LİAN BÖLÜMÜ
(Bu bölümde iki fasıl vardır)
BİRİNCİ FASIL
LİAN´IN AHKÂMI
İKİNCİ FASIL
ÇOCUGUN İLHAKI VE NESEB İDDİASI
KÂFE
UMUMÎ AÇIKLAMA
Lian kelimesi, kovma, uzaklaştırma, nefret gibi manalara gelen la´n kökünden gelir. Aynı kökten olmak üzere dilimizde lanet, tel´in gibi kelimeler mevcuttur. Aynı kökten telaun, birbirine lanet okumak, sövüşmek manasına gelir.
Fıkıh ıstılahı olarak lian, “yemin ile müekked la´n ve gazab lafızlarına mekrun olarak karı ile koca tarafından, belli bir şekil çerçevesinde yapılan dörder şehadete” denir. Yani koca, karısına zina suçunu isnad ederse fakat şahid getiremezse, bu isnad ve ithamını hakimin huzurunda, belirtildiği şekilde dört kere yemin ederek tekrar eder. Kadın da bu ithamı, yemin ederek ve yalancı olduğu takdirde Allah´ın lanet ve gazabının üzerine olmasını dileyerek dört kere reddeder. Bu şekilde cereyan eden hadiseye lian denir. Lian hadisesi karısına zina isnadında bulunan koca hakkında hadd-i kazf denen bir “ağır ceza”nın yerine geçer. Kadın hakkında da -yine İslam´ın en ağır suçlarından biri olan- hadd-i zinanın yerine geçer.
Lian sonunda karı ile koca boşanır. Koca kazf cezasından, kadın da zina cezasından kurtulur.
Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu´nda Ömer Nasuhi Bilmen bu yeminleşmeyi şöyle anlatır:
“Bir kimse, zevcesine hem zina isnadı ve hem de çocuğunun nesebini nefy suretiyle kazfde bulunmuş, mesela “sen zaniyesin, bu doğurduğun çocuk da benden değildir” demiş olursa şu vecihle lian yapılır:”
Evvela zevc: “Eşhedü billah ben bu zevceye zina isnadında ve çocuğunun nesebini nefy hususunda sadıklardanım” diye dört defa şehadet eder. Beşinci defa da:
“Eğer bu zina isnadında ve bu nesebi nefy hususunda kâziblerden isem üzerime Allah´ın laneti olsun” diye kendisine lanet okur.
Sonra da kadın: “Eşhedü billahi. Bu kocam bana zina isnadında ve çocuğumun nesebini nefy hususunda kâziblerdendir!” diye dört defa şehadet eder. Beşinci olarak da:
“Eğer zevcim bana zina isnadında ve çocuğunun nesebini nefy hususunda sadıklardan ise Allah´ın gazabı üzerime olsun!” der.
Bu vechile mülâaneyi müteakib hakim tarafından beyinlerinin tefrikine (boşanmalarına) karar verilir.” [1]
BİRİNCİ FASIL
LİANIN AHKAMI
ـ5314 ـ1ـ عن ابن عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]جَاءَ هَِلُ بْنُ أُمَيَّةَ، وَهُوَ أحَدُ الثََّثَةِ الّذِىنَ تَابَ اللّهُ عَلَيْهِمْ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَجَاءَ مِنْ أرْضِهِ عِشَاءً فَوَجَدَ عِنْدَ أهْلِهِ رَجًُ، فَرَأى ذلِكَ بِعَيْنَيْهِ وَسَمِعَ بأُذَنَيْهِ، فَلَمْ يَهَجْهُ حَتّى أصْبَحَ. فَغَدَا عَلى رَسُولِ اللّهِ # فقَالَ: يَا رسُولَ اللّهِ، إنّى أتَيْتُ أهْلِى عِشَاءً فَوَجَدْتُ عِنْدَهُمْ رَجًُ فَرَأيْتُ بِعَيْنَيَّ وَسَمِعْتُ بِأُذُنَيَّ. فَكَرِهَ رَسُول اللّهِ # مَا جَاءَ بِهِ، وَاشْتَدَّ عَلَيْهِ؛ فنَزَلَتْ: وَالّذِينَ يَرْمُونَ أزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَاءُ إَّ أنْفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ أحَدِهِمْ أرْبَعُ شََهَادَاتٍ بِاللّهِ إنَّهُ لَمِنَ الصَّادِقِينَ؛ الى قَولِهِ: وَالْخَامِسَةَ أنَّ غَضَبَ اللّهِ عََلَيْهَا إنْ كَانَ مِنَ الصَّادِقِينَ. فَسُرِّيَ عَنْ رَسُولِ اللّهِ # وقَالَ: أبْشِرْ يَا هَِلُ، فَقَدْ جَعَلَ اللّهُ لَكَ فَرَجاً وَمَخْرَجاً. فقَالَ هَِلٌ: قَدْ كُنْتُ أرْجُو ذلِكَ مِنْ رَبِّي تَعالى. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أرْسِلُوا إلَيْهَا، فجَاَءَتْ فَتََ عَلَيْهَا رَسُولُ اللّهِ # ا‘يَاتِ، وَذَكَّرَهُمَا، وَأخْبَرَهُمَا أنَّ عَذَابَ اŒخِرَةِ أشَدُّ مِنْ عَذَابِ الدُّنْيَا. فَقَالَ هَِلٌ: واللّهِ لقَدْ صَدَقْتُ عَلَيْهَا. فَقَالَتْ: قَدْ كَذَبْتَ. فَقَالَ #: َعِنُوا بَيْنَهُمَا. فَقِيلَ لِهَِلٍ: اشْهَدْ فَشَهِدَ أرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّهِ إنَّهُ لَمِنَ الصَّادِقِينَ. فلمَّا كَانَتِ الْخَامِسَةُ قِيلَ لَهُ: يَا هَِلُ! اتَّقِ اللّهَ،
فَإنَّ عَذَابَ الدُّنْيَا أهْوَنُ مِنَ عَذَابِ اŒخِرَةِ، وَإنَّ هذِهِ الْمُوجِبَةُ الّتِي تُوجِبُ عَلَيْكَ الْعَذَابَ. فَقَالَ: واللّهِ َ يُعَذِّبُنِىَ اللّهُ عَلَيْهَا كَمَا لَمْ يَجْلِدْنِى عَلَيْهَا فَشَهِدَ الْخَامِسَةَ أنَّ لَعْنَةَ اللّهِ عَلَيْهِ إنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِبِينَ. ثُمَّ قِيلَ لَهَا إشْهَدِى. فَشَهِدَتْ أرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّهِ إنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ. فَلَمَّا كَانَتِ الْخَامِسَةُ قِيلَ لَهَا: اِتَّقِي اللّهَ، فإنَّ عَذَابَ الدُّنْيَا أهْوَنُ مِنْ عَذَابِ اŒخِرَةِ، وَإنَّ هذِهِ الْمُوجِبَةُ الّتِي تُوجِبُ عَلَيْكِ الْعَذَابَ فَتَلَكَّأتْ سَاَعَةً. ثُمَّ قَالَتْ: واللّهِ َ أفْضَحُ قَوْمِي سَائِرَ الْيَوْمِ. فَشَهِدَتِ الْخَامِسَةَ أنَّ غَضَبَ اللّهِ عَلَيْهَا إنْ كَانَ مِنْ الصَّادِقينَ، وَفَرَّقَ # بَيْنَهُمَا وَقَضى أنْ َ يُدْعى وَلدُهَا ‘بٍ وََ تُرْمَى وََ يُرْمَى وَلَدُهَا، وَمَنْ رَمَاهَا أوْ رَمَى وَلَدَهَا فَعَلَيْهِ الْحَدُّ، وَقَضى أنَّهُ َ بَيْتَ عَلَيْهِ لَهَا وََ لِوَلدِهَا قُوتٌ مِنْ أجْلِ أنَّهُمَا يَتَفَرَّقَانِ مِنْ غَيْرِ طََقٍ وََ وَفَاةٍ. وَقالَ #: إنْ جَاءَتْ بِهِ أُصَيْهِبَ أُرَيْصِحَ أُثَيْبِجَ فأتَىءً ا‘لْيَتَيْنِ أحْمَشَ السَّاقَيْنِ فَهُوَ لِهِلٍ وَإنْ جَاءَتْ بِهِ أوْرَقَ جَعْداً جُمّالِيّاً خَدلَّجَ السَّاقِينَ سَابِغَ ا‘لَيَتَيْنِ فَهُوَ لِلّذِى رُمِيَتْ بِهِ. فَجَاءَتْ بِهِ أوْرَقَ جَعْداً جُمّالِيّاً خَدَلَّجَ السَّاقَيْنِ سَابِغَ ا‘لْيَتَيْنِ. فَقَالَ #: لَوَْ ا‘يْمَانُ لَكَانَ لِي وَلَهَا شأنٌ قَالَ عِكْرِمَةُ: وَكَانَ وَلَدُهَا بَعْدَ ذلِكَ أمِيراً عَلى مُضَرَ وَمَا يُدْعَى ‘بٍ[. أخرجه أبو داود بهذا اللفظ، وللستة عن ابن عمر بمعناه.قوله: »فتلكأت« أي تباطأت وتوانت عن اتمام اليمين .
و»ا‘صَيْهيبُ« تصغير أصهب وهو ا‘شقر، وا‘صهب من ا‘بل: ما يخالط بياضه حمرة.و»ا‘رَيْصحُ« تصغير أرْصَحْ بصاد وحاء مهملتين: وهو خفيف لحم ا‘ليتين.و»ا‘ثيبج« تصغير أثبج وهو الناتِىء الثبج، وهو ما بين الكتفين، وجاء بها مصغرة ‘نها صفة لمولود.و»حمَشَ الساقين« دقيقيهما.و»ا‘ورق« ا‘سمر.و»الْجَعْدُ« القصير.و»الجمليُّ« العظيم الخلقة كأنه الجمل في القدّ .
1. (5314)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Allah Teala hazretleri´nin (Tebük Seferi´nden geri kalmaları sebebiyle) tevbelerini kabul edip affettiği üç kişiden biri olan Hilal İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) geldi. (Anlattığına göre) tarlasından evine yatsı vaktinde dönmüştü. Hanımının yanında bir adam buldu. Manzarayı gözleriyle görmüş, kulaklarıyla işitmişti. Sabah oluncaya kadar adamı ürkütüp telaşlandırmadı. Sabah olunca doğru Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına gitti.
“Ey Allah´ın Resulü dedi, ben aileme geceleyin dönmüştüm, yanlarında bir adam buldum. Üstelik gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim.”
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) getirdiği bu haberden hoşlanmadı, adama karşı sert davrandı. Bunun üzerine:
“Kendi hanımlarına zina isnad eden, ancak, kendisinden başka şahidi bulunmayan kimse ise, doğru söylediğine dair Allah adına yemin ederek dört defa şahitlik eder. Beşinci şahitliğinde ise, eğer yalan söylüyorsa Allah´ın lanetinin kendi üzerine olmasını ister. Kadının Allah adına yemin ederek kocasının yalan söylediğine dair dört defa şahidlik etmesi ve beşinci şahitliğinde, eğer kocası doğru söylüyorsa Allah´ın lanetinin kendi üzerine olmasını istemesi, onun hakkındaki cezayı kaldırır” (Nur 6-9) mealindeki ayet nazil oldu. Vahiy hali Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın üzerinden kalkınca:
“Ey Hilal, müjde! Allah senin için bir kurtuluş ve kurtuluş yolu gösterdi” buyurdular. Hilal:
“Ben Rabbim Teala hazretleri´nden bunu ümid ediyordum!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Kadına adam gönderin gelsin!” emretti. Kadın geldi. Ayet-i kerimeyi Resulullah ona okudu. İkisine de meselenin ciddiyetini hatırlattı ve ahiret azabının dünyadaki azabtan daha şidetli olacağını haber verdi. Bunun üzerine Hilal:
“Vallahi kadın hakkında doğruyu söyledim!” dedi. Kadın da:
“Hayır yalan söyledin!” dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
“Aranızda lanetleşin!” emretti. Hilal´e: “Şehadet getir!” dendi. O da doğru söylediğine dair dört kere Allah´a şehadet etti. Beşinci sefer olunca kendisine:
“Ey Hilal, Allah´tan kork, zira dünya azabı ahiret azabından pek hafiftir, senin bu yaptığın, üzerine azabı vacib kılmaktadır!” dendi. O yine:
“Allah´a yemin olsun, ona iftira ediyorum diye bana celde yapılmadığı gibi, Allah da onun sebebiyle bana azab vermeyecektir!” dedi ve “Eğer yalancı ise, Allah´ın laneti üzerine olsun!” diye beşinci kere şehadette bulundu.
Sonra kadına: “Şehadet getir!” dendi. Kadın da: “Hilal yalancıdır” diye dört kere Allah´a şehadette bulundu. Beşinci şehadete sıra gelince, kadına:
“Allah´tan kork, zira dünyadaki azab ahiret azabından hafiftir. Bu yaptığın, üzerine azabı vacib kılmaktadır!” dendi. Kadıncağız bir müddet durakladı: Sonra:
“Kavmimi, geri kalan zamanlarda rezil rüsvay edemem!” dedi ve beşinci defa: “Hilal doğru söyledi ise Allah´ın gazabı üzerime olsun!” diye şehadette bulundu.
Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm aralarını ayırdı. Kadının çocuğunun babasının adıyla çağrılmamasına, kadına zina isnad edilmesine, çocuğa da veled-i zina denmemesine, kim kadına veya çocuğa böyle bir isnadda bulunacak olursa hadd-i kazfe maruz kalacağına hükmetti. Keza bunlar ne boşanma ne de ölüm sebebiyle ayrılmadıkları için Hilal üzerinde, ne kadın için mesken ne de çocuk için nafaka mesuliyeti olmadığına hükmetti. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Eğer kadın kızılımsı, kabaları etsiz, sivri omuzlu, iki kabası sivri, bacakları ince bir çocuk dünyaya getirirse, bu çocuk Hilal´dendir. Eğer esmer, kısa saçı, iri yapılı, iri bacaklı, iri kabalı bir çocuk dünyaya getirirse bu çocuk, zina nisbet edilen şahsa aittir” buyurdular. Gerçekten kadın esmer renkli, kısa saçlı, iri yapılı, iri bacaklı, iri kabalı bir çocuk doğurdu. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Eğer (şehadetlerle yapılan) yeminler olmasaydı benimle o kadın arasında mesele olacaktı” buyurdular. İkrime der ki: “Kadının çocuğu bundan sonra Mudar üzerine emîr oldu, tesmiyede babasına nisbet edilmezdi.
Hadisi Ebu Davud bu metnin aynısıyla rivayet etti. Kütüb-i Sitte, İbnu Ömer´den bu manada rivayette bulundular.” [Buhârî, Talak 28, Şehâdât 21, Tefsir, Nur 3; Ebu Davud, Talak 27, (2254, 2255, 2256); Tirmizî, Tefsir Nur, (3178).][2]
AÇIKLAMA:
Hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında cereyan eden bir lian hadisesini nakletmektedir. Hadisten anlaşılacağı üzere:
* Mülâane ile boşanan kadına zina nisbet edilemez. Zina nisbet eden, “zaniye” diyen kimseye hadd-i kazf tatbik edilir. Böyle bir kadından doğan çocuğa da veled-i zina denemez. Çünkü, kocanın yeminiyle suç tam olarak sübut bulmuş değildir. Öyle ise burada aslolan “harama düşmemiş olduğu”dur. Sadece lian ile, kadın iffetten çıkmış olmaz. Irzlar, yakin hasıl olmadıkça ayb´a karşı korunmuştur.
* Mülâane ile ayrılmalarda ayrılış boşanma değil, nikahın feshidir. Şafiiye göre, erkek kadına karşı nafaka ve meskenle mükellef olmaz. Ebu Hanife ve Muhammed İbnu´l-Hasan: “Bâin bir boşamadır, iddet boyunca kadın nafaka ve süknâ hakkına sahiptir” demişlerdir.
* Lian yemindir diyenlere bu hadiste delil mevcuttur. İmam Şafii ve cumhur bu görüştedirler. Ebu Hanife, Malik ve bir görüşünde Şafii rahimehümullah lian´ın yemin değil, şehadet olduğunu söylemişlerdir. Fethu´l-Bari´de başka yorumlar da kaydedilmiştir.[3]
ـ5315 ـ2ـ وعن ابن عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما ايضاً قال: ]َعَنَ رَسُولُ اللّهِ # بَيْنَ عُوَيْمِرَ الْعَجَنِِى وَامْرَأتِهِ وَكَانَتْ حُبْلَى[. أخرجه النسائي.
2. (5315)- Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Üveymir el-Aclânî ile hanımı arasında lian uyguladı. Hanımı bu sırada hamile idi.” [Nesâî, Talak 36, (6, 171).][4]
ـ5316 ـ3ـ وفي رواية له: ]أمَرَ رَسُولُ اللّهِ # رَجًُ حِينَ أمَرَ الْمُتََعِنَيْنِ أنْ يَتََعَنَا أنْ يَضَعَ يَدَهُ عِنْدَ الْخَامِسَةِ عَلى فيهِ. وَقالَ: إنَّهَا مُوجِبَةٌ[ .
3. (5316)- Yine ona ait bir rivayette: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), birbirine lianda bulunan iki eşe lianlaşmayı teklif ettiği zaman beşinci yeminde, erkeğe elini ağzının üzerine koymasını emretti ve: “Bu (Allah´ın azabını) gerektiricidir!” buyurdu. [Nesâî, Talak 40, (6, 175).] [5]
İKİNCİ FASIL
ÇOCUGUN İLHAKI VE NESEB İDDİASI
ـ5317 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: الْوَلَدُ لِلْفِرَاشِ وَلِلْعَاهِرِ الْحَجَرُ[. أخرجه الخمسة إ أبا داود.»العاهرُ« الزاني، وقوله للعاهر الحجر: أي يرمى به إن كان محصنا.وقيل معناه: له الخيبة .
1. (5317)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Çocuk yatağa aittir. Zaniye de mahrumiyet vardır.” [Buhârî, Hudud 23, Feraiz 18; Müslim, Rada 37, (1458); Tirmizî, Rada´ 8, (1157); Nesâî, Talak 48, (6, 180).][6]
ـ5318 ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ عُتْبَةَ بْنَ أبِى وَقّاصٍ عَهِدَ الى أخِيهِ سَعْدٍ أنَّ ابنَ وَلِيدَةٍ زَمْعَةَ مِنِّى فَاقْبِضْهُ إلَيْكَ فَلَمَّا كَانَ عَامُ الْفَتْحِ أخَذَهُ سَعْدٌ وَقَالَ: ابْنُ أخِى قَدْ عَهِدَ اليّ فيهِ. وَقَالَ عَبْدُ بْنُ زَمْعَةَ: هُوَ أخِي وَابْنُ وَلِيدَةِ أبي، وُلِدَ عَلى فِرَاشِهِ. فَتَسَاقَا الى النّبِىِّ #. فقَالَ سَعْدٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَا رَسُولَ اللّهِ ابْنُ أخِى عَهِدَ اليّ فيهِ، اُنْظُرْ الى شَبَهِهِ. وَقالَ عَبْدٌ: أخِى وابْنُ وَلِيدَةِ أبِي، وُلِدَ عَلى فِرَاشِهِ فَنَظَرَ رَسُولُ اللّهِ # الى شَبَهِهِ، فَرَأى شَبْهاً بَيِّناً بِعُتْبَةَ فَقَالَ: هُوَ لَكَ يَا عَبْدُ بْنَ زَمْعَةَ، الْوُلَدُ لِلْفِرَاشِ، وَلِلْعَاهِرِ الْحَجَرُ. ثُمَّ قَالَ لِسَوْدَةَ بِنْتِ زَمْعَةَ: اِحْتَجِبِي مِنْهُ لِمَا رأى مِنْ شَبَهِهِ بِعُتْبَةَ فَمَا رَآهَا حَتّى لَقِيَ اللّهَ
عَزَّ وَجَلَّ، وَكَانَتْ سَوْدَةُ زَوْجَةَ النّبِيِّ #[. أخرجه الستة إ الترمذي .
2. (5318)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Utbe İbnu Ebi Vakkas, kardeşi Sa´d´a: “Zem´a´nın cariyesinden doğan oğlan bendendir, onu sahiplen” diye vasiyet etmişti. Fetih yılında onu Sa´d yakalayıp: “Bu kardeşimin oğludur, kardeşim onu bana vasiyet etmişti!” dedi. Abd İbnu Zem´a da:
“O, benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur, onun yatağında doğmuştur!” dedi. Problemin halli için Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a koştular. Sa´d (radıyallahu anh):
“Ey Allah´ın Resulü! Bu kardeşimin oğludur. Kardeşim onun hakkında bana vasiyette bulundu. Hele onun benzerliğine de bakın!” dedi. Abd:
“O benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur. Babamın yatağında doğdu!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ondaki benzerliğe baktı Utbe´ye açık bir benzerlik gördü. Sonra:
“Bu sana aitir ey Abd İbnu Zem´a. Çocuk yatağa aittir, zani için de mahrumiyet vardır” buyurdu. Sonra da Sevde Bintu Zem´a´ya:
“Bun(u kardeşin bilme, ihtiyat et, ona karşı) tesettür et!” emretti. Bu emri, onun Utbe´ye olan benzerliği sebebiyle vermişti.
O, kadını Allah´a kavuşuncaya kadar göremedi. Sevde, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcesi idi.”[Buhârî, Vesaya 4, Büyû 3, 100, Husumat 6, Itk 8, Feraiz 18, 28, Hudud 23, Ahkam 29; Müslim, Rada 36, (1457); Muvatta, Akdiye 20, (2, 739); Ebu Davud, Talak 34, (2273); Nesâî, Talak 48, 49, (6, 180, 181).][7]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen meselenin anlaşılması için önce Arapların bir cahiliye âdetinden bahsetmek gerekmektedir. Şarihlerin kaydettiğine göre cariyeler, efendilerine belli bir meblağ öderlerdi. Bunu kazanmak için zinaya bile tevessül edenler olurdu. Bu sebeple Kur´an-ı Kerim´de, cariyelerin zinaya zorlanmaması emredilmiştir (Nur 33). Zinaya giden cariyelerin sahipleri de onlarla münasebet-i cinsiyede bulunurdu. Cariye doğum yapınca efendisi veya zina yaptığı kimse “çocuk bendendir” diye iddiada bulunabilirdi. Efendi, çocuk hakkında “bendendir”, değildir” diye bir beyanda bulunmadan ölecek olursa, varislerinin dileğiyle çocuk cariye sahibine ilhak olunurdu. Ancak çocuk varis olamazdı. Mirasçı olabilmesi için miras taksiminden önce nesebi ilhak olması gerekli idi.
Efendi cariyesinden olan çocuğun nesebini reddederdi. Bu durumda çocuğun nesebi, efendiye ilhak olunmazdı.
2- Hadiste bahsi geçen Zem´a İbnu Kays, Ümmühatu´l-Mü´minîn´den olan Sevde (radıyallahu anhâ)´nin babasıdır. Zem´a´nın, cinsî münasebette bulunduğu bir cariyesi vardı. Bir ara gebe kalan cariyenin çocuğunu Sa´d İbnu Ebi Vakkas´ın kardeşi Utbe sahiplenmiş, kardeşi Sa´d´a cariyeden doğacak çocuğun kendisine ait olduğunu, sahip çıkması gerektiğini vasiyet etmişti. Müşrik olarak ölen Utbe´nin kardeşi Sa´d, yapılan tenbihe uygun olarak, Zem´a´nın cariyesinden doğan oğlan çocuğunu sahiplenmek istemişti. Üstelik çocuk Utbe´ye benzerliğiyle dikkat çekiyordu. Ancak, Zem´a´nın oğlu Abd, Sa´d´a itiraz ederek çocuğun babası Zem´a´ya ait olduğunu söyler. Aralarındaki ihtilafı Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a arzederler. Çocuk kimin yatağında doğdu ise, yatak sahibine ait olacağı kaidesini vazederek benzerlik veya kuru iddia gibi sebeplerle çocuğa sahip olunamayacağını belirtir.
3- Rivayette çocuk yatağa aittir denirken, “zaniye de mahrumiyet vardır” buyrulmuştur. Hadiste geçen ve mahrumiyet diye tercüme ettiğimiz hacer kelimesinin taş manasını esas alan bazı alimler: “Zaniye de taşlama (recm) cezası vardır” şeklinde anlamışlardır. Ancak bu mana çok uygun bulunmamıştır. Çünkü her zani taşlanmaz. Recm cezası, birçok şartların tahakkukundan sonra verilmektedir. Öyleyse “zina edenin, doğacak çocuk üzerinde bir hakkı yoktur, neseb, maliyiket vs. iddia edemez” manasında “…mahrumdur” demiştir.[8]
4- Hadisten Çıkan Bazı Hükümler:
* Erkek, karısını, kadının kardeşine görünmekten men edebilir.
* Bir adamla zina eden kadın, o adamın oğullarına haram olur. Bu hükmü beyan eden Ebu Hanife, hadiste geçen “Ondan kaç ey Sevde!” ibaresiyle istidlal etmiştir. Ancak İmam Malik, Şafii ve Ebu Sevr haram olmadığı kanaatindedir. Onlarca kaçgöç emri vacib ifade etmez, tenzihîdir.
* Neseb meselesinde hüküm, zahire göre verilir. Benzerlik ve iddia gibi şeylerle neseb sübut bulmaz. Nitekim hadiste Resulullah yatağı esas almış, benzerliğe itibar etmemiştir. Fakat bu zahire göre verilen hüküm, batinen de o meseleyi helal kılmaz. Bu sebeple Resulullah, Sevde´ye -zahirde kardeşi olmasına rağmen- o çocuktan kaçgöçte bulunmasını emretmiştir.
* “Çocuk yatağa aittir” ifadesinden hareket eden ulema, çocuğun nesebini babanın mücerred bir nehiy suretiyle reddedemeyeceğini belirtmiştir. Çünkü yatak, doğacak çocuğa, anne ve babadan neseb hakkı getirmektedir. Anne ve baba, lian vs. ile, onun bu hakkını iptal edemezler, kendi çocukları olmaktan çıkaramazlar.[9]
ـ5319 ـ3ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَى رَجُلٌ اَلنّبِىَّ # فقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ، وُلِدَ لِى غَُمٌ أسْوَدُ، وَهُوَ يُعَرِّضُ بِنَفْيِهِ، فَلَمْ يُرَخِّصْ لَهُ في ا“نْتِفَاءِ مِنْهُ. فقالَ: هَلْ لَكَ مِنْ إبِلٍ؟ قَالَ: نَعَمْ. فقَالَ: مَا ألْوَانُهَا؟ قَالَ: أحْمَرُ. قَالَ: هَلْ فيهَا مِنْ أوْرَقَ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: أنى ذلِكَ؟ قَالَ: لَعَلَّهُ نَزَعَهُ عِرْقٌ. فقَالَ #: لَعَلَّ ابْنَكَ نَزَعَهُ عِرْقٌ[. أخرجه الخمسة .
3. (5319)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek:
“Ey Allah´ın Resulü! Benim siyah bir çocuğum dünyaya geldi” dedi. Adam, ta´riz yoluyla çocuğu nefyetmeyi teklif ediyordu. Aleyhissalâtu vesselâm, onun nefyedilmesine ruhsat vermedi.
“Senin bir deven var mı ” dedi. Adam: “Evet” deyince:
“Bunların renkleri nasıldır ” diye sordu. Adam: “Kırmızı!” dedi. Resulullah tekrar sordu:
“Bunlar arasında boz renkli var mı ”
“Evet!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Peki bu nereden (geldi) ” dedi. Adam:
“Belki bir damar çekmiştir” deyince, Aleyhissalâtu vesselâm da:
“Senin oğlun da bir damara çekmiştir!” buyurdular.” [Buhârî, Talak 26, Hudud 41; Müslim, Lian 20, (1500); Ebu Davud, Talak 28, (2260, 2261, 2262); Tirmizî, Vela ve Hibe 4, (2129); Nesâî, Talak 46, (6, 178, 179).][10]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste ta´riz yoluyla çocuğunu nefyetmek isteyen kimseye karşı Resulullah Aleyhissalâtu vesselâm´ın davranışını görmekteyiz. Kendisi beyaz renkli olan bir bedevinin -ki ismi Damdam İbnu Katâde´dir- hanımı siyah renkli bir çocuk doğurunca, bunu hanımının bir başkasından peydahladığı vehmine düşerek çocuğu nefyetmek ister. Resulullah´a gelip çok sarih olmayan bir üslubla gayesini ifade eder. İşte bu dolaylı ifadeye ta´riz denmektedir. Ta´riz kelimesi dilimizde ta´rizde bulunmak şeklinde kullanılır. Aleyhissalâtu vesselâm develerden misal verip, bizzat adamı konuşturmak suretiyle, çocuğun uzakta kalan bir ceddine çekebileceğini, bu durumun tabii olduğunu ifade buyurur. Ta´riz üslubu bir meseleyi açık bir şekilde ifade etmediği için burada kazf mevzubahis olmamıştır. Bu sebeple Resulullah, bedevinin hanımı hakkındaki dolaylı ithamı karşısında kazf muamelesine veya liana başvurmamıştır. Bu sebeple ulema ta´rizin kazf sayılmayacağına, lian gerektirmeyeceğine hükmetmiştir. Sadece imam Malik, çok açık ifade ettiği takdirde ta´rizin hadd-i kazf ve lian gerektireceğine hükmetmiştir. İbnu Dakîku´l-İd, Malikîlere şöyle cevap verir: “Burada bedevi, fetva sorma durumundadır. Müsteftiye ne hadd ne de ta´zir gerekir.”
İbnu Hacer bu meselede der ki: “Fetva sorma işi, soruş tarzına göre, hadd gerektirebilir. Şöyle ki: “Sözgelimi biri gelip şöyle sorabilir: “Bir kadının kocası beyaz olduğu halde, kadın siyah doğuracak olursa hüküm nedir ” Bu tarz suale bir şey terettüp etmez. Ama gelen adam: “Hanımım siyah bir çocuk doğurdu. Ben ise beyazım” derse, bu ta´riz olur. Eğer bu ifadesine “zina yaptı” ibaresini de eklerse, burada tasrih mevzubahis olur. Sadedinde olduğumuz hadiste ikinci tarz varid olmuştur.” Hattâbî, “bu durumda adam “hanımın doğurduğu çocuk benden değil” diye tasrihte bulunsa da adama hadd-i kazf terettüp etmeyeceğini” söyler. Çünkü der, adamın, şüphe yoluyla kadına temas edilmiş olmayı veya imkan halinde çocuğu önceki kocadan doğurmuş olabileceğini kasdetmiş olması caizdir.”
2- Hadis, meçhul olan bir şeyin anlaşılmasını kolaylaştırmak için teşbihte bulunmaya, malum şeylerden misal vermeye örnek vermektedir.
3- Keza hadiste, kıyasla amelin sıhhatine delil bulunmuştur.
4- Koca, sırf zandan hareket ederek, çocuğunu nefyedemez.
5- Çocuk, annesinin rengine muhalif doğsa bile, baba onu kendi nesebine ilhak etmek zorundadır. Şafiiler, “Koca, kadını itham etse ve itham ettiği kimsenin rengine uygun bir çocuk doğsa, -sahih görüşe göre- kocanın nefyi caiz olur demiştir. Hanbelîler de, bir karine olduğu takdirde çocuğun nefyini tecviz etmiştir.
6- Yatağın hükmü, benzerlikten hasıl olan muhalefetin hükmüne takdim edilir.
7- Neseb meselesinde ihtiyat edilir ve imkan nisbetinde bekası esas alınır, bu husutaki su-i zannın tahkikine gidilmez.
8- Kurtubi´ye göre, hadiste men-i teselsül var; hâdiseler hadis olmayan bir evvele dayanır.[11]
ـ5320 ـ4ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جدّه قال: ]قَامَ رَجُلٌ فقَالَ يَا رَسُولَ اللّهِ إنَّ فَُناً ابْنِي عَاهَرْتُ بِأُمِّهِ في الْجَاهِلِيّةِ. فقَالَ #: َ دَعْوَى في ا“سَْمِ، ذَهَبَ أمْرُ الْجَاهِلِيّةِ، الْوَلَدُ لِلفِرَاشِ وَلِلعَاهِرِ الْحَجَرُ[. أخرجه أبو داود .
4. (5320)- Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam kalkarak: “Ey Allah´ın Resûlü! Falan benim çocuğumdur. Cahiliye devrinde ben annesiyle zina yapmıştım!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevapta bulundu:
“İslam´da (neseb) iddiası yok. Cahiliye işi bitti artık. Çocuk yatağa aittir, zaniye de mahrumiyet vardır!” [Ebu Davud, Talak 34, (2274).][12]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste reddedilen neseb iddiası, cahiliye devrinde rastlanan bir durumdu. Kişi, kendisini, hakiki babası ve hakiki aşiretinden başkasına nisbet ederdi. Resulullah, İslam´ın böylesi sahte intisabları haram ettiğini beyan etmiştir. Kişi, kimin yatağında doğmuşsa nesebi onadır, kendini bir başkasına nisbet edemez.
2- “Zaniye mahrumiyet vardır” sözü zani mezhep hakkı iddia edemez demektir. Hadiste geçen hacer taş manasına geldiği için bazı fakihler “zaniye de taşla öldürülmek vardır” şeklinde anlamıştır. Ancak her zaninin cezası “taş” olmadığı için bu ikinci te´vil zayıf bulunmuş, öncekinin asıl olduğu çoğunlukla kabul edilmiştir.[13]
* KÂFE
ـ5321 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]دَخَلَ عَليّ رَسُولُ اللّهِ # مَسْرُوراً تَبْرُقُ أسَارِيرُ وَجْهِهِ. فقَالَ: ألَمْ تَرَى مُجَزِّزاً اَلْمُدْلِجِيَّ؟ نَظَرَ آنِفاً الى زَيْدِ بْنِ حَارِثَةَ وَأُسَامَةَ بْنِ زَيْدٍ. فقَالَ: إنَّ
هذِهِ ا‘قْدَامَ بَعْضها مِنْ بَعْضٍ[. أخرجه الخمسة.قال أبو داود: قال أبو صالح: كان أسامة أسود شديد السواد مثل القار، وكان ابوه ابيض من القطن.»ا‘ساريرُ« تكاسير الجبين.و»بريقها« ما يعرض لها عند الفرح واستبشار بالشئ السارّ من البشاشة .
1. (5321)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) yanıma mesrur olarak girdi, yüzünün çizgileri parlıyordu.
“Hani, Mücezziz el-Müdlici var ya, az önce, Zeyd İbnu Harise ve Üsame İbnu Zeyd´e baktı da: “Şu ayaklar var ya (aralarında öyle benziyorlar ki) sanki birbirlerinden hasıllar” dedi” buyurdular.” [Buhârî, Fezailu´l-Ashab 17, Menakıb 23; Feraiz 31; Müslim, Rada 38, (1459); Ebu Davud, Talak 31, (226), 22687; Tirmizî, Vela ve´l-Hibe 5, (2130); Nesâî, Talak 51, (6, 184).][14]
AÇIKLAMA:
1- Kâfe, kâif´in cem´idir. Kâif benzerlikleri bilen, iz takip edip, izleri ayıran, teşhis eden kimsedir. Kâiflik Araplarda cari bir âdetti. Hz. Ömer´in de kâif olduğu rivayet edilmiştir. İz takibi ile, benzerliklerle meşgul olup yorum yapma işine kıyafet denir. Bu sahada yazılan eserlere Osmanlılar döneminde kıyafetname denmiştir.
2- Mücezziz el-Müdlici kâifti. Cahiliye devrinde savaşlarda esir ettiği kimselerin alnını çizip salıverdiği için Mücezziz denmiştir.
3- Hadis, muhtelif şekillerde rivayet edilmiştir. Farklı rivayetlerin açıklamalarına göre, Üsame İbnu Zeyd koyu siyahi idi. Baba Zeyd ise pamuktan da beyazdı. Üsame´nin annesi Ümmü Eymen de siyahi idi. Üsame ile babası Zeyd arasındaki renk farklılığı sebebiyle bazı dedikodular vardı. Resulullah bu durumdan üzülmekteydi. Bir gün, Mücezziz el-Müdlici, Resulullah´ın yanına girer. O sırada Zeyd ve Üsame bir kadife örtü altında yatmaktaydılar. Örtü baş taraflarını örtse de ayakları açıktaydı. Mücezziz, onları tanımadan: “Bu ayaklar (renk farkına rağmen) birbirlerine çok benziyorlar. Sakın birbirlerinden hasıl olmasınlar ” diyerek aralarında kan karabeti bulunacağı hususunda kanaat beyan etti.
O devirde sözlerine itibar edilen kâiflerden birinin bu teşhisi, Resulullah´ı ziyadesiyle memnun eder. Hadisin kaydedilen veçhinde bu memnuniyetin derecesi ifade edilmiş ise de, bir başka veçhi de burada kayda değer. Buna göre Resulullah Hz. Aişe´ye gelince: “el-Müdlici´nin Zeyd ve Üsame hakkında ne dediğini işitmedin mi Onların ayaklarını (yan yana) görünce: “Bu ayakların bazısı diğer bazısından hasıl olmuştur” dedi” der.
4- Hadisten bazı faideler çıkarılmıştır:
* Bir kimsenin yüzü görülmeden hakkında şehadette bulunulabilir.
* Kişinin oğlu ile birlikte bir örtü altında yatması caizdir.
* Töhmet olmama halinde, şahidlik talep edilmeden şehadette bulunan kimsenin şehadeti kabul edilebilir.
* Hevadan selamet halinde, hakim, ihtilaflı meselede hak ortaya çıkınca sevinç izhar edebilir, caizdir.
* Kâiflerin beyanıyla amel edilebilir.[15]
ـ5322 ـ2ـ وعن سُلَيْمَان بن يسار قال: ]كَانَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يُليطُ أوَْدَ الْجَاهِلِيّةِ بِمَنِ ادّعَاهُمْ في ا“سَْمِ. فأتَى رَجَُنِ: كِهُمَا يَدّعى وَلَدَ امْرَأةٍ. فَدَعَا عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَائِفاً، فَنَظَر إلَيْهِمَا. فَقَالَ: لَقَدِ اشْتَرَكَا فيهِ: فَضَرَبَهُ عُمَرُ بِالدِّرَّةِ. فقَالَ: مَا يُدْرِيكَ؟ ثُمَّ دَعَا الْمَرْأةَ؛ فقَالَ: أخْبِرِينِى بِخَبَرِكِ. فقَالَتْ: كَانَ هذَا، تَعْنِى أحَدَ الرَّجُلَيْنِ، يأتِيهَا وَهِىَ في إبِلِ أهْلِهَا، وََ يُفَارِقُهَا حَتّى يَظُنَّ وَتَظُنَّ أنْ قَدِ اسْتَمَرَّ بِهَا الْحَمْلُ ثُمَّ انْصَرَفَ عَنْهَا، فَهُرِيقَتْ عَلَيْهَا الدَّمَاءُ. ثُمَّ خَلَفَهُ اŒخَرُ فََ أدْرِى مِنْ أيِّهِمَا هُوَ؟ فَكَبَّرَ الْقَائِفُ. فقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه لِلْغَُمِ: وَالِ أيَّهُمَا شِئْتَ[. أخرجه مالك.
2. (5322)- Süleyman İbnu Yesar anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallahu anh), İslam döneminde neseb iddiasında bulunanları cahiliye doğumlulara ilhak ediyordu. (Bir gün) iki kişi geldi. Her ikisi de, bir kadının çocuğunun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Hz. Ömer, bir kâif çağırdı. Kâif adamlara baktı. Sonra:
“Her ikisinin de çocukta iştirakleri var!” dedi. Hz. Ömer bu söz üzerine elindeki değneği kâife indirdi ve:
“Nereden biliyorsun ” dedi. Sonra kadını çağırıp:
“Bana haberini söyle!” emretti. Kadın, iki adamdan birini kastederek:
“Şu var ya, dedi ben ailemin devesini güderken bana gelirdi ve benden ayrılmazdı. O da ben de hamilelik başladı zannettik. Sonra o benden ayrıldı. Arkadan kan aktı (adet gördüm). Sonra da onun yerini diğeri aldı (bana temasta bulundu). Çocuğun hangisinden olduğunu bilmiyorum!” dedi. Kâif bu cevabı işitince tekbir getirdi. Hz. Ömer çocuğa dönerek:
“Hangisini dilersen onu vekil kıl!” dedi.” [Muvatta, Akdiye 22, (2, 740).][16]
AÇIKLAMA:
Hadis, Hz. Ömer (radıyallahu anh)´in, doğduğu yatak belli olmayan kimseler için neseb iddia eden çıktığı takdirde, bu iddiayı resmen ikrar edip neseb tescili yaptığını göstermektedir. Burada şu noktanın belirtilmesinde gerek var: Hz. Ömer´in bu tutumu cahiliye devrinden intikal eden nesebi belli olmayan çocuklar içindi. Cahiliye devrindeki pek çok doğumlar bu şekildeydi. İslam devrinde doğan çocuklara bunu yapmak mümkün değildir. Çünkü İslam, zina mahsulü doğumlara neseb tanımaz, böylesi çocukları “o çocuk bendendir!” iddiasında bulunanlara ilhak etmez.
el-Baci´ye göre, Hz. Ömer´in kâife vuruş sebebi, onun sözüne itibar etmemesi değil, insanın yaratılışında iki erkeğin suyunun birleşmeyeceği hususundaki kanaatidir. Zira, ayet-i kerime bu hususta açıktır: “Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık!” (Hucurat 13). Yani insanın yaratılışında iki erkek mevzubahis değildir, bir erkekle bir kadın mevzubahistir. Kâiflere itibar etmeyenlerin, Hz. Ömer´in vurmasını, onun sözüne değer vermemekle yorumladıklarını belirten el-Baci, bu görüşe katılmaz ve: “Hz. Ömer´in kâiflerin sözüne dayanarak verdiği hükümler, izah gerektirmeyecek kadar meşhur bir husustur” der ve ilave eder: “Görmez misin, bu rivayette de kâifin sözünü esas alarak, oğlana “Hangisini istersen onu vekil kıl!” diye hükmetmiştir.”
İmam Malik de, bu durumda, büluğa erdiği zaman, dilediğini veli seçmede çocuğu muhayyer bırakmıştır. İbnu´l-Kasım, her ikisinin de velayetinin caiz olacağına, çocuğun, ikisine ait olacağına hükmetmiştir.[17]
ـ5323 ـ3ـ وعن أبي عثمان النّهدي قال: ]سَمِعْتُ سَعْدَ بنَ أبِى وَقّاصٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يقُولُ: قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنِ ادّعَى أباً في ا“سَْمِ غَيْرَ أبِيهِ، وَهُوَ يَعْلَمُ أنَّهُ غَيْرُ أبيهِ، فَالْجَنَّةُ عَلَيْهِ حَرَامٌ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .
3. (5323)- Ebu Osman en-Nehdi anlatıyor: “Sa´d İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh)´ı dinledim. Demişti ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“İslam´da bir kimse asıl baba varken bir başkasının babası olduğunu söylerse ve bu iddiasını da o kimsenin babası olmadığını bilerek yaparsa, cennet ona haramdır.” [Buhârî, Feraiz 29, Megazî 56; Müslim, İman 114, (63); Ebu Davud, Edeb 119, (5113).][18]
AÇIKLAMA:
Cahiliye devrinde, evlat edinme vardı. Bir kimse, birini evlat edinecek olsa, bu çocuk, hakiki evlad manasını, örfen, hukuken kazanırdı. İslam bunu ayet ve hadislerle yasaklamış, intisabda kan bağını esas almıştır. Mesela bir ayet mealen şöyle: “Onları kendi babalarına nisbet edin. Allah katında doğru olan budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, zaten onlar sizin din kardeşlerinizdir ve dostlarınızdır. Bu hususta unutarak veya bilmeyerek yaptığınız hatadan dolayı sizin için bir günah yoktur; siz ancak kasten yaptıklarınızdan mesulsünüz” (Ahzab 5).
Bundan önceki ayet, daha sarih olarak evlatlıkların hakiki evlat kılınmadığını belirtmiştir: “Allah… evlatlıklarınızı, oğullarınız hükmünde kılmamıştır. Bunlar sizin ağzınızdaki manasız bir sözden ibarettir” (Ahzab 4).
Şu halde sadedinde olduğumuz hadis, cahiliye örfünü devam ettirerek, bile bile kendini bir başkasına nisbet eden, yabancıyı baba gösteren bir kimsenin cennete giremeyeceğini belirtmektedir. Hadisin Buhari´de ve başka kaynaklarda yer alan diğer vecihlerinde bu davranış Allah´a küfür olarak ifade edilmiştir: وَمَنْ ادّعى لِغَيْرِ اَبِيهِ وَهُوَ يَعْلَمُهُ اَِّ كَفَرَ بِاللّهِ “Bu davranıştan zecreden hadisler çoktur. Birinde de şöyle buyrulmuştur: “Babalarınızdan nefret etmeyin. Bu Rabbinize karşı bir küfr(an-ı nimet)dir.”
Hemen belirtelim ki, ulema, buradaki küfr ile ebedî cehennem gerektiren “hakiki küfr”ün kastedilmediğini, daha çok küfran-ı nimetin kastedildiğini belirtirler. Bazı şarihler de: “Bu davranışa “küfür” ıtlak olunmasının sebebi, Allah´a karşı bir kizb (yalan) olmasındandır. Zira bu sözüyle kul, sanki: “Allah beni falan kimsenin suyundan yaratmıştır ama bu böyle değildir. Çünkü O, beni başkasından yaratmıştır” demiş olmaktadır” diye yorumlamışlardır.
İbnu Battal, asıl babası herkesçe bilindiği halde, galat olarak bir başka kimseye nisbet edilmekle şöhret kazanmış kimselerin, bu ayet ve hadislerde ifade edilen vaide (yani tehdide) girmediklerini belirtir ve Mikdad İbnu´l-Esved´i misal verir. Cahiliye devrinde ayıplanmayan bu çeşit tesmiye sebebiyle, hakiki babasının ismi Amr İbnu Sa´lebe olan Mikdad, kendisini evlat edinmiş olan el-Esved İbnu Abdi Yegus´a nisbet edilmekle meşhur olmuş ve herkes onu Mikdad İbnu´l-Esved diye tanımıştır. Öyleyse onu bu meşhur nisbetiyle tesmiye, bir nevi tarif maksadına yönelmektedir. Nesebe nisbet gayesi gütmemektedir. Öyleyse bunda bir vebal ve bir günah mevzubahis değildir.
Yeri gelmişken şu hususu da belirtelim: Sahih hadislerde gelen “Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu kendi nefislerindendir”, “Bir kavmin azadlısı kendilerindendir” gibi hadislerde ifade edilen nisbetteki murad şefkat, iyilik, sıla-i rahm ve yardımlaşmadır. Bu içtimâî vazifeler yönüyle yeğenler, azadlılar birbirlerinden sayılmış, aynı içtimâî bütünlüğün parçası ve devamı addedilmiştir. Zira insan gerçek şahsiyetini bulmada içtimâî çevreye muhtaçtır. Akrabalar, dostlar, aralarında şu veya bu şekilde hukuk teessüs etmiş kimseler insanın içtimâî çevrisini teşkil eder. Kaydettiğimiz son iki hadis ve benzerlerinde Aleyhissalâtu vesselâm bu beşerî ihtiyacı ifade buyurmuştur.[19]
ـ5324 ـ4ـ وعن ابى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: حِينَ نَزَلَتْ آيَةُ الْمَُعَنَةِ: أيُّمَا امْرَأةٍ أدْخَلَتْ عَلى قَوْمٍ مَنْ لَيْسَ مِنْهُمْ فَليْسَتْ مِنَ اللّهِ في شَىْءٍ، وَلَنْ يُدْخِلَهَا اللّهُ الْجَنَّةِ، وَأيُّمَا رَجُلٍ جَحَدَ وَلَدَهُ وَهُوَ يَنْظُرُ إلَيْهِ احْتَجَبَ اللّهُ عَنْهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَفََضَحَهُ عَلى رُؤُسِ ا‘وَّلِينَ وَاŒخِرِينَ[. أخرجه أبو داود والنسائي.
4. (5324)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mülâane (lanetleşerek boşanma) ayeti indiği zaman şöyle buyurdular:
“Hangi kadın, bir kavme, onlardan olmayanı dahil edecek olursa, hiç bir hususta Allah´la irtibatı kalmamıştır. Artık Allah onu asla cennete koymayacaktır. Hangi erkek de göre göre evladını inkar ederse, Allah kıyamet günü onunla kendi arasına perde koyar ve herifi öncekilerin ve sonrakilerin önünde rezil rüsvay eder.” [Ebu Davud, Talak 29, (2263); Nesâî, Talak 47, (6, 179).][20]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, bir başka erkekten gayr-ı meşru surette aldığı çocuğu kocasına nisbet etmek suretiyle, o aileye dahil eden kadını tehdid etmektedir. Bu kadın için Allah´tan hiçbir surette af, mağfiret, lütuf, ikram gelmeyeceği, o kadınla Allah arasında hiçbir Rabkul bağlantısının kalmayacağı, Cenab-ı Hakk´ın sanki “O bütün işlerinde artık Allah´tan beridir” demiş olduğunu belirtmektedir. İnanan kişi için bundan daha büyük hüsran olur mu Önündeki ebed yolculuğunda O´nun rahmetinden mahrum kalmak ne demektir Rabbimizden bu hallere düşürmemesini niyaz ederiz.
Resulullah, bu tehditten sonra onun tabii neticesini ifade buyurmuştur: “Allah onu asla cennete koymayacaktır.”
2- Hadisin ikinci kısmında, bile bile evladını inkar eden babanın durumu mevzubahis edilmektedir: Allah´ın onunla kendisi arasında perde koyması yani ona hiçbir rahmet ulaştırmaması ve onu bütün insanların önünde rezil rüsvay etmesi.. Alimler, gerek ayet ve gerekse hadiste cehennemle tehdid edilerek yasaklanan amellerin haram olduğu hükmünü çıkarırlar. Öyleyse kadının aileye yabancıyı sokmak, erkeğin bile bile evladını inkar etmek suretiyle neseb meselesinde işledikleri cinayetler, din açısından son derece ciddi amelleri ifade etmektedir ki, basit bir yasaklama suretiyle değil, şiddetli zecri ifade eden ağır tehditlerle nazar-ı dikkate arzedilmiştir.
Münavi bu babta birçok hadisin geldiğini belirtir.
3- Hadiste baba için: “…oğluna bakar olduğu halde” ifadesiyle “kendi oğlu olduğunu bildiği halde” denmek istenmiştir. Bu ifadeyi “göre göre” diye çevirdik.[21]
ـ5325 ـ5ـ وعن عَمْرُو بن شعيب عن أبيه عن جدّه قال: ]قضَى
رَسُولُ اللّهِ # أنَّ كُلَّ مُسْتَلْحَقٍ اسْتُلْحِقَ بَعْدَ أبيهِ الّذِى يَدَّعي لَهُ ادَّعَاهُ وَرَثَتُهُ، فَقَضى أنَّ كُلَّ مَنْ كَانَ مِنْ أمةٍ يَمْلِكَهَا يَوْمَ أصَابَهَا فَقَدْ لَحِقَ بِمَنِ اسْتَلْحَقَهُ، وَلَيْسَ لَهُ مِمَّا قُسِمَ قَبْلَهُ مِنَ الْمِيراثِ شَىْءٌ، وَمَا أدْرَكَ مِنْ مِيرَاثٍ لَمْ يُقْسَمْ فَلَهُ نَصِيبُهُ، وََ يُلْحَقُ إذَا كَانَ أبُوهُ الّذى يَدَّعِى لَهُ أنْكَرَهُ، وإنْ كَانَ مِنْ أمَةٍ لَمْ يَمْلِكْهَا أوْ مِنْ حُرَّةٍ عَاهَرَ بِهَا فإنَّهُ َ يُلْحَقُ بِهِ وََ يَرِثُهُ. وَإنْ كَانَ الّذى يَدّعِى لَهُ هُوَ ادّعَاهُ فَهُوَ وَلَدُ زِنيةٍ مِنْ حُرَّةٍ كَانَتْ أوْ أمَةٍ[. أخرجه أبو داود.قال: الخطابى: هذه أحكام وقعت في أول زمان الشريعة، وفي ظاهر لفظ الحديث تعقد وإشكال. وتحريره، وبيانه: أن أهل الجاهلية كان لهم إماء يبغين، أى يزنين، ويلم بهن ساداتهن و يجتنبونهن فإذا اتت منهن واحدة بولد، وقد وطئها السيد وغيره بالزنا وادّعياه، فحكم به # لسيدها ‘نها فراش له كالحرة ونفاه عن الزاني. فإن دعى للزنى مدة حياة السيد ولم يدعه السيد في حياته ولم ينكره ثم ادعاه ورثته من بعده واستلحقوه لحق به، و يرث أباه و يشارك أخوته الذين استلحقوه فيما اقتسموه من ميراث أبيهم قبل استلحاق. وإن أدرك ميراثاً لم يقسم حتى ثبت نسبه باستلحاق شاركهم فيه أسوة من يساويه في النسب منهم، وأن مات من إخوته أحد ولم يخلف من يحجبه من الميراث ورثه، إن أنكر سيد ا‘مة الحمل ولم يدّعه فإنه يلحق به، وليس لورثته استلحاقه بعد موته .
5. (5325)- Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) varisler tarafından babaya nisbeti talep edilip de, (hayatında inkar etmediği için) babanın ölümünden sonra nesebe dahil edilen bu çocuğun o babanın cima yaptığı gün mülkünde bulunan cariyelerden doğmuş olması halinde, varislere ilhak edilmesine; ancak çocuğa, bu ilhaktan önce taksim edilen mirastan herhangi bir payın geçmeyeceğine; fakat taksim edilmeyen mirastan pay alacağına; çocuğun kendisine nisbet edildiği baba, şayet ölmezden önce çocuğun kendisinden olduğunu inkar etmişse, bu çocuğun o babaya ilhak edilemeyeceğine; eğer çocuk mülkünde olmayan bir cariyeden veya kendisiyle zina yaptığı bir hür kadından ise, bu çocuğun da o babaya ilhak edilmeyeceğine ve o babaya varis olamayacağına, -hatta çocuk kendisine nisbet edilen şahsın bizzat kendisi, onun hür veya köle kadından edindiği veled-i zinası olduğunu itiraf etse bile- o çocuğun varis olamayacağına hükmetti.” [Ebu Davud, Talak 30, (2265, 2266).][22]
AÇIKLAMA:
Hadisin tercümesini aslına muvafık surette yaptığımız için, mana biraz karışık ve hatta mübhem ise de, Hattâbi´den kaydedeceğimiz açıklama, hadiste ifade edilen hükümleri daha net olarak anlamamıza imkan verecektir. Der ki:
“Bu hükümler İslam´ın ilk başlarında cahiliye ile İslam´a geçiş döneminde vaki olmuştur. Hadis metninin zahirinde bazı tıkanıklık ve zorluklar var. Açıklaması şöyledir: “Cahiliye hakkında, Nur suresinin 33. ayetinde de temas edildiği üzere zina yaparak gelir sağlayan cariyeler vardı. Böylesi cariyelere efendileri de temasta bulunurlar, (neseb karışır endişesiyle) temastan kaçınmazlardı. Bu cariyelerden yani hem efendisinin, hem de zina suretiyle bir başkasının temasta bulunduğu cariyelerden biri bir çocuk dünyaya getirince, her iki şahıs da “çocuk benimdir” diye neseb iddiasında bulunacak olsalar, Resulullah çocuğun efendisine ait olacağına hükmetmiştir. Çünkü kadın, efendinin firaşıdır, tıpkı hür kadın gibi, çocuğun zaniye ait olması hadiste reddedilmiş olmaktadır.
Eğer zani, efendinin hayatta olduğu sıralarda bu iddiada bulunmuş olduğu halde, efendinin “çocuk bendendir” diye bir iddiası görülmediği ve zaniyi “çocuk senden değil” diye inkarı duyulmadığı takdirde, efendinin varisleri, efendinin ölümünden sonra çocuğu “babamızdan” diye kendi neseblerine ilhak etmek isteseler, ilhak edebilirler, bu durumda çocuk, babasına varis olamaz. Yani kendisini nesebe ilhak etmiş bulunan kardeşlerine, bu ilhaktan önce vaki olmuş bulunan miras taksiminde iştirak edemez. Eğer ilhak yoluyla sübut bulan nesebe kadar taksim edilmemiş mirasa yetişirse, bu mirasa kardeşlerine, diğerlerinden biri gibi eşit haklarla iştirak eder. Kardeşlerinden biri ölse, buna mirasın geçmesini engelleyen bir varis bırakmadı ise ona da varis olur. Eğer, kölenin efendisi çocuğun kendinden olduğunu inkar etmiş, çocuğun talibi olmamış ise bu çocuk, varis olamaz. Efendi sağlığında inkar ettiği takdirde, ölümünden sonra çocuğun varisleri de nesebe ilhak edemezler. Bu söylenenin benzeri, Abd İbnu Zem´a ve Sa´d İbnu Malik´in hikâyesinde geçmiştir. Bunlar İbnu Ümmi Zem´a hakkında iddiada bulunmuştur. Sa´d: “Kardeşimin oğludur, o bana onun kardeşimin olduğunu vasiyet etmiştir” demiş. Abd İbnu Zem´a: “O kardeşimdir, babamın yatağında doğdu” demiştir. Meseleyi Resulullah: “Çocuk yatağa aittir” diyerek onun Zem´a´ya ait olduğuna hükmetmiştir.” (Bu hâdise daha önce 5319 numarada geçti.)[23]
ـ5326 ـ6ـ وعن ابن عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # َ مَسَاعَاةً في ا“سَْمِ. مَنْ سَاعَى في الْجَاهِلِيّةِ فَقَدْ لَحِقَ بِعَصَبَتِهِ. وَمَنْ ادّعى وَلداً مِنْ غَيْرِ رِشْدَةٍ فََ يَرِثُ وََ يُورَثُ[. أخرجه أبو داود.»المُساعاةُ« الزنا بِا“مَاءِ.و»الرَّشدةُ« النكاح الصحيح، ضد الزنية .
6. (5326)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“İslam´da cariye ile zina yoktur. Kim cahiliyede cariye ile zina yapmış ise, (bundan hasıl olan çocuk) asabesine (efendisine=cariyenin efendisine) dahil olur. Kim, meşru nikahdan olmayan bir çocuğun kendine ait olduğunu iddia ederse, ona varis olamaz, kendisine de varis olunamaz.” [Ebu Davud, Talak 30, (2264).][24]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen müsâat, en-Nihaye´ye göre, cariye ile yapılan zinadır. Müsâat, dilimizde mevcut olan ve çalışma manasına gelen sa´y ve mesai´ den gelir. Cahiliye devrinde, cariyeler, efendilerine belirlenen bir meblağı ödemek zorunda idiler. Cariyeler bunu kazanabilmek için zinaya da yer verirlerdi. İşte cariyelerin bu maksadla yaptıkları zina, sa´y masdarının müfaale babıyla ifade edilirdi. Resulullah “İslam´da müsâat yok” demekle “cariyelerin zinaya teşviki”, “onlarla zina yapmak yok” buyurmuş olmaktadır. Önceki hadisleri açıklama sadedinde temas edildiği üzere, Kur´an-ı Kerim´de (Nur 33) cahiliye devrindeki bu çirkin âdete temas edilmiş ve yasaklanmıştır. Öyleyse hiç kimse çıkıp da meşru nikah dışında kalan zina çeşitlerinden birine fetva veremez.
Hadisin devamında, cahiliye devrinde cereyan eden bu çeşit zinadan hasıl olan çocuğun neseb durumu beyan edilmektedir: Çocuk cariyeye ve dolayısıyla cariyenin efendisine aittir.
İster köle, ister hür kadından olsun, meşru nikahla hasıl olmayan çocuğun varis olamayacağı, çocuğa da varis olunamayacağı daha önce de ifade edildi.[25]
ـ5327 ـ7ـ وعن زيد بن أرقم رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَ رَجُلٌ مِنَ الْيَمَنِ الى رَسُولِ اللّهِ # فقَالَ: إنَّ ثََثَةَ نَفَرٍ أتَوْا عِلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَخْتَصِمُونَ إلَيْهِ في وَلَدٍ قَدْ وقَعُوا عَلى امْرَأةٍ في طُهْرٍ وَاحِدٍ. فقَالَ ثْنَيْنِ مِنْهُمْ: طِيباً بِالْوَلَدِ لهذَا، فَغَلَيَا. ثُمَّ قَالَ ثْنَيْنِ مِنْهُمْ: طِيباً بِالْوَلَدِ لهذَا، فَغَلَيَا. فقَالَ: أنْتُمْ شُرَكَاءُ مُتَشَاكِسُون، إنّى مُقْرِعٌ بَيْنَكُمْ فَمَنْ قُرِعَ أصَابَتْهُ الْقُرْعَةُ فَلَهُ الْوَلَدُ، وَعَلَيْهِ لِصَاحِبَيْهِ ثُلْثَا الدِّيَةِ. فَأقْرَعَ بَيْنَهُمْ فَجَعَلَهُ لِمَنْ قُرِعَ أصَابَتْهُ الْقُرْعَةُ. فَضَحِكَ رَسُولُ اللّهِ # حَتّى بَدَتْ أضْرَاسُهُ أوْ نَوَاجِذُهُ[. أخرجه أبو داود والنسائي.»التشاكس« اختف وافتراق .
7. (5327)- Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: “Yemen´den bir zat Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelip:
“Üç kişi Hz. Ali´ye gelip, tek bir tuhur zamanı içerisinde cimada bulundukları bir kadından doğan bir çocuk hakkındaki ihtilaflarını arzettiler. Hz. Ali ikisine:
“Çocuk şu üçüncüye mübarek olsun!” dedi. Bunun üzerine diğer ikisi feveran ettiler (olmaz böyle hüküm diye çıkıştılar). Hz. Ali bunun üzerine:
“Siz, ihtilaflı ortaklarsınız. Ben aranızda kur´a çekeceğim. Kime çıkarsa çocuk onundur. Diğer iki arkadaşına da bir diyetin üçte ikisini ödeyecektir!” dedi ve aralarında kur´a çekti ve çocuk kime çıktı ise ona verdi.
(Adamın bu anlattıklarına) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), azı dişleri -veya kesici dişleri- görülünceye kadar güldü.” [Ebu Davud, Talak 32, (2270); Nesâî, Talak 50, (6, 182, 184).][26]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, çocuğun birden fazla babaya nisbet edilip ilhak edilemeyeceğine delil olmaktadır. Ayrıca, çocuk meselesinde dahi kur´aya başvurabileceği anlaşılmaktadır. Esasen kur´a şeriatımızda birçok ihtilaflı meselelerde bir çözüm yolu olarak benimsenmiştir. Köle azadında iki ve daha fazla sayıda kimsenin bir şeyi eşit değerde beyyinelerle taleb etmeleri halinde, sefere çıkarken beraberine alacağı kadını tefrikte, mirasların taksim edilip hisselerin dağıtımında.. Bazı alimler bu söylenenlerin hepsinde kur´aya cevaz verirken bazıları bir kısmında tecviz etmiş, bazılarında etmemiştir. Kur´aya başvurma işine Kur´an-ı Kerim´de de örnek görülmektedir (Al-i İmran 44).
2- Üçte iki diyet demek, kıymetin üçte ikisi demektir. Bundan da maksad annenin kıymetidir. Çünkü, böylece anne temas ettiği günden itibaren kendisine (kur´a çıkana) intikal etmiş olmaktadır.
3- Bazı alimler, bu hadisin zahirini, çocuk ihtilaflarının çözümünde esas kabul etmiştir. İshak İbnu Rahuye bunlardandır. İmam Şafii de kavl-i kadiminde bu görüştedir. Bazıları da bunun mensuh olduğunu söylemiştir.[27]
ـ5328 ـ8ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ تَوَلى قَوْماً بِغَيْرِ إذْنِ مَوَالِيهِ فعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمََئِكَةِ، َ يَقْبَلُ اللّهُ مِنْهُ صَرْفاً وََ عَدًْ[. أخرجه مسلم وأبو داود.»العدل« الفريضة او الفدية.و»الصرفُ« النافلة او التوبة .
8. (5328)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Bir kimse kendini azad edenlerin izni olmadan bir kavmi veli ittihaz ederse, Allah´ın, meleklerin [ve bütün insanların] laneti üzerine olsun. Allah ondan ne bir farz ne de bir nafile kabul eder.” [Müslim, Itk 19, (1508); Ebu Davud, Edeb 119, (5114).][28]
AÇIKLAMA:
1- Azad edilen köle ile azad eden arasında, aynen neseb gibi muvalat denen bir bağ vardır. Bu bağ hukuki yükümlülük getirir. Köle ölse, eski efendisi veya varisleri ona varis olur. Köle, diyeti gerektiren bir cinayet işlese, eski efendileri ödenmesine iştirak ederler. Bu velayet hakkı satılamaz, devredilemez. Sadedinde olduğumuz hadiste bunu satacak olan azatlının maruz kalacağı akibet belirtilmektedir: Allah ve mahlukatın laneti.
Gerçi hadis “azad eden efendisinin izni”yle kayıtlıyor gözükmektedir. Yani eski efendisinden izin alarak, yeni bir muvalat akdi yaptığı takdirde bu, caiz gözükmektedir. Hadisi böyle anlayıp, velayetin satılabileceği söylenmiştir. Ancak cumhur hadisi böyle anlamamış, buradan mefhum-u muhalifle amel edilebilir hükmü çıkmaz demiştir. Bunlara göre Kur´an´ da geçen: “Evlerinizdeki üvey kızlarınızla evlenmek de haram kılınmıştır” (Nisa 23) veya “Çocuklarınızı açlık sebebiyle öldürmeyin” (İsra 31) ayetlerinden de mefhum-u muhalifle amel hükmü çıkmaz. Yani, “Üvey kızlarınız evlerinizde değilse onlarla evlenebilirsiniz” veya “açlık korkusu yoksa çocuklarınızı öldürebilirsiniz” şeklindeki manayı muhalifle amel edilir manası çıkmaz. Şu halde, sadedinde olduğumuz hadisi de bu grupta mütalaa eden cumhur, hadisin manayı muhalifi muteber değildir, amel edilemez demiş ve velanın azad edenin izniyle başkasına devredilemeyeceğini söylemiştir.
2- Hadiste farz diye tercüme ettiğimiz adl kelimesi fidye diye anlaşılmıştır. Keza nafile diye tercüme ettiğimiz sarf kelimesi de tevbe diye de anlaşılmıştır. Şu halde velayı azad edenden başka birine devreden, satan bir kimsenin Allah ne farzını ne fidyesini ne nafilesini ne de tevbesini kabul etmeyecektir.[29]
ـ5329 ـ9ـ وعن عبدُ الْحَميدِ بن جَعفر قال: ]أخْبَرَنِي أبِي عَنْ جَدّي رَافِعِ بْنِ سِنِانٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه أنَّهُ أسْلَمَ وَأبَتِ امْرَأتُهُ أنْ تُسْلِمَ، وَقَالتِ: ابْنَتِى؛ وهِىَ فَطِيمٌ، وَقالَ رَافِعٌ: اِبْنَتي. فقَالَ لهَا #: اِقْعُدِي نَاحِيَةً، وَأقْعَدَ الصَّبِيَّةَ بَيْنَهُمَا، ثُمَّ قَالَ: اِدْعُوهَا، فَمَالَتِ الصَّبِيَّةُ الى أُمِّهَا. فقَالََ #: اللّهُمَّ اهْدِهَا، فَمَالَتْ الى أبيهَا فأخَذَهَا[. أخرجه أبو داود والنسائي؛ وعنده ابن: بدل البنت.
9. (5329)- Abdulhamid İbnu Ca´fer anlatıyor: “Babamın dedem Rafi´ İbnu Sinan (radıyallahu anh)´dan anlattığına göre dedem Rafi´ Müslüman olmuş, fakat hanımı Müslüman olmamakta direnmiş ve [(iş ayrılma noktasına gelince) kadın Aleyhissalâtu vesselâm´a gelerek:] “Kızım benimdir, sütten de kesilmiştir” demiştir. Rafi´ de: “Kızım benimdir” demiştir. [Resulullah Rafi´e: “Sen bir köşeye otur!]” kadına da: “Sen de bir köşeye otur!” der. Çocuğu da ikisinin arasına oturtur. Sonra kadına ve erkeğe: “Çocukları kendinize çağırın!” buyurur. Çağırırlar, Çocuk annesine meyleder. Aleyhissalâtu vesselâm: “Allahım ona doğruyu göster!” diye dua eder. Bunun üzerine kız babasına yönelir. Baba böylece çocuğu alır.” [Ebu Davud, Talak 26, (2244); Nesâî, Talak 52, (6, 185).][30]
AÇIKLAMA:
Hadis, boşanma halinde çocukların anne veya babadan hangisine verileceği hususuna temas etmektedir. Hattâbi der ki: “Bu hadiste, çocuk kâfirle Müslüman arasında ise Müslümanın çocuğa ehak olduğu beyan edilmektedir.” Şafii de bu görüştedir. Ashab-ı rey ise: “Boşanan iki eşten zevce zımmıyye ise, anne çocuğa, bekar kaldıkça ehaktır. Bu hususta müslime veya zımmiyye arasında fark yoktur” demiştir.
Bu mevzu üzerine gelen bir kısım teferruat hidane ile ilgili bahiste geçti. [31]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/106.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/110-111.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/111.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/112.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/112.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/113.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/114.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/114-115.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/115-116.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/116.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/116-118.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/118.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/118.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/119.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/119-120.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/121.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/121-122.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/122.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/122-123.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/124.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/124.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/125-126.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/126-127.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/127.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/127-128.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/128-129.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/129.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/129.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/129-130.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/131.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/131. –