Risâle´nin kaynakları
Eserini yazarken Kuşeyri´nin hangi kaynaklardan faydalandığı konusunda Risale´de açık bir şey yoktur. Ancak Kuşeyri, sufîlerin hal tercümelerini hemen hemen olduğu gibi hocası ve şeyhi Sülemi (öl. 412/1021)´den nakletmiştir. Ancak o, bu konuda Sülemi´yi taklit etmiş değildir. Sülemî´nin zikrettiği 20´den fazla sûfîyi Risalesine almamıştır. Hallaç bunlardan birisidir. Diğer yandan Sülemi´nin zikretmediği Davud Tai gibi bazı sûfilere eserinde yer vermiştir.
Sülemi´nin şeyhi olan Serrâc (öl. 378/988) ve eseri Kuşeyri´nin en çok güvendiği bir kaynak olmuştur. Luma´da mevcut olan fikirlerin yarısından fazlası aynen Risale´de mevcuttur. Fakat Luma´nın bazı konuları Risâle´de, Risâle´nin bazı konuları Luma´da yoktur.
Kuşeyrî, tasavvufu anlama bakımından geniş ölçüde Kelâbazi (öl. 380/990)´ye benzemektedir. Onun için et-Taarruf´u Risâle´nin kaynaklarından saymak icap eder. Aynı şey Ebu Talib Mekki (öl. 386/996)´nin Kûtu´l-kulûb isimli eseri için de söylenebilir. Bazı konularda Ebu Nuaym (öl. 430/1038)´ın Hilye´sinden de istifade eden Kuşeyri Risâle´de kendi şahsiyetini muhafaza etmiştir.
2. Kuşeyrî´nin tesirleri
Kuşeyri, kendisinden sonra gelen mutasavvıflara bazan doğrudan, bazan dolaylı olarak tesir eden büyük şahsiyetlerdendir. Şeriat dışı tasavvufa ve mutasavvıflara karşı çıkması eserinin Sünni muhit içinde emniyetle okunmasını temin etmiştir. Şeriata aykırı unsurlar taşımayan tasavvufi eserlerin muhafazakâr Sünniler tarafından bile güvenle ve istekle okunduğunu gören sonraki sûfiler Kuşeyri´yi takip, hatta taklit etmek zorunda kalmışlardır. Pek çok Arap, Acem ve Türk mutasavvıfı Kuşeyri´nin tesirinde kalmıştır. Bunlardan en önemlilerine kısaca temas ediyoruz:
Hücvirî Kuşeyri´den bahsederken «Allah rahmet etsin»e saygılı ifadeler kullanmış meşhur eseri adabül mahcub yazılırken Kuşeyri hayatta idi, fakat yazılışı bitmeden evvel vefat etmiştir, demektir. Hücviri, Kuşeyri ile görüşmüş ve eserinin birçok yerinde ondan saygı ile bahsetmiştir. Jlkovski, Ethe ve Bieu gibi müsteşrikler Kuşeyri ile Hücviri´nin arasındaki münasebetleri tahlil etmişlerdir (44).
Kuşeyri 465/1072´de vefat ettiği zaman 450/1058´de doğmuş olan Gazali 15 yaşında bulunuyordu. Gazali Risâle´yi okumuş ve ondan faydalanmıştır. Fakat daha önemlisi Kuşeyri´nin müritlerinden olan Ebu Ali Farmedi, Gazalî´nin şeyhi olmuştur. Onun için Kuşeyrî, Farmedi vasıtasıyle Gazali´nin de şeyhidir. Gerek Risâle´si, gerekse müridi Farmedi vasıtasiyle Kuşeyri Gazali üzerinde etkili olmuştur.
Attar ve Kuşeyri: Risale Kuşeyri´nin müritlerinden Ebu Ali Hasan b. Ahmed adında birisi tarafından
Tercüme-i Risâle-i Kuşeyri* ye ismiyle Farsçaya tercüme edilmişti. Bu tercüme vasıtasiyle Arapça bilmeyen iranlılar bile Kuşeyri´den geniş çapta istifade etmişlerdi. Risale ile Tezkiretü´l-evliya arasındaki benzerliğe dikkati çeken müellifler haklı görünmektedirler (45).
Kuşeyri´den istifade eden sûfilerden biri de Sühreverdi´dir. Ava-rifü´l-maarif ile Risale arasındaki benzerlikler buna şahitlik etmektedir.
Kuşeyri ile İbn Haldun arasındaki münasebet de dikkate şayandır. İbn Haldun hem Mukaddime´yi, hem de Şifau´s-sâil li-tehzhîbi´l-mesâil isimli tasavvufi eserini yazarken kaynak olarak Risâle´yi kullanmıştır. Şifau´s-sail´deki İstılahlar bahsi aynen Risaleden alınmıştır. Şeyh-mürit münasebetleri konusunda da bir takım benzerlikler vardır (46).
3. Risâle´nin tahlili
Risâle´nin muhtevasının daha iyi anlaşılması için kısa bir tahlilinin yapılması faydalı olacaktır, önce şunu belirtelim: Tasavvufun
44. Bk. Hücviri, n. 28, 209, 287, 401, 439.
45. Muhammed İstilâm!, Tezkiretü´l-evliy» önsözü, . 1», (Tahran, 1340/1927).
ve nefsin temiz hale getirilmesi tasavvufun hem konusu hem de gayesidir. Bu hususları gerçekleştiren bir kişi kâmil insandır. Şu halde tasavvufun gayesi insanı olgunlaştırmak ve faziletlerle donatmaktır. Kısaca insanı insan yapmaktır.
Konusu ruh olduğuna göre tasavvuf bir bakıma psikoloji demektir. Zira psikolojinin konusu da ruhi (psişik) olaylardır. Bilgi, duygu ve davranış hem tasavvufun hem de psikolojinin esaslı konularıdır. Ancak psikoloji gerek dinî gerekse dindışı (ladini) bilgi, duygu ve davranışları tecrübe ve ölçü sınırları içinde incelerken, tasavvuf aynı şeyleri daha .geniş sınırlar içinde incelemektedir. Pozitif bir ilim olan dini psikoloji, bu noktada tasavvuf tarafından aşılmaktadır. Psikoloji müsbet (pozitif) olmak iddiasında olduğundan ölçülebilen ruhî tecrübelerin dışına çıkmamaktadır. Fakat tasavvufî tecrübeler, vecd ve kendinden geçiş halleri ölçü ve hatta bilgi sınırlarını aşmaktadır. Bu duruma göre dinî psikoloji demek, insan idrâkine ve ölçüye sığan tasavvuf demektir. Bu ise tasavvufun sadece bir bölümüdür. Tasavvufta, idrâk ve ölçünün üstünde kalan bölüm de çok önemlidir. Hakiki mânada sûfîyâne bilgi demek olan irfan ve marifet bu yolla, yani aşk, vecd ve istiğrak yolu ile hasıl olur.
Demek oluyor ki dini psikoloji hiç bir zaman bu hakiki mistik hayatı anlayamayacaktır. Bunu anlamadığı sürece gerçek dini his, heyecan (vecd, cezbe) ve bilgileri (vahyi) anlamayacaktır. Zira bu konu bir zekâ işi değil, sezgi işidir. H. Bergson´un üzerinde durduğu nokta budur.
Dini psikoloji, tasavvufun konusunu teşkil eden hususları ilmi sonuçlara varmak için dıştan ve belli ölçüler ve kaideler içinde inceler. Ahlâki bir gaye gütmez. Zira müsbet ilimlerde ahlâk ve terbiye gaye değildir. Tasavvufta durum böyle değildir. Tasavvufta dini his, heyecan ve bilgiler terbiyevî (pedagojik) gayeler için incelenir. Şu halde bir yerde tasavvuf pedagoji olmaktadır. Tasavvufta bu husus «ahlâk» ve «edeb» (âdâb) sözü ile ifade edilir. Gerçekten de tasavvuf her şeyden önce bir ruh terbiyesidir ve bu bakımdan da terbiye ve ahlâk ilmi ile münasebet halindedir.
Kuşeyrî, insanda mevcut bulunan hususları tasavvuf açısından üçe ayırır:
a) Fiil: insanın iradesiyle yaptığı işler, demektir, ibadet, ta-at, amel gibi.
c) Hâl (ahvâl): Başlangıçta irâde dışında insana gelir. Fakat amelin temizliği nisbetinde saf olur. Hâller iki nevidir:
1. Vecd, cezbe, sekr, istiğrak, kabz ve bast gibi dini his ve heyecandan ibaret olan (mistik) haller. Tasavvufun duygu (hissiyat) yönü budur.
2. Marifet, irfan, ilham, keşf, yakin, hakikat, firaset gibi bilgiye ulaştıran hâller.
Buna göre, iradesiyle amel ve ibadet eden, kötü huylarını değiştiren ve güzel huylar edinen bir kimsede önce vecd ve cezbe gibi mistik hâller dinî heyecan) zuhur eder. Sonra bu hâllerin içinden «marifet» ve «irfan» adı verilen mistik bilgiler meydana gelir. Dini heyecan manevi bir tecrübe, irfan ise bu tecrübe ile öğrenilen manevi bilgilerdir, irfan amelin içinden doğar. Demek ki mistik hâller ahlâka, ahlâk irâde ile yapılan amel, ibadet ve fiile dayanmaktadır. •Fiil» ve «ahlâka» şeriat, «hâllere» ise tasavvuf denildiğine göre (tasavvufa ilm-i ahvâl, hâl ilmi denildiği hatırlansın) tasavvufun temeli şeriattır. Mistik hâller, şeriatın yapılmasını istediği amel, ibadet ve ahlâka dayanırsa bir değer ifade eder. Aksi halde İslâm tasavvufu ile diğer mistik cereyanlar arasında bir fark kalmamış olur. Bu duruma dikkat eden sûfîler şeriatla tasavvuf arasındaki irtibatı şu gibi temsillerle anlatırlar: Şeriat temeldir, tasavvuf ise binadır. Temelsiz bina olmaz ama binasız temel olabilir. Fakat temelden maksat da üzerine bina yapmaktır. Şeriat beden, tasavvuf ruhtur. Şeriat lafız, tasavvuf mânadır. Şeriat şekil, tasavvuf muhtevadır. Şeriat deniz, tasavvuf denizdeki incidir.
Şeriat süt, tasavvuf sütten çıkan kaymaktır. Şeriat ağaç, tasavvuf bu ağaçta zuhur eden meyvedir. Şeriat ağacında bitmeyen hâl, vecd ve marifet meyvelerine itibar edilemez. Onun için şeriatsız bir tasavvuf düşünülemez. Fakat tasavvufsuz bir şeriat düşünülebilir. Zira bir ağaç meyve vermese de ağaçtır ama bir meyvenin vücuda gelebilmesi için mutlaka bir ağacın bulunmasına ihtiyaç vardır. Lâkin ağacın kemâl hali de meyveli olma halidir. Bundan dolayıdır ki, Islâmda şeriat herkes için mecburi olduğu halde, tarikat ve tasavvuf ihtiyarîdir. Çünkü tasavvuf bir kemâl halidir. Buna herkesin gücü yetmez (48).a. 161, (Tahran,)