İLİM BÖLÜMÜ
UMUMÎ AÇIKLAMA
BİRİNCİ FASIL
ÂLİMLERİN FAZİLETİ
İKİNCİ FASIL
İLME TEŞVİK
ÜÇÜNCÜ FASIL
İLİM ÂDABI
DÖRDÜNCÜ FASIL
İLİM VE ÖĞRENME ÂDABI
BEŞİNCİ FASIL.
HADÎS RİVAYETİ VE NAKLİ
ALTINCI FASIL
HADÎSıN YAZILMASI
UMUMÎ AÇIKLAMA
YEDİNCİ FASIL
İLMİN KALDIRILMASI
İLİM BÖLÜMÜ
(Bu bölümde yedi fasıl vardır)
BİRİNCİ FASIL
ÂLİMLERİN FAZİLETİ
İKİNCİ FASIL
İLME TEŞVİK
ÜÇÜNCÜ FASIL
İLİM ÂDÂBI
DÖRDÜNCÜ FASIL
İLİM ÖGRETME ÂDÂBI
BEŞİNCİ FASIL
HADİS RİVAYETİ VE NAKLİ
ALTINCI FASIL
HADİSİN YAZILMASI
YEDİNCİ FASIL
İLMİN KALDIRILMASI
UMUMÎ AÇIKLAMA
Son zamanlarda ilim çağı, ilim cemiyeti gibi tabirler yaygınlık kazandı. İnsanlığın ortak otomasyon devrini de bırakıp ilim çağına geçtiği, geleceğin insanlığının ilim cemiyeti meydana getireceği söylenmektedir.
Bütün bu ifadeler ilmin ehemmiyetini vurgulamaya yöneliktir. İlim her devirde insanlık için gerekli olmuş, ilimle mücehhez insanlar ve cemiyetler, ilmen geri olanlara dâima üstünlüklerini korumuşlardır. Eğer, insanlık tarihi, ilim mikyasıyla bir taksime tabi tutulacak ve illa da bir ilim devrinden bahsedilecekse, kanaatimizce bunu Kur´an vahyi ile başlatmak gerekir. Beşeriyete “Oku!” diye başlayan risalet-i Muhammediye böyle bir devreyi başlatmış, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ” (Zümer 9); “Allah içinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin…” (Mücadele 11) gibi pek çok âyetlerle ilmin yüceliğine dikkat çekmiş, dünyayı isteyene de, âhireti isteyene de, hem dünya hem âhiret her ikisini de isteyene hep ilmin kesbedilmesini tavsiye etmiştir.
İslam dışı dünya, ilme olan ciddî ve alarmant çağrısını son yıllarda ele alarak geleceğin bir ilim çağı olacağını söylemiştir.
Bu Umumi Açıklama kısmında, ilim mevzuunda söylenmesi gereken hususları, kitabımızın birinci cildinde 402-469. sayfaları arasında genişce işlediğimiz için oraya atıf yapmakla yetiniyoruz.[1]
BİRİNCİ FASIL
ÂLİMLERİN FAZİLETİ
ـ4102 ـ1ـ عن أبي أمامة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]ذُكِرَ لِرَسُولِ اللّهِ # رَجَُنِ عَابِدٌ وَعَالِمٌ. فقَالَ: فَضْلُ الْعَالِمِ عَلى الْعَابِدِ كَفَضْلِي عَلى أدْنَاكُمْ[. أخرجه الترمذي وصححه .
1. (4102)- Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a biri âbid diğeri âlim iki kişiden bahsedilmişti.
“Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir” buyurdu.” [Tirmizî, İlm 19, (2686).][2]
ـ4103 ـ2ـ وفي رواية له: ]ثُمَّ قَالَ: إنَّ اللّهَ تَعالى وَمََئِكَتَهُ وَأهْلَ السَّمَواتِ وَأهْلَ ا‘رْضِ حَتّى النَّمْلَةَ فِى جُحْرِهَا وَالْحِيتَانَ فِي الْبَحْرِ يُصَلُّونَ عَلى مُعلِّمِ النَّاسِ الخَيْرَ[ .
2. (4103)- Yine Tirmizî´nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “…Aleyhissalâtu vesselâm sonra buyurdular ki: “Allah Teâlâ Hazretleri, melekleri, semâvat ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur.” (Hadis Tirmizî´nin aynı babındadır.)[3]
AÇIKLAMA:
1- Burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Aliyyu´l-Kârî´nin açıklamasına göre, âbid´le farz ibadetlerini yapabilecek kadar ilmi olup, kâmil şekilde ibâdetini yapan kimseyi; âlimle de, ibadetlerini eksiksiz yapmakla birlikte ulûm-ı şer´iyyeyi iyi bilen kimseyi kastettiğini belirtir.
2- Âlimin şerefce âbide üstünlüğü, Resulullah´ın şerefce en âmi bir sahâbîye üstünlüğüne teşbih edilmiştir. Aliyyu´l-Kârî der ki: “Burada Aleyhissalâtu vesselâm ilmin faziletini beyanda, mübâlağa üslübuna yer vermiştir. Zira, “…benim, en âlanıza üstünlüğüm gibidir” demiş olsaydı, bu ifade de ilmin fazilet ve şerefini belirtmede kâfi idi…”
3- Aliyyu´l-Kârî hadiste geçen meleklerle Arş´ın hamelesi olan meleklerin kastedildiğini, arz ehli tabiriyle insanlar, cinler, hayvanlar, bütün canlıların kastedildiğini söyler.
4- Hadiste geçen يُصَلُّونَ ´yi “mağfiret duasında bulunur” diye tercüme ettik. Ancak “her çeşit hayır ve bereket talebinde bulunurlar” diye de anlamak muvafıktır.
5- “Hayır öğreten” ibaresindeki hayırdan öncelikle kastedilen şeyin din ilmi olduğu belirtilmiştir. Çünkü hem dünyada istikamete, hem de âhirette kurtuluşa vesiledir. Dolayısıyla her iki dünyanın da saadeti herşeyden önce dinin öğretilmesine ve öğrenilmesine bağlıdır. Günümüzde “çalışmak da ibadettir” diye ibadeti istiskal edici sözleri müslümanlar söylemezler. “Farz ibadetlerini yapanların meşru çalışmaları da ibadettir” dendiği takdirde dinimize uygun bir söz olur. Farzlarını yapmadan yapılan çalışmalar meşru bile olsa nursuzdur veya nuru güdüktür. Âhirete intikal eder mi bilemeyiz. Zira Cenâb-ı Hakk “.Âhireti bildikleri halde dünyayı ona tercih ederler” (İbrahim 3) mealindeki âyette âhirete inandığı halde âhiret için çalışmayı ihmal eden, yani “ailemin nafakası için çalışmam da ibadettir” fetvayı fasidesi ile kendini aldatıp farzları terkeden kimseleri kasdetmiş olmalıdır. Nitekim bir başka âyette “ailenizin rızkını kazanmak ibadetinizin terkini meşru kılmaz” irşadında olmak üzere Hakîm ve Kerîm olan Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “(Herkesin rızkını veren benim, benim yarattıklarım için herhangi bir) rızık vermelerini taleb etmiyorum, (başkalarını) doyurmalarını da istemiyorum (ben onları bana ibâdet etmeleri için yarattım), rızkı veren, o pek çetin kuvvet sâhibi Allah´ın kendisidir” (Zâriyât 57-58).
6- Şârihlerimiz şu hususa da dikkatlerimizi çekerler: Hadîste dikkat çekilen mağfiret duası´na liyakat kasbedebilmek için öğretme işi “hayır” la kayıtlanmıştır. Yani her öğretici, hadîste vaadedilen hayra, berekete mazhar değildir, arz ve semâ ehlinin duasına layık değildir. “Hayır” öğreten buna layıktır. Hayır ise, kişiyi kurtuluşa götüren şeydir, Allah rızası için yapılan iştir.
7- Bu rivayet, efdaliyet sebebine de işâret etmektedir: İlmin hayrı yaygındır, sonsuzca sirâyet eder, ibâdetin hayrı kısadır, onu yapanla sınırlıdır, çünkü ilm nuru başkasına da geçen peygambere benzetilmiştir.[4]
ـ4104 ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: فَقِيهٌ وَاحِدٌ أشَدُّ عَلى الشَّيْطَانِ مِنْ ألْفِ عَابِدٍ[. أخرجه الترمذي .
3. (4104)- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Tek bir fakih, şeytana bin âbidden daha yamandır.” [Tirmizî, İlim 19, (2083).][5]
AÇIKLAMA:
Burada fakîhin şeytan tarafından çok zor aldatılacağı ifâde edilmektedir. Çünkü fakih ilmiyle şeytanın aldatmalarına, iğvalarına kapılmaz, üstelik halka hayrı emreder, şeytanın hileleri hususunda halkı aydınlatır.
Bin rakamından murad, kesret yani çokluktur. “Ne kadar çok olursa olsun âbidlerin aldatılmasında şeytan zorluk çekmez´ ma´nâsındadır. Âlimler bunun sebebini şöyle açıklar: “Çünkü şeytan, insanlara ne zaman bir heva kapısı açar ve kalplerinde bir kısım şehvetleri uyandırır ve câzip hale getirirse onun hîlelerini bilen fakîh, doğru yolda gitmek isteyen, hayrı taleb eden sâlihlere şeytanın açtığı bu kapıyı kapatmanın yollarını öğretir ve böylece şeytanı hüsrana uğratır, gayesini boşa çıkarır. Âbid ise, ibadetle meşguliyeti sebebiyle, şeytanın hîlelerinden gâfil olabilir.” Şevkânî bazılarınca zayıf sayılan şu hadîsi kaydeder: “Allah indinde din ilmi kadar faziletli bir şey yoktur. Tek bir fakih, şeytana bin âbidden daha yamandır. Her şeyin bir direği vardır. Bu dinin direği fıkıhtır.” Sehavî, farklı tariklerden geldiği için, el-Makâsıd´da, “hadîsin güçlendiğini” söylemiştir.[6]
ـ4105 ـ4ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سُئِلَ النَّبِىُّ #: أيُّ النَّاسِ أكْرَمُ عِنْدَ اللّهِ تَعالى؟ قالَ: أكْرَمُهُمْ عِنْدَ اللّهِ أتْقَاهُمْ قَالُوا: لَيْسَ عَنْ هذَا نَسألُكَ. قالَ: فَيُوسُفُ نَبِيُّ اللّهِ ابْنُ نَبِيِّ اللّهِ ابْنِ خَلِيلِ اللّهِ. قَالُوا: لَيْسَ عَنْ هذَا نَسْألُكَ قَالَ: فَعَنْ مَعَادِنِ الْعَرَبِ تَسْألُونِى؟ قَالُوا:
نَعَمْ. قَالَ: فَخِيَارُهُمْ فِي الجَاهِلِيَّةِ خَيَارُهُمْ فِي ا“سْمِ إذَا فَقِهُوا[. أخرجه الشيخان .
4. (4105)- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a Allah indinde en efdal insanın kim olduğu sorulmuştu: “Allah indinde en kıymetlileri en muttaki olanlardır!” buyurdular. “Biz bunu sormadık!” demeleri üzerine: “Öyleyse o, Halîlullah´ın oğlu, Nebiyyullah´ın oğlu Nebiyyullah´ın oğlu Yusuf´tur” buyurmuştu. Yine itirazla: “Hayır, bunu da sormadık” dediler. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Siz bana Arap hanedanlarından mı soruyorsunuz ” dedi. “Evet (Ey Allah´ın Resûlü!)” dediler. “Onların cahiliye dönemindeki hayırlıları, fıkıh öğrendikleri takdirde, İslâm´da da en hayırlılarıdır!” cevabını verdi.” [Buhârî, Enbiya 8, 14, 19, Menâkıb 1, 25, Tefsir, Yusuf 1; Müslim, Fezâil 168, (2378).][7]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a, “Allah indinde en kıymetli (ekrem) kimse” sorulunca, Hucurat suresinin 13. âyetinde geçen اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّهِ اَتْقيكُمْ âyetine muvafık olarak: “İnsanların Allah indinde en kıymetlisi, en muttakî olanıdır” diye cevap veriyor.
2- Hadîste Hz. Yusuf´un fazîleti de dile getirildikten sonra mesele hânedanlara geliyor. Gerçi hadîste madenler tabiriyle meseleye temas ediliyor. İbnu Hacer, burada mâdenler kelimesiyle “kendilerine intisab ve iftihar edilen kökler (ecdâd)ın kastedildiğini” belirtir. “Bunu der, madenler olarak ifade etti, zira onlarda muhtelif istidatlar mevcuttur. Mamafih, onları madenlere benzetmesi, onların şeref kapları olmalarındandır, tıpkı mâdenlerin cevher kabı oldukları gibi.”
İbnu Hacer, hadîste şerefin dört kısımda beyan edildiğine dikkat çeker.
1) En efdal kimse, hem cahiliyede hem de İslâm´da şeref sahibi olandır. Bunların cahiliye devrindeki şerefleri hem kendilerinde, hem de ecdadlarında beğenilen vasıfların bulunmasından ileri gelen güzel hasletleri taşımalarındandır. İslâm´daki şeref ise, şer´an güzel olan hasletleri taşımalarından ileri gelir.
2) İkinci derecede yüce olan, öncekine din ilminde derinlik (tefakkuh) ilave etmesini bilendir. Bunun mukabili, cahiliyede şerefli olup, İslâm´da (yeni bir haslet ilave etmeden) eski şerefini devam ettirendir. Bu ise şerefte en düşük mertebedir.
3) Üçüncü kısım: Cahiliyede şerefli olmadığı halde İslâm´da şerefli olan ve fıkıh (ilim) elde edendir. Bundan düşüğü, İslâm´la şereflenmekle kalıp ilim elde etme şerefini ilave etmeyendir.
4) Dördüncü kısım: Cahiliyede şerefli olup İslâm´la şereflenendir. Bu, bir öncekinin altındadır. Eğer fıkıh öğrenirse onun mertebesi cahil şerefliden üstün olur.
3- Hadis, cahiliyeden çıkıp, İslâm´a giren cemiyetlerde şeref statüsünün değişeceğini, eski şerefin korunmasının ve hatta daha da yüceltilmesinin mümkün olduğunu, bunun öncelikle ilme bağlı olduğunu ifade etmekle, ilim iktisabına teşvik etmektedir.[8]
ـ4106 ـ5ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: نِعْمَ الرَّجُلُ الْفَقِىهُ فِى الدِّينِ إنِ احْتِيجَ إلَيْهِ نَفَعَ، وَإنْ اسْتُغْنِى عَنْهُ أغْنَى نَفْسُهُ[. أخرجه رزين .
5. (4106)- Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Dinde fakîh (bilgili) olan kimse ne iyi kimsedir! Kendisine muhtaç olununca faydalı olur. Kendisine ihtiyaç olmayınca ilmini artırır.” [Rezîn tahric etmiştir.][9]
ـ4107 ـ6ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ أحْيَا سُنَّةً مِنْ سُنَّتِي أُمِيتَتْ بَعْدِي فَقَدْ أحَبَّنِي، وَمَنْ أحَبَّنِي كَانَ مَعِي[. أخرجه رزين .
6. (4107)- Yine Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim, benden sonra öldürülmüş olan bir sünnetimi ihya ederse beni seviyor demektir. Beni seven de benimle beraberdir.” [Rezîn tahric etmiştir] [10]
ـ4108 ـ7ـ وعن أبي الدرداء رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولَ: مَنْ سَلَكَ طَرِيقاً يَطْلُبُ بِهِ عِلْماً سَلَكَ اللّهُ بِهِ طَرِيقاً مِنْ طُرُقِ الْجَنَّةِ. وَإنَّ المََئِكَةَ لَتَضَعُ أجْنِحَتَهَا رِضىً لِطَالِبِ الْعِلْمِ، وَإنَّ الْعَالِمَ لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَواتِ وَمَنْ في ا‘رْضِ وَالْحِيتَانُ فِي جَوْفِ المَاءِ، وَإنَّ فَضْلَ الْعَالِمِ عَلى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ عَلى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ، وَإنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ ا‘نْبِيَاءِ، وَإنَّ ا‘نْبِيَاءَ لَمْ يُورِّثُوا دِينَاراً وََ دِرْهَماً وَلكِنْ وُرِّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أخَذَهُ أخَذَهُ بِحَظِّ وَافِرٍ[. أخرجه أبو داود، وهذا لفظه، والترمذي .
7. (4108)- Ebu´d-Derda radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şöyle dediğini işittim: “Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sülûk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmiş demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semâvat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir.” [Ebu Dâvud, İlm 1, (3641); Tirmizî, İlm 19, (2683); İbnu Mâce, Mukaddime 17, (223).][11]
AÇIKLAMA:
1- Bu Resûlullah´ın ilmi tafdîl sadedinde beyan buyurduğu mühim hadîslerden biridir. İçerisinde ilmi ve âlimi tafdil edici değişik hususlara yer verilmektedir.
* İlm için yola çıkana Allah cenneti kolaylaştırmaktadır.
* Melekler, ilim tâlibine tâzim göstermektedir.
* Arz ve semada mevcut bütün hayat sahipleri tâlib-i ilme rahmet duası okumaktadırlar.
* İlim ibadetten fevkalâde üstündür, kamerin yıldızlara üstünlüğü gibi…
* Âlimler peygamberlerin vârisleridir.
* İlim elde eden, dünyada elde edilebilecek nasiblerin en ziyadesini elde etmiştir.
2- Meleklerin kanatlarını koyması ne demektir Bu hususta âlimlerimiz birkaç yorum getirmişlerdir:
* Bir açıklamaya göre, bundan maksad hakkını tâzim, ilmini tevkîrdir (büyükleme). Zira başka âyette aynı tâbir bu ma´nâda kullanılmıştır. “Anne ve babana acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger” (İsra 24).
* Bazı âlimler: “Kanat koymadan maksad yanına inmek için uçmayı terketmektir” demişlerdir. Nitekim hadîste “Allah´ı zikreden bir grup varsa mutlaka melekler sarar ve onları rahmet bürür” buyurulmuştur.
* Bazı âlimler: “Bunun ma´nâsı, ilim tâlibini, üzerinde, dilediği memlekete, istediği hedefe götürüp ulaştırmak için kanatları açıp yaymaktır” demişlerdir.
* Keza: “Bunun ma´nâsı, ilim talebinde tâlibe yardım ve çalışmasını kolaylaştırmaktır” dahi denmiştir.
3- Denizlerde balıklar(a varıncaya kadar bütün canlılar)ın âlime istiğfar etmesi mevzuunda Hattâbî der ki: “Allah Teâlâ hazretleri, balık ve sâir bütün hayvanlar hakkında onların faydaları, maslahatları rızıklarıyla ilgili bir ilmi âlimlerin dillerine koydu. Böylece hayvanlar hakkındaki haramlar, helaller nelerdir, onlar açıklamaktadır, hangi şeyler lehlerine ve faydalarınadır, hangi şeyler aleyhlerine ve zararlarınadır, insanlara âlimler bildirmekte, onlara iyilik yapılmasını, zarar vermekten kaçınılmasını vs. hep âlimler tavsiye etmekte, öğretmektedir. Buna binâen Allah, -kendilerine ülemânın bu şefkatle hizmetlerine bir karşılık olarak- istiğfar etmelerini hayvanlara ilham etmiş olmaktadır.”
4- Âlimlerimiz, bu hadîste beyan edilen fazîlete, farzları ve müekked sünnetleri yerine getiren ilim tâlibi ve âlimlerin mazhar olacağını, dünyevî maksadlarla ilim yapanların mazhar olamayacağını belirtmede ittifak ederler. Keza âbid´den de murad, ibadetinin sahih olmasını sağlayacak gerekli ilme sahip olan, boş vakitlerini nâfile ibadetle geçirmek suretiyle kendisinde âbidlik galebe çalan kimsedir.
5- el-Kâdı der ki: “Resûlullah´ın âlimi kamere, âbidi de yıldıza benzetmesinde şu incelik var: İbadetin kemal ve nuru âbidden başkasına geçmez, hep kendinde kalır, halbuki âlimin nuru başkasına geçer.”
6- Hadîste peygamberlerin dirhem ve dinar bırakmayacakları belirtilmiştir. Bunlarla dünyanın fâni olan her şeyi ifâde edilmiştir. Zira dirhem, “gümüş”; dinâr da “altın” para demektir. Bu iki şey bir değer birimi olmaları haysiyetiyle bütün dünyalıkları temsîl ederler. Bunların zikri diğerlerini sayıp dökmeye müstağni kılar. Resûller bu fâni dünyalıklardan ancak zaruret miktarında almışlar ve ölümlerinde de paylaşılacak herhangi bir maddi miras bırakmamışlardır, tâ ki insanlar, onların tevarüs edilebilecek dünyalık peşinde oldukları vehmine kapılmasınlar.
7- Son olarak, Resûllullah (aleyhissalâtu vesselâm), ilmî bir nasîbin fevkalâde bir bereket, dünyalıkla ölçülemeyecek kadar ziyade bir hayır olduğunu belirtmekte ve bu bolluğa ermek isteyenleri teşvîk etmiş bulunmaktadır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ilme olan bu övgülerini dünyaya ve tekniğe bakan ilim açısından ele alsak dahi doğruluğunu te´yidden kendimizi alamayız: Yeni bir teknik, yeni bir ilaç, yeni bir formül gibi, ma´lûma ilave edilen yeni bir ilmî tefevvuk sahiplerine, hem ferd ve hem de millet olarak şerefler ve üstünlükler kazandırmaktadır. Bugün “Nobel kazananlar”; “süperler”; “zengin ve ileri memleketler” hep ilimde öncülüğü elinde tutan fertler ve milletlerdir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ondört asır önce söylenmiş bu sözleri bile tek başına bir mucize ve nübüvvetinin hak olduğuna bir delil olmaktadır.[12]
İKİNCİ FASIL
İLME TEŞVİK
ـ4109 ـ1ـ عن حميد بن عبدالرحمن قال: ]سمعت معاوية رَضِيَ اللّهُ عَنْه يقول: سمعت رسول اللّه # يقول: مَنْ يُرِدِ اللّه بهِ خَيْراً يُفَقِّهْهُ فِي الدِّينِ[. أخرجه الشيخان وأخرجه الترمذي عن ابن عباس .
1. (4109)- Humeyd İbnu Abdirrahmân anlatıyor: “Hz. Muâviye (radıyallahu anh)´ı işittim demişti ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şöyle söylediğini işittim: “Allah kimin için hayır murad ederse onu dinde fakih kılar.” [Buhârî, Farzu´l-Humus 7, İlm 13, İ´tîsâm 10; Müslim, İmâret 98, (1038), Zekât 98, 100, (1038); Tirmizî, İlm 1, (2647).]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Buhârî´deki vechi bazı ziyadeler ihtiva eder. Şöyle ki: “Allah kimin için hayır murad ederse onu dinde fakih kılar. Ben taksim ediciyim, esas veren Allah´tır. Bu ümmet Allah´ın emrini yerine getirmeye (Kıyamete kadar) devam edecektir. Allah´ın emri (Kıyamet) gelinceye kadar muhalifleri, ümmetime zarar veremiyecekler.”
2- İbnu Hacer bu hadisin üç hüküm ihtiva ettiğini belirtir.
* Dinde tefakkuh (ilim sahibi olma)nın fazileti.
* İlmi veren gerçekte Allah´tır.
* Bu ümmetten bazıları kıyamete kadar daima hak üzere olacaktır.
Devamla der ki: “Birincisi ilimle ilgili bölüme muvafıktır, ikincisi, sadakalarla ilgili kısma muvafıktır. Bu sebeple de Müslim, hadisi Zekât bölümünde tahric etmiştir. Buhârî de Humus bölümünde tahric etmiştir. Üçüncüsü, Eşrâtu´s-Sa´at (Kıyametin Alametleri) ile ilgili bölümde zikredilmeye muvafıktır, nitekim Buhârî, hadisi İ´tîsâm bölümünde de tahric etmiştir, zira hadiste müçtehidin hiçbir vakit eksik olmayacağı hükmü mevcuttur.”
3- Kıyamete yakın geleceği belirtilen Allah´ın emrinden murad, kalbinde az da olsa iman bulunan herkesin ruhunu kabzedecek olan bir rüzgardır. Kıyamete yakın böyle bir rüzgarla mü´minler teslim-i ruh ettikten sonra geriye şerirler hayatta kalacak ve Kıyamet onların tepesine yıkılacak, Kıyametin korkunç hadisâtını ceza olarak onlar yaşayacaklardır.
4- Hadis, fıkıh ilminin sadece iktisabla olmayacağını, ilaveten Allah´ın lütfunun tecellisiyle olacağını ifade etmektedir. Bu da, her halde ilmin Allah rızası için talebi şartına bağlıdır. Selefi tekzib etmek, dil uzatmak gayesiyle fıkıh öğrenmeye çalışanlara ilâhî rahmetin hiç bir zaman açılmayacağı söylenebilir, çünkü niyette ihlas mevcut değil.
Âlimlerimizin anladığına göre hadis, ihlasla tefakkuh edip Allah´ın rahmetine mazhar olacakların, bu ümmet-i merhume´den Kıyamete kadar eksik olmayacağını ifade etmektedir.
5- Buhârî, bu grubu, sünneti bilenlerin teşkil ettiğinde cezmetmiştir. Ahmed İbnu Hanbel: “Bunlar ehl-i hadis değilse, başka kim olur bilemem!” demiştir. Kadi İyaz: “Ahmed İbnu Hanbel, bu sözüyle ehl-i sünneti ve ehl-i hadis mezhebine itikad edenleri kastetmiştir” der.
Nevevî de şu kanaattedir: “Bu taifenin Allah´ın emrini yerine getiren çeşitli mü´min fırkalar olması muhtemeldir: Mesela mücahid, fakih, muhaddis, zâhid, emr-i bi´lmaruf, nehy-i ani´lmünker yapanlar gibi her çeşit hayra koşanlardan her biri bu taife olabilir. Ayrıca, bunların bir mekanda olmaları da şart değil. Bir arada olmaları da, her tarafta dağınık bulunmaları da caizdir. Keza bu taifelerden bir kısmının olup bir kısmının olmaması da caizdir, bu hayır fırkalarının yeryüzünden birer birer tükenerek en sona tek bir fırkanın kalması da caizdir. İşte, bunların hepsi inkıraz buldu mu Alah´ın emri (rüzgar) gelecektir.”
6- İbnu Hacer der ki: “Bu hadisin ifade ettiği mefhum şudur: Kim dinde tefakkuh etmezse yani İslam´ın esaslarını ve bu esasların gerektirdiği teferruatı (furû´u) öğrenmezse hayırdan mahrum kalır.” Bu ma´nâya delil olarak hadisin Ebu Ya´la´da gelen bir vechindeki ziyadeyi kaydeder: “Kim dinde tefakkuh etmezse Allah ona kıymet vermez.” İbnu Hacer, hadisin sened yönüyle zayıf olduğunu, ancak ma´nânın sahih bulunduğunu belirtir ve: Zira der, kim dinin meselelerini bilmezse ne fakih (bilgili) olur, ne de fıkıh tâlibi. Böylece “Onun için hayır murad edilmemiştir” diye tavsif etmek muvafık olur. Bu durumda, ülemânın diğer insanlara karşı üstünlüğünün açık bir şekilde ifade edilmiş olduğu görülmektedir.[13]
ـ4110 ـ2ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولِ اللّهِ #: مَنْ خَرَجَ فِي طَلَبَ العِلْم فَهُوَ فِي سَبِيلِ اللّهِ حَتّى يَرْجِعَ[. أخرجه الترمذي .
2. (4110)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır.” [Tirmizî, İlm 2, (2649); İbnu Mâce, Mukaddime 17, (227).][14]
AÇIKLAMA:
Resulullah bu hadislerinde ilim talebi için mü´minleri seyahate çıkmaya teşvik buyurmaktadır. Bilhassa Resulullah devrinin şartlarında seyahat hem meşakkatli ve hem de hayati muhâtaraları (riskleri) olan bir iştir. Bu zahmet ve muhâtarayı göze aldıracak pek mergub sebeplere, muknî teşviklere ihtiyaç vardı. Hadis, tefsir, siyer, tarih gibi rivayete dayanan ilimlerin gelişmesinde seyahatler zaruri idi. İslam medeniyetinin planlayıcısı ve mimarı mesabesinde olan Aleyhissalâtu vesselâm bu çeşit teşvikleri çokça yapmış ve böylece Sahâbe, Tâbiîn ve Etbâuttâbiîn ve müteakip İslam nesilleri seyahate gereken ehemmiyeti vererek İslamî ilimlerin tedvinini ve İslam medeniyetinin teşekkül ve terakkisini gerçekleştirmişlerdir.
Seyahatin ehemmiyetini müslümanların nazarında tesbit eden bir de Kur´ânî âmili yeri gelmişken hatırlatabiliriz: Kehf suresi 65-82 âyetleri arasında Hz. Musa´nın Hz. Hızır ile seyahat macerası hikaye edilir. Özetle Hz. Musa, “Sana öğretileni bana, hayra götüren bir ilim olarak öğretmen için, peşinden gelebilir miyim ” diyerek izin alır; deniz aşırı bir seyahata çıkarlar, gemiye binerler, köylere uğrarlar vs…
Aleyhissalâtuu vesselâm’ın seyahate teşvikleri, ülemânın seyahatleri, seyehatlerle elde edilen neticeler gibi, mevzumuzu ilgilendiren bir kısım tefferruatı birinci cilt 133-144 sayfaları arasında incelediğimiz için burada kısa kesiyoruz. .[15]
ـ4111 ـ3ـ وفي أخرى له عن سخبرة مرفوعاً: ]مَنْ طَلَبَ العِلْمَ كَانَ كَفَّارَةً لِمَا مَضى[.
3. (4111)- Yine Tirmizî´nin Sahbere (radıyallahu anh)´tan kaydına göre, Aleyhissalâtu vesselâm: “Kim ilim taleb ederse, bu işi, geçmişteki günahlarına kefaret olur” buyurmuştur.” [Tirmizî, İlim 2, (2650).][16]
AÇIKLAMA:
1- Bazı âlimler, buradaki ilimden maksadın amel edilecek şer´î ilim olduğunu söylemiştir. Hadiste “ilim” mutlak geldiği gibi, “Allah rızası için”, “ümmet-i merhumenin maslahatları için” gibi başka kayıtlar da muvafıktır. Sû-i niyetle veya sırf dünyevî niyetle öğrenilen ilim şerî ilim de olsa kişiye fayda getirmez. Esas olan niyettir.
2- Aliyyü´l-Kârî´ye göre, hadiste dikkat çeken bir husus, hadisin, kefaret veya hudud gerektiren bir kısım günahlara da şâmil olacak bir üslubla mağfireti zikretmiş olmasıdır. Halbuki Kur´an ve bir kısım meşhur sünnetle sabittir ki bazı günahları temizlemenin yolu had cezası veya kısas veya maddî kefarettir. Öyle ise, ilim talebini, “küçük günahlara karşı kefarettir” diye kayıtlı olarak anlamak daha muvafıktır. Nitekim ülemâ: “Zâhire göre, kefâret:
* Ya küçük günahlara,
* Veya tedariki bulunmayan hukukullah´a.
* Veya tedariki mümkün olmayan hukuku´l-ibad´a hastır” demiştir. Bu durumda ma´nânın şöyle olması muvafıktır: “İlim talebi, kişinin günahlarına kefaret olacak, tevbe, işlenen zulmün telafisi vs. gibi şeylerin hepsine vesiledir.[17]
ـ4112 ـ4ـ وعن عقبة بن عامر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: تَعلَّمُوا قَبْلَ الظَّانِّينَ، يَعْنِي قَبْلَ الَّذِينَ يَتَكَلّمُونَ بِالظَّنِّ[. أخرجه رزين وعلقه البخاري .
4. (4112)- Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Zancılardan önce, ilim öğrenin yani zanlarıyla konuşanlardan önce.” [Rezin tahric etmiştir. Buharî de bunu bir bab başlığında muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir. (Ferâiz 2).][18]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Buhârî´deki aslında, bu söz merfu değil, Ukbe İbnu Âmir´inşahsî sözü olarak )قَال عُقْبَةُ بْنُ عَامِر( kaydedilmiştir.
2- İbnu Hacer, bu rivayeti açıklama sadedinde der ki: “Bu rivayette şu hususa işaret vardır: O asrın insanları, nass karşısında duruyorlar, onu tecâvüz etmiyorlardı. Bazılarından re´ye dayanan fetva nakledilse de bu, nisbeten azdı. Hadiste, re´ye göre konuşanların çoğalmasından hâsıl olacak fenalıklara karşı bir ihbar, bir inzar (korkutma) mevcuttur.” Şu da söylenmiştir. “Bu hadisin muradı, “Daha ilim indirâs etmemiş ve bir ilme dayanmadan zannına göre konuşanlar çıkmamış iken…” demektir.[19]
ـ4113 ـ5ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسولُ اللّهِ #: تَعَلّمُوا الْفَرَائِضَ وَالْقُرآنَ وَعَلّمُوا النَّاسَ فَإنِّي مَقْبُوضٌ[. أخرجه الترمذي، وعن ابن مسعود بمعناه.وزاد رزين: »وإنَّ مَثَلَ الْعَالِمِ الَّذِي َ يَعْلَمُ الْفَرَائِضَ كَمَثَلِ البُرْنُسِ الَّذِي َ رَأسَ لَهُ« .
5. (4113)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ferâizi ve Kur´an´ı öğrenin ve halka da öğretin, zira benim ruhum kabzedilecek (ve ben aranızdan gideceğim).” [Tirmizî, Ferâiz 2, (2092).] İbnu Mes´ud (radıyallahu anh)´tan aynı ma´nâda bir rivayet yapılmıştır.Rezin şu ziyadede bulunmuştur: “Ferâizi bilmeyen âlimin misâli, baş kısmı olmayan bürnus gibidir.”[20]
AÇIKLAMA:
1- Ferâiz, “farîza”nın cem´idir. Kesmek ma´nâsına olan farz kelimesinden alınmadır. Âyet-i kerimede geçen نصِيباً مَفْرُوضاً ibaresinden alınarak, mirastaki pay ma´nâsına kullanılmıştır. Şu halde Ferâiz miras taksiminde vârislere düşen paylar demek olur. Böylece Ferâiz ilmi deyince, bu payların miktarlarını belirleyen, tesbit eden, bu meselelerle meşgul olan ilmi anlamak gerekecek.
2- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadiste ferâiz ilmini öğrenmeye teşvik buyurmaktadır. Buna teşvik eden başka hadisler de var. İbnu Mes´ud´un bir rivayetinde Aleyhissalâtu vesselâm şöyle devam eder:
“Ben gidici bir kimseyim. Bu ilim kaldırılacak. Öyle ki iki kişi ferâiz hususunda ihtilafa düşecek. Ancak, aralarında ihtilafı halledecek bir kimse bulamayacaklar.” Bir başka hadiste: “Ferâizi öğrenin. Zira o, ilmin yarısıdır. Bilesiniz ümmetimden ilk çekip alınacak ilim de odur.”
Ferâizle ilgili bölümde fazla açıklama gelecek (4706-4757. hadisler).[21]
ـ4114 ـ6ـ وعن أبي سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسولُ اللّهِ لَنْ يَشْبَعَ مُؤْمِنٌ مِنْ خَيْرٍ يَسْمَعُهُ حَتّى يَكُونَ مُنْتَهَاهُ الْجَنَّةَ[. أخرجه الترمذي .
6. (4114)- Ebu Sâid (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mü´min, sonu cennet oluncaya kadar hayır işitmekten asla doymayacak.” [Tirmizî, İlm 19, (2687).][22]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, kâmil mü´minin bir vasfını beyan ediyor: Öğrenmeye doyamamak… لَنْ Arapçada devam üzere nefy ifade eder. Müntehası cennet olmak, “ölmek” demektir. Yani, “mü´min-i kâmil, ölüp cennete girinceye kadar hayır işitmekten asla doymayacak, hayatta kaldığı müddetçe, son ânına kadar hayır işitmekten zevk almaya devam edecek” demektir.[23]
ـ4115 ـ7ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رسولُ اللّهِ #: الْكَلِمَةُ الْحِكْمَةُ ضَالَّةُ الْمُؤْمِنِ فَحَيْثُ وَجَدَهَا فَهُوَ أحَقُّ بِهَا[. أخرجه الترمذي .
7. (4115)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hikmetli söz mü´minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, onu hemen almaya ehaktır.” [Tirmizî, İlm 19, (2688).][24]
AÇIKLAMA:
1- Hikmet, birçok ma´nâya gelen câmi bir sözdür. Burada da farklı anlamalar mümkündür. Mesela İmam Mâlik اَلْفِقْهُ فِى الدِّينِ “din ilmi” olarak anlar. Âyet-i kerime´de Cenâb-ı Hakk: “Allah hikmeti dilediğine verir” (Bakara 269) buyurur. Hikmeti: “Temelleri nakil ve akılla sağlam kılınmış, içerisinde dakik hakikatlar bulunan ve ma´nâları kargaşa, hata ve fesaddan korunmuş söz” diye de tarif etmişlerdir.
2- Hikmetli söz diye tercüme ettiğimiz tabir, aynı ma´nâda olmak üzere كَلِمَةُ الْحَكْمَةُ veya اَلْكَلِمَةُ اْلحِكْمَةُ gibi farklı şekillerde rivayet edilmiştir.
Bu hadisten şu ma´nâlar çıkarılmıştır:
* Hakîm, hikmeti arar, bulursa, hikmete ehaktır, başka bir deyişle onunla amel edip, ona uymaya ehaktır.
* Hikmetli sözü, bazan ona ehil olmayan bir kimse de söyleyebilir. Sonra bu kelime ehil olana rastlar, işte bu kimse, o kelimeye -yanında bulmuş olduğu kimsenin hasisliğine iltifat etmeksizin- söyleyenden ehaktır.
* İnsanlar, ma´nâları anlamada, gizli hakikatları ortaya çıkarmada, rümuzlarla ifade edilen esrarı açmada farklılıklar arzederler. Öyleyse, âyetlerin hakikatlarını ve hadislerin inceliklerini anlamakta nâkıs kalanların, Allah´ın anlayış fehmettiği ve tahkik ilham ettiği kimseleri inkara kalkışmamaları gerekir. Tıpkı, kaybolan bir mal bulunacak olsa, kayıp sahibi ile o mal hususunda ihtilaf edilmediği gibi. Zira malı, sahibi alır, itiraz edilmez.
Veya bir kayıp mal bulunsa, bu terkedilmez, alınır, ancak sahibi araştırılır ve kendisine iade edilir. İşte dinleyici de böyledir. Ma´nâsını anlamadığı, künhüne vâkıf olamadığı bir söz işitse, o kimseye buna zayi etmemesi, bilakis kendinden daha anlayışlı olana ulaştırması gerekir, ola ki o bunu anlar, veya onun anlamadığı ma´nâlar istinbat eder.
Veya nasıl ki, yitik sahibini yitiğini almaktan alıkoymak helal olmaz, zira o buna ehaktır. Aynı şekilde âlime bir şeyin ma´nâsı sorulduğu zaman gizlemesi buna helal olmaz, yeter ki soranda bunu anlama kapasitesi görmüş olsun.[25]
ـ4116 ـ8ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: الْعِلْمُ ثََثَةٌ، وَمَا سِوَى ذلِكَ فَهُوَ فَضْلٌ: آيَةٌ مُحْكَمَةٌ، أوْ سُنَّةٌ قَائِمَةٌ، أوْ فَرِيضَةٌ عَادِلَةٌ[. أخرجه أبو داود .
»اŒية المحكمةُ« هي التي اشتباه فيها و اختف وما ليس بمنسوخ.»وَالسُّنَّةُ الْقَائِمَةُ« هي الدائمة المستمرة التي العمل بها متصل يترك.»وَالفَرِيضَةُ العَادَلَةُ« هي التي جور فيها و حيف في قضائها .
8. (4116)- İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İlim üçtür. Bunlardan fazlası fazilettir. Muhkem âyet, kâim sünnet, âdil taksim.” [Ebu Dâvud, Ferâiz 1, (2285); İbnu Mâce, Mukaddime 8, (54).][26]
AÇIKLAMA:
1- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sağlam ve gerçek ilmin üç olduğunu ifade buyuruyor:
* Muhkem âyet: Kur´an-ı Kerim´in müteşâbih olmayan, ma´nâsı zâhir olan âyeti. Bu âyette herhangi bir iştibah, ihtilaf olmadığı gibi mensuh da değildir. Bu çeşit âyetler kesin ilim ifade eder.
* Kâim sünnet: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan beri fâsılasız amel edilegelmekte olan, herkesçe fiilen tatbik edilmekte, yaşanmakta olan sünnet, “Resulullah´tan sıhhatli bir senetle sahih ve sâbit olan sünnet” diye de tarif edilmiştir.
* Adil farîza´dan maksad, Kur´an-ı Kerim´de belirtilen nisbetlere uygun olarak taksim edilen miras payıdır. Burada ilâhî ölçüye uyulduğu için haksızlık mevzubahis olamaz. Herkese layık olduğu hakkı Allah vermiştir. Bazı âlimler şöyle der: “Hadiste geçen farîza´dan murad kendisiyle amel vacib olan her şeydir, âdile´den murad daKur´an ve sünnetten alınan şeylere vücub-i amel hususunda müsâvî olan şeylerdir. Bununla, icma ve kıyas´a işaret edilmiş olmaktadır.”
2- “Fazlası fazilettir” ibaresi, geri kalan ilimlerin öğrenilmesi zaruret değil, öğrenilmese de olur, öğrenilirse fazilet sağlar demektir.
3- Hattâbî der ki: “Bu hadiste ferâiz öğrenmeye teşvik var ve onun öğrenilmesinin öncelikle ele alınması istenmektedir. Muhkem âyet, Kitabullah´tır. Bu hususta ihkam (sağlamlık) şart koşmuştur. Zira âyetlerden bir kısmı mensuhtur, onlarla amel edilmez, nâsih olanlarla amel edilir. Kâim sünnet Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan rivayet edilenlerden sâbit olanlardır.” el-Farîzatu´l-âdile hakkında az önce kaydettiğimize yakın bir açıklama kaydetmiştir.[27]
ـ4117 ـ9ـ وعن أبي واقد الليثي قال: ]بَيْنَا رسولُ اللّهِ # جالِسٌ في المَسْجِدِ إذْ أقْبَلَ ثََثَةُ نَفَرٍ فَأقْبَلَ اثْنَانِ إلى رسولِ اللّهِ # فَوَقَفَا عَلى رَسولِ اللّهِ #، فَرَأى أحَدُهُمَا فُرْجَةً فِى الْحَلْقَةِ فَجَلَسَ، وَجَلَسَ اŒخَرُ خَلْفَهُمْ، وَأمَّا الثَّالِثُ فَذَهَبَ مُدْبِراً فَلَمَّا فَرَغَ رسولُ اللّهِ # قَالَ: أَ أُخْبِرُكُمْ عَنْ النَّفَرِ الثََّثَةِ؟ أمَّا أحَدُهُمْ فَآوَى إلى اللّهِ فَآوَاهُ اللّهُ، وأمَّا اŒخَرُ فَاسْتَحْيَا فَاسْتَحْيَا اللّهُ مِنْهُ، وَأمَّا اŒخَرُ فَأعْرَضَ فَأعْرَضَ اللّهُ تَعالى عَنْهُ[. أخرجه الثثة والترمذي.الفصل الثالث: في آداب العلم
9. (4117)- Ebu Vâkid el-Leysî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mescidde otururken üç kişi çıktı geldi. İkisi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a yönelerek önünde durdular. Bunlardan biri, bir aralık bularak hemen oraya oturdu. Diğeri de onun gerisine oturdu. Üçüncü kimse ise, geri dönüp gitti.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (dersinden) boşalınca buyurdular:
“Size üç kişiden haber vereyim mi Bunlardan biri Allah´a iltica etti, Allah da onu himayesine aldı. Diğeri istihyada bulundu, Allah da onun istihyasını kabul etti. Üçüncüsü ise geri döndü, Allah da ondan yüz çevirdi.” [Buhârî, İlm 8, Salât 84; Müslim, Selam 26, (2176); Muvatta, Selam 4, (2, 960, 961); Tirmizî, İsti´zan 29, (2725).][28]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin bazı vecihlerinde Resulullah´ın önünde bir halka olduğu tasrih edilir. Ve buna dayanılarak ilim ve zikir meclislerinin halka şeklinde olmasının müstehab olduğuna hükmedilmiştir.
2- Hadisten, önde olanın, boş yere oturmaya ehak olduğu, halkadaki boşlukları kapamanın müstehab olduğu istinbat edilmiştir. Nitekim namazda da saflardaki açıklıkların kapatılması emredilmiştir. Öndeki boşlukların kapatılması için arkadakilerin cemaati yararak ilerlemesi caiz görülmüştür, yeter ki oturanlar rahatsız edilmesin. Nitekim ikinci zat, cemaat edebine uyarak, yer aramamış, arka kısma oturuvermiştir. Aleyhissalâtu vesselâm da onu: “O, Allah´tan istihya etti (utanarak edeb tavrı takındı). Allah da onun bu utanma halini rızasına muvafık bularak kabul etti.” ma´nâsında beyanıyla takdir etmiştir.
İbnu Hacer, birinci zâtın davranışı ile ilgili olarak: “Hayır arama yolunda müzâheme (sıkıştırma) yapana övgü vardır” der. Ancak müzâheme yapmayıp arkadaşının gerisindeki müsait yere oturan da takdir edilmiştir.
Hadiste takbîh edilen davranış üçüncü şahsın davranışıdır: İlim (veya zikir) meclisini terketmek. O meclisten, Allah da ondan yüz çevirmiştir. Allah´ın ondan yüz çevirmesi, ona gadab etmesi, rahmetini esirgemesidir.
Âlimler: “Bu ayrılış özürsüz ise, ayrılan müslüman ise…” diye kayıtlar. Ancak o kimsenin münafıklardan biri olabileceği belirtilmiştir.
3- Âlimler, hadisten: “Günahkarın halini, ondan zecretmek maksadıyla, haber vermenin caiz olduğu” hükmünü de çıkarırlar ve bunun gıybet sayılması gerektiğini belirtirler.
4- Hadis, âlimlerin mescidde zikir ve ilim halkaları kurmalarının, halkın da bu halkalara devam etmesinin faziletli bir amel olduğunu ifade edip teşvikte bulunmaktadır.[29]
ÜÇÜNCÜ FASIL
İLİM ÂDABI
ـ4118 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ سُئِلَ عَنْ عِلْمٍ فَكَتَمَهُ أُلْجِمَ بِلِجَامٍ مِنْ نَارٍ[. أخرجه أبو داود والترمذي، وهذا لفظه.والمراد بذلك العلم الذي يلزم تعليمه ويتعين فرضه ككافر يسأل عن ا“سم والدين، وكحديث عهد با“سم يسأل عن الصة، وكمن جاء مستفتياً في حل وحرام فيلزمه تعليمه وجوابه. ومن منعه استحق الوعيد، وليس ا‘مر كذلك في نوافل العلم التي يلزم تعليمها .
1. (4118)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu ketmedip söylemezse (kıyamet günü) ateşten bir gem ile gemlenir.” [Ebu Dâvud, İlm 9, (3658); Tirmizî, İlm 3, (2651).][30]
AÇIKLAMA:
Bu ilimden maksad öğretilmesi gereken, farz olduğu açıkça bilinen ilimlerdir. Sözgelimi kâfir, İslam ve din hakkında bir şeyler sorsa bunun ketmedilmemesi gerekir. Keza yeni müslüman olmuş bir kimse namaz hakkında soracak olsa veya bir kimse gelip, haramhelal hakkında soracak olsa bütün bunların cecvaplanması, öğretilmesi gerekir. Bildiği halde bunları cevaplamayan hadisteki tehdide müstehak olur. Ancak hüküm, öğretilmesi gerekmeyen nafile şeyler hakkında böyle değildir.[31]
ـ4119 ـ2ـ وعن سهل بن سعد رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: وَاللّهِ ‘نْ يُهْدَى بِهُدَاكَ رَجُلٌ وَاحِدٌ خَيْرٌ لَكَ مِنْ حُمْرِ النَّعَمِ[. أخرجه أبو داود .
2. (4119)- Sehl İbnu Sa´d (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Vallahi, senin hidayetinle bir tek kişiye hidayet verilmesi, senin için kıymetli develerden müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır.” [Ebu Dâvud, İlm 10, (3661); Buhârî, Ashabu´n-Nebi 9; Müslim, Fedâilu´l-Ashâb 34, (2046).][32]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet Buhârî´de daha uzun olarak kaydedilmiştir. Mezkur rivayetteki ziyadeye göre, hadis, Hz. Ali (radıyallahu anh)´a Hayber´in fethi sırasında söylenmiştir. Fedâil bölümünde (4407) geleceği için burada yer vermiyoruz.
2- Na´am, “en´âm”ın müfredidir, sığır, davar, gibi otlatılan hayvanların müşterek ismi ise de daha ziyade deve kastedilmiştir. Humru´nna´am devenin güçlüsü kıymetlisi demektir, el-ibilü´lhumru tabiriyle arap, en enfes malını ifade etmiştir. Şu halde hadiste, bir kişinin hidayetine sebep olmanın ehemmiyeti, getireceği sevap böyle bir teşbihle ifade buyrulmuştur. Ma´nâ: “Bir kişinin hidayetine vesile olmakla elde edeceğin sevap, en kıymetli malı tasadduk ederek elde edeceğin sevaptan daha üstün” demek olur.[33]
ـ4120 ـ3ـ وعن أبي هارون العبدي قال: ]كُنَّا نَاتِي أبَا سَعِيدٍ الْخُدَرِيَّ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ فَيَقُولُ مَرْحَباً بِوَصِيَّةِ رَسُولِ اللّهِ #، إنَّ رَسُولَ اللّهِ # قاَلَ لَنَا: إنَّ النَّاسَ لَكُمْ تَبَعٌ، وَإنَّ رِجَاً يَأتُونَكُمْ مِنْ أقْطَارِ ا‘رْضِ يَتَفَقَّهُونَ فِي الدِّينِ. فَإذَا أتَوْكُمْ فَاسْتَوْصُوا بِهِمْ خَيْراً[. أخرجه الترمذي وضعفه .
3. (4120)- Ebu Hârun el-Abdî anlatıyor: “Biz Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh)´a uğradık. O bize: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın (bize) vasiyetine merhaba” (derdi ve ilave ederdi): Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) demişti ki: “İnsanlar (dinde) size tabidirler. Size (aktar-ı âlemden yani) dünyanın her tarafından bir kısım erkekler gelip İslam dinini öğrenecekler. Onlar geldikleri vakit, onlara hep hayrı tavsiye edin.” [Tirmizî, İlm 10, (3661).][34]
AÇIKLAMA:
Burada, Ebu Sa´îdi´l-Hudrî´nin hadis vs. öğrenmek üzere, kendisine uğrayan tâliblere Resulullah´ın vasiyeti diye hitab ettiğini görmekteyiz: “Ey Resulullah´ın vasiyetleri! Hoş geldiniz, merhaba, buralarda rahat olasınız!” ma´nâsında bir hoşâmedî hitabı.
Niye böyle hitab ettiğini de açıklıyor. Çünkü Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm), vefatından sonra İslam´a giren nice diyarlardan insanların, dinlerini öğrenmek üzere Daru´ssünne olan Medine´ye veya sünnetin hameleleri durumunda olan Ashab-ı kirâm´a fevç fevç geleceklerini haber vermiş, bu taliblere iyi davranmalarını vasiyet etmiş, “Sizler sünneti benden gördünüz, sözlerimi işittiniz, öğreniniz, o hususlarda bana uydunuz. İnsanlar bunları öğrenmek üzere size gelince, siz de onlara iyi davranın, hayrı tavsiye edin, hayra uymayanlarını emredin, onlara nasihat edin, dini eksiksiz öğretin” ma´nâsında vasiyette bulunmuştur. Gerçekten de Resulullah´ın bu ihbarı aynen çıkmıştır. Hatta el-Alâî: “Bu, Efendimizin mucizelerinden biridir, aynen olmuş, bu sayede Allah dinini korumuştur” der.
Bu hadiste, hariçte olanlara, dini öğrenmek üzere Medine´ye, Ashab´a koşmak emredildiği gibi, Ashab´a da bu gelenlere karşı iyi davranmaları, anlayışlı olup hüsn-ü kabul göstermeleri, iyi ağırlamaları tavsiye edilmiş olmaktadır.
Aleyhissalâtu vesselâm´ın bu vasiyeti, sadedinde olduğumuz rivayette de görüldüğü üzere gerçekten müessir olmuştur. Münâvî der ki: “Bazı sahâbeler, kendisine bir tâlib gelince, ona: “Hoş geldin Resulullah´ın vasiyeti!” diye hitab ederdi. Hadisten bilistifade, tâlib´in kendi katında insanların en azizi olduğunu, kendine ehlinden daha yakın bulunduğunu kabul ederdi. Bu sebeple, selef ülemâsı hayatlarında ve ölümlerinden sonra halka faydalı olacak bir talebe avlayabilmek için içtihad ağları atarlardı. Ayrıca, talebelerine karşı fevkalâde mütevâzi davranırlar. Onlar yanlarına geldikleri zaman hoşâmedî ederler, ikramlarda bulunurlar, hal ve hatırlarını sorarak gönüllerini alırlar, güler yüzle muamelede bulunurlardı.
Görüldüğü üzere, Resulullah´ın bu tavsiyesi, İslam memleketlerinde talebelerin himayesine, onların hocalarıyla olan münasebetlerinin iyileşmesine müessir olmuş, ilmin artmasına, medeniyetimizin gelişmesine fevkalâde katkıda bulunmuştur. Evet tekrar ediyoruz, insanlık tarihinin iftihar edeceği İslam medeniyetinin birinci mühendis ve mimarı Resulü Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)´dır. Onun fiil ve sözleri, bu medeniyetin pek detaylı bir planını ve sonra da yapı taşlarını teşkil etmiştir[35]. عَلَيْهِ وَعَلَى اَلِهِ وَاَصْحَابِهِ مِنَّا اَكْمَلُ السََّمِ وَاَطْيَبُ التَّسْلِيمَاتِ
ـ4121 ـ4ـ عن يزيد بن سلمة الجعفي قال: ]قُلْتُ يَا رَسولَ اللّهِ إنِّي سَمِعْتُ مِنْكَ حَدِيثاً كَثِيراً أخَافُ أنْ يُنْسِىَنِي أوَّلَهُ آخِرُهُ فَحَدِّثْنِي بِكَلِمَةٍ تَكُونُ جِمَاعاً. فَقَالَ: اِتَّقِ اللّهَ فِىمَا تَعْلَمُ[. أخرجه الترمذي. وزاد رزين: ]وَاعْمَلْ بِهِ[ »يُقَالُ كَلِمَةُ جِمَاعٍ« إذَا جمعت كلمات .
4. (4121)- Yezîd İbnu Seleme el-Cûfî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah´ın Resulü! dedim, ben senden pek çok hadis işittim. Ancak bunlardan, sonradan işittiklerimin, önceden işittiklerimi unutturacağından korkuyorum. Bana (hepsinin yerini tutacak) câmî bir kelime söyle!”
“Bildiklerinde Allah´a karşı müttakî ol (bu sana yeter)!” buyurdular.” [Tirmizî, İlm 19, (2684).]
Rezîn şu ziyadeyi yaptı: “…ve onunla amel et!”[36]
AÇIKLAMA:
Burada Resûlullah, istikamet üzere olmak için çok ilim gerekmediğini, az ilimle de insanın istikametini koruyabileceğini talim buyurmaktadır. Zira, hadise göre, istikametin temelini, ilim değil Allah korkusu teşkil etmektedir. Gerçek bu değil mi Dinimizin haramlarını, farzlarını bilmeyen çıkar mı Ya bunları yerine getirenler İşte bunlar az. Elbette ilmin getireceği kemal inkâr edilemez. Ama o da âmil olanadır. Bildikleriyle amel eden kişi ilimle kemâle ulaşır, her amelini mükemmel yapar ama, ameli olmayan kimseye ilim, ikinci bir vebal getirir. Şu halde öncelikle esas olan Allah´tan korkup amele koşmaktır.[37]
ـ4122 ـ5ـ وعن ربيعة بن أبي عبدالرحمن قال: ]َ يَنْبَغِي لِمَنْ عِنْدَهُ شَىْءٌ مِنَ الْعلْمِ أنْ يُضَيِّعَ نَفْسَهُ[. أخرجه البخاري تعليقاً.
5. (4122)- Rebî´a İbnu Ebî Abdirrahmân der ki: “Yanında bir miktar ilim olan kimseye, nefsini zayi etmesi münasib düşmez.” [Buhârî bab başlığında kaydetmiştir. (İlim 21).][38]
AÇIKLAMA:
1- Buhârî bu hadisi “İlmin kalkması, cehaletin zuhur etmesi” diye başlıklanmış bir babta muallak olarak kaydeder. Bu bab, esas itibariyle ilme teşvik için tanzim edilmiştir. Çünkü ilmin kalkması demek, Ulemanın yok olması, yerine âlimin yetişmemesi demektir. Değilse ilim, insanlara unutturulmak veya kalplerinden sökülüp alınmak suretiyle cemiyetten çıkacak değildir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) muhtelif hadislerinde, ilme himmet gösterilmesi, Ulemanın yetiştirilmesi hususunda dikkat çekmek, bunun ehemmiyetini duyurmak için “ilmin kaldırılacağı” “çekip alınacağı” tehlikelerinden bahsetmiştir. Nitekim müteakiben yedinci fasılda ilmin kaldırılmasıyla ilgili bazı hadisler göreceğiz.
2- Sadedinde olduğumuz hadis maktu bir hadistir. Çünkü, kâili (söyleyeni) Medine´nin meşhur fakihlerinden Rebi´atu´r-Re´y´dir. Tâbiin´ dendir. Hz. Enes (radıyallahu anh) ve başka sahabîlerden hadis almıştır. İçtihadla fazla meşgul olduğu için Rebîatu´r-Re´y diye meşhur olduğu söylenir. 133-142 yılları arasında vefat etmiştir. Sünneti iyi bilen re´yde dirayetli bir kimse idi. İmam Mâlik: “Rebî´a´nın vefat ettiği günden beri fıkhın tadı kalmadı” demiştir.
3- İbnu Hacer, Rebî´a´nın bu sözden kasdettiği şey hususunda birkaç vecih kaydeder:
* Kimde ilim için bir anlayış ve kabiliyet varsa, ona, nefsini ihmal etmesi ve ilimle meşguliyeti terketmesi yakışmaz, tâ ki, bu hal ilmin kalkmasına müeddi olmasın.
* Veya maksadı, ehli yani liyakatliler arasında ilmin neşrine teşviktir, tâ ki âlim, ilmi başkasına aktarmadan önce ölmesin, zira bu suretle de ilim ortadan kalkmış olur.
* Veya muradı, âlimin kendini ortaya çıkarması, herkese arzetmesi ve başkalarının kendinden ilim almasını sağlamasıdır, tâ ki, ilmi (kendi ölümüyle) zayi olup gitmesin.
* Şöyle diyen de olmuştur: “Bundan muradı ilmi tazim ve ona saygıdır. Öyleyse nefsini dünyalığa arzederek alçaltmamalıdır.”[39]
DÖRDÜNCÜ FASIL
İLİM VE ÖĞRENME ÂDABI
ـ4123 ـ1ـ عن عكرمة أن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]حَدِّثِ النَّاسَ مَرَّة في الْجُمْعَةِ فَإنْ أبَيْتَ فَمَرَّتَيْنِ، وَإنْ كَثَّرْتَ فَثَثاً، وََ تُمِلَّ النَّاسَ هذَا الْقُرآنَ. وََ أُلْفِيَنَّكَ تَأتِي الْقَوْمَ وَهُمْ فِي الْحَدِيثِ مِنْ حَدِيثِهِمْ فَتَقُصَّ عَلَيْهِمْ فَتَقْطَعَ عَلَيْهِمْ حَدِيثَهُمْ فَتُمِلَّهُمْ، وَلكِنْ أنْصِتْ. فإذَا أمَرُوكَ فَحَدِّثْهُمْ وَهُمْ يَشْتَهُونَهُ. وَانْظُرِ السَّجْعَ مِنَ الدُّعَاءِ فَاجْتَنِبْهُ، فَإنِّي عَهِدْتُ رَسولَ اللّهِ # وَأصْحَابَهُ َ يَفْعَلُونَ ذلِكَ[. أخرجه البخاري .
1. (4123)- İkrime rahimehullah anlatıyor: “İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) dedi ki: “İnsanlara haftada bir kere hadis konuş. Buna uymazsan iki kere olsun. Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakın halkı şu Kur´an´dan usandırma! Halk kendi meselelerini konuşurken, senin onlara gelip, sözlerini keserek, bir şeyler anlatıp onları bıktırdığını görmeyeceğim. Onlar konuşurken sus ve dinle. Onlar sana gelip “Konuş!” diye talebte bulununca, istiyorlar demektir, o zaman konuşursun. Dua´da seci meselesine dikkat et ve ondan kaçın. Zira ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Ashab-ı Kirâm´ın devrinde yaşadım, bunu yapmıyorlardı.” [Buharî, Da´avât 20).][40]
AÇIKLAMA:
1- Burada halkı irşad ve talimde mühim bir edeb beyan edilmektedir: Haftada bir çok kere değil, en ziyade üç kere irşad etmek. Normali bir defadır. Sebebi de açıklanmaktadır: Usandırmamak..
2- İkinci bir husus, tâlib olmayan, istek izhâr etmeyene de tahdiste bulunmamak, İbnu Hacer buna mekruh der.
3- Hadis, ayrıca insanların konuşmalarını keserek talimde bulunmayı da yasaklıyor. Âlimler buradan hareketle “ilim, isteyene, hırs gösterene öğretilmelidir” demiştir. Öyleyse, ilmi neşredenler, önce öğrenmeye arzu uyandırıcı tedbirler almalı, arzuların uyanacağı fırsatları kollamalı, ondan sonra anlatmaya geçmelidir. Bu durumlar göz önüne alınmadan yapılacak neşr-i ilim faaliyeti nefret uyandırır, akim kalır.
4- Hadis, bir de duada secî denen nesirde kafiyemsi ses benzerlikleri kullanmayı yasaklamaktadır. Zira bunda bir gayr-ı tabiîlik (tekellüf) vardır. Ayrıca secî yapacak kelimeler ma´nâ yönünden kısırlık, zıtlık getirebilir.Bu sebeplerle ne Resulullah, ne ashab, secîye özenmemişlerdir. Ancak tabiî şekliyle, kendiliğinden vâki olan secînin mekruh olmayacağı, burada belirtilen yasağa girmeyeceği de kabul edilmiştir. Nitekim hadiste bunun örnekleri var. Biri şöyle: “Allahümme münzilü´l-Kitab,serî´u´lhisâb, hâzimu´l-ahzâb. “Ey kitabı indiren, hesabı çabuk yapan, hizibleri dağıtan Allahım!…”
Ezherî der ki: “Secîli sözü Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın mekruh kılışının sebebi, onun kâhinlerin sözlerine benzemesidir.”[41]
ـ4124 ـ2ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]حَدِّثُوا النَّاسَ بِمَا يَعْرِفُونَ أتُحِبُّونَ أنْ يُكَذَّبَ اللّهُ وَرَسُولُهُ[. أخرجه البخاري .
2. (4124)- Hz. Ali (radıyallahu anh) demiştir ki: “İnsanlara anlayacakları şeyleri anlatın. Allah ve Resulünün tekzib edilmelerini ister misiniz ” [Buhârî, İlm 49.][42]
ـ4125 ـ3ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]مَا أنْتَ بِمُحَدِّثٍ قَوْماً حَدِيثاً َ تَبْلُغُهُ عُقُولُهُمْ إَّ كَانَ لِبَعْضِهِمْ فِتْنَةً[. أخرجه مسلم .
3. (4125)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) diyor ki: “Sen bir cemaate akıllarının almayacağı bir şey söylersen mutlaka bu, bir kısmına fitne olur.” [Müslim, Mukaddime 5.][43]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Ali burada, muhatabın anlayacağı şeylerle irşad yapmayı, anlayamayacakları şeylerden bahsetmemeyi emretmektedir. Hadisin bir başka vechinde ” وَدَعُوا مَايُنْكِرُونَ.. . “Anlaşılması zor olacak şeyleri de terkedin” denmiştir.
2- Âlimler bu hadisten hareketle “müteşâbih” meselelerin ulu orta halka açıklanmasını mekruh addetmişlerdir.
İbnu Hacer, bir kısım hadislerin tahdis edilmesini (anlatılmasını) mekruh addeden Selef´ten örnekler verir:
* Ahmed İbnu Hanbel, zâhiri sultana isyan etmeyi ifade eden hadisleri;
* İmam Mâlik, Cenab-ı Hakk´ın sıfatlarıyla ilgili hadisleri;
* Ebu Yusuf, garâibe giren hadisleri;
* Hz. Ebu Hüreyre de halkın anlayamayacağı endişesiyle bir kısım hadisleri rivayet etmediğini söylemiştir ki bunların Huzeyfe (radıyallahu anh) tarafından rivayet edilen fitne ile ilgili rivayetler olduğu kabul edilmiştir.[44]
* Hasan Basrî hazretleri, Hz. Enes (radıyallahu anh)´ın Resulullah´ın Ureynelilere verdiği cezaya müteallik haberi Haccâc´a anlatmasını hoş karşılamamıştır. Zira Haccâc, müslümanların kanını ölçüsüzce dökmede onu esas almış, hiç bir fıkhî usule uymayan hükümler çıkarmıştır.
Rivayet edilip edilmeyecek meseleyi tesbitte ölçü, hadisin zâhirinin bid´ayı takviye etmesidir. Aslında, bu çeşit hadislerde zâhir murad değildir. Bu çeşit hadislerin zâhirini almaya kalkılacağından korkulduğu durumlarda, o hadisleri (veya meseleleri) rivayet etmemek daha iyidir.[45]
BEŞİNCİ FASIL
HADÎS RİVAYETİ VE NAKLİ
ـ4126 ـ1ـ عن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: نَضَّرَ اللّهُ امْرَأً سَمِعَ مِنَّا شَيْئاً فَبَلَّغَهُ كَمَا سَمِعَهُ فَرُبَّ مُبَلِّغٍ أوْعَى مِنْ سَامِعٍ[. أخرجه الترمذي وصححه.»نَضَرَ اللّهُ اَمراً« بتخفيف الضاد وتشديدها معناه: حسنه وجمله .
1. (4126)- İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Benden bir şey işitip onu (artırıp eksiltmeden) işittiği şekilde başkasına ulaştıran kimsenin (Kıyamet günü) Allah yüzünü taze kılsın. Zira, kendisine ulaştırılan öyleleri var ki, bizzat işitenden daha iyi kavrar.” [Tirmizî, İlm 7, (2658).][46]
ـ4127 ـ2ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قَالَ رسولُ اللّهِ # بَلِّغُوا عَنِّي وَلَوْ آيَةً، وَحَدِّثُوا عَنْ بَنِي إسْرَائِيلَ وََ حَرَجَ، وَمَنْ كَذَبَ عَلَيَّ مُتَعَمِّداً فَلْيَتَبَؤَأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ[. أخرجه البخاري والترمذي.قوله »حَدِّثُوا عَنْ بَنِى إسْرَائِيلَ وََ حَرَجَ« ليس فيه إبَاحة الكذب في اخبار عنهم ورفع ا“ثم عمن نقل عنهم كذبا، ولكن معناه الرخصة في الحديث عنهم على معنى البغ وإن لم يتحقق ذلك بنقل ا“سناد ‘نه أمر تعذر لبعد المسافة وطول المدة.
2. (4127)- Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir âyet bile olsa benden başkasına götürün. Benî İsrail (hikayelerin)den de rivayet edin, bunda bir mahzur yok. Ancak kim bile bile bana yalan nisbet ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.” [Buharî, Enbiya 50; Tirmizî, İlm 13, (2671).][47]
AÇIKLAMA:
1- Bu iki rivayet, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, Ashabını hadis rivayetine yapmış olduğu teşviklere örnek teşkil etmiştir. Şeriat-ı garramızın ikinci kaynağı olarak hadisin ehemmiyetine mütenasib bir ciddiyet ve ısrarla Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hadislerin öğrenilmesine ve rivayet edilmesine gereken ihtimamı göstermiştir.
2- Birinci hadis, yapılacak rivayetlerin aslına uygun olması gereğini vurgulamaktadır. Anlamasa bile, nasıl işitti ise öyle rivayet etmesi istenmekte, doğrudan dinleyen, yeterince anlamamış olsa bile kendisine ulaştırılanın ondan daha iyi anlayabileceğine dikkat çekilmektedir. Bu sonuncu ifade dahi, asla uygunluğa riayeti sağlamaya yöneliktir.
Resulullah´ın hadislerini rivayette, en mühim hususlardan biri asla uygunluktur. Âlimler lafzî rivayeti, manevi rivayete üstün kabul etmiştir. Ancak, manen rivayete de cevaz verilmiştir, çünkü hadisler, Kur´an vahiyleri gibi Resulullah´ın sıkı kontrolü altında yazdırılmadı.
3- İkinci hadiste farklı bir husus, İsrailiyat´ın rivayetine cevazdır. Zira İsraili hikayelerde bir kısım ibretler var. Bu hikayelerin asla uygunluğu oldukça meşkuk bir durum arzeder. Bunlar zaman içinde uydurulmuş da olabilir. Bu, uydurma olma ihtimaline rağmen, Resulullah´ın onları rivayet etmeye müsaade etmesi yalan rivayetlere ruhsat verme değildir. Uydurma hadis rivayet etmenin hükmü de hadiste belirtilmiştir.
Şu halde, İsrailî olduğu belirtilerek yapılan rivayetler “yalanı rivayet etme”nin şümulüne girmeyecektir.
4- Resulullah´a yalan nisbeti yasaklayan rivayet çoktur ve mütevatirdir. Belki de en çok sahabe tarafından rivayet edilme şerefine bu hadis ermiştir. Resulullah´ın “işittiğiniz şekliyle rivayet edin” emriyle, “Bana yalan nisbet eden cehennemdeki yerini hazırlasın” tehdidini birleştiren, pek çok sahabeyi, Resulullah´tan duyduklarımı rivayet ederken aynıyla rivayet edemez miyim, kendimden bir kelime mi katarım veya bir kelime eksik mi bırakırım, böyle olunca Resulullah´a yalan nisbet etmiş duruma mı düşerim diye fevkalâde ciddi endişeye sevketmiş rivayet hususunda kendi kendini frenlemeye, az rivayet etmeye -ve hatta Saîd İbnu Zeyd örneğinde olduğu üzere- hiç rivayette bulunmamaya sevketmiştir.
Bu çeşit durumlar, bizim hadise karşı olan güvenimizi artırmaktadır. Zira bunlar bir taraftan Resulullah´ın tedbirini, diğer taraftan Ashab´ın bu tedbirlere riayetini göstermektedir.
5- İbnu Hacer, İsrâilî hikayelerden rivayet izninin muahhar ve hatta, ahkamın ve dînî kaidelerin istikrar bulmasından sonraya rastladığını, daha önce fitne endişesiyle onlardan rivayet ve hatta kitaplarını okumasının dahi yasaklandığını belirtir.
6- “Mahzur yoktur” ibaresi ile şu manaların kastedildiği belirtilmiştir.
* Onlardan işittiğiniz acib şeylere kalbiniz daralmasın, bu onların başına sıkça vâki olmuştur.
* Onlardan anlatmanızda da bir mahzur yok. Zira önceki حَدِّثُوا ifadesi emir sîgasıdır ve vücub ifade eder. Şu hade bu sîga ile vücub kastedilmediğine “…mahzur yoktur” ibaresiyle işaret edilmiştir.
* Bundan murad, onların hikayelerini anlatan kimsenin kullanacağı kötü kelimeler sebebiyle hatıra gelecek mahzurun ondan kaldırıldığını ifade eder. Mesela ayette, onların Hz. Musa´ya söyledikleri “Sen ve Rabbin, ikiniz gidin ve savaşın biz burada kalacağız” (Mâide 24) sözlerini nakil böyledir, benzeri edebsizliklerini naklide mahzur yok demektir.
* Benî İsrâil´den murad, bizzat İsrâil´in çocuklarıdır. Bunlar da Hz. Yakub´un evlatlarıdır. Böyle olunca murad, “Onların babaları Yusuf (aleyhisselâm)´la olan kıssalarını anlatın” olur. Ancak bu tevilin en uzak tevil olduğu belirtilir.
* İmam Mâlik der ki: “Bundan murad onların güzel hallerinin anlatılmasının cevazıdır. Yalan olduğu bilinenlerin rivayeti caiz değildir.”
* “Onlardan, Kur´an ve sahih hadiste gelmiş olan meselelerini tahdis edin” demektir.
* Onların hikayesi, inkıtâ, belâğ her ne suretle vâki olduysa öyle rivayete cevazdır, çünkü onları rivayette ittisal kurmak mümkün değildir. Ancak İslamî ahkâmı tesbit eden rivayetler böyle değil. Zira bunları rivayette asıl olan, ittisaldir. Öbürü, zamanca uzaklık sebebiyle ittisal mümkün değil ise, beriki zamanın yakınlığı sebebiyle ittisal mümkündür.
* İmam Şâfiî der ki: “Malum olduğu üzere, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yalan haberin rivayetini tecviz etmez. Öyleyse ma´nâ: “Benî İsrail´den yalan olduğunu bilmediklerinizi rivayet edin. Size tecviz edilenlerin onlardan rivayet edilmesinde sizin için bir mahzur yoktur. Bu Resulullah´ın şu sözüne benzer: “Ehl-i kitap size bir rivayette bulunursa onları ne tasdik edin ne de tekzib.” Sıdkı kesin olan şeylerin söylenmesi hususunda ne yasaklama, ne de izin vârid olmadı.”
7- Ehl-i sünnet ülemâsı, Resulullah´a yalan nisbet etme karşısında tavizsiz olmada ittifak eder ve büyük günahlardan addeder. Şeyh Ebu Muhammed el-Cüveynî daha da ileri gidip, Resulullah´a yalan nisbet etmeye küfür hükmünü vermiştir. Ebu Bekr İbnu´l-Arabî de buna meyletmiştir. Başta Kerramiye olmak üzere sapık fırkalara mensup bazıları, dinî umura hizmet, sünnet ehlininin yolunu güçlendirmek, tergib ve terhibe yardımcı olmak gibi gayelerle Resulullah´a yalan nisbet etmenin caiz olduğunu söylemiş ve şöyle bir gerekçe ileri sürmüşlerdir: “Bu hususta vaîd, Resulullah´ın aleyhindeki yalan hakkında vârid oldu, lehindeki yalan için değil. İbnu Hacer der ki: “Bu bâtıl bir gerekçedir, zira vaîd Aleyhissalâtu vesselâm´dan yalan nakil hakkında gelmiştir, lehinde veya aleyhinde diye bir ayırım yoktur. Dinimiz ise, Allah´a hamdolsun kâmildir, yalanla tamamlanacak bir eksik yönü yoktur. Takviye görmek için yalana, bâtıla muhtaç değildir.[48]
ـ4128 ـ3ـ وعن محمود بن الربيع رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]عَقَلْتُ مِنْ رَسُولِ اللّهِ # مَجَّةً مَجَّهَا فِي وَجْهِي مِنْ دَلْوٍ مِنْ بِئْرٍ كَانَتْ فِى دَارِنَا وَأنَا ابْنُ خَمْسِ سِنِينَ[. أخرجه الشيخان .
3. (4128)- Mahmud İbnu´r-Rebî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ben beş yaşlarımda iken, evimizin kuyusunun kovasından ağzına aldığı suyu yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum.” [Buhârî, İlm 18; Müslim, Mecâcid 54 (33).][49]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisi Buhârî “Çocuğun hadis dinlemesi ne zaman sahih olur” adını taşıyan bir babta kaydeder. Öyleyse hadis, çocuğun daha büluğa ermezden önce hadis dinleyebileceğini ve dinlediği hadisin muteber addedilmesi için bülûğun şart olmadığını ifade etmektedir. Aksi takdirde beş yaşında görülen bir hadisenin bilahare rivayeti makbul olmamalı idi.
Ancak şunu belirtelim ki bu husus biraz ihtilaflıdır. Yahya İbnu Maîn, hadis dinleme yaşını en az onbeş kabul eder, delil olarak henüz büluğa ermemiş olan İbnu Ömer´in Uhud savaşına alınmayışını gösterir. Bu görüş Ahmed İbnu Hanbel´e ulaşınca: “Hayır, işittiğini aklında tuttu mu hadis dinler; İbnu Ömer hadisesi savaşla ilgilidir” der.
Hatibu´l-Bağdâdî el-Kifâye´de küçük yaşta öğrendiklerini sonradan rivayet eden ve muhaddislerce makbul addedilen zevattan örnekler verir.
Muhaddisler arasında esas olan görüş de budur: Temyiz halinde dinlediğini bilahare büluğdan sonra rivayet etti mi makbuldür.
Buhârî, bu rivayeti kitabına aldığına göre, o da küçük yaşta dinlemenin caiz olduğu görüşündedir.
2- Hadiste başka faideler de var:
* İmam, arkadaşlarının evini ziyaret eder.
* Ziyaret sırasında çocuklara şaka yapar.
* Beş ve hatta daha küçük yaştaki çocuklar ilim halkalarına götürebilir.
* İlim meselesinde yaşa itibar edilmez, hitab edileni tam olarak anlama durumuna bakılır.
* Fukaha temyiz yaşını 6-7 olarak tesbit eder.[50]
ـ4129 ـ4ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]حَفِظْتُ مِنْ رَسُولِ اللّهِ # وِعَاءَيْنِ فَأمَّا أحَدُهُمَا فَبَثَثْتُهُ فِيكُمْ. وَأمَّا اŒخَرُ فَلَوْ حَدَّثْتُكُمْ بِهِ لَقَطَعْتُمْ هذَا الْبَلْعُومَ[. أخرجه البخاري.
وقال »البلعوم« مجرى الطعام .
4. (4129)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan iki kap ilim hıfzıma aldım. Bunlardan birini aranızda neşrettim. Ama diğerini söyleyecek olsam şu gırtlağımı kesersiniz.” [Buhârî, İlm 42.][51]
AÇIKLAMA:
Ebu Hüreyre hazretleri, burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ dan öğrendiği hadislerden bir kısmını rivayet etmekten çekinerek ketmettiğini belirtmektedir. Ülemâ, neşredilmeyen ilmin, kötü emirlerin isim ve ahvalini ve çıkacakları zamanı beyaneden hadisler olduğunu söylerler. Ebu Hüreyre´nin bunların bazılarına kinâye yoluyla işaret ettiği, ama tasrih etmekten korktuğu söylenmiştir. Mesela şu sözü onlardan biridir: “Altmışın başından ve çocuğun başkanlığından Allah´a sığınırım.” Bununla Yezîd İbnu Muâviye´nin hilafetine işaret ettiği belirtilir. Çünkü, onun hilafeti hicretin 60. yılında idi. Allah Ebu Hüreyre´nin duasını kabul etmiş ve ruhunu bir yıl önce kabzetmiştir.
Ebu Hüreyre, “Gırtlağımı keserdiniz” sözüyle, zalim idarecileri kastetmiştir. Ayıplarını işitmekten rahatsız olarak, hayatına kıyacaklarından korktuğunu belirtmiştir.
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)´ın rivayetten çekindiği fitne ile ilgili hadisleri, “Herkes hayırdan sorarken, gelip bana bulaşır mı korkusuyla ben şerden sorardım” diyen Huzeyfe (radıyallahu anh), kısmen rivayet etmiştir. Ebu Hüreyre´nin haklılığını, yani Resulullah´ın fitne ilgili olarak çok sayıda ve pek teferuatlı açık beyanlarının bulunduğunu anlamak için, Ebu Dâvud´da yer alan bir Huzeyfe hadisini kaydediyoruz. Der ki: “Vallahi bilemiyorum, arkadaşlarım gerçekten unuttular mı, yoksa unutmuş mu görünüyorlar. Vallahi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Kıyamete kadar gelecek ve adamlarının sayısı üçyüz ve daha fazla olacak bütün fitne başlarını bize adıyla, babasının ve kabilesinin adıyla zikretti.”[52]
ـ4130 ـ5ـ وعن أبي ذرّ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ أنه قال: ]لَوْ وََضَعْتُمْ الصِّمْصَامَةَ عَلى هذِهِ، وَأشَارَ إلى قَفَاهُ، ثُمَّ ظَنَنْتُ أنِّي أُنْفِذُ كَلِمَةً
سَمِعْتُهَا مِنْ رَسُولِ اللّهِ # قَبْلَ أنْ تُجِيزُوا عَليّ ‘نْفَذْتُهَا[. أخرجه البخاري تعليقا.»الصِّمصامةُ« والصمصام: السيف .
5. (4130)- Ebu Zerr (radıyallahu anh) demiştir ki: “Eğer kılıncı şuraya koysanız -eliyle ensesini göstermiştir- ben bu esnada, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan işitmiş bulunduğum bir hadisi, sizin işimi bitirmezden önce söyleyebileceğime kanaatim gelse onu mutlaka söylerim.” [Buhârî, İlm 10.][53]
AÇIKLAMA:
Ebu Zerr (radıyallahu anh)´ın bu sözü, Ashabtan bir kısmının, Resulullah´ın sözlerinden bildiklerini rivayette pervasız olduklarını söylemek, rivayet etmek hususunda ölüm dahil hiçbir şeyden korkmadıklarını göstermektedir. İşte Hz. Ebu Zerr bu gruba girenlerden biridir.
Hz. Ebu Zerr, daha önce de temas ettiğimiz üzere ihtilalci hak bildiğini dobra dobra söylemekten çekinmeyen bir mizaca sahiptir. Günlük hayatta sadelik ve tevazuyu esas alan zâhid bir meşrebe mensup. Bu meşrub Resulullah´ın şahsî hayatında da mevcut, Ebu Zerr ister ki, herkes bu meşreb üzere olsun, zira ona göre kâmil İslam budur. Bunu açıkça tebliğ eder. Sadeliği esas almayan debdebe ve israfa da yer veren idarecilere müdahale eder. Sert tepkiler gösterir. Sebep olduğu rahatsızlık Halife-i zişân Hz. Osman-ı Zinnureyn (radıyallahu anh) efendimize şikayet edilir. Medine´ye çağrılan Ebu Zerr´e orada bazı kısıtlamalar tatbik edilir. O yine pervasız davranmaya devam eder. Sorulan soruları cevaplar, açıklamalar yapar. Fetva verme hussundaki yasaklamayı hatırlatan bir kimseye, cevab olarak sadedinde olduğumuz sözleri sarfeder: “Allah´a yemin olsun, Resulullah´tan duyduğum bir kelimeyi terketmem için kılıcı boğazıma dayasanız, siz kesme işini tamamlayıncaya kadar ben onu yine de söylerim.”[54]
Dârimî´nin Müsned´inde, Ebu Zerr (radıyallahu anh)´ın, bu sözü, Mina´da el-Cemretu´l-Vusta´nın yanında, kendinden fetva sormak maksadıyla halkın etrafını sardığı bir hengâmda bir adamın gelerek: “Sen fetvadan men edilmedin mi ” demesi üzerine, başını kaldırıp adama yönelerek: “Yoksa sen benim müfettişim misin ” diye çıkıştıktan sonra sarfettiğini kaydeder. Rivayetler arasındaki ihtilafa burada girmeyeceğiz. [55]
ALTINCI FASIL
HADÎSıN YAZILMASI
UMUMÎ AÇIKLAMA:
Hadislerin yazılması bahsinde, burada nazariyetle igili teferruata girmeyip, sadece hadislerin kısa meallarini ve zaruri durumlarda müphem noktalarını kısaca tavzihini yapıp geçeceğiz.[56]
ـ4131 ـ1ـ عن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]كُنْتُ أكْتُبُ كُلَّ شَىْءٍ سَمِعْتُهُ مِنْ رَسُولِ اللّهِ # فَنَهَتْنِي قُرَيشٌ. وَقَالُوا: تكتب كُلَّ شَيْءٍ وَرَسُولُ اللّهِ # بَشَرٌ يَتَكَلَّمُ فِى الرِّضَا والْغَضَبِ فَأمْسَكْتُ عَنِ الكِتَابِ حَتّى ذَكَرْتُ ذلِكَ لِرَسُولِ اللّهِ #. فَأوْمَأ بِإصْبُعِهِ إلى فِيهِ وَقَالَ: اكْتُبْ فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ مَا يَخْرُجُ مِنْهُ إَّ حَقّاً[. أخرجه أبو داود .
1. (4131)- İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan işittiğim her şeyi yazıyordum. Kureyş bu işten beni men etti. Dediler ki: “Sen her (işittiğin) şeyi yazıyorsun, halbuki Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir insandır, memnun ve öfkeli halde de konuşur.”
Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a anlattım. Parmağı ile ağzına işaret ederek:
“Yaz, nefsimi elinde tutan zata yemin olsun, ondan haktan başka bir şey çıkmaz!” buyurdu.” [Ebu Dâvud, İlm 3, (3646).][57]
ـ4132 ـ2ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]شَكَا رَجُلٌ مِنَ ا‘نْصَارِ إلى رسولِ اللّهِ # فقَالَ: يَارسولَ اللّهِ إنِّى ‘سْمَعُ مِنْكَ الْحَدِيثَ فَيُعْجِبُنِي وََ أحْفَظُهُ. فَقَالَ #: اسْتَعِنْ بِيَمِينِكَ وَأوْمَأَ بِيَدِهِ إلى الْخَطِّ[. أخرجه الترمذي .
2. (4132)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ensârdan bir zat Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a (hafızasını) şikayet ederek dedi ki: “Ey Allah´ın Resûlü! ben senden hadis işitiyorum, çok hoşuma gidiyor, ancak hafızamda tutamıyorum. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu cevabı verdi:
“Sağ elini yardıma çağır!” ve eliyle yazma işareti yaptı.” [Tirmizî, İlm 12, (2668).][58]
ـ4133 ـ3ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]خَطَبَ رَسُولُ اللّهِ # فَذَكَرَ قِصَّةً فِي الْحَدِيثِ. فقَالَ أبُو شَاهٍ: اكْتُبُوا لِي يَا رَسُولَ اللّهِ؟ فقَالَ: اكْتُبُوا ‘بِي شَاهٍ[. أخرجه الترمذي وصححه .
3. (4133)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün, halka) hitabetti, (Ebu Hüreyre, hadisin vürûdu ile ilgili) bir kıssa anlattı (hadiste şu ibare de vardı): “Ebu Şah dedi ki: “Ey Allah´ın Resulü! (bu hutbeyi) bana yazıverin!” Bu taleb üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Evet Ebu Şâh´a yazıverin!” emir buyurdular.” [Tirmizî, İlm 12, (2669); Buhârî, İlm 39, Lukata 7, Diyât 8; Ebu Dâvud, İlm 3, (3649).][59]
AÇIKLAMA:
Hadiste işaret edilen kıssa, hadisin vürûdu ile ilgili. Rivayetin Buhârî´deki bir vechinde kıssa mevcuttur. Şöyle der: “Huzâ´alılar, Mekke´ nin fethedildiği senede, Benî Leys´ten birini, onların kendilerinden bir kimseyi katletmelerine mukabil olarak öldürdüler. Bu durum, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a haber verildi. Bunun üzerine bineğine atlayarak bir hitapta bulundu. Dedi ki: “Allah Mekke´den katli veya fiili engelledi.”
-Buharî fiil veya katl şekkinin hocadan geldiğini belirtir.- Ancak Resulullah´ı ve mü´minleri onlara musallat etti. Bilesiniz, Mekke´de kan dökmek benden önce kimseye helal değildir. Benden sonra da kimseye helal olmayacak. Bilesiniz, bana da, bir gündüzün belli bir anında helal kılındı. Haberiniz olsun, o da şu ândır. (Mekke herkese) haramdır. Dikenine varıncaya kadar hiç bir otu yolunamaz, ağacı sökülemez, yerde görülen yitik mallar alınamaz, ilan etmek, sahibini aramak için alınabilir. Kim öldürülürse iki şıktan biriyle muhayyerdir: “Katil öldürülür veya öldürülen tarafın ailesine diyet ödenir.”
(Resulullah´ın bu hutbesi üzerine), Yemenlilerden biri gelerek: “Ey Allah´ın Resulü! Bu hutbeyi bana yazıverin!” dedi. Resulullah: “Ebu Fülâna yazıverin!” emir buyurdu. Kureyş´ten biri: “Ey Allah´ın Resûlü! İzhir´i yasaktan hariç tutun, çünkü biz, onu evlerde ve kabirlerde kullanıyoruz!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da: “İzhir hâriç, izhir hâriç!” dediler.
Şu halde, sadedinde olduğumuz hadiste işaret edilen kıssa budur. Böylece Ebu Şâh´ın, Mekke´nin fethedildiği gün Resulullah tarafından irad edilen hutbenin metnini istediği anlaşılmış olmaktadır. Resulullah bu metnin yazılıp Ebu Şâh´a verilmesini emir buyuruyor. Buhârî, bu rivayeti Aleyhissalâtu vesselâm´ın, hadislerin yazılmasına karşı olmadığını göstermek için kaydetmiş bulunmaktadır.[60]
ـ4134 ـ4ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]مَا كَانَ فِى أصْحَابِ رَسُولِ اللّهِ # أكْثَرُ حَدِيثاً مِنِّى إَّ مَا كَانَ مِنَ ابْنِ عَمْرٍو. فإنّهُ كَانَ يَكْتُبُ وََ أكْتُبُ[. أخرجه البخاري والترمذي .
4. (4134)- Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) diyor ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashabı arasında İbnu Amr hâriç, benden daha çok hadis bilen yoktu. (Onun beni geçmesi şuradan ileri geliyordu:) O hadisleri yazıyordu, ben ise yazmıyordum.” [Buhârî, İlm 39; Tirmizî, İlm, (2670).][61]
ـ4135 ـ5ـ وعن زيد بن ثابت رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]أمَرَنِي رسولُ اللّهِ # فَتَعَلَّمْتُ لَهُ كِتَابَ يَهُودَ بِالسُّرْيَانِيَّةِ، وقَالَ: إنِّي وَاللّهِ مَا آمَنُ يَهُودَ عَلى كِتَابِي. قَالَ: فَوَاللّهِ مَا مَرَّ بِي نِصْفُ شَهْرٍ حَتّى تَعَلَّمْتُهُ وَمذَقْتُهُ فَكُنْتُ أكْتُبُ لَهُ إلَيْهِمْ وَأقْرَأُ لَهُ كُتُبَهُمْ إلَيْهِ[. أخرجه البخاري
وأبو داود والترمذي .
5. (4135)- Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana emretti, ben de onun için, Süryanice (yahudi) yazısını öğrendim. Şöyle demişti: “Allah´a yemin olsun , ben yazı işimde yahudiye emniyet edemiyorum!”
(Zeyd) der ki: “Allah´a yemin olsun bir ayın yarısı geçmeden, o yazıyı öğrendim ve hazâkat kazandım. Resululah´ın onlara olan mektuplarını yazıyor, onların gönderdiklerini de ona okuyordum.”[62] [Buhârî, Ahkâm 40; Ebu Dâvud, İlm 2, (3645); Tirmizî, İstizân 22, (2716).][63]
ـ4136 ـ6ـ وعن المطلب بن عبداللّه بن حنطب رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]دَخَلَ زَيْدٌ بنُ ثَابِتٍ إلى مُعَاوِيَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما. فَسَألَهُ مُعَاوِيةُ عَنْ حَدِيثٍ فَأخْبَرَهُ بِهِ فَأمَرَ مُعَاوِيةُ إنْسَاناً يَكْتُبُهُ. فَقَالَ زَيْدٌ: أمَرَنَا رسولُ اللّهِ # أنْ َ نَكْتُبَ شَيْئاً مِنْ حَدِيثِهِ فَمَحَاهُ[. أخرجه أبو داود .
6. (4136)- el-Muttalib İbnu Abdillah İbni Hantab (radıyallahu anh) anlatıyor: “Zeyd İbnu Sâbit Hz. Muâviye (radıyallahu anhümâ)´nın yanına girmişti. Hz. Mu´âviye ona bir hadisten sual etti. Zeyd de hadisi ona söyledi. Hz. Muâviye (orada hazır bulunan bir adama) hadisi yazmasını emretti. Zeyd müdahalede bulunarak Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), hadislerinden hiçbir şey yazmamamızı emretmişti” dedi. Bunun üzerine Hz. Muâviye yazılanı derhal imha etti.” [Ebu Dâvud, İlm 3, (3647).][64]
ـ4137 ـ7ـ وعن أبي سعيد الخدري رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ تَكْتُبُوا عَنّي شَيْئاً غَيْرَ الْقُرْآنِ، وَمَنْ كَتَبَ شَيْئاً غَيْرَ الْقُرْآنِ فَلْيَمْحُهُ[. أخرجه مسلم.وا“ذن في
الكتابة ناسخ للمنع منه بإجماع ا‘مة على جوازه و يجتمعون إ على أمر صحيح، وقد قيل إنما نهى أن يكتب الحديث مع القرآن في صفحة واحدة فيختلط به فيشتبه .
7. (4137)- Ebu Saîdi´l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle emrettiler: “Benden Kur´an dışında bir şey yazmayın. Kim, Kur´an´dan başka bir şey yazmış ise, onu imha etsin.” [Müslim, Zühd 72, (3004).][65]
AÇIKLAMA:
Genişçe açıklandığı üzere (1.cilt, 26-27, 33-35) bazı rivayetler hadis yazmayı yasaklarken, diğer bazıları teşvik eder, ruhsat tanır.
Ülemâ yasağın kayıtlı olduğunu, -İslam´ın başında yazı bilenin az olduğu sırada, hafızası kuvvetli olanlara mahsus olarak- ruhsat ifade eden hadislerin, öbürlerini neshettiğini belirtirler. Nitekim sadedinde olduğumuz hadise şu açıklama eklenmiştir.
“Yazı izni, yazı yasağını, yazının cevazı hususundaki icma-ı ümmet ile neshetmiştir. Ümmet, hiçbir zaman sahih olmayan bir meselede icma etmez. “Resulullah, hadisi, Kur´an´la birlikte aynı safyaya yazmayı yasaklamıştı. Çünkü bu durumda Kur´an´la hadis birbirine karışır, müşkilata sebep olurdu” dahi denmiştir.”[66]
YEDİNCİ FASIL
İLMİN KALDIRILMASI
ـ4138 ـ1ـ عن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ اللّهَ َ يَقْبِضُ الْعِلْمَ اِنْتِزَاعاً يَنْتَزِعُهُ مِنَ النَّاسِ وَلكِنْ يَقْبِضُ الْعِلْمَ بِقَبْضِ الْعُلَمَاءِ. حتَّى إذَا لَمْ يُبْقِ عَالِماً اتَّخَذَ النَّاسُ رُؤُساً جُهَّاً، فَسُئِلُوا فَأفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ فَضَلُّوا وَأضَلُّوا[. أخرجه الشيخان والترمذي .
1. (4138)- İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah ilmi [verdikten sonra], insanların [kalbinden] zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ülemâyı kabzetmek suretiyle alır. Ülemâ kabzedilir, öyle ki, tek bir âlim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın [kendi reyleriyle] fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalâlete atarlar.” [Buhârî, İlm 34, İ´tisam 7; Müslim, İlm 13, (2573); Tirmizî, İlm 5, (2654).][67]
AÇIKLAMA:
1- Köşeli parantez içerisindeki ziyadeler hadisin başka vecihlerinden alınmıştır.
2- Burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), farklı bir üslubla ilme teşvik etmektedir: İlim müslümanlar arasından kaldırılacaktır. Ancak bu kaldırma işi, bilenlerin göğsünden mucizevi bir tarzda ilim çıkarılarak değil, âlimlerin birer birer ölmeleriyle olacaktır. Öyleyse İslam ümmeti böyle bir tehlikeyi gözönünde canlı tutarak, tedbirde kusur etmemelidir. Bunun tedbiri de yeni âlimlerin yetişmesi için gayret göstermektir: Mektep ve medreseler açmak, talebelere barınak temin etmek, burs vermek, onların ilmî gayretlerini artırmak için, derece alanlara mükâfatlar vermek, eser verenleri madden ve ma´nen taltif ve tatmin etmek gibi… Zamanımızda sportif faaliyetlerin gelişmesi için memleketimizde yapılan teşvikleri görmekteyiz. Başarılı sporculara araba, villa, büyük meblağları bulan nakit para, alkış, şöhret… Bütün bunlar o sahaya teşvik etmek, himmetleri o istikamete yönlendirip kabiliyetleri o sahada tenmiye etmek, geliştirmek için yapılmaktadır. Resulullah sadedinde olduğumuz hadisle bu teşvik seferberliğinin ilme yapılmasını irşad buyurmaktadır.
İbnu Hacer der ki: “İlim taleb edenler varolduğu müddetçe ilim kaldırılmaz.” Hz. Enes´in yaptığı bir rivayette, ilmin kaldırılmasının Kıyamet alâmetlerinden biri olduğu ifade edilmektedir.
3- Hadisin, Ahmed İbnu Hanbel´de gelen bir vechinde Aleyhissalâtu vesselâm´ın bu meseleyi Veda Haccı sırasında beyan buyurduğu görülmektedir. Ebu Ümâme´nin rivayet ettiği bu hadis şöyle: “Veda Haccı´nda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuşlardı: “İlim kabzedilmezden -veya refedilmezden (kaldırılmazdan)- önce onu alın!” Bir bedevî: “İlim nasıl kaldırılır ” diye sordu. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Bilesiniz, ilmin gitmesi onun hamelesi olan ülemânın gitmesi demektir” dedi ve bunu üç kere tekrar etti.”İbnu´l-Münir der ki: “İlmin göğüslerden çıkarılması da Allah´ın kudreti dahilindedir. Ancak bu hadis, böyle bir hadisenin olmayacağına delildir.”
4- Görüldüğü üzere hadis, sadece ilmin muhâfazasına teşvik etmekle kalmıyor, aynı zamanda cahillerin iş başına getirilmemesini de ders veriyor.
* Hadis, fetvanın gerçek riyaset olduğuna delildir.
* İlimsiz fetvaya cür´et edenler zemmedilmektedir.
* Cumhur, her zaman müçtehidin bulunacağına hükmetmiş, “müçtehidin yetişmeyeceği devir gelecek” diyenlerin aleyhine hadisten delil çıkarmıştır.
5- Ülemânın gitmesiyle ilmin de gideceği endişesine düşen Ömer İbnu Abdilaziz, âlimle birlikte onun kesbettiği ilmin kaybolmama çâresini ilmin yazı ile tesbitinde bularak hadislerin tedvini için devlet emri çıkarmıştır. Bunun teferruatını Tedvîn bahsinde görmüştük (Birinci cilt, 113-116).[68]
ـ4139 ـ2ـ وعن أبي الدرداء رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كُنَّا مَعَ رَسُولِ اللّهِ # فَشَخصَ بِبَصَرِهِ إلى السَّمَاءِ. ثُمَّ قَالَ: هذَا أوَانٌ يُخْتَلَسُ الْعِلْمُ
مِنَ النَّاسِ حَتّى َ يَقْدِرُوا مِنْهُ عَلى شَىْءٍ فقَالَ: زِيَادُ بْنُ لَبِيدٍ ا‘نْصَارِيُّ: كَيْفَ يُخْتَلَسُ الْعِلْمُ مِنَّا وَقَدْ قَرَأنَا الْقُرآنَ؟ فَوَاللّهِ لَنَقْرَأنَّهُ وَلْنُقْرِئَنَّهُ أوَْدَنَا وَنِسَاءَنَا. فقَالَ: ثَكِلَتْكَ أُمُّكَ يَا زِيَادُ، إنْ كُنْتُ ‘عُدُّكَ مِنْ فُقَهَاءِ الْمَدِينَةِ، هذِهِ التَّوْرَاةُ وَا“نْجِيلُ عِنْدَ الْيَهُودِ وَالنَّصَارَى، فَمَاذَا تُغْنِي عَنْهُمْ؟ قَالَ جُبَيْرٌ: فَلَقيتُ عُبَادَةَ بْنَ الصَّامَّتِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ فقُلْتُ: أَ تَسْمَعُ مَا يَقُولُ أخُوكَ أبُو الدِّرْدَاءِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ؟ فَأخْبَرْتُهُ الَّذِي قَالَ، فقَالَ: صَدَقَ؛ فإنْ شِئْتَ أخْبَرْتُكَ مَا أوَّلُ عِلْمٍ يُرْفَعُ؟ أوَّلُ عِلْمٍ يُرْفَعَ مِنَ النَّاسِ الْخُشُوعُ يُوشِكُ أنْ تَدْخُلَ الْمَسْجِدَ الجَامِعَ فََ تَرَى فِيهِ رَجًُ خَاشِعاً[. أخرجه الترمذي.»شَخَصَ ببصره« إذَا نظر إلى شئ دائماً فلم يردّ عنه نظره كنظر المبهوت والمغمى عليه.و»اخْتَِسُ« استب، وأخذ الشئ بسرعة.و»الثَّكْلُ« فقد ا‘مّ ولدها .
2. (4139)- Ebu´d-Derdâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra: “Şu anlar, ilmin insanlardan kapıp kaçırıldığı anlardır. Öyle ki, bu hususta insanlar hiçbir şeye muktedir olamazlar!” buyurdular.
Ziyad İbnu Lebîd el-Ensârî araya girip: “Bizler Kur´an´ı okuyup dururken ilim bizlerden nasıl kapıp kaçırılır Vallahi biz onun hem okuyacağız, hem de çocuklarımıza, kadınlarımıza okutacağız!” dedi. Resulullah da: “Anasız kalasın, ey Ziyad, ben seni Medine fakihlerinden sayıyordum. (Bak) işte Tevrat ve İncil, yahudilerin ve nasranilerin elinde, onların ne işine yarıyor (sanki onunla amel mi ediyorlar) ” buyurdu. Cübeyr der ki: “Ubâde İbnu´s-Sâmit (radıyallahu anh)´a rastladım. Kardeşin Ebu´d-Derda ne söyledi, işittin mi dedim. Ve ona Ebu´d-Derda´nın söylediğini haber verdim. Bana: “Ebu´d-Derda doğru söylemiş, dilersen kaldırılacak olan ilk ilmin ne olduğunu sana haber vereyim: İnsanlardan kaldırılacak olan ilk ilim huşudur. Büyük bir camiye girip huşu üzere olan tek şahsı göremeyeceğin vakit yakındır!” dedi.” [Tirmizî, İlm 5, (2655).][69]
AÇIKLAMA:
1- Ziyad İbnu Lebîd, aslen Medinelidir. Ensarî´dir. Ancak, hicretten önce Mekke´ye Aleyhissalâtu vesselâm´ın yanına gelmiş, Efendimizle hicrete kadar orada ikâmet etmiştir. Bu sebeple “Muhacirî Ensarî” lakabını almıştı. Akabe, Bedir, Uhud, Hendek vs. bütün gazvelere Resulullah´la beraber katılmıştır. Aleyhissalâtu vesselâm Hadramevt´e âmil olarak göndermiştir. Hz. Muaviye (radıyallahu anh)´ın hilafetinin başlarında vefat etmiştir, (radıyallahu anh).
2- Ziyad İbnu Lebîd, hadiste Resulullah´ın ilmin kaldırılacağına dair ihbarını hayretle karşılamakta: “Biz ve çocuklarımız hep Kur´an okuyoruz, bu hal Kıyamete kadar da böyle devam edecek, nitekim Kur´an-ı Kerim´de “Kur´an´ı biz indirdik, onu biz koruyacağız” (Hicr 9) buyrularak, “Kur´an´ın Kıyamete kadar korunacağı ilâhî garanti altına alınmıştır, bu halde nasıl ilim kalkar ” ma´nâsında hayrete düşer. Ancak Resulullah, İncil ve Tevrat´ın, Ehl-i Kitap arasında mevcudiyetine, onlar tarafından okunmakta olmasına rağmen, onların ahkâmıyla amel etmediklerini, dolayısıyla, sanki yokmuş gibi onlara hiçbir fayda sağlamadığını misal verir ve bu durumun Kur´an´ın da başına gelebileceğini hatırlatır. Bu hatırlatma ile Resulullah, ilmiyle amel etmeyen âlimi cahil derecesine indirmiş olmaktadır. Dahası, böyleleri hımar durumundadır. Çünkü, Cuma suresinde, kitabı okuduğu halde amel etmeyenler, kitap yüklü hımara teşbih buyurulmuştur: “Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir” (Cuma 5).
Aliyyu´l-Kârî der ki: “Yani onların İncil ve Tevrat´ı amel etmeden okumaları sebebiyle istifade etmedikleri gibi, ey müslümanlar siz de böylesiniz, Kur´an´ın içindekilerini anlayıp amel sahasına intikal ettirmedikçe, Kur´an´dan istifade edemezsiniz demektir.”
3- Huşû “ses” ve “göz” de namazın edebine tam uyma halidir. Hudû da bedenin edebi olduğu gibi… [70]
ـ4140 ـ3ـ وعن عمر بن عبدالعزيز رحمه اللّه ]أنَّهُ كَتبَ إلى أبي بَكْرِ بْنِ حَزْمٍ: انْظُرْ ما كَانَ مِنْ حَدِيثِ رَسُولِ اللّهِ # فَاكْتُبْهُ. فإنِّي خِفْتُ دُرُوسَ الْْعِلْمِ وذهَابَ الْعُلَمَاءِ، وََ تَقْبَل إَّ حَدِيثَ رَسُولِ اللّهِ # وَلْيَفْشُوا الْعِلْمَ وَلْيَجْلِسُوا لَهُ. حَتّى يُعْلَمَ مَنْ َ يُعَلّمَ. فإنَّ الْعِلْمَ َ يَهْلِكُ حَتّى يَكُونَ سِرّاً[. أخرجه البخاري ترجمة.»يُفْشُوا« يظهروا .
3. (4140)- Ömer İbnu Abdilaziz rahimehullah´dan nakledildiğine göre, (Medine valisi) Ebu Bekr İbnu Hazm´a şöyle yazmıştır: “Bak, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hadisinden ne varsa yaz. Zira ben, ilmin kaybolmasından ve ülemânın gitmesinden korkuyorum. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hadisinden başka bir şey kabul etme. Âlimler ilmi yaysınlar, ilim için (herkese açık yerlerde) halkalar teşkil etsinler, tâ ki bilmeyenler de böylece öğrensin. Zira ilim, gizli kalmazsa helak olmaz.” [Buhârî, İlm 34.][71]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, sünnetin tamamının, devlet eliyle resmen yazdırılması demek olan tedvin´in başlamasını noktalar. Ömer İbnu Abdilaziz´in bu mektubu, bütün taşra vilayetlerine gönderdiği bazı rivayetlerde tasrih edilmiştir. Sadedinde olduğumuz rivayet, mektubun sâdece Medine Valisi Ebu Bekr İbnu Hazm´a yazıldığını ifade etmektedir.
Bu hadis Tedvîn bahsinde açıklanmıştır. Fazla bilgi için oraya bakılmaldır. (1. cilt, 113-118).[72]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/482.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/483.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/483.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/483-485.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/485.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/485.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/486.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/486-487.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/487.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/487.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/488.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/488-490.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/491-493.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/493.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/493.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494-495.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/495.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/495-496.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496-497.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/498.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/498-499.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/499.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/499-500.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/501.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/501.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/502.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/502.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/502-503.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/503-504.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/504.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/504.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/505.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/505.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/506.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/506-507.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/507.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/507.
[44] Ebu Hüreyre der ki: “Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam´dan iki kap dolusu hadîs belledim. Bunlardan birini halka yaydım. Ötekine gelince, şayet onu yaymış olsam şu gırtlak kesilirdi.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/507-508.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/509.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/510.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/510-512.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/512-513.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/513.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/514.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/514.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/515.
[54] Bu rivayeti da önce de kaydettik (Birinci cilt 57. Sayfa). Ebu Zerr!in ihti,lafı diğer bir sahabî Hz. Muâviye ile idi. Tevbe suresinin 34. ayetinin te´vili hakkında idi.
[55] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/515-516.
[56] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/517.
[57] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/517.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/518.
[59] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/518.
[60] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/518-519.
[61] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/519.
[62] Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh´ın yazı öğrenme hâdisesi daha etraflı olarak açıklanmış idi (1. Cilt, s. 417-418).
[63] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/520.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/520.
[65] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/521.
[66] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/521.
[67] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/522.
[68] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/522-523.
[69] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/524-525.
[70] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/525.
[71] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/526.
[72] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/526. –