MUSİKİ VE EĞLENCE BÖLÜMÜ
UMUMİ AÇIKLAMA:
Beşer hayatının her meselesine kendi ölçüsünü getiren dinimizin, günümüzde yeterince bilinmeyen bir vechesi de eğlence meselesinde vaz´ettiği ölçüdür. Bu hususta yeterince bilinmiyor yahut da bilindiği halde tatbik edilmiyor. Ben şahsen yeterince sistemli bir bilgi sahibi olunmadığı kanaatindeyim. Geçmiş devirlerin hayat tarzı ve günlük meşgalelelerin çokluğu ve bir de eğlence, hele gayr-ı meşru eğlence imkanlarının azlığı sebebiyle bu noktada ferd ve cemiyetin az bilgi ile de yetinmesi, eğlence meselesinden fazla yaralar almaması tabiîdir. Ancak günümüzde şartlar fevkalâde değişmiştir.
* Tekniğin hayatımıza geniş çapta girmesiyle boş vaktimiz artmıştır. Artık, insan yerine pek çok işi makinalar yapıyor. Geçmiş devirde evin her işini kendisi yapan kadın, süpürmeden yıkamaya, dikişe nakışa, örgüye varıncaya kadar makineye yaptırabiliyor. Tarla işleri de, atelyeler de öyle.
* Eğlence vasıtaları geçmiş devirlerde azdı. Şimdi parklar, gazinolar, tiyatrolar, çeşitli oyun salonları, elektronik eğlence cihazları bir tarafa, televizyon ve video ile evlerin içine kadar pekçok eğlence vasıtası hayatımızı istilâ etmiş durumda.
* Eğlence, masraflı bir iştir. Eskiden iktisadî darlık eğlenceye kaçmayı sınırlıyordu. Şimdi ise zenginliğin artması, eğlence vasıtalarının da ucuzlaması, eğlenceye daha fazla kaçma imkanı tanımaktadır.
* Geçmişte insanlar daha muhafazakar, inançlarına daha sâdık idi. Daha fazla ruh sükûnetine sâhipti. Şimdi ise çeşitli sebeplerle dinî bağları zayıflayan insanlar, ruhî kabusların ve sıkıntıların kıskacındadır. Stres de denen bu dahili çelişkilerden, bunalımlardan kurtulmak için eğlence ile kendini unutma yolları aranmaktadır.
* Günümüzde, hayatımızı kendi kültür ve inancımıza zıt düşen yaşayış tarzları istilâ etmiş durumda. En ziyade hayatımıza giren yabancılıklar, eğlencelerle ilgili. Bir başka iktisâdi seviyenin, bir başka kültür ve inanç dünyasının eğlenceleriyle, eğlence tarzlarıyla eğlenmeye çalışıyoruz. Batıda her ne çıkarsa hiç bir seçime tabi kılmadan alıyoruz.
Bu mülahazaları daha da artırabiliriz. Demek istediğimiz şudur: Bugün müslümanı eğlenceye iten pek çok esbab var. Ahirette imtihanın büyüğünü belki de bundan verecek. Çünkü ölçüsüzce eğlence, zaman israfına sebep olmakta, verimli işten, ibâdetten, zikirden, tefekkürden alıkoymaktadır. İslâm aleyhine çevrilen dolapları bu yüzden farkedememekte, etrafında cereyan eden hâdiseler hakkında sağlıklı fikir ve kanaat edinememektedir. İslâm memleketlerinin başındaki bir avuç anti-İslam kadrolar müstebitâne saltanatlarını daha kolay ve tavizsiz sürdürebilmektedir. Bunda eğlencenin verdiği uyuşukluk ve mahmurluğun rolünü görmemek mümkün değildir.
Hülasa, burada, biz bazı ayet ve hadislerle, İslam´da eğlencenin ne olduğunu, hayatımızda ne miktar ve nasıl yer alması gerektiğini belirtmeye çalışacağız:
Önce şunu belirtelim ki, daha önce de temas ettiğimiz üzere, Kur´an-ı Kerim, dinlenme vasıtası olarak “uyku”yu gösterdiği için, eğlenceyi dinlenme vâsıtası saymaz ve ona karşı soğuk davranır. Eğlence mânâsına gelen la´ib ve levh kelimeleri ile, bu köklerden türeyen kelimeler, büyükler hakkında [Tevbe: 65; Mâide: 57, 58; En´am: 70, A´raf: 51; Enbiyâ: 3, 55; Zuhruf: 83; Me´âric: 42; Tekâsür: 1; Münâfıkûn: 9; Nûr: 37; Lokman: 6; Cum´a 11] veya “aldatıcı” olduğu belirtilen “dünya hayatı”nın tavsîfi sadedinde [En´âm: 32; Ankebût: 64; Muhammed: 47/36; Hadîd: 20]; bir de mahlûkatın bir eğlence olsun diye yaratılmadığını beyan maksadıyla [Enbiyâ: 16; Duhân: 38] kullanılır ve her defasında tezyifi (pejoratif) mânadadır. Hiçbirinde oyun ve eğlenceyi te´yid eden, ona teşvik eden müsbet mâna görülmez.
Kısacası söylemek gerekirse, İslâm dini, büyükler için eğlenceyi çok dar kayıtlarla tecviz eder. Çünkü eğlence gaflet vesilesidir, ferdî mes´uliyetlerden bir nev´i kaçıştır. Eğlenceye dalan kişi, Allah´ın huzurunda bulunduğunu unutur, sorumluluk duygusunu kaybeder. Kendi üzerindeki kontrrol ve murâkabe hâli ortadan kalkar. Halbuki, kâmil mü´min, her ânını, asıl gayesi olan rızayı ilâhîyi kazandıracak, maddî ve bilhassa mânevî kemâlatta yol aldıracak faydalı işler yapma gayreti içinde geçirmekle mükelleftir. Bu endişeyi zihninden çıkarmamak, bu gâye ile her an maddî veya mânevi bir şeyler istihsal etmek zorundadır. İşte eğlence, böylesi bir verimliliğe mânidir. Eğlencenin hiçbir istihsal yönü yoktur. Zararı ise kesindir ve çeşidine göre farklı derecelerdedir. Öyle ise Kur´ ân-ı Kerîm´de “…sadece ibadet için yaratıldığı” (Zariyât: 56) belirtilen insanın, eğlence karşısındaki tepkisi, tıpkı Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) gibi: “Oyun için yaratılmadık” demek olmalıdır.[1]
Meşru Hudud: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) meşru eğlencenin hududunu şöyle tayin eder: “Allah´ı zikretmek maksadıyla yapılmayan her şey (meşru olmayan) bir oyun ve eğlenceden ibarettir; ancak dört şey bundan müstesnadır:
1- Kişinin ehliyle mülâtefesi,
2- Kişinin iki hedef arasında yürümesi,
3- Kişinin atını te´dib etmesi,
4- Kişinin yüzme ta´limi yapması. Zira bunlar haktandır.”
Başka hadislerde çocukların eğlendirilmesi de büyüklere emredilir: “Çocuğu olan, onunla çocuklaşsın.” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hayatında çocukların seviyesine inerek onları eğlendirmesi, güldürmesi ve şakalaşması ile ilgili pekçok örnek mevcuttur. Şu halde çocukların eğlendirilmesi esnâsındaki “eğlenme” de bu hususta meşru bir kısım teşkil etmektedir.
Boş vakitlerde, bu söylenen meşru kısımlar dışında eğlence aramak, güldürücü vesileler ihdas etmek, fırsatlar kollamak tecviz edilmemiştir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bir çok hadislerinde gülmek, güldürmek hususlarında ölçülü olmak tavsiye edilmiş, düşülecek ifratlar kınanmıştır:
“…Çok gülme, zira gülmenin çoğu kalbi öldürür.”
“Benim bildiğimi siz de bilseydiniz, mutlaka az güler, çok ağlardınız.”
“Ağlayın! Ağlayamazsanız, kendinizi ağlamaya zorlayın.”
“İnsanları güldürmek için konuşup (binbir) yalan (ve maskaralıklar) uyduranlara yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun.”
“Kişi, arkadaşlarını güldürmek için bazı sözler sarfeder de, bunlar sebebiyle Arz´la Süreyya yıldızı arasındaki mesafe kadar ateşin derinliklerine düşer.”[2]
Ayrıca muhtelif rivayetler, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın gülmeyip tebessüm buyurduklarını tebârüz ettirirler.
Nevevî, fazla gülmeye ve dolayısıyle kalbin kasâvetine sebebiyet vererek zikrullahtan ve dinin mühim mes´elelerini tefekkürden alıkoyacak kadar ifrat ve ısrarla devam edilen her eğlencenin yasaklanmış olduğunu söyler. İmam-ı Şafiî de “Eğlence dindâr ve mürüvvet sahibi kimselerin işi olmamalı” der.[3]
Yasak Oyun ve Eğlenceler: Hadisler yukarıda belirtilen birkaç kısım dışında kalan her çeşit eğlenceyi mutlak bir ifade ile yasaklamakla kalmaz; bazı oyun çeşitlerini ismen zikrederek şiddetle yasaklar. Günümüzde bile hâlen kendilerine veya çok sayıda benzerlerine astlanan bu oyun çeşitlerini belirtebiliriz:[4]
1- Kumar oyunları:
Her çeşit kumar oyunu kesinlikle haramdır. Bunlar Kur´ân-ı Kerim´de puta tapmakla bir tutularak şeytan işi bir pislik olarak tavsif edilmiştir (Maide, 90).
Kumar, kazanan tarafın kaybeden taraftan bir şey alması şartı koşulan her çeşit oyundur. Zamanımızda oynanan çeşitli piyangolar, kâğıt ve zar oyunları, yarışlar… İslâm´ın yasakladığı “kumar” sınıfına girer.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kendi devrinde bilinen “tavla”yı açık bir ifade ile yasaklamıştır: “Nerd (tavla) oynayan kimse mutlaka Allah ve Resulü´ne isyan etmiştir”, “Tavla oynayan, elini domuz etine ve kanına batırmış gibidir.” Hz. Ali (radıyallahu anh) tavla oynayanları hapsettirmiş, onlara selâm vermeyi yasaklamıştır.
Belki de o devirde Araplarca bilinmediği için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hadislerinde zikri geçmeyen satranç oyununun haram sayılıp sayılmayacağı hususunda âlimler ihtilaf etmişlerse de çoğunluk, en azından kerâhetinde ittifak etmiştir. Fetevâyi Hindiyye´de satrancın mekruh olduğu belirtildikten sonra şu açıklama kaydedilir.
“Satranç dışındaki bütün oyunların haramlığı hususunda alimler icma ederler. Satranç oyunu, bizim (Hanefîler) nezdinde haramdır. Bununla oynayanın adaleti sabit, şahidliği makbul müdür meselesine gelince: Şayet araya kumar sokulmuş ise, -yani kaybeden, kazanan bir ödeme yapacak ise- oynayanların adaleti düşer ve şâhidlikleri kabul edilmez. Kumar yoksa, adâletleri sâbit, şâhidlikleri makbuldür. Ebû Hanife bunlara selâm vermede bir beis görmez ise de Ebû Yusuf ve İmam Muhammed mekruh sayarlar.”[5]
2- Hayvanlarla Oynamak:
Bu, bazı hayvanları tahrik edip dövüştürmek şeklinde olduğu gibi, yarıştırma şeklinde de olabilir. Birinciye misal, horozların döğüştürülmesi; ikinciye misal güvercin peşinde koşmaktır. Hadislerde her iki çeşit oyun da yasaklanmıştır. Güvercinle oynayan kimse hakkında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şiddetli bir üslub kullanmıştır.[6]
Âlimlerin oyun ve eğlence karşısındaki bu sert tutumları, bidayette de temas ettiğimiz gibi, en başta zamanın boş geçmesine sebep olmasıyla izah edilmektedir. Dehlevî şöyle der: “Yasak işler meyanında teselli vericilerle meşgul olmayı da saymalıyız. Bu işler dünya ve âhiret endişesine karşı teselli veren, zamanı boşa geçirten şeylerdir. Çalgılar, satranç, güvercinle oynamak, hayvanları kızıştırıp dövüştürmek gibi. Bu eğlencelere dalan kimseler, yeme içme gibi zaruri ihtiyaçlarını dahi ihmal ederler. Öyle ki, üzerlerine sıkışırlar da bevl etmek için kalkmaktan bile sarf-ı nazar ederler. Şâyet bu gibi eğlencelerle meşguliyet câri bir adet haline gelecek olsa, insanlar cemiyet üzerine bir yük, bir parazit haline gelir ve nefislerini ıslâha yönelmezler.”[7]
3- İçkili, Kadınlı, Çalgılı Eğlenceler:
Bu çeşit eğlenceler, az olsun çok olsun, hangi fırsat ve zamanda olursa olsun kesinlikle haramdır. Dinimiz, düğün ve bayramlarda ölçülü şekilde eğlenerek neş´e izhârını tecviz etmiş olmasına rağmen bu müsaadeyi haram şeylere tevessül etmemek şartıyla kayıtlamıştır:
“Ümmetimden bir grup, “yeme, içme, malayâniyât ve eğlence ile geceyi geçirir. Sonra maymunlar ve hınzırlar olarak sabaha ulaşır. Onlardan bir mahalleye bir rüzgâr estirirler de bu rüzgâr, içkileri helâl addetmeleri, çalgılar kullanıp şarkıcı kızlar tutmaları sebebiyle öncekilerin helâk oldukları gibi, bunları da helâk eder.”
Bazı hadislerde, içki istihlâkinin artıp, çalgıcı kadınların çoğulması “Kıyamet alâmeti” olarak belirtilmiştir.[8]
SPORTİF OYUNLAR:
Tatil ve boş vakti dolduran meşguliyetlerden bahsederken sportif oyunları müstakilen ele almamız gerekmektedir. Zira İslâm nokta-i nazarından bunları “eğlence” tabirinin ifade ettiği mana içinde mütalâa etmek bile zordur. O çeşit oyunların faydalık, yani “cihad”a hazırlık yönü galebe çalar. Bu yüzden Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onlara ısrarla teşvik etmiştir. Bu gruba, yüzme, binme, atma, koşma ve güreş girer.
Ashabtan bir grubun eğlenmeye gittiği söylenince memnuniyetsizlik izhar ederken, “atışa gittikleri”nin tasrihi üzerine Hz. Peygamber: “Atış eğlence değildir, atış eğlendiğiniz şeylerin en hayırlısıdır” der. Bir başka rivayette de; “Melâike sizin hiçbir eğlencenizde hazır bulunmaz, atış ve at koşusu hariç” buyurur.
Bu çeşit oyunlarda yarışlar yapmak da söz konusudur. Rivayetler Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şahsen deve ve at yarışlarına katıldığını, bazan kazanıp, bazan kaybettiğini belirtir.
Yarışların ve yarışlarda verilecek armağanların İslâmî manada meşru olabilmesi, bunlara “kumar manasına gelecek bir davranışın girmemesine bağlıdır.”[9]
Sportif oyunlara dinimizin ehemmiyet verdiğini kaydederken, bir hususu bilhassa belirtmek gerek: Zamanımızda da bu oyunlara fazlaca ehemmiyet verilmektedir. Geri kalmış memleketlerde bile üretime dönük acil yatırımlar dururken, son derece mahdud ve mütevazi imkanların, üretimi artırıcı yönü olmayan, tamamen ölü sayılacak sportif harcamalara aşırı şekilde tahsisi ve bunda ısrar edilmesi, bu çeşit işlerde beynelmilel ideolojik güçlerin rolleri ve gizli baskıları hususundki şüpheleri kuvvetlendirmektedir. Dinin karşılayacağı bir kısım fıtrî ihtiyaçlar, adeta sportif “alaka” ve “meşguliyetler”le karşılanmaya, beriki sâyesinde diğeri unutturulmaya çalışılmaktadır. Bu sinsi ısrar, sportif faaliyet ve yatırımları neredeyse tabulaştırmıştır. Dünyanın hemen hemen her tarafında insanı yıpratma ve tahkirde kullanılan devrin en galiz sloganlarıyla hücuma uğramayı göze almadan, mevki ve haysiyetinden olmayı peşînen kabul etmeden makam, unvan ve müessiriyet sahibi hiç bir kimse bu tabuları ve tabular için düşülen aşırılık ve abesiyetleri tenkide cür´et edemez.
İslâm âlimleri, sportif faaliyetlerin, bu çeşit menfi maksadlara kanalize edilmesini önlemek için bunlar hususundaki cevazlarını kayıtlamışlardır:
1- Bunların câiz olmasında niyet esastır. Sırf eğlence için yapılırsa mekruhtur. Fakat küffâra karşı güç kazanmak, savaşta galebe çalmak maksadlarına râci ise câizdir. Sâdece caiz değil, sevaptır da.
2- Sportif oyunlar, meşruiyet hududları dışına çıkmamalıdır. Kılık kıyafet yönünden itidali korumak, dürüstlükten ayrılmamak, gayr-i ahlâkî davranışlarda bulunmamak, hiçbir surette kumar ve diğer çeşit menhiyatı oyuna sokmamak, onları yaparken dini vecibeleri ihmal etmemek, zamanı öldürmemek gibi kayıtlar bu çeşit oyunların meşruiyet şartlarıdır.
Hakkında hadiste bir beyan gelmemiş olan satranç oyunuyla ilgili olarak Hattâbi´nin yaptığı bir açıklama, İslâm alimlerinin bu husustaki esprilerini aksettirmede faydalıdır: Ebû Dâvud şârihi Hattâbî (v. 388/998). “Bazı alimler, harp ahvali ve düşmanın hilesi üzerinde düşünceye sevkedeceği zannıyla satranç oyununa ruhsat verdiler” dedikten sonra, bununla kumara yer vermeden oynansa bile, oynayanların bir çoğu namazı vaktinde tehir etmeye, birçoğu da dilinden kötü söz eksik etmemeye mütemâyil olduklarından, bununla iştigal edenlerin mürüvvetlerini kaybedeceklerini, binâenaleyh şehâdetlerinin makbul olmayacağını söyler.
Burada ifade edilen ihtiyati ölçülerle, her devirde rastlanan değişik oyunlar, mizandan geçirilebilir.[10]
BAZI MEŞRU EGLENCE FIRSATLARI:
Daha önce, bayramların eğlenmek için meşru bir fırsat olduğunu belirttik. Dinimiz, diğer bazı fırsatlarda da nezih bir şekilde eğlenmeye cevaz vermiştir. Onlardan da kısaca bahsetmeyi faydalı ve gerekli bulduk.[11]
1- Çeşitli Merasimler:
Bazı vesilelerle yapılan bir kısım merasimler meşru eğlence fırsatlarıdır. Bunlara Hz. Peygamber ve Ashâb zamanından beri rastlanmaktadır: Doğum, sünnet düğünü, karşılama, hatim, temel atma vs. vesilelerle yapılan çeşitli merasimler gibi.
Çocuğu doğan kimsenin bir merasim yapması, dini bir emir olmamakla beraber, akika kurbanının sünnet kılınması, böyle bir merasime cevaz ve hattâ zımmî bir teşvik olmaktadır.
Ashâb devrinde ziyâfetli ve eğlenceli sünnet düğünlerinin yapıldığını birçok rivayet teyid eder.
Keza Kur´ân hatmi vesilesiyle yapılan dua merasimi[12] örneği, Ashâb´ın büyüklerinden olan Hz. Enes (radıyallahu anh)´ın tatbikatından rivayet edilmektedir. İbnu Hacer, gerek hatim ve gerekse herhangi bir meslekte hazâkat (ustalık) kazanma vesilesiyle verilen ziyafete “hızak” dendiğini belirtir.
Yılın ilk turfanda meyvesi veya herşeyin turfandası çıkınca da değişik bir havanın yaşanmasına vesiledir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´a ondan takdim edilirdi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da bunu önce üç defa sağ, sonra da üç defa sol gözüne sürüp dua buyurduktan sonra, cemaatte bulunan en küçük çocuğa ikram ederdi.
Karşılamaların da ayrı bir merasim fırsatı olduğunu belirtmeliyiz. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Medine´ye ilk girişi, büyük bir merasim vesilesi olmuştur. Kadınlarıyla, çocuklarıyla, köleleriyle bütün Medine halkı bir başka zaman yaşamadıkları bir neş´eyle sokaklara dökülmüş, Habeşliler neş´eyle kılıçkalkan oynamışlar, hizmetçiler, çocuklar ve câriyeler defler çalarak, şiirler okuyarak tezâhürâtta bulunmuşlardır. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ın askerî seferlerden her dönüşleri, çocukların da katıldığı bir merasim vesilesi olduğu, rivayetlerden anlaşılmaktadır. Tebük seferi örneğinde olduğu üzere bazı karşılama merasimleri daha muhteşem, daha şa´şalı olmuştur. Sünnette gelen örneklerden hareket eden âlimler “yolcuları ve cihaddan gelenleri neş´e ve sürurla karşılamak hoş bir davranıştır, insanlara karşı ifa edilen iyiliklerden biridir” hükmünü vermişlerdir.
Değişik bir hava yaşanmasına, sünnette rastlanan diğer bir vesile temel atma merasimidir. En azından herkesi alakadar eden umumi inşaatlarda böyle bir merasimin meşruiyyetine, Mescid-i Nebevînin inşaatıyla ilgili rivayet delâlet eder. Arazinin tanziminden sonra ilk taşı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) atar. Onu takiben sırayla Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (radıyallahu anhüm ecmaîn) temele taş atarlar.[13]
2- Ziyafetler:
Yukarıda temas edilen merasimlerin bir kısmı ziyafetle noktalanmaktadır. Ayrıca merasimi olmayan ziyafetler de vardır. Bu sebeple, ziyafetlere müstakil olarak dikkat çekmemizde fayda var. Mevzu üzerinde duran alimlerimiz, hadislere dayanarak, ziyafetle ilgili pek çok adabı belirtmişlerdir. Bazı lüzumlu teferruât düğünle ilgili açıklamalarda geçtiği için, âlimlerimizin sünnete uygun gördükleri ve müstakil isim taşıdıklarını belirttikleri sekiz çeşit ziyafeti kaydedeceğiz:
1) Sünnet (hıtân) ziyafeti.
2) Doğum ziyafeti.
3) Akika ziyafeti
4) Kadının boşanmadan kurtulma ziyafeti.
5) Yolcunun seferden dönüş ziyafeti.
6) Yeni meskene girme ziyafeti.
7) Musibetten kurtuluş ziyafeti.
8) Herhangi bir sebep olmaksızın verilen ziyafet.[14]
3- Dügün:
Düğünler, meşru eğlence fırsatlarıdır. Sıkça zuhur eder. Bilhassa cemiyetimizde düğüne bağlı olarak çeşitli merasimler vardır. Hemen hemen hepsinde yemek, eğlence meşrudur. Yeter ki harama yer verilmesin. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) -yine bazı kayıtlarla- musikiyi de düğünlerde tecviz etmiştir. Düğünle ilgili teferruatı yemekle ilgili bölümün sonunda, 3977 numaralı hadisten sonra kaydettiğimiz için burada tekrar etmeyeceğiz.[15]
ـ4330 ـ1ـ عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهَا قَالَتْ: ]دََخَلَ عَلَيّ الْنَّبِىَّ # وَعِنْدِي جَارِيَتَانِ تُغَنِّيَانِ بِغِنَاءِ بُعَاثَ. فَاضْطَجَعَ عَلى الْفِرَاشِ، وَحَوَّلَ وَجْهَهُ، وَدَخَلَ أبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَانْتَهَرَنِى وَقَالَ: مِزْمَارَةُ الشَّيْطَانِ فِى بَيْتِ رَسُولِ اللّهِ #؟ فَاقْبَلَ عَلَيْهِ # فقَالَ: دَعْهُمَا! فَلَمَّا غَفَلَ غَمَزْتُهُمَا فَخَرَجَتَا. قَالَتْ: وَكَانَ يَوْمَ عِيدٍ، وَكانَ السَّوْدَانُ يَلْعَبُونَ بِالدَّرَقِ وَالْحِرَابِ فِى الْمَسْجِدِ. فَإمَّا سَألْتُ النَّبِىَّ #، وَإمَّا قَالَ تَشْتَهِينَ تَنْظُرِينَ؟ فَقُلْتُ: نَعَمْ. فَأقَامَنِى وَرَاءَهُ خَدِّى عَلَى خَدِّهِ، يَقُولُ: دُونَكُمْ يَا بَنِى أرْفِدَةَ حَتّى إذَا مَلَلْتُ قَالَ: حَسْبُكِ. قُلْتُ: نَعَمْ قَالَ: فَاذْهَبِى[. أخرجه الشيخان والنسائي.»بُعاثُ« اِسْمَ حِصْنٍ لِ‘وْسِ كَانَ بِهِ يَوْمٌ مَشْهورٌ بَيْنَ ا‘وْسِ وَالْخَزْرَجِ.قَوْلُهَا »اِنْتَهَرَنِى« أى زَجَرَنِى.وَ»بَنو أرْفِدَةَ« بِفَتْحِ الْفَاءِ وَكَسْرِهَا: جِنْسٌ مِنَ الْحَبَشِ يَرْقُصُونَ.
1. (4330)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), benim yanımda iki cariye, Buas (savaşı ile ilgili hamasi) türküler söylerken çıkageldi. Gidip yatağın üzerine (yan üstü uzandı ve yüzünü de (aksi istikamete) çevirdi. Derken (babam) Hz. Ebû Bekr (radıyallahu anh) girdi. Derhal beni azarladı ve: “Resulullah´ın hane-i saadetlerinde şeytan çalgısı ha!” dedi. Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ona yönelip:
“Bırak onları (söylesinler!)” buyurdu. (Onlar sohbete dalıp, bizden) dikkatlerini çekince, ben cariyelere göz işareti yaptım, kalkıp gittiler.”
Hz. Aişe devamla der ki: “Bir bayram günüydü. Siyahiler, mescidde kılıçkalkan oyunu oynuyorlardı. Ben mi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan taleb etmiştim (bilemiyorum), yoksa o (kendiliğinden) mi, “Seyretmek ister misin ” buyurdular. Ben:
“Tabiî!” dedim. Kalktı, beni geri tarafına aldı yanağım yanağının üstünde olduğu halde durduk.
“Ey Erfideoğulları göreyim sizi (oynayın)!” diyordu. Ben usanınca(ya kadar böyle devam ettik. Usandığımı farkedince):
“Yeter mi ” buyurdular. Ben:
“Evet!” dedim.
“Öyleyse git!” dediler.” [Buhârî, Iydeyn 2, 3, 25, Cihad 81, Menâkıb 15, Menâkıbu´l-Ensâr 46, Nikah 82, 114; Müslim, Iydeyn 19, (892); Nesâî, Iydeyn 35-36, (3, 195-197).][16]
AÇIKLAMA:
1- Buâs, Medine civarında bir yer adıdır. Cahiliye devrinde orada, Medine´nin Evs kabilesi ile Hazrec kabilesi arasında savaş olmuş. Bazı rivayetler bunu Yahudilere ait bir kale olduğunu; savaşın bu kalenin yanında bir ekin tarlasında cereyan ettiğini söyler. Kaynaklar bu savaşın İslam´ın zuhuruna kadar tam 120 yıl sürdüğünü, sonunda Evs´in galebesiyle sona erdiğini yazar. Son Buâs savaşı bir kısım rivayetlere göre hicretten üç (veya beş) yıl önce cereyan etmiştir.
2- Erfideoğulları (Benî Erfide), Habeşlilerin lakabıdır. Erfide veya Erfide´nin dedelerinin ismi olduğunu söyleyen alim var. Erfidelilerin Habeşistan´a mensup, raksetmeleriyle meşhur bir kabile olduğu da söylenmiştir.
3- Resulullah´ın yanında hamasi türkü okuyan cariyelerin şahsiyeti biraz münakaşalıdır. Bazıları, cariye kelimesinin lügat manasından hareketle, kız çocuğu olduğunu söylemiştir. Cariye kelimesi, kız çocuğu manasına gelir ise de, kadın köle manasına da gelir. Burada kız çouktan ziyade, kadın köle oldukları kabul edilmiştir. Zira bazı rivayetlerde bu istikamette tasrihat gelmiştir. Nitekim Taberânî´nin bir rivayetinde bunlardan birinin Hassan İbnu Sâbit (radıyallahu anh)´a ait olduğu belirtilmiştir. İbnu Ebi´d-Dünya´nın rivayetinde ise şarkı okuyanlardan birinin Hamame olduğu belirtilmiştir. Zehebî´nin et-Tecrid´de belirttiğine göre Hamâme, Hz. Bilâl´in annesidir. Hz. Ebû Bekr satın alıp azad etmiştir. İbnu Hacer ikinci cariyenin isminin muhtemelen Zeyneb olduğunu söyler.
Bazı rivayetlerde, cariyelerin def çaldıkları da ifade edilmiştir. Hatta bir rivayette iki def mevzubahistir.
4- Hadiste musiki dinlemenin bazı kayıtlarla cevazı gözükmektedir. Ancak bu husus ülemâ arasında münakaşa edilmiştir. Bu münakaşayı 3977 numaralı hadise ilave olarak yer verdiğimiz Düğün bahsinde Musiki başlığı altında kaydettiğimiz için burada tekrar etmeyeceğiz.
5- Hadiste şu fevaid görülmektedir:
* Bayram günlerinde aile ü efradına eğlence hususunda geniş davranmak meşrudur.
* Bayramlarda sürur izhârı dinin şiarındandır.
* Baba, kocasıyla beraber olan kızının yanına girebilir, yeter ki bu adetten olsun.
* Baba, kocanın yanında kızını tedib edebilir, yeter ki koca tedibi terketmiş olsun, zira tedib babaların vazifesidir.
* Kocaların kadınlarına lütufkâr davranması meşrudur.
* Kadına rıfkla muamele etmek ve sevgisini aramak esastır.
* Hayır ehlinin makamı lehv ve lağv´dan uzaktır, içinde günah olmasa bile onların izni olmadan buralarda yer verilmemelidir.
* Talebe, hocanın huzurunda mekruh addettiği bir şey görürse, müdâhalede acele davranabilir; bunun için şeyhinden izin alması gerekmez.[17]
ـ4331 ـ2ـ وَعَنْ عَامِرِ بْنِ سَعْدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]دَخَلْتُ عَلى قَرَظَةَ بْنِ كَعْبٍ وَأبِي مَسْعُودٍ ا‘نْصَارِىّ فِى عُرْسٍ فإذَا جَوَارِى يُغَنّينَ
فَقُلْتُ: أنْتُمَا صَاحِبَا رَسُولِ اللّهِ # مِنْ أهْلِ بَدْرٍ، يُفْعَلُ هذَا عِنْدَكُمْ؟ فقَال: اِجْلِسْ إنْ شَئْتَ فَاسْتَمِعْ مَعَنَا وَإنْ شِئْتَ اِذْهَبْ فَقَدْ رُخِّصَ لَنَا فِى اللَّهْوِ عِنْدَ الْعُرْسِ[. أخرجه النسائي .
2. (4331)- Âmir ibnu Sa´d (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir düğün sırasında Karaza İbn Ka´b ve Ebu Mes´ud el-Ensârî´nin yanına girdim, bir kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı. Dayanamayıp:
“Sizler, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Bedir Ashabından olun da yanınızda şu iş yapılsın olacak şey değil!” dedim. Bunun üzerine onlar:
“Otur, dilersen bizimle dinle, dilersen git. Bize düğünde eğlenme ruhsatı verildi!” dediler.” [Nesâî, Nikâh 80, (6, 135).][18]
ـ4332 ـ3ـ وَعَنْ مُحَمَّدِ بْنِ الْمَنْكَدِرِ قَالَ: ]بَلَغَنى أنَّ اللّهَ تَعَالى يَقُولُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ: أيْنَ الَّذِىنَ كَانُوا يُنَزِّهُونَ أسْمَاعَهُمْ عَنِ اللَّهْوِ وَمَزَمِيرِ الشَّيْطَانِ؟ اَدْخِلُوهُمْ فِى رِيَاضِ الْمِسْكِ: ثُمَّ يَقُولُ لِلْمََئِكَةِ عَلَيْهِمُ السََّمُ: أسْمِعُوهُمْ حَمْدِى، وَأخْبِرُوهُمْ أنْ َ خَوْفَ عَلَيْهِمْ وََهُمْ يَحْزَنُونَ[. أخرجه رزين .
3. (4332)- Muhammed İbnu´l-Münkedir (rahimehullah) anlatıyor: “Bana ulaştığına göre, Allah Teâla Hazretleri Kıyâmet günü şöyle seslenecektir:
“Kulaklarını eğlence ve şeytan çalgısından uzak tutanlar neredeler Onları misk bahçelerine dahil edin!”Sonra Melaike aleyhimüssalâtü vesselâm´a seslenecek:”
Onlara benim takdirlerimi duyurun ve haber verin ki, kendilerine artık ne korku var, ne de üzüntü!” [Rezîn ilavesidir.] [19]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/321-323.
[2] “Günaha götüren bir söz bulunmadıkça veya arkadaşlarını sırf güldürmek gâyesi olmadıkça mizahta bir beis yoktur” (Hindiyye: 5/352). “Mizahda sıdktan ayrılmayan mizahçıyı Allah muâheze etmez” (Feyzu´l-Kadîr: 2/279).
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/323-324.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/324.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/324.
[6] Ebu Dâvud, Edeb: 57; el-Edebü´l-Müfred: 2/683. Bu çeşit hadislere rağmen, İslâm âleminde, diğer bir kısım yasaklar gibi, güvecinle meşguliyetinde zaman zaman yaygın bir moda hâlini aldığını görülmüştür. Kalkaşandî, 565/1169 yılında Nuraddin Zengî ile başlatılan güvercinle meşguliyetin kısa zamanda yaygınlık kazanarak, devrin en ileri gelenlerini bile saran bir moda hâlini aldığını, kuşlara neseb defterleri tutulacak, tanesi 1000 dinara satılacak kadar ileri gidildiğini, güvercinlerin tam bit ticaret metâı halini aldığını vs. anlatır (Kalkaşandî: 14/390-391).
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/324-325.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/325.
[9] Fetavâ´yı Hindiyye´de, yarışlarda tek taraflı şartın câiz olacağı, çift taraflı şartın ise haram olduğu belirtilir. “Şayet armağan, önceden belli olan bir cânib tarafından konmuşsa câizdir. Şöyle demesi gibi: “Şayet sen kazanırsan sana şu kadar armağan vereceğim, ben kazanacak olursam senden bir şey almayacağım.” Armağanı her iki tarafın koyması kumardır. Bu ise haramdır” (5/324)
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/325-327.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/327.
[12] Kur´ân mekteblerinde cereyan eden.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/327-328.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/328-329.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/329.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/330.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/330-331.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/332
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/332. –