BORÇ VE ÖDEME ÂDABI BÖLÜMÜ
UMUMÎ AÇIKLAMA
BORÇ VE ÖDEME ÂDABI BÖLÜMÜ
UMUMÎ AÇIKLAMA
Beşerî hayatın her meselesine, kendi zâviyesinden müstakil, orijinal çözüm ve istikâmet teklif eden İslâm dini, iktisâdî hayatımızın mühim bir meselesi olan borç bahsine de yer vermiştir. Hattâ bu bahse giren pek çok teferruata temas ederek genişçe yer vermiştir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir kısım hadislerinde borcun insan hayatında ciddi bir keder; hürriyetini, şahsiyetini, şerefini zedeleyici bir âmil olduğuna dikkat çeker: َ هَمَّ إَّ هَمُّ الدَّيْنِ وََ وَجَعَ إَّ وَجْعُ الْعَيْنِ
“Borcun sebep olduğu keder kadar ciddi bir keder, göz ağrısı kadar dayanılmaz bir ağrı yoktur.” الدَّيْنُ رَايَةُ اللّهِ في اَرْضِ فإذَا اَرَادَ اللّهُ اَنْ يُذِلَّ عَبْداً وَضَعَهُ في عُنُقِهِ
“Borç Allah´ın yeryüzündeki zillet boyunduruğudur, Allah bir kulu zelîl etmek dilerse onu boynuna geçirir.” اِنَّ الرَّجُلَ إذَا غَرِمَ حَدَّثَ وَكَذَبَ وَوَعَدَ فَاخْلَفَ
“Kişi borçlanınca konuşur, yalan söyler, vâdeder, sözünü tutmaz.” Şu halde ödeme ihtimâli zayıf, zarurî olmayan borçlanmalardan kaçınmalı: إيَّاكُمْ وَالدَّيْنِ فإنَّهُ هُمٌّ بِاللَّيْلِ وَمَذَلَّة بِالنَّهَارِ
“Borçtan kaçının zîra o, gece keder, gündüz de zillet vesilesidir.”
وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَوْ اَنّ رَجًُ قُتِلَ في سَبِيلِ اللّهِ ثُمَّ اُحْيِى ثُمَّ قُتِلَ ثُمَّ اُحْيِى ثُمَّ قُتِلَ وَعَلَيْهِ دَيْنَ مَا دَخَلَ الْجَنَّةَ حَتّى يُقْضى عَنْهُ دَيْنُهُ
“Nefsimi elinde tutan Zât´a kasem olsun, bir adam Allah yolunda öldürülse, sonra ihya edilse, tekrar öldürülse, sonra ihya edilse, tekrar öldürülse, üzerindeki borcu ödenmedikçe cennete giremez.”
Borçlu ölenin borcu, vârislerince ödenmelidir. صَاحِبُ الدَّيْنِ مَغْلُولٌ في قَبْرِهِ َ يَفُكُّهُ إَّ قَضَاءُ دَيْنِهِ
“Borçlu ölen kimse kabirde bağlıdır, onu kurtaracak tek şey borcunun ödenmesidir.”
كانَ النَّبِىُّ # َ يُصَلِّى عَلى رَجُلٍ عَلَيْهِ دَيْنٌ
“Hz. Câbir anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) borçlu olarak ölen kimsenin cenâzesine namaz kılmazdı. Bir cenâze getirilmişti, borçlu olup olmadığını sordu. “Evet iki dinar borcu var” denince, “Arkadaşınızın namazını siz kılın” dedi (ve kendisi kıldırmaktan kaçındı). Ebû Katâde: “Ben ödeyeceğim ey Allah´ın Resûlü!” dedi. Bunun üzerine kalkıp namazını kıldırdı. إنَّ صَاحِبَ الدَّيْنِ مُرْتَهَنٌ في قَبْرِهِ حَتّى يُقْضى دَيْنُهُ عَنْهُ
“Borçlu ölen kimse, kendi adına borcu ödeninceye kadar kabrinde rehinlenmiş gibidir.” Resûlullah bu sözü, namazını kıldırması için getirilen cenâzenin borçlu olduğunu öğrenince, “Cebrâil borçlu olanın namazını kıldırmaktan beni men etti” diyerek imtina buyurduktan sonra söylemiştir.
Borçluya kolaylık göstermek gerekir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) borca karşı uyarmış, borçlanmamayı ısrarla tavsiye etmiş olmakla birlikte, borçlanmayı haram etmemiştir. Borçlanma, her devirde olduğu gibi günümüzde de beşerî hayatın -gerek ferdler, aileler planında ve gerekse devletler planında- vazgeçilmesi mümkün olmayan bir gereğidir. Sâdece ticârî hayat değil, birçok vecihleriyle ictimâî hayat borçlanmasız olamaz. Şu halde yukarıda sâdece bir kısmını kaydettiğimiz boçtan tahzîr eden hadisler, gereksiz ve ölçüsüz borçlanmalara, harama götüren borçlanmalara hamledilebileceği gibi, borçluya, yakınlarının yardımına ve hatta alacaklının anlayışlı davranmasına da hamledilebilir. Nitekim bu söyledimiz hususları takrir eden pek çok rivâyet vardır: مَنْ اَنْظَرَ مُعْسِراً اَوْ وَضَعَ عَنْهُ اَظَلَّهُ اللّهُ في ظِلِّهِ يَوْمَ َ ظِلَّ اَّ ظِلُّهُ
“Kim borçluya mühlet tanır veya bağışlayıverirse, Allah, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde (kıyamet gününde) onu gölgesinde gölgelendirir.”
مَنْ اَنْظَرَ مُعْسِراً فَلَهُ بِكُلِّ يَوْمٍ مِثْلُهُ صَدَقَةً قَبْلَ اَنْ يَحِلَّ الدَّيْنُ فإذَا حَلَّ الدَّيْنُ فاَنْظَرَهُ فَلَهُ بِكُلِّ يَوْمٍ مِثَْهُ صَدَقَةً
“Kim bir fakire borç verirse, tanıdığı vâdeden önce geçen her gün, alacağı para kadar sadaka vermiş gibi sevâba nâil olur. Ödeme günü gelince te´hir ederse, her gün için iki misli sadaka vermiş gibi sevaba nâil olur.”
Müslim´de gelen bir rivâyet de şöyle: “Sizden önce yaşayanlardan biri ölünce hesaba çekildi. Teraziye girecek hiçbir hayrı yoktu. Ancak zengindi, insanlara karışır, borç verir, hizmetçisine de: “Darda olanlara bağışlayın!” emrederdi. Allahu Teâlâ hazretleri: نَحْنُ اَحَقُّ بِذَلِكَ مِنْهُ تَجَاوَزُوا عَنْهُ
“Böyle davranmaya biz ondan daha layığız, günahlarını bağışlayıverin” emretti.”
Borç korkusu teşebbüs ruhunu kırmamalıdır. Bâb hadisleri meyanında örnekleri görüleceği üzere, Resûlullah borçlanmaya teşvîk edici beyanlarda da bulunmuştur. Yanlış anlaşılmamalı, İslâm borçlanmayı yasaklamaz.
Şu halde, bu bölümde borç ve borç ödemenin âdâbıyla ilgili bâzı hadisleri görmüş olacağız.[1]
ـ1ـ عن أبى موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: إنَّ مِنْ أعْظَمِ الذُّنُوبِ عِنْدَ اللّهِ تعالى أنْ يَلْقَاهُ بِهِ عَبْدٌ بَعْدَ الْكَبَائِرِ الَّتِى نَهى اللّهُ عَنْهُا، أنْ يَمُوتَ رَجُلٌ، وَعَلَيْهِ دَيْنٌ َ يَدَعُ لَهُ قَضَاءَ[. أخرجه أبو داود .
1. (1930)- Ebû Mûsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allahu Teâla nazarında, bir kulun Allah tarafından yasaklanan kebîrelerden sonra, beraberinde getirebileceği en büyük günahlardan biri, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan üzerinde borç olduğu halde ölmesidir.” [Ebû Dâvud, Büyû 9, (3342).][2]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste borçlanmak ve bilhassa ödeyecek karşılığı olmayan borca girmek tavsiye edilmemekte ve kötülenmektedir. Zîra, ecel gizli olduğundan her an ölmek mümkündür. Şu halde zarûrî olmayan (mesken, giyecek, yiyecek gibi) aslî ihtiyaçlara girmeyen hususlarda karşılığı olmayan, ciddî borçlara girmekten kaçınmak, İslâm´ın kemâline delâlet eden bir edeb olmaktadır. Tîbî merhum bir soru sorup sonra cevabını verir: “İnsanlar üzerindeki hukûkullah, yani, Allah´ın hakları, kul hakkına nazaran müsâmaha ile karşılanmıştır, nitekim: يُغْفَرُ لِلشَّهِيدِ كُلُّ ذَنْبٍ إَّ الدَّيْنُ “Şehidin, borcu hâriç bütün günahları affedilir” hadisinde kul hakkı her şeyin üstünde tutularak, en büyük günah addedilmiştir. Halbuki bu hadiste borç büyük günahların altında tutulmaktadır, bu iki hadis nasıl te´lif edilir dersen, derim ki: O hadiste, borçtan yasaklamak, çekindirmek için mübâlağa tarikiyle öyle söylenmiştir. Bu hadis ise, zâhirine uygun mânâda vârid olmuştur.”
Bazı âlimler şöyle der: “Kebâiri işlemek Allahu Teâla´ya isyan etmektir. Borç almak isyan değildir. Bilakis borç almak câizdir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada, ödeyecek karşılığı olmadığı halde borçlu olarak ölen kimseye karşı şiddet göstermektedir. Gâyesi de insanların hukûkunun zâyi olmamasıdır.” el-Azîzî de şunu söylemiştir: “Bu hadis, ödemekten âciz olan veya günaha sokacak bir şey için borçlanan kimseye hamledilmelidir.”[3]
ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: مَنْ أخَذَ أمْوَالَ النَّاسِ يُرِيدُ آدَاءَهَا أدَّى اللّهُ عَنْهُ، وَمَنْ أخَذَهَا يُرِيدُ إتَْفَهَا أتْلَفَهُ اللّهُ تَعالى[. أخرجه البخارى .
2. (1931)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim, ödemek arzusu ile insanların malını alır ise, Allah (onun borcunu) ona bedel edâ eder. Kim de telef etmek niyetiyle halkın malını alırsa Allah onu telef eder.” [Buhârî, İstikrâz 2.][4]
AÇIKLAMA:
Âlimler bu hadisten bazı hükümler çıkarmıştır:
* Halkın malını suistimal etmeyi terkedip, borçlanma hâlinde en güzel şekilde ödemeye teşvik var.
* Cezâ, amel cinsindendir.
* Üzerinde borç olan kimse, (bunu ödemeden) köle âzad edemez, tasaddukta bulunamaz. Bunları yaparsa reddedilir.
* İyi niyet sahibi olmaya teşvik, kötü niyetten de tahzir ve terhîb var.Ödeme azminde olanları borçlanmaya teşvik var. İbnu Mâce´nin bir rivâyetine göre Abdullah İbnu Ca´fer hadisten çıkan bu hükümle amel etmiştir. Zîra borç aldığı zaman kendisine “niçin borçlanıyorsun” diye sorulur. Verdiği cevap şudur: “Ben Resûlullah´ı işittim, اِنَّ اللّهَ مَعَ الدَّائِنِ حَتّى يَقْضِىَ دَيْنَهُ “Allah, borcunu ödeyinceye kadar (iyi niyet sâhibi) borçlu ile berâberdir” buyurdu, demiştir.
Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ)´nin bir rivâyetinde de Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Borcunu ödeme niyetinde olan hiçbir kul yoktur ki Allah´tan yardım görmesin.” Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) bu yardıma mazhar olmak için borçlanır, “Ben bu yardımı arıyorum” dermiş. Dilimizde yaygın olan “Borç yiğidin kamçısıdır” sözü bu hadislerden menşeini almış olmalıdır. Borçtan çok korkan, bu yüzden fazla çekingen olan, iş hayatını geliştiremez.
Öyle ise, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın borçla ilgili yasaklayıcı ifâdelerini tek taraflı anlamayıp, gerçek espiriyi yakalamaya çalışmalıdır.
* Hadiste şu mânalar var: Bir kimse borçlanarak bir şey satın alıp tasarrufta bulunsa ve bu meyanda borcunu ödemeye kâdir olduğunu izhâr etse, ancak sonradan aksi ortaya çıksa, bu durumda bey´ (alışveriş) hemen reddedilmeyip, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in, hakkındaki duayı ve bu vaziyette alışverişi reddetmeye icbâr etmemesini esas alarak vâdenin dolmasını beklemek gerekir.[5]
ـ3ـ وعن عمران بن حذيفة قال: ]كانَتْ مَيْمُونَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها تَدَّانَ وَتُكْثِرُ فقَالَ لَهَا أهْلُهَا في ذلِكَ وََمُوهَا، فقَالَتْ: َ أتْرُكُ الدَّيْنَ، وَقَدْ سَمِعْتُ خَلِيلِى وَصَفِىِّ # يَقُولُ: مَا مِنْ أحَدٍ يَدَّانُ دَيْناً فَيَعْلَمُ اللّهُ تَعَالى أنَّهُ يُرِيدُ قَضَاءَهُ إَّ أدَّاهُ اللّهُ تَعالى عَنْهُ في الدُّنْيَا[. أخرجه النسائِى .
3. (1932)- İmrân İbnu Huzeyfe (rahimehullah) anlatıyor: “Meymûne (radıyallâhu anha) fazlaca borca giriyordu. Ailesi bu meselede müdâhale edip ayıpladılar. Şu cevabı verdi: “Borcu bırakmayacağım. Ben dostum ve can yoldaşım aleyhissalâtu vesselâm´ı şöyle söylerken dinledim: “Bir borçla borçlanan bir kimsenin ödeme niyetinde olduğunu Allah bilince, onun borcunu Allah mutlaka dünyada iken öder.” [Nesâî, Büyû 99, (7, 315); İbnu Mâce, Sadakât 10, (2408).][6]
ـ4ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّه # مَطْلُ الْغَنِىِّ ظُلَمٌ؛ وَإذَا أُتْبِعَ أحَدُكمْ عَلى مَلِىٍّ فَلْيَتْبَعْ[. أخرجه الستة.قوله: »إذا أُتْبِعَ«: بضم الهمزة، وتخفيف المثناة الساكنة. أى أحيل.»عَلى مَلِىٍّ«: أى قادر فليحتل .
4. (1933)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Borcunu ödeyebilecek durumda olan zengin kimsenin ödemeyi geçiktirmesi zulümdür. Biriniz bir zengine havâle olunursa (havâleyi kabûl etsin.)” [Buhârî, İstikrâz 12, Havâlât 1, 2; Müslim, Müsâkât 33, (1564); Muvatta, Büyû 84, (2, 674); Ebû Dâvud, Büyû 10, (3345); Tirmizî, Büyû 68, (1308); Nesâî, Büyû 101, (7, 317).][7]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen matlu´lgânî; borcunu ödeyecek durumda olan zenginin “Bugün git yarın gel” diyerek ödeme işini sallamasıdır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu zulüm olarak tavsif buyurmaktadır. Şârihler, ödeme aczi içinde olanların buna girmediğini belirtirler. Nevevî “Kişi aslında zengin bile olsa ödeme zamanında, borcunu verecek durumda olmadığı takdirde, ödeyebileceği zamana kadar te´hir etmesi “zulüm” sayılmaz” der. Mamafih bazı âlimler hak sâhibinin borçluyu hapsettirebileceğini, bazıları da peşini takip edip rahatsız edebileceğini söylemiştir.
Hattâbî hadisten şu hükmü çıkarır: “Borçlu, zengin olmadığı için ödemesi gereken parayı bulamazsa zulme düşmez. Zâlim sayılmayınca, onun bu durumu sebebiyle hapsi câiz olmaz, çünkü hapis bir cezâdır, (dinimize göre) zâlim olmayana hapis yoktur.”
Bazı âlimler buradaki tavsiften hareketle borcunu ödemeyen zenginin şehâdeti makbûl değildir, çünkü o zâlim ilân edilmiştir demiştir. İmam Şâfiî´nin, “Bu işi tekrarlayan zenginin şehâdeti merduddur” dediği rivâyet edilmiştir. Şâfiîlerden Sübkî, “Kasten borcunu ödemeyen kimsenin fâsık sayılması için bunu tekrar etmiş olması aranmaz” der. Ona göre “Bir hakkı hiçbir sebep yokken vermemek gasbtır. Bu ise büyük günahtır. Resûlullah´ın buna zulüm demiş olması da büyük günah olduğuna delildir. Kişinin fâsık addedilmesi için büyük günahı tekrarlaması aranmaz.”
2- Hadisin ikinci kısmında havâle meselesine temas edilmiştir. Yani, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Zenginin borcunu sallaması zulümdür. Biriniz bir zengine havâle olunursa kabûl etsin” buyurmakla şunu demiş olmaktadır: “Zengin bir insanın borcunu ödemeyip bugün git yarın gel demesi zulümdür. Artık böyle bir insan için zulmü irtikab etmek câiz değildir. Öyleyse bir kimse, zengin, borcunu îfâya kâdir bir insan üzerine havâle edilince ona uysun, o havâleyi kabûlden çekinmesin.”
Havâle´yi fukahâ, “borcun bir zimmetten bir başka zimmete nakli” diye tarif etmiştir. Sözgelimi bir başka şahısta alacağı bulunan borçlu kimse, borcunu bizzat ödemez, alacağı bulunan şahsa havâle eder. Böylece asıl borçlu aradan çekilmiş, alacaklı üçüncü bir şahısla muhatap olmuş olur.
İşte bu havâle akdinin kesinleşmesi, alacaklı ile üzerine havâle yapılan şahsın mutâbakatına bağlıdır. Havâlenin sahih olması için üzerine havâle yapılan kimsenin (muhâlünaleyh), havâleyi yapan kimseye (muhîl) borçlu veya yanında ona ait emanet para bulundurması şart değildir. Havâleyi kabûl etmiş ise borç zimmetine geçer. Üzerine havâle yapılan kimse mezkûr borcu ödemeyecek durumda olursa, bazı âlimlerce alacak sâhibi mağdur edilmez, borç, eski borçluya rücû eder.
Hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), “Borçlu, ödeme işini bir diğer şahsa havâle etmişse bunu kabûl edin” tavsiyesinde bulunmaktadır. Hadiste emir sigasıyla gelmiş olmasına rağmen “tavsiye” olarak ifâde ediyoruz. Çünkü ulemâ kâhir ekseriyeti ile bunu icbarî ve ilzâmî değil, istihbâbî bir emir olarak anlamışlardır. Sâdece Dâvud-u Zâhirî, bunu ilzâmî bir emir telâkki etmiş ve “Havâlenin kabûl edilmesi farzdır” demiştir. İmam Şâfiî´nin buna müstehab dediği, Ahmed İbnu Hanbel´in biri vâcib diğer nedb olmak üzere iki görüş sahibi olduğu, Cumhur´un ise nedbe hükmettiği belirtilmiştir. İbnu Vehb´in sorusuna İmam Mâlik: “Bu (fakirlere yardım husûsunda) tergîbî bir emirdir, ilzâmî değildir. Ancak borç olması şartıyla efendimize itaat etmesi gerekir” demiştir.
3- Havâlenin câiz olacağı mallar husûsunda da bazı ihtilâflar olmuştur. Bazıları sadece altın ve gümüşte havale olabileceğini, yiyecek maddesinde câiz olmayacağını söylemiştir. Ebû Hanîfe gümüşe teşbîh ederek yiyeceğin de havâlesini câiz görmüştür.
Havale bahsi pekçok teferruata şâmildir. Fıkıh kitaplarına müracaat şarttır.[8]
ـ5ـ وعن الشرّيد رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسُولُ اللّه #: لَىُّ الْوَاجِدِ يحِلُّ عِرْضَهُ وَعُقُوبَتَهُ، قالَ ابنُ الْمُبَارَكِ: يُغْلَظُ له وَيُحْبَسُ[. أخرجه أبو داود والنسائى.»الَّلىُّ«: المطل، »وَالْوَاجِدُ«: القادر. أراد أنه يجوز لصاحب الدين أن يعيبه ويصفُه بسوء القضاء، وأراد بالعرض نفس ا“نسان، وبالعقوبة حبسه .
5. (1934)- eş-Şerrîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Zenginin borcunu savsaklaması, haysiyetinin ihlal edilmesini ve cezalandırılmasını helâl kılar.”
İbnu´l-Mübârek der ki: “Irzını helâl kılar”, kendisine kaba davranılır demektir. “Cezalandırılması” da, hapsedilmesidir.” [Ebû Dâvud, Akdiye 29, (3628); Nesâî, Büyû 100, (7, 316); İbnu Mâce, Sadakât 18, (2427); Buhârî de bâb başlığında kaydetmiştir. İstikrâz 13.][9]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) borçlu bir kimse, borcunu ödeyebilecek durumda olduğu halde ödeme işini savsaklamaya tevessül eder, bugün git yarın gel demeye kalkarsa, alacaklının galîz tabirler kullanarak hakâret etmesine fırsat vereceğini, böylece ırz ve haysiyetinin rencîde edilmesine kendi eliyle zemin hazırlayacağını belirtmektedir. Öte yandan hâkim de ona karşı sert davranacak ve te´dîb maksadıyla hapsine karar verebilecektir. Çünkü, bu davranışı, önceki hadiste beyan edildiği üzere zulümdür ve zulüm haramdır.
Bu hallere giriftar olması için savsaklanan paranın belli bir hudûdu yoktur, az da olsa, çok da olsa birdir.
Âlimler bu hadisten, alacaklının, borcunu savsaklayan zengini ayıplamak, borcunu ödemede edebsizlik etmek gibi hakâretâmiz sözler söylemesinin câiz olduğu hükmünü çıkarmışlardır.[10]
ـ6ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سَمِعَ رسول اللّهِ # صوتَ خُصُومٍ بِالْبَابِ عَالِيَةً أصْوَاتُهُمْ وَإذَا أحَدُهُما يَسْتَوْضِعُ اŒخَرَ وَيَسْتَرْفِقُهُ في شَئٍ وَهُوَ يَقُولُ: وَاللّهِ أفْعلُ. فَخَرَجَ عَلَيْهِمَا رسولُ اللّهِ # فقَالَ: أيُّكُمُ المُتَأَلّى عَلَى اللّهِ أنْ َ يَفْعَلَ المَعْرُوفَ؟ فقَالَ: أنَا يَا رَسُولَ اللّهِ. فَلَهُ أىُّ ذلِكَ أحَبُّ[. أخرجه الشيخان.»يَسْتَوْضِعُ« أى يستحطُّ. »وَيَسْتَرْفِقُهُ« يسأله الرفق به.»وَالمُتَأَلِّى« الحالف .
6. (1935)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kapıda yüksek sesle münâkaşa edenlerin görültülerini işitti. Bunlardan biri, diğerinden borç indirmesini taleb ediyor, bir hususta da merhametli olmasını istiyor. Öbürü de:
“Vallahi yapmam!” diyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanlarına gitti ve:
“Hanginiz, hayır yapmamak üzere Allah adına yemin etti ” dedi. Birisi:
“Benim ey Allah´ın Resûlü! (Borç indirimi ile, merhametli davranmadan) hangisini dilerse onun olsun (teklifini kâbul ettim)” dedi.” [Buhârî, Sulh 10; Müslim, Müsâkat 19, (1557).][11]
AÇIKLAMA:
1- Buhârî´nin bir rivâyetinde belirtildiği üzere burada münâkaşa edenler Ka´b İbnu Mâlik ile İbnu Ebî Hadrad´dır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ka´b´a ismen seslenerek, “borcun yarısını indir” emreder.
2- Borçlu iki talepde bulunmaktadır. Borçta indirim yapmak ve ayrıca ödemede kolaylık tanımak… Ödeme kolaylığı, vâde uzatması, taksit vs. olabilir.
3-Hadisten şu fâideler çıkarılmıştır:
* Borçluya merhametli ve anlayışlı davranmak gerekir.
* Talep hâlinde borcundan bir miktar bağışlanmalıdır.
* Hayır bir işi “yapmayacağım” diye yemin etmek caiz değildir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu yasaklamaktadır. Bâzı âlimler, bu yasaklama ile, İslâm´ı Resulullah´tan öğrenince farzlarını yapıp fazla bir şey yapmamak üzere yemin eden bedevî için Hz. Peygamber´in sarfettiği اَفْلَحَ إنْ صَدَقَ “Sözüne sâdık olursa kurtuldu” sözü arasında bir teâruz görmüşlerdir. Çünkü burada bedevînin yapmamak üzere yemin ettiği ameller, farzlardan başka yapılan ziyade hayır amellerdir. Resûlullah burada müdâhale etmediği gibi te´yid etmiştir. Bu itiraza şöyle cevap verilir: “Bedevî kıssasındaki söz, İslâm´a dâvet ve ona girmeye teşvik makamında beyan buyurulmuştur. Öbüründe ise, İslâm´da istikrarını bulmuş birisine, hayırda ziyâdeleşme, artma yolunu göstermek sadedinde tavsiyede bulunulmaktadır.
* Hadis Şâri´in maksadını anlamda Ashâb´ın ne kadar sür´at-i intikal sahibi olup, O´nun (aleyhissalâtu vesselâm) işâretine itaatkâr ve hayır işlemede harîs olduklarını da göstermektedir (radıyallâhu anhüm).
* Hâkim´in huzurunda muhâsım tarafeynden sâdır olan boş lâflar, ses yükseltme gibi nahoş davranışlara müsamaha etmek gerekmektedir.
* Borçlunun, alacaklıdan indirim talebi câizdir. Bâzı Mâlikîler bunu mekruh addederler ve: “Bu davranışta minnet altına girmek var” derler. Kurtubî: “Mutlak kerahetten bahsedenler, evlâ olana muhalefeti kastetmiş olmalıdırlar” der. Aynî der ki: “Ebû Hanîfe´nin mezhebi de (Kurtubî´nin anladığı) gibi olmalıdır, zîra o arkadaşının suyu olduğu halde, kendisinin suyu olmayan yolcuya teyemmüm etmesinin câiz olacağını söyleyerek beyan etmiştir: “Çünkü istemekte zillet vardır.” Ancak Nevevî: “Hadis, indirim ve rıfk (iyi muâmele) talebinde ısrara, nefsini alçaltıcı, alacaklıyı şu veya bu şekilde rahatsız edici davranışlara kaçmamak şartıyla bir beis olmadığını ifade etmektedir” der ve zaruret halinde, bu kayıtlara yer kalmadan câiz olacağını belirttir.
* Hak sahipleri nezdinde şefaatci olmak câizdir.
* Hayır yolunda şefaati kabul etmek müstehabtır.
* Nevevî der ki: “Hadiste olduğu şekilde, bir hayrı yapmamak üzere yemin eden kimsenin o hayrı yapıp yemin kefâreti vermesi müstehabtır.”[12]
ـ7ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: كانَ فِيمَا كَانَ قَبْلَكُمْ تَاجِرٌ يُدَايِنُ النَّاسَ. فَكَانَ إذا رَأى مُعْسِراً قالَ لِفِتْيَانِهِ: تَجَاوَزُوا عَنْهُ لَعَلَّ اللّهَ يَتَجَاوَزُ عَنَّا فَتَجَاوَزَ اللّهُ عَنهُ[. أخرجه الشيخان والنسائى .
7. (1936)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden önce yaşayanlardan bir tüccar vardı. Halka borç verirdi. Borçluları arasında fakir görürse hizmetçilerine: “Onun borcundan vazgeçiverin, böylece Allah´ın da bizim günahlarımızdan vazgeçeceğini umarız” derdi. Allah da onun günahlarından vazgeçti.” [Buhârî, Sulh 10; Müslim, Müsâkât 19, (1557); Nesâî, Büyû 104, (7, 318).][13]
ـ8ـ وله في أخرى: ]أنَّ رَجًُ لَمْ يَعْمَلْ خَيْراً قَطُّ، وَكَانَ يُداينُ النَّاسَ فيقولُ لرسولِهِ: خُذْ مَا تَيَسَّرَ وَاتْرُكْ مَا تَعَسَّرَ، وَتَجَاوَزْ لَعَلَّ اللّهَ يَتَجاوَزُ عَنَّا. فَلَمّا هَلَكَ. قَالَ اللّهُ تَعالى: هَلْ عَمِلْتَ خَيْراً قَطُّ؟ قالَ َ: إَّ أنَّهُ كانَ لِى غَُمٌ وَكُنْتُ أُدَايِنُ. فإذَا بَعَثْتُهُ يَتَقَاضى. قُلْتُ لَهُ: خُذْ مَا تَيَسَّرَ وَدَعْ مَا تَعَسَّرَ وَتَجَاوَزْ لَعلَّ اللّهَ يَتجَاوَزُ عَنَّا. قالَ اللّه تعالى: قد تجاوزتُ عنكَ[ .
8. (1937)- Diğer bir rivâyette şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir adam hiç hayır amelde bulunmadı. Ancak halka borç verir ve borcunu toplayan elçisine: “Kolay ödeyecekten (zenginden) al, zor ödeyecekten (fakirden) alma, vazgeç. Ola ki Allah da bizim günahlarımızdan vazgeçer” derdi. Allahu Teâla hazretleri bunun üzerine: “Haydi senin günahlarından vazgeçtim” buyurdu.” [Buhârî, Büyû 18, Enbiyâ 50; Müslim, Müsâkât 31, (1562); Nesâî, Büyû 104, (7, 318).][14]
ـ9ـ وعن أبى قتادة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنهُ طلبَ غريماً لهُ فتوارَى عنهُ ثُمَّ وَجَدَهُ. فَقَالَ: إنِّى مُعْسِرٌ. فقَالَ آللّهِ؟ قالَ: آللّهِ قال: فإنِّى سمعتُ رسولَ اللّهِ # يَقُولُ: مَنْ سَرَّهُ أن ينجيَه اللّهُ تعالى مِنْ كرْبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ فلينُفِّسْ عَنْ
مُعْسِرٍ أوْ يَضَعْ عَنْهُ[. أخرجه مسلم.»تَوَارَى« أى استتَر واختفى عن غريمه .
9. (1938)- Ebû Katâde (radıyallâhu anh)´nin anlattığına göre, Ebû Katâde, bir boçlusunu (para taleb etmek üzere) aramıştı. O, kendisinden gizlendi. Bilahare adamı buldu. Ancak: “Dardayım” dedi. Bunun üzerine:
“Allah´a yemin eder misin ” diye sordu. Borçlu:
“Vallahi” diye yemin etti. Ebû Katâde:
“Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, “Kim Allah´ın kendisini kıyamet gününün sıkıntısından kurtarmasını isterse darda olana nefes aldırsın veya tamamen bağışlayıversin” dediğini işittim” dedi.” [Müslim, Kasâme 32, (1563).][15]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis borçlulara, îcâbında borcun tamamen bağışlanma derecesine kadar varan iyi muameleye Hz. Peygamber´in verdiği ehemmiyeti gösteren bir başka delil olmaktadır.[16]
2-ZENGİN VE FAKİR KİMLERDİR
Bu bahiste sıkça geçen bu kelimeleri açıklamakta faydı var.
Hemen belirtelim ki, İslam âlimleri, “zengin” ve “fâkir”i tarifte ihtilâf ederler. Sadece geçmişte değil, günümüzde bile bunların izâfî değerlendirmeler olduğu açıktır. Zenginlik ve fakirlik mefhumları Kur´an´da, hadislerde de sıkca geçen tâbirlerdir. Târif, tavsîf gibi değerlendirmelerde öncelikle nassa dayanan İslâm ulemâsının ihtilâfı, o konuda nassların da farklı yorumlara imkân verecek bir muhtevâda geldiğini ifâde eder.
Aynî, mûsır´ın yani zenginin tarifinde ulemânın ihtilâf ettiğine dikkat çektikten sonra şu bilgileri verir:
* Bâzıları: “Yanında, kendisinin ve bakmak zorunda olduğu kimselerin ihtiyaçlarını karşılayacak malı olan, zengindir” demiştir.
* Sevrî, İbnu´l Mübârek, Ahmed, İshak: “Yanında elli dirhemi veya elli dirhem kıymetinde altını olan kimse zengindir” derler.
* Şâfiî: “Bir insan vardır, tek dirhem kazanmakla zengin sayılır, bir insan vardır, bin dirhem kazancına rağmen zayıflığı ve ailesinin kalabalık oluşu sebebiyle fakirdir” der.
* Bazıları: “Zekât nisâbına mâlik olan, zengindir” demiştir.
* Bazıları: “Zekât alması haram olan kimse zengindir” demiştir.
* Bazıları da: “Giyecek, yiyecek, mesken, hizmetçi ve borcuna yetecek miktardan fazla malı olan, zengindir” demiştir.
Hanefîlere göre -Muhît ve Mebsût sahiplerinin belirttiği üzere- zenginliğin üç mertebesi vardır:
1- Zekâtı farz kılan zenginlik.
2- Sadaka-ı fıtr´ı, kurban kesmeyi vâcib ve zekât almayı haram kılan zenginlik. Bu aslî ihtiyaçlarından fazla iki yüz dirhem gümüş değerinde mala sahip olandır. Oturmadığı ev, kiraya verdiği dükkan gibi malı mülkü olmak gibi.
3- Dilenmeyi haram kılan zenginlik. Bazıları “Bu, elli dirhem kıymetinde bir şeye sahip olmaktır” demiştir. Ulemânın büyük ekseriyeti: “Günlük gıdasına sâhip olan ve avret mahallini örtecek kadar da giyeceği bulunan kimseye dilenmek haramdır, keza “Kazanabilecek güçte olan fakirin dilenmesi de haramdır” demişlerdir.
Aynî, bu açıklamalardan sonra der ki: “Âlimlerin bu tarif ve tavsîfleri, dilenmesi ve sadaka alması câiz olan ve olmayan kimseleri belirlemek maksadıyla yapılmıştır. Kendilerine, alacaklıların tarafından kolaylık göstermeleri tavsiye edilen “darlanmışlar”la ilgili değildir. Ancak burada, yâni borçluya mühlet tanıma mevzûunda kim zengindir, kim fakirdir, bunun tâyini örfe kalmıştır. Meselâ kimin hâli emsaline nisbetle iyi addedilirse o zengindir, iyi addedilmeyen de fakirdir.[17]”
ـ10ـ وعن أبى هريرة رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]كَانَ لِرَجُلٍ عَلَى رَسُول # سنٌّ مِنَ ا“بِلِ فَجَاءَهُ يَتَقَاضَاهُ، وَإنَّهُ أغْلَظَ لَهُ في القَوْلِ حَتَّى هَمَّ بِهِ بَعْضُ الْقَوْمِ. فقَالَ: دَعُوهُ فإنَّ لِصَاحِبِ الحَقِّ مَقَاً. ثُمَّ قَالَ أعْطوهُ فَطَلَبُوا سِنَّهُ فلَمْ يَجِدُوا إّ سِنّاً فَوْقَهَا. فقَالَ: أعْطُوهُ. فقَالَ أوْفَيْتَنِى أوْفَاكَ اللّهُ تَعالى! فَقَالَ #: إنَّ خَيْرَكُمْ أحْسَنُكُمْ قَضَاءً[. أخرجه الخمسة إ أبا داود 10.
(1939)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´da bir adamın (parası ödenmemiş) bir devesi vardı. Borcunu istemeye geldi. Bu sırada kaba sözler sarfetti, hatta Ashab´tan bâzıları haddini bildirmek istedi. Ancak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buna meydan vermeyip:
“Bırakın onu! Hak sâhibinin konuşma hakkı vardır” buyurdu, sonra da:
“Devesini verin!” diye emretti, (ilgililer) devesini aradılarsa da bulamadılar. Fakat onunkinden daha değerli bir deve buldular. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz:
“Bunu verin” dedi. Adam: “Bana borcunu tam ödedin, Allah da sana ödesin” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“En hayırlınız, borcunu en iyi ödeyendir!” buyurdu.” (Buhârî, İstikrâz, 4, 6, 7, 13, Vekâlet 5, 6, Hibe 23, 25; Müslim, Musâkât 118-122, (1600-1601), Tirmizî, Büyû 75, (1316, 1317); Nesâî, Büyû 64, (7, 291).][18]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyet muhtelif tariklerden gelmiştir. Aralarında bazı farklılıklar var. Meselâ, Müslim´in bir rivâyetinde Resûlullah´ın bu deveyi ödünç olarak aldığı, adam almaya gelince Ebû Râfi´e zekât develerinden ödemesini emrettiği, ancak vermek üzere bulduğu devenin, adamdan alınmış olan deveden daha değerli olduğunu söyler. Hz. Peygamber onun verilmesini emreder ve: “Zîra insanların en hayırlısı borcunu en iyi ödeyen kimsedir” buyurur. Yine Müslim´in bir başka rivâyetine göre, adam devesini almaya gelince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Ona kendisininkinden daha üstün bir deve verin” diye emretmiştir. Tirmizî´nin bir rivâyetinde Resûlullah´ın bir deve istikraz ettiği, ona bedel, ondan daha iyisini vererek borcunu ödediği belirtilir.
2- Bu hadis, ödünç almak ve borçlanmanın cevâzına delildir. Daha önce (1930, 1931. hadisler) açıkladığımız üzere, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) borçlanmayı tavsiye etmemiş ise de, kaçınılmaz ve gerekli hallerde bunlara da hayatında yer vererek ümmetine örnek olmuştur. Ulemâ, borçlanmanın cevâzında ittifak eder. Ancak âlimler ödünç alıp vermenin misli bulunan şeylerle câiz olacağını belirtirler. Ölçülen, tartılan şeyler gibi. Sayı hesabıyla satılan birbirinden farklı şeylerde câiz değildir.
3- Bu hadisten hayvanın da istikraz edilebileceğine yâni ödünç alınabileceğine delil çıkarılmıştır. İmam Mâlik, Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel başta, birçok âlim bu görüştedir. Ebû Hanîfe ve ashâbı, Sevrî, Hasan İbnu Sâlih ise hayvanın istikrazını câiz görmezler. Çoğunlukla âlimler câriyenin istikraz edilemeyeceğini, sadece mahremi gibi cimanın haram olduğu birisi veya hünsa veya kadın dışında kimseye cariyenin istikraz edilemeyeceğinde ittifak ederler.
4- Aynî, alacaklının kabalığını, hakkını talep tarzında görür, işitene ezâ verecek kelimeler sarfetme şeklinde görmez. “Zîra, der, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a karşı o çeşit davranış küfürdür.” Aynî, sözüne devamla, zaman zaman Yahudî gibi gayr-ı müslimlerden bu çeşit sözlerin vârid olduğunu belirttikten sonra: “Ancak, der, Abdurrezzak´ın rivâyetinde bu kimsenin bedevî olduğu tasrîh edilmiştir. Zaten, onların bir şey taleb ederken sert ve kaba davranmaları her zaman görülen bir âdetleridir” der.
5- Âlimler, sıhhati yerinde olan ve evinde bulunan bir kimsenin, dâvâsı için bir başkasını vekîl tayin edebileceğini, bunun câiz olduğunu bu hadisten çıkarmıştırlardır. Zîra Hz. Peygamber, deve sâhibine borcun ödenme işini vekile havâle etmiştir.
et-Tavzîh sâhibi, bu hadisin Ebû Hanîfe´nin aleyhine bir delil teşkil ettiğini söyler. Çünkü “Ebû Hanife sağlam ve memleketinde bulunan kimsenin vekil tutma işini bazı şartlar altında caiz görmüştür, şöyle ki:
a) Kişi, hasmının (yani kendisiyle ihtilafta olan kimsenin) rızasını almalıdır.
b) Hastalık özrü bulunmalıdır.
c) Üç günlük bir yolculuğu olmalıdır.
Bu hadis, bu mülâhazalara aykırıdır. Zîra Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) Ashâbına üzerinde borç bulunan deveyi ödemeleri için emretmiş, bu işe onları vekil kılmıştır. Üstelik o sırada Hz. Peygamber gâib değildi, hasta da değildir.”
Aynî bu tenkîde şöyle cevap verir: “Bu hadis Ebû Hanîfe aleyhine bir hüccet değildir. Çünkü o, cevâzı nefyetmiyor, bilakis ona göre de akid câizdir; ancak ona göre, akid gerekli değildir. Yani, dâvâlının dâvâ ve ihzar isteme, bizzat cevap verme hakkının bâki kaldığını söylemiştir. Aslında bu görüş İbnu Ebî Leylâ´nın da görüşüdür. Tevkil hususunda erkekle kadın, dulla bekâr arasında fark yoktur.”
6- İmâm, fakirler için zekât malından ödenmek üzere veya diğer Müslümanlar için beytü´lmâlden ödenmek üzere zenginlerden borç alabilir, bu yetkiye sahiptir. Zîra, sadedinde olduğumuz hadiste mezkûr olan deveyi Resûlullah şahsı için istikraz etmiş değildir. Nitekim, bedevî geldiği zaman, sadaka develerinden ödenmesi için emir vermiştir. Deveyi kendisi için istikraz etmiş olsaydı, sadaka develerinden ödenmesini emredemezdi. Zîra sadakadan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın her çeşit istifâdesi haram kılınmıştır.
7- İmam, fakirler için istikrazda bulunduğu zaman, ödeme sırasında, aldığından daha iyi bir şekilde onların malından ödemede bulunması, câizdir.[19]
ـ11ـ وعن أبى قتادة رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]أُتِىَ النَّبِىُّ # بِرَجُلٍ لِيُصَلِّىَ
عَلَيْهِ. فَقَالَ # صَلُّوا عَلى صَاحِبِكُمْ فإنَّ عَلَيْهِ دَيْناً، فقلت: هُوَ عَلىّ يَا رسُولَ اللّهِ قَال بِالْوَفَاءِ؟ قلتُ بِالْوَفَاءِ. فَصَلّى عَلَيْهِ[. أخرجه الترمذي وصححه والنسائى .
11. (1940)- Ebû Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a namazını kıldırıvermesi için bir adam(ın cenâzesi) getirildi. Aleyhissalâtu vesselâm:”Onun üzerinde borç var, arkadaşınızın namazını siz kılın!” buyurdu. Ben:”(Borç) benim üzerime olsun, ey Allah´ın Resûlü” dedim.”Sadâkatle mi ” dedi.”Sadâkatle!” dedim. Bunun üzerine cenazenin namazını kıldı.” [Tirmizî, Cenâiz 69, (1069); Nesâî, Cenâiz 67, (4, 65).][20]
AÇIKLAMA:
1- Kâdı İyaz ve diğer bir kısım âlimler: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in borçlu ölen kimsenin namazını kılmaktan imtina etmesi, hem borçlanmaktan caydırmak (tahzîr) ve borcun ödenmesinde savsaklama vs. kusurlu davranışları önlemek, hem de borçlunun üzerinde insanların hukuku ve onlara karşı işlenmiş haksızlıklar bulunması sebebiyle duasını durdurmak düşüncesinden ileri gelebilir” demişlerdir. Ebû Bekr İbnu´l-Arabî de şunu söyler: “Üzerinde borç olduğu halde ölen kimseye namaz kılmaktan imtinâsının sebebi, borca girmekten caydırmayı gaye edinir. Tâ ki halkın malı zâyî olmasın, nitekim aleyhissalâtu vesselâm, isyandan zecretmek için de âsilere namazı terketmiştir. Tâ ki ar korksusuyla, imamın ve hayırlı Müslümanların namazından mahrum kalma korkusuyla isyan etmekten kaçınsın…”
2- Ebû Katâde´nin borcu üzerine almasından, ulemâ, ölen, bir karşılık bıraksa da bırakmasa da, onun adına zemân (damân) ortaya koymanın, (te´minat vermenin) câiz olduğu hükmünü çıkarmıştır. Bu çoğunluğun görüşüdür. Şâfiî merhum da aynı görüştedir. Ebû Hanîfe merhum demiştir ki: “Ölen karşılık bırakmamışsa zemân (te´minat vermek) bi´l-ittifak sahih olmaz.” Bir kimse hür bir fakirin borcuna zemân verse, sonra borçlu kimse ölse, zemân eski hâli üzere (mûteber) kalır. Fakirin ölmesi, zemân´ın devâmına aykırı olmadığına göre, iptidâsına da aykırı değildir. Tîbî der ki: “Hadisle ihticâc bu kıyasdan daha iyidir.” Aliyyu´l Kârî der ki: “Bazı âlimlerimiz, Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Mâlik, Şâfiî ve Ahmed (rahimehümullah)´in üzerinde borç olduğu halde mal bırakmadan ölen kimse yerine kefil olmanın sahih olması hususunda bu hadisle amel ettiklerini söylemiştir. “Zîra, derler, şâyet kefâlet sahih olmasaydı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölen için namaz kılmazdı.” Ebû Hanife demiştir ki: “Müflis olan ölü adına kefâlet sahih olmaz, çünkü müflis ölü adına kefâlet, sâkıt olmuş (düşmüş) bir borca kefil olmaktır. Düşmüş borca kefâlet ise bâtıldır. Sadedinde olduğumuz hadis, sabık bir kefâletin ikrarı olma ihtimalini taşır, zîra kefâlette ikrâr ve inşa lafzı eşittir… Keza hadis kefâlet değil vaad olma ihtimalini de taşımaktadır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın adama namaz kılmaktan imtina etmiş olması, üzerindeki borcu eda etme yolunun kendisine açıklık kazanması içindi, nitekim açıklık kazanınca aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz de namaz kılmıştır.”
Bu nakilleri yapan Mübârekfûrî, “Zâhir olan, ulemânın ekserisinin benimsediği görüştür” diyerek Ebû Hanife´nin görüşüne katılmadığını belirtir.[21]
——————————————————————————–
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/179-181.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/181.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/181-182.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/182.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/182-183.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/183.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/183.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/183-185.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/185.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/185-186.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/186.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/186-188.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/188.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/188.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/189.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/189.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/189-190.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/190-191.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/191-192.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/193.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/193-194.