1. Hayatı ve tahsil durumu
Zeynu´l-Islâm unvaniyle meşhur olan Ebu Kasım Abdülkerim b. Havâzin b. Abdülmelik b. Talha b. Muhammed Nisaburi, Kuşeyri, Eşa´rî, Şafiî.
Nisabur civarındaki Üstüvâ kasabasında Rebiulevvel 376/ Temmuz 986´da dünyaya geldi. Babası ve annesi cihetinden Arap kabilelerine mensuptur. Babası Kuşeyri -ki kendisi de bu nisbe ile meşhurdur- annesi Sülemi´dir.
İran, müslümanlar tarafından fethedilince, Kuşeyri´nin ataları Nişabur´a gelerek Nişabur´daki Üstüvâ kasabasına yerleşmişlerdi. Kuşeyri bu küçük kasabada doğmuş ve henüz küçük yaşta bir çocukken babasını kaybetmişti. Ebu Kasım Meyanî (veya Yemanî) adındaki bir akrabası tarafından himaye edildi. Arap dili ve edebiyatı hakkındaki ilk bilgilerini de bu zattan tahsil etti. Bu sırada kasaba halkı iktisadi bir sıkıntının içinde bulunuyor ve vergilerin ağırlığından şikayet ediyorlardı. Kasabadaki çocuklardan bazılarını Nişabur´a gönderip hesap tahsil ettirmek ve böylece vergi adaletsizliğinin önüne geçmek için teşebbüs etmişlerdi. Bu gaye ile Nişabur´a gelen çocuklardan biri de Kuşeyrî idi.
Maliye memuru olmak ve bu suretle köy halkını ağır vergi yükünden kurtarmak maksadiyle Nişabur´a gelen Kuşeyri için ilahi takdir başka planlar hazırlamıştı. Bir müddet hesap tahsili ile meşgul olan Kuşeyri, bir gün Şeyh Ebu Ali Dekkak´ın vaaz meclisine rastladı. Şeyh´in vaazı hoşuna gitti, bu konuşmayı zevkle dinledi. Ebu Ali´nin tesirinde kaldı. Zamanının en büyük âlim ve mürşitlerinden olan Ebu Ali´den irâde istedi. Ebu Ali isteğini kabul etti, kendisine özel bir alaka gösterdi. Bununla beraber Kuşeyri´den önce şer´î ilimleri tahsil etmesini ve tamamlamasını istedi. Şeyhin tavsiyesine uyarak önce Ebu Bekr Muhammed b. Bekr´den Şafiî fıkhını tahsil etti. Sonra Ebu Bekir Muhammed b. Hüseyn b. Furek´in kelâm derslerine devam etmeye başladı. îbn Furek´in vefatından sonra o ezberinden tekrar etti. Durumu hayretle gören İsferanî, ona iltifat ederek, «Yavrucuğum, bu dereceye ulaştığını bilmiyordum, artık derslerimi takip etmene ihtiyaç yok, eserlerimi oku, usûlümü incele, bir müşkilin olursa bana gel, birlikte halledelim,» dedi. Kuşeyri bu teklifi kabul ederek ona göre hareket etti.
Daha sonra tanınmış kelâmcı kadı Ebu Bekir b. Tayyib Bakıllani´nin eserlerini inceledi.Hocalarının verdikleri dersleri dinlemekle yetinmeyen, bunları evinde tekrarlayarak ezberleyen Kuşeyri kelâmda İbn Furek ile îsferainî´nin usûlünü birleştirdi ve bu ilimde çok yüksek bir seviyeye ulaştı. Kuşeyri´nin akli ilimleri tahsil etmeye düşkün oluşu kelâm ve akâid ilimlerini bütün incelikleriyle öğrenmesini sağlamıştı. Artık tasavvufi ilimler üzerinde incelemeler yaparken bu nevi akli ilimlerden faydalanarak tasavvufunu gerçekçi bir temele bina edebilirdi. Kuşeyri´nin tasavvufunun hayalci olmaması ve akâid esaslarıyle âhenktar bulunması, onun bu hususiyetiyle izah edilebilir.
Kuşeyri aynı zamanda kuvvetli bir hadis tahsili de görmüştü. Sübki, Kuşeyri´nin hadis öğrendiği hocaların bir listesini verir. Kuşeyri´nin talebelerinden olan Hatib Bağdadî, şöyle der: «448/ 1056) de Kuşeyri Bağdat´a geldi, burada hadis dersleri verdi. Biz de kendisinden hadis yazdık. İfadesi hoş, hitabeti güzel, vaazı zevkli idi, kıssa da anlatırdı. Güvenilir bir hadis âlimi idi.»
Kuşeyri, içlerinde İmamu´l-Haremeyn Ebu´l-Meâli´nin babası Ebu Muhammed Cüveyni ve Ahmed b. Hüseyn Beyhaki´nin de bulunduğu bir kafile ile hacca gitmiş ve bu âlimlerden Bağdat ve Hicaz´da hadis dinlemişti. Kuşeyri´nin ömrünün sonunda 27 sene hadis okuttuğunu da söylersek, onun hadise verdiği önemi ve bu ilimdeki ehliyetini yeteri kadar anlatmış oluruz.
Kuşeyri, bir yanda şer´i, resmi ve zahiri ilimleri, en iyi şekilde öğrenmek için çabalıyor, diğer taraftan Şeyh Ebu Ali´nin vaaz ve sohbet meclislerine şevkle devam ediyordu. Bu meclislere en erken gelen ve en sonra kalkan o idi. Kendisini derinden etkileyen ve ruhunda inkılap meydana getiren tasavvufi sohbetleri derin bir vecd içinde takip ederken, âdeta lisan-ı hal ile, «Ben bu iş için yaratıldım,» diyordu. Şeyh Ebu Ali, Kuşeyri´deki kabiliyeti keşfetmiş, onu kendine yaklaştırmış, en sonunda kızı Fatma´yı onunla evlendirdi. Hocasından bahsedilince Ondan duydum ki…» şeklinde yad ettiğine göre, onun hatırasına hayatının sonuna kadar, samimi bir şekilde merbut kalmış, demektir. Hatta vefat ettiği zaman cenazesi Ebu Ali´nin mezarının yanına ve hocasının ayakları başına gelecek şekilde defnedilmişti. Bir müridin şeyhine, bir talebenin hocasına ne kadar hürmet etmesi ve bağlı kalması mümkünse Kuşeyri mürşidine o kadar saygı ve bağlılık göstermiştir.
Ebu Ali Dekkak 406/1015 (veya 405) tarihinde vefat ettiği zaman, şüphesiz ki bu hadise Kuşeyri´yi elemlere boğmuştu (1). Fakat kader Kuşeyri´ye bu noktada da yardımcı olmuştu. Kuşeyri, Ebu Ali´nin vefatından sonra, tasavvuf tarihinin en ünlü isimlerinden biri olan ve Tabakâtu´s-sûfiyye müellifi Ebu Abdurrahman Sülemi´nin tasavvufi sohbetlerine devam etmiş ve böylece bu konudaki bilgisini ilerletmiş, manevi tecrübesini zenginleştirmişti. Risâle´de Ebu Ali´den sonra isminden en çok bahsedilen zat Sülemi´dir. Risâle´deki tasavvufi görüşlerin kaynağı geniş ölçüde Ebu Âli ile Sülemi´dir. Sülemi 412/1021´de vefat ettiği zaman, Kuşeyri artık 36 yaşına gelmiş, fikren ve ruhen olgunlaşmıştı.
Kuşeyri, ders verme ve eser yazma işine de erken başlamıştı. Kuşeyri «Firaset» bahsinde daha Şeyhi Ebu Ali hayatta iken Nişa-bur´daki bir mescidde ders verdiğinden, Nesa şehrine gideceği zaman kendisi adına Şeyhinin mescidde ders vermeyi teklif ettiğinden bahsettiğine göre daha 30 yaşına bile gelmeden ders vermeye başlamış, demektir.
Kuşeyri, et-Teysir fi´t-tefsir adiyle meşhur olan, Zemahşerî´nin Keşşafı hacmindeki büyük tefsirini 410/1019 tarihinden evvel yazdığına göre te´lif hayatına da 30 yaş civarında başlamış demektir. Letâifu´l-işarât, diye meşhur oıan işari ve tasavvufi tefsirini ise 434/ 1042´de 48 yaşında iken yazmıştı. Baht yıldızının parlamasına sebep olan Risâle´sini ise 437/1045´de 51 yaşlarında iken, fikri ve ruhî bakımlardan olgunluğa eriştiğinde yazmıştır.
1. Ebu Ali Dekkak için bk. Sûbkl, Tabakatu´ş-Şafiiyye, III, 145 (Beyrut, ta.); Münavî, el-Kevakibu´d-dürriyye, II, 62 (Kahire, 1938).
Tasavvuf anlayışının kalbi kadar, aklı da tatmin etmesinin sebebini de burada aramak gerekmektedir.
Kuşeyri bu gibi ilmî faaliyetlerden sonra artık sadece Nişabur´-un değil, bütün Horasan´ın tanınmış âlimleri arasına girmiş, her yerde ve herkesten hürmet görmeye başlamıştı. Fakat cemiyet içindeki itibarının bu şekilde artması, çevresindeki hasetcileri harekete geçirmiş ve şimşekleri üzerine çekmesine sebep olmuştu.
Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey (öl. 455/1063) Sünnî ve Hanefi olduğu halde, başveziri Ebu Nasr Amidu´l Mülk Kündüri Şii-Metezîli görüşlere sahipti ve kanaatına taassubla bağlı idi. Özellikle Eş´arilere karşı amansız bir mücadeleye girişmişti. Halkın ve aydınların güven ve saygısını kazanarak büyük bir itibar ve nüfuz sahibi olan Şafii âlimlerinden üstad Ebu Sehl b. Muvaffak´ı kendisine rakip görmekte idi. Kendisinin azl edilip yerine Ebu Sehl´in getirilmesi endişesi içinde bulunan Kündüri, onu sultanın yanında kötülemeye ve suçlamaya başlamıştı. Bununla da yetinmeyerek, bid´at mezhebi mensuplarına camilerde minberlerden sövülmesi ve lanet okunması gerektiği konusunda Tuğrul Bey´den izin almaya muvaffak oldu. Bu izini istismar eden Kündüri; Eş´arileri de sövülmesi ve lanetlenmesi vacip olan bid´atçi mezhepler arasına soktu. Bunun neticesinde Eş´-ari olan vaiz, hatip ve kadılar görevlerinden atılmaya, takip edilmeye ve kovulmaya başlanmıştı. Bu fitne kısa sürede bütün şark vilayetlerine yayılmıştı (2).
Bir gün Sultan´dan, Kuşeyri, İmamu´l-Haremeyn, Reis Füratî ve Ebu Sehl´in yakalanmaları, ders vermekten men edilmeleri ve sürülmeleri hakkında emir çıktı. Kuşeyri ve Reis Furati polislerce yakalandı, hakaret edilerek ve sokaklarda süründürülerek şehrin kalesine hapsedildiler. Îmamu´l-Haremeyn Cüveynî, hapsedileceğini anlayıncaşehri terketti.
2. Kuşeyrî´nin. Şikayeti ehli´s-sUnne (Sübkî. II, 275) isimli eserinin konusu bu gibi baskılardır.
Kuşeyri de kendi öz vatanında rahat bırakılmayacağını bildiği için memleketinden, ailesinden ve dostlarından ayrılarak Bağdat´a geldi. Böylece on sene kadar (445-455) süren uzun ve çetin bir sürgün hayatı başlamış oldu.
Kuşeyri Bağdat´da Halife Kaim Biemrillah´tan yakınlık gördü, onun iltifatına ve ihsanına mazhar oldu. Halife, sarayındaki mes-cidde vaaz etme ve ders verme görevini ona verdi. Bizzat kendisi de vaaz ve derslere devam etti, ondan feyz aldı.
Kuşeyri, bu arada hacca gitti, kendisi gibi sürgünde bulunan Cüveynî ile burada buluştu. Hac esnasında, Kündürî´nin zulmünden ve baskısından kaçarak Hicaz´a gelen 400 kadar kadı bir araya gelmişti. Onun için bu seneye «Senetu´l-kudât» denilmişti. Kadılar, durumun halka anlatılmasına karar verdiler ve kendileri adına cemaata Kuşeyrî´nin hitap etmesinde ittifak ettiler. Bu durum, Kuşey-ri´nin ilim adamlarının saygı ve güvenini ne ölçüde kazandığını göstermesi bakımından ilgi çekicidir.
İbn Asakir´in, Tebyinu kizbi´l müfterî´de anlattığına göre, «Ey Horasan halkı! Ülkeniz…! Ülkeniz…!» diye konuşmasına başlayan Kuşeyri, «Şimdi Kündüri dilim dilim doğranıyor!» dedi. Gerçekten de o gün vezir Kündüri, yeni sultan olan Alparslan tarafından idam edilmiş, yerine de ulema dostu meşhur Nizamulmülk getirilmişti.
Hasmının ortadan kaldırıldığını öğrenen Kuşeyrî, uzun ve sıkıntılı yıllardan sonra vatanına ve ailesine döndü. Her ne kadar sürgünde geçirdiği yıllar kendisi için üzücü olmuşsa da bir çok tecrübe sahibi olmasına imkân vermiş olması bakımından da faydalı olmuştur. Nizamulmülk´ün genel olarak Eş´arileri, özel olarak Kuşeyrî´yi himaye etmesi. Risale müellifinin son on yılını rahat, huzur ve refah içinde geçirmesine imkân vermişti. Bu yıllarda her taraftan Ni-şabur´a gelerek Kuşeyri´nin derslerini, özellikle hadis derslerini dinleyen, eserlerini istinsah eden ve rivayet için icazet alanların sayısı binlere ulaşmıştı (3).
3. Sübkî´nın ifadesinden anlaşıldığına göre Kuşeyri Bağdat´a ve Hicaz´a bir kaç defa gitmiştir.
Ebu Ali Dekkak´ın kızı ve Kuşeyri´nin eşi Fatma Hatun âlime, zahide ve sofiye idi. Kuşeyri´nin bu hanımdan hepsi «Abd- ile başlayan 6 oğlu ile bir kızı dünyaya geldi. Hepsi de amelde Şafii, itikad-da Eş´ari idiler. Aynı şekilde bunların hepsi de alim, fâzıl, zâhid ve mutasavvıf zevat idi. önemli dini hizmetler ifa etmişler ve bir kısmı günümüze kadar gelen kıymetli eserler yazmışlardı. Hatta Kuşeyri´nin torunları arasında bile ilim çevrelerince bilinen meşhur âlimler yetişmiştir. Bu bakımdan Kuşeyrî örnek bir İslâm aile reisi sayılır.
Evlatları:
Ebu Nasr Abdurrahim Kuşeyrî (öl. 515/1121), el-Mecmü´ fi´t-tef-sir ve´t-te´vil isimli değerli tefsirin müellifidir (4). Ebu Said Abdülva-hid Kuşeyri (öl. 494/1100) (5), Ebu´l-Muzaffer Abdülmunim Kuşeyrî öl. 532/1137) (6), Ebu´1-Feth Ubeydullah Kuşeyri (Öl. 521/1127) (7), Ebu Sa´d Abdullah Kuşeyri.
Emetu´r-Rahim, Kuşeyri´nin kızı; es-Siyâk li-târihi Nişabur isimli eserin müellifi olan meşhur Hafız Ebu Hasan Abdulgâfir b. İsmail Fârisi´nin (öl. 529/1134) annesidir (8). Kuşeyri ve ailesi hakkında en mevsuk bilgileri toplayan bu eser: «es-Siyak fi zeyli tarihi Nişabur,» (The Histories of Nişabur) adıyla 1965´de Paris´te basılmıştır.
2. Kuşeyrî´nin fazilet ve meziyetleri
Kuşeyri hakkında bilgi veren tabakât kitapları onun birçok fazilet ve meziyetlere sahip bir hârika olduğundan bahsederler:
4. Sübkî, rv, 249.
5. Sübkl, m, 281-
6. Sübkî, IV, 264.
7. Sübkî, IV, 269.
8. tbn Hallikan, Vefeyatu´l-a´yan, III, 225.
Abdulgâfir b. İsmail (451-529/1059-1135): «Mutlak bir imam olan Kuşeyri; fıkıh, kelâm, tefsir, hadis, usûl, nahiv ve dil âlimi idi. Yazar, şâir ve sûfî bir zat idi. Asrının ilim dili, vaktinin beyi, Allah´ın insanlar arasında bir sırrı, şeyhlerin şeyhi, cemaatın üstadı, sûfîler taifesinin önde geleni, tarikata sülük etmek isteyenlerin kıblesi, hakikatin alemdarı, saadetin menbaı, güzelliğin hakikati idi. Kemâlde misli görülmemiş bir zat olan Kuşeyrî şeriat ile hakikati cem ve telif etmiş, tarikatın esaslarını en güzel bir şekilde şerh ve izah etmişti» (11).
Sübkî: «Zeynü´l-îslâm unvanı ile meşhur olan Kuşeyrî mutlak bir imam olup şarkta ve garpta meşhur olan Risâle´nin müellifidir. Talihinin yıldızı bu Risale ile parlamış ve şöhreti afâkı tutmuştu. İlim ve amel yönünden büyük âlimlerden bir âlim; fiil ve söz bakımından İslâmın erkânından bir rükün idi. İmamlar imamı, zifiri karanlıklar aydınlatıcısı ve sapıtanların kurtuluş rehberi idi. Sünnette kendisine tâbi olunan, sözü ile cennet ve cehennemin yolları aşikâr bir surette yekdiğerinden ayrılarak anlaşılır hale gelen şeyhler şeyhi, İslâm cemaatının üstadı, sûfîler zümresinin öncüsü ve çeşitli ilimleri nefsinde cem eden büyük bir allâme idi» (12).
Kuşeyri; cesareti, biniciliği ve silâhşorluğu ile de tanınmıştı. Son zamanın mutasavvıf geçinen şahısları gibi uyuşuk değil,´ faal, cevval ve hareketli bir şahıstı. Gerçek sûfilerde olduğu gibi, güzel sanatlara ilgi duymuştu. Büyük bir maharet ve ehliyetle Arapça şiir ve nesir halinde yazılar yazardı. Hüsn-i hatta üstad idi. îyi bir hatip; güzel, fasih ve beliğ bir konuşmacı idi. Bir meseleyi birkaç üslûp ile anlatma kabiliyetine mâlik bulunuyordu. Etrafındakilere tesir etmesini bilirdi. Latif ve hoş sözler söylerdi. Âyetlerden, hadislerden,
9. tbnü´I-tmâa, Şezerâtü´z-zeheb, IH, 320, (Beyrut, ts.).
10. a.g.e., IH, 321; Sübkî, Tabakâtü´ş-Şafiiyye, V, 373, (Mısır 1967).
11. Sübkî, a.g.e, V, 154; Mûnavi, el-Kevakib, II, 64.
12. Sübkî, a.g.e, ay. yer.
Taşköprüluzade Kuşeyri hakkında dikkate şayan bilgiler verir:
«Kuşeyri ki Zeynû´l-îslâm ile mülakkab ve müellif-ı Risâle-i meşhû-re´dir ki sair-i mesâir-i magrib ve meşriktir ve sahib-i besâietdir ki anınla necm-i saadet-i müşriktir. Asalette payesi fevk-i ferkadânı mütecaviz, belki küngüre-i tanm-i heftümfne beraber idi. Ve yine caiz idi ilim ve amelde ahad-i eimme-i müslimin ve fiil ve kavide a´zam-ı erkân-i millet ve din idi.. Muktedâ-i eimme ve râfi-i zulümât-ı dalâlet-i müdelhime idi ve bilcümle şeyhu´ş-şuyûh ve üstâdü´l-cema-at ve reisü´r-rûus ve mükaddemü´t-taife ve câmi-i eştât-i ulûm ve nâ-zım-i ukûd-i cevahir ve dürer-i mantûk ve mefhûm idL
Usûlî-i muhakkik ve mütekellim-i sünni ve muhaddis-i hafız ve müfessiri müttaki ve nahvj-i lügavi ve edib-i kâtib ve şair idi. Ve nihayet mertebede hatt-i hûbî var idi ve bir mertebede battal ve şücâ´ idi ki isti´mal-i silâh ve fürûsiyette sahib-i âsâr-i cemile idi. Ol asrm ahâlisi alelit-lâk icma ve ittifak etmişlerdir ki seyyid-i zaman ve kıdve-i vakt ve evân ve bereket-i müslimin ve imam-ı müttekin idi. Ve gayet ile ha-senü´l-mevize ve melihü´l-işâret ve câmi-i miyâne-i ilm-i şeriat ve hakikat ve ahseni şerh ile şârih-i usûl-i tarikat idi. Kuşeyriyyü´1-ebb Sülemiyyü´1-ümm idi. Nahiyeden beldeye hâzır olup ittifak ile huzûr-i üstad-i şehid Ebu Ali Dekkak´ın meclisine müsadif olup, şeyh-i mez-bûr lisan-i vakt ve zaman, sahib-i fesahet ve hoş zeban olmağın kelâmını istihsan ve kabul ve tarik-i irâdete sülük için şeyhin önün´de kıyam eyledi. Şeyh-i üstad dahi anı kabul idup taallûm-i ilm ile işaret eyledi. Ol dahi îmam Ebu Bekr´in dersine çıkup fıkha şurü eyledi. Badehu işaret-i üstad ile îbn Furek´in hizmetine devam eyledi. Andan dahi tahsil-i ilm-i usûl-i din idup ol il´mde dahi bari´ oldu ve andan usûl-i fıkıh dahi kıraat, badehu andan dahi fariğ oldu. Badehu îbn Furek vefat idicek Ebu îshak îsferaini´ye devam idup, meclisinde bulunup cerai-i derslerini istimâ iderdi. Badehu Bakillâni´nin kitaplarına nazar eyledi. Ba´dehü Ebu Ali kızını ana tezvic idup üstadın vefatından sonra Sülemi ile muaşeret eyledi, ta ki üstad-i Horasan oldu. Ba´dehu tasnife şurû idup tefsir-i kebirini tasnif eyledi. Vaaz ve fürûsiyette dahi rütbe-i âliye ve derece-i sâmiye sahibi idi. Üstad-ı mezburun tasanifi çoktur.
Cümleden Tefslrü´l-kebir ki ecved-i ve avzah-i tefasirdi. Ve Risâle-i meşhure-i mübarekesi ki hakkında demişlerdir ki: Bir hanede ol Risale ola ol haneye nekbet isabet etmek olmamıştır. Ve demişlerdir ki vakta ki Şeyh´e isabet-i maraz eyledi birkaç gün mürur eylediği gibi vefat eyledi» (13).
İmam Kuşeyrî´ye birçok kerametler de atfedilir. Zerkeşi bunlardan birini eserinde zikretmektedir: Kuşeyrî bir defasında Hz. Peygamber (s.a.) i (veya Hakk Taâlâ´yı) rüyasında gördü. Hz. Peygamber ona, «Seni neden bu kadar mahzun görüyorum», dedi. Kuşeyrî, «Oğlum hastalandı ve durumu çok ağırlaştı», dedi. Hz. Peygamber, «Şifa âyetleri ne güne duruyor, bu âyetleri topla ona oku, sonra bu âyetleri bir kabın içine yaz, bu kabı su ile yıka ve oğluna içir», dedi. Kuşeyrî kendisine tarif edileni yaptı ve çocuğu derhal şifa buldu.
Bu şifa âyetleri şunlardı: «O inanan bir kavmin göğsüne (ve gönlüne) şifa verir» (Tevbe, 9/14), «O kalplerde (ve göğüslerde) olana şifadır» (Yunus, 10/57), «Onda halk için şifa vardır. Bunda düşünen bir kavim için âyet (ve delil) vardır» (Nahl, 16/69), «Kur´an´-dan indirdiğimiz şeyleri, insanlara şifa ve rahmet olsun diye indiriyoruz» (îsra, 17/82), «Hasta olduğumda bana şifayı o verir- (Şua-ra, 26/80), «De ki o inananlar için bir hidayet ve bir şifadır» (14).
13. Taşköprülüzâde, Mevzuatu´l-ulum, I, 707, (Istanbul, 1313/1895). Kuşeyrî´nin hayatı ve eserleri için Bk.: Hücvirî, Keşfu´l-mahcub s 209 Sübki, Tabakatü´ş-Şafiyye, V, 150 (Mısır, 1967); Revzâtü´l-ceunat, s. 444, (Haydarâbâd, 1025); Suyûtl, Tabakft-tü´1-mttf«Mirin, s. 21, (Leyden, 1838); Zehebî, el-fl>er, IH, s. 259. (Beyrut, 1960); İbnü´l-Esir, Elkamus 31, İbnü´l-Esir elibab, II, s. 264, (Mısır, 1357); Ebul-Fidâ, el-Muhtasar fi ahbarf´I-beser, II, 199, (Mısır, 1321); Bustaat, Daireta´l-maarif, II, 316; Kehhale Ömer Rıza, Mu´cemu´l-mueUifiıi, VI, 6; İlm Cevzî, el-Muntazam, vm, 280, (Haydarâbâd, 1357); Hatib Bağdadi, Tarlbu Bagdad, XI, 83, (Kahire, 1349); Îbn Kestr, el-Bidaye ve>n-nihaye, XII, 107, (Kahire, 1348); Sem´ânl, el-Ensab, s. 453, (Leyden, 1912); Kıftl, Inbahu´r-ruvat, II, 1923, (Mısır, 1950); Îbn Tağriberdt, en-Nücûmu´e-zablre, V, 91, (Mısır, 1932); Îbn Hallllıan, Vefeyatü´l-a´yan, n, 378. (Kahire, 1367); Brockelmann, GAJL, Sup. II/l, 667-670; MunavI, el-Kevakibü´d-dürriyye, II, 64, (Mısır, 1938); Yafil, Miratü´l-cenan, II, 91, (Haydarâbâd, 1338); Îbn Asaklr, Tebyinü Jdzbi´l-mttfteri, s. 272, (Şam, 1347); Ahmet Ateş «Kuşeyrt» İslam ansiklopedisi, VI, 1035; Lamil Çelebi, Nafahat trc. s. 358; Taşköprülüzâde, Mevzûatli´l-ulûm, I, 791; ZirikH, el-A´lâm, IV, 180; MeceUeta´l-kttttab, m, s. 185; Cami, Nafahât, s. 313; K. KufraU, «Ku-5eyrî>, t Ü. Türk dili ve edebiyatı dergisi, sayı: 1 (1949).
14. Zerkeşi, el-Borhan, I, 435. «Havassu´l-Kur´an» bahsi.
Kuşeyrî, tasavvuf tarihi bakımından birinci derecede önemli olan isimlerden biridir. Tasavvuf anlayışının temel özelliği şu şekilde ifade edilebilir: Alabildiğine mistik, fakat daha çok dogmatik… azamî derecede sûfi lâkin daha fâzla müteşerri… mümkün olduğu kadar bâtıni bilgilere âşinâ olan bir arif, ama daha çok zahiri ilimlere vâkıf bir âlim… Bir taraftan Hallaç, Bistamî, Zunnûn ve Şibli gibi marifet görüşleri ve şatahları ile meşhur olan mutasavvıfları İslâm dairesinde görebilecek, hatta bunların kemâl sahibi birer veli olduklarına inanabilecek ölçüde derin bir mutasavvıf, diğer taraftan şeriatın en küçük bir hükmünü ihlâl edenlere en ağır hücumlarda bulunabilecek kadar şeriat ölçülerine bağlı… Şüphesiz ki o Hz. Mevlanâ ölçüsünde de bir mistik değildi. Ama Hz. Mevlâna da o ölçüde bir müteşerri değildi.
Kuşeyrî tasavvufi bilgileri (marifet, hakikat, sır) ve heyecanı (vecd, cezbe, hâl) Ebu Ali Dekkak ve Sülemî gibi o devrin en meşhur sûfilerinden almıştır. Kuşeyrî´nin şeyh ve üstad silsilesi şudur: Kuşeyrî, Ebu Ali Dekkak, Ebu Kasım Nasrabazî, Şibli, Cüneyd, Se-riyyü´s-Sakatî, Ma´ruf Kerhî, Dâvud Tâi, Ferkadü´s-Senci, Hasan Bas-rî, Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber (s.a.) (15). Bu silsilede yer alan şeyhlerin hepsi de şeriata bağlı âbid ve zâhid sûfîlerdir.