HEDİYE BÖLÜMÜ
UMUMİ AÇIKLAMA
Hediye, Sadaka Değildir
1) Hz. Peygamber´in Teşvikleri
Hediye Kabul Edilmeli
Hediyeye Mukabele Etmeli
İhsanları Bende Kılmak
Hediyeden Dönülmez
Yasak Hediye
Hangi Hediye Temizdir
Gelen Hediyeler
Müşriklerden Hediye
Resulullah´ın Hediyeleri
HEDİYE BÖLÜMÜ
UMUMİ AÇIKLAMA
Hediye, umumiyetle karşılık beklemeksizin iyi niyet, ilgi ve hatta sevginin ifadesi olarak insanların birbirlerine yaptıkları maddî bağışlara denir. Dilimizdeki karşılığı armağandır. Hediyede her ne kadar karşılık beklenmemesi esas ise de hediye alan taraf da elinden geldiği nisbette bir mukabelede bulunur, en azından teşekkür eder. Dolayısıyla “hediye”nin olduğu yerde hediyeleşme yani karşılıklı bir beşerî kaynaşma, hissî teati var demektir, en azından sevgi ve dostluk alışverişi başlıyor demektir. İnsanlar arasında sıcak ilişkiler kurulmasını kendisine gaye edinip, bunu teşvik eden, zeminini ve gerekli şartlarını hazırlayan İslam dini, hediye meselesine bigâne kalmamalı, hatta yer vermeli, en makul bir nizama bağlamalıdır.
Üzerinde çalıştığımız bu eserde hediyeye bir bölüm ayrılması, meselenin dinde nasıl mühim bir yer tuttuğunun ifadesi olmaktadır. Ancak, bu bahiste sadece beş hadise yer verilmiş olması, mevzuun ehemmiyet ve şümûlünü yeterince aksettirmeyebilir. Bu sebeple, hediye bahsine umumi açıklama kısmında biraz genişçe temas etmeyi gerekli buluyoruz.[1]
Hediye, Sadaka Değildir:
Hemen belirtelim ki hediye sadaka değildir. Resulullah hediye kabul ederdi, sadakayı almazdı. Bunun Al-i Beyt´e haram olduğunu söylerdi. Şöyle buyurmuştur: “Sadaka ile Allah rızası gözetilir, hediye ile Resulullah´ın rızası ve ihtiyacın giderilmesi gözetilir.” Eve bir şey getiren olunca bunun sadaka mı, hediye mi olduğunu sorardı, hediye ise şahsen istifade edebilirdi, değilse istifade etmeden muhtaçlara dağıtırdı.[2]
1) Hz. Peygamber´in Teşvikleri:
Resulullah´ın hediyeleşmeye teşvik edici hadisleri çoktur. Bu teşviki yaparken, hediyenin hasıl edeceği mes´ud neticeleri de zikreder: “Hediyeleşin, çünkü hediye sevgiyi artırır, kalpteki kötü hisleri giderir.”
“Hediyeleşin, birbirinizi sevin, “Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hasıl eder.”
“Hediyeleşin, sevgi yönüyle artın”, “Hediyeleşin, çünkü hediye kalpte karalık olan (kin, buğz ve adavet) duygularını giderir” “Ziyaretleşin, hediyeleşin. Çünkü ziyaret sevgiyi perçinler, hediye de kalpteki (buğz, kin, adavet gibi) kötü duyguları söker atar.”
Bazı rivayetler Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hediyeleşmeyi insanlar arasındaki sıla (irtibat) için emrettiğini belirtir: Hz. Enes´in de çocuklarına aralarında birbirlerine cömertçe harcamayı vasiyet ederken “Çünkü o, aranızda en iyi sevgi vasıtasıdır” demiştir.
Hediyeleşme ile sılanın nasıl hasıl olacağını da şu hadis açıklar: “Hediye işitmeyi, kalbi ve görmeyi giderir.” Bunu tamamlayan bir rivayette “Hediye hakim kişinin gözünü kör eder” buyrulur. Münavi´nin açıkladığı üzere, Resulullah, bu ifadeleriyle insanda hakim olan bir kanuna dikkat çekiyor. O da şu: “İnsan nefsi, kendine iyilik yapanı sevme fıtratı üzere yaratılmıştır.” Öyle ise, hediye verenin kalbinde, hediye edene karşı sevgi hasıl olduğundan, kim kendisine ihsanda, hediyede bulunursa, onun hakkında söylenen kötülükleri işitmeme, onun kusurlarını görmeme meylindedir. Bu sebeple bazı rivayetlerde “Hediye, ihtiyaçların önünde ne iyi anahtardır” dendiğini görürüz.[3]
Hediye Kabul Edilmeli:
Resulullah bir kısım hadislerinde, yapılan hediyeyi reddetmemeyi, kabul etmeyi emreder: “Kime bir kardeşinden taleb ve sündüklük etmediği halde bir iyilik gelirse, onu kabul etsin, geri çevirmesin. Zira o, kendine Allah´ın gönderdiği bir rızıktır. Hediye, değersiz bile olsa kabul edilmeli” der.[4]
Hediyeye Mukabele Etmeli:
Hediyeleşmeye teşvik eden bir kısım hadislerde, gelen hediyeye mukabele etmek emredilir. “Kim size bir iyilik yaparsa ona karşılığını verin, bir [karşılık] bulamazsanız, ona dua edin. Hatta bilin ki, dua ile onun karşılığını verdiniz.” Bir kısım hadisler Aleyhissalâtuvesselâm´ın kendisine gelen hediyelere mukabelede bulunduğunu, çoğu kere kat kat fazlasını verdiğini belirtir. “Resulullah hediyeyi kabul eder, karşılığını da verirdi.”[5]
İhsanları Bende Kılmak:
Kaydedilen hadisler insanın iyilik karşısındaki fıtrî durumlarını ortaya komaktadır. Bu bir bakıma beşerî zaaftır. Yani, hem iyi yolda, insanlar arası muhabbet ve sılayı artırmada kullanılabilecek bir deva, hem de insanları satın almada, kötü maksadlarla kendine bende etmede bir silah olmaktadır. Bu eskiden beri bilinen bir husustur. Hatta Ahlak-ı Alâiye´de kaydedilen bir fıkra mevzumuz açısından calib-i dikkat olduğu için buraya kaydetmeyi faydalı buluyoruz. Buna göre Büyük İskender, İran´ı fethettiği zaman çok sayıda ulema, hükema ve efadılla karşılaşır. Bunlara nasıl bir muamele takip edeceğini bilemez. Bunları toptan öldürüp öldürmeyeceğini Aristo´dan sorar. Meşhur Yunan feylesofu ona mektupla şu cevabı yazar: “Amma ekabir-i acem ve emsal-i İran hususunda buyurduğunuz, eğer onları cümle ihlak ve katle kadir isen, ab ve heva-ı İran zemini tağyir etmeğe hud kadir değilsin. Pes bunların emsali yine zahir olsa gerek, pes cehd eyle ki bunları ihsanla bende edesin. Belki ihsanı öyle eyle ki, kadimî bendelerinden rıbka-i ubudiyetine rakabeleri dahi efkende ola.” “Sen her ne kadar İran büyüklerini toptan katletmeye kadir isen de, İran diyarının su ve havasını değiştiremezsin. O topraklar aynı insanları yine yetiştirir. Öyleyse onları ihsanla kendine kul et. Hatta ihsanı öyle yap ki, onların boyunları sana kulluk etmeye kendiliğinden uzansın.”[6]
Hediyeden Dönülmez:
Hediye ile alâkalı olarak Resulullah´ın koyduğu adabtan biri de hediyeden geri dönmemektir. Hediyeden döneni, kustuğunu geri yiyen köpeğe benzetir.[7]
Yasak Hediye
Resulullah, hediyede gözü kör, kulağı sağır, kalbi bende kılan gücü gördüğü için adalete, dürüst icraata mani olacak hediyeleşmeyi yasaklamıştır:
“İhsan sıla-ı rahme vesile olduğu müddetçe alın. Dine karşı bir rüşvete dönüşünce sakın hediye kabul etmeyin.
“Bazı hadislerde rüşvet olan hediyeler hakkında açıklamalar gelmiştir “Emîrin hediye alması haramdır. Kadı´nın rüşvet alması küfürdür.”
“Umeraya hediyeler hırsızlıktır” “İmama hediye gulüldür (devlet malını yağmalama).”
Şu halde memurun hediye alması, memura hediye verilmesi rüşvet sayılmıştır, haram ilan edilmiştir.
Resulullah´ın zekat toplamak üzere gönderdiği memurlardan, dönüşte “şu zekat malı, şu da bana verilen hediye” diyen olmuştur. Aleyhissalâtu vesselâm, memurun aldıkları meyanında hediye sayılmayıp rüşvet olacakları anlamada muteber bir ölçü koyar:
“Sen annenin evinde otursaydın bu sana verilir miydi ” Şu halde, memuriyet vasfı olmadan evinde oturduğu halde verilmeyecek olan bir şey memura verildi mi bu rüşvettir.
Şefaat mukabili alınan da ribadır: Yasak hediyelerden biri, biri lehinde şefaatçi olur, işinin olmasına yardımcı olursa, buna mukabil alınan ücret rüşvettir.
“Kim bir din kardeşine şefaatçi olur ve bu şefaatine karşı ücret alırsa riba kapılarından büyük bir kapıya gelmiş olur.”
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hayber Yahudilerinden, mahsuldeki İslam´ın payını kendileriyle yapılan anlaşma şartlarına uygun olarak alması için Abdullah İbnu Revaha´yı gönderir. Yahudiler buna rüşvet teklif eder. O: “Ey Yahudi cemaati, Allah´a yemin olsun siz nazarımda insanların en menfurusunuz…” der ve reddeder. Onlar bu manzara karşısında:
“Ey İbnu Revaha! Sen bu yaptığın (dürüstlük) sebebiyledir ki semavat ve arz ayaktadır” diye takdirlerini ifade ederler.[8]
Hangi Hediye Temizdir:
Hibe ve hediyelerden bir kısmını almamız caiz olmadığı belirtilirken, bazı alimler, rüşvet dışında kalan hediyeyi üç grupta mütalaa ederler:
1- Kendi dûnunda (seviyesinin altında) olanlara yapılan hibe. Bu gerçek ikram ve lütuftur. Buna karşılık vermek gerekmez. İbnu Ömer “Umeradan gelen hediyeler fitnedir” demiştir.
2- Birbirine denk olanların hibesi.
3- Dûn (aşağı durumda) olanın (kendinden) üstün olana hibesi. Bunda karşılık gerekir. Esasen veren daha fazla bir karşılık bekler. Karşılığın miktarı örfe bağlıdır.
Resulullah´ın hayatında bu meselede farklı tatbikata rastlanır. Mevcut imkâna göre mukabele esas ise de, bazan “verilenden razı mısın ” diye sorduğu, muhatabı “Hayır!” dedikçe verdiği, sormaya devam edip “Evet!” deyinceye kadar verdiği olmuştur. Bazı rivayetlerde bir deve hediye eden bedevinin, mukabilinde verilen altı deveden razı olmayıp dedikodu yaptığı, hatta böylesi bir vak´aya üzülen Hz. Peygamber´in bir daha bedeviden hediye kabul etmeyeceğine dair yemin ettiğine rastlamaktayız.[9]
Gelen Hediyeler
Hz. Peygamber prensip olarak hediye kabul ettiği için kendisine yakın çevreden sıkça hediye gelmiştir. Ayrıca her zaman olduğu gibi, o devirde de liderlerin, şeflerin birbirlerine hediye göndermeleri âdet idi. Bu sebeple komşu kral ve şeflerden de hediyeler geldi.
Gelen bu hediyeler arasında her çeşidiyle yiyecek, giyecek (cübbe, takım bürde, mest) çadır, koku küpü, kılıç, deve, at, katır, dinar (para), cariye gibi o devrin kullanımında mevcut herşey vardı.
Hediye gönderen krallardan Habeş Kralı Necaşi (bir uft sade siyah mest, cam bardak, üç adet harbe, habeşi başlı altın bir yüzük), Kayser (dinar, zencebil dolu küp, ipek cübbe…); Mısır lideri Mukavkıs, (ipek hulle, Mariye, Mariye´nin kızkardeşi Sîrîn, Me´bur adında hadımlaştırılmış bir köle, bir katır, cam bardak, sürmedanlık, ayna, tarak); Melik-i Eyle (beyaz bir katır); Yemen Kralı Zu Yezen (otuz üç deve ödeyerek satın aldığı bir ipekli takım) ve İran Kralı Kisra´nın adı geçer.
Resulullah gelen hediyeleri kendi kullandığı gibi, yakınlarına ve diğer ihtiyaç sahibi Müslümanlara taksim eder veya hediye olarak gönderirdi. Yanında başkalarının da bulunduğu bir halde, dağıtımı mümkün bir hediye gelince hemen mevcutları dağıtırdı. “Kime bir hediye geldiğinde yanında başkaları varsa, onlar bunda ona ortaktırlar” buyurmuştur.[10]
Müşriklerden Hediye
Yukarıda ismi geçen krallar umumiyetle gayr-i müslimdir. Öyleyse bu hadisler, Resulullah´ın gayr-ı müslimden hediye kabul ettiğini, dolayısıyla bunun caiz olduğunu ifade eder. Ancak “Ben müşriklerin hediyesini almaktan yasaklandım” hadisinde daha açık ifadesini bulan bazı rivayetlerden müşriklerden hediye almanın caiz olmadığı belirtilmektedir. Bu mesele ile ilgili ulemanın açıklaması 5784 numaralı hadisin açıklamasında geleceği için burada teferruata girmeyeceğiz. Ancak Ahmed İbnu Hanbel ve Bezzar´ın kaydettikleri bir rivayete göre “Katîle Bintu Abdi´l-Uzza, kızı Esma Bintu Ebi Bekr´e bazı hediyelerle gelir. Fakat Esma, müşrik olduğu için hediyesini kabul edip evine sokmak istemez. Durum Resulullah´a sorulunca “Allah, ancak sizinle din hususunda savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanları dost edinmekten sizi men eder…” (Mümtâhine 9) mealindeki ayet nazil olur. Bu vahiy üzerine Esma, Katîle´yi evine alır ve hediyesini kabul eder.”
Bu vesile ile şunu belirtmede fayda var: Alimlerin büyük çoğunluğu (cumhur) gayr-ı müslimlerin bayramlarında hediyeleşmenin mekruh olduğunu söylemekte müttefiktir. Bu bayramlara Mihrican ve Nevruz, Milad (yılbaşı) bayramları örnek olarak zikredilir.[11]
Resulullah´ın Hediyeleri
Resulullah hediyeyi kabul ettiği gibi hediye de gönderirdi. Onun hediyesi, ya gelen hediyeye mukabele şeklinde, ya da doğrudan bir hediye şeklinde tezahür ederdi. Hanımlarına, yakınlarına, tavzif ettiklerine, kendisine gelen heyet mensuplarına vs. hediyeler verirdi. Bilhassa hey´et olarak gelen temsilcilerin hediyesine ayrı bir ehemmiyet atfeder, onlardan hiçbir ferdin hediyesiz kalmamasına dikkat ederdi. Hatta vefat ederken söylediği en son vasiyetlerinden biri de, gelen elçilerin hediyelerinin ihmal edilmemesi ile ilgili idi. İsteyenlere hiç “hayır!” demeyip verdiği, peşpeşe üç kere isteyene de her defasında verdiği rivayetler gelmiştir.
Resulullah´ın hediyesi, miktar olarak, şahsın içtimâî mevkiine ve itibar durumuna göre farklılıklar arzederdi. Bazan büyüğe iki bürde, çocuğa bir bürde; Hanif heyetine 50 okka verirken, Taylılara 5 okka, Zeydu´l-Hayl´a 12 küsur okka hediye vermiştir.
Resulullah´ın hediye olarak verdikleri arasında giyecek, yiyecek, koku, at, deve, et, arazi, maden, hurmalık vs. görülür.
Mevzu üzerine gerekli olan birkısım açıklamalar bu bölümde yer alan hadislerle ilgili olarak kaydedilecektir.[12]
ـ5780 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: تَهَادوا فَإنَّ الْهَدِيَّةَ تُذْهِبُ وَحَرَ الصَّدْرِ، وََ تَحْقِرَنَّ
جَارََةٌ لِجَارَتِهَا وَلَوْ شِقَّ فِرْسَنِ شَاةٍ[. أخرجه الترمذي.»وَحَرُ الصَّدْرِ« غشه ووساوسه.و»فِرْسَنُ الشّاةِ« ظلفها .
1. (5780)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Hediyeleşin, zira hediye, kalpteki kuşkuları giderir. Komşu kadın, komşusu kadından gelen (hediyeyi) hakir görmesin, bir koyun paçası parçası olsa bile.” [Tirmizî, Vela ve´l-Hibe 6, (2131).][13]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada, hediyeleşmeye teşvik etmekte, hediyenin kalplerdeki bazı kötü duyguları gidereceğini belirtmektedir. Metinde geçen وَحَرَّ الصَّدْرُ tabirini kuşku diye tercüme ettik. Ancak alimler bunun muhtelif manalar ifade ettiğini belirtirler; vesveseler, kin ve gayz, adavet (düşmanlık), çok şiddetli öfke.
Yani bir insanın diğerine karşı besleyebileceği her çeşit menfi duyguların hediyeleşme suretiyle kalplerden temizleneceğini haber vermektedir. Hadisin devamında komşudan bahsedilmesi, hediyeleşmenin öncelikle komşular arasında cereyan etmesi gereğine bir irşattır. Öyle ki, az, maddî değeri küçük bir şeyle bile olsa hediyeleşmesini tavsiye buyurmaktadır.
Bu tavsiye, bilhassa apartman hayatı yaşayan ve bu sebeple komşudan gelecek gürültü, çocuk kavgası, koku, kirletme… gibi çeşitli rahatsızlıklara maruz olan günümüz insanına daha bir ehemmiyet arzetmektedir. Hediyeleşmeler, gittikçe birikim yaparak büyüyebilecek komşuluk rahatsızlıklarını küçültecek, azaltacak, ciddi tatsızlıkların çıkmasını önleyecektir.
Resulullah hediyenin “paça parçası olsa bile hakir görülmemesini” tavsiye eder. Bazı şarihler, “Aslında paça parçasının hediye edilmesi âdet değildir. Aleyhissalâtu vesselâm azlıkla mübalağa için bunu zikretmiştir” demiştir.
Bundan da anlaşılacağı üzere, hadis, ne kadar az ve değersiz bir şeyle de olsa hediyeleşmeye davet etmektedir. Çünkü bunda sevginin artması, kuşkuların gitmesi, maişet işinde yardımlaşma vardır. Hediyenin azı sevgiye daha çok delil olur, yükü daha hafifletici olur, hediye edene de daha kolay olur, çünkü külfet azdır. Çünkü çok olan hediyeye her zaman muktedir olunamaz. Azla devamlı yapılan da çok hükmüne geçer. [14]
ـ5781 ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنها قالت: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَقْبَلُ الْهَدِيَّةَ وَيُثِيبُ عَلَيْهَا[. أخرجه البخاري وأبو داود والترمذي .
2. (5781)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), hediyeyi kabul eder, ona karşılıkta bulunurdu.” [Buharî, Hibe 11; Ebu Davud, Büyu 87, (3536); Tirmizî, Birr 34, (1954).][15]
AÇIKLAMA:
Bu hadis Resulullah´ın “hediyeleşme” düsturunu tatbik ettiğini göstermektedir. Kendisine gelen hediyeleri kabul ediyor ama mukabelede de bulunuyor. Birkısım Malikî alimleri bu hadisle istidlal ederek hibe eden kimse mislini talep edenlerden biriyse ve şart koşmaksızın mutlak bir tarzda hediyede bulunmuş ise, bu hediyeye mukabelenin vacib olduğunu söylemiştir. Fakirin zengine hediyesi gibi. Ama zengin fakire hediye ederse o karşılık beklemez, dolayısıyla onun hediyede bulunması vacib değildir. Hadisin, vücuba delaleti Resulullah´ın hediyeleşmeye devamından ileri gelir.
İmam Şafii yeni görüşünde Hanefîler gibi hükmeder: “Karşılık almak için hediye batıldır. Bununla bir akid meydana gelmez. Çünkü bu bedeli (semeni) belli olmayan bir satış akdidir. Ayrıca, hibenin mevzuu teberrudur. Bu manayı iptal etsek teberruluktan çıkar, muavaza (karşılıklı verişme) olur. Halbuki gerek şeriat ve gerekse örf, satışla hibeyi ayırdetmiştir. Karşılığı gerektiren akde satış denmiş, hibe denmemiştir. Bazı Malikîler, buna: “Eğer hibe asıl itibariyle karşılık gerektirmese bu takdirde sadaka manasını kazanırdı. Halbuki o sadaka değildir. Çünkü hediye edenlerin çoğunun durumu, karşılık bekler ve hususen fakir ise” diye cevap vermiştir.[16]
ـ5782 ـ3ـ وعن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَوْ أُهْدِيَ اليَّ كُرَاعٌ لَقَبِلْتُ، وَلَوْ دُعِيتُ إلَيْهِ ‘جَبْتُ[. أخرجه الترمذي .
3. (5782)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Bana bir koyunun inciğe kadar ayağı hediye edilse kabul ederim, böyle bir yemeği yemeye çağrılsam icabet ederim.” [Tirmizî, Ahkam 10, (1338).][17]
AÇIKLAMA
“Kürâ kelimesi farklı manalar taşısa da, şarihler burada koyunun inciğe kadar ayak kısmını ifade ettiğini belirtirler. Yani, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), hediye olarak gelen her şeyi, kıymetine bakmadan kabul buyurmuşlardır. Bu hadis Buhârî´de Ebu Hureyre rivayeti olarak biraz farkla gelmiştir: “Eğer ben bir kol veya bir ayağa davet edilsem, giderdim, eğer bir kol veya bir ayak hediye edilse kabul ederdim.”[18]
ـ5783 ـ4ـ وعن علي رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]أهْدَى كِسْرى الى رَسُولِ اللّهِ # هَدِيَةً فَقَبَلَ مِنْهُ وَإنَّ الْمُلُوكَ أهْدَوْا إلَيْهِ فَقَبِلَ مِنْهُمْ[. أخرجه الترمذي .
4. (5783)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kisra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bazı şeyler hediye etti. Aleyhissalâtu vesselâm ondan bu hediyeleri kabul etti. Diğer krallar da ona hediyede bulundular, o da onlardan bunu kabul etti.” [Tirmizî, Siyer 23. (1576).][19]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, Resulullah´a civar hükümdarlardan hediyeler geldiğini, Aleyhissalâtu vesselâm´ın da o hediyeleri kabul buyurduğunu göstermektedir. Şarih Aynî, bu konudaki rivayetleri değerlendirerek Resulullah´a gelen bir kısım hediyeleri şöyle kaydeder:
* Necaşî, cam bardak hediye eder.
* Eyle Meliki beyaz bir katır hediye eder, Resulullah da ona bir hırka hediye eder.
* Devmetu´l-Cendel´in Ukeydir´i sündüs bir cübbe hediye eder.
* Melik-i Rum (Herakliyus) sündüsten kızıla boyanmış bir giyecek hediye etti.
* Melik zi Yezen bir takım (hulle) hediye etti. Bunu otuz üç deveye satın almıştı.
* Fedek lideri yiyecek ve giyecek hediye etti.[20]
ـ5784 ـ5ـ وعن عياض بن حمار رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]أهْدَيْتُ لِرَسُولِ اللّهِ # هَدِيَّةً، فَقَالَ: آسْلَمْتَ؟ فَقُلْتُ: َ. قَالَ: فَإنِّي نُهِيتُ عَنْ زَبْدِ
الْمُشْرِكِينَ[. أخرجه أبو داود والترمذي.»الزَّبْدُ« بسكون الباء الموحدة: الرفد والعطاء .
5. (5784)- İyaz İbnu Himar (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir hediyede bulunmuştum. Bana: “Müslüman mı oldun ” diye sordu.
“Hayır!” dedim.
“Ben müşriklerin hediyesini almaktan menolundum!” buyurdular (ve hediyemi almadılar).” [Ebu Davud, Harac 35, (3057); Tirmizî, Siyer 24, (1577).][21]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bazı müşriklerden hediye aldığına dair rivayetler olduğu gibi, “müşrikten hediye almaktan yasaklandım” diyerek reddettiğini ifade eden rivayetler de var. Sadedinde olduğumuz hadis bunlardan biri. Tirmizî: “Bu imtina, serbestiden sonra vaki olan bir yasaklama sebebiyle olabilir” diye bir ihtimal yürütür. Bu ihtilafı farklı şekillerde te´lif edenler olmuştur:
* İmtinası, hediyesi ile sevgi ve muvâlat (dostluk) arzu edenlere karşı idi; kabulü ise, hediyesini kabul ettiği takdirde ünsiyet ve İslam´a kalbini kazanmayı ümid ettiği şahıstandı.
* Ehl-i Kitap´tan olanların hediyesini kabul etti, putperestlerinkini kabul etmedi.
* Umera dışındakilerden imtina etti, ki bu Aleyhissalâtu vesselâm´ın hasaisindendi.
* Kabul hadisleriyle red hadisleri neshedildi.
* Red hadisleriyle kabul hadisleri neshedildi.
İhtimal ve zanla nesh sabit olmaz.
İbnu Hacer bu yorumları zayıf bulur. Şu yorum da bu ihtimalden uzak değildir: “Bu meselede, her ne kadar aslolan müşriğin hediyesini kabul etmemek ise de hususi veya umumi bir maslahat sebebiyle kabul edilebilir de.”[22]
ـ5785 ـ6ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]أنَّ أعْرَابِيّاً أهْدَى لِرَسُولِ اللّهِ # بَكْرَةً فَعَوَّضَهُ مِنْهَا سِتَّ بَكَرَاتٍ فَتَسَخَّطَ، فَبَلَغَ
ذلِكَ النّبِيَّ #، فَحَمِدَاللّهُ وَأثْنَى عَلَيْهِ، ثُمَّ قَالَ: إنَّ فَُناً أهْدَى لِي بَكْرَةً فَعَوَّضْتُهُ مِنْهَا سِتَّ بَكَرَاتٍ فَظَلَّ سَاخِطاً لَهَا، لَقَدْ هَمَمْتُ أنْ َ أقْبَلَ هَدِيَّةً إَّ مِنْ قُرشِيٍّ أوْ أنْصَارِيٍّ أوْ ثَقَفِيٍّ أوْ دَوْسِيٍّ[. أخرجه أصحاب السنن .
6. (5785)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir bedevi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a genç bir deve hediye etti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona makubil altı genç deve verdi. Bedevi, memnun kalmadı. Bu hal, Aleyhissalâtu vesselâm´a ulaştı. Allaha hamd ü senadan sonra:
“Falan kimse bana bir deve hediye etti. Ben ona mukabil altı deve verdim. Buna rağmen memnun olmamış. [Allah´a] yemin olsun, [şu günden sonra Muhacirler], Kureyşliler, Ensarîler, Sakifliler veya Devsliler dışında kimseden hediye almamaya azmettim!” buyurdular.” [Tirmizî, Menakıb, (3940, 3941); Ebu Davud, Buyû 82, (3537); Nesâî, Umra 5, (6, 280).][23]
AÇIKLAMA:
Teysir´in kaydettiği metin, hadisin Tirmizi´deki veçhidir. Ebu Davud´daki veçhinde yer alan tamamlayıcı ziyadeleri köşeli parantez içerisinde gösterdik. Yine Tirmizî´de yer alan bir diğer rivayet, vukua gelen bazı üzücü hallerin Resulullah´ı hediye kabulünde bazı tahdidlere sevkettiğini göstermektedir. Rivayet şöyle: “Benî Fezâre´den bir adam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a ormandan ele geçirdiği develerinden birini hediye etmişti. Aleyhissalâtu vesselâm ona bir mukabelede bulundu ise de adam memnun olmadı. Arkasından Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın minberde şöyle söylediğini işittim: “Araplardan bazıları var ki, biri bir hediyede bulunur, ben ona yanımda olan miktarınca karşılık veririm, fakat buna razı olmaz. Dahası onun sebebiyle bana karşı memnuniyetsizlik izhar eder. Allah´a yemin olsun (huzurunuzdaki) şu oturma anından itibaren, Kureyşî, Ensarî, Sakafî veya Devsî hariç hiçbir Araptan hediye almayacağım.”
Bu hadislere dayanan alimler, daha çok istemeye bahane edilecek hediyenin kabulünün mekruh olduğunu söylemişlerdir. Resulullah´ın zikrettiği zümreleri hediyelerini kabul meselesinde istisna kılmasının sebebi onların tokgözlülük, cömertlik, sehavet, himmet yüceliği, hediyede karşılık beklememek gibi vasıflarla mümtaz olmalarından ileri geldiği de belirtilmiştir. [24]
ـ5786 ـ7ـ وعن أبي أمامة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ شَفَعَ ‘حَدٍ شَفَاعَةً فَأهْدَى لَهُ هَدِيّةً عَلَيْهَا فَقَبِلَهَا فَقَدْ أتَى بَاباً عَظِيماً مِنْ أبْوَابِ الرِّبَا[. أخرجه أبو داود .
7. (5786)- Ebu Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim bir kimse için şefaatçi olur, o da bu şefaatine karşı bir hediyede bulunursa hediyeyi kabul ettiği taktirde, riba kapılarından büyük bir kapıya girmiş olur.” [Ebu Davud, Büyû 84, (3541).][25]
AÇIKLAMA:
Alimlerimiz, hadislerden hareketle, şefaat-i hasenenin mendub ve hatta bazı durumlarda vacib olduğunu belirttikten sonra, bu hizmete karşı hediye almanın caiz olmayacağını belirtirler. “Bu, hizmetin ecir ve sevabının ziyanına sebep olur, tıpkı ribanın, helal olanı ziyana uğrattığı gibi” derler.[26]
ـ5787 ـ8ـ وعن عبادة بن الصامت رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]عَلّمْتُ نَاساً مِنْ أهْلِ الصُّفَّةِ الْكِتَابَ وَالْقُرآنَ فَأهْدَى اليّ رَجُلٌ مِنْهُمْ قَوْساً. فَقُلْتُ: لَيْسَتْ لِي بِمَالٍ، وَأرْمِي عَلَيْهَا في سَبِيلِ اللّهِ تَعالى، Œتِيَنَّ رَسُولَ اللّهِ # فَ‘سْألَنَّهُ. فَأتَيْتُهُ، فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّهِ! رَجُلٌ أهْدَى اليّ قَوْساً مِمَّنْ كُنْتُ أُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْقُرآنَ وَلَيْسَتْ لِي بِمَالِ وَأرْمِى عَلَيْهَا في سَبِيلِ اللّهِ. فقَالَ: إنْ كُنْتُ تُحِبُّ أنْ تُطَوَّقَ طَوْقاً مِنْ نَارٍ فَاقْبَلْهَا[. أخرجه أبو داود .
8. (5787)- Ubade İbnu´s-Samit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben ehl-i suffadan bir kısım insanlara yazı ve Kur´an´ı öğretmiştim. Onlardan bir adam bana bir yay hediye etti. Ben de: “(Bu yay) benim için (büyük) bir mal değil , onunla Allah yolunda atış yaparım, gidip Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a soracağım” dedim. Gidip sordum:
“Ey Allah´ın Resulü! dedim. Kendilerine yazı ve Kur´an öğrettiğim kimselerden biri bana bir yay hediye etti. Bu benim için bir mal da değil. Ben onunla Allah yolunda atış yaparım!” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm bana:
“Eğer ateşten bir takı takınmayı seversen kabul et!” diye cevap verdi.” [Ebu Davud, Büyû 37, (3417).][27]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Ebu Davud´daki aslında ibare لَيْسَتْ بِمَالٍ şeklindedir. Yukarıdaki metinde لِي ziyadesi var. Bunu koruduk. Manada ciddi bir fark hasıl etmiyor. “Yay, zaten bir mal değildir” yerine (Bu yay) benim için (büyük) bir mal değil” şeklinde tercüme ettik. Bu ifadeyi, bazı alimler hediye etti اَهْدَى fiilinin failine veya mütekellim zamirine müteallik bir hal olarak değerlendirip “Onunla “örfte yay ücret addedilmez” veya “O, satışını yapmak için edindiğim bir mal değil, o bir mühimmattır” demek istediğini söylemişlerdir.
2- Resulullah kitabet ve Kur´an öğretimine karşı ücret almaya karşı çıkıyor. Ulema bu hadisin yorumunda ihtilaf etmiştir: Dinî öğretim mukabili ücret alınmamalı mı diye. Bu takdirde din öğretimi aksayabilecektir. Neticede bazı kayıtlarla ücret alınabileceğine hükmedilmiştir. İslam´ın kuruluş döneminde hiç kimse verdiği hizmete mukabil ücret almazdı, bir hizmet ehline ücret verilmesi değişik problemler hasıl edebilirdi.
Ancak, zaman zaman, her bir içtimâî meselede dinî kokudan şiddetle kaçınan zümreler, tatbikatı dinin aleyhine neticeler verebilecek bir kısım meselelerde dinî fetvadan kaçınmayıp hatta 1950´den öncesine kadar din adamlarına yeri geldikçe “din hizmetine karşı ücret almak günahtır” bahanesini ileri sürerek -devlet bütçesinden maaş vermeyenler- yarım yamalak ayet ve hadislerden delil getirenler bu meseleyi de gündeme getirdikleri için, hadis hakkındaki bazı açıklamaları kaydedeceğiz:
Hattâbî der ki: “Ulemadan bir kısmı, bu hadisin manası hakkında ihtilaf etti:
* Bazıları: Hadisin zahirini esas aldı ve “Kur´an öğretimine karşı ücret almanın mübah olmadığına hükmeti. Zührî, Ebu Hanife, İshak İbnu Rahuye bu görüştedir.
* Bir kısmı: Bidayette ücret şart koşmadıkça verilen ücreti almada bir beis yok dedi. Hasan Basrî, İbnu Sîrin, Şa´bî bu görüştedir.
* Bir kısmı ise (herhangi bir şart ve kayıt koymadan) bunu mübah addetti. Atâ, Malik, Şafii, Ebu Sevr bu görüştedir.
Bu üçüncü grup, Sehl İbnu Sa´d´ın şu rivayetiyle amel ettiler: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir kadına evlenme teklif ettiği halde mehir olarak verecek hiçbir şeyi olmayan bir kimseye “Onu sana, Kur´an´dan bildiğin kısımları ona öğretmen mukabilinde nikahlıyorum” buyurdu.” Bunlar, Ubade hadisini şöyle te´vil ederler: “O, teberru olarak öğretmişti, o işte Allah rızasına niyet etmişti, öğretme sırasında, karşılığında bir ücret, bir menfaat almayı hiç düşünmemişti. Bu sebeple Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) uhrevî ücretini iptal etmeyi ona yasakladı ve hatta vaidde (korkutmada) bulundu. Ubade´nin bu meseledeki durumu, bulduğunu sahibine geri veren veya denize batan malını teberru olarak hasbeten çıkarıveren kimsenin durumuna benzer, böyle bir kimse yaptığı hizmete mukabil bir ücret alamaz. Eğer o bunu hasbi olarak yapmazdan önce bir ücret talep edecek olsa, o zaman onun ücret alması caiz olurdu. Suffa ehli, halkın sadakasıyla yaşayan fakir kimselerdi. Onlardan mal almak mekruhtu, onlara mal vermek müstehabtı.”
* Bazı alimler de şöyle demiştir: “Kur´an öğretimine karşı ücret almanın farklı durumları var:
** Müslümanlar arasında bu işi yapan başkaları da varsa, Kur´an öğretimine karşı ücret almak helaldir. Çünkü bu farz, onun üzerine taayyün etmez.
** Ama Müslümanlara Kur´an´ı öğretecek bir başkasının yokluğu halinde veya böyle bir yerde bu işi yapabilecek kimseye hizmetine mukabil ücret almak helal olmaz.
Haberle ilgili ihtilaf bu esas üzerine te´vil edilmelidir.”
Tabii burada şöyle bir soru hatıra gelir: “Öğretebilecek kimsenin geçimini sağlayacak geliri yoksa ”
Şu halde Kur´an´ın öğretimini, dinin talimini aksatmayacak, kolaylaştıracak, esnek yorumlar ümmetin maslahatına daha uygundur. Bu işte niyet esastır. İktisad, kanaat, mütevazi hayat standardı gibi, asgarî bir hayat seviyesiyle yetinip hasbeten lillah Kur´an´ımızın ve dinimizin talimine bezl-i hayat, en doğru, en isabetli, rızayı İlahi´ye en uygun yoldur. Öyleyse aza kanaatle, Bediüzzaman´ın dediği gibi, “ehl-i ilmi, ilmi, vasıta-i cer etmekle itham edip “ilmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar!” diyen insafsızları fiilen tekzib etmelidir. Esasen dine hizmet yolunu, Resulullah, Kur´an diliyle mükerrer ayetlerle “Ben ücretimi insanlardan değil, Allah´tan isterim” düsturunu vazederek göstermiştir. Yasin suresinde de ücret istemeyenlere, insanların daha çok itimat kesbedip alâka göstereceğine işaret buyrulmuştur: “Doğru yolda olan ve sizden bir ücret de istemeyen kimselere uyun” (21. ayet). [28]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/238.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/238.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/238-239.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/239.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/239-240.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/240.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/240.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/240-241.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/241-242.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/242.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/242-243.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/243.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/244.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/244.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/245.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/245.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/245.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/246.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/246.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/246.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/247.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/247.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/248.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/248.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/249.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/249.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/249-250.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/250-251.