MEHİR BÖLÜMÜ
UMÛMÎ AÇIKLAMA
BİRİNCİ FASIL
MEHRİN MİKTARI
İKİNCİ FASIL
MEHRİN AHKÂMI
MEHİR BÖLÜMÜ
Bu bölümde iki fasıl var
BİRİNCİ FASIL
MEHRİN MİKTARI
İKİNCİ FASIL
MEHRİN AHKÂMI
UMÛMÎ AÇIKLAMA
Mehir, sadak ve sevk, evlenme sırasında kadına verilmesi gereken bir bedeldir. Nikahın sahih olmasının şartlarından biridir. Bu olmaksızın nikâh sahih olmaz. Ancak bilahere kadın mehrinden vazgeçebilir. Zirâ mehir kadının şahsi malıdır, onu dilediği gibi tasarruf eder, kimse karışamaz şöyle veya böyle tasarruf etmek için kimse onu icbar edemez. Evlenilen kadın ehl-i kitap dahi olsa mehir hakkı aynen mevcuttur.
Mehrin nikâh için şart olması, Kur´ân-ı Kerim´de yer almış olmasından ileri gelir. Ayet-i kerime:
“Kadınlara mehirlerini cömertçe verin. Eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarsa onu âfiyetle yeyin.” (Nisâ 4).
Mehrin âzâmî miktarı hususunda bir hudud yoktur. Resûlullah devrinde, mehir olarak hurma bahçesinin bile verildiği olmuştur.
Asgarî miktarı hususunda ülemâ ihtilâf eder. Hanefîlere göre en az on dirhem gümüş olmalıdır.
Mâlikîlere göre hâlis altından bir dinarın dörtte biri, hâlis gümüşten de üç dirhemdir veya bunların kıymetinde maldır.
İmam Şâfiî, Ahmed İbnu Hanbel, Sevrî, Dâvud-u Zâhirî, İbnu Ebî Leylâ´ya göre, mehrin muayyen bir miktarı yoktur. Her mal olan şey az olsun çok olsun mehir olabilir. Bununla beraber İmam Ahmed İbnu Hanbel´e göre mehrin on dirhemden az olmaması müstehabtır, dörtyüz dirheme kadar olması mesnundur, ziyade olmasında bir beis yoktur.
Nikâh akdi sırasında mehir miktarının tesbit edilmesi sünnettir. Akid zamanında mehir belirlenmemiş ise veya belirlenen miktar sahih kabul edilmemiş ise buna mehr-i misil gerekir. Yani o devirde o bölge halkı, o emsal kadının nikâhında ne miktar mehir vermeyi örfleştirmiş ise o esas alınır. Buna mehr-i misil denir. Nikâh sırasında zikredilen mehre, mehr-i müsemmâ denir.
Mehr-i müsemmânın âzâmi miktarına şer´an miktar tayin olunmamış, iki tarafın mütâbakatına bırakılmıştır. Akid sırasında tesmiye edilen yani bilfiil zikredilerek mütabakatla tesbit edilen meblağ ne kadar yüksek olursa olsun, onun kadına ödenmesi gerekir. Bu husus, âyet-i kerime ile garanti altına alınmıştır: “Bir eş yerine başka bir eş almak isterseniz, birincisine bir yük altın vermiş olsanız bile, ondan bir şey almayın…” (Nisâ 20). Burada Rabbimiz Teâlâ Hazretleri boşanma halinde, kadına mehr-i müsemmânın bir yük altın bile olsa verilmesini emreder. Yük´ün sayısı, kilosu yoktur. Bu hususta Hz. Ömer´e itiraz eden kadının kıssası meşhurdur: Hz. Ömer (radıyallâhu anh), kadınlara verilen bu mehrin âzamî miktarını tesbit etmek niyetiyle, bir cuma hutbesinde: “Kadınlara mehir verirken aşırı gitmeyin…” deyince, cemaatten bir kadın atılarak: “Ey Ömer, senin buna hakkın yok. Zirâ âyet-i kerime´de Cenâb-ı Hakk: “Birisine bir yük altın da vermiş olsanız bile ondan birşey almayın…” buyurmuştur” der. Hz. Ömer kadına hak verir ve kararından rücû eder.
Yeri gelmişken şunu da belirtelim: Mehir, evlenme anında peşin verilebileceği gibi, önce borçlanıp sonra da verilebilir. Veya bir kısmı önce verilir, bir kısmı borç olarak tesbit edilir, sonradan ödenir. Peşin ödenene mehr-i muaccel denir. Koca, hayat boyu borçlu kalabilir. Bu esnada boşanma olursa, boşanma sırasında erkeğin mehir borcunu ödemesi gerekir. Ölmüş ise geride bıraktığı mal, vârisler arasında taksim edilmezden önce, ondan mehir ödenir, geri kalan, taksime tabi tutulur.
Görüldüğü üzere, mehir müessesesi son derece ciddi bir müessesedir ve kadınların korunmasına, istikballerinin garanti edilmesine yöneliktir.
Bugün bu müessesenin işletilmemesinden hâsıl olan bir kısım ızdırapların günahı İslâmiyet´e yükletilemez. Aksamaların vebâli, müesseseyi işletmeyen, bu emre riâyet etmeyen cemiyete ve müslümanlara aittir. Bir de kadınlarımızın cehaleti bu meselede büyük rol oynamaktadır. Bu hususları bilip, evlenme sırasında açık ve net olarak medar-ı bahs edip gereğini yapması gerekir. Mehir gibi ağır, maddi bir yükün altına giren bir erkek karısını kolay kolay boşayamaz.
Çok mevziî ve aksaktopal bir vaziyette câri olan bu müessesenin, aslî ruhuna uygun olarak ihyası, kadınlarımızın himayesi, boşanmaların azalması, İslâm´a yöneltilen iftiraların yersiz olduğunun fiilen gösterilmesi için gereklidir. وبِه نَسْتَعِينَ [1]
BİRİNCİ FASIL
MEHRİN MİKTARI
ـ3452 ـ1ـ عن سهل بن سعد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَتِ امْرَأةٌ إلى رَسُولِ اللّه # فَقَالَتْ: يَا رَسُولَ اللّهِ؟ جِئْتُ أهَبُ نَفْسِي لَكَ. فَنَظَر إلَيْهَا فَصَعَّدَ النَّظَرَ فِيهَا وَصَوَّبهُ وَطَأطَأ رَأْسَهُ. فَلَمَّا رَأتْ أنَّهُ لَمْ يَقْضِ فِيهَا شَيْئاً جَلَسَتْ. فقَامَ رَجُلٌ فقَالَ: يَا رَسولَ اللّهِ إنْ لَمْ يَكُنْ لَكَ بِهَا حَاجَةٌ فَزَوِّجْنِيهَا، فقَالَ: فَهَلْ عِنْدَكَ مِنْ شَىْءٍ؟ فقَالَ: َ؛ وَاللّهِ يَا رسولَ اللّهِ. فقَالَ: اذْهَبْ إلى أهْلِكَ فَانْظُرْ هَلْ تَجِدْ شَيْئاً فَذَهَبَ. ثُمَّ رَجَعَ فَقَالَ: َ؛ وَاللّهِ يَا رَسُولَ اللّهِ! مَا وَجَدْتُ شَيْئاً. فقَالَ: انْظُرْ وَلَوْ خَاتَماً مِنْ حَدِيدٍ. فَذَهَبَ ثُمَّ رَجَعَ فقَالَ: َ وَاللّهِ يَا رسَولَ اللّهِ، وََ خَاتماً مِنْ حَدِيدٍ. ولَكِنْ هذَا إزَارِي. قالَ سَهْلٌ: مَالَهُ رِدَاءٌ، فَلَهَا نِصْفُهُ فقَالَ #: مَا تَصْنَعُ بِإزَارِكَ إنْ لَبِسْتَهُ لَمْ يَكُنْ عَلَيْهَا مِنْهُ شَىْءٌ وَإنْ لَبِسَتْهُ لَمْ يَكُنْ عَلَيْكَ مِنْهُ شَىْءٌ. فَجَلَسَ الرَّجُلُ حَتّى إذَا طَالَ مَجْلِسُهُ قَامَ فَرَآهُ رسولُ اللّهِ # مُوَلِّياً فَأمَرَ بِهِ فَدُعِى فقَالَ: مَاذَا مَعَكَ مِنْ الْقُرآنِ؟ قالَ: مَعِي سُورَةُ كَذَا وَكَذَا، عَدَّدَهَا. فقَالَ: تَقْرَؤُهُنَّ عَنْ ظَهْرِ قَلْبِكَ؟ قالَ: نَعَمْ. قالَ: اذْهَبْ، فقَدْ مَلّكْتُكَهَا[. وفي رواية: »أنْكَحْتُكَهَا بِمَا مَعكَ مِنَ الْقُرآنِ«. أخرجه الستة .
1. (3452)- Sehl İbnu Sa´d (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir kadın gelerek:
“Ey Allah´ın Resûlü, dedi. Sana nefsimi bağışlamaya geldim.”
Aleyhissalâtu vesselâm kadına şöyle bir nazar edip sonra tepeden tırnağa gözden geçirdi, bir de sâbit baktı ve sonunda (hiçbirşey söylemeden) başını yere eğdi.
Kadın, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, hakkında hiç bir hükme varmadığını görünce oturdu. Derken bir adam doğrulup:
“Ey Allah´ın Resûlü! Sizin ona ihtiyacınız yoksa onu bana nikahlayın!”dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Yanında (buna mehir olarak verecek) bir şeyler var mı ” diye sordu. Adam:
“Vallahi yok ey Allah´ın Resûlü!” deyince:
“Ailene git, bir şeyler bulabilecek misin bir bak!” dedi. Adam gitti ve az sonra geri geldi:
“Hayır, vallahi ey Allah´ın Resulü hiç bir şey bulamadım!” dedi. Resûlullah tekrar:
“İyi bak, demirden bir yüzük de mi yok!” buyurdu. Adam tekrar gidip yine geri geldi ve:
“Hayır! Vallahi ya Resûlullah, demirden bir yüzük bile yok! Ancak işte şu izârım[2] var, yarısı onun olsun” dedi. Sehl der ki: “Adamın ridası yoktu” Aleyhissalâtu vesselam:
“İzarın ne işe yarar Onu sen giyecek olsan onun üzerinde birşey olmayacak, şayet o giyecek olsa senin üzerinde bir şey kalmayacak!” buyurdular. Bunun üzerine adam oturdu. Epey bir müddet oturduktan sonra, kalktı.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun döndüğünü görünce, geri çağırılmasını söyledi. Adamı çağırdılar.
“Kur´ân´dan ne biliyorsun (hangi sureler ezberinde )” diye sordu. Adam:
“Şu şu sûreleri biliyorum!” diye bildiklerini saydı.
“Yani sen bunları ezbere okuyor musun ” diye tekrar sordu. Adam:
“Evet!” deyince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Haydi git, ben kadını sana temlîk ettim” buyurdu.”
Bir rivayette: “Kur´an´dan bildiklerin(i öğretmen) mukabilinde onu sana nikâhladım” buyurdu.”[3]
ـ3453 ـ2ـ وفي رواية ‘بي داود عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]قُمْ فَعَلِّمْهَا عِشْرِينَ آيَةً وَهِيَ امْرَأَتُكَ[ .
2. (3453)- Ebu Dâvud da kaydedilen bir Ebu Hüreyre rivâyetinde: “Kalk buna yirmi âyet öğret, o senin hanımındır” denmiştir.[4]
ـ3454 ـ3ـ وفي أخرى له عن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: مَنْ أعْطَى في صَدَاقِ امْرَأتِهِ مِلْءَ كَفِّهِ سَوِيقاًً أوْ تَمْراً فَقَدْ اسْتَحَلَّ[ .
3. (3454)- Yine Ebu Dâvud´un Câbir´den yaptığı bir diğer rivayette: “Resûlullah: “Kim mehir olarak bir avuç kavud veya hurma verirse kadını kendine helâl kılmış olur” buyurmuştur.[5]
ـ3455 ـ4ـ وعن عبداللّه بن عامر عنْ أبِيهِ: ]أنَّ امْرَأةً مِنْ بَنِي فَزَارَةَ تَزَوَّجَتْ عَلى نَعْلَيْنِ. فقَالَ رسُولُ اللّهِ #: أرَضِيتِ مِنْ نَفْسِكِ وَمَالِكِ بِنَعْلَيْنِ؟ قالَتْ نَعَمْ. فأجَازَهُ النّبيُّ #[. أخرجه الترمذي وصححه .
4. (3455)- Abdullah İbnu Âmir babasından naklediyor: “Benî Fezâre´ den bir kadın bir çift ayakkabı mehir mukabilinde evlendi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Nefsin ve malın için bir çift ayakkabıya razı mısın ” diye sordu. Kadın: “Evet!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu evliliğe müsaade etti.”[6]
AÇIKLAMA:
1- Burada, nefsini Resûlullah´a bağışlayan bir kadın ve bu vesile ile teselsül eden bir kısım gelişmeler mevzubahistir. Bu hadise Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hayatında tek değildir, birkaç kere vukûa gelmiştir. Hatta âyet-i kerime bu meseleye sârih olarak temas eder: “…Nefsini peygambere (mehirsiz) hibe eden mü´min kadın…” (Ahzâb 50).
Vak´anın teaddüdünden olacak, nefsini hibe eden kadının ismi muhteliftir. Kimisi zayıf, kimisi sahih muhtelif rivayetler, şu kadınların nefislerini Resûlullah´a hibe ettiklerini belirtir: Havle Bintu Hakîm veya Ümmü Şerîk, Fâtıma Bintu Şüreyh, Leyla Bintu´l-Hatim, Zeyneb Bintu Huzeyme, Meymûne Bintu´l-Hâris. İbnu Abbâs, (radıyallâhu anhümâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın (mubah olmalarına rağmen) nefsini hibe edenlerden hiçbiri ile evlenmediğini belirtmiştir.
2- Hadiste geçen sana temlîk ettim tabirinin “sana mehirsiz olarak nikahladım” ma´nâsında anlaşılması gerektiği belirtilmiştir. Çünkü İslâm´da hür kimsenin köleleştirilmesi diye bir şey mevcut değildir.
3- Tepeden tırnağa baktı tabirinin Arapça aslını Kurtubî “Yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya birkaç sefer (teemmül ederek, tedkik ederek) baktı” diye anlar.
4- Vak´anın sadedinde olduğumuz vechinde, Resûlullah´ın en sonda başını önüne eğip sükut buyurduğunu ifade eder. Ancak, bir başka vechinde: “Benim kadına ihtiyacım yok!” dediği belirtilir. İbnu Hacer, iki rivayeti şöyle te´vil eder: “Öyle anlaşılıyor ki, Resûlullah önce sükut buyurarak ihtiyacı olmadığını ifâde etti. Kadın talebini tekrarlayınca bizzat sözle tasrih etmek zorunda kaldı.”
Resûlullah´ın sükûtu bir başka edebtir. Çünkü kadının yüzüne karşı menfi cevap vermek istememiş, ancak kadın ümidle ısrar edince mecbur kalmıştır. Vahiy beklemek üzere veya vereceği uygun cevabı hazırlamak üzere cevabı geciktirmiş olabileceği de söylenmiştir.
5- Kadına tâlib olan zâtın, Ensârdan biri olduğu belirtilmiş, ancak ismi tasrih edilmemiştir. Bu zâtın, vücudunu belden aşağı örten bir izârdan başka bir giyeceği olmadığı anlaşılıyor. Burada şunu belirtelim ki kıssa sahibi zâtın fakirliğini ve bu meyanda bir ridâsının dahi yokluğunu ifade için, râvi: Sehl (radıyallahu anh)´ın açıklayıcı mahiyetteki “onun ridası da yoktu” cümlesi kıssa sahibinin sözlerinin arasına girince “onun ridası da yoktu”´dan sonraki kelâm Sa´d´a mal edilerek, ifadeye şöyle bir ma´nâ verilmiştir.
“Bir ridası yoktu ki onu da kadına vererek üzerindekilerin yarısını ona vermiş olsun.” İbnu Hacer, müteahhir ulemâdan bir kısmının ma´nâ sahih de olsa, bu hatalı esasa dayandıklarını belirtir.
Şu halde, yanında değil, evinde de bir demir yüzük veya benzeri bir şey bulamayan Ensarî tek varlığı olan izarını göstermiş ve onun yarısını vermeyi teklif etmiş oluyor. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bunu kendin kullanıyorsun, kadına verecek olsan çırılçıplak kalacaksın, öyleyse izârını mevzubahis etme” ma´nâsında irşadda bulunuyor. İbnu Hacer, buradaki nefiyden maksad kemâldir öyleyse “izârını ikiye bölünce ne sen tam bir tesettür sağlayabilirsin ne de kadın, şu halde izarını bölme” ma´nâsında bir tevilde bulunur ve hadisin bir vechinin bu tevili teyid ettiğini belirtir: Adam: “Vallahi şu izarımdan başka birşey bulamadım. Bunu kadınla kendi aramda taksim edeyim”dedi. Resûlullah: “Elbisende senin ihtiyacını taşan bir fazlalık yok” dedi. Keza bir başka rivayette: “…Lâkin şu ridamı bölüp yarısını kadına verebilirim, geri yarısı da bana kalır” demiştir. Sonuçta Kur´an´dan öğretebileceği birkaç sure üzerine anlaştırıyor.
Yani bu hadiste Resûlullah birkaç sure öğretilme işini, kadına verilecek olan mehir olarak takdir ediyor. Bu sureler kaç tanedir, hangileridir gibi sorulara çok kesin olmayan değişik ve farklı cevaplar rivayetlerimizde gelmiştir.
* Bir rivayette: “Resûlullah bir kadınla erkeği, Kur´an´dan kadına iki sure öğretmesi şartıyla evlendirdi”denir.
* Bir rivayette adamın, Bakara veya onu tâkib eden sureyi bildiğini söylediği tasrih edilmiştir.
* Bir başka rivayette, sûretu´l-Bakara ve sûretu´l-Mufassal´ı bildiği belirtilir.
* Bir başka rivayette, “Resûlullah, Ashabından yanında hiçbir şeyi olmayan bir erkeği Bakara suresini öğretmek şartıyla evlendirdi” denir.
* Bir başka rivayette, mehir olarak mufassal surelerden birini öğretme şartıyla evlendirdiği;
* Bir başka rivâyette “kadına yirmi âyet öğret, o, artık karın olsun” dediği;
* Bir başka rivayette: “Onu sana, dört veya beş sûre öğretmen şartıyla nikahlıyorum” buyurduğu;
* Bir başka rivayette: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (bir erkeği), kadına Kur´an´dan bir sure öğretmesi kaydıyla evlendirdi” dediği;
* Bir rivayette adam, Resûlullah´ın; “Kur´an´dan bir şey biliyor musun ” sualine: “İnnâ a´tâyna kelkevser” cevabını verdiği, Aleyhissalâtu vesselâm´ın, “bunu ona mehir yap!” ferman ettiği belirtilmiştir.
İbnu Hacer bu çeşitten çeşitli rivayetleri kaydettikten sonra bu farklılıkları iki ihtimal üzere cem eder:
* Râviler hâdise ile ilgili farklı yönleri zaptetmiş olabilir. Biri diğerinin zaptetmediğini zaptetmiştir.
* Hâdise bir değil, müteaddiddir.Buna bir üçüncü ihtimal olarak; Hem hâdisenin müteaddid olması, hem de her birinin farklı şekillerde rivayet edilmiş olması da söylenebilir.
6- Hadisten ulemâ pek çok hüküm çıkarmıştır. Buhârî bu maksadla hadîsi vekâlet, Kur´ân´ın faziletleri, nikâh, libâs, tevhid gibi bölümlerde farklı bâblarda tekrar etmiştir. Biz mehirle ilgili bazılarına dikkat çekeceğiz:
* Nikâh için mehir şarttır fakat asgarî bir sınırı yoktur. Şartlara göre, Kur´an´dan İnnâ a´taynâ suresinin öğretilmesi bile, yerine göre mehir olarak takdir edilebilmektedir. Nitekim, bahsin umumi açıklama kısmında belirttiğimiz üzere, başta Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel olmak üzere birçok fakih bu hükmü esas almıştır. İmamlar arasında bu mesele üzerine geçen münâkaşa ve delillerine girmeyeceğiz. Ancak şunu bir kere daha belirtmek isteriz: Nikâh için mehrin şart olduğunda, câriye dışında, mehirsiz kadına temasın haram olduğunda İslâm ulemâsı icma etmiştir. Peşin verecek bir şey olmasa bile, akid sırasında muahharan ödenecek olan meblağ zikredilmelidir. Bu ihmal edilirse, mihr-i misil var kabul edilir.
* Sadece Resûlullah´a mahsus olmak üzere hibe kelimesiyle nikâhın cevazı. Bu, ümmetten bir başkası için câiz görülmemiştir.
* İmam, kimsesi olmayan kadını, kendi rızası olunca evlendirilebilir. Bu yetkinin de sadece Resûlullah´a ait olduğunu söyleyen âlim de vardır. Ancak esas olan, belirtilen husustur.
* Evlenmek istenen kadının mehâsinini teemmül etmeye cevaz var. Bu teemmül, kadına hakiki talepten önce veya evlenmeye kesin karar vermezden önce de olabilir, câizdir. Zira Resûlullah birkaç kere, tepeden tırnağa kadını nazardan geçirmiştir.
* Hibe, kabulle gerçekleşir. Rivayette kadın nefsini hibe etmiş ise de, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) “kabul ettim” demediği için kadın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcesi olmamıştır.
* Herhangi bir evlenme talebini, karşı taraf reddedince, bir başka talep câizdir.
* Nikâh için akid sırasında mehir miktarının belirtilmesi evlâdır, ihtilâfı önler, kadının menfaati daha iyi korunmuş olur. Çünkü kadın, gerdekten önce ayrılacak olursa mehr-i müsemmânın yarısına hak kazanır.
* Mehir borcunun geciktirilmeden ödenmesi müstehabtır.
* Hadis, yemin teklif edilmeden te´kiden yemin edilmesinin caiz olduğunu gösterir, ancak ulemâ zaruret yoksa “mekruh”tur der.
* Mehir için kıymeti bulunan bir şey ileri sürülmelidir. Kıymetsiz bir şeyin mehir olamayacağında, böyle bir şeyle nikâhın haram olduğunda icma edilmiştir. Müslim´in bir rivayetinde Hz. Câbir: “Resûlullah zamanında, bir avuç “hurma” veya unla nikâhı helâl addederdik. Bu hal, Hz. Ömer´in yasaklamasına kadar devam etti” der. Beyhakî, Hz. Ömer´in miktara bağlı bir yasak koymadığını, mehrin ta´ciliyle ilgili bir yasak koyduğunu, aslolanın Hz. Câbir´in söylediği önceki durum olduğunu belirtir.
* Cumhur bu rivayete dayanarak “Demir yüzük ve ona muâdil değerdeki eşya ile nikâh caizdir” demiştir. Bazı âlimler demirden yüzüktabirinin mehir miktarında azlığı ifade için mübâlağa maksadıyla kullanıldığını söylemiştir.
* Bazı âlimler, bu hadiste peşin verilmesi gereken mehrin mevzubahis olabilme ihtimali üzerinde durmuştur. Yani, gerdekten önce mutlaka peşin bir şeyler verilmeli, mehir kılınmalıdır demiştir.
Bazıları: “Bu miktar, mezkur şahsa aittir, başkası için câiz olmaz” demiştir. Ancak, “hadislerde gelen hükmün hususiyet arzettiğini söylemek delile tâbidir, delil yoksa hükmün âmm olması esastır, burada öyle bir delil yoktur” diye itiraz edilmiştir.
* Bazıları, “demir yüzük kullanılması caizdir” demiştir.
* Bazıları: “Mehrin ta´cili vacibtir, te´hiri caiz olsaydı, Resûlullah mehir olarak tesbit edilecek miktarı bilahere ödemeye muktedir olup olmadığını sorardı” demiştir. Buna cevaben: “Resûlullah evlâ olana işaret etmek istemiş olabilir, vacibi takrir değil” denmiştir.
* Kişinin mülkiyetinde bulunan bir şeyi mehir olarak vermesi, onu mülkiyetinden çıkarır. Mesela: Câriyesini mehir olarak verse, artık onunla cinsî münâsebet haram olur. Câriyeyi, yeni sâhibinin izni olmadan istihdam da edemez.
* Bazıları bu hadisten şu hükmü çıkarmıştır: “Bir kimse birisine: “Filanca kadını bana nikâhla” dese, o da: “Onu sana şu miktar mehirle nikahladım” dese, nikâh akdinin sıhhati için bu yeterlidir; zevc´in kabul ettim demesine gerek yoktur.” Hanefîlerden Ebû Bekr er-Râzi bu görüştedir. Şâfiîlerden Râfiî bunu zikretmiştir. Bu görüş, bazı itirazlar getirmiştir.
* Bazı âlimler nikâh ve tezvic kelimeleri kullanmadan, bu ma´nâya delâlet eden başka kelimelerle de nikah akdinin yapılabileceğine hükmetmiştir, yeter ki nikâh kasdına delâlet eden temlîk, hibe, sadaka, bey´ gibi bir kelimeye mehrin zikri mukarenet etsin. Bu görüş sahipleri icâre, âriyet ve vasiyet lafızlarının kullanılmasını nikâh için yeterli bulmazlar. İhlâl (helâl kılma), ibâhe (mübah kılma) kelimelerinde ihtilaf edilmiştir. Hanefîler nikâh kasdı ile ebedîliğe delâlet eden her lafzın yeterli olacağını söyler. Bunu, sadedinde olduğumuz hadisin
“onu sana temlik ettim” lafzından çıkarırlar. İhtilâf, hadisin başka vechinde “onu sana zevce kıldım” şeklinde gelmiş olmasından ileri elmiştir. Bu hususta bazı ihtilâflar olmuştur.
* Bir kimsenin kıymetçe kendisinden çok üstün olanla evlenme arzusu izhâr etmesi kınama sebebi olamaz.
* Nikâhı kıyılan kadının sükutu teyid sayılır. Yeter ki onu, konuşmaktan korku veya hayâ veya benzeri bir şey men etmemiş olsun.
* Kufüvlük (denklik) hür olmakta, dinde, nesebte aranır, malda değil; zira hadiste adamın hiç bir şeyi olmadığı halde, kadın razı oldu.
* İhtiyaç sahibi, ihtiyacını talepte ısrarlı olmamalı, rıfk ve teennîden ayrılmamalıdır.
* Fakir kişi, mehir bulabildi ise, diğer vecibeleri yerine getirip getiremeyeceği araştırılmadan evlendirilebilir, yeter ki hâli bilinsin ve beğenilen birisi olsun. Nitekim, hadiste sâdece mehir üzerinde durulmuştur.
* “Şahid olmasa da nikâh sahih olur” diyen olmuşsa da, bu hadisenin cemaat huzurunda olduğu belirtilmiştir. İbnu Habîb: “Bu hadis “Veli ve âdil iki şâhid olmadıkça nikâh sahih olmaz” hadisi ile mensuhtur” demiştir.
* Veli olmasa da nikâh sahih olur diyen olmuş ise de; ona da: Kadının hususî
velisi olmaması mümkün, ancak “Sultan, velisi olmayanın velisidir” hadisi mucibince, Resûlullah kadının velisi sayılacağından bu da reddedilmiştir.
* İmam raiyyetinin meselelerine ilgi göstermelidir, en hayırlıya irşadda bulunmalıdır.
* Mehirde karşılıklı rıza ve mutabakat esastır.
* Kadın evlenme teklifi yapabilir.[7]
ـ3456 ـ5ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]تَزَوَّجَ أبُو طَلَحَةَ أمَّ سُلَيمٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْها فَكَانَ صَدَاقُ مَا بَيْنَهُمَا ا“سَْمَ. أسْلَمَتْ أمُّ سُلَيْمِ قَبْلَ أبِي طَلحَةََ فَخَطَبَهَا فَقَالَتْ: إنِّي قَدْ أسْلَمْتُ فإنْ أسْلَمْتَ نَكَحْتُكَ. فَأسْلَمَ. فَكَانَ صَدَاقُ مَا بَيْنَهُمَا ا“سَْمَ[. أخرجه النسائي .
5. (3456)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) buyurdular ki: “Ebû Talha, Ümmü Süleym (radıyallâhu anhâ)´la evlendi. Aralarındaki mehir müslüman olmaktı. Ümmü Süleym, Ebû Talha´dan önce müslüman olmuştu. Ebû Talha, Ümmü Süleym´i istetince, Ümmü Süleym: “Ben müslüman oldum, sen de müslüman olursan evlenirim” dedi. Bunun üzerine o da müslüman oldu. Ümmü Süleym´in mehir olarak istediği şey müslüman olması idi.”[8]
ـ3457 ـ6ـ وعن أبي العَجْفَاءِ السُلميِّ قال: ]خَطبَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَوْماً فقَالَ: أَ َ تَغَالَوْا في صَدُقَاتِ النِّسَاءِ. فإنَّ ذلِكَ لَوْ كَانَ مَكْرُمَةً في الدُّنْيَا وَتَقْوى عِنْدَ اللّهِ في اŒخِرَةِ كَانَ أوَْكُمْ بِهِ رسولُ اللّهِ #، مَا أصْدَقَ امْرَأةً مِنْ نِسَائِهِ وََ أُصْدِقَتِ امْرَأةٌ مِنْ بَنَاتِهِ أكْثَرَ مِنَ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أُوْقِيَّةَ[. أخرجه أصحاب السنن .
6. (3457)- Ebû´l-Acfâ es-Sülemî anlatıyor: “Bir gün, Hz. Ömer (radıyallâhu anh), cuma hutbesi verdi ve hutbede şöyle söyledi: “Sakın, kadınların mehirlerini artırmayın, zira bu, eğer dünya için bir şeref, âhiret için de bir takva olsaydı buna en çok Resulullah lâyık idi. Halbuki O, kadınlarından veya kızlarından hiç birine oniki okiyyeden fazla mehir takdir etmemiştir.”[9]
ـ3458 ـ7ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]وَسئلت كم كان صداقُ رسولِ اللّهِ # ‘زْوَاجِهِ؟ قَالَتْ: ثِنْتَيْ عَشْرَةَ أُوقِيّةً وَنَشّا، أتَدْرِي مَا النَّشُّ؟ قُلْتُ: َ. قالَتْنِصْفُ أُوقِيّةٍ، فذلِكَ خَمْسُمِائَةِ دِرْهَمٍ[. أخرجه مسلم وأبو داود والنسائي .
7. (3458)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ)´ya: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hanımlarına verdiği mehir ne idi “diye sorulmuştu şu cevabı verdi:
“Oniki okiyye ve bir neşş idi. Neşş nedir biliyor musunuz Yarım okiyyedir. Bunun tamamı beşyüz dirhem eder.”[10]
ـ3459 ـ8ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّه #: أعْتَقَ صَفِيّةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها وَجَعَلَ عِتْقَهَا صَدَاقَهَا[. أخرجه الخمسة .
8. (3459)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Safiyye (radıyallâhu anhâ)´yı âzad etti ve onun âzadlığını mehri yaptı.”[11]
ـ3460 ـ9ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَمَّا قَدِمَ عَبْدُالرَّحْمنِ بنَ عَوْفٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه آخى النَّبىُّ # بَيْنَهُ وَبَيْنَ سَعْدِ بنِ الرَّبِيعِ ا‘نْصَارِِيِّ، وَعِنْدَ ا‘نْصَارِِيِّ امْرَأتَانِ فَعَرَضَ عَلَيْهِ أنْ يُنَاصِفَهُ أهْلَهُ وَمَالَهُ. فقَالَ لَهُ: بَارَكَ اللّهُ لَكَ في أهْلِكَ وَمَالِكَ، دُلَّونِي عَلى السُّوقِ. فأتَى السُّوقَ فَرَبِحَ شَيْئاً مِنْ أقِطٍ وَسَمْنٍ. فَرَآهُ النَّبيُّ # بَعْدَ أيَّامٍ وَعَلَيْهِ وَضَرٌ مِنْ صُفْرةٍ. فقَالَ: مَهْيَمٌ يَا عَبْدَالرَّحْمنِ؟ قالَ: تَزَوَّجْتُ أنْصَارِيّة. قالَ: فَمَا سُقْتَ إلَيْهَا؟ قالَ: وَزَنَ نَوَاةٍ مِنْ ذَهَبٍ. قالَ: أوْلِمْ وَلَوْ بِشَاةٍ[. أخرجه الستة.وزاد في رواية: بعد قوله »منْ ذَهَبٍ قال: فبَارَكَ اللّهُ لَكَ«.»الْوَضَرُ« هنا: أثر من حُلوف أو طِيب.»وَمَهْيَمٌ« كلمة يمانية بمعنى ما أمرك وما شأنك.»وَالنَّوَاةُ« اسم لما وزنُهُ خمسةُ دَرَاهِمَ كَمَا سموا ا‘ربعين أوقية والعشرين نشاً .
9. (3460)- Yine Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Abdurrahman İbnu Avf (radıyallâhu anh) Medine´ye gelince Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu Sa´d İbnu Rebî el-Ensârî ile kardeşledi. el-Ensarî (zengin birisiydi ve) iki hanımı vardı. Abdurrahman´a malını ve ehlini yarı yarıya paylaşmayı teklif etti. Abdurrahmân:
“Allah malını ve ehlini sana mubârek kılsın. Bana pazarı göster kâfi!” dedi. Pazara geldiler. O gün keş ve yağ alıp satmaktan bir miktar kazanç elde etti. Bir müddet sonra, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), onunla karşılaşınca, üzerinde sürünme maddesinin izlerini gördü ve:
“Hayırdır! Neler oldu Ey Abdurrahmân ” diye sordu.
“Ensârî, bir kadınla evlendim!” dedi. Resûlullah:
“İyi de kadına mehir olarak ne verdin ” buyurdu. Abdurrahmân:
“Bir nevât (beş dirhem) altın!” deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:
“Birde ziyafet ver, bir tek koyunla da olsa!” ferman etti.”[12]
Bir rivayette “…altın” kelimesinden sonra “Allah sana mübarek kılsın” ziyadesi vardır.[13]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın teşkilatçılığını, Ashab´ın İslâm için, din kardeşleri için fedâkarlıkta ne derecelere ulaştıklarını görmede fevkalâde ehemmiyeti olan bir rivayettir.
2- Hadisin burada kaydedilmeyen vecilerinde bâzı kıymetli ziyadeler var. Meselâ Buhârî´nin bir rivayetinde Sa´d İbnu Rebî, Abdurrahman İbnu Avf (radıyallâhu anhümâ)´ya şöyle der: “Ben Ensâr´ın en zenginiyim. Malımı ikiye böleyim. Ayrıca iki tane de hanımım var. Bak, bunlardan hangisi hoşuna giderse onu bana söyle, boşayayım, iddeti (bekleme müddeti) sona erince onunla evlen.”
Rivâyette görüldüğü üzere, ticârî ruha sahip olan Abdurrahman (radıyallâhu anh), ondan sadece alışveriş merkezini, çarşıyı sorar. Kendisine Kaynuka Çarşısı gösterilir. Orada yağ, peynir alışverişiyle para artırır ve kısa bir müddet sonra mehir olarak verecek kadar para biriktirerek Medineli bir kadınla evlenir.
3- Mehir kelimesi sevk olarak ifade edilmiştir. En-Nihâye´de Arapların, câhiliye devrinde mehir olarak, kadına deve göndermeleri sebebiyle mehre sevk (gönderme) dendiğini, zaman içinde, bu maksadla verilen her şeye sevk dendiğini açıklar. Böylece kelime mehrin müterâdifi olur, sadak gibi.
Bu hadis Abdurrahman´ın mehir olarak bir nevât altın verdiğini ifade ediyor. Nevât, beş dirhem ağırlığında bir miktarın adıdır, bir birimdir. Nitekim kırk dirhem ağırlığı okiyye, yirmi dirhem ağırlığa da neşş denir. Şu halde nevât, neşş, okiyye birer ağırlık birimi olmaktadır.[14]
ـ3461 ـ10ـ وعن أم حبيبة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّهَا كَانَتْ تَحْتَ عُبَيْدِ اللّهِ بنِ جَحْشٍ، فَمَاتَ بِأرْضِ الحَبَشَةِ فَزَوَّجَهَا النَّجَاشِيُّ رَحِمَهُ اللّهُ تَعَالى النَّبيَّ # وَأمْهَرَهَا عَنْهُ أرْبَعَةَ آَفِ دِرْهَمٍ وَبَعَثَ بِهَا إلَيْهِ مَعَ شُرَحْبِيلَ بنِ حَسَنَةَ وَكَتبَ بذلِكَ إلى رسُولِ اللّهِ # فَقَبِلَ[. أخرجه أبو داود والنسائي .
10. (3461)- Ümmü Habîbe (radıyallâhu anhâ)´nın anlattığına göre, Ubeydullah İbnu Cahş´ın nikahı altında idi. Ubeydullah Habeşistan´da vefat etti. Necâşi rahimehullah, onu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a nikâhladı. Ve Resûlullah´a bedel, Ümmü Habîbe´ye dörtbin dirhem mehir verdi. Sonra onu, Aleyhissalâtu vesselâm´a Şürahbil İbnu Hasene ile birlikte gönderdi ve (mehir miktarını) Resûlullah´a mektupla bildirdi. Resûlullah aynen kabul etti.”[15]
AÇIKLAMA:
1- Ümmü Habîbe (radıyallâhu anhâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevce-i pâklerinden biridir. O sıralarda Mekkelilerin şefi durumundaki Ebû Süfyân´ın kızıdır. Resûlullah´ın bununla evlenmesi, Mekke ile Medine arasının yumuşamasını sağlamıştır. Hatta bir ara Ebû Süfyân, Medine´ye kadar gelip, adamlarınca ihlâl edilen Hudeybiye Sulhü´nün yenilenmesine çalışmıştır. Medine´ye gelince kızının yanına inmiştir. Müşrik olduğu için, kızının itibar etmemiş olması ayrı mesele…
2- Necâşi isim değil, ünvandır. Bizde hâkan, padişah, hân kelimeleri lider için kullanıldığı gibi, Habeş dilinde de Necâşi kelimesi kullanılmıştır. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la irtibatı olan Necâşi´nin adı Eshame´dir, müslüman olmuştur. Bazı âlimler sahabî kabul ederse de muhadram olması esahhtır, zira Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la sohbeti olmamıştır. Ancak, Habeşistan´a göçen müslümanlara verdiği himaye sebebiyle İslâm´a hizmeti büyük olmuştur, cezahullahu hayran kesîra.
3- Hattâbî der ki: “Necâşi, onu Resûlullah´a nikâhladı” demek, Necâşi mehrini ödedi demektir. Nikâh akdi´nin Necâşi´ye nisbeti, mehir´in onun tarafından verilmesinden dolayıdır. Siyer yazanlar, bu nikâhı kıyan kimsenin Halid İbnu Saîd İbni´l-Âs olduğunu belirtir. Bu zat, o sırada müşrik olan Ebû Süfyân´ın amcasının oğlunun oğludur. Nikâhı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adına kabul eden de Amr İbnu Ümeyye ed-Damrî´dir. Zira, Resulullah bu maksadla onu tevkil etmiş idi.”
Resûlullah´ın Ümmü Habîbe ile nikâhlanma zamanı ve yeri biraz ihtilaflıdır. Umumiyetle Habeşistan´da altıncı hicrî senede nikahlandığı kabul edilir. Rivayete göre, Aleyhissalâtu vesselâm, Amr İbnu Ümeyye ed-Damrî´yi Necâşî´ye göndermiş, Ümmü Habîbe´yi kendisi için istemesini, dörtyüz dinar mehir ile nikâhını kendi üzerine kıyıvermesini, sonra da Ümmü Habîbe´yi Şurahbil İbnu Hasene ile kendisine göndermesini rica etmiştir.
Necâşî, Ümmü Habîbe´ye elçi olarak câriyesi Ebrehe´yi gönderip durumunu anlatmış. Ümmü Habîbe de akrabası olan Hâlid İbnu Saîd İbni´l-Âs´ı getirtip nikâh için vekâletini vermiştir.
Ebrehe bu karara memnun kalır ve sevincini Ümmü Habîbe´ye gümüş iki bilezik ve bir yüzük hediye ederek ifade eder.
Akşam olunca Necâşî, Cafer İbnu Ebî Tâlib ve oradaki diğer mü´ minlere haber vererek toplar. Necâşi şu hutbeyi okur:
اَلْحَمْدُللّهِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ السََّمِ الْمُؤْمِنِ الْمُهَيْمِنِ الْعَزِيزِ الْجَبَّارِ اَشْهَدُ اَنْ َ اِلهَ اَِّ اللّهُ وَاَنَّ مَحُمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ اَرْسَلَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ Sonra şunları söyler: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın davetine icabet ettim. Ümmü Habîbe´ye dörtyüz dinar altın mehir veriyorum.”
Anında çıkarıp, herkesin önünde bu parayı ortaya kor. Halid İbnu Saîd de söz alıp şunları söyler:
اَلْحَمْدُللّهِ اَحْمَدُهُ وَاسْتَعِينُهُ وَاشْهَدُ اَنْ َ اِلَهَ اَِّ اللّهُ وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ وَاَنَّ مُحَمّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ اَرْسَلَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ.
“Ben de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın davetine icabet ediyor, Ümmü Habîbe´yi Resulullah´a nikahlıyorum. Allah, Resûlullah´a mübarek kılsın.”
Bu konuşmalardan sonra mehir, Halid İbnu Saîd´e teslim edilir, o da kabzeder.
Cemaat kalkmak ister, ancak Necâşî “…oturun!” der ve ilave eder: “Zira, peygamberlerin sünneti, evlendikleri vakit, nikah üzerine yemek yemektir.” Yemek getirtir ve beraber yeyip sonra dağılırlar.
Bu nikâhın hicretin yedinci yılında olduğu da söylenmiştir. Keza nikâhın Medine´de, Habeşistan dönüşünde kıyıldığı da söylenmiştir. Ancak doğru olan önceki kaydettiğimizdir.[16]
İKİNCİ FASIL
MEHRİN AHKÂMI
ـ3462 ـ1ـ عن عقبة بن عامر رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قال لِرَجُلٍ: أتَرْضَى أنْ أُزَوِّجَكَ مِنْ فَُنَةَ؟ قالَ: نَعَمْ، وَقالَ لِلْمَرأةِ: أتَرْضَيْنَ أنْ أُزَوِّجَكِ مِنْ فَُنٍ؟ قالَتْ: نَعَْ . فَزَوّجَ أحَدَهُمَا مِنْ صَاحِبِه. فَدَخَلَ بِهَا وَلَمْ يَفْرِضْ لَهَا صَداقاً وَلَمْ يُعْطِهَا شَيْئاً، وَكَانَ مِمَّنْ شَهِدَ الحُدَيْبِيّةَ، وَكَانَ لَهُ سَهْمٌ بِخَيْبَرَ. فَلَمَّا حَضَرَتْهُ الْوَفَاةُ قالَ: إنَّ رسُولَ اللّهِ زَوَّجَنِي فَُنَةَ وَلَمْ أُفْرِضْ لَهَا صَدَاقاً ولَمْ أُعْطِهَا شَيْئاً. وَإنِّي أُشْهِدُكُمْ أنِّي قَدْ أعْطِيْتُهَا مِنْ صَدَاقِهَا سَهْمي بِخَيْبَرَ. فَأَخَذَتْهُ فَبَاعَتْهُ بَعْدَ مَوْتِهِ بِمِائَةِ ألْفٍ[ .
1. (3462)- Ukbe İbnu Âmir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adama:
“Sana falan kadını nikâhlasam razı mısın ” diye sordu. Adam, “Evet!” deyince, bu sefer o kadına sordu: “Seni falan erkekle nükâhlasam razı olur musun ”
Kadın, “Evet!” deyince bunları birbirlerine nikâhladı. Erkek, kadınla gerdeğe girdi, ama kadın için bir mehir belirlemedi herhangi bir şey de vermedi. Bu erkek, Hudeybiye gazvesine katılanlardan biriydi, Hayber´de onun da hissesi vardı. Adam ölceği zaman:
“Resûlullah falan kadını bana nikâhladı ama ben ona bir mehir belirlemedim, peşin olarak da bir şey vermiş değilim. Şimdi sizleri şâhid kılıyorum, kadına mehir olarak Hayber´deki hissemi veriyorum!” dedi. Kadın onu aldı ve erkeğin vefatından sonra yüzbin (dirhem)e sattı.”[17]
ـ3463 ـ2ـ زاد أحد الرواة في أول هذا الحديث: ]قالَ النَّبيُّ #: خَيْرُ النِّكَاحِ أيْسَرُهُ[. أخرجه أبو داود.
2. (3463)- Râvilerden biri, bu hadisin baş kısmına şu ilavede bulundu: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Nikahların en hayırlısı en kolayıdır.”[18]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, nikâhı imkân nisbetinde kolaylaştırmanın gereğini gösteriyor. Nitekim ikinci rivayet olarak kaydedilen rivayette Resûlullah: “En hayırlı nikah en kolay olanıdır” buyurarak nikâhın kolaylaştırılmasını irşad buyurmaktadır. Zorluk, çoğu kere mehir meselesinden gelir. Fazla mehir istenmesi herkesin yenebileceği bir zorluk değildir. Mihr-i müeccel mâkul bir miktarda tutulsa da mihri muaccel denen evlenmeden önce yapılan harcamaların imkân nisbetinde mütevazi tutulması uygundur. Hele günümüzde evlenme yaşının yükselmesi, bir kısım bekârların artması buradan ileri gelir. Halbuki dinimizin ruhu, bülûğa eren gençlerin fazla geciktirilmeden evlendirilmesini âmirdir. İmâm-ı Azam hazretleri yirmibeş yaşını dede olma yaşı olarak tavsif eder. Günümüzde, bilhassa okuyan nesil 25-30´dan sonra evlenebilmektedir. Erken evlilik bekârlıktan hâsıl olacak fitneleri önler. Unutulmasın ki, her şeyin bir mevsimi vardır. Evlenme dahi öyledir. Yaş ilerledikçe evlenme kararına varmak zorlaşmaktadır.
Bekârlığın ferdî ve içtimâî afetleri saymakla bitmez.
2- Ancak, evlenme kolaylaştırılırken, kadının hukuku zayî olmamalıdır. Onun mehri garanti edilmelidir. Onun mehr-i muaccel hususunda göstereceği anlayışı da erkek mehr-i müeccelde göstermelidir. Kaydedilen hadiste olduğu gibi.
Hudeybiye Gazvesi, altıncı hicri yılda, umre maksadıyla yapılan bir gazvedir. Müslümanlar bu maksadla yola çıkmışlar ancak Mekke yakınlarındaki Hudeybiye nâm mevkiye gelince Mekkeli müşrikler, yollarını keserek umrelerine mâni olmuştur. Sonunda pek çok hayırların, fetihlerin sebebi olan Hudeybiye Sulhü aktedilir ve o yıl umre yapmadan müslümanlar geri dönerler. Antlaşma gereği müteakip sene umretu´lkaza yapılır.[19]
ـ3464 ـ3ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]وَسُئِلَ عَنِ امْرَأةٍ مَاتَ عَنْهَا زَوْجُهَا وَلَمْ يَدْخُلْ بِهَا ولَمْ يَفْرِضْ لَهَا صَدَاقاً؟ فقَالَ: لَهَا الصَّدَاقُ كَامًِ، وَعَلَيْهَا الْعِدَّةُ، وَلَهَا المِيرَاثُ. فَقَالَ مَعقل بن سنان: سمعت النّبيّ # قَضَى في بَرْوَعَ بِنْتِ وَاشِقٍ بِمِثْلِهِ. فَفرحَ بها ابنُ مسعود[. أخرجه أصحاب السنن، وهذا لفظ الترمذي .
3. (3464)- İbnu Mes´ud (radıyallâhu anh)´ın anlattığına göre ona, kocası ölen bir kadından soruldu, kocası ona mehir tesbit etmemiş, henüz kendisiyle gerdek de yapmamış. Kadına şu cevabı verdi:
“Kadın mehrin tamamını alır (ne eksik, ne fazla) iddet bekler ve mirasa da iştirak eder.
Ma´kıl İbnu Sinân söz alarak dedi ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı işittim, Berva´ Bintu Vâşık için bunun misli bir hüküm vermişti.” Bu açıklamaya İbnu Mes´ud sevindi.”[20]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, İbnu Mes´ud´un şahsi bir fetvasını gösteriyor. Şöyle ki: Kendisine bazıları gelip bir kadının durumunu belirterek fetva sorarlar.
Kadın evlenmiş, ancak kocası henüz gerdek yapmadan vefat etmiş, ayrıca sağlığında kadına mehir hususunda bir şey de söylememiş.
İbnu Mes´ud´un hükmü şudur:
* Kadın mehrin tamamını yani, mehr-i misil ne ise onu alır. (Şayet mehri tesmiye edip miktar belirtseydi yine tamamını alacaktı.)
* Kadın, gerdek yapılmış gibi iddet bekler.
* Kadın mirasa da iştirak eder.
İbnu Mes´ud bu hükmü verince cemaat içinde hazır bulunan Ma´kıl İbnu Sinân, ayağa kalkıp böyle bir vak´aya, Resûlullah´ında aynı hükmü verdiğine şâhid olduğunu söyler. Bu açıklama İbnu Mes´ud´u sevindirir, çünkü fetvasında hata etmemiştir. Resûlullah´ın hükmüne uygunluk arzetmiştir.
2- Ashabtan bir kısmı, Ebû Hanîfe ve Ashabı, İbnu Sîrîn, İbnu Ebî Leyla, Ahmed İbnu Hanbel bu görüştedir.
Hz. Ali, İbnu Abbâs, İbnu Ömer gibi Ashab´tan diğer bir grup, İmam Şâfiî, Evzâî, Leys biraz farkla şöyle hükmetmiştir: “Bu kadın mirasa iştirak eder, iddet bekler, fakat mehir alamaz.”[21]
ـ3465 ـ4ـ وعن نافعِ: ]أنَّ ابْنَةً كَانَتْ لِعُبَيْدِ اللّهِ بنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها وَأمُّهَا بِنْتُ زَيْدِ بنِ الخَطّابِ، وَكَانَتْ تَحْتَ ابنِ لِعَبْدِ اللّهِ بنِ عُمَرَ. فَمَاتَ عَنْهَا وَلَمْ يَقْرَبْهَا وَلَمْ يُسَمِّ لَهَا صَدَاقاً. فَجَاءَتْ أُمُّهَا تَبْغِي مِنْ عَبْدِ اللّهِ صَدَاقَهَا. فقَالَ لَهَا ابنُ عُمَرَ: َ صَدَاقَ لَهَا وَلَوْ كَانَ لَهَا صَدَاقٌ لَمْ أُمْسِكْهُ وَلَمْ أظْلِمْهَا. فَأبَتْ أنْ تَقْبَلَ مَنْهُ فَجَعَلُوا بَيْنَهُمْ زَيْدَ ابنَ ثَابِتٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَقَضَى أنْ َ صَدَاقَ لَهَا وَلَهَا المِيرَاثُ[. أخرجه مالك.
4. (3465)- Nâfi anlatıyor: “Ubeydullah İbnu Ömer´in bir kızı vardı. Annesi de Bintu Zeyd İbni´l-Hattâb idi. Bu kız, Abdullah İbnu Ömer´in bir oğlunun nikahı altında idi. Oğlan, Zeyd İbnu´l-Hattab´ın kızıyla gerdek yapmadan vefat etti, üstelik henüz mehir de tesbit etmemişti. Kızın annesi, Abdullah´a gelerek kızın mehrini taleb etti. İbnu Ömer (radıyallâhu anh), kadına: “Kızınıza mehir yoktur. Eğer mehir olsaydı onu asla tutmaz verirdim, aksi halde kıza zulmetmiş olurum” dedi. Kadın onun hükmünü kabul etmek istemedi. Aralarında, Zeyd İbnu Sâbit (radıyallâhu anh)´ı hakem yaptılar. O, kızın mehir hakkının bulunmadığına, fakat mirasa iştirak hakkı olduğuna hükmetti.”[22]
ـ3466 ـ5ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما أنه قال: ]لِكُلِّ مُطَلَّقَةٍ مُتْعَةٌ إَّ الَّتِي تُطَلَّقُ وَقَدْ فُرِضَ لَهَا وَلَمْ تُمَسَّ فَحَسْبُهَا نِصْفُ مَا فُرِضَ لَهَا[. أخرجه مالك .
5. (3466)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) demiştir ki: “Boşanan her kadının bir istifâde (tazminat) hakkı vardır. Bu tazminattan, kendisine mehir tayin edildiği halde, temas vâki olmadan boşanan hariçtir. Böyle bir kadın, kendisi için tesbit edilen mehrin yarısını alır.”[23]
AÇIKLAMA:
Burada, boşanan kadının mağduriyetinin telafisi için, maddî bir menfaat (mut´a) ödenmesi gereği dile getirilmektedir. Rivayette bu menfaate mut´a denmektedir. Bugünkü karşılığı tazminattır. İmam Mâlik, bunun ne asgarî ne de azamî miktarıyla ilgili bir hududu olmadığını belirtir. Ancak Abdurrahman İbnu Avf (radıyallâhu anh)´ın boşadığı hanıma “mut´a” olarak bir cariye bağışladığını kaydeder.[24]
ـ3467 ـ6ـ وعن ابن المسيب قال: ]قَضَى عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. أنَّهُ إذَا أُرْخِيَتِ السُّتُورُ في النِّكَاحِ وَجَبَ الصَّدَاقُ[. أخرجه مالك .
6. (3467)- İbnu´l-Müseyyeb anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallâhu anh): “Nikâhda perdeler indirildi mi mehir vacib olur” diye hükmetti.”[25]
AÇIKLAMA:
Burada hadis biraz özetlenerek kaydedilmiş. Aslı daha açık olmak üzere şöyledir: “Hz. Ömer: “Bir kadını bir erkek nikâhlar, sonra (kadının yanına girip) perdeleri çekerse (kadına temas etse de etmese de) mehir artık vacib olur” demektedir.
Burada perdelerin çekilmesi demek, erkekle kadının halvet yani başbaşa kalma halleri demektir. Bu tahakkuk edince evlilik akdi her yönüyle tamamlanmış sayılır.
Şayet böyle bir durumda ihtilâf çıksa, kadın erkeğin temas ettiğini iddia etse, erkek de bunu inkâr etse, bu durumda temas vukua gelmiş olması esas alınır ve kadın mehri hak eder.[26]
ـ3468 ـ7ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]لَمَّا تَزَوَّجَ عَليٌّ فَاطِمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما أرَادَ أنْ يَدْخُلَ بِهَا فَمَنَعَهُ رسولُ اللّهِ # حَتَّى يُعْطِيَهَا شَيْئاً. فقَالَ: لَيْسَ لِي شَىْءٌ. فقَالَ #: أعْطِهَا دِرْعَكَ. فَأعْطَاهَا دِرْعَهُ ثُمَّ دَخَلَ بِهَا[. أخرجه أبو داود والنسائي .
7. (3468)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Hz.Ali, Fâtıma (radıyallâhu anhümâ)´yı nikâhlayınca, hemen gerdek yapmak istedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ise, mehir olarak bir şeyler verinceye kadar buna mâni oldu. Hz. Ali (radıyallâhu anh): “Benim verecek bir şeyim yok!” demişti. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Ona zırhını ver!” buyurdu. Hz. Ali (radıyallâhu anh) (bu maksadla) zırhını verdi, sonrada gerdek yaptı.”[27]
AÇIKLAMA:
Hadis, evlenen erkeğin, kadına gerdeğe girmezden önce, mutlaka bir şeyler vermesi, onun için bazı harcamalar yapması gereğini ifade etmektedir. Bu, kadının gönlünü hoş etmeye yönelik bir davranıştır. Bu, her tarafta bilinen insanî bir örftür. İslâm bu örfü te´yid etmiş, daha da takviye etmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Hz. Ali´ye zırhını sattırarak satın aldırdığı bazı şeyleri, günümüzün örfünde düğün öncesi yapılan harcamalar, takılar, giyecekler karşılar.[28]
ـ3469 ـ8ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]أمَرَنِي رسولُ اللّهِ # أنْ أُدْخِلَ امْرَأةً عَلى زَوْجِهَا قَبْلَ أنْ يُعْطِيَها شَيْئاً[. أخرجه أبو داود .
8. (3469)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bana, kocası kadına bir şey vermezden önce kadını kocasına göndermemi emretti.”[29]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, nikâhın sıhhati için, kocanın kadına gerdekten önce mehir vermesinin şart olmadığını ifade eder. Bu hususta ihtilaf bilinmiyor. Daha önce geçen “nikahın sıhhati için mehir şarttır ifadesi ile bu ifade arasında zıtlık mevcut değildir. Çünkü nikâhta mehir vardır. Bu, ya zikredilerek belirlenir. Bu takdirde mihr-i müsemmâ olur, bunun miktarı iki tarafın mütabakatına vâbestedir. Yahut da mehrin hiç zikri geçmez. Bu durumda mehr-i misil zımnen var kabul edilmiştir. Şu halde nikâhta mehrin yokluğu demek, kadına “mehir olarak hiç bir şey verilmeme şartı” üzerine nikâh yapmak demektir. İşte İslâm´ın yasakladığı budur. Buna rağmen böyle nikah yapılırsa şart bâtıl, nikah sahihtir ve mehr-i misil vacib olur.[30]
ـ3470 ـ9ـ وعن عُقْبة بن عامر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسولُ اللّهِ #: أحَقُّ مَا أوْفَيْتُمْ بِهِ مِنَ الشُّرُوطِ مَا اسْتَحْلَلْتُمْ بِهِ الْفُروجَ[. أخرجه الخمسة .
9. (3470)- Ukbe İbnu Âmir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Yerine getirilmeye en ziyade lâyık olan şart, fercleri helâl kılmak üzere kabul ettiğiniz şartlardır.”[31]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste nikâha müteallik şartlara uyulması emredilmektedir. Ancak bu şartların neler olduğu belirtilmemiştir. Hattâbî der ki: “Nikâhtakı şartlar muhteliftir.” Bazılarına uymak bilittifak vacibtir. Bu, Allah´ın emrettiği “kadını iyilikle tutmak veya hoşlukla salıvermek” (Bakara 231) şartı gibi Bazı âlimler, sadedinde olduğumuz hadisi buna hamletmiştir. Bazılarına da bilittifak uymamak gerekir. (Yâni meşru olmayan şartlara uyulmaz.) Hanımın, kız kardeşini boşamasını taleb etmesi gibi. (İbnu Mes´ud: “Kadın, kız kardeşinin boşanmasını şart koşamaz”der.) Bazı şartlara uyma hususunda ihtilaf edilmiştir. Kadının, nikâh sırasında, kocasına bir başka kadınla evlenmeme şartını koşması gibi, veya kendi evinden bir başka eve götürmemesi şartı gibi.
İbnu Hacer, nikahla ilgili şartlar hususunda şu bilgileri verir. Şâfiî mezhebinde nikâhtaki şartlar iki çeşittir:
* Bir kısmı mehre mütealliktir. Bunu yerine getirmek vacibtir. Mehrin dışında kalanın hükmü, duruma göre muhteliftir.
* Bir kısmı kocanın hakkına mütealliktir. Bundan ayrıca bahsedilecektir.
* Bir de akdi yapanın kendisi için, mehirden ayrı olarak koştuğu şart vardır. Bazıları buna hulvân der. Hulvân, kimin hakkı Bu, ihtilaflıdır. Bir kısım âlimler, “mutlak olarak kadının” derken, “akid yapan herkesin” veya “sadece kızın babasının diğer yakınlarının değil” demiştir. İmam Şâfiî: “Eğer aynı akidde vâki olursa kadın için mehr-i misil vâcib olur, akid dışında vâki olursa vacib olmaz” demiştir.
İmam Mâlik: “Akid halinde vâki olursa kimin için hibe edilmişse bu, onun olur demiştir. Bu hususta merfu hadis de gelmiştir. Nesâî´de Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs´ın rivayetine göre Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Hangi kadın, nikâh kıyılmazdan önce bir mehir veya hibâ (mehir harici hediye) veya ide (vaad) üzerine nikâhlanmış ise bu şey, sadece kadınındır. Nikâh kıyıldıktan sonra verilen ise, kime verildi ise ona aittir…”
Tirmizî sadedinde olduğumuz hadisi tahriç ettikten sonra: “Bazı sahâbeler bununla amel etmiştir, mesela Hz. Ömer bunlardandır. Der ki: “Adam kızını evlendirir ve (bulunduğu yerden) çıkarılmayacak diye şart koşarsa bu şarta uyulmalıdır.”
İmam Şâfiî, Ahmed İbnu Hanbel ve İshak da böyle demiştir. Ancak onlar uyulması gereken şartı, nikâhın gerektirdiği şartlar olarak anlamışlardır. Söz gelimi kadına iyi muamele, nafakasını, giyeceğini, süknâsına temin etmek, kadının haklarından hiçbir şeyi noksan kılmamak gibi. Keza erkeğin kadına: “İzinsiz evinden dışarı çıkmama, nefsini men etmeme, malından rızası çerçevesinde tasarruf etme”yi şart koşması gibi. (Bunlar nikâh akdinde zaten var, hiç zikredilmese bile.)
Öte yandan nikâhın muktezasına ters düşen şartlar da vardır: Kadın için gece taksiminde âdil olmama, iyi davranmama, infâk etmeme gibi. Bu çeşit şartlara uyulmaz. Nikâh akdinde bu şartlar yer almış olsa bile nikâh sahihtir; ancak mehr-i misil vacib olur. Bir görüşte mehr-i müsemmâ vacibtir, bu çeşit şartların te´siri yoktur. Şâfiînin bir kavline göre, bu durumda nikâh bâtıl olur.
Ahmed ve bir cemaat: “Şarta mutlak olrak uymak gerekir” demiştir.
İbnu Dakîki´l-Îd, hadisi, nikâhın muktezası olan şartlara hamletmeyi yersiz bulur. Der ki: “Sonradan koşulan şartlar nikâhın getirdiği vecibelere müessir olamaz. Bunların yerine getirilmesi için yeni bir şarta gerek yok. Zaten hadisin siyakı bunun aksine hüküm getiriyor. Çünkü “şartların en layıkı” tabiri, bir kısım şartlara uymanın gereğini ifade ederken, diğer bir kısım şartlara uymanın daha çok gerektiğini ifade etmektedir. Nikâh akdinin muktezası olan şartların hepsi, uymanın vücubu hususunda eşittirler.” Tirmizî´nin kaydına göre Hz. Ali: “Allah´ın koyduğu şart insanların koyacağı şarttan önce gelir” demiştir. Tirmizî ilâve eder: “Bu, Sevrî´nin ve bir kısım Kûfe ulemâsının da görüşüdür. Netice olarak hadiste kastedilen şartlar, caiz olan şartlardır, yasaklanan şartlar değildir.”
Bu hususta Hz. Ömer´in görüşü nedir Bunda ihtilâf edilmiştir. İbnu Vehb´in bir rivayetine göre: “Bir adam bir kadınla evlenir ve kızı evinden çıkarmama şartını kabul eder. Mesele bir müddet sonra ihtilâf kaynağı olur ve Hz. Ömer´e çıkarırlar. Hz. Ömer bu şartı reddeder ve: “Kadın kocasıyla birliktedir” hükmünü verir. Ebû Ubeyd: “Bu meselede Hz. Ömer´ den yapılan rivayetler birbirine zıddır” der…
Leys, Sevrî ve Cumhûr Hz. Ali´nin kavliyle hükmeder ve der ki: “Meselâ mehr-i misil yüz dinar olsa kadın memleketinde kalmak şartıyla elli dinara razı olsa, erkek kadını memleketinden çıkarır, mehir olarak da müsemmâ olan elli dinarı borçlanır.”
Hanefîler der ki: “Kadın, bu durumda geri kalan elli dinarı da isteme hakkına sahiptir.” Şâfiî: “Nikâh sahihtir, şart lağvdir;[32] erkek mehr-i misil ödemek zorundadır” der.
Ülemâ: “Kadın, erkeğe “bana temas etmeyeceksin” diye bir şart koşsa buna uyulmaz”demekte icmâ etmiştir.
Sadedinde olduğumuz Ukbe hadisini nedb´e hamletme gereğini kuvvetleniren bir hadiste Resulullah şöyle ferman etmiştir: “Allah´ın kitabında olmayan her şart bâtıldır.” Temas, iskân gibi hususlar kocanın haklarındandır. Bunları ortadan kaldıracak bir şart, Kitabullah´a aykırıdır ve bâtıldır. Bir başka hadiste “Müslümanlar şartlarına uyarlar, yeter ki bu şartlar haramı helâl, helâli de haram kılmasın” buyrulmuştur. Bir diğer hadis şöyle: “Müslümanlar, hakka muvafık oldukça şartlarına uyarlar.”
Taberânî, Mu´cemu´s-Sağîr´de Hz. Câbir´den şu rivayeti kaydeder: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ümmü Mübeşşir Bintu´l-Berâ İbnu Ma´rur´u istetmişti.Kadın: “Ben kocama, benden sonra başka evlenmemesini şart koşarım” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bu şart uygun değildir” buyurdu.”
Hadiste yasaklanan şartlardan biri, kadının evlenmek için, erkekten önceki hanımını boşaması şartıdır. Buhârî bu hususa müstakil bir bab tahsis etmiştir.[33]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/243-244.
[2] İzâr belden aşağıyı örten giyecek (peştemal); rida ise omuz-bel arasını örten giyecek.
[3] Buharî, Nikâh: 6, 32, 35, 37, 40,44, 50, 51, Vekâle: 9, Fedâilu´l-Kur´ân: 21, 22, Libas: 49; Müslim, Nikâh: 76, (1425); Muvatta, Nikâh: 8, (2, 526); Ebû Dâvud, Nikâh: 31, (2111); Tirmizî, Nikâh: 22, (1114); Nesâî, Nikâh. 62, (6, 113); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/245-246.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/247.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/247.
[6] Ebû Dâvud, Nikâh: 30-31, (2110, 2112); Tirmizî, Nikâh: 21, (1113); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/247.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/247-252.
[8] Nesâî, Nikâh: 63, (2, 114); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/252.
[9] Ebû Dâvud, Nikâh: 29, (2106); Tirmizî, Nikâh: 22, (1114); Nesâî, Nikâh: 66, (6, 117, 118); İbnu Mâce, Nikâh: 17, (1887); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/252.
[10] Müslim, Nikâh: 78, (1426); Ebû Dâvud, Nikâh: 29, (2105); Nesâî, Nikâh: 66, (6,116, 117); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/253.
[11] Buhârî, Nikâh: 68, Büyû: 108, Cihad: 74; Müslim, Nikâh: 78, (1365); Ebû Dâvud, Nikâh: 6, (2054); Tirmizî, Nikâh: 23, (1115); Nesâî, Nikâh: 64, (6, 114); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/253.
[12] Buhârî, Nikâh: 7, 49, 54, 56, 68, Büyû: 1, Kefâlet: 2, Edeb: 67, Da´avât: 53, Menâkibu´l-Ensâr: 3, 50; Müslîm, Nikâh: 79, (1427); Muvatta, Nikâh: 47, (2, 545); Tirmizî, Nikâh: 10, (1094), Birr: 22, (1934); Ebû Dâvud, Nikâh: 30, (2109); Nesâî, Nikâh: 67, (6, 119, 120).
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/253-254.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/254.
[15] Ebû Dâvud, Nikâh: 29, (2107, 2108); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/255.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/255-256.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/257.
[18] Ebû Dâvud, Nikâh: 32, (2117); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/258.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/258.
[20] Ebû Dâvud, Nikâh: 32, (2114); Tirmizî, Nikâh: 44, (1145); İbnu Mâce, Nikâh: 18, (1891); Nesâî, Nikâh: 68, (6, 121); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/258-259.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/259.
[22] Muvatta, Nikâh: 10, (2, 527); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/260.
[23] Muvatta, Talâk: 45, (2, 573); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/260.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/260.
[25] Muvatta, Nikâh: 12, (2, 5285); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/260.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/260-261.
[27] Ebû Dâvud, Nikâh: 36, (2125, 2126); Nesâî, Nikâh: 76, (6, 129); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/261.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/261.
[29] Ebû Dâvud, Nikâh: 36, (2128); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/261.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/261-262.
[31] Buhârî, Nikâh: 52, Şurût: 6; Müslim Nikah: 63, (1418); Ebû Dâvud, Nikâh: 63, (2139); Tirmizî, Nikâh: 31, (1127); Nesâî, Nikâh: 42, (6, 92, 93); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/262.
[32] Lağv demek, hukukî değeri olmayan boş söz demektir.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/262-264.