan itibaren oruç vâcib olur, öyleyse, Allah Teâlâ´nın Kur´ân´da bu şekilde haram kılması varken, fecir doğduktan sonra yeyip içmek nasıl câiz olur “[143]
ـ3185 ـ6 -وعن طلق بن علي رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: كُلُوا وَاشْرَبُوا، وََ يَهيدَنَّكُمُ السَّاطِعُ المُصْعِدُ حَتَّى يعْتَرِضَ لَكُمُ ا‘َحْمَرُ[. أخرجه أبو داود والترمذي .
6. (3185)- Talk İbnu Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Fecr-i kâzib size mâni olmasın, fecr-i sadık karşınıza çıkıncaya kadar yiyin için.”[144]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, geceleyin ufukta zuhur eden ilk aydınlığa aldanmamaya dikkat çekmektedir. Zira, bu ilk aydınlık sabahın başlangıcı değil, belki habercisidir. Bu ilk aydınlığa fecr-i kâzib (yalancı fecir) denmektedir. Hadiste bu, Sâtı´u´l- mus´ıd diye ifade edilmiştir.
Fecr-i sâdık denen sabahın başlangıcı olan hakiki fecr, hadiste ahmer kelimesiyle ifade edilmiştir. Ahmer, lügat olarak kızıl, kırmızı mânâlarına gelir. Hadiste, başlangıcı kırmızı olan beyazlık kastedilir. Araplar bazı durumlarda ahmer (kızıl) kelimesini beyaz mânasında kullanmışlardır. Mesela hadiste Aleyhissalâtu vesselâm: “Ben kızıllara ve siyahlara peygamber olarak gönderildim” buyurmuştur. Burada kızıl diye çevirdiğimiz ahmer kelimesi “beyaz” mânasında kullanılmıştır. Mâna: “Ben beyazlara da siyahlara da peygamber olarak gönderildim” demek olur. Keza Araplar إمْرَأةٌ حَمْرَاءُ
“kırmızı bir kadın” tabiriyle beyaz bir kadın kastederler.Öyleyse hadis bize, sabahın beyazlığı yani fecr-i sâdık ufukta görülünceye kadar yeyip içmeye devamı irşâd buyurmaktadır.[145]
ـ7 ـ495 -وللشيخين عن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]هُوَ المُعْتَرِضُ، وَلَيْسَ بِالمُسْتَطِيلِ[.»َ يَهِيدَنَّكُمْ«: أى يزعجكم الفجر المستطيل فإنه الصبح الكذاب ف تمتنعوا به عن ا‘كل والشرب .
7. (3186)- Buhari ve Müslim´in İbnu Mes´ud (radıyallahu anh)´dan rivayetlerine göre, Resûlullah, fecr-i sâdık´ı tarif ederken: “O, enlemesine görülen aydınlıktır, uzunlamasına görülen değil” buyurdu.”[146]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, fecr-i kâzib ile fecr-i sâdık´ı tarif etmektedir. Anlaşılacağı üzere fecr-i kâzib, ufukta yukarıdan aşağıya şâkûlî (dikey) şekilde inen bir aydınlıktır. Bu, kaybolmakta ve yerine doğu ufkunda ufkî (yatay) şekilde, ufuk boyunca uzanan bir aydınlık çıkmaktadır, işte bu fecr-i sâdık´tır. Bu, gittikçe genişler ve aydınlık artar.
Şu halde, yukarıdan aşağı uzanan aydınlığın zuhur vakti geceye dâhildir. O sırada yenilip içilebilir, henüz sabah vakti girmemiştir.[147]
ـ3187 ـ8 -وعن أبي هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِذَا سَمِعَ أَحَدُكُمُ النِّداَءَ، وَا“ِنَاءُ عَلَى يَدِهِ فََ يَضَعَهُ حَتّى يَقْضِي مِنْهُ حَاجَتَهُ[. أخرجه أبو داود .
8. (3187)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Biriniz ezanı işitince (yiyip-içtiği) kap elinde ise, ihtiyacını görünceye kadar onu bırakmasın.”[148]
AÇIKLAMA:
Hattabî der ki: “Bu, Aleyhissalâtu vesselâm´ın “Bilâl geceleyin ezân okur, siz İbnu Ümmi Mektum da ezân okuyuncaya kadar yiyin için” sözüne racidir. Veya mânası şöyledir: “Kişi ezanı işitir de sabah olup olmadığında şüpheye düşerse..” şöyle ki: Mesela sema bulutlu olur, ezanı işitse de fecre delalet eden alametlerin yokluğu sebebiyle fecrin doğduğu hususunda kesin bir bilgiye ulaşamaz; burada müezzine de güvenememekte haklıdır. Çünkü, mezkur alâmetler müezzine görünse ona da görünecekti. Kendisi bu alâmetleri göremediğine göre müezzin de görememiş, dolayısıyla ezanı yakîn değil, tahmin üzerine okumuş demektir. Ancak, sabahın doğduğu hususunda yakîn elde ederse, artık onun sabah vaktini bilmek için müezzinin ezanına ihtiyacı kalmaz. Zira, ona göre beyaz iplik siyah iplikten ayrıldı mı, artık yiyip içmekten uzak durmakla mükelleftir.”
Beyhâkî der ki: “Bu rivayet sahih ise, cumhura göre bunu, Aleyhissalâtu vesselâm´ın ezânın fecrin doğmasından önce okunduğu vakte hamletmek gerekir, tâ ki kişinin yiyip içmesi fecrin doğuşundan evvelde kalsın.”
Azîmâbâdî der ki: “Kim, bu hadisi ve: “Size İbnu Ümmi Mektum ezan okuyuncaya kadar yiyin için çünkü o şafak sökünceye kadar ezan okumazdı” hadisini ve keza “Beyaz iplik siyah iplikten, yanınızda ayrılıncaya kadar yiyin için…” mealindeki ayet-i kerimeyî düşünecek olursa görür ki, bütün bu nasslarda mesele sabah vaktinin vuzuh kazanmasında düğümleniyor, bu da, fecrin ilk anlarından bir miktar gecikir, müezzin ise, beklemesi sebebiyle fecrin ilk anlarına tesâdüf eder, işte bu anda yiyip içmek, fecrin vuzuh kazanma ânına kadar câiz olur. Ancak bu söylenen, ulemâ arasında meşhur olana muhaliftir. Onlar bu çeşit bir açıklamaya itimad etmezler.”
Aliyyu´l-Kâri der ki: “Aleyhissalâtu vesselâm´ın hadiste geçen: “İhtiyacını görünceye kadar onu (kabı) elinden bırakmasın,” sözü, fecrin henüz doğmadığı hususundaki bilgi veya zannının bulunma haline bağlıdır.” İbnu Melek de aynı şekilde: “Bu, sabahın tulûunu bilmemesine bağlıdır. Şayet, doğduğunu bilir veya doğdu mu diye şekke düşerse, bu câiz olmaz” der.
Hülasa etmek gerekirse, ulemâ ve hususan dört imâm, fecr´in doğuş anında yemek ve içmekten sakınmak gerektiğine hükmetmişlerdir. Bu mâna İbnu Abbâs ve Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ)´den de rivayet edilmiştir.[149]
İFTAR VAKTİ
ـ3188 ـ1 -عن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْى قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِذَا أَقْبَلَ اللَّيْلُ مِنْ هَاهُنَا، وَأدْبَرَ النَّهَارُ مِنْ هَاهُنَا، وَغَرَبَتِ الشَّمْسُ فقدْ أفْطَرَ الصَّائِمُ[. أخرجه الخمسة إ النسائى .
1. (3188)- Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Gece şu taraftan (doğudan) gelince, gündüz de şu taraftan (batıdan) gidince, güneş de batınca oruçlu orucunu açmıştır.”[150]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), iftar anını tarif ederken üç ayrı vasfın tahakkukunu zikretmektedir:
* Gecenin gelmesi.
* Gündüzün gitmesi.
* Güneşin gitmesi…
Âlimler, bu üç şeyden her birinin diğerlerini gerektirdiğini, buna rağmen üçünü de ayrı ayrı zikrettiğini, çünkü bazı şartlarda sâdece biri tahakkuk ettiği halde akşamın gelmediğini belirtir. Mesela kişi bir vadi içerisinde ise güneşin batmasını göremez, bu durumda karanlığın gelmesini ve aydınlığın gitmesini esas alır.
2- “Oruçlu orucunu açmıştır” ifâdesini, Hattâbî: “Oruçlu orucunu açmış hükmündedir, yemese bile…” diye anlar. Bazıları: “Bu ifadenin mânası: “Oruçlu orucunu bozma vaktine girmiştir, bozması câizdir” demiştir.
Hadiste, visâl denen hiç açmadan üst üste birkaç gün oruç tutmanın bâtıl olduğuna delil vardır.
Aynî, Resûlullah´ın “oruçlu orucunu açmıştır” sözünün tazammun ettiği mânayı şöyle açıklar: “Bu söz, kişinin iftar vaktine girdiğini ifâde eder, orucu bozan bir şey almadıkça, güneşin kaybolmasıyla orucun açıldığını değil…”[151]
ـ3189 ـ2 -وعن حميد بن عبد الرحمن: ]أَنَّ عُمَرَ وَعُثْمَانَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمَا: كَانَا يُصَلِّيَانِ الَمَغْرِبَ حِينَ يَنْظُرَانِ إِلَى اللَّيْلِ ا‘َسْوَدِ قَبْلَ أَنْ يُفْطِرَا، ثُمَّ يُفْطِرَانِ بَعْدَ الصََّةِ، وَذَلِكَ فِي رَمَضَانَ[. أخرجه مالك.
2. (3189)- Humeyd İbnu Abdirrahmân anlatıyor: “Hz. Ömer ve Hz. Osman (radıyallahu anhümâ), akşam namazını, gecenin karanlığını (ufukta) görür görmez daha iftarı açmadan kılarlar, namazdan sonra da oruçlarını açarlardı. Bunu ramazanda yaparlardı.”[152]
AÇIKLAMA:
1- “Gecenin karanlığı”ndan maksad, güneş batarken doğu ufkunda görülen siyahlıktır. Bu siyahlığın belirmesi gecenin başlangıcı olmaktadır. Tam ufukta beliren siyahlık gittikçe büyüyerek bütün semayı kaplar. Gündüzle ilgili izler (aydınlık) batı ufkunda daralır ve tamamen kaybolunca yatsı vakti girer.
2- Hz. Osman ve Hz. Ömer´in iftarı tehirleri, bunun meşru olmasından ileri gelir. Eğer mekruh olsaydı bir yudum su ile de olsa acele açarlar, sonra namaza dururlardı. Ebu´l-Velid el-Bâci, “iftarın yıldızların cıvıldaşmasına kadar te´hir edilmesinin mekruh olduğunu” söyler. Ancak şunu da belirtelim ki, Enes (radıyallahu anh)´in İbnu Ebî Şeybe´de kaydedilen bir rivayetine göre, Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm, bir yudum su ile de olsa iftar etmeden namaz kılmazmış. İbnu Abbâs (radıyallahu anh) ve bir grup Selefin de iftardan önce namaz kılmadıkları rivayet edilmiştir.
Görüldüğü üzere mesele ihtilaflıdır. Müteakip hadisler meseleye daha da açıklık getirecektir.[153]
İFTARDA TA´CİL
ـ3190 ـ1 -عن سهل بن سعد رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: َ يَزَالُ النَّاسُ بِخَيْرٍ ماَ عَجَّلُوا الفِطْرَ[. أخرجه الثثة والترمذي .
1. (3190)- Sehl İbnu Sa´d (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İnsanlar iftarda ta´cile yer verdikleri müddetçe hayır üzere devam ederler.”[154]
ـ3191 ـ2 -وعن مالك أنه سمع عبد الكريم بن أبى المخارق يقول: ]مِنْ عَمَلِ النُّبُوَّةِ تَعْجِيلُ الْفِطْرِ، وَا“سْتِينَاءُ بِالسَّحُورِ[. »اسْتِينَاءُ«: التأني والتأخير .
2. (3191)- İmam Mâlik´ten anlatıldığına göre, Abdulkerim İbnu Ebî´l-Muhârik´in şöyle söylediğini işitmiştir: “Nübüvvet (peygamberlik) amellerinden biri de iftarın ta´cili (öne alınması), sahurun da te´hir edilmesidir.”[155]
ـ3192 ـ3 -وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يُفْطِرُ قَبْلَ أَنْ يُصَلِّي عَلَى رُطَبَاتٍ، فَإِنْ لَمْ يَكُنْ فَعَلَى تَمَراَتٍ فَإِنْ لَمْ يَجِدْ حَسَوَاتٍ مِنْ مَاءٍ[. أخرجه أبو داود والبرمذي واللفظ له .
3. (3192)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), namaz kılmazdan önce birkaç taze hurma ile orucunu açardı. Eğer taze hurma yoksa kuru hurma ile açardı. Eğer kuru hurma da bulamazsa birkaç yudum su yudumlardı.”[156]
ـ3193 ـ4-وعن معاذ بن زهرة قال: ]بَلَغَنِي أَنَّ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ إِذَا أَفْطَرَ قَالَ: اَللَّهُمَّ لَكَ صُمْتُ، وَعَلَى رِزْقِكَ أفْطَرْتُ[ .
4. (3193)- Mu´âz İbnu Zühre anlatıyor: “Bana ulaştı ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), iftar ettiği zaman şu duayı okurdu: “Allahümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü. (Ey Allahım senin rızan için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açıyorum.)”[157]
ـ3194 ـ5 -وعن مروان بن سالم عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كَانَ النَّبيُّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يَقُولُ إِذَا أَفْطَرَ : ذَهَبَ الظَّمَأُ، وَابْتَلَّتِ الْعُرُوقُ، وَثَبَتَ ا‘َجْرُ إِنْ شَاءَ اللّهُ تَعَالَى [. أخرجه أبو داود. وزاد رزين، في أوله: »الحمْدُ للّهِ« .
5. (3194)- Mervân İbnu Sâlim, Hz. İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´den naklediyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) orucunu açınca şöyle derdi: “Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşallah Teâlâ sevap kesinleşti.”[158]
ـ3195 ـ6 -وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]وَاصَلَ النَّبيُّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي آخِرِ شَهْرِ رَمَضَانَ فَوَاصَلَ نَاسٌ مَعَهُ فَبَلَغَهُ ذَلِكَ فَقَالَ: لَوْ مُدَّ لَنَا الشَّهْرُ لَوَاصَلْنَا وِصَاً يَدَعُ المُتَعَمِّقُونَ تَعَمُّقَهُمْ. إِنِّى لَسَتُ مِثْلَكُمْ، إِنِّى أَظَلُّ يُطْعِمُنِي رَبِّي وَيُسْقِينِي.[. أخرجه الشيخان والترمذي.»المواصلةُ«: هنا أن يصوم يومين، أو ثثة يفطر فيها.و»التَّعَمُّقُ«: المبالغة، ومجاوزة الحد في ا‘مر. ومعنى »يُطْعِمُنِي وَيُسْقِينِي«. أى يعينني ويقوّيني عليه، فيكون ذلك بمنزلة الطعام والشراب لكم .
6. (3195)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan ayının sonunda oruçları vasletti (yani hiç bozmadan birkaç gün ardarda devam ettirdi). Onunla birlikte halk da vasletti. Durum Resûlullah´a ulaşınca:
“Eğer Ramazan ayı bizim için uzatılsaydı biz onu öyle bir vaslederdik ki derine dalanlar (aşırılar) bundan (aşırdıklarından) vazgeçmek zorunda kalırlardı. Ben sizin gibi değilim. Ben gölgelenirim. Rabbim bana hem yedirir hem de içirir.”[159]
AÇIKLAMA:
1- Sadedinde olduğumuz hadis, visâl´le ilgilidir. Oruçta visâl: Birkaç gün üst üste hiç iftar yapmadan orucu devam ettirmektir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu yapmış, fakat ümmetine tavsiye etmemiştir. Kendisi istemediği halde visâl yapmada ısrar edenlere, yapamıyacaklarını göstermek için izin vermiş, ancak Ramazan bitivermiştir. Bu husustaki adem-i rızasını ifade için: “Eğer ay uzasaydı, (ceza olarak) öylesine müsaade edecektim ki, bu meselede aşın gidenler tâkat getiremeyip hafifletilmesi için talepde bulunacaklardı” mânasında beyanda bulunur.
İbnu Hacer, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu davranışını, Taif Kuşatması sırasındaki davranışına benzetir. Bu kuşatmada Taifliler pek müstahkem olan kalelerine çekilince, Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm, kuşatmayı bırakıp geri çekilmeyi işâret buyurmuşlardı. Ancak askerler bundan hoşnud olmadılar, kuşatmayı devam ettirmek istediler. Resûlullah da ertesi günü erkenden savaşmayı emretti. Birçoğu yaralandı ve çeşitli meşakkatlerle karşılaştılar. Bunun üzerine geri dönmeyi arzuladılar. Resûlullah bu arzuya uygun olarak rücû emri verince hepsi de memnun kaldı.
2- Bu rivayette visâl yapmanın kesinlikle yasaklanmadığı anlaşılmaktadır. Tahammül edebileceklere, tahammül edebilecekleri kadar visâl yapmalarına ruhsat verilmiş gibi… Ancak إيّاكُمْ وَالْوِصَالِ إيّاكُمْ وَالْوِصَالِ”Visâlden kaçının, visâlden kaçının…” gibi daha sert ifadelerle visâl´i yasaklayan hadisler de var. İbnu´l-Arabî, “Resûlullah´ın Ashabına visâl orucu tutma izni onlara bir cezadır, ceza tarikiyle verilen müsaade şeriatten değildir, câiz değildir” der.
3- Hadiste geçen ta´ammuk, lügatte derine dalmak mânasına gelir; aşırı gitmek, mübalağa etmek, ölçünün dışına çıkmak gibi manalara gelir.[160]
ـ3196 ـ7 -وعن أبي بكر بن عبدالرحمن: ]أَنَّ أَبَاهُ أخْبَرَ مَرْوَانَ أنَّ عَائشَةَ وَأُمَّ سَلَمَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمَا أَخْبَرَتَاهُ أنّ النَّبيَّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يُدْرِكُهُ الْفَجْرُ فِي رَمَضَانَ مِنْ غَيْرِ حُلْمٍ فَيَغْتَسِلُ وَيَصُومُ[. أخرجه الستة.
7. (3196)- Ebu Bekr İbnu Abdirrahman´ın anlattığına göre, babası, Mervan´a “Hz. Aişe ve Ümmü Seleme (radıyallahu anhümâ)´nin kendisine şunu haber verdiklerini söylemiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan ayında, rüya sebebiyle olmaksızın cünüb olarak fecir vaktine ulaştığı olurdu da, kalkıp yıkanır ve orucunu tutardı.”[161]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, cünüb olarak sabaha eren kimsenin orucu meselesine temas etmektedir. Selef ulemâsı bu mevzuda ihtilaf etmiştir: Cünübün orucu sahih mi, değil mi Kasden olanla, unutarak olan veya farz oruçla nâfile oruç arasında fark var mı yok mu
Cumhur, bu meselede mutlak cevaza hükmetmiştir.
2- Hadiste geçen, rüya sebebiyle olmaksızın kaydını Ümmü Seleme´nin bir başka rivayeti açıklığa kavuşturur: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) benden cünüb olarak sabaha erer, oruç tutar, bana da tutmamı emrederdi.”
Kurtubî bu rivayette iki fâide vardır der:
* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazanda cinsî temasta bulunmuş ve yıkanma işini âmmden fecrden sonraya bırakmıştır, gayesi bunun câiz olduğunu ümmete göstermektir.
* Cünüb sabaha erme hâdisesi ihtilam sebebiyle değil, temas sebebiyledir. Çünkü Aleyhissalâtu vesselâm ihtilâm olmazdı, çünkü ihtilâm şeytandandır, O ise şeytana karşı ma´sumdur (korunmuştur).
Bazı âlimler “ihtilâmdan olmaksızın” kaydından hareketle, “Bu ibârede Resûlullah´ın da ihtilâm olmasının caiz olduğuna işaret vardır, aksi takdirde bu istisnanın mânası olmazdı” demiştir. Kurtubî bunu: “İhtilâm şeytandandır, O, şeytana karşı masumdur” diye reddetmiştir. Fakat kendisine şu cevap verilmiştir: “İhtilâm kelimesi inzâl´e ıtlak olunur, nitekim inzâl rüyada hiçbir şey görmeksizin de vukua gelir. Hz. Ümmü Seleme´nin cima ile kayıdlamaktan kasdı, bunu Ramazanda âmmden yapanın ertesi günkü orucunu bozar diye inananları reddetmede mübâlağa içindir.”[162]
ـ3197 ـ8 -وعن عامر بن بيعة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ] رَأيْتُ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَاَ أَعُدُّ، وََ أُحْصِي يَسْتَاكُ وَهُوَ صَائِمٌ [. أخرجه البخاري، وأبو والترمذي.
8. (3197)- Âmir İbnu Rebî´a (radıyallahu anh) anlatıyor; “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı, oruçlu iken misvaklandığını sayamayacağım kadar çok gördüm.”[163]
ـ3198 ـ9 -وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما أنه قال: ]يَسْتَاكَ الصَّائمُ أوَّلَ النَّهَارِ وَآخِرَهُ[. أخرجه البخاري في ترجمة.
9. (3198)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şöyle demiştir “Oruçlu, günün başında ve sonunda misvak kullanır.”[164]
AÇIKLAMA:
Bu iki rivayet, oruçlunun misvak kullanmasının câiz olduğunu gösterir. Hattâbî, bazı âlimlerin günün sonuna doğru misvak kullanmanın mekruh olduğuna hükmettiğini belirtir. Onların mekruh demedeki maksadları, oruçlunun halûf denen ağız kokusunun iftar ânına kadar devamını temenni etmelerinden ileri gelmektedir. İmam Şâfiî ve Evzâî´nin bu görüşte olduğu belirtilir. Ebu Hüreyre´den yapılan şu rivayet, bu görüş sahiplerinin delili olmalıdır: “(Radıyallahu anh) Atâ´ya demiştir ki: “Misvak sana ikindiye kadardır. İkindiyi kıldın mı, artık onu bırak. Zira ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan şunu işittim: “Oruçlunun halûfu (ağzındaki koku) Allah indinde, misk kokusundan daha hoştur.”
Mevzu üzerinde sıhhatçe üstün başka rivâyetler de mevcuttur. Bu sebeple ulemâ ekseriyet itibâriyle oruçlunun misvak kullanmasını mekruh addetmemiştir.[165]
ـ3199 ـ10 -وعن أبى هريرة رَضِي اللّه عنه قال : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِهِ، فَلَيْسَ للّهِ تَعَالَى حَاجَةٌ فِي أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ [. أخرجه البخاري وأبو داود والترمذي.
10. (3199)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah´ın ihtiyacı yoktur.”[166]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, zâhirde yalan, gıybet gibi dînen yasaklanmış sözleri bırakmayan kişinin orucu bırakmasını emrediyor gibidir. Ancak ulemâ bunu, yalandan zecr ve yasaklama olarak anlamıştır.
İbnu Battâl der ki: “Hadisin mânası, öylesi kişilere oruçlarını terketmeyi emretmek değildir. Asıl gayesi, yalandan ve onunla birlikte zikredilenlerden sakındırmaktır.”
“Birlikte zikredilenler”den maksad, hadisin başka vecihlerinde gelen ziyadelerdir. Bazı rivayetlerde cehl, bazılarında hıyânet ve kizb (yalan) ziyade olarak zikredilmiştir. Öyleyse hadisi: “Kim oruçlu iken yalan, hıyânet ve cehalet gibi halleri bırakmaz, bunların mucibleriyle amel ederse…” demek olur.
2- Hadiste geçen zûr´dan murad İbnu Hacer´e göre, kizb (yalan), cehl ve sefeh´dir.
İbnu Hacer der ki: “Allah´ın… ihtiyacı yoktur” cümlesi (kullanıldığı gâyede anlaşılmazsa) mânasızdır. Çünkü Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Öyleyse onun mânası: “Allah, onun orucunu istemez” demektir. Şu halde ihtiyaç kelimesi isteme (irade) kelimesi yerine konmuş olmaktadır.”
İbnu´l-Münir, bununla adem-i kabûlün kinâye edildiğini, dolayısıyla o çeşit orucun makbul olmayacağını söyler.
İbnu´l-Arabî de: “Bu hadisin muktezası şudur: “Kim bu söylenenleri yaparsa orucundan sevap elde edemez, öyleyse mânası: “Orucun sevabı yalan ve beraberinde zikredilenlerin günahıyla terazide tartılamaz” demiştir.
Beyzâvî daha farklı bir yaklaşıma yer verir: “Orucun emredilmesinden maksad sâdece açlık değildir. Bilakis ona bağlı olarak şehvetlerin (nefsânî arzuların) kırılması, nefs-i emmârenin nefs-i mutmainne´ye itaat ettirilmesidir. Öyleyse bu söylenenler hâsıl olmazsa, Allah oruca kabul nazarıyla bakmaz. “Allah´ın ihtiyacı yoktur” sözü adem-i kabul´den mecazdır. Sebebi nefyederek müsebbebi kastetmiştir.”
İbnu Hacer der ki: “Beyzâvî, böyle diyerek sevabın azalacağına istidlal etmiştir. Ancak, büyük günahlardan içtinabla küçük günahlar örtülür” denilerek tenkid edilmiştir.” es-Sübkî el-Kebir bu itiraza şu cevabı vermiştir: “Sadedinde olduğumuz hadiste -ve başkasında- önceki görüşe kuvvetli delalet vardır. Zira müstehcen söz (nefes), bağırıp çağırma, yalan ve yalanın gereğiyle amel mutlak olarak yasaklandığı bilinen şeylerdendir. Oruç da mutlak olarak emredilen şeylerdendir. Eğer bu yasaklananlar oruç esnasında yapıldığında oruç onlardan müteessir olmasaydı onların hadiste “oruçta şartıyla” zikredilmelerinin anlaşılabilecek bir mânası olmazdı. Bu hadislerde zikredilmeleri bizi iki hususta uyarmaktadır:
Biri: Bunların oruçta, diğer şeylere nazaran daha çirkin oldukları;
Diğeri: Orucun bunlardan selâmetini aramak… Orucun bunlardan selâmeti, oruçtaki mükemmelliğin artmasıdır. Öyle ise kelam, bütün gücüyle bunun, oruç için çirkinliğini belirtmelidir. Bunun muhtevasına göre oruç, onlardan sâlim kaldıkça mükemmelleşir.” Sübkî devamla der ki: “Öyleyse, oruç onlardan sâlim kalmazsa noksanlaşır.” Sübkî sözüne şöyle devam eder: “Şurası muhakkak ki teklifler muhtelif şekillerde ortaya çıkar ve işaret yoluyla onlarla başkalarına da dikkat çekilir. Oruçtan maksad -menhiyatta olduğu üzere – mutlak yokluk (el-ademu´l-mahz) değildir. Çünkü, bi´l-icma, oruç için niyet şart kılınmıştır. Öyleyse, esas itibariyle oruçtan kastedilen şey her çeşit muhâlif şeylerden uzak durmaktır. Ancak bu çok zor olduğu için Allah Teâlâ hazretleri bu şartı hafifleştirecek orucu bozan şeylerden kaçınmayı emretti, bunda gafil olanı da, oruca muhâlif olan şeylere uzak durması için uyardı. Buna, Allah´ın muradını açıklayan hadislerin tazammun ettiği muhteva irşadda bulunmaktadır. Böylece, orucu bozan şeylerden içtinâb vâcib; oruca muhâlif şeylerden içtinâb da, orucu tamamlayıcı şeyler olur. Doğruyu Allah bilir.”
İbnu Hacer, başka nakillerle hadisin tahliline şöyle devam eder: “Şeyhimiz, Şerhu´t- Tirmizî´de der ki: “Tirmizî hazretleri bu hadisi tahriç ettikten sonra şöyle bir bab başlığı koydu: “Oruçlunun gıybet etmesinin şiddetle yasaklanması hususunda gelen hadîsler babı.” Bu ifâde müşkilat, getirmektedir. Çünkü gıybet, ne yalan sözdür, ne de onunla ameldir. Çünkü gıybet, başkasını, hoşuna gitmeyecek şekilde zikretmektir. Halbuki yalan söz kizbtir. Tirmizî, (bu davranışında) diğer Sünen sahiplerine muvafakat etmiştir, onlar da gıybet diye başlık atıp, başlıktan sonra bu hadisi zikretmişlerdir. Sanki bunlar, “yalan söz ve onunla amel”in zikrinden “konuşma”nın yalandan korunmasının emredildiğini anladılar. Mamafih, bunda, hadisin bazı tariklerinde gelen ziyadeye işaret etmek de düşünülmüş olabilir. Bu ziyade cehl´dir. Cehl (cehalet, bilgisizlik) kelimesinin bütün günahlara ıtlakı uygun düşer.
“Onunla amel” kelimesine gelince, bu “yalan” kelimesine râcidir, “cehl” kelimesine dönmesi de muhtemeldir. Mamafih her ikisine dönmesi de makuldür.”[167]
ـ3200 ـ11 -وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : إِذَا دُعِيَ أَحَدُكُمْ إِلَى طَعَامٍ ، وَهُوَ صَائمٌ فَلْيَقُلْ : إِنِّي صَائِمٌ.[. أخرجه مسلم وأبو داود .
11. (3200)- Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Biriniz yemeğe davet edilince, oruçlu ise: “Ben oruçluyum” desin.”[168]
AÇIKLAMA:
Nevevî der ki: “Bu hadis, özrünü beyan etmek, durumunu belirtmek maksadıyla böyle söylemesi gerektiğine hamledilir. Bu cevaptan sonra, müsâmaha gösterilir, davette hazır bulunması için ısrar edilmezse, gitme gereği, üzerinden düşer. Müsamaha edilmez ve ısrar edilirse dâvette hazır bulunması gerekir. Oruç, dâvete icabet etmemekte bir mâzeret değildir. Ancak davete katıldıktan sonra yemesi gerekmez, yememeye orucu bir mâzeret olur. Oruç tutmayan kimse bilâkistir, ona yemeğe iştirak gerekir. Oruç tutanla tutmayan arasında söylenen bu fark sahih hadislerde gelmiştir. Dâvetle ilgili bahiste bu husus açıkça belirtilmiştir. Oruçlu hakkında efdal olanı, -eğer onun orucu- ziyafet verene ağır gelecekse, orucunu açması müstehabtır, değilse açmamalıdır. Tabii ki bu hüküm, tutulan orucun nâfile olması haliyle ilgilidir. Eğer orucu farz ise, açması haramdır.”
Bu hadis, ihtiyaç hâlinde oruç, namaz vesair nevden nâfile ibâdetlerin izharında bir beis olmadığını da göstermektedir. Ancak şunu da bilelim ki, bir gerçek olmadan nâfilelerin izharı mahzurludur, gizlenmesi müstehabtır.
Hadis ayrıca, insanlarla iyi davranışa sevketmekte ve aradaki dargınlıkların düzeltilmesine, gönül alıcı olmaya, makul sebep bulunduğu takdirde en güzel şekilde özür beyanına irşadda bulunmaktadır.[169]
ـ3201 ـ12 -وعن عئشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت : ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ نَزَلَ بِقَوْمٍ فََ يَصُومَنَّ إَِّ بِإِذْنِهِمْ[. أخرجه الترمذي ، وقال : منكر نعرف أحداً رواه من الثقات غير هشام بن عروة.
12. (3201)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim bir kavme misafir olursa, onlar müsaade etmedikçe (nâfile) oruç tutmasın.”[170]
AÇIKLAMA:
Görüldüğü üzere, misafir olan kimsenin, ev sahibinden izin aldıktan sonra oruç tutması tavsiye edilmektedir. Bazı şârihler, yasağın tenzihî bir nehiy olduğunu belirtirler. Nafile oruç için ev sâhibinden izin istemek onların gönlünü almak içindir. Ebu´t-Tayyib, yasakla ilgili olarak şu açıklamayı yapar: “Oruç sebebiyle eve zahmet vermemek içindir. Çünkü oruç tutan bazı kayıtlar getirir: Sahurda, iftar vaktinde kendisine hususi yemek hazırlanır, oruçlu olmazsa ev sahibiyle birlikte yer içer ve onlara vereceği zahmet kalmaz. Misâfirliğin âdabı ev sâhibine uymaktır, muhâlefet halinde bu edebi terketmiş olur.”[171]
ـ3202 ـ13 -وعن أمّ عمارة بنت كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْه : ]أَنَّ النَّبيَّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ عَلَيْهَا، فَقَدَّمَتْ ألَيْهِ طَعَامًاً ، فَقَالَ لَهَا: كُلِي؟ فقَالَتْ : إنِّي صَائِمَةٌ، فَقَالَ: إِنَّ الصَّائِمَ إِذَا أُكِلَ طَعَامُهُ صَلَّتْ عَلَيْهِ الْمََئكَةُ عَلَيْهِمُ السََّمَ حَتَّى يَفْرَغُوا[ .وفى رواية: »الصَّائمُ إذا أكَلَ عِنْدَهُ المَفَاطِيرُ صَلَّتْ عَلَيْهِ المََئكَةُ« أخرجه الترمذي .
13. (3202)- Ümmü Ammâre Bintu Ka´b (radıyallahu anhâ)´ın anlattığına göre: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanına girmiştir. Ammâre yemek ikram edince, Aleyhissalâtu vesselâm:
“Sen de ye!” demiş, kadın: “Ben oruç tutuyorum” deyince Resûlullah şöyle buyurmuştur:
“Oruçlu kimse, başkasına ikramda bulunur ve yemeğinden başkaları yerse yedikleri müddetçe melaike aleyhimüsselam oruçluya rahmet duasında bulunurlar.
“Bir başka rivayette şöyle denmiştir: “Oruçlunun yanında oruçsuzlar yemek yiyecek olurlarsa, melekler oruçluya rahmet okurlar.”[172]
ـ3203 ـ14 -وعن أبن هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: َ تَصَمِ المَرأةُ وَبَعْلُهَا شَاهِدٌ إَّ بِإِذْنِهِ[. أخرجه الخمسة إ النسائي. وزاد دواد: »في غَيْرِ رَمَضَانَ«. واللّه أعلم .
14. (3203)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kadın, kocası varken izin almadan (nâfile) oruç tutmasın.”[173]
AÇIKLAMA:
Hadis, kadın nafile oruç tutmak isteyince, beraber oldukları takdirde, kocasından izin almasını şart koşmaktadır. Ramazan orucu için böyle bir izin mevzubahis değildir. Bu husus bazı rivayetlerde tasrih edilmiştir: َ تَصُومُ الْمَرْأةُ غَيْرَ رَمَضَانَ”Kadın ramazan orucu dışında… oruç tutamaz.” Vaktin darlığı hâlinde, ramazan dışındaki vâcibleri tutmak için de izin istemeyeceği şârihlerce belirtilmiştir.
Cumhûr-u ulemâ, bu hadisten hareketle, kocanın rağmına tutulacak nâfile orucun haram olacağı hükmünde ittifak eder. Nevevî, Şâfiî ülemâlarının bazısının mekruh” dediğini kaydettikten sonra sahih olan kavlin “tahrim” olduğunu belirtir.
Nevevî, Müslim şerhi´nde, bu tahrimin sebebini şöyle açıklar: “Erkeğin; kadın üzerinde her an istimtâ hakkı vardır. Bu hak, fevrî olarak (yani anında) ifası gereken bir haktır. Ne nâfile ibâdet sebebiyle ne de bilâhare yapılabilecek bir vâcib sebebiyle bu hak fevt olmaz, ortadan kalkmaz. Oruç, kocanın izni olmadan câiz olmaz. Eğer kendisinden istimtâ taleb ederse bu câiz olur ve orucu bozulur. Adet olarak, müslüman erkek, orucu ifsad ederek bozmaktan çekinir. Şurası da kesindir: Kendisi için evlâ olanı (oruç tutmasını) istemediğini ifade eden sâbit bir delil yoksa bunun hilafına hareket etmesidir. Sözgelimi koca yolcu idiyse, hadiste “kocası varken” kaydı, kadına nâfile oruç tutmasını câiz kılar. Yoldan dönen erkek, kadınını oruçlu bulsa, orucu bozdurma hakkına sahiptir, bu mekruh da değildir. Erkeğin cimaya muktedir olamayacak şekilde hasta olması da onun yokluğu mânasına dâhildir.”
Hadisteki yasağı tenzîhî kerâhet anlayan Mühelleb, hadisin zâhirine ve dolayısıyla cumhura da ters düşen görüşünü şöyle ifade etmiştir: “Bu yasak karı-koca arasındaki dirlik için vazedilmiştir. Kadın, farz dışında da, erkeğe zamanı olmayan ve vazifelerini aksatmayan ibadetleri izin almaksızın yapma hakkına sâhiptir. Erkeğin, kadının başladığı ibadetlerden hiçbirini, izin almamış bile olsa, bozmaya hakkı yoktur.”
Rivâyet, erkeğin kadın üzerindeki hakkını te´kid etmekte, bunun yerine getirilmesinin, hayır yönüyle nâfile ibadetten üstün olduğunu ifade etmektedir. Çünkü erkeğin hakkı vâcib olan bir haktır. Vacibi yerine getirmek, nâfileyi yerine getirmekten önce gelir.[174]
ÜÇÜNCÜ BAB
ORUCU AÇMANIN MÜBAH OLMA ŞARTLARI
ـ3204 ـ1 -عن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ] خَرَجَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : عَامَ الْفَتْحِ إِلَى مَكَّةَ فِي رَمَضَانَ فَصَامَ حَتَّى بَلَغَ كُرَاعَ الْغَمِيمِ فَصَامَ النَّاسُ، ثُمَّ دَعَا بِقَدَحٍ مِنْ مَاءٍ فَرَفَعَهُ حَتّى نَظَرَ النَّاسُ ثُمَّ شَرِبَ، فَقِيلَ لَهُ بَعْدَ ذَلِكَ: إِنَّ بَعْضَ النَّاسِ قَدْ صَامَ فَقَالَ: أُولَئِكَ الْعُصَاةُ، أُولَئِكَ العُصَاةُ[. أخرجه مسلم والترمذي .
1. (3204)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) fetih yılında Mekke´ye müteveccihen Ramazan ayında yola çıkmıştı. Kürâ´u´l-Gamîm nam mevkiye gelinceye kadar kendisi de, beraberindekiler de oruç tuttular. Sonra orada bir bardak su istedi ve bardağı kaldırdı. Herkes bardağa baktı. Sonra sudan içti. Bundan sonra bazıları kendisine: “Halkın bir kısmı oruç tuttu” diye haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Onlar âsilerdir! Onlar âsilerdir!” buyurdular.”[175]
AÇIKLAMA:
1- Küra´u´l-Gamîm, Usfân yakınlarında bir vâdinin adıdır.
2- Burada yol sırasında başlanan ramazan orucunun bozulmasına nebevî bir örnek görülmektedir. Nevevî, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın orucu bozmayanlar hakkında “Âsiler! Âsiler!” diye söylenerek memnuniyetsizlik izhar etmiş olmasını iki ihtimalle izah eder:
* Oruç tutanlar, oruçları sebebiyle zarar görmüş olabilirler.
* Resûlullah onlara belli bir maslahata binaen kesin bir dille orucu açmalarını emretmiştir de onlar bu emre rağmen oruçlarını açmamakta direnmişlerdir. Elbette vâcib bir emre muhalefet isyandır ve Resûlullah´ın, âsiler demesi yerindedir.
Her iki takdirde de, günümüzde yolcu, orucunu tuttuğu takdirde âsi sayılmaz, yeter ki bundan zarar görmesin.
Nevevî´nin birinci te´vilini te´yid eden bir ziyade Tirmizî´nin rivayetinde yer alır: “Resûlullah´a denildi ki: “Oruç halka zahmet verir oldu.”
3- Tirmizî, sefer sırasında tutulacak oruç hakkında ihtilaf edildiğini, Ashab´tan ve sonrakilerden bir kısmının sefer sırasında yemenin efdal olduğu kanaatinde olduklarını, öyle ki, tutanlara orucu iâde etmek gerekeceğine hükmettiklerini, yine Ashab´tan ve sonrakilerden bir kısmının da, kendinde güç bulanların yolculuk sırasında oruç tutmalarının efdal olduğuna, yemelerinin de câiz olduğuna hükmettiklerini belirtir.
Ahmed ve İshak birinci görüşü, Süfyan-ı Sevri, İmam Mâlik ve İbnu´l-Mubârek, Ebu Hanife, Şafiî de ikinci görüşü iltizam edenlerdendir.
Ömer İbnu Abdilaziz, يُرِيدُ اللّهُ بِكُم الْيُسْرَAllah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez” (Bakara 185) âyetinden hareketle: “Bu meselede efdali, kişiye kolay gelenidir, eğer yemek kolaysa hakkında efdal olanı yemektir, oruç kolaysa o efdaldir; nitekim, bazılarına yolculuk da olsa ayı içinde tutmak kolaydır, sonradan kaza etmek zor olur, bunun hakkında da tutmak efdaldır” demiştir.[176]
ـ3205 ـ2 -وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنَّا مَعَ النّبيُّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي سَفَرٍ فَمِنَّا الصَّائِمُ، وَمِنَّا المُفْطِرُ فَنَزَلْنَا مَنْزًِ فِي يَومٍ حَارٍّ، أَكْثَرُنَا ظَِّ صَاحِبُ الْكِسَاءِ، وَمِنَّا مَنْ يَتَّقِي الشَّمْسَ بِيَدِهِ، فَسَقَطَ الصُّوَّامُ وَقَامَ المُفْطِرُونَ فَضَرَبُوا ا‘بْنِيَةَ، وسَقَوْا الرِّكَابَ، فقَالَ: ذَهَبَ المُفْطِرُونَ الْيَوْمَ بِا‘َجْرِ [. أخرجه الشيخان والنسائي .
2. (3205)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz bir seferde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik. Aramızda bir kısmı oruç tutuyor, bir kısmı da tutmuyordu. Sıcak bir günde bir yerde konakladık. Gölgelenenlerin çoğu elbisesi olanlardı. Bir kısmımız güneşe karşı eliyle korunuyordu. Derken oruçlular yığılıp kaldılar, oruçsuzlar kalkıp çadırları kurdular, hayvanları suladılar. Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm:
“Bugün sevabı oruçsuzlar kazandı!” buyurdular.”[177]
AÇIKLAMA:
Hadis, bir sefer sırasında karşılaşılan bir durumu aktarmaktadır: Sıcağın tesiriyle çalışamaz hale gelen oruçlulara bedel, çadır kurmak, develeri sulayıp yemlerini vermek, ordunun yemeğini hazırlamak gibi her çeşit hizmetleri oruçsuzların görmesi ve buna karşılık sevâbı onların kazanması…
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu durumu “Bugün sevâbı oruçsuzlar kazandı” cümlesi ile ifade buyurmuştur. Şârihler, “Bu cümleyle diğerlerinin sevap kazanmadığı kastedilmemiş, aksine oruçsuzların daha çok kazandığı belirtilmiştir” derler. Oruçsuzlar, hem hizmet sevabını ve hem de öbürlerinin oruçtan kazandıklarının bir mislini kazandıkları için onlar sevapça üstündürler.
* Bazı âlimler, bu hadise dayanarak: “Gazve sırasındaki hizmetin nafile oruçtan üstün olduğunu” söylemiştir.
* Hadis, cihad sırasında yardımlaşmaya teşvik etmektedir.
* Seferde yemek, oruç tutmaktan evlâdır.
* Seferde oruç câizdir. Bu hadis “sefer sırasında tutulan oruç, oruç sayılmaz” diyenleri yalanlar.[178]
ـ3206 ـ3 -وعن جابر رضِي اللّهِ عنْه قالَ: ]كَانَ النَّبيُّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي سَفَرٍ فَرَأىَ رَجًُ قَدْ إجْتَمَعَ عَلَيْهِ النَّاسُ. وَقَدْ ظُلِّلَ عَلَيْهِ، فَقَالَ مَالَهُ؟ فَقَالُوا: رَجُلٌ صَائِمٌ، فَقَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : لَيْسَ البِّرُّ أَنْ تَصُومُوا فِي السَّفَرِ[. وفي رواية »ليْسَ مِنْ البِّرِ الصَّوْمُ فِي السَّفَرِ«. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
3. (3206)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seferdeydi. Etrafına insanların toplandığı bir adam gördü, ona gölge yapıyorlardı.
“Nesi var ” diye sordu.
“Oruçlu biri!” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Seferde oruç birr (Allah´ı memnun edecek dindarlık) değildir!” buyurdular.”
Bir rivayette: “Seferde oruç birr´den değildir” denmiştir.”[179]
AÇIKLAMA:
Hadisin başka vecihlerinde bu seferin Fetih Seferi olduğu belirtilir. Oruç ağır geldiği için Hz. Peygamber adama bozmasını emreder. Bu kıssada ihtiyaç olunca ruhsatla amel etmenin müstehab olduğu gözükmektedir. Haliyle ruhsatın terki de mekruh olmaktadır. Nitekim hadisin bir veçhinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), “Allah´ın size tanıdığı ruhsata uyun” buyurmuştur.[180]
ـ3207 ـ4 -وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سَأَلَ حَمْزَةُ بْنُ عَمْرٍو ا‘َسْلَمِيُّ رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : عَنِ الصَّومِ فِي السَّفَرِ، وَكَانَ كَثِيرَ الصّيامِ ، فَقَالَ إِنْ شِئْتَ فَصُمْ، وَإِنْ شِئْتَ فَأفْطِرْ [. أخرجه الستة .
4. (3207)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Hamza İbnu Amr el-Eslemi (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan yolculuk sırasında tutulan orucu sordu. Kendisi çok oruç tutan birisi idi. Resûlullah şöyle cevap verdiler:
“Dilersen tut, dilersen tutma.”[181]
AÇIKLAMA:
Yukarıda geçen iki hadis, sefer sırasında tutulan oruçla ilgilidir. Birinci rivayet, sefer sırasında tuttuğu orucu kendisine dokunan kimse ile ilgilidir. Resûlullah ona orucu tecviz etmemiş ve bozmasını emretmiş, “seferde oruç, Allah´ı razı edecek amel (birr) değildir” buyurmuştur. İkinci hadis, herhangi bir vak´a olmaksızın, yolculuk sırasında tutulacak orucun hükmü hakkında soran kimseye cevabı ihtiva ediyor. Bu cevap kişiye ruhsattır: “Dileyen tutar, dileyen tutmaz.”
Ancak hemen belirtelim ki, bu meselede selef ulemâsı ihtilaf etmiştir. Bazıları sefer sırasında tutulan oruç farzın yerine geçmez, mutlaka kazası gerekir diyecek kadar ifrat etmiştir. Bunlar Kur´an-ı Kerim´de gelen,فَعِدّةٌ مِنْ اَيّامٍ اُخَرْ
“Hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..” (Bakara 185) âyetinin zâhiri ile önceki rivayette kaydedilen, Resûlullah´ın لَيْسَ مِنَ الْبِرّ الصّيَامُ فِي السّفَر
“seferde oruç “birr”den değildir” hükmünü esas alırlar. Bunlara göre, “Birr´in mukabili ism yani günahtır. Öyleyse, seferde oruç tutan günahkârsa, tuttuğu oruç oruç sayılmaz, farzı ödemez, kaza edilmesi gerekir.” Ehl-i Zâhir´in bir kısmı bu kanaattedir.
Bu meseledeki farklı görüşleri 3204 numaralı hadisin açıklamasında özet olarak kaydettiğimiz için tekrar etmeyeceğiz, oraya bakılsın.[182]
ـ3208 ـ5 -وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنَّا مَعَ النَّبيِّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَمِنَّا الصَّائِمُ، وَمِنَّا المُفْطِرُ فََ الصَّائمُ يَعِيبُ عَلَي المُفْطِرِ، وََ المُفْطِرُ يَعِيبُ عَلَي الصَّائِمِ[. أخرجه الثثة وأبو داود .
5. (3208)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber (seferde) idik. Bir kısmımız oruçlu bir kısmımız oruçsuz idi. Ne oruçlu oruçsuzu ayıplıyor, ne de oruçsuz, oruçluyu kınıyordu.”[183]
AÇIKLAMA:
Hadisin Ebu Dâvud´daki veçhinde, bu seferin Ramazan´da cereyan ettiği tasrih edilir. Şu halde sefer sırasında tutulduğu belirtilen oruç, farz oruçtur. Bu rivâyet de, yol sırasında dileyenin ramazan orucunu tutabileceğini göstermektedir. Şu halde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın “sefer´de oruç birr´den değildir” sözü (3206), oruca tahammül edemeyecekler, bitap düşecekler hakkındadır. Bu durumda olmayanların oruç tutmalarına kimsenin bir diyeceği yoktur. İbnu Hacer der ki: “Âlimlerin kanaati şudur: “Kim kendinde oruç tutma gücü görürse tutar, zira bu, müstahsendir, kim kendini zayıf hissederse o da yer, zira bu da müstahsendir.” Sefer sırasındaki oruç hakkında yapılan bu açıklama da daha önce belirtildiği üzere itimada şayandır ve münâkaşayı kaldırıcı mahiyettedir.”[184]
ـ3209 ـ6 -وعن أبى الدر داء رَضِىَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]خَرَجَنَا مَعَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : فِي رَمَضَانَ فِي حَرٍّ شَدِيدٍ أَنْ كَانَ إِخَدُنَا لَيَضَعُ يَدَهُ عَلَى رَأْسِهِ مِنْ شِدّةِ الحَرِّ، وَمَا فَينَا صَائِمٌ إَِّ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَابْنُ رَوَاحَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .
6. (3209)- Ebu´d-Derdâ,(radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz çok şiddetli sıcak bir mevsimde, Ramazan ayında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte sefere çıktık. Hararetin şiddetinden herkes elini başına koyuyordu. Aramızda oruçlu olarak sadece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile İbnu Ravâha vardı.”[185]
ـ3210 ـ7 -وعن عمر و بن أُمية الضمري رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَدِمْتُ عَلَى رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : مِنْ سَفَرٍ فَقَالَ : انْتَظِرِ الْغَدَاءَ يَا أبَا أُمَيَّةَ. قُلْتُ يَا رَسُولُ اللّه : إِنِّي صَائِمٌ. قَالَ : إِذاً أُخْبِرَكَ عَنِ الْمُسَافِرِ، أَنَّ اللّهَ تَعَالَى وَضَعَ عَنْهُ الصِّيَامَ وَنِصْفَ الصََّةِ[. أخرجه النسائى.
7. (3210)- Amr İbnu Ümeyye ed-Damri (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir sefer dönüşü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a uğradım. Bana: “Ey Ebu Ümeyye, sabah yemeğini bekle (beraber yiyelim)” buyurdular. Ben “Oruçluyum” dedim.
“Öyleyse gel yaklaş, sana yolcudan haber vereyim (de dinle!” dedi ve devamla:) “Allah Teâla Hazretleri yolcudan orucu ve namazın yarısını kaldırdı” buyurdu.”[186]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Nesâî´de birkaç veçhi zikredilmiştir. Mâna aynı olsa da bazı ziyade ve noksanlar var.
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) “orucu… kaldırdı” demekle, “yolcuyu, yol esnasında oruç tutup tutmamak arasında muhayyer bıraktı, yolculuk esnasında tutma mecburiyetini kaldırdı” demiştir. Bu husus daha önceki hadislerde açıklandı. Değilse “yolcudan orucun farziyyeti kaldırıldı” demek istenmiyor, zira bizzât ayet-i kerime sonradan aynı miktarın tutulacağını belirtmiştir (Bakara 185). Namazın yarısının kaldırılması, dört rek´atli farz namazların iki rek´at olarak kısaltılması demektir.[187]
ـ3211 ـ8 -وعن رجل من بني عبد اللّه بن كعب بن مالك اسمه أنس بن مالك قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ اللّهَ تَعَالَى وَضَعَ شَطْرَ الصََّةِ عَنِ الْمُسافِرِ، وَارْخَصَ لَهُ فِي ا“ِفْطَارِ وَأَرْخَصَ فِيهِ لِلْمُرْضِعِ وَالحُبْلَى إِذَا خَافَتَا عَلَى وَلَدَيْهِمَا[. أخرجه أصحاب السنن.
8. (3211)- Abudullah İbnu Ka´b İbni Mâlikoğullarından ismi Enes İbnu Mâlik olan bir adamdan anlatıldığına göre, demiştir ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah Teâla Hazretleri, yolcudan namazın yarısını kaldırdı, oruca da yeme hususunda ruhsat tanıdı. Ayrıca çocuk emziren ve hamile kadınlara, çocukları hususunda endişe ettikleri takdirde, orucu yeme ruhsatı tanıdı.”[188]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, ramazan ayında oruç yemelerine ruhsat verilenlerden bazılarını açıklamaktadır:
1- Yolcular: Bunlar hakkındaki teferruat daha önceki rivayetlerde geçti.
2- Çocuk emziren kadınlar,
3- Hâmile kadınlar…
Emzikli ve hâmile kadınların ramazan orucunu yemelerine bu hadis ruhsat tanımaktadır. Ancak, âlimler bunlar hakkında bazı farklı sonuçlara ulaşırlar. Şöyle ki:
* Bazıları: “Bunlar oruçlarını kaza ederler ve fakir doyururlar, çünkü yemeleri kendi nefisleri için değil” demiştir. Bunların, kazadan başka fakir de doyurmaları gereğine hükmedenler arasında Mücâhid, Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel (rahimehumullah) hazerâtı vardır.
* İmam Mâlik: “Hamile kadın orucunu kaza eder, kefarette bulunmaz, çünkü hasta mesâbesindedir, emzikli kadın ise hem kaza eder, hem de kefârette bulunur” demiştir.
* Hasan-ı Basrî ve Atâ: “Hâmile ve emzikli kadınlar kaza ederler, fakir doyurmazlar, tıpkı hastada olduğu gibi” derler.
Ebu Hanife ve ashabı ile Evzâî ve Süfyan-ı Sevrî´nin görüşü de böyledir.[189]
ـ3212 ـ9 -وعن محمد بن كعب قال: ]أتَيْتُ أَنَسَ بِنْ مَالِكِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فِي رَمَضَانَ وَهُوَ يُرِيدُ سَفَراً، وَقَدْ رُحِّلَتْ لَهُ رَاحِلَةْ، وَلِبِس ثِيَابَ سَفَرِهِ فَدَعَا بِطَعَامٍ فَأَكَلَ، فَقُلْتُ: لَهُ سُنَّةٌ؟ قَالَ: نَعَمْ ، ثُمَّ رَكِبَ[. أخرجه الترمذى .
9. (3212)- Muhammed İbnu Ka´b anlatıyor: “Ramazan´da Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh)´in yanına geldim. Sefer hazırlığı yapıyordu. Devesi hazırlandı, yolculuk elbisesini giydi. Yemek getirtip yedi. Ben kendisine:
“(Yola çıkarken orucu bozmak) sünnet midir ” diye sordum,
“Evet!” dedi ve bineğine atlayıp yola çıktı.”[190]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, öncelikle Ramazanda sefere çıkan kimsenin daha evini terketmeden orucunu açabileceğine delil olmaktadır. Nitekim, yolcunun ne zaman müsâferet ahkâmına tâbi olacağı hususu münakaşalıdır ve “daha evinde iken yolculuğu başlar” diyenlerin delillerinden biri de bu hadistir.
İbnu´l-Ârabî, Tirmizî şerhi el-Ârıza´da: “Hadis sahihtir ve Ahmed İbnu Hanbel bununla amel etmiştir” dedikten sonra Mâlikîlerin buna katılmadıklarını ve fakat daha evinde iken yiyen kimseye kefâret gerekip gerekmiyeceğinde ihtilaf ettiklerini belirtir. İmam Mâlik: “Kefaret gerekmez” demiştir. İbnu´l-Arabî, “gerekir” diyenleri de belirttikten sonra: “Hadisin sahih olması sebebiyle gerekmemelidir” der. Yolculuk, ekseriyete göre, ikamet edilen beldenin dış evlerini çıktıktan sonra başlar.[191]
ـ3213 ـ10 -وعن مالك : ]أنَّهُ بَلَغُهُ أَنّ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ كَانَ إِذَا كَانَ فِي سَفَرٍ فِي رَمَضَانَ فَعَلِمَ أَنَّهُ دَاخِلُ الْمَدِينَةِ مِنْ أَوَّلِ يَوْمِهِ دَخَلَ وَهُوَ صَائِمٌ[ .
10. (3213)- İmam Mâlik´e ulaştığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) Ramazan ayında yolcu ise ve Medine´ye günün başında gireceğini tahmin etmişse, oruçlu olarak şehre girerdi.”[192]
ـ3214 ـ11 -وعن منصور الكلبي : ]أَنّ دِحْيَةَ بْنَ خَلِيفَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ : خَرَجَ مِنْ قَرْيَةٍ مِنْ دِمِشْقَ إِلَى قَدْرِ قَرْيَةَ عَقَبَةَ مِنَ الْفُسْطَاطِ، وَذَلِكَ ثََثَةُ أَمْيَالٍ فِي رَمَضَانَ فَأفْطَرَ وَافْطَرَ مَعهُ نَاسٌ كَثِيرٌ، وَكَرِهَ آخَرُونَ أنْ يُفْطِرُوا، فَلَمَّا رَجَعَ إِلَى قَرْيَتِهِ. قَالَ: وَاللّهُ لَقَدْ رَأيتُ الْيَوْمَ أَمْراً مَا كُنْتُ أَظُنُّ أَنَّى أَرَاهُ : إِنَّ قَوْماً رَغِبُوا عنْ هَدْىِ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأصْحَابِهِ. أَللَّهُمَّ اقْبِضْنِي إِلَيْكَ [. أخرجه أبو داود .
11. (3214)- Mansûr el-Kelbî anlatıyor: “Dıhye İbnu Halife (radıyallahu anh), Ramazan´da Dımeşk´e bağlı köylerden (Mizze adındaki) birinden çıkıp Fustat´tan Akabe köyüne olan mesafe kadar bir yol aldı. Bu mesafe üç millik bir uzaklıktı. Dıhye ve beraberindekilerden bir kısmı (o gün) orucu yediler. Bir kısmı ise orucu yemeyi uygun görmediler. Dıhye, köyüne dönünce;
“Vallahi bugün, vukûa geleceği hiç aklımdan geçmeyen bir hadîse ile karşılaştım: Bir kısım kimseler Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ve ashâbı´nın sünnetini beğenmediler” dedi. Bunu o gün orucu açmayanlar için söylemişti. Dıhye (radıyallahu anh) bu hayıflanmasını şöyle noktaladı:
“Allahım artık beni yanına al!”[193]
AÇIKLAMA:
Hadis, Dıhye (radıyallahu anh)´nin üç millik bir mesafede orucu yediğini, bazılarının da bu mesafeyi, oruç yemeyi meşru kılan bir uzaklık kabul etmeyerek yemediklerini göstermektedir. Mevzu, münakaşa edilmiştir. Bazıları gerek âyet ve gerekse hadiste “şer´î sefer”i tahdid eden mesafe ile sınırlayan bir kaydın olmadığını iddia eder. Bu rivayeti de bir bakıma delil gösterirler.
Hattabî der ki: “Bu rivayette, orucu yemenin câiz olduğu seferi, muayyen bir mesafe ile sınırlandırmayanlara delil var. Bunlar sadece “sefer” ismini esas alırlar ve zâhire dayanırlar. Bu görüşün Davud-ı Zâhirî ile diğer Zâhirîlere ait olduğunu zannediyorum. Fakat fakihler, orucu yeme ruhsatını sadece namazın kasredilmesini câiz kılan mesafedeki yolculuk için tanırlar. Bu mesafe Irak ulemâsına göre üç günlük mesafedir. Hicaz ulemâsınca iki gece veya buna yakın müddettir.”
Hattâbî devamla der ki: “…Dıhye, hadiste Resûlullah´ın kısa mesafede oruç açtığını zikretmiyor, “Bazı insanlar Resûlullah´ın sünnetinden hoşlanmadılar” diyor; belki de bunlar aslında, orucu yemekle ilgili ruhsatı kabul etmekten hoşlanmadılar. Ayrıca, Dıhye (radıyallahu anh)´nin burada, “sefer (yolculuk)” kelimesinin lûgat manasını esas almış olması da muhtemeldir. Nitekim, pek çok sahâbe ona bu meselede muhâlefet etmiştir. İbnu Ömer, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) dört berîd´den daha kısa mesafeye yapılan yolculuklarla namazı kasretme ve orucu yeme hususunda ruhsat görmezlerdi. Bu iki sahabi, fıkıhça ve ilimce Dıhye (radıyallahu anh)´den çok ileri idiler.”[194]
Bu hadisle ilgili olarak Beyhaki merhum da şunu söylemiştir: “Bize Dıhyetü´l-Kelbî´den rivayet edilen hadise gelince, sanki o, bu hadiste seferde ruhsat tanıyan ayetin zahirini esas almış gibi. Dolayısıyla, “Resûlullah´ın ve ashabının sünnetinden yüz çevirdiler” sözüyle de, orucun yendiği sefer müddetinin takdirinde değil, âyetin tanıdığı ruhsatı kabul etmede sünnetten ayrıldıklarını kasdetmiş olmalıdır.”[195]
ـ3215 ـ12 -وعن عبيد بن جبير قال : ] كُنْتُ مَعَ أبِي بَصْرَةَ الْغِفَّارِيِّ صَاحِبِ رَسُولُ اللّه صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فِي سَفِينَةٍ مِنَ الْفُسْطَاطِ فِي رَمَضَانَ فَدَفَعَ فَقُرِّبَ غَدَاؤُهُ، فَقَالَ: أَقْتَرِبْ. قُلْتُ : أَلَسْتَ تَرَى الْبُيُوتَ؟ قَالَ: أَتَرْغَبُ عَنْ سُنَّةِ رَسُولُ اللّه صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَأكَلَ وَأكَلْتُ[. أخرجه أبو داود.
12. (3215)- Ubeyd İbnu Cübeyr rahimehullah anlatıyor: “Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ashabından olan Ebu Basra el-Gıfârî (radıyallahu anh) ile Fustât´tan yola çıkan bir gemide Ramazan´da beraberdik. (İskenderiye´ye gitmek istiyordu. Ebu Basra ve beraberindekiler) gemiye çıkarıldı. (Daha evleri tamamen geçmemişti ki sofra emretti.) Sabah yemeği getirildi. Bana da: “Yaklaş (beraber yiyelim!) “dedi. Ben:
“Evleri hâlâ görmüyor musun ” dedim. Bana
“Yoksa sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sünnetinden hoşlanmıyor musun ” dedi. Bunun üzerine o yedi, ben de yedim.”[196]
AÇIKLAMA:
Bu hadîste yola çıkan oruçlunun orucunu daha şehri tamamen terketmeden açabileceğine delil var. Rivayetin Ebu Dâvud´daki aslında yer alan -ve mevzuumuz açısından ehemmiyetli olan- bir ziyadeyi köşeli parantez içerisine aldık. Rivayet gösteriyor ki, Ashab´tan bir kısmına göre oruçlu olan kimse yola çıkacak olursa, daha evleri tamamen geride bırakmadan orucunu açması sünnettir.
Hattâbî der ki: “Bu hadiste, oruçlu mukîm yola çıkacak olsa aynı gün içinde orucunu açmalı” diyenlere delil var. Bu, şa´bî´nin sözüdür. Ahmed İbnu Hanbel de bunu benimsemiştir. Hasan Basri hazretleri: “Bu kimse dilerse, çıkmak istediği gün evinde iken orucunu açar” der. İshak İbnu Râhûye: “Ayağını bineğine koyar koymaz açabilir” demiştir.
Ebu Hanife ve Ashâbı: “Yola çıkan aynı gün yemez” demiştir. İmam Mâlik, Evzâî ve Şâfi´î de aynı görüştedir. Nehâî, Mekhûl ve Zührî´den de bu görüş rivayet edilmiştir.”[197]
ـ3216 ـ13 -وعن سلمة بن المحبق رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ أَدْرَكَهُ رَمَضَانُ فِي السَّفَرِ وَلَهُ حُمُولَةٌ تَأْوي بِهِ إِلَى شِبَعٍ فَلْيَصُمْ رَمَضَان أَدْرَكُهُ[. أخرجه أبو داود.»الحُمُولَةُ«: بِالضَّمَّ: ا‘حمال، وبالفَتح: ا“بل يحمل عليها. أى من كان صاحب أحمال .
13. (3216)- Seleme İbnu´l- Muhabbak (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim sefer sırasında Ramazan´a erer ve beraberinde kendisini karnını doyuracak yere götürecek bir bineği varsa nerede olursa olsun orucunu tutsun.”[198]
AÇIKLAMA:
Burada, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bineği olan yolcuları, oruç tutmaya teşvik etmektedir. Yani kim biniti olduğu halde seyahat yapmakta ve biniti de onu akşama evine ulaştırabilecek durumda ise ramazan orucunu tutmalıdır. Ancak Tîbî, bu emrin, evlâ ve efdal olanı yapmaya bir teşvik olduğunu söyler. “Çünkü der, seferde orucun yenmesine mutlak olarak delalet eden nasslar var.” Bazı âlimler, sefer müddeti her ne olursa olsun, orucun yenmesine câiz olduğunu söylerler.[199]
ORUCU YEMEYİ GEREKTİREN ŞEYLER
ـ3217 ـ1 -عن نافع : ]أَنَّ ابْنَ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمَا كَانَ يَقُولُ: يَصُومُ رَمَضَانَ مُتَتَابِعاً مَنْ أفْطَرَهُ مِنْ مَرَضٍ أوْ سَفَرٍ[.
1. (3217)- Nâfî anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) diyor ki: “Ramazanı, hastalık ve sefer sebebiyle yiyenler, onu peş peşe tutarlar.”[200]
AÇIKLAMA:
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), Ramazan orucu meşru bir mazeretle yenmişse, bunun kazasının peş peşe yapılmasının vâcib olduğu kanaatinde idi. Hz. Ali, Hasan Basrî ve Şâbî de aynı kanaati ileri sürmüşlerdir. Bu aynı zamanda Ehl-i Zâhir´in görüşüdür.
Eimme-i Erba´a (İmam-ı A´zam, Şâfi´î, Mâlik ve Ahmed İbnu Hanbel) ve cumhûr bunun müstehab olduğuna inanırlar. Birçok sahabe de bu kanaattedir. Her ne kadar kıyasa göre, edanın sıfatını kazanın sıfatına katmak ve borçtan bir an önce kurtulmak için peş peşe tutmak icab ederse de…[201]
ـ3218 ـ2 -وعن ابن شهاب: ]أَنَّ أَبَا هُرَيرَةَ وَابْنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُمَا اخْتَلَفَا فِي قَضَاءِ رَمَضَانَ، فَقَالَ أَحَدُهُماَ: يُفَرِّقُ، بَيْنَهُ، وَقَالَ اŒخَرُ: َ يُفَرَّقُ َ أَدْرِى أيُّهُمَا قَالَ يُفَرَّقُ، وََ أيُّهُمَا قَالَ َ يُفَرَّقُ[. أخرجه مالك .
2. (3218)- İbnu Şihâb anlatıyor: “Ebu Hüreyre ve İbnu Abbâs (radıyallahu anhüm) Ramazan orucunun kazası hususunda ihtilaf ettiler. Biri: “Araları açılabilir” dedi. Diğeri, “açılamaz!” dedi. Ben hangisinin “açılabilir” dediğini bilmiyorum.”[202]
AÇIKLAMA:
Ramazan orucu kaza edilirken peş peşe mi tutulacak, yoksa bazan tutup bazan yemek suretiyle araları açılabilecek mi ihtilaf edilmiştir. Bu rivayette İbnu Şihâb, Ebu Hüreyre ile İbnu Abbâs arasındaki ihtilafı hatırlıyor, ancak hangisinin hangi görüşü ileri sürdüklerini hatırlayamıyor. İbnu Abdilberr, İbnu Abbâs ve Ebu Hüreyre, her ikisinin de, Ramazan´ın kazasında ayırmayı câiz gördüklerini, bu hususun sahih rivâyetle geldiğini belirtir. Onlar, فَعِدّةٌ مِنْ اَيّامٍ اُخَرَ (Bakara 185) âyetine dayanarak ayırmada bir beis görmemişlerdir. Hz. Aişe, bu âyetin önce فَعِدّةٌ مِنْ اَيّامٍ اُخَرَ مُتَتَابِعَاتِşeklinde, yani: “Hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde “peş peşe” tutsun” şeklinde “peş peşe” kelimesiyle indiğini sonradan “peş peşe” kelimesinin düştüğünü belirtir. Zürkani, rivayetteki “düştü” اسقطتkelimesinin muhtemelenنسخت”neshedildi” mânasında kullanıldığını söyler. Nitekim Ramazandan borç kalan oruçların ayrı ayrı kaza edilmeleri esas olmuştur.[203]
ـ3219 ـ3 -وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قالت: ]كَانَ يَكُونُ عَلَيَّ الصَّوْمُ مِنْ رَمَضَانَ فَمَا أَسْتَطِيعُ أَنْ اقْضِي إَِّ فِي شَعْبَانَ، وَذَلِكَ لِمَكَانِ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ[. أخرجه الستة .
3. (3219)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Üzerimde Ramazan orucu bulunurdu da ben onları ancak Şâban ayında kaza edebilirdim. Bu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın mevkii sebebiyle idi.”[204]
AÇIKLAMA:
Hz. Aişe, her kadın gibi Ramazanda tutamadığı oruçları Şâban´da kaza ettiğini belirtiyor. Bu kaza işinin niçin Şâban ayına kaldığını farklı rivayetlerde gelen ziyadeler aydınlatır: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Şâban ayının hemen hemen tamamını oruçla geçirmektedir. Resûlullah´ın zevceleri, borçlarını, böylece Resûlullah´la birlikte Şâban ayında kaza etmektedirler. Müslim´in bir rivayetinde Hz. Aişe: “Bizden (Resûlullah´ın zevcelerinden) biri, Resûlullah´ın zamanında Ramazan´da orucunu yeyince, Resûlullah´la birlikte (yani o hayatta iken), Şaban ayı gelinceye kadar orucunu kaza etmeye muktedir olamazdı” demektedir. Tirmizî´nin rivayetinde bu hâlin Resûlullah vefat edinceye kadar devam ettiği ifade edilmiştir.
İbnu Hacer, bazı âlimlerin, bu hadisten hareketle Hz. Aişe´nin Şâban´dan önce hiç nafile oruç tutamadığını söylediklerini belirtir. “Zira demişlerdir, üzerinde farz var iken nâfile tutması câiz değildi.”
Bu hadisten, Ramazan´dan kalan borcun kazasının te´hir edilmesi câiz görüştür. Te´hir için özürün olması olmaması farketmez. Câiz olmasaydı Hz. Aişe te´hir etmezdi. Üstelik bu te´hirin Resûlullah´ın ittılâının dışında olması da mümkün değildir. Hz. Aişe şer´î ruhsatın varlığını bilmese yapmazdı. Mutlaka bunu biliyordu da öyle yaptı… şeklinde açıklama yapılmıştır.[205]
ـ3220 ـ4 -وعنها رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ مَاتَ وَعَلَيْهِ صَوْمٌ صَامَ عَنْهُ وَلِيُّهُ[. أخرجه الشيخان وَابو داود.قيل »صَامَ عَنْهُ وَلِيُّهُ« عَلى ظاهره، وهو قول الشافعي القديم، وقيل: المراد به الكفارة فعبر عنها بالصوم إذ كانت تزمه، وعليه أكثر الفقهاء.
4. (3220)- Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, velîsi ona bedel tutar.”[206]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste, oruç borcu olduğu halde ölen kimseye bedel, velîsinin oruç tutabileceği beyan edilmektedir. Ancak âlimler, bu mevzuda gelen diğer rivayetleri de göz önüne alarak aralarında ihtilaf etmişlerdir. Çünkü şu çeşit sorular mevzubahis olmaktadır: Bütün oruçlar oruçla mı ödenir, bazısı yemekle olabilir mi, hepsi yemekle olamaz mı, mutlaka veli mi orucunu tutmalı, bir başkası tutamaz mı vs…
Bu sorulara cevap sadedinde Hasan Basrî: “Onun oruç borcunu ödemek niyetiyle otuz kişi bir gün oruç tutsa bütün borcu ödenir, bu câizdir” demiştir. Ashâbu´l-hadis, ölenin yerine oruç tutmanın câiz olduğunu söyler.
İmam Şâfiî, kavl-i kadîminde “hadis sahihse câizdir” der. Beyhâkî, bunun sahih olduğunu, bu hadisle amelin vacib olduğunu söylemiştir. Bu görüşe göre, ölüye bedel oruç tutmak, velîsine müstehabtır ve bu, ölüyü borçtan kurtarır. Nevevî, sadedinde olduğumuz hadisle müteâkiben kaydedeceğimiz hadislere dayanarak bu görüşü tercih eder.
Ebu Hanife, Mâlik ve kavl-i cedîdinde Şâfiî hazerâtı: “Ölüye bedel oruç tutulamaz” demişlerdir.
Ahmed, İshâk, Ebu Ubeyd ve kavl-i kadîminde Şâfiî: “Ölüye bedel sadece nezir orucu tutulabilir” derler.
Bunu câiz görenler “velî”den murad nedir Bu hususu araştırmışlardır. “Her bir yakın”, “vâris”, “asabe” gibi değişik şeyler söylemişlerdir. Birinci görüşe “ercah” denmiştir.
Ayrıca: Bedenî ibâdette niyabetin olmayacağı esasından hareketle bu, velilere mi has diye sorulmuştur. Hayatta niyabet olmayınca ölünce de olmaması esastır. Ancak rivayette sâbit delil vârid olan hususta bu prensip geçersizdir. Öyle ise oruçta niyabet olabileceği hususunda bu rivayet geldiğine göre, bu sınır içinde kalmak şartıyla câiz olacağına bazı âlimler hükmetmiştir. Bunlar, velî bu hususta bir yabancıya başvurarak ölüsü adına oruç tutuvermesini söylese, o da tutsa, haccda olduğu gibi oruçta da caiz olacağına hükmederler. Müteakip hadis de bu görüşte olanları te´yid eder.[207]
ـ3221 ـ5 -وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمَا قَالَ: جَاءَتِ اِمْرَأةٌ إِلَى رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ: إِنَّ أُمِّي مَاتَتْ وَعَلَيْهاَ صَوْمُ نَذْرٍ، أفَأَصُومُ عَنْهَا ؟ قَالَتْ :أَرَأيْتِ لَوْ كَانَ عَلَي أُمِّكِ دَيْنٌ فَقَضَيْتَهِ أَكَانَ يُؤَدِّي ذَلِكِ عَنْهَا؟ قَالَتْ: نَعَمْ. قَالَ: فَصُومِي عَنْ أُمِّكِ[. أخرجه الخمسة .
5. (3221)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Bir kadın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek: “Annem vefat etti, üzerinde de nezir orucu borcu var, kendisine bedel oruç tutabilir miyim ” dedi. Resûlullah:
“Annen üzerinde borç olsaydı da sen ödeyiverseydin, bu borç onun yerine ödenmiş olur muydu ” diye sordu. Kadın:
“Evet!” deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:
“Öyleyse annene bedel oruç tut!” buyurdu.”[208]
AÇIKLAMA:
Buna benzer muhtelif rivayetler vârid olmuştur.
Bazılarında soru soran bir kadındır, Bazılarında bir erkek. Bazılarında annenin yerine, Bazılarında kız kardeşin yerine oruç tutmaktan sorulmuştur. Bazılarında nezir borcu mevzubahistir. Nezri, bir kısım âlimler “oruç”, bir kısım âlimler de “hacc” diye tefsir etmiştir vs…
Bir kısım âlimler bu farklılıklara bakarak haberin muzdarib olduğuna hükmetmiştir. Ancak İbnu Hacer, yaptığı tahkikle bu benzer rivayetlerde farklı vak´aların mevzubahis olduğunu, aynı hükmün çıkarılacağı değişik rivayetlerin yapılmış olduğunu söyler. Öyle ki kaynaklarını zikrederek nezir orucundan soranla, nezir haccından soranın isimlerini ayrı ayrı belirtir ve ızdırab iddiasını reddeder. Rivayetlerden çıkan hükümde ihtilaf olmadıktan sonra soru soranların erkek mi kadın mı olduğu, soruların anneyle ilgili olarak mı, kız kardeşle ilgili olarak mı sorulduğu hususlarında ihtilaf olmasının menfi bir değer taşımayacağını da ayrıca belirtir.
Hülasa, İbnu Hacer´e göre ölen adına oruç tutulabilir, ancak bu bir vecibe değildir, mendubtur.[209]
ـ3222 ـ6 -وعن مالك: ]أنَّهُ بَلَغَهُ أنَّ ابْنَ عُمَرَ كَانَ يُنكِرُ أنْ يَصُومَ أحَدٍ، أوْ يُصَلِّي أَحَدٌ عَنْ أَحَدٍ[ .
6. (3222)- İmam Mâlik´e ulaştığına göre İbnu Ömer (radıyallahu anh), bir kimsenin diğer bir kimse yerine oruç tutmasını veya bir kimsenin başka bir kimse yerine namaz kılmasını münker addederdi.”[210]
AÇIKLAMA:
İbnu Ömer, hayatta olanların birbirlerine bedel ne namaz ne de oruç ibadetlerini eda edemeyecekleri görüşündedir. Çünkü bu iki ibadet bedenî amellerdir, şahsen icra edilmesi gerekir. Namazın, nâfileden bile olsa ne ölü ne de diri adına kılınamayacağında icma edilmiştir. Diri adına oruç tutulabilir mi bunda ihtilaf var. Ölü adına oruç tutulabilir mi 3220 numaralı rivayette kaydettiğimiz üzere cumhur, “Hayır!” demiştir. Ancak tutulabileceğini söyleyenler de olmuştur.[211]
ـ3223 ـ7 -وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كُنْتُ أَنَا وَحَفْصَةُ صَائِمَتَيْنِ فَأُهْدِيَ لَنَا طَعَامٌ فَأكَلْنَا مِنهُ، فَدَخَلَ النَّبيُّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ حَفْصَةُ: وَبَدَرَتْنِي بِالْكََمِ، وَكَانَتْ بِنْتَ أَبِيهَا يَا رَسُولُ اللّهِ: إِنِّي أَصْبَحْتُ أَنَا وَعَائِشَةَ صَائِمَتَيْنِ مُتَطَوَّعَتَيْنِ فَأُهْدِيَ لَنَا طَعَامٌ فَأفْطَرْنَا عَلَيْهِ، فَقَالَ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اقْضِيَا مَكَانَهُ يَوْماً آخَرَ[. أخرجه مالك، وأبو داود والترمذي .
7. (3223)- Hz. Aişe (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben ve Hafsa oruçlu idik. Bize yiyecek hediye edildi. Ondan yedik. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza girdi. Hafsa (cür´ette) babası gibiydi, sözde benden evvel davranıp:
“Ey Allah´ın Resulü, biz, Aişe ve ben nâfile oruca niyet etmiş, bu niyetle sabaha kavuşmuştuk. Bize bir yemek hediye edildi. Biz de ondan yedik” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Bunun yerine bir başka gün, kaza orucu tutun!” buyurdu.”[212]
AÇIKLAMA:
Zürkânî, hadisin şerhinde şunu belirtir: “Buradaki emir vücûb ifade eder.Yani, nâfile niyetiyle tutulan oruç bozulacak olursa bilahare kazası vâcibtir.” Ebu Hanîfe, Ebu Sevr, Mâlik böyle hükmetmişlerdir. İmam Şâfiî, Ahmed İbnu Hanbel, İshak İbnu Râhûye: “Kaza gerekmez, ancak başlanan nâfilenin bozulmayıp tamamlanması müstehabtır” demişlerdir. “Vacib olur” diyenler, bu hadisten başka, Sonra orucu geceye kadar tamamlayın” (Bakara 187); “Allah´ın yasaklarına kim saygı gösterirse bu Rabb´inin katında onun hayrınadır” (Hacc 30) âyetlerini de hüccet göstermişlerdir. Onların bu görüşlerini destekleyen başka hadisler de mevcuttur. Biri şöyle: “Biriniz, yemeğe çağırılınca icâbet etsin, oruç tutmuyor ise yemekten yesin.” Birinci âyette, orucu tamamlama emri âmmdır; farza da, nâfileye de şâmildir. İkinci ayette Allah´ın haramlarına saygı emredilmektedir, “Orucun yenmesi saygı değildir” denmiştir.
“Nâfileyi yiyene kaza gerekmez” diyenler, Ümmü Hânî tarafından rivayet edilen şu hadisle ihticâc etmişlerdir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanıma girdi. Ben o sırada oruçluydum. Yanımda bir süt kabı vardı. Ondan içti ve bana uzattı. Ben de içtim. “Ben oruçluydum, ancak sizden gelen artığın reddi hoşuma gitmedi” dedim. Bana şu cevabı verdi: “Orucun eğer ramazan kazası ise, sonra yerine bir gün oruç tutarak kaza et. Başka bir oruçsa, dilersen kaza et, dilersen kaza etme.”
Zürkânî bu bahsin açıklamasını geniş tutmuştur.[213]
ـ3224 ـ8 -وعن أسماء بنت أبى بكر رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]أَفْطَرْنَا عَلَى عَهْدِ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ غَيْمٍ، ثُمَّ طَلَعَتَ الشَّمْسُ: قِيلَ لِهِشَامٍ: فَأُمِرُوا بِالْقَضَاءِ ؟ قَالَ: بُدٌّ مِنْ قَضَاءٍ[. أخرجه البخاري، وَأبو داود.
8. (3224)- Esma Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah zamanında bulutlu bir günde orucumuzu açtık. Sonra güneş doğdu. Hişâm´a: “Kaza emredildi mi ” diye soruldu. “Kazasız olur mu ” diye cevap verdi.”[214]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, bulut sebebiyle güneş battı zannıyla orucunu açtığı halde, sonradan güneşin batmamış olduğu anlaşılan durumda terettüp edecek hükmü belirtmektedir. Bu mesele ulemâ arasında ihtilaf konusu olmuş ise de Eimme-i Erbaa´ da yer aldığı cumhûr, bu şekilde hata ile erken açılan orucun bilahare kazası vâcib olduğuna hükmetmiştir.[215]
ـ3225 ـ9 -وعن أسلن قال: ] فَعَلَ ذَلِكَ عُمَرُ، يَعْنِي الْقَضَاءَ، وَقَالَ الخَطْبُ يَسِيِرٌ: وَقَدِ اجْتهَدْنَا[. أخرجه مالك. »الخطْبُ« ا‘مْر والشأن .
9. (3225)- Eslem rahimehullah anlatıyor: “Ömer bunu, yani kazayı yerine getirdi ve dedi ki: “Bu iş basittir, içtihadda bulunduk.”[216]
AÇIKLAMA:
Burada, hadis özetlenerek kaydedilmiştir. Aslı şöyle: “Bir gün Ramazanda, Hz. Ömer bulutlu bir günde orucunu açtı. Akşam oldu, güneş battı biliyordu. Bir adam gelerek:
“Ey mü´minlerin emîri, güneş çıktı!” diye haber getirdi. Hz. Ömer:
“Mesele basittir, (güneş battı diye) içtihad etmiştik” diye cevap verdi.”
İmam Mâlik şu açıklamayı yapar. “Hz. Ömer, mesele basittir!” sözüyle, doğruyu Allah bilir ya, anladığımız kadarıyla, bu orucun kazasını ve bunun hafif bir külfet olduğunu kastetmiş: “Bunun yerine bir gün tutarız” demek istemiştir.”
Bir başka rivayette Hz. Ömer şöyle demiştir: “Ey muhataplarım! Kim orucunu açmış ise, bilsin ki bir günlük kaza kolaydır, kim de henüz açmadı ise, orucunu tamamlasın.”
Görüldüğü üzere, Hz. Ömer´den yapılan bu rivayette, Resûlullah´tan yapılan önceki rivayet muhteva ve hüküm itibariyle farklı değiller.[217]
ـ3226 ـ10 -و عن أبي هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : مَنْ أَفْطَرَ يَوْماً مِنْ رَمَضَانَ مِنْ غَيْرِ مَرَضٍ، وََ رُخْصَةٍ، لَمْ يَقْضِهِ صَوْمُ الدَّهْرِ كُلِّهِ، وَإِنْ صَامَهُ[. أخرجه البخاري تعليقاً، وَأبو داود والترمذي .
10. (3226)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın kim bir günlük orucunu yerse, bütün zaman boyu oruç tutsa bu orucu kaza edemez.”[218]
AÇIKLAMA:
Hadis, Ramazanda meşru bir mazareti olmaksızın kasıtlı olarak oruç yiyen kimsenin davranışının Allah indindeki kötülüğünü belirtmektedir: Ramazanda yenen bir günlük orucu bütün dehir boyu (dehir sınırsız zaman demektir) tutulacak oruçlar kaza edemiyor. İbnu´l-Münîr, bunu: “Yani, orucu zamanında eda etmenin faziletini kaza suretiyle telâfi etmenin imkânı yok” diye açıklar. İbnu Mes´ud´dan yapılan bir rivayette şöyle denmiştir: “Ramazan ayında sebepsiz olarak bir gün yiyen Allah´a kavuşuncaya kadar dehir orucu da tutsa onu karşılayamaz. Allah dilerse affeder, dilerse azablandırır.” Bu rivayet, görüldüğü üzere İbnu´l-Münir´in açıklamasından biraz farklıdır, vakti içinde tutulamayacak Ramazan orucunun Allah´ın affı ile telafi edilebileceğini ifade ederek, ümîd ve tevbe kapısını açık bırakmaktadır.[219]
KEFARET
ـ3227 ـ1 -عن أبي هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبيِّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ رَسُولَ اللّهِ: هَلَكْتُ. قَالَ: مَا أَهْلَكَكَ؟ قَالَ: وَقَعْتُ عَلَى أَهْلِي وَأنَا صَائِمٌ، فَقَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: هَلْ تَجِدُ رَقَبَةً تَعْتِقُهاَ؟ قَالَ : َ. قَالَ: فَهَلْ تَسْتَطِيعُ أَنْ تَصُومَ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ؟ قَالَ: َ. هَلْ تَجِدُ إِطْعَامَ سِتِّينَ مِسْكِيناً؟ قَالَ: َ. قَال: فَاجْلِسْ، فَبَيْنَا نَحْنُ عَلَى ذَلِكَ إِذْ أُتِي صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعَرَقٍ فِيهِ تَمْرٌ، فَقَالَ: أَيْنَ السَّائِلُ؟ قَالَ: أنَا. قَالَ: خُذْ هَذاَ فَتَصَدّقْ بِهِ. قَالَ: أَعَلَى أَفْقَرَ مِنِّي، فَوَاللّهِ مَا بَيْنَ َبَتيْهَا أَهْلُ بَيْتٍ أفْقَرُ مِنَّا، فَصَحِكَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، ثُمَّ قَالَ: أَطْعِمْهُ أَهْلَكَ[. أخرجه الستة النسائي. »وَالْعَرَقُ« الزّنبيل.»الََّبَةُ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ« ا‘رض ذات الحجارة السود الكثيرة وهو الحرة وبتا المدينة: حرّتاها من جانبيها.
1. (3227)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir adam geldi ve: “Ey Allah´ın Resulü, helâk oldum” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Seni helak eden şey nedir ” diye sorunca:
“Oruçlu iken hanımıma temas ettim” dedi: Bunun üzerine Resûlullah´la aralarında şu konuşma geçti:
“Azad edecek bir köle bulabilir misin ”
“Hayır!”
“Üst üste iki ay oruç tutabilir misin ”
“Hayır!”
“Altmış fakiri doyurabilir misin ”
“Hayır!”
“Öyleyse otur!” Biz bu minval üzere beklerken, Aleyhissalâtu vesselâm´a içerisinde hurma bulunan bir büyük sepet getirildi.
“Soru sahibi nerede ” diyerek adamı aradı. Adam:
“Benim! Buradayım!” deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:
“Şu sepeti al, tasadduk et!” dedi. Adam:
“Benden fakirine mi Allah´a yemin ediyorum, Medine´nin şu iki kayalığı arasında benden fakiri yok!” cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah güldüler ve:
“Öyleyse bunu ehline yedir!” buyurdular.”[220]
AÇIKLAMA:
1- Hadis Ramazan ayında oruçlu iken cimâ edene kefaret gerektiğini ifade etmektedir. Âlimler kıyasla yeme ve içmenin de aynı hükme girdiğini belirtmişlerdir.
Kefâret kelimesi, giymek, örtmek mânasına gelen ke-fe-re kökünden gelir. Çiftçi, tohumu toprakla örttüğü; gece, eşyaları; bulut da güneşi örttüğü için her üçüne de kâfir (örten) denir. Mesela “Güneş yıldızları örttü” cümlesi, kelimenin kök mânasını anlamamıza yardımcı olur. Şu halde kefâret, işlenen bazı günahların örtülmesini sağlayan ibâdet mânasına gelir. Ancak bu, bir nevi cezadır. Sözgelimi, ramazanda tutmaya niyet ettiğimiz bir orucu meşru bir mâzeret olmadan bozarsak bu bir günahtır, bunun cezası, yukarıdaki hadiste de görüldüğü üzere ya bir köle azad etmek, ya altmış gün ard arda oruç tutmak, ya da altmış fakirin bir günlük yiyeceğini karşılamaktır. Bunlardan birini yerine getirmek suretiyle ramazanda niyetli orucunu bozma günahını örtmüş olur. İşte bu cezaya kefaret denir.
Yemini bozmanın, zıhâr yemini yapmanın, hataen katlin de kendilerine has kefâretleri var. Kefâreti yerine getiren kimse, o günahı işlememiş gibi olur.
2- Resûlullah (Aleyhissalâtu vesselâm)´a durumunu arzedip sual soran zâtın şahsiyeti kesinlikle bilinmemekle beraber bazı müellifler Süleyman -veya Seleme- İbnu Sahr olduğunu söylemiştir.
3- Hadis farklı vecihlerden rivayet edilmiştir. Rivayetlerde ziyade ve noksanlar olsa da, hadisten çıkarılacak hükme te´sir edecek değişiklik yok, hepsi de ramazanda kasden oruç bozana kefâret gerektiğinde ittifak eder.
4- Burada kaydedeceğimiz bir husus, adamın cevapları karşısında Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm´ın gülmeleridir. Rivayetler bu gülüşü “kesici dişleri görülünceye kadar”, “azı dişleri görülünceye kadar” gibi farklı şekillerde ifade ederler. Hatta bir rivayette, “ön dişleri görüldü” tabiri kullanılmıştır.
Bu hadis vesilesiyle İbnu Hacer´in Resûlullah´ın gülmesi üzerine dermayan ettiği bazı açıklamaları kaydetmeyi faydalı buluyoruz: ثَنَايَاهُ”dişleri görüldü” ifadesi bir rivayet hatası olabilir. Bunun doğrusu kesici dişler انيابه olması daha, muvafıktır. Çünkü ön dişler umumiyetle tebessümle de ortaya çıkar. Halbuki hâdisenin siyâkı, tebessümün arttığını ifade etmeyi kasdetmektedir. Öte yandan Resûlullah´ın çoğunlukla tebessüm tarzında güldükleri, O´nun umumî vasıfları arasında bilinmektedir. Hatta: “Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm sadece âhirete müteallik şeylerde gülerdi, dünyevî olan meselelerde sadece tebessüm ederdi” denmiştir… Bazı âlimler: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu hâdisede gülüşünün sebebi, adamın halindeki mübâyenet (zıtlık) dır. Yaptığının neticesinden korkmuş ve elinden gelebilecek bütün imkanları seferber ederek hatasını telafi etmek arzusuyla geldiği halde Resûlullah´ta bulduğu ruhsat karşısında, cinayetinin kefâreti için tasadduk etmesi maksadıyla kendisine verilen şeyi bizzat yeme hususunda tamahkârlık gösterdi” demiştir. Bazı âlimler: “Resûlullah adamın sözlerindeki tatlılık, ağırbaşlılık ve hitaplarındaki gönül alıcılıkla, gayeye ulaşmadaki musırrâne tavrına gülmüş olmalıdır” demiştir.
5- HADİSTEN ÇIKARILAN İSTİFADELER:
* Hududa girmeyip, içtihada giren meselelerde fetva sormak üzere gelen kimseye ta´zir ve ceza verilmez. Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm Ramazan´ın hürmetini ihlâl eden bedevîyi cezalandırmamıştır. İyâz der ki: “Çünkü gelişinde, fetva soruşunda onun yaptığından pişmanlığı ve vazgeçtiği gözükmektedir. Üstelik, fetva için her gelene ceza verilecek olsa bunun korkusuyla kimse fetva sormaya gelmez. Hududa giren bir fiille gelecek olursa o ayrı.”
Buharî, bu hususla ilgili olarak Kitâbu´l-Muhâribin´de şu manada bir bab açmıştır: “Had dışında bir günah işleyen, gelir imama haber verirse, fetva sormak için geldikten sonra ceza verilmez babı.”
* Kefâret mertebelidir. Yani imkânı olan köle azad eder, olmayan iki ay ard arda oruç tutar, bunu yapamayacak durumda olan altmış fakiri doyurur.
Sadece İmam Mâlik, bu üçten biriyle kefâretini yerine getirmede ferdin muhayyer olduğunu söylemiştir. Diğerleri “Bu sıraya riayet vacibtir” der.
* Kefârette fakire yardım edilir.
* Kefâretten yakınlara vermek câizdir.
* Hibe ve sadaka (akdinin gerçekleşmesinde) kabzetmek kâfidir, dille “aldım kabul ettim” demeye gerek yoktur.
* Kefâret, nafakasını karşılamak mecburiyetinde olduğu horantanın nafakasından artandan verilir. Bu kadar imkânı olmayana gerekmez.
* İnsan bir şeye taaccüb edince gülmede mübalağa edebilir.
* Yemin taleb edilmeden Allah´ın adına veya sıfatlarına yemin etmek caizdir.
* Fakirlik iddiasında fakir ve miskinin sözüne itimad esastır, tahkik yapılmaz. Nitekim adam: “Medine´nin iki kayalığı arasında benden fakiri yok” deyince Resûlullah delil istemedi, tahkik yapmadı.
* Zann-ı galib üzerine yemin câizdir, kesin delillere dayalı bilgisi olmasa bile. Çünkü hadiste adam, kendilerinden daha muhtaç kimse olmadığı hususunda yemin etmiştir, halbuki daha fakir birinin olması mümkündür. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu yemin sebebiyle adama müdahale etmemiştir.
* Çirkin işleri ifade ederken kinayeye başvurulmalıdır. Adam fiilini, “Hanıma temas ettim” diye kinaye yolunu tercih etmiştir.
* Talebeye rıfkla muamele ve tâlimde tatlılık müstehabtır. Teklif ediciler dine ısındırmak, günaha pişman kılmak, korku hissi duyurmak hususunda titiz davranmalıdır.
* Mescidde, namazdan başka dînî maslahatlar için oturmak câizdir, ilim neşri gibi…
* İbadette yardımlaşmak müstehabtır.
* Dara düşen müslümanın kurtuluşu için çalışmalıdır.
* Bir kişiye günlük ihtiyacından fazlası verilebilir.
* Kefâreti bir aileye vermek câizdir.
6- Hadisten Çıkan Hükümler:
Aynî, bu babta gelen hadislerden bazı farklı hükümlere gidildiğini belirtir:[221]
1- Bir kısım âlimler, hadisin bazı vecihlerinde yer alan تَصَدّقْ بِهَا .”Bunu tasadduk et!” ifadesini esas almış ve Ramazanda gündüzleyin bilerek temasta bulunan kimseye, “kefâret değil, sadece sadaka gerekir” demiştir. Bir rivayette İmam Mâlik, Avf İbnu Mâlik el-Eşca´î, Abdullah İbnu Rihem bu görüştedirler. Aynî, rivayetin Ebu Hüreyre´nin bazı ziyadelerle kaydettiği veçhini esas alarak bunların isabetsizliğini belirtir.
Bazılarına göre, sadakanın tamamını ödemekten âciz olan kişinin borcu, zenginlik anına kadar te´hir edilir. Bazıları, Resûlullah´ın bedevîye emrini tetavvu olarak yaptığını, fakirliği sebebiyle o anda ödemesi gereken bir vecibe kılmadığını; bu sebeple, verdiği hurmayı nefsi ve âilesi için sarfetmesine izin verdiğini belirtirler.
Şâfiîler bu hususta iki görüşe yer vermiştir: Bir kısmı, “Resûlullah´ın bu adama fakirliği sebebiyle kefâret hurmasını yeme izni vermesi, ona mahsus bir ruhsattır, umumi bir kaide değildir” der. Bu görüşe binâen İbnu´ş-Şihâb der ki: “Zamanımızda bir adam böyle bir iş yapsa, bunun mutlaka kefâret ödemesi gerekir. Resûlullah´ın bu davranışına “mensuhtur”, “sadece o zata mahsustur” diyenler de olmuştur. Ashabımızdan bazıları: “Bu adam kendine tanınan üç kolaylıkla hususi bir imtiyaza mazhar kılınmıştır” der. O imtiyazlar şunlardır.
* Oruca gücü yettiği halde fakir doyurma ruhsatı,
* Kefâreti kendine sarfetmek,
* Onbeş sâ miktarıyla yetinme.[222]
2- Öncekiler, mezkur sadakanın miktarı hususunda ihtilaf etseler de İmam Şâfiî ve Mâlik demişlerdir ki: “Bu husustaki vâcib miktar her fakir için bir müdd´dür. Bir müdd ise bir sâ´ın dörtte biridir. Nitekim, Ebu Dâvud´un Hişâm İbnu Sa´d´dan kaydettiği rivayette sepette. 15 sâ´ olduğu belirtilmiştir.”
Şâfiîler bu açıklamayı, kefâret miktarının tesbitinde esas yaparlar. Böylece 15 sâ´, 60 müdd yapar. Halbuki Hanefilerde bir sadaka-i fıtır miktarı, buğdaydan yarım sâ´, hurmadan bir sâ´dır. Bunu tasrih eden rivayetler mevcuttur. Darakutnî´nin İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´dan kaydettiği bir rivayette kefâret-i zıhâr için şöyle denir: “Hergün, bir fakire bir sâ´ miktarında buğday verin.”
3- Şâfiî, Dâvud-u Zâhirî ve diğer Zâhiriler bu hadisten hareketle “cimâ sebebiyle kadın ve erkeğe ayrı ayrı birer kefâret gerekmez, her ikisine bir kefâret yeterlidir, çünkü hadiste aleyhissalâtu vesselâm, kadını hiç mevzubahis yapmamıştır, onun hakkında hükümde bulunmamıştır” demiştir. Ebu Hanîfe, Mâlik, Ebu Sevr ise: “Kadına da kefâret gerekir, çünkü kocanın teklifine itaat etti” demişlerdir. Evzâî, rıza gösterenle, rızası hilafına mecbur kalan kadın arasında fark görmezken; İmam Mâlik -mezhepteki meşhur görüşüne göre- “Erkek onun adına oruç dışındaki kefâretlerden birini öder” der. Bazıları, “Zorlanan kadın için, erkeğe de kadına da bir şey terettüp etmez” demiştir.
4- Kefâretin miktarı, altmış fakirin doyurulmasıdır. Hasan Basrî´den yapılan bir rivayete göre kırk fakirin yirmi sâ´ ile doyrulması yeterlidir.
Ebu Hanife, altmış fakire verilecek miktarın bir fakire verilmesini tecviz etmiştir. Ancak bu veriş defaten olmamalı, altmış ayrı günde olmalıdır. Çünkü bunları ayrı ayrı vermek vâcibtir.
5- Kefârette tertip vâcibtir: Önce köle azad eder, bulamazsa iki ay oruç tutar, gücü yetmezse altmış fakir doyurur. Ebu Hanîfe ve Şâfiî bu görüştedir. İmam Mâlik bu meselede tahyîr´i esas alır.
6- Hadiste “köle azadı” derken, “köle” kelimesinin mutlak gelmesi, azâd edilecek kölenin müslüman-kâfir, kadın-erkek, büyük-küçük herhangi birinin olabileceğini ifade eder.
7- İki ayı üst üste tutmak şarttır. Arada Ramazan olmamalıdır. Oruç tutulması haram olan bayram ve teşrik günleri de olmamalıdır. İbnu Ebî Leyla dışında bütün âlimler bu görüştedir.
8- Yenen gün için iki aylık kefâret orucuna ilâveten, o günü ayrıca kaza da etmek gerekir mi ihtilaf edilmiştir: Ebu Hanîfe ve Ashabı, İmam Mâlik, Süfyan-ı Sevrî, Ebu Sevr, Ahmed, İshâk (rahimehümullah), “Kaza da gerekir” demişlerdir. Evzaî: “Köle azad ederek veya yemek vererek kefâreti yerine getirmişse, yediği güne bedel bir gün oruç tutar, iki ay oruç tutarak kefâret ödemişse, yediği gün buraya dahil olur, ayrıca bir de yediği günün orucuna gerek yok” demiştir. Kaza gerekir diyenler, sadedinde olduğumuz hadisin İbnu Mâce´de Ebu Hüreyre´den kaydedilen bir veçhinde yer alan “Bozduğu güne bedel de bir gün oruç tutar” ziyadesini esas alırlar.
9- Bir ramazanda birkaç kere cimâda bulunan kimseye her defası için ayrı kefâret gerekmez. Hatta, önceki ramazandan kefâret borcu olan kimse, bunu ödemeden müteakip ramazanda tekrar kefâreti gerektiren fiilde bulunsa hepsi için tek kefaret yeterlidir. Ancak Mâlik, Şâfiî ve Ahmed: “Her biri için ayrı kefâret gerekir” derler. Hanefiler: “Bir kefâret borcu ödendikten sonra tekrar kefâreti gerektiren bir fiil işlenmişse yeniden kefâret gerekir” demiştir.
10- Sadedinde olduğumuz hadiste zımnî temlikin cevazına delil var. تَصَدّقْ بِهَذا”Sepetlerini tasadduk et!” sözü bunu göstermektedir. Kurtubî der ki: “Bu sözden, sepettekini, -kefaretine bedel- tasadduk etmesi için o adama temlik etmiş olması lâzım gelir.”[223]
ـ2 ـ533 -وعن مالك : ]أنَّهُ بَلَغَهُ أنَّ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ كَبِرَ حَتَّى كَانَ َ يَقْدِرُ عَلَى الصِّيَامِ فَكَانَ يَفْتَدِي[.
2. (3228)- İmam Mâlik´e ulaştığına göre, Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh), yaşlanınca oruç tutamaz oldu. O zaman orucu yedi ve oruca bedel fidye ödedi.”[224]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah´ın hizmetçisi olan Enes İbnu Mâlik, Muâmmerîn denen uzun müddet yaşayan sahâbîlerden biridir. Yaşı hususunda kaynaklar 99 ile 110 arasında farklı rakamlar verirler. Sadedinde olduğumuz rivayet, Hz. Enes´in ömrünün sonlarında oruç tutamayacak kadar tâkattan kesildiğini, bu sırada orucu yeyip fidye verdiğini belirtir. İmam Mâlik aynı rivayetin devamında, her bir gün yerine müdd-ü Nebî aleyhissalâtu vesselâm ile bir müdd verdiğini tasrih eder.
Ancak, İmam Mâlik, Hz. Enes´in, tutamadığı oruç için verdiği fidyenin vacib olmadığını, yani bunu vermenin Enes´e vâcib olmadığını söyler ve “Bunu güçlü iken yapması bana daha uygun geliyor” der.
İmam Mâlik´e göre, oruca tahammül edemiyecek durumda olan kimseye oruç farz olmaz, dolayısıyla fidye de gerekmez. Onun nazarında Hz. Enes´in verdiği fidye, bir müstehabı yerine getirmek içindir. Cenab-ı Hak, tâkat getiremiyecek olana orucu vâcib kılmamıştır.
İbnu Abdilberr: “Oruç fidyesi, ne kitap, ne sahih sünnet ne de icmâ ile sabit değildir. Farzlar ise, bu üç yoldan biriyle sübut bulur” der.[225]
ـ3229 ـ3 -وعنه: ]أنَّهُ بَلَغَهُ أَنَّ عَبْدَ اللّهِ بْنَ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُماَ سُئِلَ عَنِ الْحَامِلِ إِذَا خَافَتْ عَلَى وَلَدِهَا، وَاشْتَدَّ عَلَيْهَا الصِّيَامُ، فَقَالَ: تُفْطِرُ وَتُطْعِمُ مَكَانَ كُلِّ يَوْمٍ مِسْكِيناً مُدّا مِنْ حِنْطَةٍ بِنُدِّ النبِيِّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ[.
3. (3229)- Yine İmam Mâlik´e ulaştığına göre, Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´e “Hâmile kadın, karnındaki çocuk için endişeye düşecek olur ve oruç da kendisine ağır gelmeye başlarsa ne yapmalı ” diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
“Orucu yer, her gün için bir fakire, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın müddü ile bir müdd buğday verir.”[226]
AÇIKLAMA:
İmam Mâlik, hadisin devamında, ilim ehlinin, hâmile kadın için: “Bilahare kaza eder” diye hükmettiklerini belirtir. Delil olarak: Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun” (Bakara 185) âyetini gösterir ve çocuğu hakkında korkan kadının âyette geçen “hasta” grubundan sayılacağını söyler.
Hâmile ve hatta emzikli kadın için fukahâ “kaza” ya hükmeder, “fidye gerekmez” der. Yukarıda kaydedilen âyetten çıkarılan hükme göre, yolculuk ve hastalık gibi dinen meşru bir özürle orucunu yiyen kimse, kaza edecek vakit bulamadan vefat edecek olsa fidye de gerekmez. Fidye verilmesini vasiyet etmiş ise, terikesinin üçte birinden verilir. Aynı kimse, bunu tamamen veya kısmen kaza edebilecek fırsat bulduğu halde kaza etmeden vefat edecek olsa, malı varsa tutamadığı gün adedince fidye vermeyi vasiyet etmesi gerekir. Bu da malının üçte birinden ödenir.[227]
ـ3230 ـ4 -وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما: ]عَنِ النَبِيِّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قالَ: مَنْ مَاتَ وَعَلَيْهِ صِيَامُ شَهْرِ رَمَضَانَ، فَلْيُطْعِمْ مَكَانَ كُلِّ يَومٍ مِسْكِيناً [. أخرجه الترمذى، وصحح وقفه على ابن عمر .
4. (3230)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim, üzerinde Ramazan ayının orucu olduğu halde ölecek olursa, (ölünün velisi) her bir gün yerine, bir fakire yiyecek versin.”[228]
AÇIKLAMA:
Tirmizî, bu hadisi kaydettikten sonra şu açıklamaya yer verir: “Bu meselede âlimler ihtilaf etmiştir. Bir kısmı, “ölenin yerine oruç tutulur” demiştir. Ahmed İbnu Hanbel ve İshâk İbnu Râhûye bu görüştedirler. Bunlar derler ki: “Ölü üzerinde şâyet nezir orucu varsa, bu onun adına tutulur, eğer Ramazan orucundan borç varsa, bu ona bedel fidye verilerek ödenir.” İmam Mâlik, Süfyân ve İmam Şâfiî de: “Kimse, kimsenin yerine oruç tutamaz” demişlerdir.”
Hanefiler de hiç kimsenin bir başkasının yerine oruç tutamıyacağına hükmetmiştir. ulemâ namaz, oruç gibi bedenî ibadetlerin, ölü olsun, sağ olsun bir başkası adına yapılamayacağına hükmetmiştir. Ancak şu kadar var ki, kişi kendisi için tuttuğu orucun veya kıldığı namazın sevabından bir başkasına da bağışlayabilir, sırf onun adına niyet ederek oruç tutamaz, namaz kılamaz.
Ancak, ölünün yerine oruç tutulacağını söyleyen âlimler de, bu hususta vârid olan rivayetlere dayanırlar. Nitekim bunlardan birkaçını daha önce kaydettik (3220, 3221). Gerekli açıklamaları orada yaptık.[229]
ـ3231 ـ5 -وعن القاسم بن محمد: ]أَنَّهُ كَانَ يَقُولُ: مَنْ كَانَ عَلَيْهِ قَضَاءُ رَمَضَانَ فَلَمْ يَقْضِهِ وَهُوَ قَوِيٌ
عَلَى صِيَامِهِ حَتَّى جَاءَ رَمَضَانَ آخَرُ، فَإِنَّهُ يُطْعِمُ مَكَانَ كُلِّ يَوْمٍ مِسْكِيناً مُدّاً مِنْ حِنْطَةٍ، وَعَلَيْهِ مَعَ ذَلِكَ الْقَضَاءُ[. أخرجه مالك .
5. (3231)- Kâsım İbnu Muhammed rahimehullah´tan anlatıldığına göre şöyle diyordu: “Üzerinde Ramazan borcu olan kimse, kaza edecek güç ve kuvvette olduğu halde, müteakip Ramazan gelinceye kadar bunu tutmamış ise, her bir gün yerine bir fakire bir müdd buğday vermeli ve orucu ayrıca kaza etmelidir.”[230]
AÇIKLAMA:
1- Zürkânî hadisi açıklarken, Ebu Hanîfe ve iki ashabı (Ebu Yusuf ve Muhammed) hariç, cumhûrun bu hadîsin hükmüne uygun şekilde, kazaya kalan oruç için fidye olarak her bir güne bedel bir müdd buğday verilmesinde ittifak ettiğini belirtir. Ebu Hanîfe ve ashabı ise, daha önce de belirttiğimiz gibi, yarım sa´ miktarı buğday demiştir. Eşheb ise “Medine´de bir müdd, başka taraflarda bir tam ve üçte bir müd (1 1/3)” demiştir. Mekke´de ödenecek miktar hakkındaki görüşte ihtilâf edilmiştir: Medine´deki miktarda mı, başka taraflardaki miktarda mı
2- Fidye ile birlikte kaza gerektiği meselesinde ihtilaf edilmemiştir. Eimme-i Erbaa ve cumhûr, sıhhatli olduğu halde önceden oruç borcuyla yeni Ramazan´a giren kimse için: “İkinci Ramazan´ı tutar, sonra öncekini kaza eder, ayrıca fidye gerekmez” derler. Ancak cumhûra muhalefetle “Sıhhatli olarak kavuşmuş olduğu ikinciyi tutar. Önceki borcu için fidye verir, kaza gerekmez” diyen de olmuştur.
Ebu Hanîfe ve Ashabı: “Bu kimseye sadece kaza gerekir, ayrıca fidye gerekmez, zira Allah Teâlâ Hazretleri, فَعِدّةٌ مِنْ اَيّامٍ اُخَرَHasta veya yolcu olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun” (Bakara 185) buyurmuş, -kazanın gecikmesi sebebiyle- fidye ödeme hususunda sükût etmiştir” derler. Bu mütâlaaya şöyle cevap verilmiştir: “Kur´an´da zikredilmemiş olması, sünnette sabit olmamasını, o meseleyle ilgili olarak Resûlullah´tan hiçbir şeyin bulunmamasını gerektirmez.” Nitekim Dârakutnî ve başkaları Ebu Hüreyre´den, Saîd İbnu Mansur ve Dârakutnî İbnu Abbâs´tan, Abdurrezzâk, Ömer İbnu´l-Hattâb´tan bu durumdaki kimseye “fidye de gerekir” diye rivayette bulunmuşlardır. İbnu Abdilberr: “Bu meselede altı sahâbiden rivayet mevcuttur ve bunların hiç birinden mevzuyla ilgili bir muhalefet bilinmemektedir” der.
Ulemâ, şu âyet hakkında da ihtilaf etmiştir: وَعَلى الّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ”Oruca dayanamayanlar bir fakiri doyuracak kadar fidye verir” (Bakara)[231]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/418-419.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/419.
[3] Buhari, Savm: 2, 9, Libas: 78; Müslim, Sıyâm: 164 (1151); Muvatta, Sıyâm: 58, (1, 310); Ebu Dâvud, Savm: 25 (2363); Tirmizî, Savm: 55, (764); Nesâî, Sıyâm: 41, (2, 160-161); İbnu Mâce, Sıyam: 1, (1638), Edeb: 58, (3823); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/420.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/420-424.
[5] Tirmizî, Cihâd: 3, (1624); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/425.
[6] Nesâî, Sıyam: 43, (4, 165); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/425.
[7] Buharî, Savm: 4, Bed´ü´l- Halk: 9; Müslim, Sıyâm: 166, (1152); Nesâî, Sıyam: 43, (4, 168); Tirmizî, Savm: 55, (765).
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/425.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/425.
[10] Tirmizî, Savm: 82, (807); İbnu Mâce, Sıyâm: 45, (1746); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/426.
[11] Buhari, Savm: 5, Bed´ü´l- Halk: 11, Müslim, Sıyâm: 2, (1079); Nesâî, Sıyâm: 5, (4, 129); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/426.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/426-427.
[13] Nesâî, Savm: 5, (4, 130); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/427.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/427-428.
[15] Tirmizî, Zekat: 28, (663); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/428.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/428.
[17] Buharî, Savm: 11, 5, 13, Talâk: 25; Müslim, Sıyâm: 9, (1080); Muvatta, Sıyâm: 1, (1, 286); Ebu Dâvud, Savm: 4, (2320); Nesâî, Savm: 10, 11, (4, 134).
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/429.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/429-430.
[20] Ebu Davud, Savm: 6, (2362); Nesâî, Savm: 13, (4, 135, 136); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/431.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/431.
[22] Ebu Dâvud, Savm: 6, (2325); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/4321.
[23] Ebu Dâvud, Sıyâm: 14, (2340, 2341); Tirmizî, Savm: 7, (691); Nesâî, Savm: 8, (4, 132); İbnu Mace, Sıyâm: 6, (1652); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/432.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/432-433.
[25] Adaletle ilgili teferruat ikinci ciltte geçti (5, 6, 12. Sayfalarda). Şehâdet ve rivayet (ihbar) hakkında da yine ikinci cilt 26-29. Sayfalarda bilgi verilmiştir.
[26] Ebu Dâvud, Savm: 14, (2342); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/433.
[27] Ebu Dâvud, Savm: 13, (2338); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/433.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/433-434.
[29] Ebu Davûd, Salât: 255, (1157); Nesâi, Iydeyn: 2, (3, 180); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/435.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/435.
[31] Müslim, Sıyâm: 28, (1087); Ebu Dâvud, Savm: 9, (2332); Tirmizî, Savm: 9, (693); Nesâî, Savm: 7, (4, 131); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/436.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/436-437.
[33] Tirmizî, Savm: 11, (697); Ebu Dâvud, Savm: 5, (2324); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/437.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/437-438.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/439.
[36] Buharî, Savm: 13, 5, 11, Talâk: 29; Müslim, Savm: 13-15, (1080); Ebu Dâvud, Savm: 4, (2319, 2320, 2321); Nesâî, Savm: 17, (4, 139, 140); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/439.
[37] Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) peygamber olduğu zaman Araplarda okuma yazma durumu ve Efendimizin bu hususta aldığı tedbirlerle ilgili geniş açıklamayı birinci ciltte sunduk: (S, 24-26 veya S, 402 ve devamı.)
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/439-440.
[39] Buharî, Savm: 12; Müslim, Sıyâm: 31, (1089); Ebu Dâvud, Savm: 4, (2323); Tirmizî, Savm: 8, (692); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/440.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/440-442.
[41] Ebu Dâvud, Savm: 71, (2454); Tirmizî, Savm: 33, (730); Nesâî, Savm: 68, (4, 196, 197); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/443.
[42] Nesâî, Savm: 68, (4, 197, 198); Muvatta, Sıyâm: 5, (1, 288); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/443.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/443-444.
[44] Müslim, Sıyâm: 169, (1154); Nesâî, Savm: 67, (4, 193-195); Tirmizî, Savm: 35, (733, 734); Ebu Dâvud, Savm: 72, (2455); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/445.
[45] Buharî, Savm: 21, (Tercümede, yani bir bab başlığında zikretmiştir); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/446.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/446-447.
[47] Ebu Dâvud, Savm: 32, (2380); Tirmizî, Savm: 25, (720); İbnu Mâce, Savm: 16, (1676); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/448.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/448.
[49] Tirmizî, Savm: 24, (719); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/448.
[50] Ebu Dâvud, Savm: 32, (2381); Tirmizî, Tahâret: 64, (87); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/449.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/449.
[52] Buharî, Savm: 32, Tıbb: 11; Müslim, Hacc: 87, (1202); Ebu Dâvud, Savm: 29, (2372, 2373); Tirmizî, Savm: 61, (775, 776, 777); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/449.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/449-450.
[54] Ebu Dâvud, Savm: 29, (2375); Buharî, Savm: 32; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/450.
[55] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/450.
[56] Ebu Dâvud, Savm: 29, (2374); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/451.
[57] Tirmizî, Savm: 60, (774); Ebu Dâvud, Savm: 28, (2367); İbnu Mâce, Savm: 18, (1679, 1680, 1681); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/451.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/451.
[59] Tirmizî, Savm: 30, (726); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/452.
[60] Ebu Dâvud, Savm: 31, (2377); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/452.
[61] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/452.
[62] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/453.
[63] Buharî, Savm: 24, 23; Müslim, Sıyâm: 62-65, (1106); Muvatta, Sıyâm: 14, (1, 292); Ebu Dâvud, Savm: 33, (2382-2386); Tirmizî, Savm: 31, (727-729); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/453.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/453.
[65] Ebu Dâvud, Savm: 33, (2385); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/454.
[66] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/454.
[67] Ebu Dâvud, Savm: 35, (2387); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/454.
[68] Muvatta, Sıyâm: 20, (1, 293); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/454.
[69] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/455.
[70] Buhari, Savm: 26, Eyman: 15; Müslim, Sıyâm: 171, (1155); Tirmizî, Savm: 26, (721); Ebu Dâvud, Savm: 39, (2398); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/456.
[71] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/456-457.
[72] Buharî, Savm: 53, Teheccüd: 11; Müslim, Sıyâm: 180, (1158); Tirmizî, Savm: 57, (769); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/458.
[73] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/458.
[74] Buhari, Savm: 53; Müslim, Savm: 178, (1157); Nesâî, Savm: 70, (4, 199); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/459.
[75] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/459.
[76] Tirmizî, Savm: 48, (752); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/460.
[77] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/460-462.
[78] Buharî, Savm: 69, Hacc: 1, 47, Menâkıbu´l-Ensâr: 26, Tefsir, Bakara: 24; Müslim, Sıyâm: 115; Muvatta, 33, Ebu Dâvud, Savm: 64, (2442, 2443); Tirmizî, Savm: 49, (753); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/462.
[79] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/462-463.
[80] Buharî, Savm: 69, Enbiya: 22, Fedâilu´l-Ashâb: 52, Tefsir, Yûnus: 1, Tâ-hâ: 1, Müslim, Sıyâm: 127, (1130); Ebu Dâvud, Savm: 64, (2444); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/463.
[81] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/463-465.
[82] Nesâî, Zekât: 35, (5, 49); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/465.
[83] İbnu Hacer´in tercihi olan önceki te´vil ile, bu rivayet sayesinde güçlenmiş olan ikinci te´vil arasında ortaya çıkan açıklık hakkında yoruma girmeyişi dikkatimizi çekiyor.
[84] Buharî, Savm: 53; Müslim, Sıyâm: 179, (1157); Ebu Dâvud, Savm: 55, (2430); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/466.
[85] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/466.
[86] Buharî, Savm: 52; Müslim, Sıyâm: 175, (1156); Muvatta, Sıyâm: 56, (1, 309); Ebu Dâvud, Savm: 56, 59, (2431, 2434); Tirmizî, Savm: 37, (736); Nesâî, Savm: 70, (4, 199, 200); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/467.
[87] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/467-469.
[88] Tirmizî, Savm: 37, (736); Ebu Dâvud, Savm: 11, (2335); Nesâî, Savm: 70, (4, 200); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/469.
[89] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/469-470.
[90] Nesâî, Savm: 70, (4, 201); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/470.
[91] Müslim, Sıyâm: 204, (1164); Tirmizî, Savm: 53, (759); Ebu Dâvud, Savm: 58, (2432); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/471.
[92] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/471.
[93] Ebu Dâvud, Savm: 61, (2437); Nesâî, Savm: 83, (4, 220); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/472.
[94] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/472-473.
[95] Muvatta, Hacc: 133, (1, 375); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/474.
[96] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/474.
[97] Tirmizî, Savm: 46, (749); İbnu Mâce, Sıyâm: 40, (1730); Müslim, Sıyâm: 196, (1162); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/474.
[98] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/474-475.
[99] Tirmizî, Savm: 44, (745); Nesâî, Savm: 70, (4, 202, 203); İbnu Mâce, Sıyâm: 42, (1739); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/476.
[100] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/476.
[101] Tirmizî, Savm: 44, (747); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/476.
[102] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/476-477.
[103] Ebu Dâvud; Savm: 68, (2449); Nesâî, Savm: 83, (4, 220, 221); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/478.
[104] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/478.
[105] Nesâî, Savm: 70, (4, 198); brahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/478.
[106] Müslim, Sıyâm: 194, (1160); Ebu Dâvud, Savm: 70, (2453); Tirmizî, Savm: 54, (763); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/479.
[107] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/479-480.
[108] Tirmizî, Savm: 54, (761); Nesâî, Savm: 82, (4, 219); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/480.
[109] Tirmizî, Savm: 74, (797); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/480.
[110] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/480.
[111] Buhari, Savm: 64; Rikâk: 18; Müslim, Salâtu´l-Müsâfirin: 217, (783); Ebu Dâvud, Salât: 317, (1370); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/481.
[112] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/481.
[113] Buharî, Savm: 67, Fadlu´s- Salât: 6, Cezâu´s- Sayd: 26; Müslim, Sıyâm: 288, (827); Ebu Dâvud, Savm: 48, (2417); Tirmizî, Savm: 58, (772); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/482.
[114] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/482-483.
[115] Ebu Dâvud, Savm: 49, (2419); Tirmizî; Savm: 59, (773); Nesâî, Menâsik: 195, (5, 252); Tirmizî, hadisin sahih olduğunu söylemiştir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/483.
[116] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/483-484.
[117] Müslim, Sıyâm: 144, (1141); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/484.
[118] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/484.
[119] Ebu Dâvud, Savm: 10, (2334); Tirmizî, Savm: 3, (686); Nesâî, Savm: 37, (4, 153); İbnu Mâce, Sıyâm: 3, (1645); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/485.
[120] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/485.
[121] Nesâî, Savm: 71, (4, 205, 206); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/485.
[122] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/485.
[123] Ebu Dâvud, Savm: 12, (2337); Tirmizî, Savm: 38, (738); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/486.
[124] Buharî, Savm: 14; Müslim, Savm: 21, (1082); Ebu Dâvud, Savm: 11, (2335); Tirmizî, Savm: 2, (684); Nesâî, Savm: 31, 32 (4, 149); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/486.
[125] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/486-487.
[126] Ebu Dâvud, Savm: 63, (2440); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/487.
[127] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/487.
[128] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/488.
[129] Buharî, Savm: 63; Müslim, Sıyâm: 147, 148; Ebu Dâvud, Savm: 50, (2420); Tirmizî, Savm: 42, (743); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/488.
[130] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/488.
[131] Ebu Dâvud, Savm: 51, (2421); Tirmizî, Savm: 43, (7.44); İbnu Mâce, Sıyâm: 38, (1726); Ebu Dâvud hadisin mensuh olduğunu söylemiştir. Tirmizî de hasen demiştir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/489.
[132] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/489.
[133] Buhari, Savm: 20, Müslim, Sıyâm: 45, (1095); Tirmizî, Savm: 17, (708); Nesâî, Savm: 18, (4, 141); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/490.
[134] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/490-491.
[135] Müslim, Sıyâm: 46, (1096); Ebu Dâvud, Savm: 15, (2343); Tirmizî, Savm: 17, (709); Nesâî, Savm: 27, (4, 146); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/491.
[136] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/491.
[137] Buharî, Savm: 19, Mevâkitu´s-Salât: 27, Teheccüd: 8; Müslim, Sıyâm: 47, (1097); Tirmizî, Savm: 14, (703); Nesâî, Savm: 21, 22, (4, 143); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/491.
[138] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/492.
[139] Buhari, Savm: 1.9, Mevâkît: 27; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/492.
[140] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/492.
[141] Nesâi, Savm: 20, (4, 142); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/493.
[142] Şer´î örfde gündüz (nehar) fecirle başlar ve akşam vaktinin girmesiyle sona erer. Şu halde akşamdan yatsıya kadarki alaca karanlık, şer´an geceden sayıldığı gibi, fecirden güneşin doğmasına kadarki sabahın alaca karanlığı da gündüzden sayılır. Bu husus Kadr suresinde de görülür.
[143] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/493-494.
[144] Ebu Dâvud, Savm: 17, (2348); Tirmizî, Savm: 15, (705); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/494.
[145] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/494.
[146] Buhari, Ezân: 13, Talâk: 24, Haberu´l-Vâhid: 1; Müslim, Sıyâm: 40, (1093); Ebu Dâvud, Savm: 17, (2347); Nesâî, Savm: 30, (4, 148); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/495.
[147] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/495.
[148] Ebu Dâvud, Savm: 18, (2350); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/495.
[149] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/495-496.
[150] Buharî, Savm: 43; Müslim, Sıyâm: 51, (1100); Ebu Dâvud, Savm: 19, (2351); Tirmizî, Savm: 12, (698); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/497.
[151] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/497.
[152] Muvatta, Sıyâm: 8, (1, 289); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/498.
[153] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/498.
[154] Buharî, Savm: 45; Müslim, Sıyân: 48, (1098); Muvatta, Sıyâm: 6, (1, 288); Tirmizî, Savm: 13, (699); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/499.
[155] Muvatta, Kasru´s-Salât: 46, (1, 158); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/499.
[156] Ebu Dâvud, Savm: 22, (2556); Tirmizî, Savm: 10, (694); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/499.
[157] Ebu Dâvud, Savm: 22, (2358); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/500.
[158] Ebu Dâvud, Savm: 22, (2357). “Rezîn, duanın baş kısmına “Elhamdülillah” kelimesini ziyade etti.”; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/500.
[159] Buharî, Savm: 48; Temennî: 9; Müslim, Savm: 57-60, (1103-1105); Tirmizî; Savm: 62, (778); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/500-501.
[160] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/501.
[161] Buharî, Savm: 22, 25; Müslim, Sıyâm: 76, (1109); Muvatta, Sıyâm: 12, (1, 291); Ebu Dâvud, Savm: 36, (2388, 2389); Tirmizî, Savm: 63, (779); Nesâî, Tahâret: 123, (1,108); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/501-502.
[162] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/502.
[163] Buharî, Savm: 27; Ebu Dâvud, Savm: 26, (2364); Tirmizî, Savm: 29, (725); (Buharî´nin rivayeti muallaktır); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/502.
[164] Buhari, Savm: 25 (bab başlığında (tercüme) kaydetmiştir); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/503.
[165] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/503.
[166] Buhari, Savm: 8, Edeb: 51; Ebu Dâvud, Savm: 25, (2326); Tirmizî, Savm: 16, (707); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/503.
[167] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/503-505.
[168] Müslim, Sıyâm: 159, (1150); Ebu Dâvud, Savm: 76, (2461); Tirmizî, Savm: 64, (780, 781); İbnu Mâce, Sıyâm: 47, (1750); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/505.
[169] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/505-506.
[170] Tirmizî, Savm: 70, (789); Tirmizî, hadis için: “Münkerdir, Hişam İbnu Urve dışında sâ biri tarafından rivayet edildiğini görmedik”der; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/506.
[171] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/506.
[172] Tirmizî, Savm: 67, (784, 785, 786); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/507.
[173] Buharî, Nikâh: 84, 86; Müslim, Zekât: 84, (1026); Ebu Dâvud, Savm: 74, (2485); Tirmizî, Savm: 65, (782); Ebu Dâvud´un rivayetinde, “Ramazan dışında” ziyadesi vardır; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/507.
[174] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/507-508.
[175] Müslim, Sıyâm: 90, (1114); Tirmizî, Savm: 18, (710); Nesâî, Savm: 49, (4, 177); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/509.
[176] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/509-510.
[177] Buharî, Cihâd: 71; Müslim, Sıyâm: 100, (1119); Nesâî, Savm: 52, (4, 182): İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/510.
[178] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/510-511.
[179] Buharî, Savm: 36, Müslim, Sıyam: 92, (1115); Ebu Dâvud, Savm: 43, (2407); Nesâî, Savm: 48, (4, 176); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/511.
[180] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/511.
[181] Buharî, Savm: 33; Müslim, Sıyâm: 103, (1121); Muvatta, Sıyâm: 24, (1, 295); Tirmizî, Savm: 19, (711); Ebu Dâvud, Savm: 42, (2402); Nesâî, Savm: 56, (4, 185); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/512.
[182] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/512.
[183] Buharî, Savm: 37, Müslim, Sıyâm: 98, (1118); Muvatta, 23, (1, 295); Ebu Dâvud, Savm: 42, (2405); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/512.
[184] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/513.
[185] Buharî, Savm: 35; Müslim, Savm: 108, (1122); Ebu Dâvud, Savm: 44, 2409); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/513.
[186] Nesâî, Savm: 50, (4, 178); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/513.
[187] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/514.
[188] Ebu Dâvud, Savm: 43, (2408); Tirmizî, Savm: 21, (715); Nesâî, Savm: 51, (4, 180-182), 62, (4, 190); İbnu Mâce, Sıyâm: 12, (1668); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/514.
[189] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/514-515.
[190] Tirmizî, Savm: 76, (799, 800); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/515.
[191] Sefer namazı bahsi daha önce geçti (2896-2922); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/515.
[192] Muvatta, Sıyâm: 27, (1, 296); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/515.
[193] Ebu Dâvud, Savm: 46, (2413); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/516.
[194] Bir berîd dört fersah, bir fersah dört mil, bir mil dörtbin zirâdır. Yani bir berîd 64 bin zirâdır. (Nihaye 1, 116).
[195] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/516-517.
[196] Ebu Dâvud, Savm: 45, (2412); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/517.
[197] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/517-518.
[198] Ebu Dâvud, Savm: 44, (2410, 2411); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/518.
[199] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/518.
[200] Muvatta, Sıyâm: 45, (1, 304); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/519.
[201] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/519.
[202] Muvatta, Savm: 46, (1, 304); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/519.
[203] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/519-520.
[204] Buharî, Savm: 40; Müslim, Sıyâm: 151, (1146); Muvatta, Sıyâm: 54, (1, 308); Ebu Dâvud, Savm: 40, (2399); Tirmizî, Savm: 66, (783); Nesâî, Savm: 64, (4, 191); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/520.
[205] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/520-521.
[206] Buharî, Savm: 42; Müslim, Sıyâm: 153, (1174); Ebu Dâvud, Savm: 41, (2400); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/521.
[207] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/521-522.
[208] Buharî, Savm: 42; Müslim, Savm: 156, (1148); Ebu Dâvud, Eymân: 25, (3307, 3308); Tirmizî, Savm: 22, (716); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/522.
[209] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/522-523.
[210] Muvatta, Sıyâm: 43, (1, 303); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/523.
[211] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/523.
[212] Muvatta, Sıyâm: 50, (1, 306); Ebu Dâvud, Savm: 73, (2457); Tirmizî, Savm: 36, (735); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/523.
[213] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/524.
[214] Buharî, Savm: 46; Ebu Dâvud, Savm: 23, (2359); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/524.
[215] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/525.
[216] Muvatta, Sıyâm: 44, (1, 303); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/525.
[217] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/525.
[218] Buharî, Savm: 29; Tirmizî, Savm: 27, (723); Ebu Dâvud, Savm: 38, (2396); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/526.
[219] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/526.
[220] Buhari, Savm: 29, 31, Hibe: 20, Nafakât: 13, Edeb: 68, 95, Kefaretu´l- Eymân: 3, 4, Hudud: 26; Müslim, Sıyâm: 81, (1111); Muvatta, Sıyâm: 28, (1, 296, 297); Ebu Davud, Savm: 37, (2390, 2391, 2392, 2393); Tirmizî, Savm: 28, (724); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/528.
[221] Mühim noktalarını özetleyerek kaydediyoruz.
[222] Sepetteki hurmanın onbeş sâ´ miktarında olduğu bazı rivayetlerde tasrih edilmiştir.
[223] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/528-532.
[224] Muvatta, Sıyâm: 51, (1, 307); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/533.
[225] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/533.
[226] Muvatta, Sıyâm: 52, (1, 308); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/533.
[227] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/533-534.
[228] Tirmizî, Savm: 23, (718); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/534.
[229] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/534.
[230] Muvatta, Sıyâm: 53, (1, 308); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/535.
[231] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/535.