Belkıs Kıssası Ve Evliyanın Himmeti-Hz.Süleyman (a.s.) Belkıs’ı İslam dinine ve kendi hükümranlığı altına girmeye davet etmişti.Belkıs müşavirlerine danıştıktan sonra,elçiler ile hediyeler göndererek Hz.Süleyman’ın (a.s.) gerçek bir Peygamber mi yoksa bir dünya hükümdarı mı olduğunu anlamak istedi.Elçiler geldiğinde Hz.Süleyman onlara şu şekilde hitap etti:
“Süleyman´a geldiklerinde: ´Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz? Allah´ın bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Ama belki de siz hediyenizle sevinirsiniz. Onlara dön! And olsun ki, güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız´ dedi.” (Neml Suresi 36-37.Ayet) Bunun üzerine elçiler geri döndüler.Olanları Belkıs’a anlattılar.Belkıs Hz.Süleyman’ın (a.s.) “(Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi. Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince,o bilsin ki,Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur,çok kerem sahibidir.” (Neml Suresi 38-40.Ayet) Böylece Belkıs’ın tahtı göz açıp kapayıncaya kadar Hz.Süleyman’ın (a.s.) huzuruna getirilmiş oldu.Kitaptan kendisine verilmiş bir ilme sahip olan kimse onu ifritten çok çok daha büyük bir hızla huzura getirmiş oldu. İmam Taberi tefsirinde Hz.Süleyman´ın (a.s.), tahtın getirilmesinde acele etmesinin sebebinin ,Peygamberliğini İspatlamak ve Allah´ın yüce kudretini göstermek olduğunu söylemiştir. Zira bir anda muhteşem bir tahtın Yemen´den Filistin´e (ya da bulunduğu yerdeki ordu karargahına) getirilmesi büyük bir hadisedir.Bunun karşısında Allah´ın (c.c.) kudretinin büyüklüğünü kabul etmemek mümkün değildir. Melikenin tahtını cinlerden ifrit Hz.Süleyman (a.s.) makamından kalkmadan getirebileceğini söylemişken, nezdinde kitaptan ilim bulunan kişi ise onu,Hz.Süleyman gözünü açıp kapamadan önce getirebileceğini söylemiş ve bunu başarmıştır.Tefsir alimleri bu zatın alim bir insan olduğunu belirtmişlerdir.Onun kimliği konusunda ise ihtilaf vardır. Abdullah b.Abbas ve Yezid b.Ruman´a göre bu zat, Hz. Süleyman´ın kâtipliğini yapan “Âsif b.Berhiya”dır. Bu kişi takva sahibi birisiydi.Allah´ın(c.c.) ismi azamını bilirdi. Katade´ye göre ise bu zatın ismi “Belhiya´dır. Bazılarına göre ise “Zün-nur”dur. İbn-i Zeyd´e göre ise bu zat, denizin içinde bir adada yaşayan takva sahibi bir kul idi. Allah´a isimlerinden biri ile dua etti,böylece Melike´nin tahtı Hz. Süleyman´ın önünde görünüverdi. Müfessirler, bu zatın “Kitaptan bildiği ilmin” ne olduğu hakkında da çeşitli rivayetler zikretmişlerdir. Bazılarına göre bu ilimden maksat, Allah’ın(c.c.) bir ismidir, onunla kendisine dua edildiğinde duayı kabul eder. Ancak bu ismin hangi isim olduğu bilinmemektedir. Mücahid, “Kendisine ilim verilen zat”ın, Allah´ın “Zülcela-i Vel İkram” isimleriyle dua ettiğini söylemiş Zührî ise: “Yâ İlahenâ Ve İlahe Külli Şey´in İlahen Vahiden Lâ İlahe İlla Ente İ´tinî Bi Arşihâ” “Ey İlahımız ve her şeyin tek ilahı olan Allah’ım. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Sen o kadının tahtını bana getir.” diye dua ettiği nakledilmiştir. Ayet´i kerimede geçen “Gözünü açıp kapamadan getireceğim.” ifadesini, Said b.Cübeyr ve Ma´mar, göz görecek kadar bir mesafede bulunan bir kimsenin, sana gelmesinden önce ben onu sana getireceğim.” şeklinde izah etmişlerdir. Vehb b.Münebbih ise: “Senin bakışın,gözlerin görebileceği mesafeye henüz ulaşmadan ben onu sana getireceğim.” şeklinde izah etmiştir. Bazıları ise bu ifadeyi şöyle izah etmişlerdir: “Sen, tahtın geleceği yöne doğru bak. Gözünü oradan ayırmadan ben o tahtı sana getireceğim.” şeklinde izah etmişlerdir. Âyet-i kerimede geçen “Süleyman tahtı yanında görünce” ifadesi, tahtın, hemen Süleyman aleyhisselamın yanına geldiğini açıklamaktadır. Bazı âlimler, nezdinde Allah´ın kitabından ilim bulunan zatın dua etmesi üzerine, tahtın bulunduğu yerden, yere gömülüp Hz. Süleyman´ın önünden çıktığını söylemişlerdir. Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde bu olayı şu şekilde izah etmiştir:” Bunu söylemesi ile getirmesi bir olmuştur. Yani söyleyinceye kadar getirmiştir. Zira ilmini biliyordu. Bir saniyede binlerce kilometrelik sürat zamanımız teknolojisinin düşünmeye alışık olduğu konulardandır. Önemli olan nokta, ancak bu hareketi yapmak için tatbik olunacak kuvveti ve fenni bilmekten ibarettir. Bir yıldırımda, bir elektrikte, bir telgrafta, görülen bu sürat bir cisimde de görülebilir. Yakından tesir gösterdiğini gördüğümüz iradenin bir telsiz gibi uzakta da etkili olabildiğini gösteren misaller de yok değildir. Bir çekim kanunu ile gökyüzü cisimlerinin fezada uçuştuğu, bir irade ile organların vucutta oynadığı gibi, bir irade ile uzaktaki bir cismin boşlukta uçup yer değiştirmesi de kitabda, Levh-i mahfuz´da belli ve mevcut olan bir ilimdendir.” İmam Fahreddin Razi Mefatihul Gayb adlı tefsirinde şu açıklamalarda bulunmuştur:” Birinci Bahis: Her iki yerde geçen ifadesinin, fiil veya ism-i fail olması mümkündür. İkinci Bahis: Alimler, “gözün sana dönmeden evvel…” ifadesinin ne demek olduğu hususunda ihtilaf ederek şu iki açıklamayı yapmışlardır: 1) Bununla, bu işin son derece kısa zamanda meydana geleceği kastedilmiştir. Bu, tıpkı senin arkadaşına, “Ben bunu bir anda, hemen yaparım!” demen gibidir. Bu, Mücâhidin görüşüdür. 2) Bizim, bu ifadeyi, zahirine göre ele almamızdır. Tarf bakarken, göz kapaklarım hareket ettirmek demektir. Binâenaleyh, sen, göz kapaklarını açtığında, gözün ışığının, görülen nesneye doğru uzadığı sanılır. Yumduğunda ise, o nurun, tekrar yeniden göze geri döndüğü sanılır ki, işte ayetteki, “gözün dönmesinden kastedilen de budur. Burada şöyle bir soru sorulabilir: Aradaki mesafe böylesine uzak iken, o tahtın bu kadarcık bir zaman içinde taşınması nasıl mümkün olabilir Bu taşınmaz işi, ya, o tahtın sıçrayarak buraya konduğunu veyahut da aynı cismin, aynı anda iki yerde bulunduğunu söylemeyi gerektirir. Cevap: Mühendisler, şöyle demişlerdir: Güneş küresi, yer küresinden(yaklaşık olarak) yüz altmış dört kez daha büyüktür.Buna rağmen güneşin doğma zamanı, çok kısa sürer: Binâenaleyh biz, güneş yuvarlağının doğuş zamanını, Şam ile Yemen arasındaki zamana taksim ettiğimizde, o lemha (o kısacık an), uzamış olur. Binâenaleyh, böylesine hızlı bir hareketin varlığı aklen sabit olup, Cenâb-ı Hakk´ın da bütün mümkinâta kadir olduğu sabit olunca, bu soru ortadan kalkar. Rivayetlerden Çıkan Sonuçlar 1) Yanında kitaptan ilim bulunan alim kişi Belkıs’ın tahtını cinlerden olan İfrit’ten kat kat fazla bir hızla bir anda Hz.Süleyman’ın (a.s.) huzuruna getirmiştir. 2) Allah (c.c.) tarafından desteklenen ve özel bir ilimle lütuflandırılan salih insanların cin taifesi gibi son derece latif (bizim gibi kesif maddi vücudları olmayan) ve hızlı hareket edebilen varlıklardan daha hızlı ve güçlü olabildikleri anlaşılmaktadır. 3) Bir Peygamber kendisine tabi olanların özelliklerini bilmekte ve onların bu özelliklerini Allah (c.c.) yolunda,O’nun dinine ve Peygamberine hizmet için kullanmalarına izin vermektedir.Bu kişiler cinlerden olabildikleri gibi insanlardan da olabilmektedirler. 4) İnsanlar arasında diğer insanlardan daha fazla tasarruf gücüne sahip kişiler bulunabilmektedir.Bunlar bir anda yeryüzünün çok uzak mesafelerine gidebilmekte ve oradan da bir anda tekrar bulundukları yere gelebilmektedirler.Eşyayı bir anda binlerce kilometre uzaktan alıp,bulundukları yere nakledebilmektedirler.Bu öyle bir hızla olmaktadır ki çoğu kişi bunun farkına bile varamamaktadır.Nitekim Belkıs’ın tahtının bir göz açıp kapayıncaya kadar getirilmesi ve orada bulunanların bunu gelince fark etmeleri bunun delilidir. 5) Böyle üstün vasıflara sahip kişiler Müslümanlara hizmet etmektedirler.Onlarda görülen bu üstün vasıflar,onların tabi oldukları Peygamberin üstünlüğüne ayrıca işarettir.Çünkü bir Peygamberin tabileri arasında böyle yüce zatların ve üstün tasarruf gücüne sahip kişilerin olması ve onların kendi nebilerine ittiba etmeleri O Peygamberin ne kadar üstün olduğuna açık bir delildir. 6) Üstün tasarruf sahibi olan kişilerden,onların bu makamlarını bilenler kendi sıkıntılarının giderilmesi için ve Müslümanların sorunlarının çözülmesinde yardım isteyebilirler.Onların amirleri onları vazifelendirebilirler.Nitekim Hz.Süleyman (a.s.) bunu yapmıştır. 7) Hz.Süleyman’ın (a.s.) ümmeti, Hz.Muhammed’in (s.a.v.) ümmetinden daha hayırlı değildir.Nitekim Al-i İmran Suresi 110.ayetinde ;” Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” buyurulmuştur.O ümmette olan böylesi yüce zatların,Ümmet-i Muhammed’ de olmaması düşünülemez.Burada önemli olan her zaman dliminde Allah’a (c.c.) hususi yakınlık elde etmiş olan veli zatlara Allah’ın (c.c.) özel lütuflarda bulunması,onları kendi katından özel bir ilim ile nimetlendirmesi hakikatıdır. Ebû Hüreyre r.a.’den rivayet edildiğine göre Resûlullah s.a.v. “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur” dedi:“Her kim (ihlâs ile bana kulluk eden) bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harb ilân ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdetâ) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu korurum.” (Buhârî, Rikak 38) İslam Büyüklerinin Himmetleri Hindistan evliyâsının büyüklerinden Abdülazîz Dehlevî (r.a.) bir vaazında şöyle buyurdular: “Birisinden yardım istenirken, yalnız ona güvenilirse, onun, Allahu Teala’nın yardımına mazhar olduğu, kavuştuğu düşünülmezse haramdır.Yalnız Allahu Teala’ya güvenilip, o kulun Allah´ın yardımına mazhar olduğu, Allahu Teala’nın her şeyi sebep ile yarattığı, o kulun da bir sebep olduğu düşünülürse caiz olur. Peygamberler ve evliyâ da, böyle düşünerek başkasından yardım istemişlerdir.(Hz.Süleyman’ın a.s. kendisine kitaptan ilim verilen zattan Belkıs’ın tahtını getirmesini istemesi de bu baptandır.) Böyle düşünerek birisinden yardım istemek, Allahu Teala’dan (c.c.) istemek olur.” Büyük velîlerden Seyyid Ahmed Rıfaî (r.a.) buyurdular ki: Allahu Teala’nın sevgili kulları olan velîleri vesîle ederek, Cenab-ı Hak’tan bir şeyler istenebilir.Onları vesîle ederek bâzı ihsânlara kavuşulursa, bu yardımları ve ihsânları evliyâdan bilmemek lâzımdır.İhsânı yapan Allahu Teala’dır.Çünkü velîler,kendiliklerinden bir şey yapmazlar. Allahu Teala onları çok sevdiği için, onların duâ ve hâtırı ile yaratır. Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki: “Saçları dağınık, kapılardan kovulan öyle kimseler vardır ki, bir şey için yemin etseler, Allahu Teala onları doğrulamak için o şeyi yaratır.” Allahu Teala, sevdiği kullarını yalancı çıkarmamak için, yemin ettikleri şeyleri bile yaratınca, duâlarını elbette kabûl buyurur. Allahu Teala Mümin sûresinin altıncı ayetinde mealen; “Bana duâ ediniz; duânızı kabûl ederim.” buyurdu. Duâların kabûl olması için şartlar vardır. Bu şartları taşıyan duâ,elbet kabûl olur. Herkes bu şartları bir araya getiremediği için, duâlar kabul olmuyor. Bu şartları yerine getiren velîlerin, âlimlerin duâ etmeleri için, onlara yalvarmak, şirk olmaz. Allahu Teala, söylenilenleri, sevdiklerinin ruhlarına işittirir. Onların hatırı için istenileni yaratır. Evliyânın ruhlarından yardım istenir. Çünkü, Allahu Teala’nın sevdiği kullarının ruhları, diri iken de, öldükten sonra da, Allahu Teala’nın verdiği kuvvet ve izinle, dirilere yardım ederler. Böyle inanarak evliyâdan yardım istemek, Allahu Teala’ dan başkasına tapınmak olmaz. Allahu Teala’ya tapınmak,O´na inanmak,O´ndan istemek olur. Aklı olan, bunu pek iyi anlar. Kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin altıncısı olan Ebü´l-Hasan-ı Harkanî (r.a.) hazretlerinin huzuruna bir kafilede bulunan insanlar gelip; ” Yollar korkuludur. Bize bir dua öğretiniz.” diye istirham edince; buyurdular ki: “O zaman, Ebu´l-Hasan´ı hatırınıza getiriniz!” Bu söz,gelenlerin hoşlarına gitmedi.Yolda eşkıya,önlerine çıktı. Hepsinin mal ve metalarını aldı. Yalnız,Ebu´l-Hasan-ı Harkanî Hazretlerini hatırlayan bir kimsenin malına zarar gelmedi. Bu hale arkadaşları şaşıp, sebebini sorduklarında; “Ebü´l-Hasan-ı Harkani´yi hatırladım ve kurtuldum.” cevabını aldılar. Gelip durumu Ebü´l-Hasan Hazretlerine anlattılar. Ve; “Biz Allah´tan yardım istedik, eşkıyalar bizi soydu.Fakat seni hatırlayıp, senden yardım isteyen şu arkadaş kurtuldu. Bunun hikmeti nedir? ” diye sordular. “O arkadaşınızı kurtaran, Allahu Teala’dır.Günahkar ağızdan çıkan duayı Cenab-ı Hak kabul etmez.Bunun için siz Allah´a yalvardığınız zaman duanız kabul olmadı. Bu arkadaşınız beni hatırlayıp imdat isteyince, ben de Rabbime dua ettim; “Ya Rabbî! Şu kulunu içinde bulunduğu beladan kurtar.” dedim. Rabbim benim duamı kabûl ettiği için, o arkadaşınız kurtuldu.Mesele bundan ibârettir.” Kuzey Afrika´da yetişen büyük velîlerden Ebü´l-Hasan-ı Şazilî (r.a.) Hazretleri hakkında Ebu Abdullah şöyle anlattı: “Ben, Ebü´l-Hasan-ı Şazilî Hazretlerini çok sever ve her sıkıntımda Allahu Teala’ya onu vesîle ederek dua ederdim.Cenab-ı Hak da bütün istek ve ihtiyaçlarımı onun hürmetine ihsân eder, verirdi. Bir gün Rasulullah Efendimize (s.a.v.) rüyada,”Ya Rasulallah! Siz Ebü´l-Hasan-ı Şazilî´den râzı mısınız? Ben,her ne ihtiyâcım olursa,onu vesîle ederek Allahu Teala’dan isterim ve bütün ihtiyaçlarım yerine gelir.” dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz; “Ebü´l-Hasan benim evladımdır. Bütün evladlarda, babalarının bir cüz´ü bulunur. Her kim ki benim bir cüz´üme temessük ederse,onu vesîle ederse, benim bütünüm ile temessük etmiş olur. Sen, Ebü´l-Hasan´ı vesîle ederek Allahu Teala’dan bir şey istediğin zaman, beni vesîle ederek Allahu Teala’ dan istemiş olursun.” buyurdu.. Kader-Sebep Sonuç Zinciri ve Evliyanın Himmetinin Yeri “Ka-de-re” kökünden gelen kader; lugatta; “ölçü, ölçme, miktar, bir şeyi ölçerek belirli bir ölçüye göre yapmak, onu takdir ederek tayin ve tahsis etmek”, anlamlarına gelir. Rağıb el-İsfehanî´ye göre “kader ve takdir” bir şeyin miktarını ve sınırını bildirir (el-Müfredad, s.403). Yani Kader; her hangi bir şeyin mahiyetini gösteren ve sınırlayan bir ölçüdür. Nitekim her şey “ilâhî bir ölçü”ye bağlı olarak ezelde takdir ve tayin edilmiştir. Mesela: buğday tohumu veya hurma çekirdeği kendilerine özgü öyle bir ölçü ve belirli özelliklerle takdir ve tayin edilmiştir ki birincisinden yalnız buğday, diğerinden yalnız hurma ağacı yetişir, başka bir şey yetişmez. Her nebatın her ağacın veya hayvanın tohumu da öyledir. O halde kader; bu âlemin ve ondaki bütün varlıkların ilâhî hikmete göre yaratılmasında ve varlığının devamında esas olan “İlâhî bir ölçü, İlâhî bir kanun” dur. Bilindiği gibi insan, kâinattaki yaratıkların en olgunu ve şereflisidir. Çünkü, bu âlemdeki canlı cansız varlıkların hepsi, insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. Bu bakımdan insan, Rabb´ini bilmek ve O´na ibadet etmek için olduğu gibi, bu dünyayı imar ve ıslah etmek için de yaratılmıştır. Bu sebeple “Allahu Teâlâ, insana her türlü güzel vasıflar, yanında onu diğer varlıklara üstün kılan ve insan yapan, akıl, ruh, irade ve ihtiyar gibi manevi değerler vermiştir. O, aklı, irade ve seçme gücü ile diğer varlıkların yapamayacağı bir çok işleri yapmak, yeni yeni şeyler keşfedip kesb etmek kudretine sahiptir. İnsana bu sınırlı kudreti ve cüzî iradeyi veren; gücü her şeye yeten mutlak kudret, kulli irade ve sonsuz kemal sahibi olan Allah Teâlâ´dır.Fakat insana verilen bu sıfatların hiç biri tam ve mutlak değildir.Allah´ın kemâl sıfatlarına nazaran çok eksik ve sınırlıdır. Bu sebeple insan, iradesini, fıtrî yeteneklerini ve diğer sıfatlarını kullanırken, belirli ölçülere, kayıtlara ve ilâhî kanunlara tabidir.Fakat bu kayıtlara ve bazı engellere rağmen insan, cüz´î iradesini kendi sınırları içinde kullanmakta ve dilediği tarafa yöneltmekte serbesttir. Gerçek şudur ki insan, belirli ölçüler ve sınırlar içinde hareket edebilen hür bir varlıktır. O halde insanın kendi irade ve ihtiyarı ile yaptığı, isteyip kesb ettiği (elde ettiği) işler vardır ve yaptığı bu işlerden elbette sorumludur.Yapmakla mükellef olduğu iyi ve güzel işler karşılığında mükafat alacak, yapmaması gerekenler karşılığında da ceza görecektir., Çünkü insan, kendi irade ve isteğiyle iyi veya kötü belirli bir işi yapmaya karar vermiş ve o kararını uygulamaya koymaya girişmiş olmakla, o işin sorumluluğunu yüklenmiştir. İşte insanlar, sahip oldukları bu irade ve ihtiyarları (seçme melekelerine sahip olmalarından dolayı mükellef ve yaptıkları işlerden sorumludurlar. Bu teklif esasına göre dinen sevaba layık veya cezaya müstehak olurlar. Aksi halde insanlar mükellef ve yaptıkları işlerden sorumlu olmazlar. Teklif ve sorumluluk, sevap ve ikab (ceza) esaslarını kabul etmemek ise, bütün ilahî dinlerin esas ve gayesine aykırıdır. Yüce Allah’ın (c.c.) koyduğu ilahi yasalara göre amellerin karşılıkları vardır.Ameller atılan tohumlar ve başa gelenler de alınan ürünler gibidirler.İlahi yasalar düzeni insan aklı tarafından kavranamayacak kadar çok kanun içermektedir.Bundan dolayı anlaşılması zordur.İç içe girmiş sayısız kural ve kanun mevcuttur.Bir olayın meydana gelmesini etkileyen pek çok unsur vardır.Bizim için önemli olan husus gerek ilahi kitabımız Kuran-ı Kerim’de ve gerekse de hadis-i şeriflerde açıklanmış olan kaderi düsturları ve yüce ilim ve akıl sahiplerinin elde ettikleri verileri incelemek ve bunlarla hareket etmektir.Bunlardan kimilerini şu şekilde özetleyebilir: -Dünyaya gelen her nefis ölümü tadacaktır. -Dünya hayatı asıl değildir.Bir imtihan yeridir. -İnsan için çalıştığının karşılığı vardır. -İnsanlar yaşadıkları sürece mutlaka bir takım sıkıntılara uğrarlar.Bunlar hastalık,dert, geçim sıkıntısı,akraba ve yakınlarını kaybetme,hicret etme zorunda kalma v.s. olabilir. -Sadaka belaları giderir. -Ana babaya iyilik yapmak rızkı bollaştırır,dünyevi işlerde bereket ve kolaylık doğurur. -Kişi sevdiği ile beraber olur.Sevgi insanları birbirine bağlayan bir güçtür. -Dua ve ibadet etmek bela ve musibetlere karşı bir kalkandır. -Başkaları için iyilik dileyenler ve onlara dua edenler,aslında kendilerine dua etmiş olurlar.Onlarda bereketlenirler. -İyi niyet,güzel görüş güzel sonuçları doğurur.Kötü niyet ve kötü görüş hayatı lezzetsiz kılar. -Hayat bir mücadele ve insana verilmiş bir imkandır. -Dünyadaki her varlığın bir etki gücü vardır. -İnsanlar aynı ve eşit özelliklerde değillerdir.Birbirlerinden farklı özellikleri vardır.Birbirlerine destek olurlarsa başarıya ulaşırlar. -Allah’ın (c.c.) sevdiklerini sevmeyenler Allah’ı (c.c.) sevmiş sayılmazlar. Bu düsturları çoğaltmak mümkündür. Evliyanın himmeti,bereketi ve onlar vesilesi ile bela ve musibetlerin def edilmesi de ilahi ölçülerden bir ölçüdür.Bu kaderin belirlediği bir yasadır.Bunu daha iyi anlaşılabilmesi için şu şekilde bir örnek verebiliriz: Bir insan düşünelim.Bu kişi birisine kötü bir söz söyler ve yoldan geçen birisini sıkıştırır. Bu iki ameli yapanla ilgili ilahi kaderi mizan devreye girer ve örneğin bu kişi hakkında farz edelim ki100 adım attıktan sonra ayağı burkulacaktır,hükmü cari olur.O insan mesela 80 adım atar ve bir fakir görür.O fakir Allah(c.c.) rızası için yardım istemektedir.Ona acır ve sadaka verir.Başka bir kaderi mizan,ilahi kural devreye girer.Sadaka verenden gelmekte olan bela kaldırılsın.O kişiye 20 adım sonra gelecek olan bela verdiği sadakadan sebep kaldırılır. Örneğin başka bir insan bir yere gider ve atını bir ağaca bağlar. Rabbim beni Abdulkadir-i Geylani veya Şah-ı Nakşibend hatırına koru der. İlahi bir kader devreye girer. Benim salih kullarımı ananı ben korurum. Ben evliya kullarımı yücelttim. Onları yüceltene de rahmet ederim. Ona saldırmaya gelen eşkıya sürüsü başka bir yere yönlenirler ve o kurtulur. |
Son Yazılar