Risâle´nin şerhleri ve tercümeleri
Edip, şâir ve hatip bir kalemin mahsûlü olan Risale gayet açık, sade ve külfetsiz bir lisanla yazılmıştır. Müellif tasavvufun temeli olan konuları şüpheye yer verilmeyecek derecede açık bir şekilde izah etmek, tasannu ve tekellüften kaçınmak için elinden gelen gayreti sarfetmiştir. Ancak dildeki değişmeler ve ilimdeki gelişmeler bin sene evvel yazılan bu eseri zamanla —kısmen de olsa— anlaşılmaz hale getirmiştir. Tasavvufi mevzuları anlatmanın güçlüğü, konuların bazan nazarî ve mücerred bir hal alması da buna ilâve edilirse, ne kadar açık bir dille yazılmış olursa olsun eserde anlaşılması güç bazı hususların bulunmasını tabiî karşılamak icab eder. Risale ile ilgili olmak üzere bir takım şerh, haşiye ve ta´liklerin yazılmış olması da bu durumun sonucudur.
a. Şerhleri
a) İhkâmü´d-delale alâ tahriri´r-Risâle: Ebu Yahya Zekeriyya b. Muhammed Ansârî (öl. 926//1520) tarafından yazılan bu eser Risâle´nin en kıymetli şerhidir.
b) Netâicü´l-efkâri´l-kudsiyyeî Mustafa Arûsî . tarafından An-
c) ed-Delâle fi fevâidi´r-Risâle: Sedîdüddin Ebu Muhammed Ab-dülmuti b. Mahmud Lahmî İskenderî tarafından yazılan bir şerhtir.
d) Seyyid Muhammed Hüseyni´nin: Şerh-i Risâle-i Kuşeyrîye´si basılmıştır (Haydarâbâd, 1341) (74).
b. Tercümeleri
I. Farsça tercümeleri:
Risale, Türkçeden önce Farsçaya tercüme edilmişti. Kuşeyri´nin müritlerinden Ebu Ali Hasan b. Ahmed Osmân tarafından yapılan tercümenin bir nüshası Süleymâniye´dedir. (Süleymaniye Ktp., Lala ismail Kit., Nu. 120). Ayasofya Kit., Nu. 2077 de kayıtlı bulunan tercümenin mütercimi malûm değildir. Bediuzzaman Firuzanfer tarafından tetkik edilen Ebu Ali´nin tercümesi neşredilmiştir: Tercüme-i Risâle-i Kuşeyrîye, (Tehran, 1345).
II. Garb dillerine yapılan tercümeler.
Mme Olga de Lebedew Risâle´nin tasavvuf ıstılahları bölümünü tercüme etmiştir. (Roma, 1911). Richard Hartmann ise Risâle´nin Vasiyyet bölümü ile diğer bazı parçalarını tercüme etmiştir (Berlin, 19\4).
III. Türkçe Tercümeler:
Risale, Islâm-Türk âleminde büyük bir alâka görmüş, hem metninden, hem de zaman zaman yapılan tercümelerden geniş ölçüde istifade edilmiştir.
1. Hoca Sadettin (940-1000/1536-1599) tarafından yapılan tercümede senetler ve ravi isimleri çıkarılmıştır. III. Murat devrinin meşhur tarihçisi ve Şeyhülislâmı tarafından yapılan bu tercüme Arapçasından daha kolay sayılmayacak derecede külfetli bir dille yazılmıştır. (Kitabın sonunda Hoca Sadeddin tercümesinin iki sayfasını bulacaksınız).
2. Abdülmecit zamanında Seyyid Muhammed Tevfik tarafından yapılan tercümede Risâle´nin güç yerleri Nafahatü´1-üns ve buna benzer eserlerden alınan notlarla izah edilmeye çalışılmıştır. Sul-
74. Risâle´nin şerhleri için bk. Katib Çelebi, Keşfu´z-znnûn I, 882. Kâtib Çelebi iki şerh daha kaydeder: a) Mevlâ Ali Kari, iki cild, b) Mevla Sa´duddln Muallim.
3. Abdü´n-Nâfî´nin-. Müntehabât-ı nâfie-i Risâle-i Kuşeyriye adlı tercümesi adından da anlaşılacağı veçhiyle tam bir tercüme olmayıp Risâle´ye ait bazı bölümlerin tercümesidir. Istılahlar kısmı başa, sûfîlerin hâl tercümeleri kısmı sona alınmak suretiyle Risâle´nin tertibi de değiştirilmiştir. Tercüme basılmıştır´ (İstanbul, 1307/1889).
4. Risâle´nin diğer bir tercümesi de Tahsin Yazıcı tarafından yapılmış ve Müh” Eğitim Bakanlığı Tercüme Kurulu´nun 12.6.1965 tarihli ve 40 sayılı karariyle Bakanlıkça Şark-îslâm klâsikleri serisinde birinci cildi yayımlanmıştır (1966). Yukarıda bahsedilen üç tercümenin bugünkü nesil tarafından anlaşılmasına imkân yoktur. Üstelik tam olan ilk iki tercüme neşr dahi edilmemiştir. Millî Eğitim Bakanlığınca neşredilen tercüme üzerinde bu bakımdan durulması gerekmektedir.
a) Tercümede tasavvufi ıstılahların değiştirilmeden kullanılması iyi bir şey olmakla beraber, bu terimlerin Türkçeleştirilmemesi umumiyetle başlıklar halinde kullanılmasına inhisar etmiştir, metinde ıstılahlar Türkçeleştirilerek ve neye delâlet ettikleri bilinmiyecek bir şekilde kullanılmıştır. Allah kelimesi Tanrı diye, rahmet, merhamet ve merhum kelimeleri acımak diye tercüme edilerek tasavvufun kelimelere sinmiş olan manevî havası yok edilmiştir. Bu dil anlayışı tercümeyi hem zevksiz, hem de anlaşılmaz hale getirmiştir.
b) Çok meşhur olan bir takım isimler bile yanlış yazılmıştır. Misâl: Meşhur bir kabilenin ismi olan Kurayza kelimesi Kariza (s. 277), meşhur bir sahabe ismi olan Ukkâşe b. Mihsan, Akâşe b. Muhsin (s. 305) şeklinde yazılmıştır.
c) Tasavvufi ıstılahlara vâkıf olunmadığı için birçok meseleler sadece yanlış değil, aynı zamanda tam zıd mânalarda tercüme edilmeye kalkışılmıştır. Misâl: «Zâhid nefsiyle meşgul olursa hayatı iyi ve güzel olmaz, Arif nefsiyle meşgul olursa hayatı iyi ve hoş olmaz.» (s. 233) cümlesi arif ile zâhid arasında bir fark görmemektedir. Halbuki esas mâna, «zâhid nefsi ile uğraşmazsa, arif nefsi ile uğraşırsa hayatı iyi ve hoş olmaz,» şeklindedir. Ârif^ ile zâhid arasındaki fark bilinmediği için bu hataya düşülmüştür.
Hakk´ın zuhur ve tecellileri demek olan «Bevâdih-i Hak» deyimi «Hakk´ın çölleri» diye tercüme edilmiştir (s. 111). Bu hal, tercümenin her tarafında görülmektedir. Ekseriya kelimelerin lügat mânaları maddî ve cismânî varlıklara delâlet eder. Tasavvufî mânalar ise manevî ve ruhîdir. Onun için bu tercümede Risâle´deki manevîlik,
d> Tercümede hadisler de yanlış tercüme edilmiştir. «Tanrı yolunda (savaşan kulun) burnunun deliklerinde cehennemin tozu ile dumanı asla toplanmaz» (s. 244) hadisinin doğrusu «Allah yolunda cihad yapan bir adamın burnunda cihad tozu ile cehennemin dumanı ebediyyen birleşmez,» şeklindedir, (s. 200) deki hadis «kalbim örtünsün» değil «örtünmesin diye», şeklinde olmalıdır.
Sehl b. Abdullah dedi ki: «Tevekkül Peygamber (s.a.) in halidir, çalışıp kazanmak ise sünnetidir. Onun hali üzere olan katiyen sünnetini terk etmez.» ibaresi hem yanlış, hem dolaşık olarak: «Sehl b. Abdullah: Tevekkül Peygamberin (salât üzerine olsun — sadece salât değil, salât ve selâm onun üzerine olsun) hali ve kesb de onun sünnetidir. Böyle olunca Peygamberin halinden (yani tevekkülden) kalan onu terkeden kimse, onun sünnetini (yani kesb ve ticareti) terketmemelidir, dedi.» şeklinde tercüme edilmiş ve apaçık olan bir mesele anlaşılmaz hale sokulmuştur (s. 310).
Tevekkülden kalma ve onu terketmenin ne mânaya geldiğini anlamak mümkün değildir. «Beka» fiiline «kaldı» mânası verilince doğru bir mâna çıkarmak esasen mümkün değildir.
«Şibli bana haraç verin dedi» (s. 95). (Doğrusu: Şibli bana hakkınızı helâl edin Azık, (s. 301), (meunet, külfet), «aldatıcı,» (s. 340), (mekârih, sıkıntılar), «besleyici,» (s. 55), (terbiye), «tenbellik,» (s. 61), (kahramanlık), «Kırk ölçek borç çıkarıldı,» (s. 229), (kırk ölçekte bir ölçek borç çıkarıldı). «Tanrıya âsi olduğum vakit bunu eşek ve hizmetçimin kötü huyu gibi sayarım,» (s. 321. (Allah´a âsi olduğumu eşek ve hizmetçimin bana itaatsizlik etmelerinden anlarım), «vera´ı azalmış,» (s. 224), hatalı, «îzin verenin hakkında» (s. 230), hatalı ve anlaşılmaz, «Susma menedildiği vakit,» (s. 237), «Davud Taî ile ilgili menkıbe» (s. 239) hatalı, «Yerin dışında konuşmaz» (s. 244) yanlış, «Ömer b. Abdülaziz´in elbisesi» (s. 285) hatalı, «dirhem hikayesi» (s. 344) yanlış, «sonu.» (s. 23), yanlış, «İlmin ona ve Rab-bına fayda vermez,» (kendisi ve Rabbı hakkında bilgisi yoksa) «Her Müslüman erkeğin,» «her Müslüman kişinin,» (s. 192), «Gençler Seninin yanına gelemiyordu.» (s. 203), (İbadette Seri´ye yetişemiyor-du). «Seri´den duydum,» (s. 203), (Sülemî´den duydum).
Tercümenin hemen hemen her sayfasında bir, hatta birkaç hata var: (s. 114, s. 203, s. 238 ve 239) sayfalarda eksiklikler var. Şiirler hatalı tercüme edilmiştir (s. 96, 178, 179).
Hulasa bu tercüme arzu edilen faydayı temin etmez.
5. Arslan Yayınları serisinin 45. kitabı olarak yayımlanan Risâlei Kuşeyriyeden bahsetmeyi çok arzu etmemize rağmen maalesef buna imkân bulamamaktayız. Bu tercümenin hangi sayfası açılırsa açılsın, en az bir kaç imla ve tercüme hatası ile karşılaşılmaktadır. Kelime ve ıstılahların bâtını, sırrî ve tasavvuf! mânalarına katiyen inilmemiş, tersine müellifin ifadesindeki derinlik, elden geldiği kadar sathileştirilmiştir. Hatta zaman zaman yersiz açıklama ve müdahalelerle Risale´-deki derûnîlik büsbütün silinmiş ve eser zâhirileştirilmiştir.
Tercümenin 5. sayfasına gelişi güzel bakıldığında, birinci derecede Önemli olan çok meşhur sûfîlerin isimlerinin yanlış olarak «Sır-ri b. Mugallis» (Doğrusu; Seri b. Mügalles), «Ahmed b. Hıdrevî» (Doğrusu; Ahmed b. Hadreveyh), «Ebû´l-Hevvarî» (Doğrusu; Ebu´l-Havârî) şeklinde yazılmış olduğu görülür.
Tasavvuf tarihinin en meşhur isimleri dahi ısrarlı bir şekilde yanlış okunmuş ve hatalı yazılmıştır.Yanlış ve eksik tercüme edilen hadislerden başka (Msl. Bk. 666) «Benim Şeyh Zeffân» (Doğrusu; ben raks eden bir şeyhim) (s. 680) gibi cümleler pek çoktur. Bu tercümeyi görenler, Bakanlığın tercümesine kusursuz derseler mübalağa etmiş olmazlar.*
6.Elinizdeki tercümeye gelince-,Tercümenin ön kısmına, müellif Kuşeyri´nin hayatı, tasavvuf anlayışı; Risâle´nin mahiyeti, özelliği, üzerindeki çalışmalar ve Kuşeyri´nin diğer eserleriyle ilgili genişçe bir «Giriş» eklenmiştir.
Tasavvufî tâbir ve terimler tercüme edilmeden olduğu gibi kullanılmıştır. Kanaat, sabır, şükür, halvet, hasret, v.s. gibi ıstılahlar isim oldukları zaman aynen alınmış, fiil olarak kullanıldıkları zaman bunların isim şekilleri esas alınarak tercüme ona göre yapılmıştır. Meselâ «halâ» fiili «tenha ve ıssız yere çekildi» diye değil, «halvete veya uzlete çekildi,» diye tercüme edilmiş, böylece hem mânanın daha iyi ifade edileceğine, hem de bu gibi tâbir ve ıstılahların öğretilmesi ve yaşatılması lüzumuna inanılmıştır.
Birçok hallerde hadisler gibi sûfî sözleri de o gün için gerekli olduğundan Risâle´de senet ve ravi zinciri ile nakledilmiştir. Bu nevi senetleri tercümede günümüz okuyucuları için hiç bir fayda mülâhaza edilmemiştir.
• Mütercim Ali Arslan, tercümesiyle ilgili yaptığımız bu tenkitleri hazmedememiş, bizim tercümemizle ilgili bir broşür yayımlamış, bu broşürü tercümesinin 2. baskısının ön kısmına da koymuştur. Biz bu tenkitlere cevap verme ihtiyacını duymuyoruz. Bu konularla ilgilenenler gereken değerlendirmeleri yapacaklardır.
«Şemi´tü eş-Şeyh Ebâ Abdurrahman es-Sülemi-rahimelü´llahü-yekûlü, Semi´tü Abdullah b. Musa es-Sülâmî yekûlü, Semi´tü Eba Bekr eş-Şibli yekülü. Şibli der ki: Ma´rûf olan Vâhid (Allah) hudûd (sınırlar) ve harfler (sesler)den evveldir».
Şibli´nin bu sözü Risâle´de yukarıda zikredilen senetle nakledilir. Bu senet şöyle tercüme edilebilir:
Şeyh Ebu Abdurrahman Sülemi´den (Allah´ın rahmeti onun üzerine olsun) duydum, diyordu ki: Abdullah b. Musa Sülemi´den duydum, diyordu ki: Ebu Bekir Şiblî´nin şöyle dediğini işitmiştim: «Maruf olan Allah huduttan da evveldir, hurûftan da».
Son cümlenin anlaşılması için senedin hiç bir rolü yoktur. Semi´tü: işittim, kâle( dedi, Yekûlü diyordu, ahberenâ ve haddesenâ: bize haber verdi, yahkî; hikâye ediyor, an: den, gibi birkaç kelimenin mânasını bilen bu senetleri rahatlıkla tercüme edebilir. Onun için bu senetleri tercümeye koymadık, esasen daha evvel Farsça ve Türk-çeye yapılan tercümelerden de bu senetler çıkarılmıştır.
Anlaşılması zor bazı kelime, cümle ve meseleler parantez içinde izah edilmiş, bu izahlar ekseriya ya Ansârî´nin Risale şerhi´nden veya Arûsi´nin bu şerhe yazdığı haşiyeden alınmıştır. Böylece müb-hem ve muğlâk hususlar açıklığa kavuşturulmuştur.
Hal tercümelerinden bahsedilen sûfilerin önce meşhur ve kısa isimleri yazılmış yanlarına vefat tarihleri konulmuş, sonra esas isimleri olduğu gibi alınmıştır. Metinde geçen hadislerin kaynakları gösterilmiştir. Risâle´nin belli başlı konularının, öbür ana kaynaklarla irtibatı gösterilmiştir. Tevbe, zühd, sabır… v.s. gibi´konuları öbür temel kaynaklarla karşılaştırmak isteyenlere kolaylık sağlanmıştır.
Tercümenin açık-seçik ve anlaşılır olmasına önem verilmiştir. Buna rağmen mevzuun ağır oluşundan gelen bir mübhemiyet varsa bunun tabii görülmesi icabeder. Fakat bu gibi yerler azdır, tercümenin büyük bir kısmı herkes tarafından kolaylıkla anlaşılacak bir mahiyettedir.
Tercümeye esas aldığımız Risâle´nin metninde (Mısır, 1957) eserin adi: er-Risâletü´1-Kuşeyrîyye fi ilmit-tasavvuf şeklinde geçmektedir. Ansâri´nin şerhinde de Risale ismi bu biçimde tamamlanmaktadır. Risâle´den sonra zikredilen kelimelerin bir açıklama mahiyetinde olduğunda şüphe yoktur. Eserin esas ismi sadece Risale´ dir. Fakat tercümede bahis konusu açıklamalı ismi esas alarak: «Tasavvuf ilmine dair Kuşeyrî Risalesi» demeyi daha uygun bulduk.
Kuşeyrî Risale´den başka çoğu tasavvuf, tefsir ve hadise ait olmak üzere birçok eserin de müellifidir. Henüz gerektiği gibi tetkik edilmemiş olan bu eserlerin sadece birkaç tanesi şimdiye kadar basılabilmiştir:
1. Letâifu´l-işarât. Kuşeyrî´nin 434/1042 yılında Risâle´den önce tasavvufî neşveye göre kaleme aldığı bu eser, büyük ebat altı cilt halinde (takriben ikibin sayfa) basılmıştır (Kahire 1970). Eserin neşrinde Mısır ve Taşkent´te bulunan yazma nüshaları esas alınmıştır.
Naşir Letâif in tasavvufî tefsirler içindeki yerini şöyle belirtir:
«Kur´an´ın tasavvufi tefsirleri azdır. 1908 de basılan Sehl b. Abdullah Tüsterî´nin (ÖL 283/896) Tefsiru Kur´ani´l-azim isimli eseri ikiyüz sayfayı geçmez, az sayıdaki âyetleri tefsir eder. Sülemî (Öl. 412/1021) nin Hakâiku´t-tefsir isimli eseri telif edildiği zaman büyük rahatsızlıklara ve ağır suçlamalara yol açmış, adıgeçen tefsirde bidat ve. hurafelerin bulunduğu, Şiî ve Batınî te´villerin alındığı, uydurma hadislere dayanıldığı öne sürülmüştü. Vahidi, ´Bu tefsirdeki fikirler küfürdür´, demiş,
İbn Salah bu fikri kabul etmiş, Zehebi bu tefsirdeki görüşlerin Batınî te´viller olduğunu açıklamış, îbn Teymiye Sülemî´yi yalancılıkla suçlamış, Suyuti ise Tabakâtul-müfessirin´de ´Sülemi´nin tefsirini sırf güzel olmayan tefsirlere misâl olsun diye zikrettim´, demiştir. Aslında Kâşâni´nin olduğu halde İbn Arabi´ye nisbet edilen tefsir ise vahdet-i vücuda dayandırılmıştır. Ruzbihan Bakli (ÖL 806/1209) nin Garâisu´l-Kur´an isimli tefsiri ile Necmüddin Dâye (Öl. 654/1256) nin et-Te´vilâtu´n-Necmiye isimli tefsirleri ise Kuşeyrî´den sonra yazılmıştır.
«Kuşeyrî´nin bu tefsiri çok az bir kısmı hariç Kur´an´ın tamamının âyet âyet yapılmış, ´tam ilk tasavvufî tefsiridir. Kuşeyri Sülemi´-den faydalandığı halde onun gibi ağır tenkit ve suçlamalara sebep olacak bir yol takip etmekten kaçınmıştır. Sülemi´yi şiddetle itham edenler Kuşeyri´yi takdir etmişlerdir. Bunun sebebi Kuşeyri´nin tasavvufla şeriatı, bâtınla zahiri çok büyük bir maharetle uzlaştırmış olmasıdır. Kuşeyri mutasavvıfları razı etmek için ne kadar dikkatli olmuşsa zahir ulemasını memnun etmek için de o derece ihtiyatlı davranmıştır. Sünnîliği hırsla muhafaza ettiği kadar, sûfîliğini de şevkle korumaya gayret etmiştir. Letâif okunurken büyük küçüklü gibi kelimelerin geçtiği âyetler tefsir edilirken bu durum bütün açıklığıyla ortaya çıkar» (75).
Hz. Peygamber´le sahabe arasındaki durum, şeyhle müritleri arasındaki münasebete benzetilerek ilgi çekici açıklamaların yapılması, Kuşeyrî´nin dehasını göstermesi bakımından dikkate değer. Ayrıca güneş, ay, yağmur ve dağ gibi tabiattaki hadise ve varlıklarla riyazet, mücâhede, vuslat ve.keşf gibi tasavvufî konular arasında bir irtibat kurulmaya çalışılması da pek hoş gözükmektedir.
Kuşeyrî «Risale müellifi» diye anılmaktan daha çok «Letâif müellifi» olarak tanınmaya daha fazla lâyıktır. Zira Risâle´de ekseriya nakle dayandığı halde, Letâif´te doğrudan doğruya kendi şahsiyetini ortaya koymuştur. Kuşeyrî´nin hayatında yaptığı en hayırlı iş bu tefsiri yazmış olmasıdır.
Kuşeyrî Letâifte Kur´an´ın mukaddes metnine dikkatle riayet etmiş, mukaddes metindeki ifadelere, delâletler dışında kalan mânalar vermemiştir. Kuşeyrî´nin bir âyetin tasavvufî ve işarî mânâsıdır, diye takdim ettiği her fikri fazla düşünmeden herkes kabul edebilir. Âyetlerin lafzına, dinin umumi esaslarına ve ilmî düşünceye aykırı düşen bir yoruma bu tefsirde rastlanmaz.
Bu güne kadar yazılan tasavvufî tefsirlerin en güzeli olan Letaif´in çok farklı nüshaları bulunmaktadır (76). Mısır 1970 baskısı, yukardaki yazma nüshalardan en az beş altı kat fazla gözükmektedir. Bu nüshalar ekseriya surelerin mahdut âyetlerinin tefsirini ihtiva ederler. Bu nüshalardaki tefsirin muhtevası da Mısır 1970 baskısından farklıdır. Küçük hacimli Letâifler, esas nüshanın muhtasarı gibi düşünülebilir. Fakat bunların kim tarafından ihtisar edildiği bilinmemektedir. Bizzat müellif Kuşeyrî tarafından ihtisar edilmiş olması, veya daha sonra başkaları tarafından kısaltılmış olması da mümkün gözükmektedir. Mısır baskısında bu husus açıklığa kavuşturulmuş değildir. Biz Letâif in Bursa yazmasından bazı misâller vermekle yetineceğiz:
75. Dr. İbrahim Besyûnî, Kuşeyrî´nin. şiir ve edebiyat yönünü doktora tezi olarak incelemiş, Letam´i de neşretmiştir (Kahire, 1970)
76. Meselâ bk. Bursa Ulu Cami, Nu. 1544 (237 varak); Süleymaniye Ktp, Hekimoğlu Kit, Nu. 942/2; I. Sultan Ahmed Kit, Nu. 61; Yeni Cami Kit, Nu. 101; Şehid Ali Paşa Kit, Nu. 294; Carullah Kit, Nu. 119.
Salih kullarımıza nimet vermiş ve ona ilm-i ledün öğretmiştik» (Kehf, 18/65).
Kuşeyrî´nin tefsiri: «Burada geçen kul, Bizden başkasına kulluk yapmaktan âzad olmuş hür kimsedir. Biz onu hayırlı ve faziletli kimselerin arasından seçmiştik, demektir. ´Ona nezdimizden rahmet verdik1; Biz o kulu vasıtasız olarak sıfatlarımızın nurlarından gelen feyz nurunu kabule kabiliyetli ve istidatlı kıldık. ´Ona ledün ilmi öğrettik´; İlm-i ledün Allah´ın zat ve sıfatlarıyla ilgili bir marifet olup, Allah Taâlâ´nın talimi olmadan hiçbir kimse tarafından bilinemez.
«Bunu bilesiniz: Bir ilim ki Allah Taâlâ onu kullarına öğretir ve kul için bu ilmi Allah´tan başkasından da (tecrübe, riayet ve istidlal gibi vasıtalarla) öğrenmek mümkün olur, o ilim ilm-i ledün türünden değildir. Zira o tür ilmi Allah´tan başkasının yanında da öğrenmek mümkündür. …İlm-i ledün, Allah Taâlâ´nın yüce makamı (ledünnü) ile ilgili olup onun zatı ve sıfatları hakkındaki marifettir. (vr. 141).
Âyet: «Şüphesiz ki müminler felah bulmuşlardır. Onlar namazda huşu halinde bulunurlar. Yine onlar boş şey (lağv)lerden yüz çevirirler. Onlar zekâtı da verirler. Yine onlar cinsiyet organlarını muhafaza ederler, namuslarını korurlar. (Cinsiyet organlarını) sadece eşlerine ve cariyelerine karşı korumama hali bunun dışındadır. Çünkü onlar bu hususta kınanmazlar. Bunun ötesini isteyenler, haddine tecavüz edenlerdir. Yine o kimseler emanete ve ahde riayet ederler…» (Müminûn, 23/1-8).
Kuşeyrî´nîn tefsiri: «´Müminler felah buldular. Burada şu hususa işaret vardır: Hakiki felah, mutlak ve mücerred bir imanla hasıl olmaz. Hakiki iman bu âyetlerde geçen şartların hepsini kendisinde toplayan bir imandır. Felah; zafer, fevz ve beka mânasına gelir. Mâna şöyledir: Nefislerini Allah yolunda feda ederek kendilerini zafere ulaştırdılar. Allah´a vasıl olarak fevz buldular ve O´nda fâni olduktan sonra O´nunla baki oldular».
•Onlar namazda huşu içinde bulunurlar.- îman sahipleri namaz kılarken hem zahiren hem de bâtınen huşu içinde bulunurlar. Zahiri huşu: Başın huşuu eğik ve bükük olması, gözün huşuu yere ve önüne bakması, başka şeye iltifat etmemesi, kulağın huşuu, Kur´an´ı tezellül ve kalp huzuru ile dinlemesi, ellerin huşuu (efendisinin huzurunda elpençe duran) bir köle gibi saygılı bir şekilde sağ elin sol el üzerine konulması, sırtın huşuu, rüku esnasında dümdüz bir vaziyette olması, tenasül organlarının huşuu, şehevî arzuların hatır ve aşırılıklarının terk edilmesi,..
«Batıni huşu: Nefsin huşuu, havâtır ve hevâcis (denilen nefsani vesvese ve desiseler) den uzaklaşarak sükun halinde bulunması, kalbin huşuu, zikre sıkı bir şekilde sarılması ve huzur hâlini devam ettirmesi, sırrın huşuu, yaratıklar âlemini mülahaza etmeyi terkederek murakebe hâlinde bulunması, ruhun huşuu, muhabbet deryasında istiğrak hâlinde bulunması ve celal-cemâl sıfatlarının tecellisi karşısında eriyip gitmesidir.
«Onlar lağıvdan yüz çevirirler: Bir fiil ki Allah için değil, bir söz ki Allah için değil, bir göz ki Allah´tan başkasını görür, bir şey ki insanın Allah ile meşgul olmasına mani olur ona lağv denir.
«Onlar zekatlarını verirler: Hakk Taâlâ burada şuna işaret etmiştir: Zekat, dünya (ve madde) pisliği ve benzeri şeylerden, kötü ve çirkin olan sıfatlardan nefsi temizlemek için farz kılınmıştır. ´Onları arındırmak ve temizlemek için mallarından sadaka (ve zekat) al´ (Tevbe, 9/103) âyeti de bunu gösterir. Nefsin tezkiyesinde başarılı olmanın vasıtası zekattır. ´Nefsini tezkiye eden felah buldu, kirleten hüsranda kaldı´ (Şems, 91/9,10), âyetleri de bunu gösterir. Zekat, sevgisi kalpte var olmaya devam eden bir malı, mücerred olarak başkasına vermekten ibaret değildir. Zekatın dünya (ve madde) sevgisini gönülden çıkarıp atmak gibi bir maksadı vardır. Zira her nevi hatanın başı dünya sevgisi (mal tutkusu ve maddî hırs) dir. Bu maksada ulaşmak için zekat vermekten başka bir yol yoktur. O halde zekat, dünya tutkusundan ve bilumum kötü sıfatlardan nefsi ve kalbi sonuna kadar temizlemektir.
«Âyette ´üzere´ Çala) edatının kullanılması, ´eşlerinize ve cariyelerinize mahkum olarak değil, mâlik ve sahip olarak cinsiyet organlarını kendilerine karşı muhafaza etmezlerse, bu hususta kınanmazlar´, mânasını ifade eder.
«Nikah (ve cinsî münasebet) nesil için ve sünnete tabi olmak maksadıyla vaktinde olursa kınanma konusu olmaz. ´Bunun ötesini isteyenler haddine tecavüz edenlerdir´: Yani hakkı ihmal ederek mükemmel bir haz için cima edenler olursa, sâdık olan insanların durdukları sırrı tecavüz etmiş, vuslata erenlerin yolunu muhafaza etmemiş olurlar.
«O kimseler emanetlere ve ahde riayet ederler´: İnsanın varlığı bir bütün olarak emanettir. Bu ise vasıtasız olarak gelen ve makbul olan ilahî bir feyizdir. Allah Taâlâ ´Elest bezmi´nde, ´Benden başkasına ibadet etmeyeceksiniz´ (İsra, 17/23; Yasin, 36/60), diye ahid almıştır.
zira Hakk Taâlâ´dan başkasına (put-ve insanlara) ibadet edenler, hevâ ve heveslerine uyarak bunlara ibadet etmişler (ve kul olmuşlar) dır.»
2. el-Mirac: Kuşeyrî´nin bu eseri Dr. Hasan Abdulkadir tarafından Mısır´da neşredilmiştir. Keşfu´z-zunûn Kuşeyri´nin bu eserinden bahsetmektedir (II, 1460).
3. Şikâyetü Ehîi´s-sünne bi-hikâyeti ma nâlehüm ehlü´l-mihne: Kuşeyrî bu eserinde bir Eşari olarak kendi itikadı mezhebini savunmaktadır. Eser Sübkî´nin Tabakâtu´ş-Şafiiyye (II, 275) isimli eserinde nakledilmiş, Tabakât´ın neşredilmesiyle bu eser de neşredilmiştir (Beyrut, ts.).
4. el-Vasiyye: Sübki bu eseri, Kuşeyrî´nin oğiu tefsir âlimi Ebu Nasr´dan bahsederken nakletmiştir (bk. Tabakât, IV, 252). Eser Kuşeyrî´nin oğluna yaptığı kısa bir tavsiyeden ibarettir.
**
Kuşeyrî´nin bu saydıklarımız dışında kalan eserleri henüz yazma halinde bulunmaktadır:
5. et-Teysir fi ilmi´t-tefsir: et-Tefsiru´l-kebir diye de bilinen bu tefsir sayesinde Kuşeyrî ismini müfessirler sırasına yazdırmıştır. Kâtib Çelebi, bu tefsirin çok güzel ve apaçık bir tefsir olduğunu belirtir (77).
Bu tefsirin En´am suresine kadar olan birinci cildi Süleymaniye Ktp. Laleli Kit. Nu. 198´de mevcuttur. 370 varak tutan birinci cildin ilk onaltı varağı bir önsöz mahiyetindedir ve bu önsözde, te´vil, tefsir, Kur´an´dakî sure isimleri ve âyetler hakkında kısaca bilgi verilir. 410/1019 tarihinden önce yazıldığına göre, bu eseri telif ederken Kuşeyrî´nin henüz tasavvufî bilgileri olgunlaşmış değildi. Tefsir Zemahşeri´nin Keşşafı kadar bir hacme sahiptir. Akıl, nakil ve lisaniyat bilgilerine göre yapılmış bir tefsir hüviyetindedir.
6. et-Tabhir fi ilmi´t-tezkin Allah ismi ile başlayıp Sabûr ismi
77. Bk. Keşfu´z-zunûn, I, 457, 520; Şemseddin Muhammed Davudi, Tabakâtü´l-mtifessirîn, I, 338-346 (Kahire, 1972).
ile bitmesi eserin özelliklerindendir (78).
et-Tabhir, el-Muhtar mine´t-Tabhir fi esmaillahi´l-hüsna adıyla Muhammed b. Ebubekir Razî tarafından oldukça güzel bir şekilde kısaltılmıştır (79). Bu mühim eserden birkaç örnek vermek istiyoruz:
«Celîl – Cemil (Ulu ve güzel): Celîl, yücelik ve ululuk vasıflarını hak edendir. Denildi ki, Cemil, Celîl manasına gelir. Ve yine denildi ki, Celîl, Muhsin (ihsan eden), Cemil, Mücmil (güzelleştiren) mânasına gelir. Feîl vezni bazan muf il mânasına gelir. Misâl: Elîm-Mü-lim, Veci´-Mücî”.
«Bil ki Azîz ve Celîl olan Allah, gönüllere bazan celâl, bazan da cemâl vasfı ile tecelli eder. Allah bir kalbe celâl vasfı ile tecelli etti mi, o kulun halleri ´dehşet içinde dehşet´ durumuna gelir. Cemâl sıfatı ile tecelli etti mi o kulun hâlleri ´susuzluk içinde susuzluk vaziyetine gelir. Allah bir kuluna celâl ile tecelli ederse onu ifna, cemâl ile tecelli ederse onu ihya eder. O halde celâli keşifler ve tecelliler mahv ve gaybet hâlini, cemâli keşifler ve tecelliler sahv ve kurbet hâlini icap ettirir. Celâli tecellilere mazhar olan arifler gaybet hâlinde bulunurlar, cemâli tecellilere nail olan âşıklar çok hoş bir halde yaşarlar.
«Bil ki âbidler O´nun lutfunu gördükleri için kendilerini feda ettiler. Arifler celâlini müşahede ettikleri için gönüllerini feda ettiler. Âşıklar cemâlini temaşa ettikleri için ruhlarını feda ettiler, ilm-i yakine sahip olan, Allah´ın ihsanını görür, ayne´l-yakine sahip olan O´nun celalini müşahede eder, hakka´l-yakine ulaşan cemâlini temaşa eder» (80).
Kuşeyri´nin esmau´l-hüsnayı açıklarken tuttuğu yol budur.
7. Tertibu´s-sülûk fî tarikıllah: Zikir konusunda kısa bir risale
78. Bursa Ulu Cami Kit, Nu. 1547 (Orta ebatta 148 varak); Süleymaniye Ktp, ReİsÜlküttab Kit, Nu. 1158/54; Ayasofya Kit, Nu. 1703; Laleli Kit, Nu. 1553/1.
79. Bursa Ulu Cami Kit, Nu. 1546, 1548 (92 varak); Süleymaniye Ktp, Murad Duhart Kit, Nu. 235.
80. et-Tabhiir, Bursa Ulu Cami Kit, vr. 52, 87, 183.
Liyakatli bir şeyh tarafından yetiştirilen asil bir babadan terbiye görene; ehliyetsiz bir şeyhten tasavvuf öğrenen, kötü bir baba tarafından yetiştirilen çocuğa benzer», der (81).
8. en-Nahvu´l-müewel (Nahvu´l-muhawel, Nahvu´l-kulûb, Te´-vilu ıstılahâtı´n-nahv fi meâni´s-sûfiyye). Kuşeyri bu risalesinde bellibaşlı nahiv kaidelerini tasavvuf esasları dahilinde te´vil etmektedir (82). Kendi sahasında tek eser olması muhtemel olan bu risaleden birkaç misâl vermeyi uygun buluyoruz:
«Fail merfu, mefûl mensub olur: Arif Allah´tan başka fail bulunmadığını görünce O´nun kudretini tazim ve ismini ref eder, yüceltir, celâline boyun eğer. İlahi kemâli müşahede edince eğilir ve tevazu gösterir, kendini mefûl (ve mahlûk) olarak görür. Allah´a ibadet için mensub olur, çalışır. ´Bir işi bitirince mensub ol ve Rabbına rağbet et´ (İnşirah, 94/6,7), âyeti bunu gösterir.
«Na´t men´ûta, sıfat mevsûfa tabidir. Tıpkı bunun gibi insanın ameli kendisine tabidir, ondan ayrılamaz. Yaptığı iyi ve kötü işler mutlaka kendisini bulur, nsan metbû ameli tâbidir».
9. er-Risâle fi´t-tevbe ve ahkâmiha: Risale´deki tevbe bahsinden biraz değişik olan bir eserdir (83).
10. el-Luma´ fi akaidi Ehli´s-sünne-. Akâidle ilgili bir eser olup, sonraki Eşarîlerden çok, Selefi anlayışa yakındır. Kuşeyrî bu risalede, «Allah´ın eli, yüzü, inmesi, gelmesi… gibi hususlar müteşabih lafızlardır, bunların âyet ve hadiste geçen şeklini aynen kabul ederiz, ilâve eksiltme yapmayız. Bu gibi meselelerde, mânası açık olanları araştırırız, hakikatini öğrenmeye çalışırız. Mânası müşkil olanları Allah´a havale ederiz, te´viline teşebbüs etmeyiz. Bunlara icmalen ve toptan iman ederiz. Tafsilatını bilemeyişimiz bu gibi naslara iman etmemiz için bir kusur değildir», demektedir ki aşağı yukarı Selefîlerle ilk Eşarilerin akidesi budur (84).
81. Bursa Ulu Cami Kit, Nu. 1545 (5 varak); Süleymaniye Ktp, Laleli Kit, Nu. 3076 (vr. 186-190); Ayasofya Kit, Nu. 2910 (vr. 140-147).
82. Süleymaniye Ktp, Bağdatlı Vehbi Ef. Kit, 2044/1 (6 varak); Yazma bağışlar, Nu. 1292/7 (vr. 42-43); Hacı Mahmud Ef. Kit, Nu. 2040 (vr. 68); Hacı Bekir Ağa, Nu. 344; Hacı Mahmud Ef. Kit, 2040/11-
83. Süleymaniye Ktp, Şehid AU Paşa Kit, Nu. 1393 (vr. 1-8).
84. Süleymaniye Ktp, Emir Buharî Kit, Nu. 210/5 (vr. 79-82).
yanlış hareketten uzaklaşma şeklinde tarif edilir. Tevbe, peygamberlere iman ve ilk dört halife gibi hususlar kısaca anlatıldıktan sonra tasavvufa geçilir ve müritlerin riayet etmeleri gereken âdâb ve kaidelerden bahsedilir. Kısmen Risâle´deki son bölümleri andırır (85).
12. Risale fi beyani´s-sülûk: Risâle´nin son bölümlerine benzeyen bu eser Akidetü´l-Kuşeyrîye ile de benzerlikler gösterir (86).
13. Kitabu âdâbı´s-sûfiyye veya el-Muhtasar min âdâbi´s-sûfiyye: Sûfi ve dervişlerin nasıl davranacaklarından bahseden genişçe bir âdâb kitabıdır (87).
14. Mensûru´l-hitab fî meşhuri´l-ebvab: Bazı tasavvuf ıstılahları hakkında kısa kısa bilgiler verir (88).
* Kâtib Çelebi´nin Keşfu´z-zunûn´da zikrettiği Kuşeyri´nin diğer eserleri ise şunlardır.
15. Uyûnu´l-ecvibe fî funüni´l-esile (II, 1183),
16. Faslu´lhitab fi fazli´n-nutkı´l-müstetab (II, 1260),
17. el-Münteha fi nüktei üli´n-nüha (II, 1858),
18. el-Erbaûne hadisen (I, 58. Londra´da yazmasının olduğu biliniyor),
19. Nâsihu´l-hadis ve mensuhuhu (II, 1920),
20. Nahvu´l-kulûb (II, 1935).
Bağdatlı İsmail Paşa´ya ait Keşfu´z-zunûn zeylinde kaydedilen diğer eserleri de şunlardır:
21. Hayatu´l-ervah ve´d-delil ala tarikı´s-salah ve´1-felah (I, 424.
85. Süleymaniye Ktp, Murad Buhari, Nu. 210/4 (vr. 74-78).
86. Süleymaniye Ktp, Esad Ef. Kit, Nu. 1721 (vr. 110-112).
87. Süleymaniye Ktp, Şehld Ali Paşa Kit, Nu. 2800/11 (vr. 107-118).
88. Süleymaniye Ktp, Ayasofya Kit, Nu. 4128 (vr. 143-150); Ibrahim Ef. Kit, NU. 870.
* **Sübki´nin Tabakât´ta kaydettiği diğer eserler:
24. Kitabu´l-cevahir (III, 246; V, 159. Mısır 1967),
25. Kitabu´I-münacaat, 28. Ahkâmu´s-semâ´.
Risâle´nin Mısır 1966 neşrinin önsözünde kaydedilen Kuşeyri´nin diğer eserleri de şunlardır:
27. et-Tevhidu´n-Nebevî (Kahire´de yazması var),
28. el-Kasidetu´s-sûfiyye (Kahire´de yazması var),
29. et-Temyiz fi ilmi´t-tezkîr,
30. Şerhu esmâillahi´l-hüsna (et-Tabhir´le aynı olabilir).
1970´de Kahire´de basılan Letâifu´l-işarât (I, 24) ta diğer kaynaklarda olmayan birkaç eserinden daha bahsedilmektedir:
31. el-Fütüvve (el-Fetva´dan galat olabilir, öyleyse el-Vasiyye ile aynıdır),
32. el-Makâmatu´s-selase,
33. İstifadâtu´l-murâdât.
Kaynaklarda kaydedilen Kuşeyri´nin eserlerinin listesi görüldüğü gibi epeyce kalabalıktır. Bu eserler konusunda üç hususu göz-önünde bulundurmak gerekir:
1. Bazan Kuşeyri´nin bir eserine birden fazla isim verilmekte, bu ise eserlerin çoğalmasına sebep olmaktadır. Meselâ Nahvu´l-mü-evvel, Nahvu´l-kulûb, Nahvu´l-muhavvel aynı esere verilen değişik isimlerdir. Davudî´nin Tabakâtu´l-müfessirînde, Şecvu´l-kulûbiis-sağir ve Şecvu´l-kulûbi´l-kebîr adlarıyla Kuşeyri´ye iki eser daha nisbet etmektedir. Bunun yanlış okuma ve istinsah hatasından meydana geldiği kuvvetle muhtemeldir.
maniye Ktp. Esad Ef. Kit, Nu. 1695) eserler böyledir.
3. Kuşeyri´nin bazı eserleri ihtisar edilmiştir. İhtisar edilen eserlere verilen yeni isimler de listelerin çoğalmasına sebep olmuştur. Letâif´te bu durum sözkonusudur.
4. Bu eserlerden bazılarının nisbesi Kuşeyrî olan başka kişilere ait olması da ihtimal dahilinde gözükmektedir. Bilhassa Kuşeyrî nisbesini kullanan ve Kuşeyri´nin soyundan gelen kişilerin Kuşeyri´nin yolunu takip etmeleri de benzerlikleri artırmış ve eserlerin birbirinden ayrılmasını güçleştirmiş olabilir.
Bizim görebildiğimiz Kuşeyri´nin eserlerinde genellikle bir bütünlük görülmekte, Risale´deki tasavvuf anlayışı ruh ve esas olarak diğer eserlerde de devam etmektedir. Meselâ et-Tabhir ile Letâif teki tasavvuf anlayışı bunun en açık delilidir.
Kuşeyrî Risâlesi´nin tercümesini hazırlamaktaki esas gayemiz, tasavvufu en mühim kaynağından, en emin ve en saf şekilde yeni nesle tanıtmak, bu hayatı ihya etmek, cemiyetler için itici ve yükseltici bir güç menbaı olan mistik enerjiyi yeniden harekete geçirmeye gayret etmek, bin yıllık Anadolu kültürünün yoğrulmasında önemli bir rol oynayan bir eseri milli kültürümüze kazandırmak ve ilmî tetkiklerin kolaylaşmasına yardımcı olmaktır.
Eserin baskıya hazırlanmasında ve düzenli bir şekilde okuyucu karşısına çıkmasında Dergâh Yayınları´nın büyük emekleri geçti. Kendilerine teşekkür etmeyi bir görev biliyorum.
Tevfik Allah´tandır.
Süleyman ULUDAĞ