a. Kuşeyrî ve Gazali
Son zamanlarda yapılan araştırmalarda, Kuşeyrî ile Gazalî´nin tasavvufta giriştikleri teşebbüslerin mukayese edilmesi âdet olmuştur. Gerçekten de tasavvufa yeni bir istikâmet vermiş olan bu iki mühim şahsiyetin harcadığı çabaların karşılaştırılması ve değerlendirilmesi konuya ışık tutmuştur.
Önce, Gazali´nin şeyhi Ebu Ali Farmedî´nin Kuşeyri´nin müridi olduğunu ve Gazalî´nin Risaleden istifade ettiğini hatırlatalım. Ayrıca Gazalî´nin hocası olan Ebu Meali Cüveyni, geniş ölçüde Kuşey-ri´den faydalanmıştı. Gerek Kuşeyri gerekse Gazali tasavvufla şeriatı uzlaştırmak (cem telif, telfik etmek) için çok ciddî gayretler sarfetmişlerdir. Fakat sarfedilen gayretin ciheti ve istikameti birbirinden farklıdır.
40. Nureddin Şariba, Tabakat-ı sûflye, önsöz, s. 49.
41. Hücviri, Keşful-mahcub, s. 230.
O asırda şeriatı önemsemiyen bir tasavvuf anlayışı her tarafta hüküm sürmeye başlamış, zahirî hükümlere lâyık olduğu değeri vermeyen bir mutasavvıflar topluluğu ortaya çıkmıştı. Bu sebeple Sünni ve muhafazakâr muhitlerde tasavvuf yâ kökten reddediliyor veya reddedilmese bile kuşku ile karşılanıyordu. Şeriatla tasavvuf arasındaki irtibat geniş ölçüde koptuğundan mistik cereyanlar Sünni muhitine nüfuz edemiyorlardı. Sünniler, mutasavvıfların bir kısmını reddediyor, bir kısmını ihtiyatla karşılıyor ve pek az bir kısmını kabul ediyorlardı.
Kuşeyri, Risale´sine hakiki sûfîleri methederek işe başlamış, bunların şeriata saygı gösteren ve zahirî hükümlere göre hareket etmeyi gaye bilen büyük şahsiyetler olduklarını belirttikten sonra artık o saygıdeğer büyüklerin kalmadıklarını, onların yerini cahil, lâübâli, zevkine ve keyfine düşkün, her şeyi mubah sayan bir guruhun aldığım anlatarak mutasavvıf geçinen bu sahte sofulara şiddetle çatmıştır.
Dikkat edilecek husustur ki,Kuşeyri ehliyetsiz mutasavvıfları kötülemek için onlara olanca gücü ile yüklenirken, ehliyetsiz zahir ulemasının aleyhinde Risâle´ye bir kelime bile yazmamıştır. Gazali, zahir ulemasının ehliyetsiz kısmını da yetkisiz mutasavvıflar kadar acı bir dille kötülerken Kuşeyrî sadece sahte sofuları yermekle iktifa etmiştir. Gazali «Rüsum uleması» adı taktığı şekilci ve taklitçi zahir ulemasına her vesile ile hücum etmeyi görev bilmiştir. Kuşeyri buna lüzum görmemiştir.
Esasen Kuşeyri´nin her konuda yaptığı şey budur. O, hangi mutasavvıfta veya sûfiyâne görüşte şeriata aykırılık görürse bunlara şiddetle çatar ve reddeder. Diğer yandan şeriata uygun olduğuna kesinlikle inandığı tasavvufi görüşleri eserine alarak bunları okuyucusuna takdim eder. Şüpheli hususlardan dikkatle kaçınır. Kuşeyrî, bu usûl ile tasavvufu şeriata zıt veya şüpheli olan unsurlardan ayıklamış, yabancı tesirlerden temizlemiş, îslâma uygun bir şeklini bulup ortaya çıkarmış, bu teşebbüsü ile tasavvufu şeriata yaklaştırarak aralarını telif etmiştir. Kuşeyri´nin bu çalışmalarından sonra artık muhafazakâr Sünnîler bile tasavvuftan ürkme ve çekinme psikolojisini terkedip bu hareketi gönülden benimseme vaziyetine girmişlerdir. Kuşeyri´den sonra tasavvufun Sünnî muhit içersinde emin ve hızlı bir şekilde yayılmasının sebebi budur (42).
42. Kuşeyrî, Risale, ». 240.
Gazali ehliyetsiz zahir uleması ile sahte sofuları ve bunların görüşlerini büyük bir maharetle reddettikten sonra ehliyetli zahir uleması ile hakiki sûfîler arasında bir zıddiyetin bulunmadığını ispat etmiştir. Ayrıca o, birçok zahiri hükümleri eserine alarak bunların tasavvufa uygun izahlarını yapmıştır. Kuşeyri, tasavvufi görüşlerin şeriata uygun tefsirlerini yaparken, Gazali zahiri hükümlerin tasavvufa uygun izahlarını “yapmıştır. Onun için Kuşeyrî, nasları te´vil etmeye Gazali kadar ihtiyaç duymamıştır. Zahir ulemasının Kuşeyrî´den çok Gazali´-yi tenkit etmelerinin sebebi budur.
Ebu´l-Alâ Afifi´nin şu sözleri bu bakımdan önemlidir: «Risâle-nin başında Kuşeyri´nin mutasavvıflara karşı çıkışları ve onları tasavvufun ilk şekline dönmeye davet etmesi, îlk sûfîlerin şeriata sımsıkı sarıldıklarını ve kelimenin tam mânasiyle Hz. Peygamber´in yolunu takip ettiklerini gösterir. Hiç şüphe «yok ki Kuşeyrî, mutasavvıfların «hakikat» adını verdikleri tasavvuf anlayışlarına itimad ederek şeriata karşı gevşek ve ilgisiz davrandıklarını gördüğü için bu konuda feryatlar koparmıştır.
Kuşeyri´nin haykırışları boşa gitmedi, şeriatın hükümlerine riayet ve dini hükümleri koruma konusunda yaptığı davet neticesiz kalmadı. Ondan yarım asır sonra gelen Gazali, şeriatla hakikati, dini inançlarla tasavvufu uzlaştırmak görevini omuzladı. Tasavvufa temel teşkil edecek dini esasları ortaya koydu. Böylece tasavvufun unsurlarını Kur´an ve hadisteki hükümlerle mükemmel bir şekilde kaynaştırdı. Bu hareketi ile tasavvufun değerini, ona düşman olanların gözünde bile yüceltmiş oldu.
Gerçi Gazali aradığı hakikati tasavvufta bulmuştu, fakat bu onu şeriattan ayırmadı, selef akidesinden uzaklaştırmadı Tersine şeriatın kudsi-yetini ve ezelî olan Allah ile sonradan yaratılan varlıkları arasında bir benzerliğin bulunmadığını her fırsatta izah etti. Bu iki prensibe daima sadık kaldı» (43).
b. Kuşeyrî ve İbn Arabi
Risale ile Fusûsu´l-hikem ve el-Futûhatü´l-Mekkiye mukayese edildiği zaman arada büyük fark bulunduğu derhal dikkati çekecektir. Vahdeti vücud fikri İbn Arabi tarafından ortaya atılmıştır. Fakat hulul, ittihat ve imtizaç gibi hususlar karşısında takındığı tavrı malum olan
Kuşeyrî´nin vahdet-i vücûd karşısında alacağı vaziyeti tahmin etmek pek güç değildir, İbn Arabi´nin tasavvufu felsefi bir tasavvuftur. Kuşeyrî ise tasavvufu felsefenin sınırlarını hiç bir zaman aşmamıştır, İbn Arabi´nin eserlerinde şeriata zıt gibi görünen pek çok şey vardır. Risalede ise bunlardan eser yoktur. Onun için îbn Arabi´yi tenkit eden şeriat uleması Kuşeyrî´ye daima saygı duymuştur.
c. Kuşeyrî ve Mevlana Celâleddin Rumî
Kuşeyrî ile Mevlanâ´yı mukayese ettiğimiz zaman da buna benzer bir sonuçla karşılaşırız. Mevlanâ´nın tasavvuf anlayışının temeli aşk, sevgi, semâ, vecd, cezbe ve istiğrak gibi mistik hallerdir. Mesnevî´sinde ve Divan-ı Şems´de vecde gelen ve coşan Hz. Mevlanâ Kuşeyrî´den çok daha mistiktir. Fakat amel, takva, vera´ ve ahlâk gibi hususlara çok daha fazla önem veren Kuşeyrî Hz. Mevlanâ´dan daha çok muteşerridir.
d. Kuşeyrî ve İmam Rabbani
Kuşeyri ile büyük Nakşi şeyhi imam Rabbani karşılaştırıldığı zaman Kuşeyri´nin daha çok muteşerri olduğu görülür. Şüphesiz ki Nakşîlik ve İmam Rabbani şeriata bağlılık ve zahiri hükümlere saygılı olma konusunda büyük titizlik göstermişlerdir. Ama onlar bu konuya ne kadar büyük ehemmiyet verirlerse versinler yine de Kuşeyrî´ye yetişemezler. Fusûs kadar olmamakla beraber îmam Rabbani ve Mektubât´ta felsefi tasavvuf ve metafizik görüşler vardır. Vahdet-i vücûd geniş ölçüde kabul edilmiştir. Kuşeyrî´de ise bu gibi hususlardan eser yoktur. Hatta Kuşeyri vahdet-i vücuda Gazali kadar bile yakın değildir, ihtimal ki Kuşeyri´nin bir tarikat kurucusu olarak kabul edilmemesi, ona izafe edilen bir tarikatın sonradan bile kurulmamış olması sisteminde, ahlâk ve takvaya tasavvufi hallerden daha büyük bir ehemmiyet verilmiş olmasından ileri gelmektedir.