Hilm; nefsi öfke heyecanından alıkoyuş, [34] yavaş ve uslu oluş demektir.
Hilm ve tahammül, gücü yettiği halde affetmek, hoşlanılmayacak şeylere sabretmektir.
Hilm, tahrik edici sebepler karşısında sebat ve kararlılığın çoğalma halidir.
Tahammül; elem ve ezâ verici davranışlar karşısında kendini tutmak, nefsine hâkim olmaktır.
Sabır da bunun gibidir.
Afv ise, suçluyu muaheze etmeyi bırakmak, azarlama ve cezalandırmadan vazgeçmektir.
Yüce Allah bütün bunlar hakkında Peygamberimiz Aleyhisselamı terbiye edip yetiştirmiştir.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Şüphe yok ki Allah ahlâkî faziletleri evliyasına tahsis etmiştir.
Kendinizi yoklayınız; eğer onları kendinizde bulursanız, Allah’a hamd ediniz. Bulamazsanız, talep ediniz!” buyurdu.
“Onlar nelerdir?” diye sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Yakîn, kanaat, sabır, şükür, akıl, mürüvvet (insaniyet), hilm, sehâvet, şecaat!” buyurmuştur.
Her hilm sahibinden, muhakkak bir zelle (sürçme) sadır olmuştur.
Fakat Peygamberimiz Aleyhisselam bundan masun bulunmuş, ezâ ve işkencelerin çoğalması kendisinin ancak sabrını arttırmıştır.
Hilm sıfatı, Peygamberimiz Aleyhisselamın Tevrafta anılan belirli vasıfları arasında idi.
İmam Zührî’nin bildirdiğine göre; bir Yahudi demiştir ki:
“Resûlullahın Tevratta görülen sıfatlarından başka hiçbir sıfatı kalmamıştı.
Ben kendisini alışveriş neticesinde belli bir vade ile otuz dinar borçlandırmış, vadeye bir gün kala yanına gidip:
‘Ya Muhammedi Hakkımı öde! Zaten, siz Abdulmuttalib oğulları cemaatinin âdeti borçlarını uzatıp durmaktır!1 demiştim.
Ömer b. Hattab, bana:
‘Ey kötü Yahudi! Vallahi, Resûlullahın evinde olmasaydın, senin gözünü patlatırdım!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Ya Ebâ Hafs! Allah seni yarlıgasın!
Biz senden bundan başka türlüsünü görmek ihtiyacında idik.
Sen bana onun üzerimde bulunan hakkını güzellikle ödememi söyleyecek, ona da hakkını tahsilde yardımcı olmakla beraber alacağını isterken daha nazik davranmasını tavsiye edecektin!’ buyurdu.
Benim Resûlullaha karşı cahilce, kaba ve katı hareketim kendisinin hilmini arttırmaktan başka birnşey yapmadı.
Bana:
‘Ey Yahudi! Senin hakkının ödeme günü ancak yarın sabah girecektir!’ buyurduktan sonra, Ömer’e:
‘Ya Ebâ Hafs! Onu yarın günün başlangıcında istediği hurma bahçesine götür!
Eğer beğenirse, kendisine şu kadar sa’ hurma verve hakkından biraz da fazla ver! Verirken, ‘Sana şu kadar da fazla veriyorum!’ de!
Eğer bu bahçedekine razı olmazsa, kendisine filanca bahçeden şu kadar hurma ver!’ buyurdu.
Ömer, beni hurmasını beğendiğim bahçeye götürdü. Oradan, Resûlullah Aleyhisselamın dediği kadar hurma verdi.
Emrettiği fazlayı da verdi.”
Deniliyor ki; Yahudi, hurmayı teslim aldığı zaman:
“Ben şehadet ederim ki; Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Muhammed Aleyhisselam da Allah’ın Resûlüdür!
Ey Ömer! Gördüğün şeyi yapmaya beni sevkeden, Resûlullah Aleyhisselamın Tevrat’ta yazılı bütün sıfatiarını-hilm sıfatı hariç-kendisinde görmüştüm. Bugün kendisinin hilmini denemiş, onu da Tevrat’ta yazılı olduğu şekilde bulmuşumdur.
Seni şahit tutarım ki; şu hurma ile malımın yansı Müslümanların fakirlerine bağışlanmıştır!” dedi.
Hz. Ömer:
“‘Onlardan bazısına’ de!” dedi.
Yahudi de:
“Onlardan bazısına!” dedi.
Bu Yahudi, küfür üzerinde yaşayan yüz yaşlarındaki tek ihtiyarlan hariç, bütün ev halkıyla birlikte Müslüman oldu.
Allah onlardan razı olsun!
Yahudi bilginlerinden ve zenginlerinden Zeyd b. Su’ne (Sa’ne) der ki:
“Muhammed Aleyhisselamın yüzüne bakınca, kendisinde peygamberlik alâmetlerinden iki şeyden başka zuhur etmedik birşey kalmadığını anladım.
Kendisindeki hilm sıfatı, karşılaştığı cahillik ve kabalığı geçiyor mu, geçmiyor mu?
Kendisine karşı en ağır, cahilce ve kabaca davranışlar, hilmini arttırıyor mu, arttırmıyor mu?
Bu hususta henüz bir bilgi edinememiş; eğer kendisiyle düşer kalkarsam herhalde bunu da öğrenirim, demiştim.
Resûlullah Aleyhisselam, günlerden bir gün, yanında Ali b. Ebu Talib bulunduğu halde, odalardan birinden dışan çıktı.
O sırada, hayvan üzerinde, bedevîye benzeyen bir adam çıkageldi ve:
‘Yâ Rasûlallah! Köy halkından filan oğulları Müslüman olup İslâmiyete girdiler.
Onlara, Müslüman olurlarsa geçimlik geleceğini söyler dururdum.
Yağmursuzluk, kuraklık yüzünden son derecede kıtlık sıkıntısına uğradılar.
Yâ Rasûlallah! Ben onların sizlerden birşeyler umarak girdikleri İslâmiyetten çıkmalarından korkuyorum!
Eğer onlara birşeyler gönderip yardım etmeyi uygun görürsen, gönder!dedi.
Resûlullah adama baktı, sonra yan tarafına bakınca Ali’yi gördü.
Ali:
‘Yâ Rasûlallah! Onlara verilecek hiçbir şey kalmadı!’ dedi.
Bunun üzerine, ben hemen Resûlullahın yanına sokulup:
‘Yâ Muhammed! Sana ait filan oğullarının bahçesinden şu kadar zaman sonra vermek üzere bana şu miktarda hurma satsan olmaz mı?’ dedim.
Resûlullah:
‘Hayır! Olmaz ey Yahudi! Fakat sana şu kadar zaman sonra belli miktarda hurma satabilirim!’buyurdu.
Filan oğullarının bahçesinden diye isim açıklamadı.
Ben de:
‘Olur! dedim.
Bana satış yapınca, kasama gidip şu kadar müddet sonra şu kadar hurmaya karşılık kendisine seksen m işkal altın verdim.
Onu hemen o adama teslim edip:
‘Onlara adalet üzere paylaştır ve kendilerine bununla yardım et!’ buyurdu.
Alacağımınvadesinden iki veya üç gün önce, Resûlullahınyanına vardım. Gömleğinin ve ridasının yakasından tuttum. Asık ve ekşi bir suratla yüzüne dik dik baktım ve:
‘Yâ Muhammed! Hakkımı daha ödemeyecek misin?
Vallahi ey Abdulmuttalib oğulları! Sizin borcunuzu ödemede kötü davranıcı olduğunuzu, hep uzatıp durduğunuzu bilmezdim.
Sizinle düşüp kalkmak, öyle olduğunuzu bana öğretti!’ dedim.
Ömer’in yüzüne baktığım zaman, gözleri döner felek gibi dönüyordu!
Sonra, gözlerini bana dikti ve:
‘Ey Allah düşmanı! Sen misin Resûlullah Aleyhisselama işittiğim sözleri söyleyen, gördüğüm şeyleri yapan?!
O’nu hak din ve kitabla peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, eğer kendisinden çekin-meseydim, muhakkak kılıcımla vurup kelleni uçururdum!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam, sükûnet içinde gülümseyerek Ömer’e baktıktan sonra:
‘Ya Ömer! Ben ve o, senden bu türlü davranıştan başkasını görmek ihtiyacında idik!
Sen, borcumu güzellikle ödemeyi bana tavsiye, alacağını güzellikle istemesini de ona tavsiye edecektin!
Ey Ömer! Git! Ona hakkını öde! Yirmi sa’ da fazla olarak ver! buyurdu.
‘Ey Ömer! Bu fazla bana ne için veriliyor?’ diye sordum.
Ömer
‘Resûlullah Aleyhisselam, sana şiddet göstermiş olmamın yerine bu fazlayı vermemi bana emretti!’ dedi.
Ömer’e:
‘Ey Ömer! Beni tanıdın mı?1 diye sordum.
Ömer
‘Hayır, tanımadım! Sen kimsin?’ dedi.
‘Zeyd b. Sa’neyim!’ dedim.
Ömer
‘Yahudilerin bilgini mi?’ diye sordu.
‘Yahudi bilgini!’ dedim.
Ömer
‘Öyleyse, Resûlullah Aleyhisselama yaptığın şeyi yapmaya seni sevkeden ne idi?’ diye sordu.
Kendisine:
‘Ey Ömer! Muhammed Aleyhisselamın yüzüne bakınca, kendisinde peygamberlik alâmetlerinden iki şeyden başka birşey kalmadığını anladım.
Hilm sıfatı, karşılaşacağı cahillik ve kabalığı geçiyor mu, geçmiyor mu? En kaba ve cahilce davranışlar kendisinin hilmini arttırıyor mu, arttırmıyor mu?
Bu hususta henüz bir denemede bulunmamıştım.
İşte, ona söylediklerimi ancak bu maksatla söyledim ve kendisinde aradığım bu sıfatların da bulunduğunu gördüm.
Ey Ömer seni şahit tutanm ki; ben Allah’ı Rab, İslâmiyeti din, Muhammed Aleyhisselamı da peygamber olarak kabul ettim!
Ve yine seni şahit tutarım ki; malımın yarısı Muhammed Aleyhisselamın ümmetine sadakadır. Çünkü, ben servetçe onlardan zengin bulunuyorum!1 dedim.
Ömer
‘Onlardan bir kısmına, de! Çünkü sen onların bütününe tasaddukta bulunmaya mal yetiştiremezsin!’ dedi.
Ben de:
‘Onlardan bir kısmına!’ dedim.”
Zeyd b. Su’ne, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına dönünce:
“Şehadet ederim ki; Allahtan başka hiçbir ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki; Muhammed Aleyhisselam Allah’ın kulu ve resûlüdür!” diyerek iman, ikrarve bey’at etti.
Enes b. Malik der ki:
“Resûlullah Aleyhisselamla birlikte yürüyordum. Resûlullahın üzerinde Necran kumaşından yapılma, kalın yakalı bir cübbe vardı.
Bir bedevî, arkadan yetişip Resûlullahın cübbesinden şiddetle çekti.
Kendisine doğru öyle şiddetli bir çekişle çekti ki, Peygamber Aleyhisselam bedevinin göğsüne doğru yöneldi.
Cübbe yırtıldı da, cübbenin yakası Resûlullahın boynunda kaldı.
Resûlullahın boynuna baktım; bedevinin çekişinin şiddetinden, cübbenin yakası Resûlullahın boynunda iz bırakmıştı!
Bedevî:
‘Ya Muhammed! Allah’ın senin yanında bulunan malından[45] şu iki devemin üzerine yükle!
Çünkü sen bana ne kendi malından, ne de babanın malından yükleyecek değilsin!’ dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, biraz sustuktan sonra:
‘Mal Allah’ın malıdır! Ben de onun kuluyum!
Ey A’râbî! Sen bana yaptığın şeyden dolayı misliyle mukabele olunacaksın!1 dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
‘Hayır! Allahtan mağfiret dilerim!
Hayır! Allah’tan mağfiret dilerim!
Hayır! Allah’tan mağfiret dilerim ki, beni çekiştirdiğinden dolayı ben de seni çekiştirip ödeşmedikçe senin için birşey yüklemeyeceğim!’ buyuruyor, bedevî de her defasında:
‘Vallahi ben bundan dolayı misliyle mukabele ettirmem!’ diyordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Niçin ettirmiyorsun?!’ diye sordu.
Bedevî:
‘Çünkü sen kötülüğü kötülükle karşılamaz, cezalandırmazsın da, onun için ettirmem!’ dedi.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam güldü. [48] Sonra da bir adam çağırdı ve:
‘Şu iki deveden birisine arpa, diğerine hurma yükle!1 buyurdu.”