Büyük islam alimi İmam-ı Muhammed Gazalî [450] hicrî senesinde Tus şehrinde tevellüd etmiş, 505 [m. 1111] senesinde, yine orada vefat etmiştir. Yüzlerce kitabı içinde, son yazdığı (Kimya-i saadet) ismindeki kitabında, dördüncü rüknün altıncı aslında, farisî olarak buyuruyor ki: Enbiya suresi, kırk yedinci ayetinde mealen, (Kıyamet günü terazî kuracağım. O gün, kimseye zulmedilmeyecektir. Herkesin, dünyada yapmış olduğu zerre kadar iyilik ve kötülüklerini meydana çıkarıp, terazîye koyacağım. Herkesin Hesabını yapmaya yetişirim) buyurdu. Bunu haber verdi ki, herkes dünyada kendi hesabına baksın.
Peygamberimiz buyurdu ki: (Akıllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder. İkincisinde, Allahü Teala’ya münacat eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir sanatta veya ticarette çalışıp, helal para kazanır. Dördüncüsünde, istirahat eder ve mubah olan şeylerle kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez). İkinci halîfe, Ömer-ül-Faruk, [23 senesinde Medîne-i Münevvere’de vefat etti. Hücre-i Saadet’tedir] buyurdu ki, hesabınız görülmeden evvel, kendinizi hesaba çekiniz! Allahü Teala, mealen buyurdu ki: (Şehvetlerinizi, [yani nefsin arzularını] haramlardan almamaya uğraşınız ve bu cihadda sebat ediniz, dayanınız!). Bunun içindir ki, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar yeri gibi olduğunu ve burada, nefis ile alış-verişte olduklarını anlamışlardır. Bu ticaretin kazancı Cennettir. Ziyanı da Cehennemdir. Yani karı, ebedî saadet, ziyanı da, sonsuz felakettir. Bunlar nefslerini, ticaretteki ortak yerine koymuşlardır. Ortak ile, önce şartname yapılır, sözleşilir. Sonra, işlerine, sözünde durup durmadığına dikkat edilir.
Nihayet hesaplaşılıp, hiyanet yapmışsa mahkemeye verilir. Bunlar da, nefisleri ile, bir ortak gibi, sıra ile şu işleri yaparlar: Şirket kurmak, onu murakabe edip gözetmek, muhasebe, yani hesaplaşmak, muakabet yani cezalandırmak, mücahede yani onunla uğraşmak ve muatebet yani onu azarlamaktır:
Birinci iş, şirket kurmaktır. Ticaret ortağı insanın para kazanmakta ortağı olduğu gibi, bazen de, hıyanet yapınca, düşmanı olur. Halbuki,dünyada kazanılan şeyler, muvakkattir. Aklı olan, buna kıymet vermez. Hatta, bazıları, (Geçici olan hayır, sonsuz kalan şerden daha kıymetsizdir) dedi. İnsanın her bir nefesi, kıymetli bir cevher gibidir ki, bunlardan bir hazîne yapılabilir. Asıl bunu hesap etmek icap eder. Aklı olan kimse, her gün, sabah namazından sonra, hatırına hiç bir şey getirmeyip, ortağı olan nefsine demelidir ki: (Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrar ele geçemez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. Ömür bitince, ticaret sona erer. Ticarete sarılalım ki, vaktimiz azdır ve ahıret uzun ise de; orada ticaret ve kar olmaz.
Bu dünya günleri, o kadar kıymetlidir ki, ecel gelince, bir gün izin istenir, fakat ele geçmez. Bugün, bu nîmet elimizdedir. Aman nefsim, çok dikkat et de, bu büyük sermayeyi elden kaçırma! Sonra ağlamak, sızlamak, fayda vermez. Bugün, ecelin geldiğini, daha bir gün müsaade etmeleri için, yalvardığını, sızladığını ve sana, bir gün bağışladıklarını ve şimdi, o günde bulunduğunu farz et! O halde, bu günü elden kaçırmaktan, bununla, saadete kavuşmamaktan daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi, dilini, gözlerini ve yedi azanı haramdan koru!
Cehennemin yedi kapısı var, demişlerdir. Bu kapılar senin yedi uzvundur. Bu uzuvları haramdan korumaz isen ve bugün ibadet yapmaz isen, seni cezalandırırım! Nefis asî, emirleri yapmak istemez ise de, nasihat dinler ve riyazet yapmak, istediklerini vermemek, ona te’sîr eder. İşte nefis muhasebesi böyle olur. Resulullah buyurdu ki, (Akıllı kimse, ölmeden önce Hesabını gören, ölümden sonra kendisine yarıyacak şeyleri yapan kimsedir). Bir kere de buyurdu ki: (Yapacağın her işi, önce düşün, Allahü Teala’nın razı olduğu, izin verdiği bir iş ise, onu yap! Böyle değilse, o işten kaç!). İşte hergün, nefis ile böyle şartlaşmalıdır.
İkinci iş, murakabedir. Yani, nefsi kontrol etmek, ondan gafil olmamaktır. Ondan gafil olursan, kendi şehvetlerine ve tembelliğine döner. Allahü Teala’nın, her yaptığımızı, her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar, birbirinin dışını görür. Allahü Teala ise, hem dışını,hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin, işleri ve düşünceleri edepli olur. Buna inanmayan kafirdir.
İnanıp, muhalefet etmek ise, büyük cesarettir. Allahü Teala mealen buyuruyor ki: (Ey insan! Seni her an gördüğümü bilmiyor musun?). Bir Habeş, Resulullah efendimizin huzuruna gelip, (Çok günah işledim. Tövbem kabul olur mu?) dedikte, (Evet, olur) buyurdu. O günahları işlerken, O, görüyor mu idi? dedi; (Evet) buyurunca, Habeş, bir ah! çekti ve yıkılıp can verdi. Îman ve haya böyle olur.
Peygamberimiz buyurdu ki, (Allahü Teala’yı görür gibi ibadet ediniz! Siz, Onu görmüyorsanız da, O sizi görüyor). Onun gördüğüne inanan, Onun beğenmediği bir şeyi yapabilir mi? Büyüklerden biri, bir talebesini, başkalarından daha çok severdi. Ötekiler, bu hale üzülürdü. Her birine bir kuş verip, (Bunu, kimsenin görmediği bir yerde kesip getiriniz) dedi. Hepsi tenha bir yerde kesip getirdi. O talebe ise, kesmeden getirdi. (Niçin sözümü dinlemedin, canlı getirdin?) buyurdukta, (Kimsenin görmediği bir yer bulamadım. O, her yeri görüyor.) dedi. Diğerleri, bunun müşahede makamında olduğunu anladılar.
Mısır maliye nazırının zevcesi olan Zelîha, Yusuf aleyhisselamı, kendisine çağırınca, önce kalkıp büyük olduğunu sandığı, bir heykelin yüzünü örttü. (Bunu, niçin örttün?) buyurdukta, ondan utandığım için, dedi. (Sen, bir taş parçasından utanıyorsun da, ben yerleri ve yedi kat gökleri yaratan, Rabbimin görmesinden utanmaz mıyım?) buyurdu.
Biri, Cüneyd-i Bağdadîden (207-298 [m. 910] Bağdadda) sorup, (Sokakta, kadınlara, kızlara bakmaktan kendimi men edemiyorum. Bu günahtan kurtulmak için ne yapayım?) dedikte, (Allahü Teala’nın seni, senin o kadını görmenden daha çok gördüğünü düşün!) buyurdu. Peygamberimiz buyurdu ki: (Allahü Teala, Adn ismindeki Cenneti, şu kimseler için hazırladı ki, günah işleyecekleri zaman, Onun büyüklüğünü düşünüp, Ondan haya ederek, günahlardan kaçınırlar).
[Kadınların, saçları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları haramdır. Îmanı olan kadınlar, Allahü Teala’nın gördüğünü düşünmeli, yabancı erkeklere çıplak görünmemelidir].
Abdüllah ibni Dînar diyor ki, Ömer ile Mekke-i Mükerreme’ye gidiyorduk. Bir çoban sürüsünü dağdan indiriyordu. Halîfe buyurdu ki, bu koyunlardan birini bana sat! Ben köleyim. Bunlar benim malım değil, dedi. Efendin ne bilecek, kurt kaptı dersin! O bilmezse, Allahü Teala biliyor ya, deyince, Ömer, ağladı ve efendisini bulup, bu köleyi satın aldı ve azad etti ve (Bu sözün, seni bu dünyada azad ettiği gibi, o cihanda da azad eder) buyurdu.
Üçüncü iş, amellerden sonra yapılacak muhasebedir. Her gün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermayeyi, kardan ve zarardan ayırmalıdır. Sermaye farzlardır. Kar da, sünnetler ve nafilelerdir. Ziyan ise, günahlardır. İnsan, ortağına aldanmamak için, onunla hesaplaştığı gibi, nefse karşı daha uyanık davranmak lazımdır. Çünkü nefis, çok hîleci ve yalancıdır. Kendi arzularını, sana iyi, faydalı gösterir. Her mubahı bile sormalı, bunu niçin yaptın demelidir. Zararlı birşey yaptı ise, tazmîn ettirmeli, ödetmelidir.
İbnissamed, büyüklerden idi. Altmış hicrî senelik hayatının Hesabını yaptı. Yirmi bir bin beş yüz gün idi. Ah! Her gün, en az, bir günah yapmış isem, yirmi bir bin beş yüz günahtan nasıl kurtulurum? Halbuki, öyle günlerim oldu ki, yüzlerce günah işlerdim, diye düşünerek, bir feryat edip yıkıldı. Baktılar, ruhunu teslim etmişti. Fakat, insanlar, kendilerini hesaba çekmiyorlar. Eğer her günah işledikte, odasına bir kum koysa, bir kaç sene içinde oda kum ile dolar. Eğer, omuzlarımızdaki katip melekler, her günahı yazmak için, bir kuruş isteseydi, malımızın hepsini vermemiz lazım gelirdi. Halbuki, gaflet ile, çeşitli düşünceler ile, birkaç sübhanallah desek, tesbîhi alır, sayar, yüz kere söyledim deriz de, her gün boşuna, nice şeyler söyleriz, bunları saymayız. Saymış olsak, her gün, binleri aşar. Sonra da, terazîde sevap kefesinin ağır basacağını umarız. Bu nasıl akıldır. İşte, Ömer, bunun için buyurdu ki: (Amelleriniz tartılmadan evvel, kendiniz tartınız!).
Ömer her akşam, kamçı ile ayaklarına vurup, bugün niçin böyle yaptın? derdi. İbni Selam odun yüklenmiş taşıyordu. Sen hammal mısın? dediklerinde, nefsimi tecrübe ediyorum, bakalım nasıl olacak, dedi. Enes [91 de vefat etti] diyor ki, Ömer’i gördüm, kendi kendine diyordu ki, (Yazıklar olsun sana ey nefsim ki, sana, emîr-ül-müminin diyorlar. Ya Allahü Tealadan kork veya Onun azabına hazırlan!).
Dördüncü iş, nefse ceza yapmaktır. Nefis ile hesap yapıp, kusurlarını görüp, ceza verilmez ise, cesaret bulur, şımarır. Kendisi ile başa çıkılamaz. Şüpheli şey yemiş ise, aç bırakmalı, yabancı kadınlara bakmış ise, iyi mubahlara baktırmamalı. Her azaya böyle ceza vermelidir.
Cüneyd-i Bağdadî (298 [m. 910] de Bağdat ‘ta vefat etti) diyor ki, (İbnil Kezîtî, bir gece cünüb oldu. Gusletmeye kalkarken, nefsi tembellik etti ve hava soğuk, hasta olursun, sabır et, yarın hamama git dedi. Entari ile gusletmeye yemin eyledi. Öyle yaptı ve Allahü Teala’nın emrinde gevşeklik yapan nefsin cezası budur, dedi.
Birisi, bir kıza baktı, sonra pişman olup, ceza olarak serin su içmemeye yemin etti ve içmedi. Ebu Talha bağında namaz kılıyordu. Güzel bir kuş, yanına kondu. Ona dalarak, kaç rekat kıldığını şaşırdı. Nefsine ceza olarak, bağı fakirlere sadaka verdi. [Ebu Talha Zeyd bin Sehl-i Ensarî bütün gazalarda bulundu. (34) yılında 74 yaşında vefat etti.] Malik bin Abdüllah-il Hes’amî diyor ki, Rebahül Kaysî gelip babamı sordu. Uyuyor dedim. İkindiden sonra yatılır mı dedi ve gitti. Arkasından gittim. Kendi kendine: Ey boşboğaz! Senin nene lazım ki, başkasının yatmasına karışırsın. Ahdim olsun ki, bir sene başını yastığa koymayacaksın, diyordu.
Temîm-i Darî uykuya dalıp, akşam namazını kaçırmıştı. Nefsine ceza olarak, bir sene uyumamaya ahd etti. [Temîm-i Darî Eshab-ı kiramdan idi.] Mecma’ büyüklerden idi. Bir pencereye bakarak, bir kız gördü. Bir daha yukarı bakmamaya ahd etti.
Beşinci iş, mücahededir ki, bazı büyükler, nefsleri kabahat yapınca, ceza olarak çok ibadet ederlerdi. Abdüllah ibni Ömer bir namazda, cemaate yetişmeseydi, bir gece uyumazdı. Ömer, bir cemaati kaçırdığı için, iki yüz bin dirhem gümüş kıymetindeki bir malı sadaka verdi. Abdullah ibni Ömer, bir akşam namazını geciktirmişti. Hava kararıp iki yıldız görünmüştü. Bu kadar geciktirdiği için, iki köle azad eyledi. Böyle yapanlar çoktur.
Nefsine ibadetleri seve seve yaptıramayan kimseye en iyi ilaç, salih bir zatın yanında bulunmaktır. Onun ibadetleri zevk ile yaptığını görerek, kendi de alışır. Birisi diyor ki, ibadet yapmak için, nefsimde tembellik gördüğüm zaman, Muhammed bin Vasî ile sohbet ediyorum. [Muhammed bin Vasî 112 [m. 721] de vefat etti.] Onunla birlikte bulunmakla, nefsimin bir hafta içinde, ibadetleri seve seve yaptığını görüyorum. Bir Allah adamını bulamayanlar, daha evvel yaşamış, salih insanların hayatını okumalıdır. Ahmed bin Zerîn bir tarafa bakmazdı. Sebebini sordular. Allahü Teala, gözleri, dünyadaki intizama, her şeydeki inceliklere ve Onun kudret ve azametine ibret ile bakmak için yarattı. İbret almadan, istifade etmeden bakmak hatadır dedi. Ebüdderda diyor ki, dünyada, üç şey için yaşamak isterim: Uzun gecelerde namaz kılmak için, uzun günlerde oruç tutmak için ve salih kimselerin yanında oturmak için. [Ebüdderda Eshab-ı kiramdandır. Hazrec kabîlesindendir. Şam’da ilk valî idi. (33) de vefat etti.] Alkama bin Kays nefsi ile çok mücahede ederdi. Nefsine neden bu kadar azab ediyorsun? dediklerinde, onu çok sevdiğim için, onu Cehennemden korumak için derdi. Sana bu kadar sıkıntı emrolunmadı dediklerinde, yarın başımı dövüp, niçin yapmadım dememek için, cevabını verirdi. [Alkama, Tabiînin büyüklerindendir. İbni Mes’udün talebesidir. Altmış bir de vefat etti.]
Altıncı iş, nefsi tekdîr etmek, azarlamaktır. Nefis yaratılışta iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur ve hep tembellik etmek ve şehvetlerine kavuşmak ister. Allahü Teala, bizlere, nefislerimizi, bu huyundan vazgeçirmeyi, yanlış yoldan, doğru yola çevirmeyi emir buyuruyor. Bu vazîfemizi başarabilmek için, onu bazen okşamamız, bazen zorlamamız ve bazan söz ile, bazan da iş ile, idare etmemiz lazımdır. Çünkü, nefis, öyle yaratılmıştır ki, kendine iyi gelen şeylere koşar ve buna kavuşmakta iken rastlayacağı güçlüklere sabır eder.
Nefsin, saadete kavuşmasına mani olan en büyük perde, gafleti ve cehaletidir. Gafletten uyandırılır, saadetinin nelerde olduğu gösterilirse, kabul eder. Bunun içindir ki, Allahü Teala, Zariyat suresinde, mealen, (Onlara nasihat et! Nasihat, müminlere elbette fayda verir) buyurdu. Senin nefsin de, herkesin nefsi gibidir. Nasihat ona tesir eder. O halde önce kendi nefsine nasihat et ve onu azarla!
Hatta, onu azarlamaktan hiç geri kalma! Ona de ki: Ey nefsim! Akıllı olduğunu iddia ediyorsun ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. Halbuki, senden daha ahmak kim var ki, ömrünü boş şeylerle, gülüp eğlenmekle geçiriyorsun. Senin halin, şu katile benzer ki, polislerin, kendisini aradıklarını ve yakalayınca, idam edeceklerini bildiği halde, zamanını eğlence ile geçiriyor. Bundan daha ahmak kimse olur mu? Ey nefsim! Ecel sana yaklaşmakta, Cennet ve Cehennemden biri, seni beklemektedir. Ecelinin, bugün gelmeyeceği ne malum? Bugün gelmezse, bir gün elbette gelecek. Başına gelecek şeyi, geldi bil! Çünkü, ölüm kimseye vakit tayin etmemiş ve gece veya gündüz, çabuk veya geç, yazın veya kışın gelirim dememiştir. Herkese ansızın gelir ve hiç ummadığı zamanda gelir. İşte ona hazırlanmadın ise, bundan daha büyük ahmaklık olur mu?
O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! Günahlara dalmışsın. Allahü Teala, bu halini görmüyor sanıyorsan, kafirsin! Eğer gördüğüne inanıyorsan, çok cüretkar ve hayasızsın ki, Onun görmesine önem vermiyorsun! O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Hizmetçin sana itaat etmezse, ona nasıl kızarsın! O halde, Allahü Teala’nın sana kızmayacağından nasıl emîn oluyorsun! Eğer Onun azabını hafîf görüyorsan, parmağını aleve tut! Yahut, kızgın güneş altında bir saat otur! Yahut da, hamam halvetinde fazlaca kal da, zavallılığını, dayanamayacağını anla! Yok eğer, dünyada yaptıklarına ceza vermeyecek sanıyorsan, Kur’an-ı kerime ve yüz yirmi dört binden ziyade Peygambere inanmamış oluyorsun ve hepsini yalancı yapmış oluyorsun. Çünkü, Allahü Teala, Nisa suresinin yüz yirmi ikinci ayetinde mealen, (Günah işleyen, cezasını çekecektir) buyuruyor. Kötülük eden, kötülük görür. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Günah işleyince, O kerimdir, rahîmdir, beni affeder diyorsan, dünyada, yüz binlerce kişiye niçin zahmet, açlık ve hastalık çektiriyor ve tarlasını ekmeyenlere mahsulünü vermiyor! Şehvetlerine kavuşmak için, her hîleye baş vuruyorsun ve o vakit Allahü Teala kerimdir, rahîmdir, istediklerimi zahmetsiz bana gönderir demiyorsun. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim! Belki inandığını, fakat sıkıntıya gelemeyeceğini söyleyeceksin. Fazla sıkıntıya dayanamayanların, az bir zahmet ile, bu sıkıntıyı önlemeleri lazım olduğunu, Cehennem azabından kurtulmak için, dünyada zahmete katlanmanın farz olduğunu, demek ki bilmiyorsun. Bugün dünyanın bir miktar zahmetine dayanamazsan, yarın Cehennem azabına ve ahiretteki zillet ve alçaklığa ve tard olmaya, kovulmaya nasıl dayanacaksın? O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Para kazanmak için çok zahmet ve aşağılıklara katlanıyor ve hastalıktan kurtulmak için, bir yahudi doktorun sözü ile, bütün şehvetlerinden vazgeçiyorsun da, Cehennem azabının, hastalıktan ve fakirlikten daha acı olduğunu ve ahiretin dünyadan çok uzun olduğunu bilmiyorsun. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Sonra tövbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tövbe etmeği, bugün etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. Çünkü tövbe, geciktikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca, hayvana yokuş önünde yem vermeye benzer ki, faydası olmaz. Senin bu halin, şu talebeye benzer ki, dersine çalışmayıp, imtihan günü hepsini öğrenirim sanır ve ilim öğrenmek için, uzun zaman lazım olduğunu bilemez. Bunun gibi, pis nefsi temizlemek için de, uzun zaman mücahede etmek lazımdır.
Ömür, boşuna geçince, bir anda, bunu nasıl yapabilirsin? İhtiyarlamadan önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin ve sıkıntı çekmeden önce rahatlığın ve ölmeden önce hayatın kıymetini niçin bilmiyorsun? O halde yazıklar olsun sana ey nefsim! Kışın muhtaç olacağın şeylerin hepsini, niçin yazdan hazırlayıp hiç geciktirmiyorsun ve bunları elde etmek için, Allahü Teala’nın merhametine, ihsanına güvenmiyorsun? Halbuki Cehennemin zemherîri, kışın soğuğundan az değildir ve ateşinin sıcaklığı, temmuz güneşinden aşağı değildir. Bunların hazırlığında, hiç kusur etmiyorsun da, ahıret işlerinde gevşek davranıyorsun. Bunun sebebi nedir? Yoksa ahiret ve kıyamet gününe inanmıyor musun ve kalbindeki bu küfrü, kendinden de mi saklıyorsun? Bu ise, ebedî felaketine sebeptir. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Marifet nurunun himayesine sığınmayıp da, öldükten sonra, şehvet ateşinin, canını yakmasından, Allahü Teala’nın lütfü ve merhameti ile kurtulacağını sanan bir kimse, kalın elbisesinin himayesine girmeden, kışın soğuğunun, Allahü Teala’nın lütfü ile kendisini üşütmeyeceğini sanan kimseye benzer. Bu kimse, bilemiyor ki, Allahü Teala, birçok faydaları sağlamak için, kışı yaratmış ise de, lütuf ve merhamet ederek, elbise yapılacak şeyleri de yaratmış ve insanlara, elbise yapmak için akıl ve düşünce vermiştir. Yani, Onun ihsanı, elbise temînini kolaylaştırmakta olup, elbisesiz üşümemek şeklinde değildir. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Günahların Allahü Teala’yı kızdırdığı için, azap çekeceğini zannetme ve günahlarımın Ona ne zararı var ki, bana kızıyor deme! Zannettiğin gibi değil. Seni yakacak olan Cehennem azabı, senin içinde ve şehvetlerinden meydana gelmektedir. Nitekim, insanın hastalığı, yidiği zehirden ve içine giren zararlı şeylerden meydana gelmekte olup, tabîbin sözlerini dinlemediği için, onun kızmasından hasıl olmuyor. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Ey nefsim! Anladım ki, dünyanın nîmetlerine ve lezzetlerine alışmışsın ve kendini onlara kaptırmışsın! Cennete ve Cehenneme inanmıyorsan, bari ölümü inkar etme! Bu nîmet ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! Bunları istediğin kadar sev, istediğin kadar sıkı sarıl ki, ayrılık ateşi, sevgin kadar çok olur. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Dünyaya niye sarılıyorsun? Bütün dünya senin olsa ve dünyadaki insanların hepsi sana secde etse, az zaman sonra sen de, onlar da toprak olacaksınız! İsmleriniz unutulacak, hatırlardan silinecek. Geçmiş padişahları hatırlayan var mı? Halbuki sana dünyadan az bir şey vermişler. O da bozulmakta, değişmektedir. Bunlar için, sonsuz Cennet nîmetlerini feda ediyorsun. O halde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Bir kimse, kıymetli ve sonsuz dayanıklı bir mücevheri verip, bununla, kırık bir saksı satın alırsa, ona nasıl gülersin? İşte dünya, alınan saksı gibidir. Onu kırıldı bil ve ebedî cevheri, elinden çıktı bil ve sana pişmanlık ve azab kaldı bil! Bunlar ile ve bunlar gibi sözlerle, herkes nefsini azarlıyarak, kendi hakkını ödemeli ve nasihate, önce kendinden başlamalıdır! Allahü Teala, doğru yolda gidenlere selamet ihsan buyursun! Amîn.