ÂZAD ETME, MÜDEBBER KILMA VE MUKÂTEBE YAPMA
VE KÖLE İLE MUSAHABE (ARKADAŞLIK) BÖLÜMÜ
UMUMÎ AÇIKLAMA
BİRİNCİ BAB
KÖLE ÂZAD ETMENİN FAZİLETİ
İKİNCİ BAB
KÖLEYE MUSAHEBE VE MUAMELE ADÂBI
İYİ MUAMELE
KÖLEYİ AFFETMEK
KÖLEYE MUSAHABE VE MUAMELE ÂDÂBI
HİZMETÇİNİN DÖVÜLMESİ VE KAZFI
KÖLENİN TESMİYESİ
ÜÇÜNCÜ BAB
AZAD ETME
DÖRDÜNCÜ BÂB
MÜDEBBER KILMA, MÜKÂTEBE YAPMA..
ÂZAD ETME, MÜDEBBER KILMA VE MUKÂTEBE YAPMA
VE KÖLE İLE MUSAHABE (ARKADAŞLIK) BÖLÜMÜ
(Bu bölüm dört babtır)
BİRİNCİ BAB
KÖLE ÂZAD ETMENİN FAZİLETİ
İKİNCİ BAB
KÖLE İLE MUHASEBE VE KÖLE EDİNME ÂDÂBI
İYİ MUAMELE
KÖLEYİ AFFETMEK
KÖLEYİ DÖVME VE KAZF
KÖLEYİ TESMİYE
ÜÇÜNCÜ BAB
ÂZAD ETME
DÖRDÜNCÜ BAB
MÜDEBBER KILMA, MÜKÂTEBE YAPMA
UMUMÎ AÇIKLAMA
Kölelik insanlığın eski bir müessesesidir. Bunu İslamiyet vaz´etmemiştir. Kölelik esas itibariyle savaştan kaynaklanmaktadır. Zira kazanan taraf, mağlub olan tarafı esir etmekte ve köleleştirmektedir. İslam geldiğinde bu müessese vardı.
İslam bunu tek başına kaldıramazdı, çünkü beynelmilel bir yaygınlığa sahip idi. Öyleyse bunun ilgası beynelmilel karşılıklı anlaşmalarla mümkün idi. İslam´ın bunu tek taraflı yasaklaması olamazdı. Zira savaşta elde edilen esirlere yapılacak muamele, her iki tarafın mutabakatı ile tesbit edilir. İslam, Batılıların yaptığı gibi hür insanları köleleştirmeyi kabul etmez. Bilindiği gibi, bugün Amerika´daki siyahîlerin menşei Afrika´dan baskınlarla yakalanıp Amerika´da köleleştirilen hür insanlardır. İslamiyet bunu tecviz etmez.
İslam kölelere bir kısım haklar tanıyarak onların durumunu düzeltmiştir. Bazılarını hatırlatalım:
* Kölelere okumayazma öğretilmesi teşvik edilmiştir.
* Mekteplerde muallimlerin kölehür hiçbir çocuğa ayırım yapmaması, hepsine eşit muamelede bulunması emredilmiştir.
* Kölelerin, efendisinin yediğinden yemesi, giydiğinden giydirilmesi tavsiye edilmiştir.
* Kölelere hürriyete kavuşma fırsatları verilmiştir. Kefaret gerektiren bir çok cezada ilk şık köle âzad etmektir.
** Yemin kefareti.
** Zıhâr kefâreti.
** Katl kefâreti.
** Oruç kefâreti gibi.
* Mukâtebe, yani efendiyle anlaşarak hürriyetini kazancıyla satınalma anlaşma yapma hakkı, 4184 numaralı rivayette görüleceği üzere bu âyetle sâbit olan bir haktır. Birçok âlimler kölenin mükâtebe talebine efendinin itiraz hakkı olmadığı görüşündedir.
* Mahkeme hakkı: Köle haksız muameleye maruz kalırsa kadıya çıkabilir. Efendi köleye dilediği muameleyi yapamaz.
* Hayat hakkı: Efendi köleyi öldüremez, işkence edemez, herhangi bir uzvunu sakatlayamaz. Aksi takdirde suçlu duruma düşer.
* Müteakiben görüleceği üzere köle âzadı en hayırlı amellerden biri kılınmıştır. Kölelik statüsüne İslam´ın getirdiği bu iyileşme, tarihte İslam dışı memleketlerden kölelerin İslam beldesine kaçmasına sebep olmuştur.
İslam tarihi, dinin getirdiği bu ıslah sayesinde kölelikten yetişen nice sultanlar, vezirler, valiler, askeri komutan ve fatihler tanır. Hele âlim o kadar çok ki… Daha ilk asırda, Sahâbe ve Tâbiîn devrinde ilim hayatı köle asıllıların eline geçmiş durumdadır. Bir rivayeti buraya kaydedeceğiz
Zührî anlatıyor:
“Abdülmelik İbnu Mervân´ın huzuruna çıkmıştım. Bana: “Ey Zührî nereden geliyorsun ” diye sordu. Ben: “Mekke´den geliyorum” deyince, aramızda şu konuşma geçti:
“Mekke halkına mürşidlik edecek geride kim kaldı
“Atâ İbnu Ebî Rabâh.”
“Arap asıllı mı, mevâli mi ” (Mevâli, âzadlı köle demektir.)
“Mevâlîdendir.”
“Pekâla Mekkelilere ne ile hükmeder ”
“Diyânet ve rivayetle” (Hz. Peygamber´in sünneti ile.)
“Diyanet ve rivayet ehli irşad etmeye layıktır. Yemen ehline kim mürşidlik ediyor ”
“Tâvus İbnu Keysân.”
“Arap asıllı mı, mevâlîden mi ”
“Pekâla onlara ne ile hükmedecek ”
“Mevâlidendir.”
“Atâ´nın hükmettiği ile (yani Diyanet ve Rivayetle).”
“Öyleyse layıktır. Mısır ahalisine kim mürşidlik edecek ”
“Yezid İbnu Ebî Habib.”
“Arap asıllı mı, mevalîden mi ”
“Mevâliden.”
“Şam ahalisine kim mürşidlik ediyor ”
“Mekhul.”
“Arap asıllı mı, mevâlîden mi ”
“Mevâlidendir. Huzeyl kabilesine mensup bir kadın tarafından âzad edilmiş. (Sudan asıllı) Nûbî bir köledir.”
“Cezîre ahalisine kim mürşidlik ediyor ”
“Meymun İbnu Mihrân.””Arap asıllı mı, mevâlîden mi ”
“Mevâlîdendir.”
“Horasan ahalisine kim mürşidlik ediyor ”
“Dahhâk İbnu Müzâhim.”
“Arap asıllı mı, mevâliden mi ”
“Mevâlîden.”
“Basra ahalisine kim mürşidlik ediyor ”
“el-Hasan İbnu Ebî´l-Hasan (Hasan Basrî) Hazretleri.”
“Arap asıllı mı mevâliden mi “”Mevâlîden.”
“Helâk olasıca, Kûfe´ye kim mürşidlik ediyor “”İbrahim en-Nehâî.”
“Arap asıllı mı, mevâlîden mi ”
“Bu Arap asıllıdır.”
“Ey helâk olasıca Zührî, beni biraz ferahlattın. Allah´a kasem olsun, mevâlî, Araplar üzerine efendi olmuş bulunuyor. Araplar minberin dibinde otursun da mevâli üstüne çıkıp bunlara hutbe okusun ha (olacak şey değil)!”
“Ey mü´minlerin emîri, bu Allah´ın takdiridir. O´nun dinini kim tatbik eder korursa, efendi olur, kim de tatbik etmez, elden kaçırırsa zelil olur!”[1]
BİRİNCİ BAB
KÖLE ÂZAD ETMENİN FAZİLETİ
ـ4149 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أيُّمَا رَجُلٍ أعْتَقَ امْرَأً مُسْلِماً، اسْتَنْقَذَ اللّهُ تَعالى بِكُلِّ عُضْوٍ مِنْهُ عُضْواً مِنَ النَّارِ[.زاد في رواية أخرى: »حَتّى فََرْجَهُ بِفَرْجِهِ«. أخرجه الشيخان والترمذي .
1. (4149)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim bir müslüman erkeği âzad ederse, onun her bir uzvuna mukabil, bunun bir uzvunu Allah ateşten âzad eder.”
Bir diğer rivayette şu ziyade var: “…hatta fercine mukabil fercini…” [Buhârî, Itk 1; Müslim, Itk 24, (1509); Tirmizî, Nüzûr 19, (1547).][2]
ـ4150 ـ2ـ وعن واثلة بن ا‘سقع رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَيْنَا رَسُولَ اللّهِ # في صَاحِبٍ لَنَا أوْجَبَ: يَعْنِى النَّارَ بِالْقَتْلِ. فقَالَ: أعْتِقُوا عَنْهُ يُعْتِقِ اللّهُ بِكُلِّ عُضْوٍ مِنْهُ عُضْواً مِنَ النَّارِ[. أخرجه أبو داود .
2. (4150)- Vâsile İbnu´l-Eska´ (radıyallahu anh) anlatıyor: ” Kendisine -katl sebebiyle ateş- vacib olan bir arkadaşımızla Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelmiştik.
“Ona bedel bir köle âzad edin, Allah da onun her bir uzvuna bedel sizden bir uzvu ateşten âzad etsin!” buyurdu.” [Ebu Dâvud, Itk 13, (3964).][3]
AÇIKLAMA:
1- Bu iki rivayet köle âzad etmenin faziletini beyan etmektedir: Âzad eden, âzad ettiği kölenin her bir uzvuna mukabil bir uzvunu cehennem ateşinden korumaktadır. Kur´an-ı Kerim´de (fekkü rakabe) tabiri de bu meseleye temas eder. Bir hadiste fekkü rakabe, “kölenin hürriyetine kavuşma işinde ona yardımcı olmak” olarak açıklanır. Rabbimizin “zor geçidi aşmak” olarak tavsif ettiği fekkü rakabe (Beled 11-13)´nin âzad etme ma´nâsına da geldiği söylenmiştir. Âzad olmasında yardımcı olmak “zor geçidi aşmak” kıymetinde ise, bütünüyle âzad etmek çok daha kıymetli bir amel olmalıdır.
2- Nesâî´nin bir rivayeti şöyledir: “Hangi müslüman, iki köle müslüman kadını âzad ederse, onlar bunun ateşten kurtuluşunu sağlarlar, onlardan iki kemik bunun bir kemiğine bedel olur. Hangi müslüman kadın, bir kadın müslümanı âzad ederse, onun hürriyeti, bunun ateşten âzadlığına sebep olur.” Bu hususta başka rivayetler de var.
3- Rivayetler âzad etmenin faziletini ifade ederler, ancak erkeğin âzad edilmesi kadının âzad edilmesinden daha kıymetli olmaktadır. İbnu Hacer bunun sebebini: “Çünkü, kadının hür kılınması, çoğu kere onun zayi olmasına sebep olmaktadır. Halbuki erkeğin hürriyete kavuşmasında, kadında bulunmayan bazı umumî ma´nâlar mevcuttur. Kaza (hakimlik yapma) yetkisi, cihad, şehâdet gibi erkeklere mahsus ammeye bakan menfaat ve yetkiler var.” diye açıklar.
4- Hadiste geçen “Allah onun herbir uzvuna mukabil, bunun bir uzvunu ateşten halas eder” ifadesi, tam istifadenin olması için kölenin eksiksiz olmasının, bütün uzuvlarının mevcut bulunmasının gereğine bir işarettir. Hattâbî, iğdişlik gibi, bir menfaat sağlayan eksikliğin, elde edilen o menfaatle telafi edileceğine dikkat çekmişse de, Nevevî diğer âlimler eksiksiz olanın âzad edilmesinin her halukârda evlâ olacağını söylemiştir.
5- İbnu´l-Münir, kefâret olmak üzere âzad edilecek kölenin müslüman olması gereğine hadiste işaret olduğunu belirtmiştir. “Zira der, kefaret ateşten kurtarıcıdır, öyleyse, bunun ateşten kurtulmuş biriyle olması gerekir.”[4]
İKİNCİ BAB
KÖLEYE MUSAHEBE VE MUAMELE ADÂBI
* İYİ MUAMELE
ـ4151 ـ1ـ عن أبي بكر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ سَيِّءُ الْمَلْكَةِ[. أخرجه الترمذي .
1. (4151)- Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kötü muamele sâhibi cennete giremez.” [Tirmizî, Birr 29, (1947).][5]
ـ4152 ـ2ـ وعن رافع بن مكيث رَضِيَ اللّهُ عَنْه، وَكَانَ من جهينة قد شهد الحديبية مع رَسُولِ اللّه # قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: حُسْنُ الْمَلْكَةِ نَمَاءٌ، أوْ قَالَ يُمْنٌ، وَسُوءُ الْخُلُقِ شُؤْمٌ[. أخرجه أبو داود.»النَّمَاءُ« الزيادة. وَ»اليمن« ضد الشؤم .
2. (4152)- Rafi´ İbnu Mekîs (radıyallahu anh) -ki Cüheynelidir, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Hudeybiye seferine katılmıştır- anlatıyor; “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“İyi muamele artmadır -veya uğurdur dedi- kötü huyda uğursuzluktur.” [Ebu Dâvud, Edeb, 133, (5162, 5163).][6]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen hüsnü´lmeleke, “köleye iyi muamele etmek” ma´nâsına gelir.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), emri altında bulunan kimselere, efendi durumunda olan büyüğün iyi muamele etmesini tavsiye etmekte, bunu uğur olarak tavsif etmekte, kötü muameleyi de uğursuzluk. Şârihler: Efendi, emri altındakilere iyi davranırsa onlar da samimi hislerle, severek, isteyerek güzel hizmet ederler. Böylece karşılıklı muhabbet, saygı doğar. Bundan da huzur ve bereket hâsıl olur. Kötü davranış da aksi bir netice hasıl ederki, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu, uğursuzluk diye tavsif etmiştir.
2- Köleye iyi muameleyi tavsiye eden Ebu Dâvud hadislerinden birkaçını kaydediyoruz: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ölmezden önce söylediği en son sözü: “Namaz, namaz, ellerinizin sahib olduğu köleler hususunda Allah´tan korkun!” oldu.” “Köleleriniz kardeşlerinizdir. Allah onları sizin ellerinizin altına (emaneten) koymuştur. Öyleyse kimin elinin altında kardeşi varsa, ona, yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, yapamayacağı işi buyurmasın, buyurduğu takdirde yardım etsin.”(88) “Kim kölesine tokat atar veya döverse bunun kefareti onu âzad etmesidir.”[7]
* KÖLEYİ AFFETMEK
ـ4153 ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]جَاءَ رَجُلٌ إلى رسولِ اللّهِ # فقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ كَمْ أعْفُو عَنِ الخَادِمِ؟ فَصَمَتَ #. ثُمَّ سَألَهُ، فقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ كَمْ أعْفُو عَنِ الْخَادِمِ؟ فقَالَ اعْفُ عَنْهُ فِي كُلِّ يَوْمٍ سَبْعِينَ مَرَّةً[. أخرجه أبو داود والترمذي .
1. (4153)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Bir adam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek: “Hizmetciyi ne kadar affedeyim ” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm susup cevap vermedi. Adam tekrar:
“Ey Allah´ın Resûlü! Hizmetcimi ne kadar affedeyim ” diye sordu. Bu sefer: “Her gün yetmiş kere affet!” cevabını verdi. [Ebu Dâvud, Edeb 133, (5164); Tirmizî, Birr 31, (1950).][8]
ـ4154 ـ2ـ وَعن المَعْرُورِ بْنِ سُوَيْد قَالَ: ]رَأيْتُ أبَا ذَرٍّ وَعَلَيْهِ حُلَّةٌ وَعلى غُمِهِ مِثْلُهَا. فَسَألْتُهُ عَنْ ذلكَ. فقَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: هُمْ إخْوَانُكُمْ وَخَوَلُكُمْ جَعَلَهُمُ اللّهُ تَعالى تَحْتَ أيْدِيكُمْ. فَمَنْ كَانَ أخُوهُ تَحْتَ يَدِهِ فَلْيُطْعِمْهُ مِمَّا يَأكُلُ وَلْيُلْبِسْهُ مِمَّا يَلْبَسُ وََ تُكَلِّفُوهُمْ مِنَ الْعَمَلِ مَا يَغْلِبُهُمْ. فَإنْ كَلّفْتُمُوهُمْ فَأعِينُوهُمْ عَلَيْهِ[. أخرجه الخمسة إ النسائي.»الخَوَلُ« حشم الرجل وأتباعه .
2. (4154)- Ma´rur İbnu Süveyd rahimehullah anlatıyor: “Ebu Zerr´i gördüm, üzerinde bir takım (hulle) vardı, kölesi de aynı şekilde bir takım giyiyordu. Bunun sebebini sordum. Bana şu cevabı verdi: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan şöyle söylediğini işitmiştim:
“Onlar sizin kardeşleriniz ve yakın adamlarınızdır. Allah Teâlâ Hazretleri onları ellerinizin altına (emaneten) koymuştur. Kimin kardeşi eli altında ise, yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, yapamayacağı iş buyurmayınız, eğer buyurursanız onlara yardım edin.” [Buhârî, İman 22, Itk 15, Edeb 44; Müslim, Eyman 40 (1661); Ebu Dâvud, Edeb 133, (5157, 5158, 5161); Tirmizî, Birr 29, (1946).][9]
AÇIKLAMA:
Nevevî der ki: “Hadiste gelen “yediğinden yedirme, giydiğinden giydirme” emri vecibe değil, istihbab ifade eder. Efendiye vacib olan, kölenin yiyecek ve giyeceğini ma´ruf üzere te´mindir. Maruf demek bölgenin, şahısların âdetlerine, durumlarına uygun olarak demektir. Bu, efendinin yediği ve giydiği cinsten de olabilir, daha düşük de olabilir, daha fevkinde de olabilir. Hatta efendi, âdete muhalefet ederek, kendisi, zühd veya cimrilik sebebiyle emsâlinden daha düşük bir seviye ile iktifa edecek olsa, kölesine cimrilik etmesi, rızası olmadan kendisi gibi olmaya zorlaması helal olmaz.”[10]
ـ4155 ـ3ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # إذَا أتَى أحَدَكُمْ خَادِمُهُ بِطَعَامِهِ، فَإنْ لَمْ يُجْلِسْهُ مَعَهُ فَلْيُنَاوِلْهُ لُقْمَةً أوْ لُقْمَتَيْنِ، أوْ أُكْلَةً أوْ أُكَلَتَيْنِ فَإنَّهُ وَلِيَ حَرَّهُ وَعَِجَهُ[. أخرجه البخاري، وهذا لفظه، وأبو داود والترمذي .
3. (4155)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Birinize hizmetçisi yemeğini getirince, onu beraber yemek üzere oturtmayacaksa, hiç olsun bir iki lokma veya bir iki yiyecek versin. Zira yemeğin hararet (pişirme) ve muamele (zahmeti)ni o çekmiştir.” [Buhârî, Et´ime 55, Itk 18; Tirmizî, Et´ime 44, (1854); Ebu Dâvud, Et´ime 51, (3846); (Müslim, Eymân 42, (1663).][11]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen “lokma” veya “yiyecek” tabirleri ravinin bir tereddüdü olmaktadır, aynı ma´nâda kullanılmıştır.
2- Hizmetçiye bir iki lokma verilmesi, yemeğin azlığı veya çokluğuna göre, şartlara göre az veya çok miktarda yapılacak ikramı ifade eder.
3- Bu hadis daha önce Ebu Zerr´den kaydedilen rivayette ifade edilen efendi ile köle arasında eşitlik sağlama meselesinin bir istihbab olduğunu, yemede ve giymede eşitliği sağlamak veya köleyle beraber yemenin efendinin ihtiyarına bırakılan müstehab bir tavır olduğunu ifade eder. İbnu Hacer der ki: “İbnu´l-Münzir bütün ilim ehlinden şunu nakletmiştir: Vacib olan, efendinin köleye, o bölgede emsalinin çoğunlukla yediğinden yedirmektir, katık ve giyecek için de hüküm böyledir. Efdal olanı hizmetçiyi de ortak etmek ise de, efendi nefîs olanları kendine ayırabilir.”[12]
KÖLEYE MUSAHABE VE MUAMELE ÂDÂBI
* HİZMETÇİNİN DÖVÜLMESİ VE KAZFI
ـ4156 ـ1ـ عن أبي سعيد الخدري رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إذَا ضَرَبَ أحَدُكُمْ خَادِمَهُ فَذَكَرَ اللّهَ تَعالى فَارْفَعُوا أيْدِيكُمْ عَنْهُ[. أخرجه الترمذي .
1. (4156)- Ebu Saîdi´l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Biriniz hizmetçisini dövünce, hizmetçi Allah´ın ismini zikrede(rek Allah aşkına vurma diye)cek olursa derhal elinizi kaldırın.” [Tirmizî, Birr 32, (1951).][13]
AÇIKLAMA:
1- Tîbî, te´dib maksadıyla dövme sırasında Allah´tan yardım dilemek kasdıyla ismi anıldığı takdirde Allah´ı tazimen dövmeyi bırakmak gerektiğini, ancak hadd cezası tatbik edilirken, Allah´a sığınacak olursa dinlememek gerektiğini söyler.
2- Kritik durumlarda Allah´ın adına müracaat etmek, Kur´ânî bir irşaddır. Binaenaleyh, mü´min kişi sıkışık anlarında O´na başvurduğu gibi, kendisine karşı başvurulduğu takdirde, onun hakkını vermeli, Allah´a tazimen isteneni yerine getirmeli, davranışından vazgeçmelidir. Âyet şöyle:
“Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah´ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının” (Nisa 1).[14]
ـ4157 ـ2ـ وعن معاوية بن سويد بن مقرن قال: ]لَطَمْتُ مَوْلىً لَنَا فَهَربْتُ، ثُمَّ جِئْتُ قُبَيْلَ الظُّهْرِ فَصَلَّيْتُ خَلْفَ أبِي. فَدَعَاهُ وَدَعَانِي، ثُمَّ قَالَ لِلْخَادَم: اُمْثُلْ مِنْهُ، فَعَفَا. ثُمَّ قَالَ: كُنَّا بَنِي مُقَرِّنٍ عَلى عَهْدِ
رَسُولِ اللّهِ #. لَيْسَ لَنَا خَادِمٌ إَّ وَاحِدَةٌ فَلَطَمَهَا أحَدُنَا. فَبَلَغَ ذلِكَ رَسولَ اللّهِ # فقَالَ: أعْتِقُوهَا، فَقىلَ لَهُ: لَيْسَ لَهُمْ خَادِمٌ غَيْرُهَا قَالَ: فَلْيَسْتَخْدِمُوهَا فَإذَا اسْتَغْنَوْا عَنْهَا فَلْيُخَلُّوا سَبِيلَهَا[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذي.ومعنى »امْثُلْ مِنْهُ« اقتصّ مثل ما فعل بك.و»الخَادِمُ« الذى يخدمك ذكراً كان أو أنثى .
2. (4157)- Muâviye İbnu Süveyd İbni Mukarrin anlatıyor: “Bizim bir âzadlımıza bir tokat attım ve kaçtım. Sonra öğleden az önce döndüm, babamın arkasında namaz kıldım. Babam âzadlıyı da beni de çağırdı. Sonra hizmetçiye: “Misilleme (onun sana yaptığının mislini) yap!” dedi. Hizmetçi affetti. Bunun üzerine babam anlattı: “Biz Benî Mukarrin, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında tek bir hizmetciye sahiptik. Ona birimiz bir tokat vurdu. Bu hadise Aleyhissalâtu vesselâm´ın kulağına ulaşmıştı: “Onu âzad edeceksiniz!” emir buyurdular. Kendisine: “Ondan başka hizmetçileri yok!” dendi. Bunun üzerine: “Öyleyse onu hizmetlensinler. Ancak ne zamandan ondan müstağni olurlarsa, derhal yol versinler!” buyurdular.” [Müslim, Eymân 31, (1658); Tirmizî, Nüzûr 14, (1542); Ebu Dâvud, Edeb 133, (5166, 5167).][15]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, hizmetçi ve kölelere iyi muameleyi, gönül alıcı davranmayı emretmektedir. Hadiste geçen “misilleme yap” cümlesini bazı âlimler “kısas olarak sana yapılanın aynını yap” diye açıklamışlardır. Ancak buradaki kısas şerî kısas değildir. Çünkü, kısas hudûd´a giren ağır suçlarda muteberdir. Halbuki atılan bir tokat, şerî kısas olmaz. Bu çeşit cezalar tâzirdir. Öyleyse “misilleme yap” emri hizmetçinin gönlünü almaya râcidir, vecibe değildir. Ayrıca tokat vurana da bir derstir.
2- Bazı rivayetlerde Süveyd´in yedi kardeş oldukları, tokadın yüze atıldığı, yüze vurmanın haram edilmiş olduğu vs. bazı teferruat daha gelmiştir.
3- Rivayetlerde mevlâ, hâdim aynı ma´nâda kullanılmaktadır. Köle demektir. Hâdim erkek ve kadın her ikisi için kullanılır. Rivayetten tokatlanan hâdim´in kadın olduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmen hâdime diye ifade edilmemiştir, çünkü Araplar hâdime şeklini kullanmazlar, kadın içinde hâdim derler. [16]
ـ4158 ـ3ـ وعن أبي مسعود البدري رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]كُنْتُ أضْرِبُ غَُماً لِي بِالسَّوطِ فَسَمِعْتُ صَوْتاً مِنْ خَلْفِى يَقُولُ: اعْلَمْ أبَا مَسْعُودٍ. فَلَمْ أفْهَمِ الصَّوْتَ مِنَ الغَضَبِ. فَلَمَّا دَنَا مِنِّي إذَا هُوَ رَسُولُ اللّهِ #: يَقُولُ: اعْلَمْ أبَا مَسْعُودٍ، اعْلَمْ أبَا مَسْعُودٍ فَألْقَيْتُ السَّوْطَ مِنْ يَدِي. فَقَالَ: اعْلَمْ أبَا مَسْعُودٍ أنَّ اللّهَ أقْدَرُ عَلَيْكَ مِنْكَ عَلى هذَا الْغَُمِ. قَالَ فَقُلْتُ: َ أضْرِبُ مَمْلُوكاً بَعْدَهُ أبَداً[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذي .
3. (4158)- Ebu Mes´ud el-Bedrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben köleme kamçıyla vuruyordum. Arkamdan bir ses işittim. “Ebu Mes´ud, bil!” diyordu. Öfkeden sesi tanıyamadım. Bana yaklaşınca onun Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) olduğunu gördüm.
“Ebu Mes´ud bil! Ebu Mes´ud bil!” diyordu. Kamçıyı elimden attım.
“Ebu Mes´ud bil! Allah senin üzerinde senin bunun üzerindekinden daha fazla muktedir” dedi. Ben: “Bundan sonra ebediyen köle dövmeyeceğim” dedi. [Müslim, Eyman 34, (1659); Ebu Dâvud, Edeb 133, (5159, 5160); Tirmizî, Birr 30, (1949).][17]
ـ4159 ـ4ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسولُ اللّهِ #: مَنْ قَذَفَ مَمْلُوكَهُ وَهُوَ بَرِئٌ مِمَّا قَالَ جُلِدَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إَّ أنْ يَكُونَ كَمَا قَالَ[. أخرجه الخمسة إ النسائي.»الْقَذْفُ« الرمي بالزنا ونحوه .
4. (4159)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim kölesine kazıf´ta bulunursa (zina isnadı yaparsa) kölesi bu iftiradan beri ise, Kıyamet günü celde uygulanır. Dediği doğru ise o başka.” [Buhârî, Hudûd 45; Müslim, Eyman 77, (1660); Ebu Dâvud, Edeb 133, (5165); Tirmizî, Birr 30, (1948).] [18]
AÇIKLAMA:
1- Kazf, iftira demektir. Öncelikle zina iftirasına denir ise de, başka çeşit suçların iftirası için de kullanılabilir. Şeriatımızda zina suçu isnad etmenin cezası ağırdır. Kâzıfa yani iftiracıya seksen sopa vurulur.
2- Bu rivayet, kölesini zina ile suçlayan efendiye dünyada celde cezası verilmeyeceğini ifade eder. Çünkü, dünyada da ceza verilecek olsaydı, Resulullah´ın onu belirtmesi gerekirdi. “Resulullah bunu, hürle köleyi ayırmak için beyan buyurmuştur” denmiştir. Zira köle kazıfta bulunsa cumhura göre celde cezasının yarısı tatbik edilir.
Mühelleb: “Hür kimse, köleye kazıfta bulunsa celde tatbik edilmeyeceği hususunda icma var” demiş ise de icma iddiası hatalı bulunmuştur. Zira, İbnu Ömer, Hasan Basrî, Ehl-i Zâhir bir başkasının ümmü veledine zina iftirasında bulunan kimseye hadd vurulacağı görüşündedirler.
Nevevî der ki: “Hadiste, köleye kazıfta bulunan kimse dünyada hadd tatbik edilmeyeceğine işaret edilmiştir, bu hususta icma vardır. Ancak, yine de kâzıf, tâ´zir edilir. Çünkü köle, muhsan kabul edilmez. O isterse tam köle, isterse hürriyet şâibesi bulunan köle olsun, müdebber, mükâteb veya ümme veled olsun farketmez, hepsi böyledir (gayr-ı muhsan kabul edilirler.)” İmâm Mâlik ve Şâfiî rahimehümullah: “Köle zannıyla hür kimseye kazıfta bulunana hadd cezası gerektiğine hükmetmişlerdir.
Müdebber; Efendisinin “Ben öldükten sonra hür olsun” dediği köledir.
Mükâteb: Efendisiyle anlaşarak hürriyetini satın almak üzere ödeme yapan köledir.
Ümmü Veled: Efendisinden çocuk doğuran köle. Bu artık satılamaz, efendisi ölünce hür olur, kimse ona vâris olamaz.[19]
* KÖLENİN TESMİYESİ
ـ4160 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسولُ اللّهِ #: َ يََقُولَنَّ أحَدُكُمْ عَبْدِي وَأمَتِي. وََ يَقُولُ الْمَمْلُوكُ رَبِّي وَرَبَّتِي. لِيَقُلِ الْمَالِكُ: فَتَايَ وَفَتَاتِي وَلْيَقُلِ الْمَمْلُوكُ: سَيِّدِي وَسَيِّدَتِي.
فإنَّكُمْ الْمَمْلُوكُونَ، والرَّبُّ هُوَ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .
1. (4160)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden kimse “kölem”, “cariyem” demesin. Köle de Rabbî (sahibim), rabbetî (sahibem) demesin. Mâlik (efendi) “Oğlum” “kızım” desin. Memluk (köle) de Seyyidî (efendim), seyyidetî desin. Zira hepiniz memluklersiniz. Rabb de aziz ve celil olan Allah´tır.” [Buhârî, Itk 17; Müslim, Elfâz 14, (2249); Ebu Dâvud, Edeb 83, (4975, 4976).][20]
ـ4161 ـ2ـ وفي رواية: ]َ يَقُولَنَّ أحَدٌ: أطْعِمْ رَبَّكَ، وَضِّئْ رَبَّكَ، اسْقِ رَبَّكَ، وَلْيَقُلْ: سَيِّدِي وَمَوَْيَ، وََ يَقُلْ أحَدُكُمْ: عَبْدِي وَأمَتِي، وَلْيَقُلْ: فَتَايَ وَفَتَاتِي وَغَُمِي[ .
2. (4161)- Bir rivayette şöyle gelmiştir: “Hiç kimse “Rabbini (efendini) doyur; “Rabbine abdest suyu dök”; “Rabbine su ver” demesin. Bilakis “Seyidim”; “efendim” desin.
Sizden kimse abdî (kulum), emetî (cariyem) de demesin. Bilakis “oğlum”, “kızım, “yavrum”desin.” [Müslim, Elfaz 15, (2249).][21]
ـ4162 ـ3ـ وفي أخرى لمسلم: ]َ يَقُولَنَّ أحَدُكُمْ عَبْدِي وَأمَتِي. كُلُّكُمْ عَبِيدُ اللّهِ وَكُلُّ نِسَائِكُمْ إمَاءُ اللّهِ[ .
3. (4162)- Müslim´in bir diğer rivayetinde: “Sizden kimse “kölem!” “cariyem!” diye söylemesin. Hepiniz Allah´ın kölelerisiniz, bütün kadınlarınız da Allah´ın kullarıdır.” [Müslim, Elfaz 13, (2249).][22]
AÇIKLAMA:
1- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadislerde köle ve hizmetçilerle efendiler arasında birbirlerine hitab etme edebini öğretmektedir.
Efendinin büyüklenme havası taşıyan kölem, cariyem, hizmetçim gibi tabirlerle hitabını Resulullah yasaklamaktadır. Bu tabirler efendide büyüklenme ifade ettiği gibi, muhatab tarafta da eziklik meydana getirir. Buhârî, hadisi “Köle üzerine büyüklenme (tetâvül)´ün mekruh olması adını verdiği bir babta kaydeder. Böylece, her çeşit büyüklenme tavrının mekruh olduğu ifade edilmiş olmaktadır. Bu durumda büyüklerin en uygun ifade tarzı “oğlum”, “kızım” “yavrum”, “evladım” gibi şefkat, sevgi ve merhamet ma´nâlarını beraberinde getiren kelimelerin kullanılması uygun olmaktadır. Bu kelimeler muhatapta da saygı ve hürmet hislerini uyandırır.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), köle ve hizmetçilerin, aynı zamanda Allah için de kullanılan Rabb kelimesini, efendileri için kullanmamalarını emretmektedir. Rabb arapçada sahip, evin büyüğü, terbiyecisi gibi ma´nâlara gelir. Rabb kelimesi Allah için kullanılır. Rabbülâlemîn, Alemlerin sâhibi, idarecisi, terbiyecisi ma´nâsında Allah için kullanılmaktadır. Bu kelimenin Arapçada kullanılışı günlük olarak çok yaygın da olsa, Resulullah, efendi ma´nâsında insanlar için köleler ve hizmetçiler tarafından kullanılmasını hoş karşılamıyor.
İbnu Hacer, nehyin sebebini “Rububiyyetin hakikatı Allah´a mahsustur, zira gerçek rabb (sahip) mâlik olan ve eşyaya kıyam verendir. Bunun hakikatı ise ancak Allah´da bulunur” diyerek açıklar. Hattâbî der ki: “Yasağın sebebi, insan merbub (terbiye edilen, sahip olunulan)dır ve Allah´a karşı her çeşit şirki terkederek tam bir tevhidle kulluk yapmak zorundadır. Bu yüzden O´na, isimde bile benzerlik mekruhtur, ta ki en küçük bir şirk ma´nâsına düşmesin. Bu hususta hür ile köle arasında fark yoktur. Ancak, diğer hayvanlar ve cansızlar arasında ibadete mahal olmayan şeyler için, izafet (tamlama) ile birlikte kullanılmasının bir mahzuru yoktur. Rabbu´ddar (ev sahibi), rabbu´ssevb (elbise sahibi) gibi.”
Haliyle bu ruhsat Araplar için. Bizim dilimizde eşya için de kullanılması münasebet almaz.
İbnu Battal der ki: “Allah´tan başka hiç kimse için rabb kelimesinin kullanılması caiz değildir. Tıpkı ilah kelimesinin kullanılması gibi…” İbnu Hacer, bu yasağın kelimenin izafetsiz ve mutlak kullanılışı ile ilgili olduğunu, izafetli olunca mahzurun kalkacağını, Kur´an´dan da bir delil kaydederek açıklar: Hz. Yusuf, meşhur kıssasında: “Efendinin yanında beni an” (Yusuf 42) demiştir. Hadiste ise Kıyamet alametleri sayılırken: “Câriyenin efendisini doğurduğu zaman” buyurulmuştur. [23]
ـ4163 ـ4ـ وعن جرير رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أيُّمَا عَبْدٍ أبِقَ فَقَدْ بَرِئَتْ مِنْهُ الذِّمَّةُ وََ تُقْبَلُ لَهُ صََةٌ حَتّى يَرْجِعَ[. أخرجه مسلم وأبو داود والنسائي .
4. (4163)- Hz. Cerîr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hangi köle kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmıştır, dönünceye kadar namazı kabul edilmez.” [Müslim, İmân 122-124, (68, 69, 70); Ebu Dâvud, Hudûd 1, (4360); Nesâî, Tahrimu´d-Dem 12, (7, 102).][24]
AÇIKLAMA:
İslam, köleye iyi muamele yapılmasını emrederken, efendinin de hukukunu ihmal etmemiştir. Kölelerde efendilerine sadakatlı olmak, üzerlerine düşen hizmeti hakkıyla yapmak zorundadır. Sadedinde olduğumuz hadis, kaçmayı yasaklamaktadır. Kaçan köleden zimmetin kalkması, şeriatın ona tanıdığı koruma garantisinin kalkmasıdır. Hadisin Ebu Dâvud´daki vechi bu hususta daha açıktır: “Köle dar-ı harbe kaçarsa kanı helal olur.” Yani böyle birisi öldürülecek olsa katiline herhangi bir ceza terettüp etmez. Hele bir de irtidad etmiş ise. Tîbî der ki: “Dinden dönmemiş de olsa hüküm böyledir, çünkü, kanını heder edecek işler yapmıştır. İslam diyarını terketmek, müşriklerin himayesine (civâr) girmek gibi. Nesâî´nin bir rivayetinde “Köle efendilerinden kaçarsa namazı kabul edilmez, (dönmeden) ölürse kâfir olarak ölür” buyurulmuştur.” [25]
ÜÇÜNCÜ BAB
AZAD ETME
ـ4164 ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسول اللّه #: مَنْ أعْتَقَ عَبْداً بَيْنَهُ وَبَيْنَ آخَرَ قُوِّمَ عَلَيْهِ فِي مَالِهِ قِيمَةَ عَدْلِ َوَكْسَ وََ شَطَطَ ثُمَّ عَتَقَ عَلَيْهِ فِى مَالِهِ إنْ كَانَ مُوسِراً، وَإَّ فَقَدْ عَتَقَ مِنْهُ مَا عَتَقَ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين.»اَلْوَكْسُ« النقصان.و»الشَّطَطَ« مجاوزة الحد والمقدار .
1. (4164)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim, kendisi ile bir başkası arasında (ortak) olan bir köle(deki kendine mahsus hisse)yi âzad ederse, köleye onun malından adilane bir kıymet biçilir, ne eksik nede fazla. Sonra, eğer zenginse, onun malından [Ortaklara hisseleri verilerek] köle âzad edilir. Değilse köleden âzad ettiği kısım âzad olmuştur.” [Buhârî, Şirket 5, 14, Itk 4, 17; Müslim, Itk 1, (1501); Muvatta, Itk 1, (2, 772); Ebu Dâvud, Itk 6 (3940, 3941, 3942, 3943, 3944, 3945, 3946, 3947); Tirmizî, Ahkâm 14 (1346, 1347); Nesâî, Büyû 106, (7, 319).][26]
AÇIKLAMA:
Birkaç kişi arasında ortak olan bir köleyi, ortaklardan biri, kendi hissesini âzad edecek olursa, imamlar farklı hükümler beyan etmiştir. Rivayette görüldüğü üzere, âzad eden zengin ise, köleye adilane bir değer biçildikten sonra öbür ortaklarının hisselerini de verir ve köle onun adına âzad edilmiş olur. Mâlik ve Şâfiî hazretleri böyle hükmeder. Adam fakirse ondan geri kısmın parası taleb edilmez. Ebu Hanîfe´ye göre ortağı muhayyerdir, dilerse hissesini âzad eder veya hizmet mukabili köleyi âzad eder. Her iki durumda velâ hakkı ortakların olur. Veya âzad eden, zenginse, kendi hissesinin kıymetini tazmin eder. Veya tazmin ettiği hisseyi köleden bilahare alır, bu durumda velâ hakkı âzad edenindir.
Ebu Yusuf ve İmam Muhammed´e göre, zengin olma halinde âzad eden, diğer borcu tazmin eder, fakirse köleden hizmet ister ama köleden geri para isteyemez, velâ her iki halde de âzad edene aittir.[27]
ـ4165 ـ2ـ وعن أبي الدرداء رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَثَلُ الَّذِى يَعْتِقُ عِنْدَ الْمَوْتِ كَمَثَلِ الَّذِى يُهْدِى إذَا شَبَعَ[. أخرجه أبو داود .
2. (4165)- Ebu´d-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Köleyi ölme anında âzad edenin misâli, doyduğu zaman hediyede bulunan adam gibidir.” [Ebu Dâvud, Itk 15, (3968); Tirmizî, Vesâya 7, (2124).][28]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, başta köle âzadı olmak üzere her çeşit bağış ve hayrın, nefsin hırsına, şahsî arzusuna rağmen yapılmasını teşvik etmektedir. Doymuş olan değil, aç adamın, yani yemeye ihtiyaç ve iştahı olan adamın yapacağı bağış daha kıymetlidir. Böylesi bağışlar, Allah rızası içindir veya ahiretin dünyaya, nefsin bencilliğine tercih edilerek yapılan bağıştır. Bu çeşit bağıştan ferdin istifadesi çok olur.
İnsanlar, şahsi arzularını tatminden sonra bağışta bulunmayı esas almaya başlasalar, bağışlar gerçekten son derece azalır. Çünkü, dünya hırsı tatmin olmak bilmez. Çoğu insanın bugünyarın derken, eceli beklenmedik bir anda geliverir, bağış yapmaya fırsat da bulamaz. Hülasa hangi açıdan bakarsak bakalım hadis gerçekten hikmetlidir.[29]
ـ4166 ـ3ـ وعن عمران بن حصين رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ رَجًُ أعْتَقَ سِتَّةً مَمْلُوكِينَ لَهُ عِنْدَ مَوْتِهِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ مَالٌ غَيْرَهُمْ. فَدَعَاهُمْ رسولُ اللّهِ # فَجَزَّأهُمْ أثَثاً ثُمَّ أقْرَعَ بَيْنَهُمْ فَأعْتَقَ اثْنَيْنِ وَأرَقَّ أرْبَعَةً. وَقَالَ
لَهُ قَوًْ شَدِيداً[. أخرجه الستة إ البخاري .
3. (4166)- İmran İbnu Husayn (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Bir adam, öleceği sıra, kendine ait altı köleyi âzad etti. Onlardan başka malı da yoktu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onları çağırdı. Onları üç gruba ayırdı, sonra aralarında kur´a çekti. İkisini âzad etti, dördünü köle olarak bıraktı. Adamı da şiddetle azarladı.” [Müslim, Eyman 56, (1668); Muvatta, Itk 3, (2, 774) Tirmizî, Ahkam 27, (1364); Ebu Dâvud, Itk 10, (3958, 3959, 3960, 3961); Nesâî, Cenâiz 65, (4, 64).][30]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, ölüm anında yapılan bağış hibe, vasiyet gibi tasarrufların, ölüme muallak tasarruflar gibi olduğunu göstermektedir.
2- Şeriatımız, maldan üçte bir nisbetinde vasiyeti meşru kılmış ise de fazlasına müsaade etmemiştir. Üçte iki varislerin hakkıdır, o vasiyet edilemez, bağışlanamaz. Bu sebeple Resulullah bütün malı altı köleden ibaret olduğu halde onları da âzad ederek, vârislere hiç mal bırakmayan adama kızıyor ve bu gayr-ı meşru bağışı bozarak meşru şekle sokuyor.
3- Nevevî, bu hadiste, İmam Mâlik, Şâfiî, Ahmed, İshak, Dâvud-ı Zâhirî, İbnu Cerîr ve cumhur´un kura hakkındaki görüşlerne delil olduğunu belirtir. Onlara göre, bu çeşit durumlarda âzad edilecek olanların tesbitinde kur´a esastır. Ebu Hanîfe merhum: “Kur´a bâtıldır, bu işte onun medhali yoktur, her bir köle, hissesi nisbetinde âzad edilmiş olur, mütebâki kısmını hizmetle ödeyerek hürriyetine kavuşur” demiştir. Şabî, Nehâî, Şureyh, Hasan Basrî ve İbnu Müseyyeb de Ebu Hanîfe gibi düşünmüşlerdir.[31]
ـ4167 ـ4ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما أن عمر بن الخطاب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أيُّمَا وَلِيدَةٍ وَلَدَتْ مِنْ سَيِّدِهَا فَإنَّهُ َ يَبِيعُهَا وََ يُهِبُهَا وََ يُوَرِّثُهَا وَهُوَ يَسْتَمْتِعُ مِنْهَا فَإذَا مَاتَ فَهِيَ حُرَّةٌ[. أخرجه مالك .
4. (4167)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) diyor ki: “Hangi cariye, efendisinden bir çocuk dünyaya getirirse, artık efendi bu cariyeyi satamaz, hibe edemez, miras da kılamaz. Hayatta oldukça ondan istifade eder, öldü mü artık cariye hür olur.” [Muvatta, Itk 6, (2, 776).][32]
AÇIKLAMA:
Efendisinden çocuk doğuran cariyeye ümmü veled denir. Ümmü veled artık sıradan bir köle değildir. İbnu Ömer´in belirttiği gibi, satılamaz, hibe edilemez, ona varis de olunamaz. Efndisinin vefatından sonra hürriyetine kavuşur. Bu hususta icma vardır. Bütün imamlar böyle hükmetmiştir.[33]
ـ4168 ـ5ـ وعن سمرة بن جندب رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسولُ اللّهِ #: مَنْ مَلَكَ ذَا رَحِمٍ مُحْرَمٍ فَهُوَ حُرٌّ[. أخرجه أبو داود والترمذي.»وذُو ا‘رحَامِ« هم ا‘قارب وكل من يجمع بينك وبينه نسب. ويطلق في الفرائض على ا‘قارب من جهة النساء، والمحرم من ذوي ا‘رحام من يحلّ نكاحه كا‘م والبنت وا‘خت، ومذهب الشافعي أنه يعتق عليه ا‘صول والفروع دون ا‘خوة .
5. (4168)- Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim zûrahm mahrem birisine mâlik olursa o hürdür.” [Ebu Dâvud, Itk 7, (3949); Tirmizî, Ahkâm 28, (1365); İbnu Mâce, Itk 5, (2524).][34]
AÇIKLAMA:
Zûrahm, ebediyen nikah edilmesi haram olan yakınlar, akrabalar demektir. en-Nihâye´de Feraiz bahsinde, kadın tarafından akrabalara zûrahm dendiği belirtilir: Anne, kız, kızkardeş, teyze, hala gibi nikahlanması haram olanlar. Muhrim (veya mahrem veya muharrem) denmesi, diğerlerinden tefrik içindir.
Hadis, yakın akraba, şu veya bu şekilde kişinin mülkiyetine geçmesi halinde onların hür olacaklarını, yakınların köle statüsünde tutulmayacağını beyan etmektedir. İbnu´l-Esir, Sahâbe ve Tâbiînden ehli ilmin ekseriyetinin buna hükmettiğini belirtir. Ebu Hanîfe, Ashabı, Ahmed İbnu Hanbel, hep bu görüştedirler.
* İmam Şâfiî ve diğer bazı selef ülemâsı ise evladın, babaların, annelerin âzad edileceğine, diğer yakınların âzad edilmeyeceğine hükmederler.
* İmam Mâlik, “evlad, ebeveyn ve kardeşler hür olur, başkaları olmaz” diye hükmetmiştir.[35]
ـ4169 ـ6ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَ رَجُلٌ مُسْتَصْرِخٌ الى رسولِ اللّهِ # فقَالَ: جَارِيَةُ لَهُ يَا رسُولَ اللّهِ. فقَالَ: وَيْحَكَ، مَالَكَ؟ قَالَ شَرّاً. أبْصَرَ لِسَيِّدِهِ جَارِيَةً فَغَارَ فَجَبَّ مَذَاكِيرَهُ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: علي بِالرَّجُلِ. فَطُلِبَ فَلَمْ يُقْدَرْ عَلَيْهِ. فَقَالَ رسولُ اللّهِ #: اذْهَبْ فَأنْتَ حُر. فقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ # على مَنْ نُصْرَتِي؟ فقَالَ: نُصْرَتُكَ عَلى كُلِّ مُسْلِمٍ[. أخرجه أبو داود.»الجَبُّ« القطع. و»المَذَاكِيرُ« جمع ذكر على غير قياس .
6. (4169)- Amr İbnu Şu´ayb an ebîhi an ceddihî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a yardım taleb etmek üzere bir adam gelip: “Ey Allah´ın Resulü! (Efendim) falana ait şu cariye var ya (onun yüzünden efendim bana sıkıntı veriyor)” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm “Vah! Neyin var ” deyince adam: “Bela hâsıl oldu. Köle (ben demek istiyor) efendinin cariyesine bakmıştı, efendi kıskançlıkla erkeklik uzvunu burdu (hadım etti)” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Adamı bana getir!” emretti. Efendi çağırıldı ama getirilemedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Öyleyse git, sen hürsün!” ferman buyurdu. Adam: “Ey Allah´ın Resûlü! (Efendimin kölesi olmamda direnmesi halinde) kim bana yardımcı olacak ” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Sana yardımcı olmak bütün müslümanlara terettüp eder” cevabını verdi.” [Ebu Dâvud, Diyât 7, (4519); İbnu Mâce, Diyât 29, (2680).][36]
AÇIKLAMA:
Hadis, görüldüğü üzere, efendisi tarafından, cariyesine baktığı için, erkeklik uzvu burularak hadım edilen bir kölenin şikayetine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın verdiği hükmü aksettiriyor.
* Köle hür olacak.
* Bu hükmün uygulanmasında bütün müslümanlar kölenin yardımcısı olacaklar.[37]
ـ4170 ـ7ـ وعن سفينة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ مَمْلُوكاً ُمِّ سَلَمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها. فقَالَتْ: أعْتقُلكَ وَأشْتَرِطُ عَلَيْكَ أنْ تَخْدُمَ رسولَ اللّهِ مَا عِشْتَ. فَقُلْتُ: وَلَوْ لَمْ تَشْتَرِطِي عَلَيَّ لَمْ أفْعَلْ غَيْرَهُ، فَأعْتَقَتْنِي وَاشْتَرَطَتْ عليَّ [. أخرجه أبو داود .
7. (4170)- Sefîne (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)´nın kölesi idim. Bir gün bana: “Seni âzad ediyorum, ancak yaşadığın müddetçe Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a hizmet etmeni şart koşuyorum dedi. “Sen bu şartı koşmasan da başka bir şey yapacak değilim!” dedim. Beni âzad etti ve bana bu şartı koştu.” [Ebu Dâvud, Itk 3, (3932); İbnu Mâce, Itk 6, (2526).][38]
AÇIKLAMA:
Hattâbî der ki: “Bu, şart adıyla ifade edilen bir vaaddir. Bu vaade uymak gerekli değildir. Fakihlerin çoğu, âzad ettikten sonra şart koymayı sahih kabul etmiyorlar. Zira âzadlık başkasının mülkiyetini kabul etmeyen bir şarttır. Hür kimsenin hâsıl edeceği menfaatlere, kendisinden başka kimse, ücret karşılığı ve benzeri bir durum olmadan, mâlik olamaz.”
Begavî´nin Şerhu´s-Sünne´sinde denir ki: “Bir kimse, kölesine: “Bana bir ay hizmet etmen şartıyla seni âzad ettim” dese, o da kabul etse, derhal hür olur ve ona bir aylık hizmet terettüp eder. Eğer: “Bana ebediyyen hizmet etmen şartıyla” deseydi veya “Bana hizmet etmen şartıyla” deyip mutlak bıraksaydı, o da kabul etseydi, derhal hür olur, efendisine kölelik kıymetini borçlanırdı. Bu şart âzad olmaya makrun olursa, köleye kıymetini ödeme borcu terettüp eder, hizmet terettüp etmez. Ama âzad olduktan sonra bu şart koşulursa, bu şarta uymak gerekmez, köle üzerine bir borç da terettüp etmez, fukaha çoğunluk itibariyle böyle hükmetmiştir.”
Neylü´l-Evtâr´da: “Bu hadisle, bir şarta muallak (bağlı) âzad etmenin sıhhatine istidlal edilmiştir” denir ve İbnu Rüşd´ün: “Köleyi efendisi, senelerce hizmet şartıyla âzad etse, onun âzadlığı hizmet etmedikçe tahakkuk etmeyeceği hususunda ihtilaf edilmemiştir” dediği kaydedilir.
İbnu Raslân da şunu söyler: “Bu meselede ihtilaf edildi. İbnu Sîrîn, buna emsal meselelerde şartı sabit görürdü. Ahmet İbnu Hanbel´e aynı mesele soruldu. “Bu hizmeti köle, onu kendine şart kılan sahibinden satın alır” cevabını verdi, “parayla mı “denince, “evet” dedi.[39]
ـ4171 ـ8ـ وعن مالك أنه بلغه أن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]سُئِلَ عَنِ الرَّقَبَةِ الْوَاجِبَةِ تُشتَرى بِشَرْطِ الْعِتْقِ، فقَالَ: َ[ .
8. (4171)- İmam Mâlik´e ulaştığına göre, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´e âzad etme şartıyla satın alınan rakabe-i vâcibe´den sorulmuştu. “Hayır, olmaz” cevabını verdi.” [Muvatta, Itk 12, (2, 778).][40]
AÇIKLAMA:
Rakabe-i vâcibe, kişiye, dinî bir vecibe olarak âzad etmesi gereken köledir. Yani, Kur´an-ı Kerim´de zikri geçen hallerin birinde âzad edilmesi gereken köleye denir. Sözgelimi yemin kefâreti, katl kefâreti, zıhâr kefâreti olarak zikredilen köle âzadları vacib olan âzadlardır. Bunlara rakabe-i vâcibe denmiştir. Bir de tetavvu âzadlar vardır; Resulullah´ın vaadettiği sevabı elde etmek üzere köle âzadı. Şu halde bu iki âzad mahiyetce farklı olduğu gibi, âzad edilecek kölelerde aranacak şartlar da farklı olabilecektir.
İşte İbnu Ömer´e sorulan husus şu olmaktadır: “Üzerinde köle âzad etme borcu bulunan bir kimse, bunu yerine getirmek üzere, bir başkasından bazı şartlarla kayıtlı olarak bir köle satın alıp onu âzad edebilir mi ” İbnu Ömer (radıyallahu anh) buna “Hayır!” diye cevap veriyor.
Öyle ise, rakabe-i vâcibe´nin tam bir köle âzadı olması gerekmektedir. Bir başkasının ortak olduğu, bir başkasına biraz borç ödemek, hizmet etmek gibi herhangi bir şartla kayıtlı olan kimsenin âzad edilmesi, o vâcib âzad etme borcunu yerine getirmiyor.
İmam Mâlik, İbnu Ömer´in “Hayır!” cevabını şöyle açıklar: “Çünkü, bu tam bir rakabe (köle) değildir. Zira satıcı, âzad etmek şartıyla satın alana, fiyatından bir miktarını eksik tutmuştur.”
İmam Mâlik devamla der ki: “Kişinin tetavvu niyetiyle âzad edeceği köleyi âzad etme şartıyla satın almasında bir beis yoktur.”
Yine der ki: “Rakabe-i vâcibe´de hristiyan, yahudi köleyi, mükâteb köleyi, müdebber köleyi, ümmü veled´i, birkaç yıl sonraya hürriyetine kavuşma şartına sahip köleyi, âmâ köleyi âzad etmek caiz değildir.”
Şu halde rakabe-i vâcibenin hem müslüman hem de rakabe-i tâmme (tam köle) olması gerekir. Tetavvu olarak, nasranî, yahudi, mecusi âzad edilebilir.
İmam Mâlik, Muvatta´da rakabe-i vâcibe´nin rakabe-i mü´mîne olması gerektiğini söyledikten sonra, kefâret olarak yedirilmesi gereken yemeğin de mutlaka müslüman fakirlere yedirilmesi gerektiğini ilave eder.
* Şunu belirtmede fayda var; İmam Mâlik´i rakabe-i vâcibe´nin müslüman köleden olma şartını koymaya sevkeden husus Kur´an-ı Kerim´deki katl kefaretiyle ilgili âyetten çıkarılmıştır. Orada âzad edilecek kölenin mü´min olması şart koşulur (Nisa 92). Diğer kefaretlerde ise bu şart görülmez. Ancak mutlakın mukayyede hamli umumî bir prensip olması haysiyetiyle mezkur âyetin hükmü diğer mutlaklara teşmil edilmiştir.[41]
ـ4172 ـ9ـ وعن فضالة بن عبيد ا‘نصاري رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّهُ سُئِلَ عَنِ الرَّجُلِ يَكُونُ عَلَيْهِ رَقَبَةٌ، هَلْ يَجُوزُ لَهُ أنْ يَعْتِقَ وَلَدَ زِنىً؟ قَالَ: نَعَمْ[. أخرجه مالك .
9. (4172)- Fudâle İbnu Ubeyd el-Ensârî (radıyallahu anh)´tan anlatıldığına göre Fudâle´ye, “üzerinde bir köle âzad etme borcu bulunan kimsenin veled-i zina´yı âzad etmesi caiz olur mu ” diye sorulmuş, o da “Evet” demiştir. [Muvatta, Itk 11, (2, 777).][42]
AÇIKLAMA:
Burada da rakabe-i vâcibe hakkında sorulmakta ve zina mahsûlü bir kölenin âzad edilmesinin caiz olup olmadığı mevzubahis edilmektedir. Bu soru Ashab´tan Fudâle´ye sorulmuş, o da “caiz olur” demiştir.
Zürkânî, bilhassa katl kefaretinin edasında bu kölenin mü´min olması gereğinde icma ve nass olduğunu kaydeder. Zıhâr kefareti ihtilaflıdır.
Önceki hadisle ilgili açıklamamıza da bakılmalıdır. [43]
ـ4173 ـ10ـ وعن عبدالرحمن بن أبي عمرة ا‘نصاري رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ أُمَّهُ أرَادَتْ أنْ تَعْتِقَ فَأخَّرَتْ ذلِكَ إلى أنْ تُصْبِحَ. فَمَاتَتْ. فَقُلْتُ لِلْقَاسِمِ بْنِ مُحَمَّدٍ: يَنْفَعُهَا أنْ أعْتِقَ عَنْهَا؟ فقَالَ الْقَاسِمُ: إنَّ سَعْدَ بْنِ عُبَادَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه أتَى رسولَ اللّهِ # فقَالَ: إنَّ أُمِّي هَلَكَتْ، فَهَلْ يَنْفَعُهَا أنْ أعْتِقَ عَنْهَا؟ قَالَ: نَعَمْ[. أخرجه مالك .
10. (4173)- Abdurrahman İbnu Ebî Amra el-Ensârî rahimehullah´ın anlattığına göre “annesi, bir köle âzad etmek istemiş ve bunu sabaha tehir etmiş, annesi de bu sırada ölmüştür. Abdurrahman Kâsım İbnu Muhammed´e: “Ben anneme bedel bir köle âzad etsem, anneme faydası olur mu (sevabı ulaşır mı) ” diye sorar. Kâsım: “Sa´d İbnu Ubâde (radıyallahu anh) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelip: “Annem vefat etti, ben onun adına bir köle âzad etsem ona faydası olur mu ” diye sormuştu. “Evet!” cevabını aldı” dedi. [Muvatta, Itk 13, (2, 779).][44]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Zürkânî´nin açıkladığı üzere muhtelif vecihlerden gelmiştir. Rivayetlerin çoğunda Sa´d İbnu Ubâde (radıyallahu anh)´ın, Resulullah´tan annesi adına tasaddukta bulunmanın annesine bir faydası olup olmayacağını sorduğu rivayet edilmiştir; bazılarında da burada olduğu gibi, köle âzad etmenin bir faydası olup olmayacağını sormuş olmalıdır. Her hal ve kârda ülemâ ölü adına tasaddukta bulunmanın da, köle âzad etmenin de caiz olduğunda icma eder.
Bu durumda âzad edilen kölenin velâ´sına gelince:
* İmam Mâlik ve ashâbına göre, kimin adına âzad edildi ise ona aittir.
* İmam Şâfiî ve ashâbına göre, âzad edene aittir.
* Kûfîlere göre, Ölenin emri (vasiyeti) ile yapılmışsa ölene ait, değilse âzad edene aittir. [45]
ـ4174 ـ11ـ وعن يحىى بن سعيد قال: ]تُوفّي عَبْدُ الرَّحْمنِ بنُ أبي بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما في نَوْمَةٍ نَامَهَا فَعَتَقَتْ عَنْهُ أخْتُهُ عَائِشَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها رِقَاباً كَثِيرَةً[. أخرجه مالك .
11. (4174)- Yahya İbnu Saîd rahimehullah anlatıyor: “Abdurrahman İbnu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ), uyuduğu bir uykuda vefat etti. Kız kardeşi Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) onun adına birçok köle âzad etti.” [Muvatta, Itk 14, (2, 779).][46]
ـ4175 ـ12ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رسولُ اللّهِ #: مَنْ أعْتَقَ عَبْداً وَلَهُ مَالٌ فَمَالُ الْعَبْدِ لَهُ إَّ أنْ يَشْتَرِطَ سَيِّدُهُ[. أخرجه أبو داود.وقوله »فَمَالُ الْعَبْدِ لَهُ« اَخَرَجُوا هذا على وجه الندب واستحباب إ أن سمح المالك له بذلك إذا كان العتق منه إنعاماً ومعروفاً فندب كانَ إلى مسامحته بما في يده من المال إتماماً للنعمة والمعروف .
12. (4175)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim malı olan bir köle âzad ederse, kölenin malı kendisinin olur, yeter ki efendisi bu hususta bir şart koşmamış olsun.” [Ebu Dâvud, Itk 11, (3962); İbnu Mâce, Itk 8, (2529).][47]
AÇIKLAMA:
1- Normal olarak kölenin kazancı efendisine aittir. Öyleyse, köleye mal nisbet edilerek, malı olan köle denmesi, kölenin mal sahibi olduğu ma´nâsında değildir. Öyleyse bu, “elinde mal bulunan ve kesbiyle hâsıl” ma´nâsına gelir.
2- “Kendisine aittir” ifadesinde kendisi ile kim kastediliyor Köle mi efendi mi; ikisine de râci olabilmektedir. Âlimler ihtilaf etmiştir. Çoğunluk, âzad eden efendi demiştir. Şu halde ma´nâ “Kölenin elindeki malı, efendi köleye bağışlarsa onun olur, değilse efendinindir” demektir. [48]
ـ4176 ـ13ـ وعن ربيعة بن أبي عبدالرحمن: ]أنَّ الزُّبَيْرَ بنَ الْعَوَّامِ اشْتَرى عَبْداً فَأعْتَقَهُ ولذلِكَ الْعَبْدِ بَنُونَ مِنْ امْرَأةٍ حُرَّةٍ فقَالَ الزُّبَيْرُ: إنَّ بَنِيهِ مَوالِيَّ. وَقَالَ مَوالِي أُمِّهِمْ؛ بَلْ هُمْ مَوَالِينَا، فَاخْتَصَمُوا إلى عُثْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، فَقَضى لِلزُّبَيْر بِوََئِهِمْ[. أخرجه مالك .
13. (4176)- Rebîa İbnu Ebî Abdirrahmân anlatıyor: “Zübeyr İbnu´l-Avvâm (radıyallahu anh) bir köle satın aldı ve onu âzad etti. Bu kölenin, hür bir kadından oğulları vardı. Hz. Zübeyr: “Oğulları benim mevâlimdir” dedi. Annesinin efendileri: “Hayır, onlar bizim mevâlimizdir” dediler. Bunun üzerine dâvaları Hz. Osman (radıyallahu anh)´a intikal etti. O, velâ´nın Hz. Zübeyr´e ait olduğuna hükmetti.” [Muvatta, Itk 21, (2, 782).][49]
AÇIKLAMA:
Velâ, daha öncede geçtiği üzere, lügat açısından tasarruf, muâvenet, muhabbet demek olup kurb (yakınlık) ma´nâsına olan velî kelimesinden alınmadır. Ancak fıkıh tabiri olarak, verâsete sebep olan hükmî bir akrabalığı ifade eder. Bu akrabalık bazan akidle teessüs eder ki, buna velâ-i müvâlât denir, bazanda âzad etme sonucu efendi ile âzadlı arasında teessüs eder ki, buna da velâ-i ataka denir. Şu halde, bu hadiste geçen velâ´ dan murad velâ-i atakadır. Mevlâ, bir ma´nâda, arada velâ-i ataka bağı bulunan hükmi akraba demektir. Daha âmiyane tabiriyle âzad edilmiş köle diyoruz.
Mevlâ´nın bir diğer ma´nâsı, köle âzad etmiş efendi demektir. Sahip ma´nâsına, Allah için de kullanıldığı malumdur.[50]
ـ4177 ـ14ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سُئِلَ رَسُول اللّهِ # عَنِ الرِّقَابِ أيُّهَا أفْضَلُ فَقَالَ: أغَْهَا ثَمَناً وَأنْفَسُهَا عِنْدَ أهْلِهَا[. أخرجه مالك .
14. (4177)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a “Hangi köleyi âzad etmek efdaldir ” diye sorulmuştu.”
Fiyatça yüksek olanı ve efendisinin nazarında en nefis olanıdır!” cevabını verdi.” [Muvatta, Itk 15, (2, 779); Buhârî, Itk 2; Müslim, İman 136 (84).][51]
AÇIKLAMA:
1- Buhârî´nin rivayetinde soru sâhibinin Ebu Zerr el-Gıfarî (radıyallahu anh) olduğu tasrih edilmiştir.
2- Hadis´te en efdal âzad için iki ölçü verilmiştir:
1) Pahası yüksek olan.
2) Sahibinin yanında nefîs olan.
Ülemâ, meselenin tahlilinde bazı farklı neticeler ileri sürmüştür:
Nevevî der ki: “Allah bilir ya, bu hadis tek bir köle âzad edecek kimse içindir. Amma, bir kimsenin, mesela bir dirhemi olsa, bununla bir köle satın almak ve âzad etmek istese, derken bu paraya nefîs bir köle veya değerce düşük iki köle alabilecek olsa, iki köleyi alıp âzad etmesi efdaldir.” Devamla der ki: “Bu, kurbanlığın hilafınadır. Şişman bir kurbanlık daha efdaldir, çünkü bunda matlub olan etin iyi olması, öbüründe köle âzadıdır.”
İbnu Hacer der ki: “Bana zâhir olan şudur: “Bu meseledeki hüküm, şahsa göre değişir. Bazı tek şahsın âzad edilmesi ile, âzad eden, çok sayıda kimseyi âzad etmekten daha fazla istifadede bulunur. Bazısı güzel etten ziyade, daha fazla dağıtabilmek için miktarca çok olan ete muhtaçtır, çünkü ete muhtaç olanlar çoktur. Şu halde bunda esas olan, azlıkçokluktan ziyade (içinde bulunulan şartlara göre) en çok faydalılıktır.”
Hadisten hareketle: “Bir kimsenin müslüman köleden daha pahalı olan kâfir kölesini âzad etmesi efdaldir” diye hükmedilmiştir. Ancak bu hükme, Esbağ ve başka âlimler muhalefet ederek: “Murad müslümanlar arasında kıymetce üstün olandır” demişlerdir.
Kâdî İyaz der ki: “Kafiri âzad etmenin câiz olduğunda ihtilaf yok, ancak tam fazilet mü´minin âzad edilmesindedir.”
İmam Mâlik´in: “Fiyatca yüksek olanın âzad edilmesi, kafir de olsa efdaldir” diye, hadisin zahirine göre hükmettiği rivayet edilmiştir. Ancak, ashabından olan-olmayan pek çok âlim ona bu meselede muhalefet etmiştir. Esahh olan da muhalif görüştür. Hatta Kurtubî demiştir ki: “Müslimi âzad etmenin efdal olması, hem müslümanın hürmeti, hem de şehâdet, cihad (kaza, zekât gibi kafire câiz olmadığı halde hür müslümana caiz olan ammeye faydalı hizmetler) sebebiyledir.” Bir kısım hadisler, ayrıca erkeği âzad etmenin, kadını âzad etmekten efdal olduğunu ifade eder.
Tirmizî´nin bu hususa açıklık getiren bir rivayeti şöyle: “Hangi müslim, iki müslüman köle kadını âzad ederse, bunlar onun ateşten kurtuluşuna sebep olur…” (Hadisi 4151 numaralı hadisin şerhinde tam olarak kaydettik). Bu rivayette bir erkeğin âzad edilmesi, iki kadının âzad edilmesine denk tutulmuştur. Bunun sebebi, fayda açısından bakınca, erkeğin içtimâî faydası kadından fazladır. Dediğimiz gibi cihada katılabilir, kadılık yapabilir, zekat verebilir, şehadette bulunabilir vs. Ayrıca erkeğin hizmeti daha çok aranan bir hizmettir, verimlidir. Bu sebeple geçmiş devirlerde erkek köleler daha çok görülmüştür. Âlimler, bir kısım cariyelerin âzad edilmesine, onların ziyan olması gözüyle bakmışlardır, korunmalarının devamı için âzad edilmemelerini haklarında hayırlı bulmuşlardır.
Bazı âlimler, meseleye bir başka noktadan yaklaşarak: “Koca hür de olsa, köle de olsa kadından doğanlara hürriyetin daha çok sirayet edeceğini söylerek kadının âzad edilmesinin efdal olacağını söylemiş ise de, böyle söyleyenlere erkekleri âzad etmedeki yukarıda zikredilen umumî menfaatlerle, kadınların zâyi olma durumları hatırlatılarak âzad edilmesinin efdal olduğunu söylemişlerdir.
Şu halde, sadedinde olduğumuz hadisin zâhiriyle hüküm vermezden önce, nazar-ı dikkate alınması gereken başka rivayetler ve bir kısım izâfi durumları bilmek gerekmektedir; ülemâmız bunu yapmıştır. [52]
DÖRDÜNCÜ BÂB
MÜDEBBER KILMA, MÜKÂTEBE YAPMA
ـ4178 ـ1ـ عن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَجًُ اعْتَقَ غَُماً لَهُ عَنْ دُبُرٍ فَاحْتَاجَ فَأخذَهُ النَّبِيُّ # فقَالَ: مَنْ يَشْتَرِيهِ مِنِّي؟ فَاشْتَرَاهُ نُعَيْمُ بْنُ عَبْدِ اللّهِ بن النَّحَّامِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه بِكذَا وَكَذَا فَدَفَعَهُ إلَيْهِ[. أخرجه الخمسة .
1. (4178)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam, kölesini “benden sonra hür olsun” diye âzad etmişti. Sonradan ona ihtiyacı doğdu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) köleyi alarak: “Bunu benden kim satın alacak ” dedi. Nuaym İbnu Abdillah İbni´n-Nehhâm (radıyallahu anh) şu şu miktar fiyata satın aldı. Resulullah o parayı (köle sahibine) verdi.” [Buhârî, Büyû 59, 110, İstikrâz 16, Husumât 2, Itk 9, Kefâretu´l-Eymân 7, İkrâh 4, Ahkâm 32; Müslim, Eymân 41, (997); Ebu Dâvud, Itk 9, (3955, 3956, 3957); Tirmizî, Büyû 11, (1219); Nesâî, Büyû 84, (7, 304).][53]
AÇIKLAMA:
1- Kölesi olan bir kimse: “Kölem, ben öldükten sonra hürdür” derse, bu köleye müdebber denir. Çünkü, hürriyeti ölme şartına bağlanmıştır. Kelime geri, arka ma´nâsına gelen dübürden gelir.
2- Sadedinde olduğumuz hadis, müdebber kölenin, ihtiyaç halinde satılabileceğini, bunun cevazını göstermektedir. Çünkü rivayet, müdebbirin kölenin parasına muhtaç duruma geldiğini ifade ediyor. Rivayette yok ise de, adam durumu Resulullah´a arzetmiş, Aleyhissalâtu vesselâm da bizzat satış işiyle ilgilenerek cevazı göstermiştir. Buhârî´nin bir rivayetinde ise, “Başka hiçbir malı bulunmayan bir kimsenin yegâne mülkü olan tek kölesini müdebber kıldığı Resulullah´ın kulağına gelmiş, Resulullah da köleyi sekizyüz dirheme satıp, parasını adama göndermiştir.”
3- Tariklerin çoğunda, kölenin sekizyüz dirheme satıldığı belirtilir.
4- Bazı rivayetlerde adamın borçlu olduğu, diğer bazılarında muhtaç olduğu, diğer bazılarında başka malı bulunmadığı açıklanır. Aslında bunların hepsi bir kapıya çıkarak müdebberin satılmasını meşrû kılan gerekçeyi gösterir. Çoğunluğun ittifak ettiği husus, müdebberin, sahibinin sağlığında satılmış olmasıdır. Sadece Seleme İbnu Küheyl´den Şerîk´in rivayetinde “Bir adam öldü, geriye bir müdebber ve borç bıraktı, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın emriyle, borçlarının ödenmesi için müdebber satıldı” denir. Hadisi kaydeden Dârakutnî, Şerîk´in bu rivayette hata ettiğini şeyhi Ebu Bekr en-Neysâburî´den kaydetmiştir.
Alaeddin Mağoltay, Telvîh´de der ki: “Ülema, müdebberin satılıp satılamayacağı hususunda ihtilaf etmiştir:
* Ebu Hanîfe, Mâlik ve bir grup Ehl-i Kûfe, efendinin müdebberini satamayacağına hükmetmiştir.
* Şâfiî, Ahmed, Ebu Sevr, İshâk ve Ehl-i Zâhir câiz demiştir. Hz. Âişe, Mücâhid, Hasan Basrî, Tâvus da bu görüştedir.
* İbnu Ömer, Zeyd İbnu Sabit, Muhammed İbnu Sîrîn, İbnu Müseyyeb, Zührî, Şâ´bî, Nehâî, İbnu Ebî Leyla, Leys İbnu Sâd mekruh olduğuna hükmetmişlerdir.
* Evzâ´î, “âzad etmek isteyen satın alabilir” demiştir.
* Ahmed İbnu Hanbel de “efendisi borçlu olmak kaydıyla câizdir” demiştir.
* Mâlik “ölüm sırasında satabilir, hayatta iken satamaz” demiştir.”[54]
ـ4179 ـ2ـ وعن نافع أن ابنَ عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]دَبَّرَ جَارِيَتَيْنِ لَهُ فَكَانَ يَطَؤُهمَا وَهُمَا مُدَبَّرَتَانِ[. أخرجه مالك .
2. (4179)- Nâfi anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), kendine ait iki cariyeyi müdebber kıldı. Onlar müdebber oldukları halde İbnu Ömer onlara temasta bulunuyordu.” [Muvatta, Müdebber 4, (2, 814).][55]
ـ4180 ـ3ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ كَتَبَ عَبْدَهُ عَلى مِائَةِ أُوْقِيَّةٍ فَأدَّاهَا إَّ عَشْرَ
أوَاقٍ فَهُوَ عَبْدٌ[. أخرجه أبو داود والترمذي .
3. (4180)- Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim kölesi ile yüz okiyye üzerinden mükâtebe yapsa da, kölesi bunun on okiyyesi hariç hepsini ödese, yine de köledir.” [Ebu Dâvud Itk 1, (3927); Tirmizî, Büyu´ 35, (1260); İbnu Mâce, Itk 3, (2519).][56]
ـ4181 ـ4ـ و‘بِى داود: ]المُكَاتَبُ عَبْدٌ مَا بَقِىَ عَلَيْهِ مِنْ كِتَابَتِهِ دِرْهَمٌ[ .
4. (4181)- Ebu Dâvud´un bir rivayetinde şöyle buyurulur: “Mükâteb, üzerinde bir dirhemlik borç kaldığı müddetçe köledir.” [Ebu Dâvud, Itk 1, (3926).][57]
AÇIKLAMA:
Mükâtebe veya kitâbet, efendi ile köle arasında cereyan eden hürriyetini satın alma anlaşmasıdır. Köle, varılacak mütabakatla tesbit edilen belli bir meblağı kazanarak, efendisine ödemek karşılığında hürriyetini satın almak isteyebilir. Bu antlaşmayı yapan köleye mukâteb, efendiye de mükâtib denir.
Yukarıdaki rivayetler, kölenin, borcunu son kuruşuna kadar ödemedikçe kölelikten kurtulamayacağını ifade eder. İbnu´t-Tîn mükâtebe akdinin İslam´dan önce de mevcut olduğunu, İslam´ın bunu ikrar ettiğini belirtir. Mesele üzerine selef ihtilaf etmiştir:
* Abdullah İbnu Sâbit, Hz. Zübeyr, Süleyman İbnu Yesâr, Zeyd İbnu Sâbit, Hz. Âişe, İmam Mâlik mukâtebin az bir borcu da olsa köle olmaya devam ettiği kanaatinde idiler.
* Hz. Ali: “Yarısını ödedi mi artık kölelikten çıkar, borçlu durumuna geçer” demiştir. Hz. Ali´nin, “ödediği nisbette hürriyete kavuşur” dediği de rivayet edilmiştir.
* İbnu Mes´ud: “Köle ikiyüz dirheme mükâtebe yapmış ve fakat gerçek değeri yüz dirhem ise, yüz dirhemi ödedi mi hür olur” demiştir.
* Atâ: “Mükâteb kitabetinin dörtte üçünü ödedi mi hür olur” demiştir.
* İbnu Abbâs, merfûan, “mukâteb ödediği miktarca âzad edilir” hadisini rivayet etmiştir (Nesâî).
Zürkânî´nin kaydına göre, bu meselede cumhurun delili, Berîre ile ilgili rivayettir. Mukâtebe yapmış olmasına rağmen borcunu ödeyemediği için satılmıştır. Onun hakkında Zeyd İbnu Sâbit´le Hz. Ali (radıyallahu anhümâ) tartışmışlardır. Zeyd: “Zina yapacak olsa recmeder, şehâdette bulunacak olsa şâhidliğini kabul eder misin ” der.
Hz. Ali “Hayır!” deyince, Zeyd: “Öyleyse, üzerinde borç kaldıkça o köledir” der. Hattabî: “Bu hadis, mükâtebin satılması caizdir” diyenlere delildir, çünkü o köle ise memluktur, asıl vasfı olan mülk olma durumunda devam edince, onda bir başkasının mülkü meydana gelmez. Böylece satılması yasaklanamaz. Hadiste ayrıca, mükâteb taksidlerini tam olarak ödemeden ölürse, âzadlığına hükmedilemez, hatta borcunu karşılayacak mal bırakmış da olsa. Çünkü, köle olarak ölünce ölümden sonra da hür olamaz. Efendisi malı alır, evladları varsa efendiye köle olurlar. Bu hüküm Ömer İbnu´l-Hattab ve Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anhümâ)´dan rivayet edilmiştir. Ömer İbnu Abdilaziz, Zührî, Katâde de bu görüşü benimsemiştir. İmam Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel de bu görüştedirler.”
* el-Erdebili, el-Ezkâr´da der ki: “Çoğunluk, “Mukâteb taksidlerini ödemezden önce ölse, kalan az da olsa çok da olsa, borcunu ödeyecek mal bıraksa da bırakmasa da, geride çocuğu kalsa da kalmasa da, bu hadise göre köle olarak ölür” diye hükmetmiştir.
Ebu Hanîfe der ki: “Mükâteb, geriye borcunu karşılayacak mal bırakarak ölmüşse âzad edilir, bırakmamışsa âzad edilmez.”
İmam Mâlik der ki: “Geriye evlad bırakmışsa âzad edilir, değilse edilmez.”
Hadiste, mükâtebin bütün taksitlerini ödemedikçe âzad edilmeyeceği hususuna delil vardır. Sahâbe, Tâbiîn ve Etbâuttâbiîn´den çoğunluk böyle hükmetmiştir. [58]
ـ4182 ـ5ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إذَا أصَابَ الْمُكَاتَبُ جدّاً أوْ مِيراثاً وَرِثَ بِحِسَابِ مَا عَتَقَ مِنْهُ، وَقَالَ النَّبِىُّ # يُؤَدِّى الْمَكَاتَبُ بِحِصَّةِ مَا أدَّى دِيَةَ حُرٍّ، وَمَا بَقَى دِيَةَ عَبْدٍ[. أخرجه أبو داود والترمذي واللفظ للترمذي .
5. (4182)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mükâtebe karşı bir hadd işlenir, (diyet almaya hak kazanırsa) veya mirasa mazhar olursa, (borcunu ödeyerek) hürriyetinden kazandığı miktarca onlara vâris olur.” Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Mükâteb, ödediği hisse nisbetinde hür diyeti öder, geri kalanı köle diyetinden öder.” [Tirmizî, Büyû´ 35, (1259); Ebu Dâvud, Diyât 22, (4582); Nesâî, Kasâme 36, (8, 45, 46).][59]
AÇIKLAMA:
Hadis şunu demek istemektedir: Mükâteb için bir diyet veya mirâs sabit olursa, diyet ve mirastan, hürriyetten kazandığı miktarca hak alır. Mesela kitabetinin yarısını ödemiş, o sırada babası hür olarak vefat etmiş ise mükâtebden başka vârisi de yoksa, ondan malın yarısına varis olur veya mükâtebe karşı bir cinayet işlenmiş ise, o da mükâtebe borcundan bir miktar ödemiş ise, câni, öldürülen mükâteb´in vârislerine, diyet olarak, ölenin mükâtebe karşılığı olarak ödediği miktarın karşılığını hür diyetinden, efendisine de mütebâkisini köle diyetinden öder. Mesela, efendisiyle bin dirhem üzerine mukâtebe yapan kimsenin kıymeti yüz dirhem ise ve beş yüz dirhemi ödemiş olsa ve öldürülse, kölenin vârislerine, diyetin yarısı binden beşyüz, efendisine de kıymetinin yarısı olan elli dirhem verilir (Mirkât´dan).[60]
ـ4183 ـ6ـ وعن أم سلمة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ لَنَا النَّبِيُّ # إذَا كَانَ عِنْدَ مُكَاتَبِ إحْدَاكُنَّ مَا يُؤَدِّى فَلْتَحْتَجِبْ مِنْهُ[. أخرجه أبو داود والترمذي .
6. (4183)- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize buyurdular ki: “Sizden birinin mükâtebetinin size hala ödeyeceği borcu varsa da, ona karşı örtünsün.” [Ebu Dâvud, Itk 1, (3928); Tirmizî, Büyû´ 35, (1261); İbnu Mâce, Itk 3, (2520).][61]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, mükâtebe yapan kadına kölesi ödemeye devam ederken, artık hürriyetine kavuşmuş yabancı gibi davranmasını emretmektedir. Zira, artık onun üzerindeki mülkiyetinin kalkması yakındır, bir şey yaklaştı mı, onun hükmü verilir. Bunun ma´nâsı, mükâteb kölenin artık kadın efendisinin yanına önceden olduğu şekilde serbestçe girmesini yasaklamaktadır.
Bu hüküm 4180´de Amr İbnu Şuayb´dan kaydedilen hadisin hükmüne muhalefet etmektedir. Çünkü orada ödenmemiş son kuruşa kadar, mükâteb köle addedilmektedir. İmam Şâfiî bu iki rivayeti şöyle cem eder: “Bu son rivayet Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcelerine hastır, böylece ümmehâtu´lmü´minîn, mükâteblerine karşı örtünmelidirler, onlar borçlarını tamamen ödememiş olsalar da: “Mevzuun bazı teferruatı var ise de günümüzde tatbikatı olmadığından bu kadarını yeterli görüyoruz.[62]
ـ4184 ـ7ـ وعن موسى بن أنس بن مالك رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَألَ سِيِرينُ أنَساً الْمُكَاتَبَةَ وَكَانَ كَثِيرَ الْمَالِ فَأبَى، فَانْطَلَقَ سِيرِينُ إلى عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَدَعَاهُ عُمَرَ. فقَالَ لَهُ: كَاتِبْهُ فَأبَى، فَضَرَبَهُ بِالدِّرَةِ. وَتََ: فَكَاتِبُوهُمْ إنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْراً، فَكَاتَبَهُ[. أخرجه البخاري .
7. (4184)- Musa İbnu Enes İbn-i Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: “Sîrîn, Hz. Enes´e mükâtebe yapma talebinde bulundu. Hz. Enes çok zengindi, mükâtebe yapmayı reddetti. Sîrîn Hz. Ömer (radıyallahu anh)´a başvurdu. Hz. Ömer, Enes (radıyallahu anhümâ)´yı çağırarak: “Sîrîn´le mükâtebe yap!” emretti. Enes (radıyallahu anh) yine kabul etmedi. Hz. Ömer, çubuğuyla Enes´e vurdu. Ve şu âyeti okudu: “Kölelerinizden hür olmak için bedel vermek (mukâtebe yapmak) isteyenlerin, -onlardan bir iyilik görürseniz- bedel vermesini kabul edin” (Nur 33). Bunun üzerine Hz. Enes mükâtebe yaptı.” [Buhârî, Mükâteb 1.][63]
AÇIKLAMA:
1- Sîrîn, meşhur fakih Muhammed İbnu Sîrîn´in babasıdır. Aynu´t-Temr esirlerindendi. Hz. Enes (radıyallahu anh), onu Hz Ebu Bekr´in hilafeti zamanında satın almıştı. Hz. Ömer ve başkalarından hadis rivayet etmiştir. Sîkalardandır. Hz. Enes´le 40 bin dirhem üzerinden mükâtebe yaptığı rivayetlerde gelmiştir.
2- Mükâtebe yapmanın bu hadise göre vacib olduğu anlaşılmaktadır. Zira, Sîrîn´in talebini Hz. Enes reddedince, Sîrîn Hz. Ömer´e şikayet eder ve Hz. Ömer, Hz. Enes´i buna mecbur eder. Bilhassa çubuk vurma hadisesini bazı alimler vücuba delil kılmışlardır. Atâ, İshak (rahimehümullah) vacib olduğuna hükmedenlerdendir. İmam Şâfiî ve Zahirîler de bu görüştedirler. İbnu Cerîr´in tercihi de böyledir.
Bir kısım âlimler de âyette geçen: “Onlarda bir hayır görürseniz” kaydını gözönüne alarak gayr-ı vâcib olduğuna hükmetmiştir.[64]
ـ4185 ـ8ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ بَرِيرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها جَاءَتْ تَسْتَعِينُهَا فِى كِتَابَتِهَا الْحَدِيثَ[.وَقدْ تَقَدَّمَ بِتَمَامِهِ فِي كَتابِ الْبَيْعِ مِنْ رواية الستة .
8. (4185)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Berîre mükâtebe bedelini ödemede yardım istemeye geldi…”
Bu rivayet Bey´ bölümünde tam olarak Kütüb-i Sitte rivayeti olarak kaydedildi (281. hadis, 1. cilt, s. 495).[65]
ـ4186 ـ9ـ وزاد النسائي: ]كَاتَبْتُ بَرِيرَةُ عَلى نَفْسِهَا فِي تِسْعِ أوَاقٍ فِي كُلِّ سَنَةٍ أُوقِيَّةٌ. فَخَيَرَها رَسُولُ اللّهِ # مِنْ زَوْجِهَا وَكَانَ عَبْداً فَاخْتَارَتْ نَفْسَهَا. قَالَ عُرْوَةُ: وَلَوْ كَانَ حُرّاً مَا خَيَّرَهَا[ .
9. (4186)- Nesâî´nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: “Berîre (radıyallahu anhâ) kendi nefsinin hürriyete kavuşması için dokuz okiyye üzerine mükâtebe yaptı. Her sene bir okiyye ödeyecekti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu, (hürriyetine kavuştuğu zaman) kocası ile beraberliğe devam etme veya boşanma hususunda muhayyer bıraktı. Kocası köle idi. Berîre kendini (kocadan ayrılmayı) tercih etti. Urve der ki: “Kocası hür olsaydı, Aleyhissalâtu vesselâm Berîre´yi muhayyer bırakmazdı.”[66]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis 281 numarada (1. cilt, s. 495) ve 4077-4078 numaralı hadislerde açıklandı ve kaynakları da gösterildi. Oralara müracaat edilsin.
2- Burada şunu ilave edelim: Bazı rivayetler, İslamî dönemde cariyelerden ilk mükâtebeyi yapanın Berîre olduğunu söyler. Erkeklerden de ilk mükâteb Selman Fârisî veya Ebu´l-Müemmil (radıyallahu anhüm) olmalıdır.
İbnu Hacer´in kaydına göre Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan sonra ilk defa mükâtebe yapan Ebu Umeyye Mevlâ Ömer´dir, onu da Sîrîn Mevla Enes takip etmiştir. Hadise çok yaygın olmasa bile, halifeye başvurup zorla bu hakkı kullanacak derecede hükmünün kölelerce bilinmesi, kölelerin kültür seviyesini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. [67]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/545-548.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/549.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/549.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/550.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/551.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/551.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/551-552.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/552-553.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/553.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/553.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/554.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/554.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/5.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/5.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/6.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/6.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/7.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/7.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/8.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/9.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/9.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/9.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/9-10.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/11.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/11.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/12.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/12-13.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/13.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/13.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/14.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/14.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/14-15.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/15.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/15.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/15-16.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/16.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/16-17.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/17.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/17-18.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/18.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/18-19.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/19.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/19.
[44] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/20.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/20.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/21.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/21.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/21.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/22.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/22.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/22.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/22-24.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/25.
[54] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/25-26.
[55] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/26.
[56] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/27.
[57] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/27.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/27-28.
[59] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/29.
[60] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/29.
[61] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/29.
[62] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/29-30.
[63] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/30.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/30-31.
[65] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/31.
[66] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/31.
[67] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/31. –