Huş Der Dem : Anlamı alınan her nefeste kalbi uyanık tutmak. Yani her nefeste huzuru muhafaza etmek. Alınan her nefeste bunun bir nimet olduğunu,Allah tarafından verilmiş bir fırsat olduğunu bilmek. O nefesi Yüce Allah’ı hatırlayarak almak ve aynı şekilde vermeye çalışmak. Allah´tan gafil olarak tek nefes dahi almamak. Bu hali kendine yerleştirmek ve her yerde ve her zaman Allah (c.c.) ile olmaya doğru kendi için bir kapı aralamak.Allah’a doğru yapılan manevi yolculukta bunu bir vesile kılmak.
Büyük alim Mevlana Sadettin Kaşgarî bu ölçüyü «Bir nefesten bir nefese geçerken asla gaflete düşmemek ve huzurda olmak» diye tarif etmektedir. Muttakilerin İmamı Hoca Ubeydullah Hazretleri ise bu Allah’a yakınlaşma vesilesini şöyle tarif etmişlerdir :
— Bu yolda nefesi muhafaza ve ona riayet etmeyi mühim tutmuşlardır. Gerektir ki her nefes huzur ve bilgi ile alınıp verilsin.
Şah-ı Nakşibend Hazretleri ise şöyle buyurmuşlardır :
— Bu yolda terakkinin temeli nefes üzerindedir. Her nefeste hale bakmalı ve mazi ile istikbali düşünmekten uzak kalmamalıdır. Nefesin giriş ve çıkışında iki nefes arasını öyle muhafaza etmelidir ki hiç biri vücuda gafletle girip vücuttan gafletle çıkmasın.
İnsana ilk başta zor gibi gelen bu hal, aslında çalışma, üzerine eğilme ve Allah için azim sahibi olmak ile elde edilebilecek bir şeydir.İnsanlardan bu hali yaşayanlar öyle bir hale gelmektedirler ki, Allah’ı içlerinden zikrederken dünyevi işlerini de yapabilmektedirler.Kalp kendi vazifesi olan zikir ve huzur halini korurken, diğer azalarda o anda başka işlerle uğraşabilmekte ve akılda kendine düşeni yapabilmektedir. Şeyh Muhammed Haznevi Hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardır : Adabı tatmayan ve yaşamayan, bu insanlarla beraber olmayan bu yolu anlayamaz. Bu adabı yaşayan ve tatbik eden, ruhu pahasına dahi olsa bu yolu tercih eder.
Nazar Ber Kadem :
Bu ıstılah göz ayağa bakacak manasına gelmektedir. Bu adabı yaşamaya çalışan kişi şehirde, sahrada, yolda, her nerede olsa zaruri durumlar dışında gözünü ayağına yöneltecek, daima yere ve önüne bakarak yürüyecektir. Böylece gözünü başıboşluktan,her istediği ve dilediği yere bakmaktan koruyacaktır .Bu günümüzde her yandan fısk ve fücur ile dolu olan sokaklarda, caddelerde kişiyi haramlardan koruyacak ve Allah’a yaklaştıracak çok önemli bir adap ve vesiledir. Bilindiği gibi göz nereye bakar,neye nazar ederse gönülde oraya akmaktadır. İnsanın hem dışarıdaki kötülüklerden korunması ve hem de bir yerden bir yere giderken kendi iç alemine yönelip, Rabbini unutmaması onun için önemli bir haslettir.
Rahmân´ın kulları öyle kimselerdir ki, yeryüzünde mütevâzi olarak yürürler, câhiller kendilerine laf atarsa “Selâm” derler. (Furkan Suresi 63. Ayet )
Büyük alim,fazilet sahiblerinin imamı Şeyh Muhammed Muta Haznevi Hazretleri şöyle buyurmuşlardır: Varlık aleminde sevilmeye Allah Teala’dan daha layık ve değerli hiçbir şey yoktur. Allah Subhanehu ve Teala yegane fazl, ikram ve ihsan sahibidir. O bizi yoktan var edendir. Bizi yeryüzünde halife kılandır. Yeryüzündeki her şeyi bizler için yaratandır. Bize sayısız ve hesapsız nimetlerini bahşedendir. Bizler hiç bir şey bilmiyorken her şeyi bize öğretendir. Sevilmeye ve yaklaşılmaya layık Allah tan başka hiç kimse yoktur! İşte bunun içindir ki, Efendimiz Muhammed aleyhissalatü vesselam şöyle dua ederdi: “Ey Allah’ım! Senden, Senin sevgini, Seni sevenlerin sevgisini ve Senin sevgine yaklaştıracak amellerin sevgisini istiyorum!” (Tirmizi)
Sefer Der Vatan :
Vatanda sefer manasına gelen bu tabir, Allah’ın rızasını arayan kişinin kötü ahlakından, beşerî, nefsani ve şehevi sıfatlarından sıyrılıp iyi ahlak ve meleki sıfatların yurdu olan aslî vatanına sefer etmesi manasına gelmektedir. İnsan aslında bir yolcudur. Bu ruhlar aleminden anne karnına,oradan çocukluğa,çocukluktan gençliğe,gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre,haşirden ebedi bir hayata doğru devam eden bir yolculuktur. İnsan aynı mekanda yaşamasına rağmen sürekli sefer halindedir. Zaman düzleminde olan bu yolculuk yanında, insan için bir de manevi ve ruhi bir yolculuk vardır.Bu bir tarafı aşağıların en aşağısı olan esfel-i safiline, diğer tarafı ise meleklerden de üstün olman alay-ı illyyine doğru olan çift taraflı bir yolculuktur. Bu yolculukta insan için gayretine göre pek çok makam ve seviye vardır.
Manen bulunduğu halden daha yücesine çıkmak için çare aramak,örnek alınacak Salih kişilerin yanına gitmek, ahlakını güzelleştirmek için kendine bir ahlak hocası bulmaya çalışmak,böylesi yüce şahsiyetlerin hizmetinde olmak kişinin iç aleminde gerçekleşen seferini, manevi yürüyüşünü tamamlaması için vazgeçilmezdir.
Şeyh Muhammed Muta Haznevi Hazretleri şöyle buyurmuştur: İnsan, Allah Subhanehu ve Teala’ya hizmet için ve O’nu tanımak için vardır. İnsan, Allah Sübhanehu ve Teala’ya kulluk ve O’nun emirlerine itaat için ve O’nun yasakladığı ve men ettiği şeylerden uzaklaşmak için vardır. Bu insanın Allah Teala’dan başka bir varlığa hizmet etmesi, kendini Allah Sübhanehu ve Teala’ya kulluğun dışında bir şeyle meşgul etmesi caiz ve mümkün değildir. Çünkü bütün alem insanın emrinde ve Allah Teala’nın izniyle insana hizmet için çalışmaktadır. Nitekim Allah Teala Kitab-ı Aziz inde şöyle buyurur: ” Allah’ın göklerdeki ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmüyor musunuz?” (Lokman, 20)
Halvet Der Encümen :
Meclislerde ,topluluklarda yalnızlık.İnsanlar arasında kendi ile olmak. Kendini bulmak için insanlardan ve toplumdan kopmamak. Onlarla birlikte iken,Allah c.c. ile de birlikte olabilmek. Kalbi Allah’a yöneltmek.Bir yerde insanlar arasında otururken, boş ve anlamsız şeylerle insanlar uğraştığında iç alemine yönelmek.Orada Rabbini hatırlamak, O’nu zikretmek.Halkla beraber olmak,insanlardan kopmamak. Fakat bunu yaparken kalbin Allah ile olan bağından uzaklaşmaması için onu kontrol altında tutmak. Derinden derine, içten içe O’nunla olmaya devam etmek.
Hoca Bahaeddin Nakşibend Hazretlerine sormuşlar:
— Sizin tarikatınızın esası nedir? Buyurmuşlar:
— Halvet der encümen, toplulukta yalnızlıktır. Zahirde halk, batında hak ile olmak.
Ve buyurmuşlar : Bizim tarikatımızın esası sohbettir.Halktan uzaklaşmakta şöhret, şöhretteyse afet vardır.Hayır cemiyettedir. Cemiyet de sohbettedir.Elverir ki, her iki tarafın hakkı verilsin ve birinden birine saplanıp kalınmasın.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
İnsanların arasına katılan ve onların eziyetine katlanan müslüman,insanların arasına katılmayan ve onların eziyetine katlanmayan müslümandan hayırlıdır.” (Tirmizi, Sıfat-ül Kıyamet: 2509, İbn-i Mace,K.Fiten: 4032)
Yad-ı Kerd :
Dilin kalp ile beraber zikri. Dili damağa yapıştırarak, dudakları ve ağzı kapalı tutmak sureti ile Allah’ı zikretmek.
Hoca Ubeydullah Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
— Zikirden murad, kalbin Allah´tan bilgi edinmesidir. Bu bilgi meydana gelince zikir yerini buldu demektir. Eğer gönül ehli sohbetinde bu bilgi meydana gelmezse zikre devam etmek lazımdır. Zikirde en kolay ve sağlam yol, nefesini göbeği altında hapsedip, dudağını dudağına ve dilini damağına yapıştırmak suretiyle olandır. Kalbin hakikati onun duygu ve anlayış merkezi olmasıdır ki,o her tarafa yönelir .Dünyayı ve dünya işlerini hep o düşünür ve göz açıp kapayıncaya kadar yerleri, gökleri ve bütün alemleri dolaşır. İşte onu(kalbimizi) bütün fikirlerden caydırıp, (uzaklaştırıp) tiksindirip, (tüm dikkatini) yürek dediğimiz maddî et parçasına döndürmek ve zikirle (Allah’a ) bağlamak lazımdır.
Şeyh Muhammed Haznevi Hazretleri ise şöyle buyurmuşlardır : Tüm vücudun ıslahı, kalbin ıslahına bağlıdır. Kalbin ıslahının şartı da Allah´ın zikridir. Allah ( C.C ) Kur´an-ı Kerim´de : “Bilesiniz ki kalpler ancak Allah´ın zikri ile mutmain olur.´´ buyurmaktadır.
Ebu Hureyre Abdurrahman İbn-i Sahr radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Allah Teâlâ sizin yüzlerinize ve mallarınıza değil, kalblerinize ve amellerinize bakar” (Müslim, Birr 34)
Sizi yanımızda değerli kılacak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır. Ancak imân edip güzel ve hayırlı işler yapanların durumu başkadır.Onlara yaptıklarının kat kat fazlasıyla mükâfat verilecektir.(Sebe Suresi 34.Ayet)
Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; bozulursa, bütün vücut bozulur.İşte bu et parçası kalpdir” (Buhari,İmân 39; Müslim,Müsâkât 107,108)
Baz-ı Keşt :
Zikir esnasında ihtiyarsızca, istemeden hatıra gelen, iyi ve kötü her fikri nefyetmek, kovmak. Böylece tam bir ihlas ile zikir edebilmenin yolunu açmak.Kalbin tam bir ihlas ile Allah’a yönelmesini sağlamak. Zikirde kalbin «Allah’ım, benim muradım Sensin, Senin rızandır; başka hiç bir şey değil! » itminanına ermesi şarttır.Kalpte başka alakalara yer kaldıkça böyle bir itminan teşekkül edemez ve zikir halis olamaz. Başlangıçta bu itminana ulaşılamasa da yine zikri bırakmamak ve bu his elde edilinceye kadar zikre devam etmek gerekir.İnsan tam bir huzurla ve tüm ilgilerden kurtulmuş bir şekilde zikir yapamasa bile, yine de Allah’ı anmaya deva etmelidir.Yolda olmak, samimi olmak ve gayret etmek bir gün netice verecektir.
Bu konuda Mevlana Aliyüddin Hazretleri kendi başlarından geçenleri şöyle anlatmışlarıdır:
— Başlangıçta ilk zikir emrini aldığım zaman «Allah’ım, benim muradım Sensin, Senin rızandır; başka hiç bir şey değil!» fikrini benimsemedim,böyle bir iddiadan utandım. Zira bu iddiada sadık değildim. (Allah’a karşı) Yalan söylemiş olacaktım. Vaziyeti üstadıma anlattım. Dediler ki: «İnsan bu sözde sadık olmasa bile yalanını hakikat haline getirinceye kadar onda sabit olmalıdır.» Sonradan işin hakikatini anladım.Tam doğruluk, işte, yalanı bile gerçeğe çevirmeğe bakan bu sebat ve ısrardadır.
Nigah-ı Daşt :
Bu havatırın, yani kalbe ânî olarak gelen yabancı ve uzaklaştırılması gereken his ve fikirlerin murakabesidir. Bunlara karşı uyanık olmak ve onları kovmak için hazır olma halidir. Şeytan insanın aklına kötü, faydasız veya boş fikirler getirmekte ve onun zamanını en azından boşa geçirmesini sağlamaya çalışmaktadır.İnsanı günaha, onu yapamazsa gaflete düşürmeye uğraşmaktadır. Bunun içinde kalbe çeşitli fikirler atmakta ve insanı bunlara tabi olmaya yöneltmektedir. Bundan korunmaya çalışmak ve kalbi kontrol etmeyi öğrenmek gerekmektedir. Bu gafletten, boş ve gereksiz düşüncelerden uzak olma hali her geçen gün daha fazla artırılmaya çalışılmalıdır.
Sadeddin Kaşgarî Hazretleri bu bahiste şöyle buyurmuşlardır:
— Mürid, bir veya iki saat, hatta mümkün olduğu takdirde daha fazla süre kendisini havâtırdan korumalıdır.
Hoca Ubeydullah Hazretlerinin üstün halifelerinden Mevlana Kasım buyurdular ki: Nigah-ı Daşt kişide o dereceye erişmelidir ki, güneşin doğuşundan batışına kadar müridin gönlüne hiç bir yabancı şey uğramamalıdır. Öyle ki, insanda hayal kuvveti kendi kendini azletmiş hale gelmelidir.
Hakikat ehlince malumdur ki, hayal kuvvetini yarım saat için bile yok edebilmek son derece güç ve nadirlerin nadiri bir iştir.
Yad-ı Daşt :
Her an ve mekanda, vicdan ve zevk yoluyla Allah´tan haberli olmak halini kazanmak. Bazıları bu hali kendinden geçmeksizin, kendini kaybetmeksizin, manevi güzelliğin kişinin aklını elinden almaksızın huzur halini koruması şeklinde ifade etmişlerdir.
Öyle erler vardır ki onları ne ticâret, ne alım satım, Allah´ı anmaktan ve namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkar onlar. (Nur Suresi 37.Ayet)
Hoca Ubeydullah Hazretleri, Yâd-Kerd,Baz-Geşt,Nigâh Daşt ve Yad-Daşt ölçülerini şöyle özetlemiştir :
Yad-Kerd, zikirde tekellüf, mübalağayla ısrardan ibarettir.
Baz-Geşt Allah´a dönüş ve adım atış,her anışta Allah´ı murad ediniştir.
Nigah-Daşt, dille söylemeksizin (içten) Allah´a dönüş halini muhafaza etmektir.
Yad-Daşt ise Nigah-Daşt halini derinleştirmekten ve bilgiyle kullanmaktan ibarettir.
Böylesi bir insan artık göründüğünde Allah hatırlanılan, yanında olmakla huzur bulunulan ve kendisiyle olmak Allah’a yakınlaştıran örnek ve önder birisi olmuştur.
Vukuf-u Zamani :
Bu mesele de Şah-ı Nakşibend Hazretleri şöyle buyurmuşlardır :
— Müridin bütün uğraşma ve didinmelerini neticeye bağlayan ve onu muradına eriştirmekte en büyük müessirlerden biri olan «Vukuf-u Zamani», insanın her an kendi halini bilmesi halinin şükrü mü, özrü mü gerektirdiğini anlaması demektir.
Yakup Şerhî:
— Bahaeddini Nakşibend Hazretleri, bize, kabz (manevi sıkışma) halinde istiğfar; bast (manen genişleme) halinde de şükür ile emir buyurmuşlardır. İşte bu iki hale dikkat ve riayet Vukuf-u Zamanî ilkesidir.
Vukuf-u Zamanî tasavvuf büyüklerince nefs murakabe ve muhasebesinden ibarettir. Hoca Hazretleri:
— Muhasebe, her geçen saatin huzur veya gaflet noktasından hesaplanmasıdır. Eğer vaziyette noksan varsa «Baz-ı Geşt» usulüne sarılıp amele yeniden başlanması lazımdır.
Şeyh Muhammed Haznevi Hazretleri insanlara gayret noktasında şöyle seslenmiştir :
“Ey Nefs!Sen değerli eşyaları ucuza almak istiyorsun. Maalesef çalışmadan ve amelsiz o değerli eşyalara sahip olman mümkün değildir. İnsan bal yemeyi istiyorsa, bal almaya gittiği zaman arıların sokmasına tahammül etmesi gerekir. Maksuda ve matluba varabilmesi için mutlaka meşakkatlere, eziyetlere ve sıkıntılara tahammül etmesi gerekir.
Vukuf-u Adedi :
Zikir sayısına dikkat ve riayet etmek. Hoca Bahaeddin-i Nakşibend Hazretleri, kalbi zikirde sayıya dikkat ve riayetin dağınık havâtırı (akla gelen her türlü dağınık düşünceyi) toplayıp sildiğine işaret etmiştir. Amaç dikkati belli bir sayıda zikre verip,böylece başka düşüncelerin kalbe girmesine engel olmaktır. Hacegan yolunda «Vukuf-u Adedî», mücerret sayı saymak değil, sayı çerçevesi içinde kalbi zikri derinleştirmektir. Gerektir ki bir nefeste, 3, 5, 7 veya 21 kere Allah ismi zikredilsin ve bu kemiyet ölçüleri mutlaka tek rakamlarla bitsin. Böylece kişi fırsat buldukça Allah’ı zikretsin ve bu zikri yaparken kalbini toplamak için bunu 3-5-7-9….21 gibi sayılarda tekrarlayarak gerçekleştirsin.
Hoca Alaeddin Attar Hazretleri şöyle buyurmuştur:
— Dava kemiyette değil, keyfiyette çok zikirdir. Yani huzur ve şuurla çok zikir. Kemiyet ne kadar fazla olursa olsun, eseri has olmayınca boşuna yorgunluk demektir.
Vukuf-u Kalbi :
İki manaya gelmektedir: Biri, zikir edenin Allah´ı bilmesidir. Öyleki gönülde Allah’tan başka bir şey olmayacaktır.
Hoca Ubeydullah Hazretleri bu konuda şöyle söylemişlerdir:
— Zikirde zikredilenden haberdar olmak,kalbin uyanık olması ve gönlü ona inhisar ettirmek. Bu kalbi uyanıklığa; manevi görüş,eriş, vücut ve «Vukuf-u Kalbî» derler.
Diğer manası ise, zikir esnasında dikkati sol tarafında bulunan kalbin üzerinde zahiren yoğunlaştırmasıdır. Yüce Allah (c.c.) nasıl ki zaman ve mekandan münezzeh olmasına rağmen, bizler namaz kılarken Kabe’ye yöneliyorsak, kişi de zikir esnasında kalbini Kabe gibi düşünüp,dikkatini oraya vererek, Allah’ı zikretmelidir.
Şeyh Muhammed Muta Hazretleri şöyle buyurmaktadırlar: Babam Şeyh kuddisesırruh şöyle derdi: “Allah Tealaya muhabbetin esası ve temeli, Allah Subhanehu ve Teala’nın ihsanlarını, O’nun kemalinin sıfatlarını bilmek, O’nun fazl u kereminin bilincine varmak ve O’nun ihsan ve rahmetini hissetmektir.” Çünkü Allah Tealayı nimetlerinde ve sıfatlarının mükemmelliğinde tanıyan kimse O’nu sever. İnsanın Allah Tealayı tanıma ve marifeti hangi derecedeyse, Allah Subhanehu ve Teala’ya olan muhabbeti de o derecede olur.İşte bunun için, Peygamber aleyhissalatu vesselam, insanlar içinde Allah Teala’yı en çok seven kişidir. Çünkü Allah Azze ve Celle’yi en iyi tanıyan insan odur. Efendimiz aleyhissalatü vesselam Allah Tealaya en çok şevk ve iştiyak duyan kimseydi.
Bu anlatılan hallere kavuşmanın vesilelerinden birisi de vukuf-u kalbi ilkesini uygulamaktan geçmektedir. Bu hususta büyük İmam Şeyh Ahmed Haznevi Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
Ey Kardeşim, Allah Sübhanehuyu zikr etmek süreksizdir. Hattâ kul her zaman onu yapmakla emrolunmuştur. Diğer ibadetler ise, her birisinin ayrı ayrı özel olarak bir vakti vardır. O vakitten başka bir zamanda yapılması câiz değildir. Hatta ibadetlerin en efdali namaz olduğu halde, şüphesiz bazı vakitlerde kılınması caiz olmaz. Fakat kalben yapılan zikir bütün durum ve hallerde kuldan istenilmektedir. Kalp ile (sessiz olarak) Allah´ı zikretmek müridlerin kılıcıdır.
|