İÇECEKLER BÖLÜMÜ
UMUMÎ AÇIKLAMA
BİRİNCİ BÂB
İÇME ÂDÂBI
BİRİNCİ FASIL
AYAKTA İÇMENİN HÜKMÜ
A) CEVAZ İFÂDE EDEN HADİSLER
B) AYAKTA YEYİP İÇMEKTEN MEN EDEN HADİSLER
İKİNCİ FASIL
KAPLARIN AĞZINDAN İÇMENİN HÜKMÜ
A) CEVAZ İFADE EDEN HADİSLER
B) SU KABININ AĞZINDAN İÇMEYİ YASAKLAYAN HADİSLER
ÜÇÜNCÜ FASIL
İÇERKEN NEFES ALIP-VERMEK
DÖRDÜNCÜ FASIL
İÇENLERİN ÖNCELİK SIRASI
Büyüğün Takdimi Meselesi
BEŞİNCİ FASIL.
KAPLARIN AĞIZLARININ ÖRTÜLMESİ
ALTINCI FASIL
MÜTEFERRİK HADİSLER.
İKİNCİ BÂB
ALKOLLÜ İÇKİLER VE ŞIRALAR.
ALTINCI FASIL
BAZI İLAVELER
UMUMÎ AÇIKLAMA
BİRİNCİ FASIL
HER SARHOŞ EDİCİ HARAMDIR
İKİNCİ FASIL.
ALKOLLÜ İÇKİLERİN TAHRİMİ, İÇENLERİN ZEMMİ
ÜÇÜNCÜ FASIL
HAMRIN TAHRİMİ VE YAPILDIĞI MADDELER
DÖRDÜNCÜ FASIL
HARAM VE HELAL OLAN ŞEYLER
BEŞİNCİ FASIL.
HARAM VE HELAL OLAN KAPLAR.
ALTINCI FASIL
BAZI İLAVELER
İslâm´ın Hamr´a (İçki Ve Uyuşturuculara) Bakışı Ve Onlarla Mücadele Metodu
Yasağın Ağırlığı
Hamr´ın Durumu
Hamr Nedir .
İçki Dışındaki Uyuşturucular Meselesi
Yasakta Şiddet
İslâm´ın Mücadele Metodu
Metodun Mahiyeti
1) Yasak Tedricî Olarak Gelmiştir
Kur´ân-ı Kerîm´de Görülen İlâhî Emirler
Tersine Tedrîc
2) Yasağın Dînî, Îmanî Bir Mesele Olarak Ele Alınması
Hissî İkrah
3) Müessir Mücadeleye Giden Yol; Yasağın Maddî Müeyyide İle Korunması
Hülasa
Rusya´da İdeolojinin Birinci Aleti
Alkol Niye Yaygın
Alkolperestlik
İÇECEKLER BÖLÜMÜ
(Bu bölümde iki bâb vardır)
BİRİNCİ BÂB
İÇME ÂDÂBI
(Bu bâb altı fasıldır)
BİRİNCİ FASIL
AYAKTA İÇMENİN HÜKMÜ VE BUNUN CEVAZI
İKİNCİ FASIL
KAPLARIN AGZINDAN İÇMENİN HÜKMÜ
ÜÇÜNCÜ FASIL
İÇERKEN NEFES ALIP VERMEK
DÖRDÜNCÜ FASIL
İÇENLERİN ÖNCELİK SIRASI
BEŞİNCİ FASIL
KAPLARIN AGIZLARININ ÖRTÜLMESİ
ALTINCI FASIL
MÜTEFERRİK HADİSLER
İKİNCİ BÂB
ALKOLLÜ İÇKİLER VE ŞIRALAR
(Bu bâb altı fasıldır)
BİRİNCİ FASIL
HER SARHOŞ EDİCİ HARAMDIR
İKİNCİ FASIL
ALKOLLÜ İÇKİNİN TAHRİMİ, İÇENİN ZEMMİ
ÜÇÜNCÜ FASIL
İÇKİNİN TAHRİMİ VE YAPILDIGI MADDELER
DÖRDÜNCÜ FASIL
HARAM VE HELÂL OLAN ŞIRALAR
BEŞİNCİ FASIL
HARAM VE HELÂL OLAN KAPLAR
ALTINCI FASIL
BAZI İLAVELER
UMUMÎ AÇIKLAMA
İnsan olarak, hayatımızı yakından ilgilendiren şeylerden biri içeceklerimizdir. İçecek deyince sadece meşrubât kelimesiyle ifade edilen gayr-i zarurî şeyleri kasdetmiyoruz. Buna su gibi zarurî içeceğimiz dahil olduğu gibi serinletici, ferahlatıcı, iştah açıcı, hazmettirici, şifa verici vs. nev´inden çeşitli meyve suları, şıralar, şerbetler, maden suları, ayran, çay, kahve, şurup… hepsi dahildir. Hatta dînen haram edilmiş olan sarhoş edici alkollü içkiler de buraya dahildir.
Cennet nimetleriyle ilgili birçok Kur´ânî tasvirlerin, cennetteki içeceklerimize yer vererek onların isimleri, vasıfları, kapları ve onlardan istifade şekilleri üzerinde mükerrer teferruatlara inmiş olması da içecek meselesinin insan hayatındaki ehemmiyetini görteren bir delil teşkil etmektedir.[1]
Hayatımızın en tâlî meselelerine bile yer verip açıklık getiren, o husustaki en doğruyu, en sağlıklı tarzı ve rüşdü beyan eden dînimizin içecek gibi son derece ehemmiyetli, her günümüzü ilgilendiren bir meselede daha çok rehberlik edeceği açıktır. Gerçekten de İslâm dîni içeceklerimiz hususunda pek çok teferruâta şâmil hükümler getirmiş, âdâblar beyan etmiştir. Sözgelimi, neler içilir, neler içilmez İçilenler nasıl ve ne miktarda içilmelidir İçeceklerimizin vasıfları neler olmalıdır Ayakta mı, oturarak mı içmeliyiz, kaç yudumda içmeliyiz Bir solukta içmenin faydası mı var, zararı mı Aç karna mı, tok karna mı içmeli … Soruları daha da artırabiliriz. Bunların cevabı “İslâm´a has içme” ve “müslüman içecekler”in mahiyetini ortaya koyar.
İçeceklerimizle ilgili meselelere hem iki cihanımızın da rehberi olan Kur´ân-ı Kerîm´de, hem de sevgili Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)´in hadislerin de yer verilmiştir. Kütüb-i Sitte mecmuâlarının her birinde istisnasız Kitâbu´l-Eşribe bölümleri vardır. Diğer tanınmış hadis kitaplarımızda da aynı şekilde içeceklerle ilgili bölümler yer alır, zîra bu mevzuda pek çok hadis vârid olmuştur.
Şu halde İslâm´ımızın kemâli, içeceklerle ilgili ahkâm ve âdâbı bilip onlara riâyet etmemize bağlıdır.
BİRİNCİ BÂB
İÇME ÂDÂBI
(Bu bâb altı fasıldır)
*
BİRİNCİ FASIL
AYAKTA İÇMENİN HÜKMÜ VE BUNUN CEVAZI
*
İKİNCİ FASIL
KAPLARIN AGZINDAN İÇMENİN HÜKMÜ
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
İÇERKEN NEFES ALIP VERMEK
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
İÇENLERİN ÖNCELİK SIRASI
*
BEŞİNCİ FASIL
KAPLARIN AGIZLARININ ÖRTÜLMESİ
*
ALTINCI FASIL
MÜTEFERRİK HADİSLER
BİRİNCİ FASIL
AYAKTA İÇMENİN HÜKMÜ
A) CEVAZ İFÂDE EDEN HADİSLER:
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]سَقَيْتُ النَّبىَّ # مِنْ مَاءِ زَمْزَمَ فَشَرِبَ وَهُوَ قَائمٌ[. أخرجه الخمسة إ أبا داود.وفي رواية: »اسْتَسْقَى وَهُوَ عِنْدَ الْبَيْتِ فَأتَيْتُهُ بِدَلْوٍ«.وَزاد في رواية: »فَحَلَفَ عِكْرِمَةُ مَا كَانَ يَوْمَئِذٍ إَّ عَلى بَعِيرٍ« .
1. (2241)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a zemzemden sundum, ayakta olduğu halde içti.”[2]
Bir rivâyette: “Resûlullah Beytullah´ın yanında iken su istedi, ben ona bir kova getirdim” denmiştir.
Bir diğer rivâyette şu ziyade gelmiştir: “İkrime o gün (Resûlullah´ın) deve üzerinde olduğu hususunda yemin etti.”[3]
ـ2ـ وفي رواية الترمذي والنسائى ]شَرِبَ رسولُ اللّهِ # مِنْ زَمْزَمَ وَهُوَ قَائِمٌ[ .
2. (2242)- Tirmizî ve Nesâî´nin bir rivâyetinde şöyle denmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zemzemi ayakta içti.”[4]
ـ3ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كُنَّا نَأكُلُ عَلى عَهْدِ رَسولِ اللّهِ #. وَنَحْنُ نَمْشِى وَنَشْرَبُ وَنَحْنُ قِيَامٌ[. أخرجه الترمذي وصححه .
3. (2243)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde yürürken yer,ayakta iken içerdik.”[5]
AÇIKLAMA:
Müteâkiben (2245-2246. nci hadisler) görüleceği üzere, bir kısım hadisler yürürken yemeyi ve ayakta su içmeyi yasaklarken, bazı hadisler bunların cevazını ifade etmektedir. Âlimler rivâyetlerde ortaya çıkan bu farklı durum üzerine değişik fikirler ileri sürmüşler, münakaşalar etmişlerdir. Sadedinde olduğumuz İbnu Abbâs hadisini Buhârî´nin Kitâbu´l-Eşribe´de “Ayakta içmek” şeklinde isimlendirdiği bir bâbta kaydetmiş olmasını İbnu Battal şöyle yorumlar: “Buhârî, bu başlıkta işaret eder ki, ayakta içmenin mekruh olduğunu ifade eden rivâyetler, nezdinde sahih değildir.” “Buhârî´ye göre ihtilaf halinde hüküm sabit olmaz” diyerek İbnu Battal´a katılmayanlar olsa da ayakta su içmeye veya yürürken yemeye âlimler haram dememişler, bu bâbta gelen nehyi kerahet-i tenzihiyeye hamletmişlerdir. Ayakta su içmenin cevâzıyla ilgili olarak Hz. Ali´den, İbnu Ömer´den, Sa´d İbnu Ebî Vakkas ve diğer bir kısım başka sahabilerden (radıyallâhu anhüm ecmaîn) rivâyetler gelmiştir. Hz. Enes´ in bir rivâyetine dayanan Hasan Basrî, İbrahim Nehaî ve Katâde gibi bazı selef büyüklerinden de ayakta su içmenin mekruh olduğu hükmü rivâyet edilmiştir.
Şu halde esas olan cevaz maal kerâhedir.[6]
ـ4ـ وعن مالك: ]أنَّهُ بَلَغَهُ أنَّ عُمََرَ وَعُثْمَانَ وَعَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْهم كَانُوا يَشْرَبُونَ قِيَاماً[ .
4. (2244)- İmam Mâlik´e ulaştığına göre Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (radıyallâhu anhüm) ayakta oldukları halde (su) içiyorlardı.”[7]
AÇIKLAMA:
Burada büyük Sahabinin ayakta içtiği görülmektedir. Bu rivâyet, her ne kadar İmam Mâlik´in belâgâtından (yani muallak olarak zikrettiği) hadislerinden biri ise de hadis sahihtir, çünkü onun belağlarının sahih olduğunda ulema tahkike dayanarak ittifak etmiştir. Üstelik, başka sahabelerin de ayakta içtiklerine dair rivâyet gelmiştir. Sözgelimi, Muvatta´nın aynı bâbta kaydettiği örnekler arasında Abdullah İbnu Ömer, Abdullah İbnu Zübeyr´in de ismi geçer, bunlar da ayakta içmişlerdir. Ayrıca Hz. Âişe ve Sa´d İbnu Ebî Vakkas (radıyallâhu anhümâ)´ın da bunda bir beis görmediklerine dair rivayet mevcuttur.
Zürkânî, Hz. Ebû Bekr´in de ayakta su içtiğine dair Cübeyr İbnu Mut´im rivâyetini zikrettikten sonra şöyle der: “Bu rivâyette ayakta su içmenin kerâhetsiz cevazına dair delil vardır. Nitekim şu da sahih rivâyetlerden biridir:
“Benden sonra Hulefâ-i Râşidîn´in sünnetine uymanız gerekir. Onların sünnetine dört elle sarılın. Benden sonra bilhassa ikisine uyun: Ebû Bekir ve Ömer.”
Ayakta içmeyi men eden hadisler de var, onlar ve gerekli açıklamalar müteâkiben zikredilecek.[8]
B) AYAKTA YEYİP İÇMEKTEN MEN EDEN HADİSLER:
ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهى رسُولُ اللّهِ # عَنِ الشّرَابِ قَائِماً، قِيلَ ‘نَسٍ: فَا‘كْلُ؟ قالَ ذلِكَ أشَدُّ، أوْ قالَ: أشَرُّ وَأخْبَثُ[. أخرجه مسلم والترمذي، وأخرجه أبو داود بدون ذكر ا‘كل .
1. (2245)- Hz. Enes (radıyallâhu anh): “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ayakta içmeyi yasakladı” demişti. Kendisine:
“Ya yemek (Bu husustaki hüküm nedir)” diye soruldu.
“Bu daha şiddetle yasaktır!” dedi veya şöyle dedi.
“Bu daha şerli, daha kötü!”[9]
ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يَشْرَبَنَّ أحَدُكُمْ قَائِماً، فَمَنْ نَسِىَ فَلْيَسْتَقِئ[. أخرجه مسلم .
2. (2246)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
“Sizden kimse sakın ayakta içmesin. Kim unutarak içerse hemen kussun.”[10]
AÇIKLAMA:
Son iki hadis, öncekilerin zıddına, ayakta yeyip içmeyi yasaklamaktadır. Bu mevzuda başka rivâyetler de mevcuttur. Şu halde yasak tenzihî bir kerâhet ifade etmektedir. [11]
İKİNCİ FASIL
KAPLARIN AĞZINDAN İÇMENİN HÜKMÜ
A) CEVAZ İFADE EDEN HADİSLER:
ـ1ـ عن كبشة ا‘نصارى رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]دَخَلَ عَلى النَّبىُّ # فَشَرِبَ مِنْ في قِرْبَةٍ مُعَلّقَةٍ قاَئماً، فَقُمْتُ إلى فَمِهَا فَقَطَعْتُهُ[. أخرجه الترمذي.وزاد رزين: ]فَاتَّخَذْتُهُ رَكْوَةً أشْرَبُ فِيهَا[. »الرَّكْوَةُ«: دلو صغير يشرب منه .
1. (2247)- Kebşetu´l-Ensârî (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanıma girmişti. (Duvarda) asılı olan bir kırbanın ağzından ayakta su içti. Ben hemen kırbaya gidip ağzını kestim.”[12]
Rezîn şu ziyadeyi ilave etmiştir: “… (Kestiğim bu kısmı) su içerken kullanmak üzere hususî bir maşraba yaptım.”[13]
ـ2ـ وعن عيسى بن عبداللّه رجلٍ من ا‘نصارى عن أبيه: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # دَعَا يَوْمَ أُحُدٍ بِإدَاوَةٍ، فقَالَ. اُخْنُثْ فَمَ ا“دَاوَةِ، فَفَعَلْتُ، فَشَرِبَ مِنْ فَمِهَا[. أخرجه أبو داود.»ا“دَاوَةُ«، كالرّكوة. وقيل: هى السطحية .
2. (2248)- Ensardan bir zât olan Îsa İbnu Abdillah, babasından naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud günü bir su kabı istedi. (Kap gelince):
“Kabın ağzını dışa kıvır!” dedi, ben de kıvırdım. Sonra kabın ağzından su içti.”[14]
AÇIKLAMA:
1- Vak´a Uhud savaşının yapıldığı gün cereyan etmiştir. Resûlullah´a getirilen su kabının deriden mamul (kırba) nev´inden bir şey olduğu anlaşılıyor. Zira toprak veya madeni kabın ağzını kavırmak mevzubahis olamaz. Zaten o devirde kullanılıştaki pratiklik sebebiyle su kabı olarak deriden mamul kırbalar kullanılmaktadır. Bunlar hayvan derisinden yapılan günümüzdeki küçük boy tulukları andırmalıdır. İçerisinde akıcı olmayan şeyleryani kurular- korunduğu takdirde dağarcık deriz. Şu halde bu kırbalar bir nevi dağarcıktır. İbnu Hacer´in açıklamasına göre deriden mamul su kapları (eskıya) tuluk gibi büyük veya – Toroslarda söylendiği üzere- yannık gibi küçük de olsa aynı isimle anılmaktadır.
2- Şârihlerden bazıları zikri geçen su kabının ağız kısmının dışırıya doğru kıvrılmasını, bu kısmın kokmuş olabileceği ihtimaline dayandırır. Bazısı da “suyun, içen üzerine sıçramasını önlemek için” kıvırmaya yer verildiğini, kırbanın ağız kısmı bükülerek, bir nevi su bardağı şekli verilerek, suyun hasıl edilen çukurdan içildiği de belirtilmiştir. Zira ihtinas bükmek, kıvırmak, kırmak gibi muhtelif mânalara gelmektedir.[15]
B) SU KABININ AĞZINDAN İÇMEYİ YASAKLAYAN HADİSLER:
ـ1ـ عن أبى سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهى رَسُولُ اللّهِ # عَنِ اخْتِنَاثِ ا‘سْقِيَةِ أنْ يُشْرَبَ مِنْ أفْوَاهِهَا[.»وَاخْتِنَاثُهَا«: أن يقلب رأسها فيشرب منه. أخرجه الخمسة إ النسائى .
1. (2249)- Ebû Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) su kaplarının ağzından içmek için ağızlarının dışa kıvrılmalarını yasakladı.”[16]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen ihtinas bazı farklı tefsirlere mazhar olmuştur. Eğmek, bükmek, kıvırmak, kırmak mânaları verilirken “kabın baş kısmının ters çevrilmesi” diye de yorum yapılmıştır.
Bu hadis, suyu, kabın ağzından doğrudan içmeyi yasaklamaktadır. Dolayısıyla avuç, maşraba, bardak gibi büyük kapla araya girecek bir vasıta ile içilmesi tavsiye edilmiş olmaktadır. Bu yasağın konmasına sebep olan bir durum Ebû Bekir İbnu Ebî Şeybe´nin Müsned´inde rivâyet edilmiştir. Rivâyete göre, bir adam su kabının ağzından su içer. Bu esnada ince bir yılan midesine kayar. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) suyun, kabın ağzından içilmesini yasaklar. [17]
ÜÇÜNCÜ FASIL
İÇERKEN NEFES ALIP-VERMEK
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: َ تَشْرَبُوا وَاحِداً كَشُرْبِ الْبَعِيرِ، وَلكِنِ اشْرَبُوا مَثْنى وَثَُثَ، وَسَمُّوا اللّهَ تَعالى إذَا أنْتُمْ شَرِبْتُمْ، وَاحْمَدُوا اللّهَ إذَا أنْتُمْ رَفَعْتُمْ[. أخرجه الترمذي .
1. (2250)- İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Suyu deve gibi bir solukta içmeyin. İki-üç solukta (dinlene dinlene) için. Su içerken besmele çekin. Bitirince de Allah´a hamdedin.”[18]
ـ2ـ وروى الخمسة إ النسائى عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كانَ النَّبىُّ # يَتَنَفَّسُ ثََثاً[.وزاد مسلم والترمذي ويقول: »إنَّهُ أرْوَى وَأبْرَأُ وَأمْرَأْ« .
2. (2251)- Hz. Enes´ten Nesâî dışındaki imamların rivâyetine göre: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), suyu üç solukta içerdi.”
Müslim ve Tirmizî´nin rivâyetlerinde şu ziyade var: “Resûlullah (üç solukta içer, böyle içmenin) daha doyurucu, (hastalıklara karşı) daha koruyucu ve daha afiyetli olduğunu söylerdi.”[19]
AÇIKLAMA:
Bu hadislerde su içmenin mühim bir âdabı beyan edilmektedir. Suyu bir solukta içmemek. Yani, su kabını ağzımıza dayayıp doyuncaya kadar lıkır lıkır içmemek. En az iki seferde içmelidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vessalâm)´ın üç solukta içtiği belirtilmektedir. Soluktan burada maksad şudur: Suyu içerken bir-iki yudum içtikten sonra kabı ağzımızdan uzaklaştırıp bir nefes almak, sonra tekrar kabı ağzımıza götürüp bir-iki yudum daha içip tekrar fasıla verip nefes almak, sonra üçüncü sefer kabı ağzımıza götürüp doyuncaya kadar içmektir.
Resûlullah, bu tarz içişin daha sağlıklı ve daha doyurucu olduğunu ifade buyuruyor. Bu şekilde içildiği takdirde ciğerlerimiz temiz havaya daralmadan normal şekilde teneffüsüne devam eder. Ayrıca ağır içilen su ağızdaki tükrükle daha iyi karışma fırsatı bulur ve mide için daha sağlıklı bir mahiyet kazanarak boğazı geçer. Hadis, şüphesiz daha pek çok faideleri haber vermektedir.[20]
ـ3ـ وعن أبى قتادة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: إذَا شَرِبَ أحَدُكُمْ فََ يَتَنَفَّسْ في ا“نَاءِ[. أخرجه الخمسة إ أبا داود .
3. (2252)- Ebû Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Biriniz su içerken su kabına nefes etmesin.”[21]
AÇIKLAMA:
Bu bâbın hadislerinde geçen teneffüs kelimesi iki mânada kullanılmıştır: Bir mâna, az önceki hadiste geçtiği üzere nefes alıp vermektir. Bir ikinci mâna bu hadiste olduğu üzere suyun içtiğimiz kabın içerisine ciğerlerimizden çıkan havayı göndermek, soluğumuzun kaba girmesine meydan vermektir. İşte, hadiste bu yasaklanmaktadır. Bu yasaklamanın nasıl bir edeb kaidesi olduğu açıktır. Zîra su kabı müşterektir, başkaları da ondan istifade edecektir. Soluğumuzla birlikte ağız veya burnumuzdan kabın içerisine yanımızdakileri iğrendirecek bazı şeyler sıçrayabilir. Resûlullah´ın diğer tavsiyelerinde mü´min kişinin üç ayrı solukta dinlenerek içmesi tavsiye edildiğine göre, hem su içip hem solunması, bu nebevî edebe uymamaktadır. Öyle ise, suyu içerken tek başımıza bile olsak, su kabı tamamen kendimize ait bile olsa, su kabına soluğumuzu salarak içmemiz edep dışı davranıştır. Kimse görmese bile melekler görmekte, kayda geçirmektedir.
Bazı şârihler, suya nefes vererek, ağzın sudan hiç ayrılmadan suyun içilmesini,” insan içişi değil, hayvan içişidir, çünkü develer o şekilde içer” diye illete bağlamışlardır, nitekim hadiste de benzer teşbih geçti.[22]
ـ4ـ وعن أبى المثنى الجهنى قال: ]دَخَلَ أبُو سَعِيدٍ عَلى مَرْوَانَ، فقَالَ لَهُ: أسَمِعْتَ النَّبىَّ # يَنْهى عَنِ النَّفْخِ في ا“نَاءِ؟ قالَ: نَعَمْ، وَسَألَ رَجُلٌ رَسولَ اللّه # فقَالَ: إنِّى َ أرْوَى مِنْ نَفَسٍ وَاحِدٍ، فقَالَ #، فَأبِنِ الْقَدَحَ عَنْ فِيكَ ثُمَّ تَنَفَّسْ قالَ: فإنِّى أرَى الْقَذَاةَ فِيهِ. قالَ: فَأهْرِقْهَا[. أخرجه ا‘ربعة إ النسائى.الفصل الرابع: في ترتيب الشاربين
4. (2253)- Ebû´l-Müsennâ el-Cühenî anlatıyor: “Ebû Saîd (radıyallâhu anh) Mervan´ın yanına girmiştir. Mervan ona:”
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kaplara solumayı yasakladığını işittin mi ” diye sordu. Ebû Saîd (radıyallâhu anh):
“Evet!” dedi ve anlattı: “Adamın birisi: “ben bir nefeste su içince bir türlü suya kanamıyorum (ne tavsiye edersiniz) ” diye sormuştu. Aleyhissalâtu vesselâm efendimiz:
“Kabı ağzından ayır, nefes al (sonra içmeye devam et)!” buyurdu. Adam:
“Kapta çerçöp görürsem ” diye sordu. Efendimiz:
“O takdirde suyu dök!” diye emretti.”[23]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Tirmizî´deki vechi daha sarih. Buna göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) içilen şeye solumayı, (yani su içme sırasında nefes alıp vermeyi) yasaklayınca, cemaatte bulunan bir zat tek solukta, yani içerken nefes alıp vermeden, içtiği su miktarıyla suya kanmadığını, daha içme ihtiyacı duyduğunu söyleyerek bir nevî itiraz eder. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Nefes alma ihtiyacını duyunca, su kabını ağzından çek, nefesini al ver, sonra içmene devam et!” der. İkinci içişte, yine nefes alıp verme ihtiyacı duyulunca aynı şekilde kap ağızdan uzaklaştırılıp, nefes alıp verdikten sonra içmeye devam edilecektir. Şunu da belirtelim ki, bu hadisten, suyu tek solukta içmenin mübah olduğu hükmü de çıkarılmıştır. Çünkü, Efendimiz, adamı tek solukta içmekten nehyetmiyor, bilakis, “bir solukta suya doyamıyorsan bardağı ağzından uzaklaştır, (solu, sonra devam et) mânasında tavsiyede bulunuyor. Diğer hadiste sarih nehiy geldiğine göre, buradan çıkarılan cevaz tek solukta içmedeki kerâheti izale etmez.
2- Zürkânî, suyu nefes alarak içme emrinin hikmetlerini şöyle açıklar: “(Bardağı ağızdan ayırıp, nefes almak) kişiye olan hürmeti korur, töhmeti defeder, suyun bozulmasını (tegayyüre uğramasını) önler, suya tükrük sıçramasına mani olur, sömürerek içmedeki hayvana benzemeyi bertaraf eder. Hayvana benzemek, tabiatımızca da, şeriatimizce de mekruhtur.”
3- Zürkânî bu hadisi şerhederken İmam Mâlik´in yukarıda kaydettiğimiz üzere, hadisten tek solukta içmenin mübah olduğu hükmünü kaydettikten sonra, şahsen katılmasa da ‘Kîle’ ile sunduğu bazı farklı görüşlere de yer verir:
“Tek solukta içmek, mutlak olarak mekruhtur. Çünkü bu, şeytan işidir, çünkü bu hayvanların tarzıdır.” Tirmizî, İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´dan merfu olarak şunu rivâyet etmiştir: “Develer gibi tek nefeste su içmeyin, fakat iki-üç solukta için. İçerken besmele çekin, bitirince de Allah´a hamdedin” (2250. hadis).
4- Hadiste aynı zatın bir başka sorusu mevzubahis: “Suyun üzerine çerçöp (veya batal dahi) denen yabancı bir madde görülecek olursa ne yapmalı ” Resûlullah´ın bu durumdaki tavsiyesi, “suyun içilmeyip dökülmesidir.” [24]
DÖRDÜNCÜ FASIL
İÇENLERİN ÖNCELİK SIRASI
ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أُتِىَ النَّبىُّ # بِقَدَحِ لَبَنٍ قَدْ شِيبَ بِمَاءٍ فَشَرِبَ، وَعَنْ يَسَارِهِ أبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، وَعَنْ يَمِينِهِ أعْرَابِىُّ، فَأعْطى ا‘عْرَابىَّ فَضْلَهُ، وَقَالَ ا‘يْمَنُ فَا‘يْمَنُ[. أخرجه الستة إ النسائى .
1. (2254)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir bardak süt getirilmişti. İçerisine su katıldı. Önce kendisi içti. Solunda Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) vardı, sağında da bir bedevi. Sütten artan kısmı bedeviye verdi ve:”
(Öncelik hakkı) sağındır, sonra da onun sağı(ndan devam etsin)!” buyurdu.”[25]
ـ2ـ وعن سهل بن سعد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أُتِىَ النَّبىُّ # بِشَرابٍ فَشَرِبَ، وَعَنْ يَمِينِهِ غَُمٌ، وَعَنْ يَسَارِهِ ا‘شْيَاخُ، فقَالَ لِلْغَُمِ: أتَأذَنُ لِى أنْ أُعْطِِىَ هؤَُءِ، فقَالَ الْغَُمُ: وَاللّهِ يَا رسُولَ اللّهِ َ أُوثِرُ بِنَصِىبى مِنْكَ أحَداً، فَتَلّهُ رَسولُ اللّهِ # في يَدِهِ[. أخرجه الشيخان.وزاد رزين: »قالَ وكانَ الْغَُمُ الْفَضْلُ بْنَ الْعَبَّاسِ« .
2. (2255)- Sehl İbnu Sa´d (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir içecek getirilmişti. Ondan, önce kendisi içti. Sağında bir oğlan, solunda da yaşlılar vardı. Oğlana:
“Bardağı şu yaşlılara vermem için bana izin verir misin ” dedi. Oğlan da:
“Ey Allah´ın Resûlü, Allah´a yemin olsun bana sizden gelecek nasibime başkasını asla tercih edemem!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bardağı onun eline koydu.”[26]
Rezîn şunu ilave etti: “Zikri geçen oğlan el-Fadl İbnu Abbâs idi.”[27]
ـ3ـ وعن ابن أبى أوفى وأبى قتادة رَضِيَ اللّهُ عَنْهم قاَ: ]قالَ رَسُولُ اللّه # سَاقِى الْقَوْمِ آخِرُهُمْ شُرْباً[. أخرجه أبو داود عن ا‘ول، والترمذي عن الثاني .
3. (2256)- İbnu Ebî Evfâ ve Ebû Katâde (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir cemaate içecek dağıtan, en son içer.”[28]
Hadisi Ebû Dâvud İbnu Ebî Evfâ´dan Tirmizî de Ebû Katâde ´den rivâyet etmiştir.[29]
AÇIKLAMA:
Bu bâbın son üç hadisi, cemaat halinde iken suyu veya meşrubat gibi herhangi bir içecek maddesi geldiği zaman, dağıtımın nasıl bir sıra takib edeceği hususunda prensip vaz etmektedir:
1- Öncelikle cemaatin büyüğünden başlanacaktır.
2- Büyüğün sağındaki ve onun sağındaki şeklinde devam edecektir, el-eymen fe´l-eymen bu demektir.
3- İçecek maddesini dağıtan da en sonunda içecektir. Nevevî, bu sonuncu madde için: “Bu edeb sadece içecekle ilgili maddelere has değildir. Buna kıyasen, aynı mânayı taşıyan başka taksimlerde de buna riâyet edilmelidir: Et, meyve, koku, vs. her ne olursa olsun, taksimi yapan, kendisi en sonda almalıdır” der.
Müslim´in bir rivâyetinde, cemaatte bulunan Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekr´i ismen zikrederek, bardağın ona verilmesini taleb ederse de Hz. Peygamber sağdaki bedeviye verir ve üç kere tekrar eder:
“Sağdakiler, sağdakiler, sağdakiler!”
Bu vak´ayı rivâyet eden Hz. Enes de üç kere tekrar eder:
“Sünnet budur, sünnet budur, sünnet budur!”[30]
Büyüğün Takdimi Meselesi:
Ebû Ya´lâ´nın bir rivâyetinde İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) Resûlullah´ın su dağıtımında; “Büyükten başlayın!” dediğini belirtir. Ayrıca büyükle başlamayı emreden başka rivâyetler de var.
Arada bir teâruz gözükmektedir.
Âlimler bunu, cemaatteki ferdlerin sağsol diye ayırmaya imkan vermeyecek şekilde eşit oturma haline hamlederler. Bu hal, büyüğün önünde veya arkasında veya sol tarafında oturmuş olmaları durumunda veya bir başka vaziyette ortaya çıkabilir. Öyle ise böyle bir durumda büyükten başlanmalıdır.
İbnu Hacer soldakini takdimi emreden hadisle ilgili olarak şu yorumu kaydeder: “Hadisten çıkarılan bir hüküm şu olmalıdır: Şayet fâilin fazileti ile vazifenin fazileti teâruz ederse “vazifenin fazileti” esas alınır, tıpkı erkek ve kadına âit iki cenaze gelmesi halinde, kadının velisi erkeğin velisinden efdal bile olsa erkeğin velisi -mefdul olmasına rağmen- takdim edilir. Çünkü cenaze vazifedir, onun efdaliyetine itibar olunur, ona namaz kılacak olanın efdaliyetine değil. Buradaki sır şudur: Erkeklik ve sağlık herkesin kesinlikle hükmedebileceği unsurlardandır. Fâilin efdaliyeti öyle değil. Zîra bunda asıl olan zandır, hatta efdaliyeti nefsü´l-emirde kesin olsa bile aslolan yine zandır.” [31]
BEŞİNCİ FASIL
KAPLARIN AĞIZLARININ ÖRTÜLMESİ
ـ1ـ عن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: غَطُّوا ا“نَاءَ وَأوْكُوا السَّقَاءِ[. أخرجه الشيخان وأبو داود.وزاد مسلم: »فَإنَّ في السَّنَةِ لَيْلَةً يَنْزِلُ فِيهَا وَبَاءٌ َ يَمُرُّ بِإنَاءٍ لَيْسَ عَليْهِ غِطَاءٌ، أوْ سِقَاءٍ لَيْسَ عَلَيْهِ وِكَاءٌ إَّ نَزَلَ فيهِ مِنْ ذلِكَ الْوَبَاءِ«.قالَ اللَّيْثُ: »فَا‘عَاجِمُ عِنْدَنَا يَتَّقُونَ ذلِكَ في كَانُونَ ا‘وَّلَ« .
1. (2257)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kapların ağızlarını örtün, dağarcık (ve tulukların) ağzını bağlayın.”[32]
Müslim´in bir rivâyetinde şu ziyade var: “Zîra yılda bir gece vardır ki onda veba yağar. Şayet ağzı açık kaba veya bağsız dağarcığa rastlarsa bu vebadan ona mutlaka iner.”
el-Leys dedi ki: “Bizim yanımızdaki acemler bundan kânun-u evvel ayında sakınırlar.”[33]
AÇIKLAMA:
1- Rivayet muhtelif vecihlerde bir kısım ziyadelerle gelmiştir. Mesela Müslim´in bir rivâyeti şöyledir: “Kapların ağızlarını örtün, dağarcıkkların ağzını bağlayın, kapıyı kapayın, lambayı söndürün. Zîra şeytan dağarcığı çözemez, kapıyı açamaz, kabın kapağını kaldıramaz. Eğer kabın üzerine örtecek bir şey bulamazsanız bir çöp olsun gerin ve üzerine Allah´ın ismini zikredin. Çünkü küçük fasık (fare) ev sahiplerinin üzerine evlerini yakar.”
2- Rivayetin Buhârî´deki bir vechinde, rivâyet, “Geceleyin yatınca lambaları söndürün…” diye başlar.
İbnu Dakîku´lÎd der ki: “Kapıların kapatılma emrinde hem dînî, hem dünyevî maslahatlar var. Nefisler ve mallar böylece aylakların, fesadcıların, bilhassa şeytanların şerrinden korunmuş olur.
“Şeytan, kapalı kapıyı açamaz” sözü, bu emrin şeytanların insanlara karışmasını önlemek maslahatına râci olduğuna işaret eder. Şeytanın durumunu belirterek emrin sebebini de açıklaması ancak peygamberlerin bilebileceği mahfi bir meseleye dikkat çekmek, uyarmak içindir.”
3- Senenin bir gecesinde veba indiğinin beyan edilmesi ve bu gecenin hangi gün olduğunun belirtilmemesi kapların her gece örtülmesi hususunda dikkate, uyanıklığa ve teyakkuza sevkeden bir durumdur.
4- İbnu Hacer icabı halinde, örtme yerine çöp germekle iktifa etmedeki sırrı şöyle açıklar: “Zannımca bu sır, çöpü gererken çekilen besmeleyle ilgilidir. Böylece çöpün gerilmiş olması, o esnada besmele çekildiğine bir alamet olur. Gerilmiş çöp sebebiyle bunu anlayan şeytanlar kaba yalaşmaktan imtina ederler.” Meselenin örtme emrini te´kîde râci yönü de vardır.[34]
ـ2ـ وفي رواية لهما: ]اسْتَسْقَى #، فقَالَ رَجُلٌ يَا رسُولَ اللّهِ: أَ نُسْقِيكَ نَبِيذاً؟ قالَ: بَلى. قالَ فَخَرَجَ الرَّجُلُ يَشْتَدُّ، فَجَاءَ بِقَدَحٍ فِيهِ نَبِيذٌ، فقَالَ #: أَ خَمَّرْتَهُ، وَلَوْ أنْ تَعْرُضَ عَلَيْهِ عُوداً، وَشَرِبَ[.ولمسلم عن أبى حميد: إنَّمَا أُمِرْنَا بإبْكاءِ السِّقَاءِ لَيًْ، وَبِا‘بْوَابِ أنْ تُغْلَقَ لَيًْ[ .
2. (2258)-Yine Buhârî ve Müslim´de gelen bir rivâyette şöyle denmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) su istedi. Bir adam:
“Ya Resûlullah sana nebiz (şıra) sunmayalım mı ” diye sordu. Efendimiz.
“Evet, sun!” buyurdu.”
Râvi der ki: “Adam hızla çıktı ve içinde nebiz (şıra) olan bir bardakla geri döndü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Ağzını kapamadın mı, hatta üzerine gereceğin bir çöple bile olsa ” dedi ve nebizi içti.”
Müslim´de Ebû Humeyd´den gelen bir rivâyette şöyle buyurulmuştur: “Biz, geceleyin dağarcıkları bağlamakla emrolunduk. Kapıların da geceleyin örtülmesiyle emrolunduk.”[35]
AÇIKLAMA için de önceki hadisin açıklamasına bakılsın.
ALTINCI FASIL
MÜTEFERRİK HADİSLER
ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كانَ النَّبىُّ # يُسْتَعْذَبُ لَهُ المَاءُ مِنْ بُيُوتِ السُّقْيَا[.قال قتيبة: »هِىَ عَيْنٌ بَينَها وَبَيْنَ المَدِينَةِ يَوْمَانِ[. أخرجه أبو داود .
1. (2259)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a es-Sükyâ kuyularından tatlı su getirilirdi.”
Kuteybe der ki: “O (es-Sükyâ) Medîne ile Mekke arasında iki günlük mesafe bulunan bir göze idi.”[36]
AÇIKLAMA:
1- İsti´zâb tatlı su temin etmek demektir. Hadis Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) için es-Sükyâ denen ve Medîne´ye iki günlük uzaklıkta bulunan bir yerden su getirildiğini ifade etmektedir. Suyutî, es-Sükyâ´nın Mekke-Medîne arasında yer alan bir köy olduğunu belirtir. Suyun es-Sükyâ´dan getirilmesi, oradaki suların tatlı ve daha kaliteli olmasındandır. Zîra Medîne´nin suları tuzludur.
Ancak şunu da belirtelim ki, bu hadis, Resûllullah (aleyhissalâtu vesselâm)´in içtiği bütün suların oradan getirildiğini ifade etmez. Çünkü Medîne´nin suları da içilemeyecek kadar tuzlu olmadığı gibi, Resûlullah´ın Medîne kuyularından su içtiğine dair pek çok rivâyet gelmiştir. Hatta bazı siyer kitaplarında Efendimizin (aleyhissalâtu vesselâm) suyundan içtiği kuyuların isimleri zikredilir. İbnu Sa´d Tabakât´ında Resûlullah´ın su içtiği kuyular üzerine açtığı bâba tam dört sayfa tahsis eder ve rivâyetler kaydeder. Sözgelimi Ebû Talha´nın Allah yolunda tasadduk ettiği Beyruha adlı bahçede gölgenin daha serin, suyun daha tatlı olduğu, bu sebeple Hz. Peygamber´in sıkça oraya teşrif buyurdukları belirtilir. Bir diğer kuyu Medîne´ye dörtbeş kilometre mesafedeki Kuba köyündeki Gars kuyusudur, devesini orada ıhdırmış, sudan içmiş ve: “Bu, cennet gözelerinden bir gözedir” buyurmuştur.
Ebû Eyyûb el-Ensârî (radıyallâhu anh)´nin evinde misafir iken Hz. Enes (radıyallâhu anh)´in peder-i muhteremleri Mâlik İbnu´n-Nadr´ın kuyusundan tatlı su getirilmiştir. Kendi evine yerleşince hizmetçisi Enes, Sükyâ´dan getirir olmuş diğer bir hizmetçisi Rabâh, bazan Gars, bazan da Sükyâ´dan su taşımıştır.
Resûlullah´ın suyundan içtiği bir diğer kuyu, suyu pek tatlı olan Câsim kuyusudur ve Ebû´l-Heysem İbnu´t-Teyyehân´a aittir.
Bir diğer kuyu Büdâ´a kuyusudur. Sehl İbnu Sa´d (radıyallâhu anh): “Resûlullah´a Büdâ´a kuyusundan elimle su verdim” der. Efendimiz, bir çok kereler buradan hem içmiş, hem abdest almıştır.
Medîne´nin meşhur bir diğer gözesi Rûme kuyusudur. Sahibi suyunu parayla satmaktadır. Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)´in: “Bunu (Müzenî) sahibinden satın alıp tasadduk edecek olan müslümanın sadakası ne makbul sadakadır!” irşadı üzerine Hz. Osman (radıyallâhu anh) sahibinin istediği parayı -ki dörtyüz dinar´dır- vererek satın alır ve Allah yolunda tasadduk eder ve bundan böyle herkes o sudan parasız istifade eder. Resûlullah durumu öğrenince: “Allah´ım! Osman´a cenneti vacib kıl!” duasında bulunur.
“Sebil” adıyla Allah yolunda çeşme tesîs etmenin ilk örneğini, habîb-i rabbülâlemîn, Fahr-i kâinat Resûl-i Ekrem´in duasına mazhar Osman-ı Zinnûreyn efendimiz bu te´sisi teşkil etmiş olmalıdır.
Şüphesiz Resûlullah´ın suyundan içmiş bulunduğu kuyular bunlardan ibaret değildir.
2- İbnu Hacer, Resûllullah´ın tatlı sudan içmesiyle alakalı Buhârî rivâyetini açıklarken şu notu düşer: “İbnu Battâl demiştir ki: “Tatlı su te´min etmek “zühd”e mâni değildir; bu mezmûm olan tereffüh sayılmaz. Ancak suya misk ve benzeri bir şey atarak kokulamak tereffühdür. İmam Mâlik, bunda israf olduğu için mekruh addetti. Fakat tatlı su içmek, bunu aramak mübahtır. Sâlih kişiler bunu yapmıştır. Acı suyu içmede bir fazilet (ve sevap) yoktur.” İbnu Battâl devamla der ki: “Bunda (hadiste), yemeğin iyisini aramanın câiz olduğuna delâlet vardır, bu da hayır ehlinin amelindendir. Nitekim âyet-i kerîmede “Ey iman edenler, Allah´ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram kılmayın” (Mâide 87) buyurulmuştur. Bu âyet, leziz yemeklerden imtina etmek isteyenler hakkında inmiştir. Eğer leziz yemekler, alınması istenmeyen şeyler arasında olsaydı bunları kullarına vermezdi. Üstelik, kulların kendi kendilerine bunları haram kılmalarını yasaklamış olması da gösterir ki, Cenâb-ı Hak, onların alınmasını, yenilmesini murad etmekte, bunları vermesine mukabil kulların şükretmesini dilemektedir, her ne kadar insanların şükrü, nimetin hakkını ödemeye yetmese de.” İbnu´l-Münir, İbnu Battâl´ın bu mütalaasına biraz karşı çıkmış:
“Evet, tatlı su içmek zühde, verâya aykırı değildir, bu açık bir husus, ama bu hadisten leziz yemeklerin de mübah olduğunu istidlâl etmek pek uzak bir ihtimaldir (o mesele ile bunun arasında ciddi bir ilgi yok)” demiştir.[37]
ـ2ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]دَخَلَ النَّبىُّ # حَائِطَ رَجُلٍ مِنَ ا‘نْصَارِ وَهُوَ يُحَوِّلُ المَاءَ في حَائِطِهِ، فقَالَ #: إنْ كَانَ عِنْدَكَ مَاءٌ بَاتَ هذِهِ اللّيْلَةَ في شَنَّةٍ، وَإَّ كَرَعْنَا، فقَالَ: عِنْدِى مَاءٌ بَارِدٌ، فَانْطَلَقَ إلى الْعَرِيشِ فَسَكَبَ في قَدَحٍ، ثُمَّ حَلَبَ عَلَيْهِ مِنْ دَاجِنٍ لَهُ فَشَرِبَ[. أخرجه البخارى وأبو داود.»الْكَرْعُ«: الشرب بالفم من النهر أو الساقية.»وَالْعَرِيشُ«: معروف .
2. (2260)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ensâr´dan bir zâtın bahçesine girdi. Bu sırada adam, bahçeye su çevirmekte idi. Resûllulah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Yanınızda şenne (eskimiş tuluk) içerisinde akşamdan kalma suyunuz varsa (ver de içelim), yoksa, akan sudan “ağzımızla içeriz” buyurdu. Adam:
“Evet yanımda soğuk su var!” deyip, kulübeye giderek bir bardağa su koydu, sonra da üzerine bir keçiden süt sağdı. Efendimiz ondan içti.”[38]
AÇIKLAMA:
1- Buhârî´nin rivâyetinde Resûlullah´la birlikte bir arkadaşı daha vardır. İbnu Hacer bunun Hz. Ebû Bekir olduğunu açıklar.
2- Hadiste geçen şenne eski (kadîm) tuluk demektir, tüyü dökülmüş mânasına geldiği de belirtilir. Resûlullah´ın gecelemiş suyu sorması, soğuk olmasını taleptir. Çünkü geceleyen su soğuk olur.
3- Hadiste geçen ‘kera’na’ tabirini “ağzımızla içeriz” diye tercüme ettik. Bu tabir aslında bardak veya avuç kullanılmaksızın suyu gözeden veya dereden (yüzü koyun uzanarak) içmektir, dilimizde bu tarz içiş için ayrı bir kelime kullanılmamıştır.
Âlimler hadisten, bu tarzda su içmenin câiz olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Ancak İbnu Mâce´de gelen bir rivâyette İbnu Ömer şu vak´ayı anlatır.
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la beraber yürüyorduk, bir göle rastladık. Biz yüzükoyun uzanarak ağzımızla su içmeye başladık. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müdahale ederek: “Ağzınızla içmeyin, önce ellerinizi yıkayın, sonra avuçlayarak için!” dedi.”
Bu rivâyet, doğrudan ağızla içmeyi yasaklar. İbnu Hacer der ki: “Bu ikinci rivâyet senedçe zayıftır. Şayet bu rivâyet (nefsülemirde) sabitse kerahet tenzihî olur; fiil, buna cevazı beyan içindir. Yahut da, Hz. Câbir (radıyallâhu anh)´in kıssası, mezkur yasaklamadan önceye aittir. Yahut da yasaklama, zaruretin bulunmadığı durumlarla ilgilidir. Bu fiil ise, soğuk olmayan suyu içme zaruretiyle ilgilidir. Böyle bir durumda susuzluk zarureti sebebiyle, ağızla içilir. Ta ki nefs, yudumlamaların tekerrürü ile, nefret hissetmesin, zîra kişinin avulayarak içmesi halinde suya kanma husul bulmaz.” Bu açıklamayı yeterince muknî bulmadığı anlaşılan İbnu Hacer, yine İbnu Mâce´de İbnu Ömer´den bir başka vecihle gelen diğer bir rivâyete dayanarak bir başka yorum sunar. Hadis şöyle: “Resûlullah bize, karınlarımızın üzerinde su içmeyi yasakladı ki bu tarz bu rivâyet (nefsülemirde) sabitse, bu durumda nehiy, bu tarza, yani kişinin yüzükoyun uzanarak içmesine mahsustur, sadedinde olduğumuz Hz. Câbir rivâyeti de yüzükoyun uzanmayı gerektirmeyen yüksek bir yerden ağızla içmeye hamledilir.”
4- Hadis, sıcak günde soğuk su içilebileceğini ifade eder.
5- Suyun üzerine süt sağması Resûlullah´a saf su içirmeme, ikramda bulunma arzusunun ifadesidir. Suya süt ilavesi Arap örfünün icabı olduğu belirtilmiştir.[39]
ـ3ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كانَ ‘مِّ سُلَيْمٍ قَدَحٌ، فقَالَتْ سَقَيْتُ فِيهِ رَسُولَ اللّهِ # كُلَّ الشَّرَابِ المَاءِ وَالْعَسَلِ وَاللّبَنِ والنَّبِيذِ[. أخرجه النسائى .
3. (2261)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Ümmü Süleym´in bir bardağı vardı. (Bu bardakla ilgili olarak) derdi ki: “Ben bu bardakla Resûlullah´a her çeşit meşrubatı sunmuşum: “Su, bal (şerbeti), süt, şıra.”[40]
İKİNCİ BÂB
ALKOLLÜ İÇKİLER VE ŞIRALAR
(Bu bâb altı fasıldır)
*
BİRİNCİ FASIL
HER SARHOŞ EDİCİ HARAMDIR
*
İKİNCİ FASIL
ALKOLLÜ İÇKİNİN TAHRİMİ, İÇENİN ZEMMİ
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
İÇKİNİN TAHRİMİ VE YAPILDIGI MADDELER
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
HARAM VE HELÂL OLAN ŞIRALAR
*
BEŞİNCİ FASIL
HARAM VE HELÂL OLAN KAPLAR
*
ALTINCI FASIL
BAZI İLAVELER
UMUMÎ AÇIKLAMA
Hamr kelimesiyle ifade edilen alkollü içkiler, azıyla çoğuyla kesinlikle haram edildiği için, İslâm âlimleri, bunu diğer içecekler meyanında mevzubahis etmezler, bunlarla ilgili bahisleri müstakillen ele alırlar. Burada da aynı şekilde hareket edildiğini görmekteyiz. Müteakiben yer verilecek altı faslın her birisi alkollü içkilerle ilgili olarak hadislerde gelmiş olan meselelerle ilgilidir.
Hemen şunu da belirtelim, şıra diye tercüme ettiğimiz “nebiz”lere terettüp edecek “helâl” veya “haram” hükmü bazı şartlarla kayıtlı olduğu için bu bâbta incelenmiştir. Dördüncü fasılda gerekli açıklamalar yapılacaktır.[41]
BİRİNCİ FASIL
HER SARHOŞ EDİCİ HARAMDIR
ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قالَ رسُولُ اللّهِ #: كُلُّ شَرابٍ أسْكَرَ فَهُوَ حَرَامٌ[. أخرجه الستة .
1. (2262)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Sarhoşluk veren her içki haramdır.”[42]
ـ2ـ وفي رواية ]سُئِلَ عَنِ الْبِتْعِ، فقَالَ: كُلُّ شَرَابٍ أسْكَرَ، فَهُوَ حَرَامٌ[.»الْبِتْعُ«: نبيذ العسل .
2. (2263)- Bir diğer rivâyette şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bal şerbetinden sunulmuştu:
“Sarhoşluk veren her içki haramdır!” diye cevap verdi.”[43]
ـ3ـ وفي أخرى ‘بى داود: ]كُلُّ مُسْكرٍ حَرَامٌ، وَمَا أسْكَرَ مِنْهُ الْفَرْقُ فَمِلْءُ الْكَفِّ مِنْهُ حَرَامٌ[.وفي أخرى للترمذي: ]فَالْحَسْوَةُ مِنْهُ حَرَامٌ[.»الْفَرَقُ« بفتح الراء وسكونها: إناء يسع ستة عشر رط.»وَالحَسْوَةُ« الجرعة من الماء .
3. (2264)- Ebû Dâvud´da gelen diğer bir rivâyette (Resûlullah´a açıklaması şöyledir): “Her sarhoş edici şey haramdır. Bir farak (küp) içildiği takdirde sarhoşluk veren bir şeyin tek avucu da haramdır.”
Tirmizî´de gelen bir diğer rivâyette “tek yudumu haramdır” diye gelmiştir.[44]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buradaki hadislerinde, haram olan içecek maddesinin ismi üzerinde durmaktan ziyade “sarhoş edici” vasfı üzerinde durmuştur. Birinci hadise göre hangi madde olursa olsun, sarhoş edici bir tabiata sahipse haramdır. Ancak bu açıklama meseleyi tam olarak beyanda nâkıstır… Sözgelimi, bu tabiatta bir içkinin az miktarı sarhoş etmiyorsa, bu da haram mıdır diye bir soru hatıra gelebilir.
Bunun cevabı üçüncü rivâyette verilmiştir: Bir küpü içilince ancak sarhoşluk veren, yani alkol miktarı son derece az olan bir maddenin bir avuş miktarı dahi haramdır. Yani “haramlık” içecek maddesinin insanda fiilen hasıl edeceği tesirden gelmiyor, maddenin tabiatından geliyor. Tıpkı pis bir maddenin azı da çoğu da pis olması gibi.
Şu halde bu meselede, illetle maslahatı karıştırmamak gerekir. Cenâb-ı Hakk, sarhoşluk verici maddeleri haram kılmıştır. O maddelerin haram edilişinin illeti yani asıl sebebi, Resûlullah´ın hadisleriyle tebliğ edilmiş olan ilâhî yasaklama´dır. Elbette Rabbülâlemîn bu yasağı insanların aklını, sıhhatini koruma maslahatına binaen koymuştur. Fakat biz, bize tanınmayan bir ruhsatı kendimize tanıyarak illetin yerine maslahatı koyup: “İçki sarhoş ettiği için haramdır, sarhoş etmeyen miktarı haram olmaz” diyecek olursak büyük hata ederiz. Hiçbir din âlimi bunu söylememiştir. Esasen âyet-i kerîme, Allah veya Resûlünün konuştuğu yerde mü´minlere fikir beyan etme yetkisi tanımamıştır, böyle bir davranış isyan olarak tavsif edilmiştir: “Allah ve Peygamberi bir işe hükmettiği zaman, gerek mü´min olan bir erkek, gerek mü´min olan bir kadın için (ona aykırı olacak) işlerde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah ve Resûlüne isyan ederse, muhakkak ki o apacık bir sapıklıkla yolunu saptırmıştır” (Ahzab 36).
Öyle ise, Resûlullah “Çoğu sarhoş eden bir şeyin azı da haramdır” demiş iken bunun aksine söz söylemek bir isyandır, kesinlikle mü´minin edebine yakışmaz, imanına uymaz.
2- Fakat: Resûlullah´ın çokluğu ifade için kullandığı bu kelimeyi, anlamada kolaylık olsun diye küp olarak tercüme ettik. Aslında bu, 16 rıtl hacminde bir ölçektir.[45]
3- Bal şerbeti veya meyve şırasının durumu da biraz mübhemlik arzetmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hususta sorulunca, ikinci hadiste görüldüğü üzere, çok kesin bir ifade ile “helâldir” veya “haramdır” diye kesip atmıyor, bilakis bir prensip vaz´ediyor: “Sarhoşluk veren her içki haramdır.” Demek oluyor ki, şerbet ve şıra gibi içeceklerin değişmez sabit bir tabiatları yoktur, zaman içerisinde tahammür edip sarhoşluk verici mahiyet kazanabilir. Ayrıca, “haramlık” içkinin şu veya bu maddeden yapılmasına bağlı değildir, sarhoş edicilik tabiatına bağlıdır.
4- Burada hamr´dan ne kastedildiğini açıklayalım. Hamr, örtme mânasına gelen bir kökten gelir, aklı örten yani sarhoşluk veren şey demektir.
Şer´î olarak açıklanmasında, İmam Âzam´ın hamr´dan anladığı ile, diğer imamların anladığı şey arasında bir fark var. Konumuzun bütünlüğü için belirtmede gerek duyuyoruz:
Ulema hamr denince bütün sarhoşluk veren içkileri anlarken, İmâm-ı Âzam bu kelimeyle üzüm suyunun kaynayan ve kaynaması şiddetlenerek üzerindeki köpüğünü atan şeklini anlamıştır. Hamr´ı böyle tarif edince şu netice çıkar: Üzümden başka meyve ve hububattan yapılan içkilere hakiki olarak hamr denemez, onlara hamr denmesi mecâzîdir, bir teşbihtir. İmâm-ı Âzam bu kanaattedir.
Diğer imamlar, sarhoşluk veren herşeye hamr derler. Mesela bir Buhârî hadisinde Ebû Hüreyre: “Hamr hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden elde edilir” diyerek sadece “üzüm”den değil “hurma”dan da elde edildiğini belirtmiştir. Yine Buhârî´nin bir rivâyetinde Hz. Ömer, bir hutbe sırasında hamr´ın haram kılındığını belirttikten sonra bu nesnenin (kendi devrinde) beş şeyden yapıldığını söylemiştir: Üzüm, hurma, buğday, arpa, bal.
Öyle ise Hanefîlerin bu hadisleri te´vil etmeleri gerekmektedir. İki sûrette te´vil ederler:
a) Hadiste zikri geçen üzüm ve hurmadan biri matlubdur, o da üzümdür. Nitekim, âyet-i kerîmede: “Ey cin ve ins cemaati, size içinizden Peygamber gelmedi mi ” (En´âm 130) buyurulmaktadır. Burada asıl muhatap insandır, çünkü peygamberler insan nev´inden gönderilmiştir.
b) Veya hamr, üzümle hurmadan yapılan içkidir. Bunlardan üzümden yapılana hamr denmesi hakikat, öbürüne mecaz olur. Şu halde üzümden yapılan şarabın azına da çoğuna da, sarhoş edene de etmeyene de hamr denir. Öbürleri ise, sekir verme halinde hamr sayılır.
Yine bir Buhârî rivâyetinde, İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) “Hamr haram edildiği zaman Medîne´de ondan pek az bir şey vardı” demiştir. Bu ifade, hamr ile üzümden elde edilen içkinin kastedildiğine delildir. Çünkü Medîne´de, o zaman üzüm dışındaki maddelerden elde edilen içkiler çoktu. Nitekim Hz. Enes´ten gelen bir rivâyette, içki haram edilince herkes içkisini dökmüş ve Medîne sokaklarında şarap “sel gibi” akmıştır. Öyle ise, İbnu Ömer´in, “Medîne´de hamr yoktu” sözü, “üzümden elde olunan şarap yoktu” demektir. Durum böyle olunca hamr, -içkiyi yasaklayan âyet-i kerîmede olduğu gibi (Mâide 90)- mutlak gelince kemaline sarfolunur ve üzümden yapılan anlaşılır. Diğerlerini ifade için kayıtlamak gerekir: “Hurmadan yapılan hamr”, “arpadan yapılan hamr” gibi.
Burada hemen kaydedelim ki, günümüzde İmâm-ı Âzam´ın bu görüşünü istismar ederek: “Arpa suyu haram değildir, rakı haram değildir, şarabın haramlığı daha ileridir…” gibi çok bilmiş edasıyla cahilleri iğfal için söylenen sözün hiçbir muteber tarafı yoktur. Zîra İmâm-ı Âzam´ın görüşü sarhoş edici içkilerin hepsini içine almaktadır. Ve bugün pazarlanan bütün alkollü içkilerin sarhoş edicilik vasfı herkesçe bilinen bir husustur. Kur´ân´ın açık ayetine karşı gelenlerin ümmeti teşvişe atıp, iğfal edecek meselelerde dindar kesilip böylesi münferid ve istismar edilebilecek fetvalardan delil getirmeye çalışmaları, ibret alınması gereken bir tezad olmakta; bu halleri, işine gelince kuş, işine gelince deve olduğunu söyleyen deve kuşlarını andırmaktadır.[46]
ـ4ـ وعن أبى موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَا رسُولَ اللّهِ: أفْتِنَا في شَرابَيْنِ كُنَّا نَصْنَعُهُمَا بِالْيَمَنِ: الْبِتْعُ: وَهُوَ مِنَ الْعَسَلِ يُنْبَذُ حَتَّى يَشْتَدَّ، وَالمِزْرِ: وَهُوَ مِنَ الذُّرةِ وَالشَّعِيرِ يُنْبَذَ حَتَّى يَشْتَدَّ، فقَالَ # أنْهَى عَنْ كُلِّ مُسْكِرٍ أسْكَرَ عَنْ الصََّةِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .
4. (2265)- Ebû Mûsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah´a “Ey Allah´ın Resûlü, dedim, Yemen´de yapmakta olduğumuz şu iki şarap hakkında bize fetva ver: Bit´; bu baldandır, şiddetleninceye kadar nebiz yapılır. İkincisi mizr´dir, bu mısırdan ve arpadan yapılır, bu da şiddetleninceye kadar nebiz yapılır.” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Ben her sarhoşluk veren şeyi yasaklıyorum” buyurdular.”[47]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde, bal ve mısırdan yapılan şarapların haram olduğunu beyan etmektedir. Anlaşıldığı üzere, bunlardan önce şıra mahiyetinde olmak üzere nebiz yapılmaktadır. Nebiz, bir müddet sonra tahammür ederek sarhoşluk verici bir hususiyet kazanmakta ve şaraplaşmaktadır. Hadiste bu durum şiddet kazanmak diye ifade edilmiştir.
Bu “şiddet”ten murad nedir, müddeti nedir gibi hatıra gelecek suallerin cevabını âlimler bazı ihtilaflara düşerek vermişlerdir:
* Önce şunu belirtelim: Nebîz veya nakî hurma veya üzümü suya ıslatmak suretiyle elde edilen şıranın adıdır. Bu suretle elde edilen meşrubat, tahammür etmedikçe içilmesi helâldir. Bu helâl olan şıra, hadislerde bazan nebîz bazan da nakî kelimesiyle isimlendirilmiştir. Şârihler bu iki kelimenin müteradif olup aynı mânada kullanıldığını belirtirler.
* Eğer nebîz kürkreyip şiddetlenmişse, yani kaynayıp kabarmışsa artık içilmez, çünkü tahammür etmiştir, alkolleşmiştir, içildiği takdirde sarhoş eder.
İmâm-ı Âzam, nebîz´in kükreyip şiddet kazanma halini tarif ederken, bir de “köpüğünü atma” şartını ilave eder. Yani ona göre kaynayıp, şiddetlenen ve köpüğünü de üzerinden atan nebiz, artık tahammür etmiş, içilmesi haram hale gelmiştir.
Her ne kadar, bu söylenen husus, nebiz´in kıvam ve kimyevi yapısında müşahade edilecek bir vak´a ise de hadislerde müddeti hususunda bazı farklı ölçüler gelmiştir:
1) Müslim´in Hz. Âişe´den yaptığı bir rivâyete göre: “Hz. Âişe “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)a ağzını bağladığı tuluk içinde nebîz (şıra) yapar, Resûlullah da onu akşamleyin içerdi; akşamleyin şıra yapar (akşamdan suya ıslatır), Resûlullah da sabahleyin içerdi” der. Ebû Dâvud´un rivâyetinde, “Sabahtan ıslatırdım akşam olunca Resûlullah yemeğini yer, üzerine de bu şıradan içerdi, artan olursa onu dökerdim. Sonra geceleyin yeniden Resûlullah´a hurma (veya kuru üzüm) ıslatırdık, sabahleyin yemeğini yeyince üzerine bu şıradan içerdi” der. Hz. Âişe sabahtan yapılan şıranın akşama, akşamdan yapılan şıranın da ertesi sabaha istihlak edilip, daha fazla geciktirilmediğini belirtme sadedinde şunu ilave eder: “Şıra kabını sabahleyin ve akşamleyin (günde iki kere) yıkardık.”
Hz. Âişe´nin bu açıklamasına göre nebîz´in sabah yapılmışsa akşama, akşam yapılmışsa sabaha istihlaki gerekmektedir. Daha fazla beklemesi onun nebizlikten çıkarak şaraplaşmasına müncer olacaktır.
2) Nebîz´in bekletilmesi meselesinde -yine Müslim´de- İbnu Abbâs´ tan gelen rivâyet, daha uzun bir müddet tanımaktadır. Der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) için, kuru üzüm geceden suya ıslatılmak suretiyle nebîz yapılırdı. Efendimiz onu ertesi gün sabah-akşam ve müteakip sabah da içerdi, akşam olunca da, ya kendisi içer ya da hizmetçisine verirdi. Bundan sonra yine de bir şey artarsa dökerdi.”
Bu rivâyete göre, nebîz iki gün içilebilmektedir. Öyle ise bu müddet içerisinde nebîzin tahammür etmemesi, bir başka ifade ile alkolleşmemesi gerekmektedir. İbnu´l-Münzir der ki: “Şıra, Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ)´nin zikrettiği müddet içerisinde tatlı olarak içilir. Bundan sonra da dönmeye başlar ve İbnu Abbâs´ın zikrettiği sıfata ulaşınca şiddet kazanır ve kaynar. Hizmetçiye verilmesini emretme hususu, şıranın henüz kaynama noktasına gelmemiş ve fakat yaklaşmış
olduğuna hamledilir. Zîra kaynama noktasına gelse sarhoş eder ve içilmesi mutlak şekilde haram olur.”
Bu rivâyete dayanarak münferiden “çoğu sarhoş eden bir şeyden azıcık içmek haram değildir” diyen olmuşsa da ulemâ bu görüşe hadiste delil göremez ve reddeder. “Çünkü der, hizmetçinin içmesini emrettiği zaman, ekşimeye başladığı ve fakat diğer hadislerde belirtilen “kaynama” veya “şiddet kazanma” noktasına henüz gelmediği andır, (şıranın tadındaki bu hafif dönme, sarhoş edici vasfı kazanması demek değildir).” Ebû Dâvud bu hususa, “… hizmetçisine verirdi” dedikten sonra, “şıranın artık hızla bozulacağını kasteder” açıklamasını ilave eder.
İbnu Hacer, İbnu Abbas´ın rivâyetinin son kısmını şöyle yorumlar: “Eğer şıranın tadında bir değişiklik ortaya çıkmış, ancak henüz kabarmamışsa hizmetçiye içirirdi, kabarmışsa dökülmesini emrederdi.” Nevevî de bu mânada olmak üzere: “Bu ihtilaf şırada görülecek iki farklı hale bağlıdır. Şiddet (kabarma, kaynama) başlamış ise dökerdi, şiddet görülmezse, malın zayi olmaması için hizmetçiye içirilmesini emrederdi, onu kendisinin terketmesi tenzihen kerâheti ifade eder” der. Müttakîler için bunda ihtiyat gözükmektedir.
Hz. Âişe ve İbnu Abbâs (radıyallâhu anhüm)´ın hadislerini te´lif sadedinde İbnu Hacer şunu kaydeder: “Şıranın aynı gün içerisinde istihlaki, bir günden sonra da içilmesine mâni değildir. Hal veya zamandaki ihtilafın, içilenin miktarına hamledilmesi ile îzahı mümkündür. Yani aynı gün içerisinde içilen azdır, öbürü ise çoktur. Çok olandan artan, müteakip gün içilmiştir.
Keza rivâyetlerdeki ihtilaf, havanın sıcaklığından da ileri gelmiş olabilir. Çok sıcak şıra daha çabuk bozulur. Buna göre, ikinci rivâyet soğuğun fazla olduğu zamanla ilgilidir, zîra o durumda bozulması gecikir.”
Burada, Ebû Hanîfe (rahimehullah)´nin tavsifini esas alırsak ihtilaf daha kolay te´lif edilir. Yüce imamımız, (rahimehullah) şıranın şaraplaşmasını tesbitte, aradan geçen müddetten ziyade, değişmenin şiddetlenmesini (yani kaynayıp, kabarmasını) ve “üzerinden köpüğünü atmasını” esas almıştır. Öyle ise bu hal, bazan (mesela sıcak günlerde) bir günde vukua gelebilmektedir, bazan da (mesela soğuk günlerde) iki günde vukua gelmektedir. Bu hal (kabarıp köpüğünü üzerinden atma hali) tahakkuk etmeden şıranın tadı biraz ekşimiş olsa bile, atılıp zayi edilmemesi uygundur, zîra sarhoşluk verecek tahammür hali henüz meydana gelmemiştir.[48]
ـ5ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]سَألَ رَجُلٌ رَسولَ اللّهِ # عَنِ ا‘شْرِبَةِ، فقَالَ: اجْتَنِبْ كُلَّ مُسْكِرٍ ينِشُّ: قَلِيلَهُ وَكَثِيرَهُ[. أخرجه النسائى.»يَنِشُّ«: أى يغلى .
5. (2266)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a içeceklerden sormuştu. Efendimiz:
“Kaynayan sarhoş edicilerin hepsinden az da olsa çok da olsa kaçın” cevabını verdi.”[49]
AÇIKLAMA:
Sindî şu açıklamayı sunar: “Çok”tan murad sarhoş edecek miktardır, “az”dan murad da sarhoş etmeyecek miktardır. Şu halde, sarhoş etmeyecek az miktardaki müskir dahi haramdır. Cumhur bu görüşü esas almıştır.
Bu muhakkiklerden biri, hadisi tahric eden İmam Nesâî hazretleridir. Çünkü merhum “Çoğu sarhoş eden bütün içkilerin tahrimi” adıyla açtığı bâbta, meseleyi çeşitli hadislerle takviye edip tahkikli olarak sunar ve ehl-i ilim arasında hususta ihtilaf olmadığını belirterek noktalar.[50]
ـ6ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]نَهى رَسولُ اللّهِ # عَنِ الخَمْرِ وَالمَيْسِرِ وَالْكُوبَةِ وَالْغُبَيْرَاءِ، وقَالَ: كُلُّ مُسْكِرٍ حَرَامٌ[.قيل »الغُبَيْرَاءُ«: السكركة تعمل من الذرة: شراب تعمله الحبشة. أخرجه أبو داود.»الْكُوبَةُ«: طبل صغير مخصر ذو رأسين .
6. (2267)- Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hamr´dan, kumardan, davuldan, mısır şarabından yasakladı ve dedi ki: “Her sarhoş edici haramdır.”[51]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen kelimelerden hamr, sarhoşluk veren içkilerin hepsinin müşterek adıdır… İmâm-ı Âzam bununla hassaten üzümden yapılanı anlamıştır, (önceki hadiste genişçe açıklandı).
Meysir, kumar demektir.
Gubeyrâ: Habeşlilerin mısırdan yaptıkları bir şarap çeşididir. Hadis, bu mısır şarabının da herkesçe bilinen hamr (üzüm şarabı) gibi haram olduğunu, bu hususta aralarında bir fark olmadığını belirtmektedir.
Sükürke: Bu da Habeşlilerin hamr´ıdır ve mısırdan yapılmaktadır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hicaz Araplarınca fazla tanınmayan içki çeşitleriyle de ilgili bilgi sunmuştur. Bu bilgi verme işi, bazı kereler sual üzerine yapılmıştır. Yani Resûlullah´a diğer diyarlarda rastlanan ismi, hammaddesi farklı içkiler hakkında zaman zaman sorulmuş, Resûlullah her seferinde onlara cevap verip; “sarhoş edici olan” her içkinin haram olduğunu belirtmiştir.
Durumu beyan edilen içkiler meyanında seker, ci´a gibi başkaları da geçer.
Davul diye tercüme ettiğimiz kûbe´nin iki başlı, küçük, ortası ince davul olduğu belirtilir. Şimdilerde buna darbuka denmektedir. Ancak bazı şârihler, kûbe ile tavla oyununun ve hatta ud denen çalgının kastedildiğini söylemişlerdir. Şu halde yasaklama bunların hepsine şâmil olur. [52]
İKİNCİ FASIL
ALKOLLÜ İÇKİLERİN TAHRİMİ, İÇENLERİN ZEMMİ
ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: كُلُّ مُسْكِرٍ خَمْرٌ، وَكُلُّ مُسْكِرٍ حَرَامٌ، وَمَنْ شَرِبَ الخَمْرَ في الدُّنْيَا وَمَاتَ وَهُوَ يُدْمِنُهَا، لَمْ يَتُبْ مِنْهَا لَمْ يَشْرَبْهَا في اŒخِرَةِ[. أخرجه الستة.قال الخطابى: معنى »لَمْ يَشْرَبْهَا في اŒخِرَةِ«: لم يدخل الجنة .
1. (2268)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Her sarhoş edici hamrdır. Ve her sarhoş edici haramdır. Kim dünyada hamr içer ve tevbe etmeden, onun tiryakisi olduğu halde, ölürse, ahirette şarab içemez.”[53]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde âyet-i kerîme´de (Mâide 90) gelen hamr´ı açıklamakta ve hükmünü beyan etmektedir. Daha önce de belirttiğimiz üzere hamr, lügat olarak “örtmek” mânasına gelen bir kökten gelir, aklı örten ve karıştıran şey demektir. Sadedinde olduğumuz hadis, sarhoş eden herşeyin Kur´ân´da haram edilmiş olan hamr olduğunu belirtmektedir. Bu çeşit nebevî açıklamalar olmasaydı, değişik isim taşıyan sarhoş ediciler -sözgelimi bira, rakı, kanyak, likör vs.- haram mı değil mi diye tereddüt hasıl olabilirdi. Nitekim söylediğimiz çeşitten mugâlataları yaparak cahilleri aldatmaya çalışan şartlatan yobazlar her devirde görülegelmiştir.
Bu nevi tavzihler ikinci bir tereddüdü daha bertaraf etmektedir. Şöyle ki: Kur´ân´da geçen hamr kelimesi ile üzümden yapılan şarabın kastedildiği, dolayısıyla, hammaddesi üzüm olmayıp, arpa, buğday, bal gibi başka hububat veya meyve olan içkilerin kastedilmediği kanaatine zâhip olacak -mânadan ziyade lügata bağlı- bir kısım espiriler cevaplandırılmış olmaktadır. Nitekim müteakip hadis hammadde meselesini de ayrıca ele alacak. O da: Bir içkide haramlık vasfının varlığı veya yokluğu aranırken ona takılmış olan ismi veya yapılmış olduğu hammaddeyi gözönüne almayıp insan üzerinde bırakacağı sarhoş edicilik hassasına sahip olup olmadığına dikkat etmek gerektiğini ifade edecektir.
2- Ebû Bekr er-Râzi, Ahkâmu´l-Kur´ân´da hamr´ı haram ilan eden âyeti tefsir sadedinde şu açıklamayı yapar: “Hamrın haram olduğu bu âyetten birkaç vecihten anlaşılmaktadır:
* Hamr´ın rics (Ricsun min ameli’ş-şeytan) olarak isimlendirilmiş olmasından. Zîra, haram olduğunda ulemânın icma ettiği başka yasak da rics olarak isimlendirilmiştir: Domuz eti gibi.
* Şeytan işi tabirinden. Zîra her ne şey şeytan işi ise onun alınması, yapılması haramdır.
* Kaçınmak emrinden. Buradaki emir vücub ifade eder. Her ne şeyden kaçınmak vacib ise o şeyin alınması, yapılması haramdır.
* Kaçınmaya terettüp eden kurtuluş (felah)dan.
* İçmenin, mü´minler arasında düşmanlık ve kine sebep olmasından. Zîra bunu vaki kılacak şeyin yapılması haramdır.
* Allah´ı zikir ve namaza mâni olmasından.
* Âyet-i kerîmenin, “Sizler artık vazgeçtiniz değil mi ” diye bitmesinden. Zîra buradaki istifham (soru): “Gerçek mânada soru değil, ondan zecr ve yasaklamadır.”
Ebû Bekr er-Râzi´den önce Taberî de âyetten bu mânayı istinbat etmiştir. Nitekim, İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´ın rivâyet ettiğine göre, hamr´ı yasaklayan âyet nâzil olduğu zaman Ashab birbirine giderek: “Hamr yasak edildi ve şirke eş tutuldu” demişlerdir. Zîra âyette zikri geçen tapılmaya mahsus dikilmiş putlar, fal okları, şeytanın güzel gösterdiği müşriklerin amellerindendi.
3- Hadiste gelen: “Kim dünyada hamr içer ve tevbe etmeden… ölürse âhirette şarap içemez” fıkrası, Bagavî´ye göre o kimsenin cennete gidemeyeceğini ifade eder. Çünkü, hamr ehl-i cennetin içeceğidir (Muhammed 15). Âhirette onu içmemek, cennete gidememeyi ifade eder. Bazı müteahhir ulema bunu, “Hamr´ın haram olduğunu inkar edip helâldir” diyerek içenlere hamletmiştir. Böyleleri küfre düştükleri için ebediyyen cennete giremezler. Dolayısıyle cennete girememeleri oranın içeceği olan hamr´dan mahrum kalmalarını ifade eder.
Haram olduğunu kabul ederek içenlerin durumu ihtilaflıdır. Bazı âlimler, bunların âhirette ebediyyen değil, azabları varsa cezalarını çektikleri müddetçe hamr içemeyeceğini söylerken, bazıları hadisin ıtlakından hareketle, ceza olarak ebediyyen hamr içmek lezzetinden mahrum kalacaklarına hükmetmiştir.
4- Hadis, tevbenin büyük günahlara keffaret olduğunu ifade etmektedir. Esasen bu, en büyük günah olan küfr´de kesindir. Yani, küfürden imâna gelen kesinlikle
mü´min addedilir. Küfür dışındaki günahlar hakkında tevbenin hükmü hususunda ehl-i sünnet uleması ihtilaf eder: Günahın affı kesin mi, zannî mi diye.
Nevevî: “Kuvvetli görüşe göre zannî” der.
Kurtubî: “Kim şeriatı tedkik ederse görür ki, sıdk ile tevbe edenlerin tevbesini Allah kesinlikle kabul etmektedir. Ancak bir tevbenin sıdk ile olmasının bazı şartları vardır. Sadedinde olduğumuz hadis, en az bir kısım günahlardan yapılan tevbenin sıhhatine delil olmaktadır…” der.
5- İbnu Hacer şunu da keydeder: “Bu hadiste şu hüküm de gözükmektedir: “Vaîd, -sarhoşluk olmasa bile- hamr içmeye şâmildir. Zîra hadiste vaîd herhangi bir kayda yer vermeden sadece “içme” hakkında gelmiştir. Bu hüküm, üzüm suyundan elde edilen hamr hakkında icma ile sabittir, keza hammaddesi üzüm olmayan içkilerin sarhoş eden miktarı hakkında da bu hükümde icma edilmiştir. Üzüm menşeli olmayan içkilerin sarhoş etmeyen miktarda içilmesinin bu hükme girip girmeyeceği ihtilaf edilmişse de cumhurun görüşü, bu hükme girdiğidir.”[54]
ـ2ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ عَلى مِنْبَرِ النَّبىِّ #: أمَّا بَعْدُ أيُّهَا النَّاسُ إنَّهُ نَزَلَ تَحْرِيمُ الخَمْرِ وَهِىَ مِنْ خَمْسَةٍ: مِنْ الْعِنَبِ، وَالتَّمْرِ، وَالْعَسَلِ، وَالْحِنْطَةِ، وَالشَّعِيرِ، وَالخَمْرُ مَا خَامَرَ الْعَقْلَ[. أخرجه الخمسة .
2. (2269)- Yine İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Ömer (radıyallâhu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın minberinde şu açıklamayı yaptı: “Emmâ ba´d, Ey insanlar! Hamr´ın haram olduğu hükmü inmiştir. Bilesiniz ki hamr (günümüzde ve çevremizde) beş şeyden yapılmaktadır: Üzümden, hurmadan, baldan, buğdaydan, arpadan. Hamr, aklı örten (her) şeydir.”[55]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, hamr´ın hammedelerini belirleyen kısmı ile Tirmizî´de merfu olarak Numan İbnu Beşir tarikinden gelmiştir.
2- Bu rivâyet de gösteriyor ki, içkinin hamr sayılması için hammadesine bakılmıyor. Bu sayılanlar, o devirdeki hamr´ın belli başlı hammaddesidir. Başka rivâyetlerde bunlara ilaveten mısır ve pirinç de sayılır. Öyle ise değişen zemin, zaman ve tekniğe paralel olarak başka hammaddelerden “aklı örtücü” içkiler (yiyecekler, haplar, şırıngalar…) yapılacak olsa hepsi haramdır. [56]
ـ3ـ وَعَنْ جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]إنَّ عَلى اللّهِ عَهْداً لِمَنْ شَرِبَ السَّكَرَ أنْ يَسْقِيَهُ مِنَ طِينَةِ الخَيَالِ. قِيلَ: وَمَا طِينَةُ الخَبَالِ؟ قَالَ: عَرَقُ أهْلِ النَّارِ[. أخرجه مسلم والترمذي .
3. (2270)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) buyurdular ki: “Allah, sarhoş ediciyi içen kimseye tînetu´lhabâl içirmeye ahdetmiştir.”
“Tînetu´l-Habâl nedir ” diye sorulunca:
“Cehennemliklerin (vücudlarından, çıkan) terleridir!” diye cevap verdi.[57]
AÇIKLAMA:
1- Hadis burada mevkuf (yani Hz. Câbir´in sözü) gibi gözükmektedir. Aslında ise öyle değil. Teysîr müellifi özetleyerek hadisi aktardığı için mevkuf hadis şeklini almıştır. Aslı şöyledir: “Yemen´in Ceyşân kabilesinden gelen bir adam, kendi beldelerinde içmekte oldukları mısırdan mamul ve adı mizr olan bir şarap hakkında sorar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da bu içkinin sarhoş edip etmediğini sorar. Adam: “Evet!” deyince:
“Her sarhoş edici haramdır. Allah, sarhoş ediciyi içen kimseye tînetu´lhabâl içirmeye ahdetmiştir…” açıklamasında bulunur. Hadisin aslında, ayrıca tînetu´lhabâl´in tarifinde “…. cehennemliklerin vücutlarından çıkan irindir” ilavesi de yer alır.[58]
ـ4ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَعَنَ النَّبىُّ # في الخَمْر عَشَرَةً، عَاصِرَهَا وَمُعْتَصِرَهَا، وَشَارِبَهَا وَسَاقِيَهَا، وَحَامِلَهَا وَالمَحْمُولَةَ إلَيْهِ، وَبَائِعَهَا وَمُبْتَاعَهَا، وَوَاهِبَهَا، وَآكِلَ ثَمَنِهَا[. أخرجه الترمذي .
4. (2271)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hamrla ilgili olarak on kişiye lanet etti: “(Hammaddesinden şarap yapmak maksadıyla) sıkana ve sıktırana, içene ve sâkilik yapana, (imalathâneden veya depodan, toptancıdan perakendeciye veya müstehlike kadar) taşıyana ve taşıtana, satana ve satın alana, bağışlayana, bunun parasını yiyene.”[59]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadisleriyle, şarabın îmâlinden istihlakine kadar araya giren her safhadaki “amel”i, bu amellerden herhangi biriylemeşguliyeti de yasaklamaktadır. Hamr sanayii´ne girmekle beraber, hadiste lanete hedef kılınmayan tek halka hammadde imâlatçısıdır. Bu, lanet dışı tutulmuştur. Zîra hammadde, başka maksadlarla da kullanılabilir. Sözgelimi üzümün yetiştirilmesi lanetlenemez, zîra taze olarak yendiği gibi, kurusu, pekmezi, yaprağı değişik şekillerde insanlığın hizmetine sunulmuş, Cenâb-ı Hakk´ın mühim nimetlerinden biridir. Ancak, sırf hamr sanayiini beslemek, hamr imâlatında kullanılmak üzere hammadde istihsal etmek, bunları bile bile hamr imalatlarına satmak meselesinde Aliyyu´l-Kârî Mirkat´de bunun da haram olduğunu belirtir. Tîbî´den şunu kaydeder: “…Kim, üzümü (hammaddeyi), sıkan kimseye satar ve ücret alırsa o da lanete hak kazanır. Zîra bunlar kendilerine haram edilmiş olan hamr´ın imalinde asıl teşkil eden hammaddeyi, hamr imal edeceklerini bildikleri kimselere satmıştır. Bunlar, haklarında: “Allah yahudilerin canını alsın. Kendilerine içyağı haram edildiği halde onu taşıdılar ve sattılar” denmiş olanlardan uzak, farklı değillerdir.[60]
ـ5ـ وعن أبى موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه أنه كان يقول: ]مَا أُبَالِى شَرِبْتُ الخَمْر، أوْ عَبَدْتُ هذِهِ السَّارِيَةَ دُونَ اللّهِ[. أخرجه النسائى .
5. (2272)- Ebû Mûsa (radıyallâhu anh) demiştir ki: “Bana göre, ha hamr içmişim, ha Allah´ı bırakarak şu sütuna tapmışım, ikisi de birdir.”[61]
AÇIKLAMA:
Bu rivâyet, hamr aleyhinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın takındığı tavrın Ashab üzerinde hasıl ettiği te´siri gösterir: Şarap onların nazarında puta tapmak gibidir. Şarabın, polisiye, ciddi tedbirlere başvurulmadan bu ilk İslam cemiyetinde birden bire bırakılıvermesinde bu telakkinin rolü büyük olmuş olmalıdır. [62]
ÜÇÜNCÜ FASIL
HAMRIN TAHRİMİ VE YAPILDIĞI MADDELER
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]حُرِّمَتِ الخَمْرُ بِعَيْنِهَا، قَلِيلُهَا وَكَثِيرُهَا وَمَا أسْكَرَ مِنْ كُلِّ شَرابٍ[. أخرجه النسائى .
1. (2273)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Hamr aynı ile haram edilmiştir, (bu sebeple) azı da haramdır, çoğu da; keza her içkiden hâsıl olan sarhoşluk da (haramdır).”[63]
AÇIKLAMA:
Cumhur´a muhalefetle şazz görüşe zâhib olan âlimler “sarhoşluk verecek miktarda içilen şarap haramdır” diyen bu hadisle istidlâl etmiştir.[64]
ـ2ـ وعن النعمان بن بشير رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ مِنَ الْعِنَبِ خَمْراً، وَإنَّ مِنَ التَّمْرِ خَمْراً، وَإنَّ مِنَ الْعَسَلَ خَمْراً، وَإنَّ مِنَ الْبُرِّ خَمْراً، وَإنَّ مِنَ الشَّعِيرِ خَمْراً، وَأنْهَاكُمْ عَنْ كُلّ مُسْكرٍ[. أخرجه أبو داود والترمذي .
2. (2274)- en-Nûman İbnu Beşîr (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Üzümden hamr yapılır, hurmadan hamr yapılır, baldan hamr yapılır, uğdaydan hamr yapılır, arpadan hamr yapılır. Ben sizi bütün sarhoş edicilerden yasaklıyorum.”[65]
ـ3ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رسولُ اللّه #: الخَمْرُ مِنْ هَاتَيْنِ الشَّجَرَتَيْنِ: النَّخْلَةِ، وَالْعِنَبَةِ[. أخرجه الخمسة إ البخارى .
3. (2275)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hamr şu iki ağaçtandır: Hurma ve asma.”[66]
ـ4ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]نَزَلَ تَحْرِيمُ الخَمْرِ، وَإنَّ بِالْمَدِينَةِ يَوْمَئذٍ لَخَمْسَةَ أشْرِبَةٍ مَا فِيهَا شَرَابُ الْعِنَبِ[. أخرجه البخارى.
4. (2276)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) demiştir ki: “Hamr haram edildiği zaman Medîne´de mevcut beş çeşit içki arasında üzümden yapılan şarap yoktu.”[67]
AÇIKLAMA
Açıklama için 2264 numaralı hadise bakılmalıdır. Orada, Hanefîlerin Kur´ân´da geçen “hamr” kelimesiyle, öncelikle üzümden ve (ikinci olarak da) hurmadan elde edilen şarabın kastedildiğini söylediklerini belirttik. Ama cumhur hamr deyince bütün sarhoş edicileri anlamıştır.[68]
ـ5ـ وعن أبى سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسولُ اللّه #: إنَّ اللّهَ تَعالى يُعَرِّضُ بِالْخَمْرِ فَمَنْ كَانَ عِنْدَهُ شَىْءٌ مِنْهَا فَلْيَبِعُهَا وَيَنْتَفِعُ بِهَا، فَمَا لَبِثْنَا إّ يَسيراً حَتَّى قالَ #: إنَّ اللّهَ تَعالى حَرَّمَ الخَمْرَ فَمَنْ أدْرَكَتْهُ هذِهِ اŒيةُ وَعِنْدَهُ مِنْهَا شَىْءٌ فََ يَشْتَرِهَا وََ يَبِعْهَا وََ يَنْتَفِعْ بِهَا، فَاسْتَقْبَلَ النَّاسُ بِمَا عِنْدَهُمْ مِنْهَا طُرُقَ المَدِينَةِ فَسفَكُوهَا[. أخرجه مسلم .
5. (2277)- Ebû Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah Teâlâ Hazretleri, hamrı mevzubahis etmektedir. Muhtemelen onun hakkında bir emir indirecektir. Şu halde, kimin yanında hamr varsa, onu satsın ve ondan istifade etsin.”
Aradan çok geçmedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şunu söyledi:
“Allah Teâlâ Hazretleri hamr´ı haram kılmıştır. Öyle ise, bu âyet kendisine ulaşan herkes, yanında hamr olduğu takdirde, onu ne satın alsın, ne satsın, ne de ondan istifade etsin.”
Bu emirden sonra halk, hamr olarak evinde ne varsa Medîne sokaklarına götürüp döktüler.”[69]
ـ6ـ وعن الحسن بن عليّ عن أبيه رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كانَ لِى شَارِفٌ مِنْ نَصِيبِى يَوْمَ بَدْرٍ، وَأعْطَانِى رَسُولُ اللّهِ # شَارِفاً مِنَ الخُمُسِ فَبَيْنَا شَارفاىَ مُنَاخَتَانِ إلي حُجْرَةِ رَجُلٍ مِنَ ا‘نْصَارِ فَجِئْتُ، فإذَا شَارِفَىَّ قَدْ جُبَّتْ أُسْنِمَتُهُمَا، وَبُقِرَتْ خَوَاصِرُهُمَا، وَأُخِذَ مِنْ أكْبَادِهِمَا، فَلَمْ أمْلِكْ عَيْنِى حِينَ رَأيْتَ ذلِكَ المَنْظَرَ، فَقُلْتُ: مَنْ فَعَلَ هذَا؟ قالُوا فَعَلَهُ حَمْزَةُ وَهُوَ في هذا الْبَيْتِ في شَرْبٍ مِنَ ا‘نْصَارِ غَنَّتْهُ قَيْنَةٌ، فقَالَتْ في غِنَائِهَا:أَ يَا حَمْزُ لِلشُّرُفِ النِّوَاءِ هُنَّ مُعَقََّتٌ بِالْفَنَاءِضَعِ السِّكِّينَ في اللّبَّاتِ مِنْهَا وَعَجِّلْ مِنْ قَدِيدٍ أوْ سِوَاءِفَوَثَبَ حَمْزَةُ إلى السَّيْفِ فَأجَبَّ أسْنِمَتَهُمَا، وَبَقَرَ بُطُونَهُمَا، وَأخَذَ مِنْ أكْبَدِهِمَا قالَ: فَانْطَلَقْتُ فَدَخَلْتُ عَلى رسولِ اللّهِ #، وَعِنْدَهُ زَيْدُ بْنُ حَارِثَةَ، فَعَرفَ في وَجْهِى الَّذِى لَقِيتُ، فقَالَ: مَالكَ؟ فَقُلْتُ يَا رسولَ اللّه: مَا رَأيْتُ: كَالْيَوْمِ: عَدَا حَمْزَةُ عَلى نَاقَتَىَّ فَاجْتَبَّ أسْنِمَتَهُمَا، وَبَقَرَ خَوَاصِرَهُمَا، وَهَا هُوَ ذَا في الْبَيْتِ مَعَهُ شَرْبُ، فَدَعَا # بِرِدَائِهِ فَارْتَدَاهُ، ثُمَّ انْطَلَقَ يَمْشِى وَاتَّبَعْنَاهُ حَتَّى جَاءَ الْبَيْتَ الَّذِى فِيهِ حَمْزَةُ، فَاسْتَأذَنَ فَأذِنَ لَهُ، فإذَا هُمْ شَرْبٌ، فَطفِقَ # يَلومُ حَمْزَةُ في فِعْلِهِ، فَإذَا حَمْزَةُ ثَمِلٌ مُحْمَرَّةٌ عَيْنَاهُ، فَنََظَرَ إلى رسولِ اللّهِ #، ثُمَّ صَعّدَ النَّظَرَ إلى رُكْبَتَيْهِ، ثُمَّ صَعَّدَ النَّظَرَ فَنَظَرَ إلى سُرَّتِهِ، ثُمَّ صَعَّدَ النَّظَرَ فَنَظَرَ إلى وَجْهِهِ، ثُمَّ قَالَ: وَهَلْ أنْتُمْ إَّ عَبِيدٌ ‘بِى، فَعَرفَ # أنّهُ قَدْ ثَمِلَ فَنَكَصَ عَلى عَقِِبَيْهِ الْقَهْقَرِى حَتَّى خَرَجَ وَخَرَجْنَا مَعَهُ، وذَلِكَ قَبْلَ نَحْرِيمِ الخَمْرِ[. أخرجه الشيخان وأبو داود. وليس عندهم من الشعر إ نصف البيت ا‘ول، واللّه أعلم.»الشّارِفُ« الناقة المسنة الكبيرة. »وَالنَّوَاءُ« السمان. »وَالجَبُّ« القطع. »وَالْبَقْرُ« شق البطن.
x»وَالشَّرْبُ« بفتح الشين وسكون الراء: الجماعة الذين يشربون الخمر.»وَثَمِلَ الشّارِبُ« إذا أخذت منه الخمر فتغير. »وَنَكَصَ عَلى عَقِبَيْهِ« رجع إلى ورائه ماشيا .
6. (2278)- Hasan İbnu Ali (radıyallâhu anhümâ) babasından naklen anlatıyor: “Bedir savaşı ganimetinden hisseme düşen yaşlı bir devem vardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da humus´dan (o gün) bana yaşlı bir deve daha verdi. Develerim, Ensar´dan bir zatın hücresinde ıhmış dururken (yanlarına) geldim. Bir de ne göreyim, develerimin hörgüçleri kesilmiş, böğürleri oyulmuş, ciğerleri de sökülmüştü. Bu manzarayı görünce kendimi tutamayıp, ağladım.
“Bunu kim yaptı ” diye sordum.
“Hamza yaptı. Şu anda, falanca evde, Ensardan birinin içki meclisindedir. Şarkıcı câriye ona şarkı okumuş, şarkısında şunları söylemişti” dediler:
“Ey Hamza! şişman yaşlı develere dikkat et,
Onlar avluda bağlıdırlar,
Bıçağı onların sinesine vur,
Pirzola veya benzerini çabuk yap!”[70]
Bu şarkı üzerinde Hamza (radıyallâhu anh) fırlayıp, kılıcı kapıp develerin hörgüçlerini kesmiş, karınlarını yarmış, ciğerlerini sökmüş.”
Hz. Ali (radıyallâhu anh) devamla şunları söyledi: “Ben hemen gidip Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın huzuruna çıktım. Yanında Zeyd İbnu Hârise vardı. Beni görünce, başımdan geçenleri yüzümden okudu.
“Neyin var ” diye sordu. Ben:
“Ey Allah´ın Resûlü! Bugünkü gibi (dehşetli bir manzara) görmedim. Hamza iki deveme saldırıp hörgüçlerini kesmiş, böğürlerini yarmış. Hemencecik şurada, bir içki meclisinde!” dedim. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ridâsını istedi, getirdiler, giyip yayan gitti. Biz de arkasına düştük. Hamza´nın bulunduğu eve kadar geldi.
İzin istedi, buyur ettiler. Girince bir içki meclisiyle karşılaştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) fiilinden dolayı Hamza´yı ayıplamaya başladı.
Hamza sarhoştu, gözleri kızarmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a baktı, sonra nazar edip aşağıdan dizlerine kadar süzdü, tekrar ayağından başlayıp beline kadar süzdü, sonra tekrar bakışlarıyla süzerek yüzüne kadar geldi ve:
“Siz benim babamın kölelerinden başka bir şey misiniz ” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun sarhoş olduğunu anladı. Hemen izinin üstüne geri döndü, çıkıp gitti. Peşinden biz de çıktık.
Bu vak´a hamr´ın haram edilmesinden önce idi.”[71]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, içki yasağıyla alakalı olarak burada kaydedilmiş olmakla beraber başka meselelere de temas etmektedir. Mesela en başta Bedir savaşında Hz. Ali´ye humustan pay ayrılması meselesi var. Humus nedir, ne değildir, humus nasıl taksim edilir, kimlere bundan pay ayrılır, Bedir savaşı sırasında İslam´ın ganimeti taksim ahkamı teşri edilmiş mi idi gibi birçok mesele var ve bunların bir kısmı da ihtilaflıdır. Bu meselelere daha önce temas ettiğimiz için burada girmeyeceğiz. (1101-1148. hadislere bakılabilir.)
2- Sadedinde olduğumuz hadiste cereyan eden boğazından kesilmeyen develerin karınlarının deşilmesi hadisesi, içkiyi kesinlikle haram kılan âyetin (Mâide 90) nüzûlünden öncedir. Bu sebeple Hz. Hamza´yı bu hali sebebiyle itham etmediğini belirtirler. Bazıları bundan hareketle “Sarhoşun talakı muteber değildir” demiş ise de, görüş benimsenmemiştir, çünkü sarhoş olmak haram olduğu niçin mazeret olamaz. Hz. Hamza´nın muahezeden kurtulması, henüz hamr haram edilmemiş olmasındandır, sarhoşluğun mazeret olacağından değil. Ayrıca Hz. Hamza bu sözü ile iftihar etmeyi kastetmiştir. Çünkü Abdulmuttalib babası idi ve Hz. Peygamber´le Hz. Ali´nin de dedeleri. Yani Abdulmuttalib kendisine daha yakındı. Araplar dedeye Seyyid (efendi) dedikleri için torunların köle diye tesmiyetleri de olabilirdi.
3- Hadisin başka rivayetlerde gelen teferruatına göre vak´a Hz. Ali´nin, Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhümâ) ile evleneceği sıralarda cereyan eder. Hz. Ali develerle izhir getirip satarak düğün ziyafeti sırasında harcamak düşüncesindedir. Develerini Ensar´dan birinin avlusuna ıhdırarak ayrılır. İşte Hz. Hamza bu evde bir grup arkadaşlarıyla içki içmektedir…
4- Hz. Hamza´nın sarhoş halini görünce Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın onun bu halde sarfettiği sözleri ciddiye almayıp gerisin geri geldiği gibi dönmesi,
onun tutarsızlıklarını artırmamak içindi. Bu sünnet, sarhoşla karşılaşanlara takınılacak tavır hususunda örnektir.
5- Hadisten çıkarılan bazı hükümler: İbnu Hacer, bu rivayetten çıkarılan -ve bazılarına tamamen katılmadığına dikkat çektiği- bazı hükümler kaydeder:
* Deve sahibi, devesine yük vurmak suretiyle de ondan istifade edebilir.
* Deve başkasının kapısına da ıhdırılabilir, yeter ki bunda ev sahibine zarar bulunmasın ve razı olacağını deve sahibi bilsin.
* Üzüntü sebebiyle ağlamak mezmum değildir. Kişi bazan öfkenin galebe çalmasıyla ağlayabilir.
* Kişinin istifade etmekte olduğu ve muhtaç olduğu şeyin elden çıkmasıyla üzülmesi normaldir.
* Mazlumun, zâlimi şikayet etmesi gıybet değildir.
* Haber-i vâhid makbûldür.
* Mübah olan meşrubat meclisleri akdedilebilir, meşrudur.
* İnsanların önüne konulan müşterek şeyden alınabilir, yenilebilir.
* Mübah sözlerle şarkı söylenebilir, şiir inşad edilebilir, bunlar cariyeden dinlenebilir.
* Hadis, “Sarhoşluk İslam´da hiç mübah olmadı” diyenlerin aleyhine, bidayette mübah olduğuna delildir.
* Bazıları bu rivayetten hareketle “yakınların cinayeti cezasız kalabilir, affedilir” demiş ise de İbnu Ebî Şeybe´de gelen bir rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Hz. Hamza´ya, telef ettiği develerin bedelini Hz. Ali´ye ödemesini emrettiğini belirtir. Zarara uğrayan kendisi affederse o başka.
* Bu hadis, hamr´ın haram kılınışının bir sebebini göstermektedir.
* İmam, başkasına zarar verildiğine dair kendisine haber ulaşan kimsenin evine gidebilir.
* Bir malı gasbeden kimse, muteber bir tezkiye ile hayvanı kesmişse, kestiği helaldir.
* Bir eve girerken izin istemek sünnettir.
* Hey´et halinde gelenlerden reise verilen izin diğerleri için de mûteberdir, onlar için ayrı ayrı izin istemek gerekmez.
* Sarhoş, kınamayı anlayacak durumda ise kınanır.
* Büyük, evinde hafiflemek için ridâsını atabilir, ancak etba´ı ile karşılaşacağı zaman normal kıyafetine bürünmelidir. Nitekim Resûlullah, giderken ridâsını istemiş ve giyinmiştir.
* Ayık kimsenin, sarhoşla muhatab olmaması gerekir.
* Aklını kaybeden kimsenin yanından geçen kimse ona arkasını dönmemelidir. Nitekim Efendimiz geri geri Hamza´nın yanından uzaklaşmıştır.
* Abdülmuttalib´in kadrinin yüceliğine ve onu medihte mübalağa etmenin câiz olduğuna işaret vardır. Zîra Hz. Hamza; “Sizler babamın kölelerinden başka bir şey misiniz ” demiştir. Yani “Köleleri gibisiniz” demek istemiş ve bununla onların Abdulmuttalib karşısındaki aşırı saygılarını ve Abdulmuttalib´in onların mallarındaki, köle malındaki gibi tasarruf yetkisini kastetmiş olmalıdır.
* Kelama terettüp edecek hüküm, onu söyleyene göre değişir. [72]
DÖRDÜNCÜ FASIL
HARAM VE HELAL OLAN ŞEYLER
ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]مَنْ سَرَّهُ أنْ يُحَرِّمَ، إنْ كانَ مُحَرِّماً مَا حَرَّمَ اللّهُ فَلْيُحَرَّمِ النَّبِيذَ[.وفي رواية قال له قيس بن وهب: ]إنَّ لِى جُرَيْرَةً أنْتَبِذُ فِيهَا حَتَّى إذا غَلَى وَسَكَنَ شَرِبْتُهُ قَالَ: مُذْكَمْ هذَا شَرَابُكَ؟ قالَ مُذْ عِشْرِينَ سَنَةً قالَ: طَالمَا تَرَوَّتْ عُرُوقُكَ مِنَ الخَبَثِ[. أخرجه النسائى .
1. (2279)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ): “Kim Allah´ın haram kıldığını haram kılmaktan hoşlanırsa nebîz´i haram kılsın” dedi.”
Bir rivayette, Kays İbnu Vehb ona: “Benim bir küpcüğüm var, içerisine şıra koyuyor, şıra kaynayıp durulunca içiyorum” dedi. (İbnu Abbâs) cevaben: “Bu söylediğin şey ne zamandan beri içeceğini teşkil etmekte ” diye sordu. Kays: “Yirmi yıldan beri” deyince, İbnu Abbas: “Öyleyse uzun zamandır, damarların su ihtiyacını pislikten gördü” dedi.”[73]
AÇIKLAMA:
1- Nebiz´i dilimizde umumiyetle şıra kelimesi karşılar. en-Nihâye´de şu açıklamalar yapılır: “Nebiz, hurma, kuru üzüm, bal, buğday, arpa vs´den yapılan içecektir. Bunlardan nebiz elde etmek için suya ıslatılırlar. Elde edilen içecek, sarhoş etse de etmese de nebiz denir. Nebiz´e hamr dendiği gibi, üzümden sıkılan hamr´a da nebiz denir.” Şu halde bu açıklamaya göre, nebiz kelimesini her seferinde şıra ile karşılamamız mümkün değildir.
2- Hadiste, İbnu Abbâs (radıyallâhu anh) kaynayıp kabararak sükunete eren şıranın artık alkolleşerek sarhoş edici mahiyet kazandığını, dolayısıyle içilmesinin haram olduğunu belirtmektedir.
Nebiz´in kaç gün içinde hangi hallerde alkolleşeceği vs. hakkında 2265 numaralı hadiste gereken açıklama yapılmıştır, oraya bakılsın. [74]
ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كانَ رسولُ اللّهِ # يَصُومُ فَتَحَيَّنتُ فِطْرَهُ بِنَبِيذٍ صَنَعْتُهُ في دُبَّاءِ، ثُمَّ أتَيْتُهُ بِهِ، فإذَا هُوَ يَنِشُّ وَيَغْلِى، فقَالَ: اضْرِبْ بِهَذَا الحَائِطَ، فإنَّ هذَا شَرَابُ مَنْ َ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وََ بِالْيَوْمِ اŒخِرِ[. أخرجه أبو داود والنسائى .
2. (2280)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oruç tutuyordu. Orucunu açacağı vakti kolladım. Kabaktan mamul bir kap içerisinde yaptığım nebizi getirdim. Nebiz kaynayıp kabarıyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Bunu şu duvara çal. Zîra artık bu, Allah´a ve ahirete inanmayanların içkisidir” buyurdu.”[75]
AÇIKLAMA:
Şırada kaynama halinin onu alkolleşmeye geçtiğinin alameti olduğunu ve bundan böyle içilmesinin haram olduğunu 2265 numaralı hadiste yeterince açıkladık.[76]
ـ3ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]جَاءَ رَجُلٌ إلى النَّبىِّ # بِقَدَحٍ فِيهِ نَبِيذٌ، وَهُوَ عِنْدَ الرُّكْنِ، وَدَفَعَ إلَيْهِ الْقَدَحَ فَرَفَعَهُ إلى فِيهِ فَوَجَدَهُ شَدِيداً فَرَدَّهُ عَلى صَاحِبِهِ، فقَالَ لَهُ الرجُلُ: أحَرَامٌ هُوَ يَا رسُولَ اللّهِ؟ فقَالَ: عَلىَّ بِالرَّجُلِ فَأُتِىَ بِهِ، فَأخَذَ مِنْهُ الْقَدَحَ، ثُمَّ دَعَا بِمَاءٍ فَصَبَّهُ فِيهِ، ثُمَّ رَفَعَهُ إلى فِيهِ فَقَطّبَ، ثُمَّ دَعَا بِمَاءٍ أيْضاً فَصَبَّهُ فِيهِ، ثُمَّ قالَ: إذَا اغْتَلَمَتْ عَلَيْكُمْ هذِهِ ا‘وْعِيَةُ فَاكْسِرُوا مُتُونَهَا بِالْمَاءِ[. أخرجه النسائى، وقال هذا الحديث ليس بالمشهور، و نحتجّ به.»قَطّبَ وَجْهَهُ« إذا عبس وجمع جلدته من شئ كرهه.»وَاغْتَلَمَتْ« اشتدت واضطربت عند الغليان .
3. (2281)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a içerisinde nebiz bulunan bir kadeh getirdi. Efendimiz bu sırada (Haceru´l-Esved) rüknünün yanında idi. Bardağı ona sundu.
Efendimiz, ağzına kadar götürdü. Ancak nebizin (keskinleşip ekşiliğinin) şiddetlendiğini gördü ve bardağı sahibine geri çevirdi. (Cemaatten) bir adam:
“Bu haram mıdır ey Allah´ın Resûlü ” diye sordu. Hz. Peygamber:
“Bana adamı çağırın!” dedi. Ondan bardağı tekrar aldı. Sonra su istedi sudan bardağa döküp, tekrar ağzına götürdü (yine keskin bularak alnını buruşturup) kaşların çattı. Tekrar yine su istedi ve nebize döktü. Sonra da:
“Bu kaplar, size keskinleşir ve kaynamaya başlayacak olursa, içindekinin sertliğini su ile kırın!” buyurdu.”[77]
AÇIKLAMA:
Bu rivayetin zaafına hadisi kaydeden Nesâî de dikkat çekmektedir. Önceki rivayetlerde keskinleşip, kaynamaya başlayan nebizin haram olduğu beyan edilmiş iken bu rivayette keskinliğin su dökülerek hafifletilmesini, sonra da içilmesini tavsiye etmektedir. Aradaki fark ve pekçok sahih rivayetlerden gelen hükme muhalefet açık şekilde gözükmektedir.[78]
ـ4ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كُنَّا نَنْبِذُ لِرَسُولِ اللّهِ # غُدْوَةً في سِقَاةٍ فَيَشْرَبُهُ عَشِيَّةً، وَعَشِيَّةً فَيشرَبُهُ غُدٌوَةً قالَتْ: وَكُنَّا نَغْسِلُ السِّقَاءَ غُدْوَةً وَعَشِيَّةً مَرَّتَيْنِ في يوْمٍ[. أخرجه أصحاب السنن .
4. (2282)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) için sabahleyin tuluk içerisine nebiz kurardık, efendimiz onu akşamleyin içerdi, akşamdan kurardık sabahleyin içerdi.”
Hz. Âişe devamla der ki: “Biz su kabını, biri sabah, biri akşam olmak üzere günde iki kere yıkardık.”[79]
AÇIKLAMA için 2265 numaralı hadisin açıklamasına bakılmalıdır.
ـ5ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كانَ يُنْبَذُ بِرَسُولِ اللّهِ # الزَّبِيبُ فَيَشْرَبُهُ الْيَوْمَ وَالْغَدَ وَبَعْدَ الْغَدِ إلى مَسَاءِ الثَّالِثَةِ، ثُمَّ يَأمُرُ بِهِ فَيُسْقَى الخَدَمُ أوْ يُهْرَاقُ[. أخرجه مسلم وأبو داود والنسائى.
5. (2283)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) için kuru üzümden şıra kurulunca, o gün, ertesi gün ve daha sonraki gün yani üçüncü günün akşamına kadar onu içerdi. Sonra, kalanının hizmetçilere içirilmesini veya dökülmesini emrederdi.”[80]
AÇIKLAMA 2265´de geçti.
ـ6ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهَى رَسُولُ اللّهِ # أنْ يُخْلَطَ الزَّبِيبُ وَالتَّمْرُ جَمِيعاً، وَالْبُسْرُ وَالتَّمْرُ جَمِيعاً، وَقالَ َ: تَنْبِدُوا الزَّبِيبَ وَالتَّمْرَ جَمِيعاً، وََ الرُّطَبَ والْبُسْرَ جََمِيعاً[. أخرجه الخمسة .
6. (2284)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kuru üzümle hurmanın, taze hurma ile hurmanın karıştırılmalarını yasakladı ve dedi ki:
“Kuru üzümle hurmayı, koruk hurma ile olgun hurmayı karıştırarak birlikte nebiz kurmayın.”[81]
AÇIKLAMA:
Görüldüğü üzere bu rivayet farklı maddelerin karışımından nebiz kurmayı yasaklamaktadır. Bu, kuru üzüm nebizi ile hurma nebizinin karıştırılıp hafifçe pişirilmesiyle elde edilir. Bu pişmeden sonra bırakılınca kabarır ve keskinliği artar.
Hattâbî der ki: “Âlimlerden birçoğu bu iki karışımın, -elde edilen şarap sarhoş edici olmasa bile- haram olduğuna hükmettiler. Çünkü hadisin zâhiri mutlaktır, sarhoş edici olursa diye bir kayıt yoktur. Atâ, Tâvus, Mâlik, Ahmed, İshâk, ehl-i hadisin büyük çoğunluğu bu görüştedirler. Derler ki: “Bu, iki karışımı, henüz sarhoş edici vasfı zuhur etmezden önce içen kimse bir cihetten günahkar olur, yani “karışımı içmiş olma günahı” işler. Ama, keskinleştikten sonra içerse iki cihetten günah işlemiş olur. Biri, iki karışımı içmiş olmanın günahı, diğeri de sarhoş ediciyi içmiş olmanın günahı.”
Ancak, Süfyan-ı Sevrî ve ehl-i rey bunu câiz görür. Leys İbnu Sa´d: “Kerâhet, bunların birlikte nebiz olmaya bırakılmaları hususunda gelmiştir, zîra bunlar birbirlerinin şiddetini artırırlar” demiştir.
Yasağı Kadı İyâz da şöyle açıklar: “Karıştırılması nehyedilip her birinin ayrı ayrı nebiz yapılması tecviz edildi. Bu muhtemelen, iki cinsten birine tegayyür daha çabuk gelerek diğerini bozacağı ve bozulma da gözükmeyeceğinden haram olduğu halde istihlak edileceği içindir.” Nevevî de aynı mealde ve fakat daha açık bir îzah sunar: “Bu karıştırmadaki kerâhetin sebebi şudur: Sarhoş edici vasıf, karıştırma sebebiyle, tadı değişmezden önce çabucak gelir. Kişi, henüz şaraplaşmadığı zannıyla içer, halbuki o şaraplaşmıştır, sarhoş edici olmuştur.”
Son olarak şunu da belirtelim ki, bazı âlimler, karıştırmadaki yasağın sebebini israfla îzah etmişler, hiçbir gerek yokken iki ayrı şeyin karıştırılmasını tereffüh alameti ve israf olarak değerlendirmişlerdir. Hadisteki yasak da bu sebeple gelmiş olmalıdır.[82]
ـ7ـ وعن أبى قتادة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: َ تَنْبِذُوا الزَّهْوَ وَالرُّطَبَ جَمِيعاً، وََ تَنْبِذُوا الرُّطَبَ وَالزَّبِيبَ جَمِيعاً، وَلكِنِ انْبِذُوا كُلَّ وَاحِدِ عَلى حِدَتِهِ[. أخرجه مسلم ومالك، وأبو داود والنسائى .
7. (2285)- Ebû Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Çağala hurma ile olgun hurmadan beraber nebiz yapmayın. Olgun hurma ile kuru üzümden de beraber nebiz yapmayın. Herbirinden ayrı ayrı nebiz yapın.”[83]
ـ8ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهَى رَسُولُ اللّهِ # أنْ يُخْلَطَ الزَّهْوَ والتَّمْرُ ثُمَّ يُشْرَبَ، وَكانَ عَامَّةَ خُمُورِهِمْ حِينَ حُرِّمَتِ الخَمْرُ[. أخرجه مسلم والنسائى .
8. (2286)- Hz. Enes İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çağala hurma ile olmuş hurmanın karıştırılıp (nebiz yapılmasını) sonra da bunun içilmesini yasakladı. Şarap haram edildiği zaman (Arapların) içeceklerinin tamamını nerdeyse bu teşkil ediyordu.”[84]
ـ9ـ وعن جابر بن زيد وعكرمة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّهُمَا كانَا يَكْرَهَانِ الْبُسْرُ وَحْدَهُ وَيَأخُذَانِ ذلِكَ عَنِ ابْن عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما[. أخرجه أبو داود .
9. (2287)- Câbir İbnu Zeyd ve İkrime (radıyallâhu anhümâ)´den rivayete göre, her ikisi de olgun hurmadan tek başına (da olsa yapılan nebizi) mekruh addediyorlardı ve bu hükmü İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´tan alıyorlardı.
[İbnu Abbâs: “Nebizin, Abdülkays´a yasaklanan müzza olmasından korkuyorum” derdi. Ben, Katâde´ye: “Müzza nedir ” diye sordum da bana “Hantem (sırlı seramik) ve müzeffet (ziftlenmiş) denen kaplarda kurulmuş nebiz” diye cevap verdi.”][85]
AÇIKLAMA:
1- Teysîr, hadisi Ebû Dâvud´dan özetleyerek almış. Biz sondaki köşeli parantez içerisindeki kısmı Ebû Dâvud´daki aslından aynen aktardık. Ayrıca kavisli parantez arasına mutad üzere bazı açıklayıcı kelimeler koyduk, bunlar ilk nazarda bellidir.
2- Ziftle kaplanmış veya sırlanmış kaplarda kurulan nebizin içilmesi hususundaki yasaklama ve tahdid, en-Nihâye´de belirtildiği üzere, bu kaplarda şaraplaşma hadisesinin sür´at kazanmasından ileri gelmektedir.[86]
ـ10ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كُنَّا نَنْبِذُ لِرَسُولِ اللّهِ # زَبِيباً فَنُلْقِى فِىهِ تَمْراً[ .
10. (2288)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) için kuru üzümden nebiz kurardık, içerisine de hurma atardık.”[87]
ـ11ـ وفي أخرى: ]كُنْتُ آخُذ قَبْضَةً مِنْ زَبِيبٍ، وَقَبْضَةً مِنْ تَمْرٍ فَأُلْقِيهِ في إنَاءٍ فَأمْرُسُهُ ثُمَّ أسْقِيهِ رَسُولَ اللّهِ #[. أخرجه أبو داود .
11. (2289)- Bir diğer rivayette şöyle demiştir: “Ben bir avuç kuru üzüm, bir avuç da hurma alıyor, bunları bir kaba koyuyor, parmaklarımla ovup sonra da (elde edilen şırayı) Resûlullah´a içiriyordum.”[88]
AÇIKLAMA:
Son iki rivayet, nebiz yaparken hurma ile üzümün karıştırılabileceğini ifade etmektedir. Bu, farklı şeylerin karıştırılarak nebiz yapılabileceğini söyleyenlere delil olmaktadır.
Hadis, nebizin yapılış tarzı hususunda da bilgi vermektedir: “Suyun içine ıslatılan hurma, kuru üzüm gibi meyveler sudan çıkarılmadan parmaklarla ovularak yumuşatılmakta, tadı ve rayihasının daha çabuk suya geçmesine gayret gösterilmektedir.”[89]
ـ12ـ وعن سويد بن غلفة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَرَأْتُ كِتَابَ عُمَرَ إلى أبى مُوسى أمَّا بَعْدُ فَإنَّهَا قَدِمَتْ عَلىَّ عِيرُ مِنَ الشَّامِ تَحْمِلُ شَرَاباً غَلِيظاً أسْوَدَ كَطَِء ا“بِلِ، وَإنِّى سَألْتُهُمْ عَلى كَمْ يَطْبُخُونَهُ، فَأخْبَرُونِى أنَّهُمْ يَطْبُخُونَهُ عَلى الثُّلُثَيْنِ، ذَهَبَ ثُلُثَاهُ ا‘خْبَثانِ، ثُلُثٌ بِرِيحةِ، وَثُلُثٌ بِبَغْيهِ، فَمُرْ مَنْ قِبَلْكَ يَشْرَبُونَهُ[. أخرجه النسائى .
12. (2290)- Süveyd İbnu Gafle (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Ömer´in Ebû Mûsa (radıyallâhu anhümâ)´ya yazdığı mektubu okudum, diyordu ki: “Emmâ ba´d! Bilesin bana deve katranı gibi siyah, sert bir şarap taşıyan bir kervan Şam´dan geldi. Ben onlara bunun kaynatılarak ne kadarının buharlaştırılacağını sordum. Bana üçte ikisi uçuncaya kadar kaynatacaklarını söylediler, yani pis olan üçte ikisi gidiyor. Şöyle ki üçte biri pis kokulu kısım, üçte biri bozuk kısım (geriye kalan üçte bir temiz kısım kalıyor). Sen yanındakilere, emret, bu kalan üçte biri içsinler.”[90]
AÇIKLAMA:
Anlaşıldığı üzere, tüccarların ham halde Suriye cihetinden Hicaz´a taşıdıkları, şıra, develeri -uyuz gibi bir kısım hastalıklara karşı korumada kullandıkları- yağlama maddesi (katran) kadar renkçe siyah ve tadca son derece keskin, pis kokulu yarı bozulmuş halde bir mayidir.
Hz. Ömer tüccarlardan bunun işlenmesi hakkında bilgi ediniyor. Buna göre, tıla da denen katrana benzeyen bu ham mayi, kaynatılarak işlenmelidir. Kaynama müddeti, hacmi üçte bire düşünceye kadar devam etmelidir. buharlaştırılan üçte bir, pis kokulu kısımdır, üçte bir de bozulmuş olan kısımdır. Bu ameliyeden sonra geriye kalan üçte bir de o mayinin içmeye elverişli kısmıdır.
İbnu Hacer´in açıklamasından çıkan mânaya göre, kaynama sonunda elde edilen, renk itibariyle katrana benzetilen madde pekmezdir.
Hz. Ömer (radıyallâhu anh), müslüman tebaanın gıda meselesiyle de ilgilenerek, edindiği malumatı valilerine tamim etmiştir. Sadedinde olduğumuz rivayet Ebû Mûsa el-Eş´arî´ye yazılan mektuptan bahsetmektedir. Nesâî, Ömer İbnu Abdilaziz´in de bu mesele üzerine bazı valierine gönderdiği mektuptan bahseder.
Yine Nesâî´nin Hz. Enes´ten kaydettiği bir rivayette şöyle denmektedir: “Şeytan, asma çubuğu üzerine Hz. Nuh´la nizaya düştü ve: “Bu benimdir” dedi. Hz. Nuh (aleyhisselâm) da: “Bu bana aittir!” dedi. Bunlar sonunda antlaşma yaptılar: Üçte biri Nuh´un, üçte ikisi de Şeytan´ın olacaktı.”
Şunu da belirtelim ki, üzüm şırasının helâl olması için kaynatılarak buharlaştırılması gereken miktarı hususunda seleften farklı rakamlar gelmiştir. Yarısı buharlaştırılsa helâl olur diyen de olmuştur. İbnu Hacer ihtilafı şöyle te´lif eder: “Anlaşılan o ki, bu durum, çeşitli beldelerin üzümlerine göre değişmektedir.” İbnu Hazm´dan kaydettiği yoruma göre, bazı asmaların suyu üçte bire kadar, bazıları yarıya kadar, bazıları da dörtte bire kadar kaynatılınca sarhoş edici vasfını kaybetmektedir. Müteakiben kaydedileceği üzere (2292. hadis), İbnu Abbâs´tan bunun aksine bir fetva mevcuttur: “Ateş hiçbir şeyi ne helâl ne de haram kılar.”[91]
ـ13ـ وفي رواية له: ]قالَ عَبْدُ اللّهِ بنُ يزِيدَ الخَطىُّ: كَتَبَ إلَيْنَا عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه أمَّا بَعْدُ: فَاطْبُخُوا شَرَابَكُمْ حَتَّى يَذْهَبَ مِنْهُ نَصِيبُ الشَّيْطَانِ، فَإنَّ لَهُ اثْنَيْنِ وَلَكُمْ وَاحِداً[.والمراد »بِبَغْيِهِ«: أذاه وشدّته .
13. (2291)- Yine Nesâî´nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “Abdullah İbnu Yezîd el-Hutamî demiştir ki: “Hz. Ömer (radıyallâhu anh) bize şunu yazdı: “Emmâ ba´d: Şarabınızı ondaki şeytanın hissesi gidinceye kadar kaynatın. Zîra onda şeytanın iki, sizin de bir hisseniz vardır.”[92]
AÇIKLAMA için önceki hadisin (2290) açıklamasına bakılmalıdır.
ـ14ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ سَألَهُ رَجُلٌ عَنِ الْعَصِيرِ، فقَالَ: اشْرَبْهُ مَا كَانَ طَرِباً. قَالَ: إنِّى أطْبُخهُ، وفي نَفْسِى مَنْهُ شَىْءٌ، فقَالَ: أكُنْتَ شَارِبَهُ قَبْلَ أنْ تَطْبُخَهُ؟ قال ، قالَ: فَإنَّ النَّارَ َ تُحِلُّ شَيْئاً قَدْ حُرِّمَ[. أخرجه النسائى .
14. (2292)- Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´ın anlattığına göre, bir adam kendisine şıradan sual etti. İbnu Abbâs: “Taze oldukça iç” dedi. Adam: “Ben onu kaynatıyorum, ancak yine de içimde bir şüphe var” deyince, İbnu Abbâs: “Yani sen onu kaynatmadan önce içiyor muydun ” diye sordu. Adam: “Hayır!” dedi. İbnu Abbâs:
“Ateş, haram olan hiçbirşeyi helâl kılmaz!” dedi.”[93]
AÇIKLAMA:
Atâ´dan gelen bir rivayet, İbnu Abbâs (radıyallâhu anh)´ın “Ateş, haram olan hiçbir şeyi helâl kılmaz” demekle, 2290 numaralı hadiste geçen şıra´nın kaynatılarak üçte ikisinin buharlaştırılmasıyla içilebilecek hale geleceğine dair fetvayı reddetmek istediğini belirtir.
İbnu Hacer der ki: “Bu rivayet, daha önceki âsâr´da ifade edilmiş olan, mutlak hükmü kayda bağlamaktadır. Yani önceki rivayetler, henüz sarhoş edici hale gelmeyen taze şıraların kaynatılmasına râcidir. (İbnu Abbâs´ın görüşüne göre), eğer şıra tahammür ederek şaraplaşmış, sarhoş edici bir mahiyet kesbetmiş ise, bu şıra kaynatılsa da artık helâl olmaz, zîra kaynatma artık onu temizlemez, helâl de kılmaz. Bu durumda, şarabın sirkeleşmesiyle helâl olacağı görüşünde olan âlimlere göre bir fetva vardır. Cumhur ise bu görüşe muhaliftir. Cumhurun delili Müslim´de (ve başka kaynaklarda da) rivayet edilmiş olan Hz. Enes ve Ebû Talha hadisidir: “Şırayı kaynayıp kabarmazdan önce iç.” Bazı rivayetlerde “değişmezden önce” şeklinde gelmiştir. Bu, seleften pek çoğunun müşterek görüşüdür: Şırada değişme başladımı artık içilmez, bunun da alameti kaynamaya başlamasıdır. Bu aynı zamanda Ebû Yûsuf´un görüşüdür. Ebû Hanîfe: “Çiğ üzüm şırası kaynayıp köpüğünü atmadıkça haram olmaz, kaynar, köpüğünü atarsa o zaman haram olur” demiştir, üçte ikisi buharlaşarak üçte biri kalacak şekilde pişirilen mutlak şekilde men edilemez, piştikten sonra kaynayıp köpük atsa bile. İmam Mâlik, Şâfiî ve Cumhur: “Eğer sarhoş edici ise, azı da çoğu da içilmez, kabarmış olmasıyla, kabarmamış olması da farketmez, zîra kaynayıp kabarması sonra da kaynamasının durması ile sarhoş edici hududa girmesi mümkündür” demiştir.”[94]
BEŞİNCİ FASIL
HARAM VE HELAL OLAN KAPLAR
ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]نَهى رسولُ اللّهِ # عَنْ نَبِيذِ الحَرِّ، وَالدُّبَّاءِ وَالمَزَفَّتِ[. أخرجه الستة إ البخارى .
1. (2293)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), çömlekte, kabak ve ziftli kaplarda yapılan nebizi(n içilmesini) yasakladı.”[95]
AÇIKLAMA:
1- Burada bazı kaplarda kurulan şıranın içilmesi yasaklanmaktadır. Şârihler bu yasağı, zikri geçen kaplarda şıranın çok çabuk şaraplaşacağı sebebiyle îzah ederler. Hattâbî: “Bu kaplar (şıra kurulmasında) yasaklanmıştır, çünkü bunlarda (tahammür) alışkanlığı vardır, içlerinde şıra çabuk keskinleşir, öyleki sahibi bunun farkına bile varamaz, aldanarak (sarhoş edici olduğu halde) içer.”
2- Müteakip rivayette görüleceği üzere, Resûlullah başka kapları da nebiz yapmada kullanmayı yasaklamıştır. Sebep hepsinde aynıdır.[96]
ـ2ـ وفي رواية لمسلم: ]نَهى عَنِ الحَنْتَمِ وَهِىَ: الجَرَّةُ، وَعَنِ الدُّبَّاءِ
وَهِىَ: القَرْعَةُ، وَعَنِ المزَفَّتِ وَهُوَ: المُقَيَّرُ، وَعَنِ النَّقِيرِ، وَهِىَ: النَّخْلَةُ تُنْسَحُ نَسْحاً، وَتُنْقَرُ نَقْراً، وَأمَرَ أنْ يُنْبذَ في ا‘سْقِيَةِ[ .
2. (2294)- Müslim´in bir rivayetinde şöyle denmiştir: “(Resûlullah) hantemi yasakladı, bu (topraktan mamul her çeşit) küptür. Dübbâ´yı yasakladı. Bu su kabağıdır. müzeffet´i yasakladı, bu ziftlenmiş kaptır. Nakir´i yasakladı, bu kabuğu soyulup, içi oyulmuş hurma ağacıdır. Efendimiz, şırayı tuluklarda kurmamızı emretti.”[97]
AÇIKLAMA:
Bu yasak hususunda ulema ihtilaf etmiştir. Bazıları: “Bu İslâm´ın bidayetinde yani, içkinin ilk yasaklandığı zamanlarda idi. Sonradan Büreyde el-Eslemî hadisiyle (ki müteakiben kaydedilen hadistir) neshedilmiştir” der. Bazıları da: “Bu kaplar hakkında gelen yasak devam etmektedir” deyip, onların kullanılmalarını mekruh addetmeye devam etmişlerdir. İmam Mâlik, Ahmed İbnu Hanbel, İshak, İbnu Ömer ve İbnu Abbâs bu görüştedir. Ancak önceki görüşe esahh denmiştir.
İçki yasağı benimsendikten, herkes bu yasağa riayet etmeye başladıktan sonra yasak kaldırılmıştır. Tuluğun serbest bırakılmasındaki sebep bunun içinde tahammürün yavaş seyretmesindendir. Ve ayrıca tahammür başlayınca tuluk şişer ve patlar… Böylece, şıranın artık tahammür ettiği kolayca anlaşılır ve sahibi tarafından içilmez.[98]
ـ3ـ وعن بريدة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ عَن ا‘شْرِبَةِ أنْ تَشْرَبُوا إَ في ظُرُوفِ ا‘دَمِ، أَ فَاشْرَبُوا في كُلِّ وِعَاءٍ غَيْرَ أنْ َ تَشْرَبُوا مُسْكِراً[. أخرجه الخمسة إ البخارى .
3. (2295)- Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ben size kapları yasaklamış, sadece deri kaplardan (nebiz) içmenizi söylemiştim. Artık her kaptan içebilirsiniz, yeter ki, sarhoş edici içmeyin.”[99]
AÇIKLAMA:
Rivayet, kaplarla ilgili yasağın sonradan kaldırıldığını sarih olarak göstermektedir. Hatta bazı rivayetlerde şu ziyade vardır: “…Şurası muhakkak ki, kap herhangi bir şeyi ne helâl ne de haram kılar.” Nevevî, bu yasakla ilgili olarak şu açıklamayı sunar: “Sayılan kaplarda şıra kurmak İslam´ın bidayetinde yasaklanmıştır. O sıralarda, içlerinde sarhoş edici bulunabileceğinden ve bunların kesafetleri sebebiyle içlerindeki mâyiin ne olduğunun bilinemeyeceği için bazan kişinin sarhoş edici değil zannederek sarhoş ediciyi içebileceği korkusunun galib olması, zîra içkinin serbest olduğu devrenin henüz yakın bulunması sebebiyle bu çeşit karışılıklıkların sıkça vukua gelmesi sebebiyle bu yasak konmuştur. Fakat aradan epey bir zaman geçip, içkinin haramlığı şöhret bulup herkesin içinde yer edince bu yasak neshedilip, sarhoş ediciyi içmemek şartıyla- her kapta nebiz kurmak serbest kılındı.” [100]
ALTINCI FASIL
BAZI İLAVELER
ـ1ـ عن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهى رسولُ اللّهِ # عَنْ الخَمْر أنْ يُتَّخَذَ خًَّ[. أخرجه مسلم والترمذي .
1. (2296)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hamr´dan sirke yapmayı yasakladı.”[101]
AÇIKLAMA:
Şaraptan sirke yapmak câiz midir, bu yolla elde edilen sirke temiz midir Ulema ihtilaf eder. Nevevî´nin açıklamasına göre Şafiî ve cumhur bu hadise dayanarak şaraptan sirke yapmaya cevaz vermemiştir. Derler ki: “Şarap, içerisine hamur, ekmek, soğan vs. herhangi birşey atılarak sirkeleştirilecek olsa yine de necaset ve pisliği devam eder. İçerisine giren her şey pis olur ve bu sirke ebedî olarak pis kalır.” Ancak Evzaî, Leys ve Ebû Hanîfe câiz görürler ve bu sirkenin temiz olduğuna hükmederler. İmam Mâlik´ten üç farklı görüş gelmiştir:
1- Şarabı sirke yapmak haramdır, sirke yapacak olursa isyan etmiş, olur, fakat sirke temizdir.
2- Bu iş haramdır, sirke de temiz değildir.
3- Bu iş helâldir, sirke temizdir. Birinci görüş en sahih olanıdır.Ulema şu hususta icma eder: “Şarap kendi kendine sirkeleşirse temizdir.”[102]
ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ النّبىُّ #: أُتِيْتُ لَيْلََةَ أُسِرىَ بِى بقَدَحَيْنِ مِنْ خَمْرٍ وَلبَنٍ، فَأخَذْتُ اللَّبْنَ، فقَالَ المَلكُ: الحَمْدُللّهِ الّذِى هَدَاكَ لِلْفِطْرَةِ، وَلَوْ أخَذْتَ الخَمْرَ غَوَتْ أُمَّتُكَ[. أخرجه النسائى .
2. (2297)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Miraca çıkarıldığım gece bana iki kadeh getirildi, birinde şarap diğerinde de süt vardı. Ben sütü aldım. Melek: “Seni fıtrata irşad eden Allah´a hamd olsun. Eğer şarabı alsaydın ümmetin azmıştı” dedi.”[103]
AÇIKLAMA:
Bu vak´a hamr´ın yani şarabın henüz haram edilmemiş olduğu zamâna rastlar, çünkü Mirac Mekke devrinde cereyan etmiştir. İçkinin tahrimi ise hicretten sonraya ait bir hadisedir.
Resûlullah´ın şarabı almayışı, onu içmeye alışmamış olmasından ileri gelir. Böylece Efendimiz, Allah´ın kendisini bir koruması ve yönlendirmesi olarak bilahare vaki olacak tahrim, tabiatına muvafık düşüyor. Efendimiz, me´lufu olduğu, önceden alışmış bulunduğu sütü tercih etmiştir. Süt kolay, hoş, temiz içimli, sıhhate uygun bir içecektir. Hamr ise, zikredilen bu hususların hepsinde tam aksine bir mahiyet taşır.
Bu hadiste geçen fıtrat´tan maksad hak dine uygun doğru yoldur, istikamettir.
Hadiste, hoş olan bir şey hasıl olunca hamdetmenin meşruluğu, yasaklanan şeyin de terki gözükmektedir.[104]
ـ3ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سُئِلَ رسولُ اللّهِ # عَنْ أطْيَبِ الشَّرَابِ، فقَالَ: الحُلْوُ الْبَارِدُ[. أخرجه الترمذي .
3. (2298)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah´a içeceklerin en iyisi hangisi ” diye sorulmuştur.
“Soğuk olan tatlı!” diye cevap verdi.”[105]
AÇIKLAMA:
1- Burada “Etyebu: en iyi” olarak gelen ifade Tirmizî´de “Ehabbe: en sevgili” diye gelmiştir. Aliyyü´l-Kârî´ye göre her hâl u kârda mâna efdal demek değildir, belki “en leziz” demektir. Faziletçe zemzemin akdem ve üstün olduğu daha esahh rivayetlerle sabittir. Öyle ise hadis şöyle olmalıdır: “Resûlullah´ın nazarında en leziz içecek hangisidir” diye bir adam sordu.” Nitekim bazı hadisler, Resûlullah nezdinde en sevgili içeceğin süt olduğunu tesbit eder. Öyle ise, hadiste bu vasıfla daha umumî bir mâna kastedilmiş olmakta ve tabii su, süt, sütle veya bal gibi bir başka şeyle karıştırılarak şerbet yapılmış su veya içerisine hurma, kuru üzüm gibi bir şeyler ıslatılmış su da bunun şumülüne girmektedir. Hadisi bu genişlikte anlayınca bu bâbta gelen ve zahiri zıdlık arzeden diğer bazı rivayetlerle arasını te´lif etmek kolaylaşmaktadır. Sözgelimi Ebû Nuaym´ın, et-Tıb´da İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´tan kaydettiği bir hadise göre: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın en çok sevdiği içecek maddesi süttür.” İbnu´s-Sünnî´nin ve yine et-Tıb´da Ebû Nuaym´ın Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ)´ den kaydettiği rivayete göre Efendimizin en ziyade sevdiği içecek baldır.
2- Şunu da kaydedelim ki, bu hadislerde geçen “en sevgili içecek” tabiriyle kastedilen mânanın “Resûlullah´ın en çok sevdiği içeceklerden” demek olduğunu söyleyen âlim de olmuştur. Yani bu yoruma göre, yukarıda kaydettiğimiz Hz. Âişe hadisini şöyle tercüme etmeliyiz: “Efendimiz´in en ziyade sevdiği içeceklerden biri de baldır.” İbnu Abbâs´ın rivayeti de şöyle tercüme edilmelidir: “Resûlullah´ın en çok sevdiği içeceklerden biri de süttür.” Bu te´ville, içecekler muhtelif açılardan “en çok sevilen” olabilecektir.[106]
Bir İstidrad:
İslam´ın içkiye bakış açısını tesbit etmek ve Hz. Peygamber´in içki ile mücadelede nasıl bir yol takip ettiğini bilmek, bilhassa zamanımızda, hem faydalı ve hem de gereklidir. Zamanımızda diyoruz çünkü başta Rusya, bütün dünyada içki ve uyuşturuculara karşı son yıllarda ciddi şekilde yasaklamalar, kısıtlamalar getirilmiştir. Bu maksadla, saded dışına çıkarak, mevzu üzerine iki ayrı yazı koyacağız. Bu iki yazıdan biri hamr´ın nasıl ideolojik bir araç olduğunu belirtecek, diğeri de -ki bir tercümedir- Rusya´da nasıl bu maksadla kullanıldığını gösterecektir.[107]
İslâm´ın Hamr´a (İçki Ve Uyuşturuculara) Bakışı Ve Onlarla Mücadele Metodu[108]
“Ey iman edenler! İçki, kumar, (tapınmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki muradınıza eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah´ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (hepiniz) vazgeçtiniz değil mi Allah´a ve Resûlü´ne itaat edin, (isyandan) sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Peygamberinizin üstüne düşen, yalnız apacık tebliğden ibarettir” (Mâide 90-93).
İlâhî menşei belli olan bütün semavî dinlerde[109] olduğu gibi, İslam dininde de sarhoşluk ve buna sebep olan maddelerin hepsi kesinlikle yasaklanmıştır.
İçkiden afyon ve eroine varıncaya kadar her çeşidiyle bütün uyuşturuculara karşı İslam´ın tavrı, diğer dinlerin tavrına göre daha açıktır. Öbürlerinde -ki teferruata inmek bizi mevzumuzun dışına çıkarır- yasaklık esas olmakla beraber belli bir mübhemiyet bulunmasına rağmen, İslam dini, meseleyi herkesin anlayacağı ve hiçbir devirde hiçbir kimsenin hiçbir surette inkar veya başkaca te´vil edemeyceği bir kesinlik ve açıklık içerisinde ortaya koymuştur.
İslam dininde uyuşturucu yasağı bizzat Kur´an tarafından tesbit ve vaz´edilen bir yasaktır. Kur´ân-ı Kerîm, İslâm dininin temel kaynağıdır. Bu kaynak vahyedildiği ilk günden zamanımıza kadar tek harfinde bile bir değişikliğe uğramadığı gibi, Kıyamete kadar da değiştirilmesi, hükümden kaldırılması mümkün değildir. Kur´an´da içkiyi yasaklayan ayetler muhkemât denilen kısımdandır. Yani bu ayetlerin Îzahı insanlara bırakılmamıştır. Bilindiği gibi, müteşâbihât denen bir kısım ayetler, gelişip, tekamül eden içtimâî şartlara, kevnî ilimlerde ulaşılan seviyeye tâbi olarak âlimler tarafından yeni açıklamalara müsaittir. Şu halde “uyuşturucu ve alkollü içkiler” yani hamr yasağı bunlardan değildir. Bu yasak Kıyamete kadar bâkidir. Günümüz Batı dünyasında ve 12 Eylül 1980´den bu yana Türkiye´de olduğu gibi, kemik bıçağa dayandığı, alevler çatıyı sardığı zaman benimsenip ciddiyetle ele alınan bir mesele, ta bidayetten beri İslâm´ın temel meselesi yapılmıştır.[110]
Yasağın Ağırlığı:
İçki yasağını İslâm açısından değerlendirirken, içki içene takdir edilen cezanın kategorisini bilmemiz faydalıdır. İçkinin cezası hudud denen ağır suçlar arasında yer alır. Bu kategoriye giren suçların cezası ehemmiyetine binaen bizzat Kur´ân-ı Kerîm tarafından tesbit edilmiştir. Hakkullah da denen bu cezalar artırılamaz, eksiltilemez. Başta devlet başkanı olmak üzere hiç kimsenin bu uçlardan birini işleyeni affetme selahiyeti de yoktur. Bunlar, İslâm´ın kendisine gaye olarak tesbit ettiği temel hak ve hürriyetleri korumaya matuftur. Uyuşturucu ve içki meselesinde İslâm´ın tavrını kavramamız açısından hudud denen grubu teşkil eden bu temel suçları sayalım. Onlar şunlardır:
* Adam öldürmek,
* Zina etmek,
* Hırsızlık etmek,
* Namuslu kimselere zinâ iftirasında bulunmak,
* Hamr yani içki, uyuşturucu kullanmak.
Bunlara bazı âlimlere uyarak irtidadı da ilave edebiliriz. Bu fiillerin herbirinin cezası ayrı ise de hepsi Kur´ân tarafından tesbit edilir ve insanların değiştirmesine imkan verilmez. Malumdur ki, yankesicilikten trafik kazalarına sebebiyet vermeye, rüşvete, ihtikara varıncaya kadar pek çok suçlar vardır. Bunlara karşı tatbik edilecek cezalara ta´zîr denir. Ta´zîr grubuna girenlerin miktar ve nev´ini takdir işi, belli bir ölçüde şartlara ve zamâna bağlı olarak devlete bırakılmıştır.
Burada karşımıza “Acaba İslam dini, hamr kullanma suçunu, zinâ, katl, hırsızlık gibi gerçekten büyük cürümler arasında, yani hudud meyanında mutalaa etmekle mübalağaya kaçmış, meseleyi fazla büyütmüş olmuyor mu ” diye bir sual çıkabilir. Biz bu sualin yersizliğini, hududa giren suçların mahiyetini, dinin kendisine tesbit ettiği gayeler açısından değerlendirerek cevaplamak isteriz.
İslâm âlimleri, dinin gayesini anlatırken, bizzat ayet ve hadislerden bilistifade şu ana maddeleri tesbit ederler:
1- Dini muhafaza,
2- Nefsi muhafaza,
3- Aklı muhafaza,
4- Nesli muhafaza,
5- Malı muhfaza.
Hudud dediğimiz cezalara tekabül eden suçlar, dinin bu beş temel gayesi açısından değerlendirilirse görülür ki, hamr yasağı, onlar meyanında zikredilmeye fazlasıyla layıktır, ayrı mutalaa edilseydi belki noksan bir davranış olurdu. Zîra hududa giren her bir suç hemen hemen dinin beş ana gayesinden birini ihlal etmekte, konulan cezalar da bunları korumayı gaye edinmektedir. Kabaca şöyle bir şema sunabiliriz:
Dinin Gayesi Mukaabil Suç
Dini Muhfaza…………………..İrtidad
Nefsi Muhafaza………………..Katl ve kazf
Aklı Muhafaza…………………Hamr kullanımı
Nesli Muhafaza ……………….Zina
Malı Muhafaza…………………Hırsızlık[111]
Hamr´ın Durumu:
Şimdi dininin gayeleri nokta-i nazarından hamr´a bakacak olursak bunun gerçekten diğer cürümlerin hepsini içine alan bir mahiyette olduğunu görürüz:
1) Uyuşturucu ve alkollü içkilerle öncelikle akıl gider.
2) Akılla beraber din de gider. Zîra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
“İnsanı insan yapan aklıdır, aklı olmayanın dini de yoktur” buyurmaktadır.
Bunun îzahı da kolaydır: İçki veya uyuşturucu alarak aklını devre dışı bırakan bir kimsede, dinin akıl ve muhakeme esasına dayanan disiplin ve otoritesini artık arayamayız. Onda sevapgünah mefhumu, cezamükafaat müeyyidesi kalmamıştır.
3) Uyuşturucu kullanmaktan, arkadan gelecek yeni nesillere veraset ve kalıtım yoluyla geçecek tereddî ve fenalıklar günümüzde ilmen tesbit ve tahkik edilmiştir. Bu noktanın anlaşılması için tıp kitapları görülebilir.
4-5) Uyuşturucuların sevkiyle işlenen cinayetler, bu maddeler uğruna heder edilen mallar herçeşit îzahtan vareste şekilde açıktır, hergün örneklerini görmekte, duymakta ve okumaktayız. Şu kadarını söyleyebiliriz ki, resmî makamlarca yapılan bir kısım açıklamalardan anlaşıldığına göre, memleketimizi iç harp eşiğine getirmiş ve binlerce masumun kanını dökmüş olan son geçirdiğimiz anarşik hadiselerde gençlerimizi cinayetlere itmede en ziyade kullanılan silah uyuşturucular olmuştur. Ayrıca içki mübtelalarının zevkinden başka bir şey düşünmediği, ailevî sorumluluklarını yerine getirmediği, neticede ailelerin dağıldığı, herkesçe bilinen husustur.
İşte Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hamr´ın bu çok yönlü zararlarına dikkat çekmek için onu fevkalade veciz iki kelime ile tavsif etmiştir: Ümmü´l-Habâis. Yani bütün kötülüklerin anası, veya “Miftâhu Külli Şer” yani bütün şerlerin anahtarı.Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hamr´ın bu vasfını yani bütün fenalıkların annesi olma durumunu zihinlerde canlı tutmak için bir de temsil anlatır. İslam ediblerine mühim bir ilham kaynağı olan ve hadislerde değişik şekillerde gelmiş bulunan temsilî hikayenin bir şekli şöyle: “Hz. Peygamber buyurur ki: “Kötülüklerin anasından sakının. Zîra sizden önce yaşayanlar arasında çok dindar bir zat vardı, hep ibadet eder, bu maksadla insanları da terkederdi. Bir kadın ona musallat oldu. Bir hizmetçisini yollayarak: “Bir hususta şahitlik yapmak üzere bana bir uğrayıver” diye kendisine haber yolladı. Adam kabul ederek kadının evine girdi. O eve girince kadın bütün kapıları kapattırarak odasına aldı. Adam bir de ne görsün, karşısında kendisini beklemekte olan çok güzel bir kadın var. Kadının yanında bir çocuk ve içerisinde içki bulunan bir de kap vardı. Adama: “Seni buraya şahitlik falan için çağırmadım, (Allah´ı inkar etmen veya) bu çocuğu öldürmen veya bu şaraptan içmen veya benimle yatman için çağırdım. İtiraz edecek olursan imdat diye çığlık atıp seni rezil edeceğim” der. Adamcağız meselenin ciddiyetini anlayarak bunlardan birini yapmaktan başka çıkar yol olmadığı kanaatine varır. Belayı en ucuz atlatma yolu olarak şaraptan içmeyi tercih ederek: “Bir kadeh şarap ver” der. Kadın verir. Adam “Bir kadeh daha” der. Derken sarhoş olarak kadınla temasta bulunur (kendisini küfre atan sözler sarfeder) ve çocuğu da öldürür. (Sonra kadın ona: “Kasem olsun sarhoş olunca önceden yapmam diye reddettiğin bütün tekliflerimi eksiksiz yaptın” der.)
Şu halde hamr´dan kaçının. Allah´a yemin olsun, imanla hamr ibtilası, bir adamın göğsünde ebediyen bir araya gelmez. Bunlardan biri diğerini göğsünden mutlaka çıkaracaktır.”
Bir başka hadiste de: “Hamr bütün ahlaksızlıkların (fevâhiş) anasıdır ve büyük günahların en büyüğüdür. Onu içen, annesine, teyzesine ve halasına saldırabilir” der.[112]
Hamr Nedir
Kur´an ve hadiste içki ve uyuşturucularla alakalı yasak dile getirilirken, münhasıran belli bir maddeye has olan bir kelime değil, daha ziyade belli bir duruma sebebiyet veren bir madde kullanılmıştır. Yani yasak münhasıran muayyen bir madde için gelmiş olmamakta, muayyen bir durumu hasıl eden bütün maddeler için gelmiş olmaktadır. Böylece nazar-ı dikkate arzedilen bu durum “Aklın örtülmesi”dir. Yasak da “Aklın örtülmesi”ne sebep olan her bir madde içindir. Bu, alkollü maddeler olmuş, afyon veya eroin gibi maddeler olmuş, bugün ilaç şeklinde alınan, yarın bir başka şekilde alınacak olan maddeler olmuş farketmez.
İşte bu maksadla Kur´ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerin kullandığı kelime hamr kelimesidir. Kelime lügat açısından “Birşeyi örtmek” mânasına gelen bir kökten gelir. Öyle ki, Arapçada, şâhitlikten kaçarak gördüğünü gizlemek, utanmak, örtmek, örtünmek, örtü, kapak gibi pekçok kelime bu kökten türetilir.
Bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Kur´an´da gelen hamr kelimesinin, zamanla yanlış istikametlere çekilmemesi için şahsen açıklamada bulunma ihtiyacını duymuş ve “Külli müskirun hamrun” yani her sarhoşluk veren şey “hamr”dır demiştir.
Bu noktayı bilhassa şunun için vurgulamak isteriz: Cemiyetimizde zaman zaman dini açıdan hiçbir tutar tarafı olmayan bazı laflara rastlarız. Sıkca duyduğumuz bu laflardan birine göre: “Kur´an şarabı haram etmiştir; rakıyı, birayı haram etmemiştir.” Bir diğer lafa göre, “şarap içmek rakı içmekten daha büyük bir suç, bir günahtır. Çünkü Kur´an´da şarap ismen gelmiştir, rakı zikredilmemiştir” vs.
Bektâşivâri söylenen bu sözlerin ne kadar saçma olduğu îzah gerektirmeyecek kadar açıktır. Kur´an´da kullanılmış olan hamr kelimesi ve bu kelime ile alakalı olarak bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından ifade edilen mükerrer açıklamalar bu hususta ufak bir tereddüd bırakmamaktadır. Âlimler de meseleyi böyle tesbit etmişlerdir. [113]
İçki Dışındaki Uyuşturucular Meselesi:
Yukarıda temas edildiği üzere, Kur´an içkiyi yasaklarken sadece “hamr” kelimesini kullanır. Bu, aklı örten her şeyi içine almakla beraber, öncelikle alkolü ve hususan Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devri Araplarında isti´mâli çok yaygın olan şarabı kasteder. Bu durumdan hareketle diğer içki ve uyuşturucuların bu yasağa girmediğini söylemek mümkün değildir. Zîra hamr kelimesinin “aklı örten” yani “sarhoşluk veren” herşey mânasına gelme gerçeği bir yana, şöyle bir mukayese de bu düşüncenin tutarsızlığını ifadeye kâfidir. İslâm´ın, aklî ve ilmî açıdan bakıldığı zaman afyon, eroin gibi pek çok uyuşturcu maddeler arasında zararlı olma yönünden daha az zararlı olduğu kabul edilebilecek alkollü içkileri böylesine ciddiyetle ve şiddetle yasaklarken, bundan çok daha zararlı olanlarına müsamaha etmesi beklenemez. Kur´an ve hadiste uyuşturculara sarahaten yer verilmemesi, Hz. Peygamber devrinde Araplar arasında uyuşturcu madde isti´mâlinin yaygın olmayışındandır. Esasen metod olarak da bir sınıfa giren zararlılardan en hafifinin medarı bahs edilmesi, daha beterlerinin zikrini gerektirmez. Kur´ân´da şayet sadece uyuşturucular yasaklanmış olsaydı alkollüler de buraya dahil mi diye düşünülebilir, tereddüd edilebilir ve bu husus normal karşılanırdı.
Nitekim, bu metoda uygun olarak Kur´ân-ı Kerîm zinâyı yasaklayan âyetinde “velâ takrabu´z -zinâ” yani “zinâya yaklaşmayın” der. Buradaki yaklaşma yasağını, âlimler esas çirkin fiile müncer olacak, ona götürecek sebeplere yer vermeme, onları da yasaklama mânasında anlarlar. Şu halde zinâya düşmemek için öncelikle zinâya götüren, ona gidişi kolaylaştırıp teşvik eden sebeplerden kaçınmak gerekmektedir. İffetin korunması, gözün, elin ve dilin zinâya götürecek kullanışlardan korunması gibi.
Uyuşturucular mevzuunda da durum böyledir. Dinimiz aklen en hafifi görülen ve aslında hepsine gidişin ilk basamağı olan alkollü içkiler konusunda büyük bir tahşidatta bulunarak zararı daha beter olan diğerlerini de toptan yasaklamış, haram kılmıştır.
Nitekim Kitâbu´l-Fıkh alâ Mezâhibu´l-Erba´a´da kaydedildiği üzere İslâm âlimleri, afyon, eroin gibi uyuşturucuların bedene, akla, dine, ahlaka ve mizaca verdiği zararları açısından “içkiden çok daha beter” olduğunu ittifakla belirtmiş, bazıları bunlardan hasıl olan zararların 120´yi bulduğunu göstermiştir. Mısır müftülüğü, bütün bunlara dayanarak yakın zamanda verdiği bir fetvada meseleyi açık şekilde ortaya koyarak afyon gibi uyuşturucuların aynen hamr gibi haram olduğunu belirtmiştir.[114]
Azı da Çoğu da Bir: Uyuşturucular mevzuunda İslâm´ın orijinal bir yönü, yasak emrinde, müessiriyeti temin için koyduğu “çoğu haram olan şeyin azı da haramdır” prensibidir. Başta Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) olmak üzere, Ashab, Tâbiîn ve bütün diğer İslâm âlimleri ittifakla, çok miktarda alınınca sarhoş edici bir şeyin, sarhoş etmesi asla söz konusu olmayacak çok az miktarının da kesinlikle haram olduğunu belirtmişlerdir. Sözgelimi bir hadiste: “Bir fark´ı (ki 7,5 kiloya yakın bir ölçektir) içildiği takdirde sarhoş eden bir içkinin bir avucu dahi haramdır” denmektedir.
Dinimize göre, haramdır diye alkollü içkilerden kaçacaksak bunun tek bir damlasından dahi kaçacağız. Bir damlalık bir miktar bile yiyecek ve içeceklerimize karıştığı takdirde onu pisletmektedir, yiyilip içilmesine mani olmaktadır. Hz. Peygamber´e “Sarhoş eden şeyin haram olduğunda şüphemiz yok, ancak yemeklerin üzerine bir iki yudum olsun alabilelim” diyerek müsaade isteyenler olmuştur. Fakat Hz. Peygamber´in tavrı kesindir: “Sarhoş eden bir şeyin azı da çoğu da haramdır.”
Şu halde, “İslam akıl mantık dinidir, sarhoş etmeyecek miktarda içtiğimiz az bir miktar haram değildir, dinimiz yasağı, başkasına zarar verildiği için koymuştur, azında ise ne sarhoşluk ne de başkasına zarar var” gibi kulağımıza gelen sözler tamamen batıldır. Hatta alkol yüzdesi azdır diye içkiden sayılmaması gerektiğine dair bira hakkında yapılan propaganda da tamamen boştur. İslam açısından da haramdır. Kaldı ki o da, aynen diğerleri gibi sarhoş edicidir. Nitekim bir gazetede okduğumuz son bir haberin başlığı “iki şişe bira içti, en yakın arkadaşını delik deşik etti” şeklinde idi.
Dinimiz, çoğu sarhoş eden şeyin damlasını dahi kullanmama yasağını koyarken, bütün kötülüklerin küçükten, azdan, mühimsenmeyen miktarlardan başlamasındaki beşerî zaafı gözönüne almış olmalıdır.[115]
İçkinin Hammaddesi Meselesi: Cemiyetimizde kulağımıza gelen bektâşivâri laflardan biri de sadece üzümden yapılan içkinin haram olduğuna dairdir. Buna göre, Kur´an üzümden yapılan şarabı haram ediyormuş, sözgelimi, bira arpa suyu imiş, binaenaleyh onun haram olmaması lazımmış. Hem dindarlığı hem de çok bilmişliği elden bırakmak istemeyen bir laf ebeliği ve bir demagoji.
Hamr kelimesiyle alakalı olarak yukarda kaydettiğimiz açıklama bu sözün hiçbir gerçeği ifade etmediğini göstermeye yeterli olmakla birlikte, bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´den kaydedeceğimiz bir hadis bu iddianın batıllığını daha da açık hale getirecektir: “Bilesiniz, üzümden hamr yapılır, hurmadan hamr yapılır, baldan hamr yapılır, buğdaydan hamr yapılır, arpadan hamr yapılır; ben sizi sarhoş eden herşeyden yasaklıyorum.” Başka rivayetlerde mısır ve pirinçten de hamr yapıldığı ve hepsinin haram olduğu belirtilir.
Burada Hz. Peygamber, kendi devrinde Arapların ve komşu kavimlerin şarap yapmada kullandıkları hammaddeleri saymaktadır. Bunlar dışındaki maddelerden yapılacak hamr´ın haram olmayacağını söylememektedir. Öyle ise günün birinde petrolden sarhoş edici içki yapılacak olsa bunun da haram sayılacağı açıktır.
Bizzat Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in bir sözü, zamanımızda sıkça kulağımıza gelen bir başka mugalatayı cevaplandırmaktadır: “Ümmetim, hamr´a başka bir ad takarak onu içecektir.” Bu hadis: “Kur´ an´da şarap haram edilmiştir, bira değil” diyenlere cevaptır.[116]
Yasakta Şiddet:
Dinimizin uyuşturucularla mücadele mevzuundaki orijinalitesinden biri de bu konuda gösterdiği şiddet ve ciddiyettir. Yani uyuşturucular ve içki yasaklanmakla kalmamış, bunları kullanmaya götüren ve kolaylaştıran sebepleri de yasaklanmıştır. Hadislerde gelen hamr ile alakalı on yasak, söylediğimiz bu noktanın ifadesidir. Enes (radıyallâhu anh) der ki: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hamr konusunda on kişiyi lanetledi:
1- Şarap yapmak üzere üzümün suyunu sıkan,
2- Şarap yapmak üzere üzümün suyunu sıktıran,
3- Kendisine sıkılan,
4- Şarabı taşıyan,
5- Kendisine şarap taşınan,
6- Şarabı satan (bizzat veya vekaleten),
7- Kendisi için satın alınan,
8- Şarap ikram eden (sâki),
9- Kendisine ikram olunan,
10- Şarabın bedelini yiyen.”
Bu hadis dikkatlice tahlil edilecek olursa, sadece hamr kullananların değil, bunun üretim ve dağıtımı ile alakalı bütün bir sanayi kolu ve pazarlama teşkilatının toptan tel´in edilip yasaklandığı, bu maddelerin dağıtımı ve istihlakini kolaylaştıran her şeyin en küçük teferruâtına kadar dile getirilerek kanun dışı yapıldığı görülür.[117]
İslâm´ın Mücadele Metodu:
İslam´ın uyuşturucularla mücadeledeki başarısı, bugünün insanlarınca “mûcize” kelimesiyle ifade edilecek kadar fevkalâde olmuştur. Hele Birinci Dünya Savaşı´ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri´nde konan içki yasağının 4-5 yıllık tatbikattan sonra fiyasko ile neticelenmesi İslam´ın bu meseledeki başarısını daha da büyütür. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde devlet bu işte fazla müşkilat çekmeden kısa zamanda tam hedefe ulaştığı halde, zamanımız Amerikası her çeşit modern vasıtalara rağmen muvaffak olamıyor ve neticede yasak kanununu kaldırmak zorunda kalıyor.
İslam´ın başarısı için “mûcize” tabirini kullanmış isek de, bununla sedece peygamberlere has bir başarı olduğunu kastetmiyoruz. Yani İslam´ın içki kullanımına karşı verdiği mücadeledeki başarı onun bu yolda tatbik ettiği metoda bağlıdır. Aynı medotla hareket edildiği takdirde aynı kesin neticenin her devirde alınacağı muhakkaktır.[118]
Metodun Mahiyeti:
İslam´ı bu meselede başarıya götüren metodun mahiyeti nedir Bizce bu konuda üç mühim prensip vardır:
1- Yasağın tedrici bir şekilde ifade edilmesi,
2- Yasağın dînî, îmânî bir mesele olarak ele alınması,
3- Yasağın maddî müeyyide ile de korunması.
Şimdi bunları kasaca açıklayalım:
1) Yasak Tedricî Olarak Gelmiştir:
İslam´ın ilk zuhur ettiği çevre içkinin çokça istihlâk edildiği bir yerdi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) risalet emrini yerine getirmeye başladığı ilk yıllarda içkiyi yasaklamadı. Hatta önüç yıllık Mekke devrinde açık bir ifade ile içki yasağı medar-ı bahs bile edilmedi. Medîne devrinde de Kur´ân-ı Kerîm´in peyder pey gelen vahiyleri ile tahdid edilmeye başlanmış, ancak kesin yasak Hicret´in altıncı yılında gelmiştir. Mevzumuzun can damarını teşkil eden bu noktanın iyice anlaşılması için, sözü biraz uzatma pahasına da olsa, bu tarihî gelişmeyi belirtmeye çalışacak ve bu maksadla Prof. Muhammed Hamidullah´tan bu tarihî safahatı özetleyen bir pasajı aynen kaydedeceğiz:
İslâm´ın bidayetinde şarap içmenin müslümanların ferdî tercih ve takdirlerine bırakıldığını belirten müellif, tahliline şöyle devam eder: “…Fakat hicret öncesi Mekke devrinde inen ayetlerde bile, daha sonraki yıllarda alkollü içkiler konusunda ortaya çıkacak olan nihâî İslâm siyaset ve tutumunun Kur´ân ayetlerinde tebellür etmeye başladığını görüyoruz. Şöyle ki:
Bunlardan ilki, vahyediliş itibariyle 70. sırada bulunan Kur´ân´ın Nahl suresinin 67. âyetinde görülür; bu âyette bize şöyle hitab ediliyor:
“Hurma ağacı ve asma meyvelerinden sizler sekr veren (sarhoş edici) bir içki ve pek güzel yiyecekler îmal edersiniz. Gerçekten de bunda düşünen ve anlayışlı bir millet için muhakkak bir işaret vardır.”
Alkollü içkilerin iyi gıdalar olmadığını anlatabilmek için bu ayette ne kadar ince ve ne kadar zarif bir yol takip edilmiştir. Böylece ayette, sırf insanın kendi menfaati için bu çeşit içeceklerden kaçınmasının daha iyi olacağı belirtilmiş olmaktadır. Kur´ân-ı Kerîm´in bu ayetinde ayrıca:
“Ve sizler bunlardan pek güzel yiyecekler îmal edersiniz” denmekte ve daha ileri gidilmemektedir. Bundan anlaşılan, meyvalar ve bunlardan îmal edilen meyve özleri ile şıra halindeki (henüz alkolleşmemiş nebiz haldeki) meyve sularıdır. Ayetin ikinci kısmını birinciden ayıran “ve” edatı, “sekr (sarhoşluk) veren mamulat” ile “güzel yiyecekleri” birbirinden ayırmak ve ikinci grubu birincinin dışında tutmak için kullanılmıştır. Böylece düşünce ve muhakemesi yerinde müslümanlar, işaret edilen tenbih ve talimata önem verip onu dinlemişler ve daha açık ve kesin bir yasağın gelmesini beklemişlerdir.
Hicreti müteakip Resûlullah Medine´ye geldiğinde refah içindeki bu vaha, başlıca mahsülü olan hurmadan îmal edilen alkollü içkilere kendini vermiş durumdaydı. Tâif´ten farklı olarak burada üzüm bağları yok denecek derecede azdı. Bu durum karşısında Kur´ân-ı Kerîm Hicret´ten hemen sonra inen ayetlerinde bu konuda sahip olduğu tutum ve siyasetin ne olduğunu insanlara hatırlatıp belirtmek istemiştir. Vahyediliş zamanı itibariyle 87. sırada bulunan Bakara suresinin 219. ayetinde:
“Ey Resûl! Onlar sana hamr (alkollü içkiler) ve talih oyunları (kumar) hakkında sual sorarlar. (Onlara şunu) şöyle: “Her ikisinde de insanlar için büyük bir günah ve az bir miktarda fayda vardır. Her ikisindeki günah, faydasından daha büyüktür.”
(Mukaddes kitaplardaki eski) kanun değiştirilmemiş ve fakat bu ayetle pek önemli ve uzak görüşlü bir prensip zihinlere yerleştirilmiş bulunuyordu. Yani artık bundan böyle bir şeyi yapmak veya yapmayıp terketmek konusunda Allah´ın arzu ve isteği bir kriter, bir ölçü olacaktır. Yoksa o fiil ve hareketlerimizin, şahıstan şahsa değişebilecek olan akıl ve muhakememizin bulup çıkardığı, faydalılığı yahut zararlılığı değil. Günaha gelince, bu Allah´ın emir ve nizamlarına tecavüz demektir ve insanın bundan sakınıp kaçınması gerekir. İşte bu ölçüler dahilinde şarap içmek bir günahtır.”[119]
Kur´ân-ı Kerîm´de Görülen İlâhî Emirler:
Yukarıya aldığımız ayet yeterli bir açıklık taşımaktadır; bununla beraber Resûlullah, bu konuda zorlama getiren herhangi bir ilâhî tebliğde bulunmamış ve durumun değerlendirilmesi ferdin akıl ve muhakemesine bırakılmıştır. Ancak, cemiyet hayatında karşılaşılan olaylar göstermiştir ki, bu yumuşak tutum, zararlı sonuçları önlememiştir. Gerçekten de zaman zaman ortaya çıkan sarhoşluk olayları, mesela cemaat halinde kılınan namazda Kur´ân okunurken okuyanın dilinin dolaşıp ayeti yanlış telaffuz etmesi gibi birtakım skandallara sebep olmuştur. Bunun bir sonucu olarak daha açık seçik ve zorlayıcı bir kâide, vahyediliş zamanı itibariyle 92. sırada bulunan 4. sûrenin 43. ayeti ile kendini göstermiştir:
“Ey îman edenler! Sarhoş bir vaziyetteyseniz, ne söylediğinizi bilebilecek hale gelinceye kadar namaza yaklaşmayınız” (Nisa, 43).
Bir anda alkollü içki tüketimi büyük çapta azaldı; çünkü günde bir değil, beş vakit namaz vardı ve bunlardan herhangi biri ile bir sonraki arasında, sarhoş hale gelen bir insanın yeniden aklını başına alabilmesine yetecek pek kısa bir zaman bulunuyordu. Bununla beraber, bilhassa düğünler ve bayramlar münasebetiyle ortaya çıkan öyle sarhoşluk durumları vardı ki, bu konuda şer´î ahkâmı tamamlamak için bunların da Allah tarafından hükmü tayin olunmalıydı.
Vahyediliş zamanı itibariyle 112. sırayı işgal eden Mâide Sûresinin 90-91. ayetleri Resûlullah´ın hayatının son günlerinde nazil olmuştur ve bunlar konuyu teferruâtlı bir biçimde gözler önüne sermektedir.
“Ey iman edenler! Hamr (yani alkollü içkiler), talih oyunları (yani kumar), (tapınmak üzere) dikili taşlar ve fala bakıp kehânette bulunmak üzere kullanılan oklar, muhakkak ki şeytan işi birer pislik ve murdardır; o halde bunları terkedin! (Umulur ki) felah ve başarıya erersiniz.”[120]
Tersine Tedrîc:
Yasağın gelmesindeki tedricîlik sadece âyet-i kerîmelerde görülen safahatta ifadesini bulmaz. Kur´ân´da kesin yasak emri geldikten sonra tatbikatta da bir tedric görülür. Ancak bu sahada tedric zıt yönden ele alınarak hamr´a ve hamr´la alakalı bazı eşyaya karşı şiddetli ve kesafetli bir tavır alınır. Bu safhada, hamr´la birlikte onun hatırasını devam ettirecek şeyler de yasaklanır.
Nitekim Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) hamr îmalinde kullanılan tahtadan, topraktan ve su kabağından yapılmakta olan muhtelif cins kapların kallanılmasını da yasaklamış ve onların kırılıp atılmasını emretmiştir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in, üzerinde içki içilen sandalyeye oturmayı bile yasaklaması, yasak geldiği zaman elde mevcut şarapların sirke yapılmak üzere bekletilmeden dökülmesini emretmiş olması gibi durumlar, bu safhadaki sert tavrı ifade eden rivayetlerdendir. Esas itibariyle içilmesine müsaade edilmiş olan nebizin (şıra) yasaklandığına dair kitaplarda gelen birkısım rivayetleri de yine safhada tevessül edilen tedbirlerden biri olarak değerlendirebiliriz.
Ancak, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in içki benimsendikten sonra bu mevzudaki sert yasaklardan bazılarını kaldırdığı anlaşılmaktadır. Bir rivayette şöyle buyurur: “Ben size içki kaplarını yasaklamıştım, fakat bizatihi kaplar herhangi bir şeyi ne haram ne de helâl yapabilirler, yasaklanan şey, sarhoşluk veren içkilerdir.”
Şu halde, başta nebiz olmak üzere, “sarhoşluk hasıl etmeyen, sâlim düşünceyi ifsad etmeyen ve malı alıp götürmeyen her çeşit içeceğe” müsaade eden rivayetlerin bu safhaya ait olduğu söylenebilir.
Bu safhayı aydınlatan bir vesika da ne Hz. Peygamber devrinde ne de daha sonraki devirlere tatbik edilmeyen bir hadistir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Bir kimse içki içme suçundan dolayı üç kere cezalandırıldığı halde dördüncü sefer yine içer de aynı suçtan gelirse, dördüncüde ölüm cezası verilir” demiştir. Bu emir, tatbik edilmediği gibi, hukukî bir hükme esas da olmamıştır. Şu halde bu hadis de “içkiyi terketmeyenin boynunu vurun” hadisinde olduğu gibi içki yasağının konduğu ilk devrede Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in hissiyatta şok tesiri yapmaya matuf mücadele metodunu aksettiren bir rivayet olmaktadır.[121]
2) Yasağın Dînî, Îmanî Bir Mesele Olarak Ele Alınması:
İslâm dîni, mü´min nazarında ehemmiyetini benimseterek, müessir kılmak istediği her meseleyi onun imanına hitap ederek, o meselenin îmanıyla olan alaka ve bağını beyan ederek tebliğ etmiştir. Zîra gerçek bir mü´min için, en kıymetli metaı onun îmanıdır. Çünkü, îman onun ebedi hayatının garantisi, teminatıdır. Varlığı onun sayesinde bir mâna taşımakta, gerçek şahsiyetini îmanında bulmaktadır. Mü´minin uğrunda varını yoğunu ve hatta hayatını feda edeceği tek şey îmanıdır. Mukaddes bildiği diğer şeylerin herbirisi îmanla olan irtibat ve alakası sebebiyle mü´min nazarında kıymet, değer ve kudsiyet kazanmaktadır. Bu sebeple îman, dînî emirlerin müessir olabilmesi için varlığından vazgeçilmesi mümkün olmayan, ilk ve zarurî şarttır.
Az önce İslâm´ın ilk yıllarında içki yasağının konmadığını belirtmiştik. Aslında sadece içki değil, namaz, oruç, zekât, cihad gibi diğer mühim emirlerin hiçbirine bidayetlerde yer verilmemiştir. Hepsi tedricen peyderpey sonradan gelmiştir. Bütün bu tedricde sebep aynıdır: Atılacak emir ve yasak tohumlarının çimlenip filizlenebilmesi için önce onun atılacağı zemin hazırlanmalı, müsait hale getirilmeli idi. Aksi takdirde tohumlar kurur, çürür, zayi olup giderdi. Öyle ise, emir ve yasakların çimlenip kök atacağı vicdan zemininin îmanla münbit hale getirilmesi şarttı.
İslâm, amele giren emir ve yasakları sona bırakmakla ve bunları da tedricen kademe kademe, safha safha yapmakla zeminin hazırlık durumunu nazara almıştır.
Îmanın kuvvetlice yerleştiği, bir bakıma îmanın ehemmiyetini kavramış olmanın ifadesi olan zekât, namaz, oruç, hacc, cihad gibi amellerin sıkı sıkıya tatbik edildiği ve böylesine disiplinli bir hayatla îmanın muhafaza altına alındığı bir safhada îmanla bağlantısı ifade edilen hangi mesele kolayca benimsetilmezdi ki
İşte içki yasağı da bu şartlar gözönüne alınarak, zemin tamamen müsait hale getirilerek konmuştur.
Şarap ve kumarı yasaklayan âyet-i kerîme, bu iki nesneyi, küfrün en iğrenç şekli olan putperestlikle alakasını kurmak, -yani îmanın zıddı olan müşrikliğe sembollük eden tapınmaya mahsus “dikili putlar”la beraber zikretmek- suretiyle, bu yasaklar mevzuunda bir mü´mini ikna için onu en hassas noktasından yakalamış olmaktadır. Âyet şöyle başlar: “Ey îman edenler! Hamr, talih oyunları (kumar), (tapınmak üzere) dikili taşlar… şeytan işi birer pislik ve murdardırlar…”
Bu noktayı, yani hamr´ı bir îman meselesi olarak sunmak işini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) mükerrer seferler ele alarak yasağın ehemmiyetini zihinlerde daima canlı tutmuştur:
“Allah´a ve ahirete inanan, hamr içmesin. Allah´a ve ahirete inanan, içki içilen sofraya oturmasın.”
“Hamr içen, puta tapan gibidir.”
“Hamr içen, Lât ve Uzzâ´ya tapan gibidir.”
“Hamr mübtelası, puta tapan olarak Allah´a kavuşur.”
“Hamr içenin kalbinden îman nuru çıkar.”
“Hamr içen (tam bir) îmana sahip olarak içmez.”
“Şarap içenin kırk gün namazı kabul olmaz, tevbe etmeden ölürse kâfir olarak ölür.”
“Hamr içip tevbe etmeden ölen, ebediyyen cennete giremez.”
“Üç kişi ebediyen cennete giremez: Deyyûs, erkekleşen kadın ve içki mübtelası.”
“Sarhoşluk sebebiyle bir kere namazını kaçıran, sanki dünya ve dünyada mevcut olan şeyler kadar malını kaybetmiş gibi zarara uğrar.”
“Eline içki kadehini koyan kimsenin ebediyyen duası kabul olmaz.”
İçkinin gerek Allah nazarında ne kadar kötü olduğunu ve gerekse cemiyette hasıl edeceği şerlerin, fenalıkların büyüklüğünün zihinlerde iyice tesbit etmek için içki hakkında belirtilen bir diğer vasıf da onun “Kıyamet alametleri” arasında zikredilmiş olmasıdır. Kıyamet alametleri muhtelif hadislerde sayılırken, zina, katl, kumar gibi her biri içtimâî bir afet olan fenalıkların yanında içki istihlâkinin artması da zikredilir.
İçkinin gerek ferdî ve gerekse içtimâî bir yıkıma sebep olacağını bildiren bu çeşit hadislerden bir tanesinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurur: “Ümmetim beş şeyi helâl addederek benimserse tarumar olur: “Birbirlerine lânet oku(yarak karşılıklı sevgi ve saygıyı kaldırı)rlarsa, içkilere dalarlarsa, ipek giyerlerse, çalgıcı dansözler ittihaz ederlerse, erkekler erkeklerle, kadınlar da kadınlarla iktifa ederlerse.”[122]
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e Göre Mübtela Kim İçki mübtelası diye tercüme ettiğimiz ve hadislerde pek çok gelmiş bulunan tabirin aslı “müdminü´lhamr”dır. Bir defasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in: “Müdminü´lhamr cennete gitmez” sözü üzerine, cemaatten birisi “Müdmin kimdir ” diye sorar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu dikkat çekici açıklamayı yapar: “Senede bir defa (bile olsa) üç yıl içki alan kimsedir.”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde kısa zamanda içkinin kökünün kurutulması gibi, elde edilen fevkalade başarıda bu îmanî iknanın rolünü bilhassa görmek gerek. Îman kuvvetinde zirveyi tutan Ashâb-ı Kirâm hazerâtının hamr konusunda gerçekten nasıl bir kanaat ve halet-i rûhiye sahibi olduğunu Ebû Mûsa el-Eş´arî (radıyallâhu anh) tarafından söylenen şu sözden anlayabiliriz.” Başka rivayetler, Ashab´ın içki yasağını birbirine haber verirken: “İçki yasaklandı ve şirke eşit tutuldu” dediklerini haber verir. Şu halde, içkinin kaldırılmasındaki muvaffakiyette içki ve şirki bir tutmak telakkisinin rolü çok kere büyük olmuştur.[123]
Hissî İkrah:
İçkinin mü´min nazarında hissen de istikrah edilmesini yani iğrenç kılınmasını sağlamak için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) gayret göstermiş ve bu meyanda şöyle buyurmuştur: “Allah ahdetmiştir ki, sarhoş edici içki içmede ısrar eden kimseye mutlaka tîynetu´lhabâl içirecektir.” Kendisine tiynetü´lhabâl nedir diye sorulunca “Cehennem ehlinin vücudlarından çıkan ter ve irindir” cevabını verir. Tiynetü´l-Habal´ın cehennemde akan irinden bir nehir, bir çeşme vs. olduğunu belirten çok sayıda hadis gelmiştir.
İçki meselesi üzerinde dinimizin bu kadar ısrarlı ve kararlı olması belki birçoklarımıza fazla mübalağalı gelebilir. Şahsen diyeceğim ki, insanlığın 20. asırda idrak edip elbirliği ile kabul edebildikleri bir afettir. Büyüklüğünü dinimiz 14 asır önce bize haber vermiş olmaktadır. Bu durum gerek Kur´ân ve gerekse Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in mucizelerinden biridir.
Pekçok Avrupalı mütefekkir insanlığı tehdidi eden bu afete karşı çoktan vaziyet almış durumdadır. Bu felaketle mücadele hususunda beynelmilel işbirliği teklif eden Toynbee, İslâm hakkında konuşurken lehinde birşey söylememe hususundaki bütün dikkatine rağmen, bu meselede gerçeği itiraftan kendisini alamayarak, yarının cihanşümul beşer cemiyetinin İslâm´dan bazı temel esaslar almak zorunda olduğunu söyler. Ona göre bu temel esaslardan biri İslâm´ın ırklar arası eşitlik fikri, biri de içki aleyhtarlığı´dır.[124]
3) Müessir Mücadeleye Giden Yol; Yasağın Maddî Müeyyide İle Korunması:
Görüldüğü üzere, İslam alkollü içkileri yasaklarken, bunu tamamen vicdanî bir yasak, kuru bir “içmeyin, içerseniz zarar görürsünüz” tavsiyesi olarak ele almamıştır. Dînin, îmanla alakalı mühim bir yasağı olarak bildirmiş, kullanılması kadar îmâlini, taşınmasını, alınmasını, satılmasını, vs. hep yasaklamış, yasağa uymayana da dünyevî ceza takdir etmiştir. Devlet polisiyle, jandarmasıyla, kanunuyla, mahkemesiyle, bütün mücadele vasıta ve imkanlarıyla bu yasağı uygulamakla mükellef tutulmuştur.
Bu durumda mü´min ferdler alkol kullanmanın bir yandan vicdanî ızdırabını yaşarken, vicdanında: “Bu îmanını tehlikeye atan pis bir iştir, şirktir, küfürdür. Ondan sakın” sesini duyarken, öbür taraftan da ensesinde polisin şamarını hissetmektedir.
Böylece hem maddî, hem manevî müeyyidelerle te´yid edilen yasak müessir olmakta, İslâm cemiyetinde içki istihlâki -son derece gizli olmak kaydıyla- asgari seviyede kalmaktadır.
Halbuki, günümüz Türkiyesinde, hâl-i hazırda olduğu gibi, Batı tipi cemiyetlerde içki yasağı tamamen gayr-i ciddi şekilde ele alınmakta ve neticede müessir olmamaktadır. Devlet bir taraftan içki îmâl edip, kendi eliyle pazarlamasını ve ticaretini ve televizyon, radyo başta her çeşit yayın vasıtalarıyla reklamını yaparken, diğer taraftan da “aman gençlik elden gidiyor, içki zararlıdır, felakettir” diye feryat koparıyor. Şüphesiz bu iki farklı davranış tam bir tezad ifade eder. İçki ve diğer uyuşturucuların zararlılığı hususunda gerçekten samimî inanç sahibi isek bunu, bazı ilim adamlarının senenin belli günlerinde belli fırsatlarda yapacağı konuşmalarla değil, ciddiyetle devletçe ele almak zorundayız.
İmâm-ı Âzam´a nisbet edilen meşhur bir hikaye var: “Bir kadın yanında çocuğu olduğu halde imama başvurarak “bu çocuğum bal yiyor, halbuki bal ona yaramıyor, çocuğu bu işten önlemek için bana bir yol gösterin” der. İmam, kadına üç gün sonra gelmesini söyler.
Üç gün sonra, huzuruna çıkan kadının çocuğunu okşayarak: “Yavrum bal sana zararlıdır, bundan böyle yemeyeceksin” der. Kadın bu davranışa şaşırarak:
“Bu tek cümleyi söyleyecektin de üç gün niye beklettin, ilk geldiğimde söyleseydin ya!” deyince, imam şu hikmetli ve tatminkâr açıklamayı yapar: “Doğru söyledin, ancak aynı cümleyi üç gün önce söyleseydim çocuğa tesir etmezdi, çünkü o gün ben de bal yemiştim, ağzımda tadı, nefesimde kokusu varken “bal yeme” diyemezdim. Şimdi ise o balın bende eseri kalmadı, bu sebeple sözüm tesir edecektir.”
Bu temsil gerçekten hakîmanedir ve fazla söze hâcet bırakmamaktadır.[125]
Hülasa:
Yukarıda anlattıklarımızın ışığı altında şu neticeye varabiliriz: İslâm açısından içki, uyuşturucu, zina, kumar, gibi atbaşı giden içtimâî âfetlerden cemiyetimizi koruyabilmek için öncelikle gençliğin kalbini îmanla, Allah ve âhiret inancıyla doldurmak gerekecektir.
Bu içtimâî afetlerle mücadelede başarılı olmanın ikinci şartı da tedrici bir şekilde içki yasağının konmasıdır. Bu yasak sadece içki tüketimini değil, imalinden taşınmasına, satılmasına, reklamına, dağıtımına, ithal ve ihracatına varıncaya kadar tüketime teşvik edici, tahrik edici, kolaylaştırıcı her bir hususu içine almalıdır. İçki yasağı olmadığı için uyuşturucularla ilgili yasak müessir olmaktadır. Bunların beraber ele alınması şarttır.[126]
Rusya´da İdeolojinin Birinci Aleti [127]
Aşağıda sunacağımız tercüme, 1969´larda Rusya´dan kaçıp Fransa´ya iltica eden Michel Heller´in, Rusya´da insan yetiştirme düzeni üzerine yazdığı bir kitaptan alınmıştır. Bu yazı, Rusya´nın içkiyi toptan yasaklama vetiresine girdiğine dair haberlerin gazetelerde görülmeye başladığı şu günlerde ibretle, dikkatle okunmalıdır. İçkinin, hem insanları dejenere edip robotlaştırmak, hem de, rejimin sıkıntılarını hafifletmek gibi son derece stratejik maksadlarla kullanıldığı bir cemiyette yasaklanması, yani mühim bir silahın kınına konması, ne derece samimî bir jest olacaktır, şüphe ile karşılansa yeridir. Acaba bunu Slav asıllı halklara uyguladığı gibi müslüman ve Türk asıllı halkara da uygulayacak mıdır Yasak kısmî de olsa umumî de olsa, bizce Rus rejimi için fevkalade mühim bir hadisedir. Bu, büyük kitlelerin uyanmasına, olup bitenleri anlayacak, kendi kendini, vicdanının sesini dinleyebilecek fırsatı bulmasına vesile olacaktır. Yalana, zulme ve insanların beşerî şahsiyetlerinden uzaklaştırılmalarına dayanan bir rejime bu tatbikat çok şeyler getirecektir, hatta mukadder sonunu bile:
Sovyet Sosyologları, “zamanımızda ailenin en korkunç düşmanı olarak alkolü” görürler. Sovyet Rusya´da bu mesele üzerinde kimsenin şüphesi yoktur. Komünist terbiyenin problemlerini dile getirmek maksadıyla toplanan bir kofneransta, “komünist terbiye”nin şu mühim vak´asının tebarüz ettirilmesi zarurî görülmüştür:
S.S.C Birliği´nde, bir aile, on rublede birini alkollü içkilere harcamaktadır. Köylerde ise ailevi gelirin yüzde otuz kadarını alkol yutmaktadır. Her yıl, nüfusun ergin kesiminin % 12-15 kadarı herhangi bir vakitte alkolden zehirlenerek bir sağlık merkezine uğramaktadır. Bu rakamların resmi rakamlar olduğunu belirtmek gereksiz. Devlet İstatistik Enstitüsü dışında yapılan araştırmalar, durumun daha da feci olduğunu göstermektedir.[128]
Alkol Niye Yaygın
Sovyet sosyologları “Alkolizmin sebebinin henüz tam olarak aydınlanmadığını” söylerler. Her hâl u kârda sebepler birçoktur. Fakat merakengiz bir hadise dikkat çekmektedir: S.S.C Birliği´nde köy ve şehirlerde rastlanan mevcut aşırı yokluk ve kıtlık şartlarında, hatta mağazalarda hiçbir madenin bulunmadığı hallerde bile, daima alkollü içkiler bulunur. Planı tamamlama zarureti, diğer gıda maddelerinin bulunmadığı zamanlarda, daima mevcut olan alkolden imkan nisbetinde çok satmayı gerektirmektedir. Bir samizdat (gizlice çıkarılıp dağıtılan broşürler) yazarının ifadesiyle, alkol bu memleketin bir numaralı ticaret malıdır. 1979´da alkol ticareti 19 milyar ruble gelir sağlamıştır. Bir başka ifadeyle, sağlık ve sosyal sigorta için ayrılandan daha fazla.
Rusya´da kadın dergisinin yazı heyetinden olan Sovyet feministi Tatiana Manonova´nın -ki iki meslektaşı ile birlikte Sovyetler Birliği´nden hudud dışı edilmiştir- açıklamasına göre, Sovyet erkekleri, sistem içinde maruz kaldıkları hayat tarzına tahammül edebilmek için içmektedirler. Tatiana ilaveten kadınların çok daha feci hayat şartlarına maruz kalmalarına rağmen daha az içtiklerini söyler.[129]
Alkolperestlik:
Votka olmadığı takdirde, memlekette hasıl olacak gerginlikle kıyaslanınca, Sovyet idarecilerinin alkolizmi ehven-i şer telakki ettiklerini söylemek mecburiyeti ortaya çıkar. Sovyetler Birliği´nde alkolizm, en mühim prestişlerden biri, gruba mensubiyetin bir alameti haline gelmiştir. 1980´de bir gazeteci ile yaptığı bir mülakat sırasında sağlık bakanı şu beyanatta bulunur: “Alkoliklerin sayısında artma olduğunu istatistiklerin göstermesi bizi sevindirir.” Bakan “sevinç”ini, “hastaların daha da artmış olmasının anlaşılması” ile te´yid eder.
Şurası da açık ki, sağlık bakanı, devlet sırrı olduğu için, hiçbir istatistikî rakam vermez. Fakat bir Amerikalı ilim adamının yaptığı hesaplamalar, 1976 yılında Sovyetler Birliği´nde alkolizmden ölenlerin sayısı sayıca Amerika´da ölenlerden bin misli fazla olduğunu ortaya koymuştur. Bunların çoğu da nüfusun çalışan kısmındandır. 1982´de Literaturnaya Gazete, Perm şehrindeki okullarda, ilk üç sınıf öğrencileri üzerinde (7-9 yaş arası) yapılan bir araştırma sonuçlarını neşretti. Bunların % 31.2´si yani her üç öğrencinin biri alkollü içki kullanmaktadır. Anket, ayrıca belirtir ki, çocukları alkole ebeveynleri teşvik etmektedir. Sovyet kollektif hayatına intibak ettirici diğer vasıtalardan bir vasıta olarak.”[130]
——————————————————————————–
[1] Şu ayetlere bakılabilir: Saffat 46, Vakı´a 18; Tûr 19-23; İnsân 5, 6, 17; Nebe 34; Mutaffifîn 28, Hâkka 24; Mürselât 41, 43; Muhammed 15; Hicr 45; Duhân 52; Zâriyât 15 vs.
[2] Buhârî, Eşribe: 16, Hacc: 76; Müslim, Eşribe: 120, (2027); Tirmizî, Eşribe: 12, (1883); Nesâî, Hacc: 165, (5, 237).
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/105.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/104.
[5] Tirmizî, Eşribe: 11, (1881); İbnu Mâce, Et´ime: 25, (3301); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/104.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/105.
[7] Muvatta, Sıfâtu´n-Nebî: 13, (2, 925); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/105.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/105-106.
[9] Müslim, Eşribe: 113. (2024); Tirmizî, Eşribe: 11, (1880); Ebû Dâvud, Eşribe: 13, )3717; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/106.
[10] Müslim, Eşribe: 116, (2026); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/106.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/106.
[12] Tirmizî, Eşribe: 18, (1893); İbnu Mâce, Eşribe: 21, (3423).
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları :8/107.
[14] Ebû Dâvud, Eşribe: 15, (3721); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/107.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/107-108.
[16] Buhârî, Eşribe 23, Müslim, Eşribe 111, (2023); Ebû Dâvud, Eşribe 15, (3720); Tirmizî, Eşribe 17, (1891); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/108.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/108.
[18] Tirmizî, Eşribe: 13, (1886); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları :8/109.
[19] Buhârî, Eşribe: 26; Müslim, Eşribe: 121, (2028); Tirmizî, Eşribe: 13, (1885); Ebû Dâvud, Eşribe: 19, (3727); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/109.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/109-110.
[21] Buhârî, Eşribe 25, Vudû 18, 19; Müslim, Tahâret 64, (267); Eşribe 121, (267); Tirmizî, Eşribe 16, (1890); Nesâî, Tahâret 42, (1, 43, 44); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/110.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/110.
[23] Muvatta, Sıfatu´n-Nebî: 12, (2, 925); Tirmizî, Eşribe: 15, (1888); Ebû Dâvud, Eşribe: 16, (3722); İbnu Mâce, Eşribe: 23, (3427); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/111.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/111-112.
[25] Buhârî, Hibe: 4, Eşribe: 14, 18; Müslim, Eşribe: 124, (2029); Muvatta, Sıfatu´n-Nebi: 17, (2, 926); Tirmizî, Eşribe: 19, (1894); Ebû Dâvud, Eşribe: 19, (3726); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/113.
[26] Buhârî, Eşribe: 19; Müslim, Eşribe: 127, (2030).
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/113-114.
[28] Ebû Dâvud, Eşribe: 19, (3725); Tirmizî, Eşribe: 20, (1859).
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/114.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/114.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/114-115.
[32] Buhârî, Eşribe: 22, Bed´ü´l-Halk: 11, 14, İsti´zân: 49, 50; Müslim, Eşribe: 96-99, (2012-2014); Ebû Dâvud, Eşribe: 22, (3731-3734).
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/116.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/116-117.
[35] Hadisin kaynağı önceki hadisin bâblarıdır. Rivayet Ebû Dâvud´da da gelmiştir (Eşribe 22, (3734); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/117.
[36] Ebû Dâvud, Eşribe: 22, (3735); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/118.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/118-119.
[38] Buhârî, Eşribe: 14, 20; Ebû Dâvud, Eşribe: 18, (3724); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/120.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/120-121.
[40] Nesâî, Eşribe: 58, (8, 335); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/121.
[41] Hamr´ın mahiyeti, Resûlullah´ın bunu yasaklamakla takib ettiği vetire ve vaz´ettiği müessir mücadele metodu üzerine uzunca bir tahlile bahsin sonunda ayrıca yer vereceğimiz için, hadisleri açıklarken bazı meselelerin îzahını kısa tutacağız, binaenaleyh sondaki tahlil görülmelidir. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/123.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/124.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/124.
[44] Bu üç rivâyetin de kaynağı: Buhârî, Eşribe: 4, Vudû: 71; Müslim, Eşribe: 67-68, (2001); Muvatta, Eşribe: 9, (2, 845); Ebû Dâvud, Eşribe: 5, (3682, 3687); Tirmizî, Eşribe: 2, 3, (1864, 1867); Nesâî, Eşribe: 23, (8, (298); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/124.
[45] Müncid´de bir rıtl´ın 2564 grama tekabül ettiği yani yuvarlak hesap 2,5 litreye denk olduğu belirtilir.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/124-127.
[47] Buhârî, Megazî: 60, Cihâd: 164, Edeb: 80, Ahkâm: 22, Müslim, Cihâd: 7, (1733), Eşribe: 70; Ebû Dâvud, Eşribe: 5, (3684); Nesâî, Eşribe: 23, 24, (8, 298, 299); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/127.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/127-129.
[49] Nesâî, Eşribe: 24, (8, 300), 48, (8, 324); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/130.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/130.
[51] Ebû Dâvud, Eşribe: 5, (3685); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/130.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/130-131.
[53] Buhârî, Eşribe: 1; Müslim, Eşribe: 73, (2003); Muvatta, Eşribe: 11, (2, 846); Ebû Dâvud, Eşribe: 5, (3679); Tirmizî, Eşribe: 1, (1862); Nesâî, Eşribe: 22, 46, (8, 296, 297, 318); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/132.
[54] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/132-134.
[55] Buhârî, Eşribe: 2, 5; Tefsîr, Mâide: 10; Müslim, Tefsir: 32, (3032); Nesâî, Eşribe: 20, (8, 295); Ebû Dâvud, Eşribe: 1, (3669); Tirmizî, Eşribe: 8, (1873); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/134.
[56] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/134.
[57] Müslim, Eşribe: 72, (2002); Nesâî, Eşribe: 49, (8, 327); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/135.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/135.
[59] Tirmizî, Büyû 59, (1295); İbnu Mâce, Eşribe 6, (3381); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/135.
[60] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/135-136.
[61] Nesâî, Eşribe 42, (8, 314); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları 8/136.
[62] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/136.
[63] Nesâî, Eşribe: 48, (8, 320, 321); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.
[65] Ebû Dâvud, Eşribe 4, (3676); Tirmizî, Eşribe 8, (1873); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.
[66] Müslim, Eşribe: 13, (1985); Tirmizî, Eşribe: 8, (1876); Ebû Dâvud, Eşribe: 4, (3678); Nesâî, Eşribe: 19, (8, 294); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.
[67] Buhârî, Eşribe: 2, Teysîr, Mâide: 10; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/138.
[68] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/138.
[69] Müslim, Musâkât: 67, (1578); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/138.
[70] İbnu Hacerin belirttiği üzere, bu şiir Abdullah İbnu´s Sâib İbni Ebî´s-Sâib´e aittir. Şiirdeki bazı kelimelerin imla ve harekelerinin rivayetlerdeki farklılıklarına dikkat çekilmiştir. Şiire Teysîr´in kaydettiği bütünlük ve şekle de bunlarda rastlanmaz. Teferruat mevzumuzu ilgilendirmez, orta bir mânâ verdik.
[71] Buhârî, Hums: 1, Büyû: 28, Şirb: 13, Meğâzî: 11, Libâs: 7; Müslim, Eşribe: 2, (1979); Ebû Dâvud, Harac: 20, (2986). (Bu kaynakların hiçbirinde şiir tam olarak mevcut değildir, birinci beytin sadece yarısı mevcuttur.); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/140-141.
[72] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/141-143.
[73] Nesâî, Eşribe: 48, (8, 322-323); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/144.
[74] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/144.
[75] Ebû Dâvud, Eşribe 12, (3716); Nesâî, Eşribe 25, (8, 301); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/145.
[76] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/145.
[77] Nesâî, Eşribe: 82, (8, 323, 324). İmam Nesâî, hadisi tahric ettikten sonra: “Bu hadis meşhur değildir (fukahaca pek bilinmiyor), biz bununla ihticâc (edip amel) etmeyiz” demiştir. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/145-146.
[78] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/146.
[79] Ebû Dâvud, Eşribe: 10, (3711, 3712); Tirmizî, Eşribe: 7, (1872); Nesâî, Eşribe: 48, (8, 320); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/146.
[80] Müslim, Eşribe: 79, (2004); Ebû Dâvud, Eşribe: 10, (3713); Nesâî, Eşribe: 56, (8, 333); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/147.
[81] Buhârî, Eşribe 11, Müslim, Eşribe 16, (1286); Ebû Dâvud, Eşribe 8, (3703); Tirmizî, Eşribe 9, (1877); Nesâî, Eşribe 8, (8, 290); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/147.
[82] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/147-148.
[83] Müslim, Eşribe: 25, (1988); Muvatta, Eşribe: 7, (2, 844); Ebû Dâvud, Eşribe: 8, (3704); Nesâî, Eşribe: 6, (8, 289); Buhârî, Eşribe: 11; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/148.
[84] Müslim, Eşribe 8, (1981); Nesâî, Eşribe 13, (8, 291, 292); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/148.
[85] Ebû Dâvud, Eşribe: 9, (3709); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/148-149.
[86] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/149.
[87] Ebû Dâvud, Eşribe: 8, (3707); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/149.
[88] Ebû Dâvud, Eşribe 8, (3708); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/149.
[89] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/149.
[90] Nesâî, Eşribe: 53, (8, 328-330); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/150.
[91] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/150-151.
[92] Nesâî, Eşribe: 53, (8, 329); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/151.
[93] Nesâî, Eşribe: 54, (8, 331); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/151.
[94] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/152.
[95]Müslim, Eşribe: 48, (1997); Muvatta, Eşribe: 5, (2, 843); Ebû Dâvud, Eşribe: 7, (3690, 3691); Tirmizî, Eşribe: 4, (1868, 1869); Nesâî, Eşribe: 28, 33, 36, (8, 303, 306, 308); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/153.
[96] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/153.
[97] Müslim, Eşribe: 57, (1997); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/153.
[98] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/153-154.
[99] Müslim, Eşribe: 64, 65, 66; Ebû Dâvud, Eşribe: 7, (3698); Tirmizî, Eşribe: 6, (1870); Nesâî, Eşribe: 40, 48; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:8/154.
[100] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:8/154.
[101] Müslim, Eşribe:11, (1983); Tirmizî, Büyû: 59, (1294); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:8/155.
[102] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:8/155.
[103] Nesâî, Eşribe: 41, (8, 312); Buhârî, Eşribe: 1; Müslim, İman: 272, (168); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:8/155-156.
[104] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/156.
[105] Tirmizî, Eşribe 21, (1897); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/156.
[106] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/156-157.
[107] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/157.
[108] 1983 yılında Erzurum´da (Üniversite´de) hazırlanmış bir konferanstır.
[109] Hrıstiyan ve yahudilerin müşterek din kitaplarını teşkil eden Kitab-ı Mukaddes´in bir âyetinde şöyle denir: “(Ezelî ve ebedî olan) Rab, Harun ile konuştu ve o´na: “… sen ve seninle beraber oğulların ne şarap ve nede sarhoş edici içki içmeyeceksiniz….” (Levililer, X (8-9). [Keza Tevrat´ın Hakimler kitabında (XIII/4-14) daha teferruatlı bir âyet mevcuttur.]
[110] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/157-158.
[111] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/158-159.
[112] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/159-161.
[113] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/161.
[114] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/162.
[115] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/162-163.
[116] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/163-164.
[117] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/164.
[118] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/164-165.
[119] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/165-166.
[120] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/166-167.
[121] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/167-168.
[122] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/168-170.
[123] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/170.
[124] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/170-171.
[125] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/171-172.
[126] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/172.
[127] Bu yazı da Sur´da önceki ile birlikte neşredildi.
[128] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/172-173.
[129] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/173.
[130] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/173. –